“Mehtap”ın Aşılarla İmtihanı – Bölüm 2

“Mehtap”ın Aşılarla İmtihanı – Bölüm 2

Yazının 1. bölümüne ulaşmak için buraya tıklayınız.

b) Amerika’da, dünyada ve Türkiye’de işler nasıl yürüyor? (Conflict of Interest)

AMERİKA

Mehtap, kendisinin uzun yıllar Amerika’da bulunduğunu, hatta Greencard başvurusunda bulunduğunu belirtmişti bizlere. Amerika’da aşılarla ilgili yaşanan baskılara yönelik eleştiriler için de bizleri “orada işlerin nasıl yürüdüğünü bilmemekle” itham etmişti.

Hep birlikte bakalım, Amerika’da işler nasıl yürüyormuş?

Amerika’da aşılarla ilgili araştırma çalışmaları, aşıların güvenliği ve promosyonu ‘Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’ (CDC) dediğimiz devlet kurumunun sorumluluğunda. CDC, kendisine bağlı ACIP denilen aşı danışma kurulunun önerdiği aşıları Amerika’da ulusal çapta uygulanmak üzere aşı takvimine alıyor. Çoğu eyalette, CDC’nin önerdiği aşıları olmamış çocuklar kreş ve devlet okullarına alınmıyor.

CDC ‘nin aşılarını takvime almasıyla birlikte ilaç firmalarının önüne koca bir pazar açılmış ve hatta devlet de bizzat bu firmaların ürünlerinin pazarlayıcısı konumuna geçmiş oluyor. İlaç firmalarının dünya genelinde izlediği taktik aynı; sağlık bakanlıklarının pekçoğu ilaç firmalarıyla çıkar ilişkisi içinde olan “aşı danışma kurulu” üyeleri vasıtasıyla önerdiği yeni aşılar ulusal aşı takvimine alınıyor ve ülkenin çocuk-adölesan-yetişkin ve yaşlılar için oluşturulan takvimlerindeki aşılar tüm nüfusa uygulanıyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2013 raporuna göre:

  • aşıların global pazar payı 2000 yılında 5 milyar dolardan, 2013’te 24 milyar dolara ulaşmış durumda.
  • 2025 itibariyle global aşı pazarının 100 MİLYAR dolara ulaşması bekleniyor.
  • Şu anda geliştirilmekte olan 120’nin üzerinde yeni aşı var!
  • Bunlardan 60’ı Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için önem taşıyor.

Raporun bu verilerden çıkarımı,

a) aşıların ilaç endüstrisinin motoru haline gelmiş olduğu;

b) İlaç endüstrisi içinde aşıların statüsünün değişmiş olduğu;

c) Aşılar için yeni br iş modelinin ortaya çıkmakta olduğu.

Rapora göre yeni ve daha pahalı aşılar herzamankinden daha süratle piyasaya çıkıyor, aşı geliştirme işine herzamankinden çok daha fazla pay ayırıyor ilaç firmaları.

Dünya genelinde aşı pastasından en büyük payı alan firmalar şunlar:

Screenshot from 2014-01-27 19:47:57

2012’nin ilk yarısında en fazla gelir getiren aşıları görelim:

Screenshot from 2014-01-27 19:52:34

Screenshot from 2014-01-27 19:53:40

Gelişmekte olan ülkelerdeki yeni trend‘in aşı satışlarındaki etkisini incelemişler; daha aktif pazarlama sağlanan ülkeler arasında Türkiye‘nin adını görüyoruz ve bakın tam olarak ne deniyor bu raporda:

“Meksika, Brezilya, TÜRKİYE, Endonezya, Rusya, Çin ve Hindistan ‘çok uluslu şirketler’ [MNC] için en öncelikli konumdadır”!!!

Screenshot from 2014-01-27 20:04:34

[MNC – Multi National Companies]

Türkiye’nin de aralarında buunduğu bu ülkelerde yeni ve innovatif aşılar için geniş çaplı ruhsatlandırma çalışmalarına geçilmiş [yeni su çiçeği, meningokok ve pnömokok aşılarını hatırlayalım lütfen] ve bu ülkelerde ilaç sanayii satış gücü(!) ile çok uluslu şirket temsilcilerinin(!) varlığı arttırılmış, yani “pharma-benzeri modele’e geçilmiş!

