Screenshot from 2013-09-19 21:32:24

Dr Mendelsohn’un geniş kitlelerin beğenisini kazanmış, kesinlikle tavsiye ettiğimiz kitabıyla ilgili bilgi için buraya tıklayınız.

KIZAMIK – Dr. Robert S. Mendelsohn

Rubeola veya İngiliz kızamığı olarak da bilinir, bulaşıcı viral bir hastalıktır. Hastalığın başlangıcında kişi kendini yorgun hisseder, hafif ateşle birlikte baş ve sırtta ağrı vardır. Gözlerde kızarıklık oluşur ve ışığa hassasiyet oluşabilir. Üçüncü veya dördüncü güne kadar ateş yükselerek yaklaşık 40°C’ye ulaşır (Dr. Mendelsohn’un yukarıda tanıttığımız şahane kitabında, ateşin enfeksiyonlara karşı mücadeledeki rolü ve önemi ile Tylenol/Paracetamol gibi ateş düşürücü ilaçların bu sürece zararlı etkileri üzerine ayrı bir bölüm bulunmaktadır.) Bazen ağız içinde küçük beyaz noktacıklar görülebilir, aynı zamanda saç çizgisinin altında ve kulak arkalarında küçük pembe benekler ortaya çıkar. Bu kabarcıklar yaklaşık 36 saat içinde aşağıya doğru tüm vücudu kaplayacak şekilde yayılır. Pembe benekler kümeli halde görülebilir ancak üç ila dört gün içinde azalarak kaybolurlar.

 

Screenshot from 2013-09-19 21:56:46

Kızamık, döküntü ortaya çıkmadan evvelki üç ila dört günlük süre de dahil olmak üzere toplamda yedi veya sekiz gün bulaşıcı özelliktedir. Yani bu durumda, çocuklarınızdan biri kızamığı kaptıysa, diğerlerinin siz daha birincisinin hasta olduğunu anlamadan kızamık virüsüne maruz kalması muhtemeldir.

Kızamık yatak istirahati, ateşe bağlı dehidrasyonu önlemek için sıvı takviyesi ve kaşıntıyı almak için de kalamin losyon veya mısır nişastası banyosu haricinde bir tedavi gerektirmez. Çocukta fotofobi, yani ışık korkusu oluşursa yatak odasının perdeleri örtülmek suretiyle ortam karartılır. Ancak, yaygın efsanenin aksine, bu hastalıkta kalıcı körlük tehlikesi yoktur.

Kızamığı önlemek için verilen aşı KKK inokülasyonun bir bileşenidir.  Hekimler, 1,000 vakada 1 oranında görüldüğünü söyledikleri kızamığa bağlı ensefaliti önlemek için aşılamanın gerekli olduğunu savunur. Onyıllardır kızamık vakaları ile haşırneşir olmuş bir hekim olarak ben ve benimle birlikte pekçok diğer pediyatrist meslektaşım bu istatistiği şüpheyle karşılıyoruz. 1/1000’lik insidans belki yoksul bir çevre ve malnütrisyon koşullarında yaşayan çocuklar için geçerli olabilir, ancak orta ve üst gelir düzeyindeki katmanlarda, kızamığın kendisinden kaynaklı uyku halini saymazsak, gerçek ensefelati insidansı muhtemelen daha ziyade 1/10,000 veya 1/100,000 oranlarındadır.

Kızamık ensefelatiyle sizi korkutacak bir doktorun size bunu önlemek için kullanılacak aşının taşıdığı tehlikelerden bahsetmesini pek bekleyemezsiniz. Kızamık aşısı ensefalopati [beyin dokusunda dejeneratif değişikliklerle belirgin herhangi bir beyin hastalığı] ve beynin sertleşmesine neden olup kesin ölümcül olan SSPE (subakut sklerozan panensefalit) gibi bir dizi başka komplikasyonla ilişkilendirilmiştir.

Kızamık aşısıyla ilişkilendirilmiş diğer nörolojik ve bazen ölümcül hastalıklar arasında ataksi (kas hareketlerini koordine edememe hali), zeka geriliğiaseptik menenjitnöbet bozuklukları (epilepsi) ve hemiparezi (vücudun bir taraf kaslarında görülen güç azlığı; tek taraflı parazi) bulunur. Aşıya bağlı sekonder komplikasyonlar ise bundan daha da ürkütücü olabilmektedir. Bunlar ensefalit (beyin iltihabı)genç diyabeti (jüvenil diyabet), Reye sendromu ve multipl skleroz‘dur.