Birleşmiş Milletlerin Pazarı UNICEF ve PAHO‘dan soruluyor ve son 10 yılda “spectacular” (muazzam) bir artış yaşandığından söz ediliyor. Ve tabii polio ve kızamık aşılarının ismi geçerken bu artışı sağlayan faktörler arasında kimi görüyoruz bizzat? Elbette elinde aşı enjektörüyle Bill Gates‘i!!

Screenshot from 2014-01-27 20:15:48

Bu noktada Mehtap’ın “aşı firmalarının tek müşterisi devletlerdir” savının yanlışlığını da, BM gibi devletlerüstü kuruluşların aşılama çalışmlarındaki mevcudiyetiyle göstermiş oluyoruz.

Amerika’da ve dünyada bu “iş” nasıl yürüyor, hakikaten Mehtap’ın iddia ettiği gibi ilaç firmaları aşılardan yatırım yapmayı gerektirmeyecek kadar az mı kar ediyor yine bu rapordan görelim:

Screenshot from 2014-01-27 20:23:12

Global ilaç pazarının sadece %2’sini oluşturuyor aşılar, ancak ilaç pazarında yılda %5-7‘lik bir artış görülürlen, aşılarda büyüme hızı yine “spectacular” boyutta: %10-15!

Ve yine, gebelikten başlayıp doğumdan itibaren tutulan aşı bombardımanıyla çocuklarda “spectacular” boyutta artış gösteren başka şeyler görüyoruz; kronik hastalıklar, otoimmün hastalıklar, otizm gibi. Aşılarla yarattıkları hayat boyu tedavi anlamına gelen bu hastalıklar için de elbette yine bu firmaların ilaçlarını kullanıyoruz. “Spectacular” bir iş planı bu hakikaten!

Peki ilaç endüstrisi apolejistliğine soyunan Mehtap ne diyordu bize, hatırlayalım?

“Asagidaki yorumunuzda, ilac firmalari ve kar oranlarindan bahsediyorsunuz. Ona buradan birsey demek istiyorum. Aslinda ilac firmalarinin asilardan hic de kar etmediklerini okuyunca sasiracaksiniz. Bu firmalar daha cok kalp rahatsizliklari, stres gibi ilaclardan zengin oluyorlar. Asi onlar icin en karsiz is. Cunku cok sıkı kontrolden gecmeleri, cok yuksek maliyetli calismalar yapmalari gerekiyor. En iyi musterileri, hatta tek musterileri de devletler. Devletler de pazarlik yaparak, cok ucuza aliyor bu asilari. Isin kotusu bu firmalarin “hayir asi uretmeyecegiz” deme sanslari da yok. Derlerse ellerinden lisanslari aliniyor. Acikcasi yillarca bu “kar” konusmalarina inanmistim ben de. Daha 4-5 ay once tesadufen arastirdim ve gercegi ogrendim. Bu firmalarin kar/zarar raporlari “public”dir. Bakabilirsiniz. Sadece grip asisi ilk ciktiginda kardan bahsedilebilir. Bir de su Prevnar asisini hic gozum tutmuyor. O da zaten yeni bir asi 🙂 Neyse bu da detayli bir konu. “

Mehtap’a DSÖ’nün bu raporunu iyice bir incelemesini öneriyoruz! Yasal kovuşturmaya uğramayacaklarını bildikleri, Amerikan hükümeti tarafından “unavoidably unsafe” kategorisine alınan aşılarının güvenliği için hakikaten ne kadar sıkı çalışmak zorunda kaldıklarını da yazının ilerleyen bölümlerindeki örneklerden göreceğiz.

Tekrar CDC’ye dönecek olursak, 2003’te Amerikan kongresi altkomisyonu 4 aylık bir inceleme yürütüyor ve CDC’nin aşı önerme örüntüsünde bir dizi problemin yanısıra, bu devlet kurumunun danışma kurulunda görevli kişiler ile ilaç endüstrisi arasında oldukça yakın ilişkiler saptıyor.

Aşı danışma kurulunda (ACIP) görevli kişiler ilaç firmaları ile ‘aşı patenti paylaşımı, aşı firmasında hissedar olma, araştırma için alınan ödemeler, aşı deneyi gözlemleme maksadıyla para alma ve çalıştıkları akademilere fon alma’ yoluyla ilişki içindeler.

Ve hatta CDC’nin bizzat aşı işinde olduğunu öğreniyoruz bu soruşturmadan. 1980’de meclisten geçen bir kanunla CDC’nin ilaç firmaları ve bir de üniversite ile aşı veya aşıyla ilgili ürünleri kapsayan tam 28 lisans anlaşması yaptığı, ayrıca devam etmekte olan 8 yeni aşı geliştirme çalışmasına katkıda bulunduğu anlaşılıyor.

CDC’nin SmithKline Beecham [şimdiki adı GSK] firması ile birlikte bizzat geliştirilmesinde rol oynadığı, 1999’da 12 kişilik danışma kurulundan 6‘sının bu firmayla çıkar ilişkisi varken onayladığı(!) ve 18 ay içinde 1.4 milyon kişiye vurulan “lyme disease” (kene ısığına bağlı bir otoimmün hastalık) aşısı 2002 şubatında firma tarafından geri çekiliyor! Firma bu karar için LYMERIX adlı aşının satışının yaptıkları yatırımı karşılamadığı(!) gerekçesini ileri sürüyor.

Peki soruyoruz, Amerika’da bugün 30 milyon kişi olarak açıklanan “lyme disease” hastalığını “önleyecek” bu hayat kurtaran aşıyı yeterince kar etmedikleri gerekçesiyle piyasadan çekmelerine CDC neden izin vermiş?! Halk sağlığı probleminden sayılmıyor mu bu? Hani firmalar öyle canları isteyince aşı üretmiyoruz diyemiyorlardı, halkın sağlığı için(!) çalışıyorlardı? Demek ki neymiş, sadece kar getireceği kesin(!) olan hastalıklar için aşı üretmeye bakılmalıymış!! Halk sağlığı da bir yere kadarmış!

Şimdi işin gerçeğine bakalım, GSK bu aşıyı tam olarak niye çekmiş piyasadan. CDC’nin “uzmanaşı danışma kurulunun, devletin Gıda ve İlaç Dairesi’nin (FDA) “güvenli” ve “etkili” olduğuna dair onay verip ruhsatlandırdığı, CDC ile ortaklaşa çıkarılan bu aşı, piyasaya çıkışından sadece 18 ay gibi bir süre geçmesine rağmen nasıl oluyorsa(!) 640 acil yatışı, 34 hayati tehlike oluşturan reaksiyon, 77 hastane yatışı, 198 sakatlık/özür ve 6 da ölüm bildiriminin gelmesine sebep olmuş VAERS’e! Hani CDC ve FDA’in oluşan aşı yan etkilerin sadece %1 ila %10′unun bildirildiğini ikrar ettiği aşı sonrası istenmeyen etki bildirim sistemi bu. Baktılar fazlasıyla insan öldürüyorlar bu “güvenli” aşılarıyla, olay daha fazla büyümeden çekiveriyorlar aşılarını piyasadan.

Raporda üstelik CDC’nin aşı danışma kurulu tarafından bu şekilde onaylanıp, daha sonra yarattığı sakatlık ve ölümlerden dolayı geri çekilen başka aşıların da olduğunu söylüyor. Bunlardan sanırım en iyi bilineni bebeklerde bağırsak düğümlenmesi ve ölüme yol açtığı gerekçesiyle toplatılan RotaShield aşısı, ki sonra gayet uygun bir şekilde, bizzat aşı danışma kurulu üyesi görevindeyken(!), patentini paylaştığı(!) aşının takvime alındığı Paul Offit‘in güzide rotavirüsü aşısı, RotaTeq Amerika ve global pazarda yerini alıyor.

1998’de Rotashield’e onay veren CDC aşı danışma kurulundaki 8 üyeden 4‘ünün bu aşının farklı versiyonlarını üreten ilaç firmalarıyla finansal bağlantısı var.

Bunlardan Paul Offit’in içinde bulunduğu çıkar çatışması (conflict of interest) daha bariz olamazdı herhalde!