Aşının koruduğuna dair elimizde ikna edici kanıt olsaydı bile, ki yoktur, kızamık aşılamasının taşıdığı riskler benim için yine de kabul edilemezdir. Hastalığın görülme sıklığında belirli bir düşüş olmuştur, evet, ancak bu aşı ortaya çıkmadan çok önce başlamış bir durumdur. 1958’de ABD’de yaklaşık 800,000 kızamık vakası görüldü, ancak 1962’ye-aşı ortaya çıkmadan bir önceki seneye- gelindiğinde insidans 300,000 vaka azalmıştı bile. Bunu takip eden dört sene boyunca, çocuklar bir taraftan herhangi bir koruma sağlamayan ve hatta daha sonra uygulamasına son verilen “ölü virüs” aşısını olurken, kızamık insidansı bir 300,000 vaka daha düşüş gösterdi. 1900’de kızamıktan ölüm oranı 100,000 kişide 13.3’tü. İlk kızamık aşısı daha ortaya çıkmamışken, 1955’te, ölüm oranı yüzde 97.7 azalarak 100,000’de 0.03’e düşmüştü.

Screenshot from 2013-09-19 20:29:43Grafiğin alındığı KAYNAK  [ABD’de 1900 – 1984 arası 100,000 kişi başına düşen Kızamık Ölüm Oranları; kızamık aşısı 1963 yılında kullanılmaya başlanıyor]

Salt bu rakamlar bile kızamığın aşı devreye girmeden önce yok olma yoluna girdiğinin çarpıcı kanıtıdır. Bu size yeterince ikna edici gelmiyorsa bir de şunu düşünün; 1978’de otuz eyaleti kapsayan bir araştırmaya göre kızamık geçirmiş çocukların yarısından fazlasının gerekli dozda aşılanmış olduğu ortaya çıkmış. Dahası, Dünya Sağlık Örgütü‘ne göre, aşılanmamışlara oranla kızamık aşısını olmuş kişilerin kızamığa yakalanma şansı neredeyse on beş kat daha fazla.

Peki ama niye bu gerçeklere rağmen doktorlar bugün hala bu aşıyı yapıyorlar diye sorabilirsiniz. Kızamık aşısının piyasa sürülmesinden on dört sene sonra Kaliforniya’da yaşanmış bir olay sorunuzun yanıtı olabilir. O yıl Los Angeles’te ağır bir kızamık salgını görülüyor ve Toplum Sağlığı Merkezi’nin bir yaş altında kızamık aşılamasının hiçbir işe yaramadığı ve zararlı olabileceği yönündeki uyarısına rağmen ebeveynler altı ay ve üstündeki tüm çocukları aşılatmaya zorlanıyorlar.

Los Angeles’taki dotorlar ellerine geçirebildikleri her çocuğa rutin bir şekilde kızamık aşısı yapma yoluna giderken, immünolojik yanıtsızlık (vaccine failure) ve ‘geç etkili virüs’ (yavaş virüs/slow virus) gibi tehlikelerden haberdar birkaç yerli hekim kendi bebeklerini aşılamamayı seçiyor. Bu gerçeklerden haberdar edilmemiş hastalarının aksine bu hekimler tüm canlı virüs aşılarında, özellikle de kızamık aşısında bulunan “geç etkili virüsler”in insan dokusunda yıllarca saklanma kabiliyeti olduğunun farkındaydı. Dokulara yerleşmiş bu virüsler daha sonra ensefelati, multipl skleroz ve hatta kanser oluşumu ve ilerlemesine potansiyel kaynak olarak karşımıza çıkıyordu.

Kendi yedi aylık bebeğini aşılamayı reddeden Los Angeles’lı bir doktor şöyle diyordu: “Aşı virüsü fakir bir koruma sağladığı gibi bir de vücutta uzun süre kalıp da hakkında pek bir şey bilmediğimiz bir şekilde etki ederse diye korkuyorum.” Kendi çocuğu için bu taşıdığı bu endişeler ise doktorumuzun bakımındaki diğer bebeklere aşıyı vurmasına mani olmuyor. Bu çelişkili tutumu ise şöyle rasyonelize ediyor hekim: “Bir ebeveyn olarak kendi çocuğumla ilgili seçim yapma lüksüne sahibim. Bir hekim olarak ise… hem kanunen hem de meslek kuralları gereği yapmam gerektiği söyleneni kabul etmeye mecburum, tıpkı bütün şu Domuz Gribi işinde yapmaya mecbur kaldığımızda olduğu gibi.”

Belki artık sıradan ebeveynler ve çocuklarının da doktorların bu lüksüne sahip olmasının vakti gelmiştir.

KAYNAK