Rotavirüsü aşısını ulusal takvime alan kurulun üyesi ve bir yandan da aşıyı geliştirmek için Merck’ten 350.000 dolar hibe almış, patentin ortağı ve bir de üzerine ülkeyi dolaşıp hekimlere aşıların nasıl zararsız olduğu konusunda eğitim veriyor!

Merck ayrıca, aşı konusunda aşırı üretken bir yazar olan Dr. Paul Offit’in “What Every Parent Should Know About Vaccines” (Aşılar Hakkında Her Ebeveynin Bilmesi Gerekenler) adındaki kitabını topluca satın alıp hem Amerika hem de yurtdışındaki doktorlara dağıtımını sağlıyor! Doktorlara giden kopyaya bir de mektup iliştiriyor Merck, “Merck Aşı Departmanı, ‘What Every Parent Should Know About Vaccines” adlı bu yeni kitabı size ulaştırmış olmaktan memnuniyet duyar.” diye. Mektupta ayrıca şöyle diyor Merck:

“Yazarlar kitabı anne-babaların aşılar hakkındaki çekincelerini ve sorularını yanıtlayacak ve bazen medyada aşılarla ilgili yer alan yanlış bilgileri çürütecek şekilde tasarlanmıştır.”

Yine Mehtap’tan gelsin: “Vay be!” Doktorlara bebeklerinin sağlığı ve güvenliği ile ilgili soracakları sorulara alacakları cevapları ilaç firmasına çalışan bir “doktor” hazırlayıp veriyor!

Kitabın liste fiyatı 14.95 dolar. Acaba kaç kopya satın aldı Merck bu PR kampanyaları için!

Kongre araştırması sırasında ayrıca danışma kurulunun başkanlığını yürüten hekimle ilgili de çıkar çatışması sözkonusu. Darthmouth Tıp Fakültesi’nde profesör, Dr. John Modlin, Merck’ün 26.000 dolarlık hissesinin sahibi.

2003’te Dr Modlin elindeki Merck hisselerini sattığını(!) ama kısa süre önce Merck’ün klinik aşı deneylerini denetlemek üzere kurulan bir komitenin başkanlığını kabul ettiğini(!) belirtiyor!

Mehtap da ne diyordu bize, “çok sıkı denetimlerden geçiyor bu firmalar”! Evet hakikaten, oldukça “sıkı-fıkı” gözüküyor denetimler.

Allah’tan Mehtap Amerika’da yaşamış da bize birinci elden(!) teminatlar veriyor, yoksa biz bu duyduklarımızı nasıl yorumlamamız gerektiğini bilemeyecek, komplo teorilerine inanacaktık!

Aşı Danışma Kurulu (ACIP)’in toplantı tutanakları inceleniyor ve bazı toplantılarda kurulun yarısının aşı üreticileriyle ilişkisi bulunduğu görülüyor.

Örneğin 2002’deki bir toplantıda kuruldaki 11 üyenin 4’ü Wyeth, GlaxoSmithKline, Merck, Pfizer, Aventis Pasteur ve Bayer’le çıkar ilişkisi beyanında bulunuyor! Bu 4 kişiden 2’si aşı araştırmaları/çalışmaları veya aşı deneyleri(!!) yürütüyor, 1 üye de aşı patentine ortak!

Aşılar hakkında karar alıcı merci, Türkiye’deki karar alıcıların ağzına baktığı CDC, nasıl oluyor da böylesi büyük ihlallere göz yumabiliyor? Aynı CDC’nin aşılarla otizm arasındaki bağlantının örtbas edilmesi için sipariş ettiği çalışmaları yürütenlerin de benzer menfaat ilişkileri bulunduğunu biliyoruz. Üstelik CDC kalkıp kendi onayladığı, takvime soktuğu ve mecburi tuttuğu bu “hayat kurtaran” aşıların bizzat otizme yol açtığını kabul ve ikrar edecek değil herhalde?! Suçu işleyen kişi aynı zamanda davadaki hakimse, bu mahkemeden adil bir karar çıkması beklenebilir mi?

“Aşıları biz onayladık takvime aldık, thimerosal’un (cıva) kümülatif etkisini hesaplamadık, otizm oranları bir jenerasyonda %6000 arttı, 5000’den fazla aile tazminat için kapıda bekliyor, şimdi Danimarka’ya, Kanada’ya, İngiltere’ye thimerosal’u araştıran çalışmalar sipariş ettik, baktıık baktıık bu kusurlu(!) sipariş çalışmalara, bir türlü kendimizi suçlu gösterecek kanıt bulamadık?!

Şaşılacak şey hakikaten?!

Ne diyordu Mehtap?

“Nitekim ne cdc’yi savundum ne de en guvenilir bilimsel kaynak olarak gosterdim. . . . Gene de cdc’nin, vaccinetruth.org, vaccinecouncil.org gibi sitelerle kiyaslanmasinin bile mumkun olmadigini dusunuyorum. “

Hakikaten, bu sitelerde yazan doktorların, anne-babaların ne aşı patentleri var, ne ilaç firmalarından hisse sahibi insanlardan oluşuyor. Bence de, “conflict of interest, “confirmation bias” ve bilimsel verilerin tarafsız incelenmesi bakımından kıyas kabul etmezler! Güzel bir tez konusu olur CDC’nin aşı politikalarındaki çıkar çatışmaları, hukuksuzluklar, veri/istatistik çarpıtma yoluyla bilimsel sahtekarlıklar… Amerika’yı gayet iyi bildiği iddiasındaki arkadaşlar bir çalışsın üzerinde bu konunun.

Çıkar çatışması dizisine diğer bir iki örnekle devam edelim…

CDC’nin bir önceki dönem başkanlığını yürütmüş olan Julie Gerberding, görevinden ayrılır ayrılmaz 2010’da MERCK aşı departmanının başına geçiyor.

Kim mi bu Merck? CDC’nin takvime aldığı 17(!) pediyatrik aşıdan 14‘ünü, yetişkinlere önerdiği 10 aşıdan 9‘unu üreten firma!

Bu arada anne-babalar, Amerikan hükümeti ‘ilaç firmaları tazminat ödemek zorunda kalmasınlar’ diye 1986’da yasal olarak “kaçınılmaz olarak güvenli olmayan tıbbi ilaç” kategorisine aldıktan hemen sonra exponantal hızda takvime eklenen bu aşıların gerekliliğini ve güvenliğini sorgularken, Merck’ün bir başka adamı, Offit, aşı danışma kurulundan çıkıp insanlara, endişeye mahal yok, vitaminlerden bile daha güvenlidir bu aşılar, aynı anda bebeğiniz 10.000’ini güvenle olabilir, siz neden bahsediyorsunuz, uzman biziz burada, bizi dinleyeceksiniz, öyle felsefi ret, dini ret filan da yok! diyor. Ne güzel “sistem” ama?!

Tabii bu arada yeni ilaç üretmekte sıkıntıya düşen ve önceki ilaçlarının patentleri de sonlanmakta olan ilaç firmaları canla başla çalışıp birbirinden nadide hastalıklar için ülkelerin ulusal takvimlerine eklenecek birbirinden güvenli(!) aşılar üretmeye ağırlık vermesinler de ne yapsınlar, değil mi? Bunlar da birer şirket sonuçta, kar oranlarını düşünmeleri lazım. Zaten bu aşı patentlerinin süresi ilaçlardaki gibi 20 seneyle de sınırlı değil, bir takvime alabildik mi onyıllarca rahatız demektir. Sadece Amerika’da yılda 4 milyon canlı doğum var, bir düşünün! Hem nasılsa öldürdükleri veya sakat bıraktıkları insanlar doğrudan şirketi dava da edemiyor, neredeyse tam “bağışıklık”ları var tazminat davalarına, hele ki pandemik aşılarda (H1N1/domuz gribi) olduğu gibi ‘mutlak koruma’ sağlamış devlet ve zaten Türkiye gibi bir ülkedeysen bırak tazminatı hiçbir şekilde ispat dahi edemiyorsun aşıdan öldüğünü, sakatlandığını… Ben olsam ben de üretirim bir aşı, hazır global çapta “esir” bir pazara sahipsin, beşikten mezara kadar aşılamazsak herkesi doz doz, büyük hata olur hakikaten. Bir de motif bulmalıyız bu çılgınlığa yalnız, adına “sürü bağışıklığı” der çıkarız işin içinden.

Kendisinden önceki pekçok örneği takip ederek devletten özel sektöre yatay geçişini yapan Gerberding’in karnesine biraz daha yakından bakalım.

2009’da Gerberding’in döneminde CDC’den H1N1 (domuz gribi) “pandemi”siyle ilgili oldukça abartılmış yanlış bilgilendirmeler geldiğine dünya kamuoyu şahit oldu [Mehtap hariç]. CDC, Amerika’daki herkesin bu yeni, yan etkileri test edilmemiş aşıyı olmasını istedi. CDC’nin Amerika’da görüldüğünü iddia ettiği domuz gribi vakalarından örnekler istendiğinde reddetti, bilgiye erişim olanağını engelledi. H1N1 aşılarının bugün artık Narkolepsi‘ye yol açtığı biliniyor; İrlanda, İsveç, Finladiya gibi ülkeler bu aşıları olmuş ve Narkolepsi geçirmiş çocuk ve gençlere tazminat ödemiş durumda.

Peki halkımız, 2009’dan beri mevsimsel grip aşılarının aynı H1N1 virüsünü ihtiva ettiğini biliyor mu? Tahminim, hayır! Amerikan CDC kurumu bu mevsimsel grip aşılarını gebeler ve 6 aylık bebekler de dahil olmak üzere tüm yaş gruplarına her sene alınmak kaydıyla öneriyor. Ve şimdi öğreniyoruz ki, bizim sağlık bakanlığımız da artık bu H1N1 ihtivalı mevsimsel grip aşılarını gebelere önermeye başlayacak.

CDC, Gerberding döneminde H1N1 aşıları dolayısıyla yaşanan düşüklerle ilgili verilere erişimi de engellerken, bir yandan da gebelerin toplumda aşıyı ilk olması gerekenler olduğunda ısrar ediyor. Oysa aşıların ürün bilgisinde aşının gebelerde güvenlik profilinin bilinmediği yazıyor! Ancak aşı uygulamaya giriyor ve aşılama sonrası 3.500’ten fazla düşük yaşanıyor.

Merck’ün şu anda kullanımda olan belki de en tehlikeli aşı GARDASIL‘e gelelim. Yalnız Amerika’da binlerce ağır nörolojik istenmeyen etki ve 100’e yakın da ölüm bildirimi var sicilinde. Oysa CDC ve FDA halen daha bu yan etkileri ciddiye almadan 9 yaşından itibaren kız VE erkek çocuklara önermeye devam ediyor bu aşıyı.

Gerberding’in Amerikan Kongresi’ne sunduğu 2004 tarihli ‘Prevention of Genital Human Papillomavirus Infection’ (İnsan Genital Papilloma Virüsü Enfeksiyonu) başlıklı raporu bu şaibeli aşının onay almasında önemli rol oynuyor. Tabii kendisinin bu çalışmaları gelecekteki işvereni Merck’e milyarlarca dolar karı garantilemiş oluyor.

Gerberding aynı zamanda aşılardaki thimerosal adlı cıva türevinin de yılmaz savunucularından. Cıvayla ilgili tartışmaların en yoğun olduğu kendi döneminde aşılar ve otizm arasındaki bağlantıyı ısrarla reddetmesiyle ünlü.

Belli ki Gerberding’in ajandasında aşı güvenliği üst sırada yer almıyor. Bu durumda Merck’ün de aşı departmanının başına neden kendisini tercih ettiği daha anlaşılır hale geliyordur herhalde.

Amerika’da sadece CDC ve FDA değil tabii endüstrinin yatağını ısıtan. Mehtap’ın bahsettiği şu “dağ gibi” bilimsel çalışmaların çoğu Sağlık Bakanlığına bağlı Ulusal Sağlık Enstitüsü‘nden [National Institutes of Health) çıkıyor. Sonra bakıyorsunuz, eski USE başkanı da ilaç firmasına kaçıveriyor.

Eski USE başkanı Elias Zerhouni şimdi Sanofi-Aventis‘in araştırma laboratuvarlarının müdürü.

Sanofi’nin websitesinden kendisinin ihtişamlı kariyeri hakkında bilgi alalım:

Cezayir asıllı hekim John Hopkins Üniversitesi’nde Radyoloji ve Biyomedikal Mühendislik profesörü ve üstdüzey danışmanlık hizmeti veriyor hastaneye. 2002-2008 arasında Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nde başkanlık görevini yürütmüş. 200 yayını var, 8 adet patent sahibi ve 5 ticari şirketin kurucusu. Dr Zerhouni, Bill and Melinda Gates Vakfı‘nın Global Sağlık Programı‘nın da yöneticilerinden.

Forbes Magazine dergisinde de belirtildiği gibi doktorumuz şaibe ve çıkar çatışması konularına hiç yabancı değil.

2003’te kendi yönetimi altındaken USE oldukça ağır suçlamalara maruz kalıyor; kurumun bünyesindeki yüzlerce bilimadamının ilaç ve sağlık endüstrisiyle finansal ilişkisi olduğu ortaya çıkıyor.

USE’nin 2004’te yayınladığı bir makaleye göre USE’deki kurallar ve denetim öylesine gevşek ki bünyesindeki 100’ün üzerinde bilimadamının endüstriyle bağlantılı çalışmaları için başvuruları onaylanmış.

Bunlardan birinde mesela, akademisyen bir bilimadamının finansal bağı olduğu bir terapi yönteminden bir kişi hayatını kaybetmiş.

Ancak Zerhouni tüm bunlara rağmen kongreyi, USE’de çalışanların dışarıya iş yapmalarını yasaklamamaları konusunda ikna etmeyi başarmış, çıkar çatışmasıyla ilgili kısıtlamalar sadece üst düzey yöntecilere uygun görülmüş.

Dünyanın en önde gelen araştırma merkezlerinden birinden bahsediyoruz burada. Hayati önem taşıyan konularda yapılacak tüm araştırma-geliştirme çalışmalarına fon sağlayan kuruluştan ve endüstriyle ensest ilişkisinden. Aşılar da dahil olmak üzere endüstrinin çıkarına ters düşecek “gerçek” bilimsel araştırmaların neden yapılmadığnı, doğruyu yapmak isteyen araştırmacıların neden fon alamadığını zannediyorsam daha iyi anlıyoruzdur artık.

Amerikan devleti ve ilaç sanayii arasındaki ilişkilere birkaç örnek daha:

Amerikan Kanser Cemiyeti (American Cancer Society), hem mamografi ekipmanı üreticileri hem de kanser ilacı üreten firmalarla yakın finansal ilişki içinde. Diğer çıkar çatışması yaratacak ilişkileri arasında pestisit, petrokimya, biyoteknoloji, kozmetik ve junk food endüstrileri ile bağlar ve aldıkları finansal destek sayılabilir. Bir dakika! Ürünleri kansere neden olan endüstirilerin ta kendisi değil mi bunlar?!

İlaç şirketleri ilaçlarını onaylatmak için FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi)’ne milyon dolarlık ödemelerde bulunuyor. FDA çalışanları elbette bu tip bir sıcak para akışının daha yüksek maaş anlamına geleceğinin ve kurumlarının bütçesinin yüzünün güleceğinin farkında. Yeri gelmişken, örneğin FDA’in bölüm şeflerinden Margaret Hamburg‘un önceki görevinin Amerika’nın en büyük amalgam dolgu üreticisi, Henry Schein, Inc olduğunu belirtelim.

Ne diyorduk bu tarz ilişkiler ağına Amerika’daki, ‘revolving-door policy’ mi? Devlet ve endüstri arasındaki koca bir döner kapı var. Mehtap daha iyi bilir tabii ancak şu araştırmadan FDA ve MONSANTO [hani Bill Gates’in de hissedarı olduğu] arasında fırıldak gibi dönen kapıya dair oldukça çarpıcı bilgilere ulaşabilir.

Kitle aşılama programlarının mimarisine baktığımızda tabii buradaki altyapının da bu tarz çıkar ilişkilerinden geçilmediğini görüyoruz, zira aşı konusunda karar alıcı konumdaki kişiler aynı zamanda hem aşıların promosyonundan hem de güvenlik kontrolünden sorumlu.

Aşı endüstrisi, Amerikan Pediyatri Akademisi (American Academy of Pediatrics / AAPS)’ın sponsorluğunda gerçekleştirilen konferanslar, bilimsel çalışmalara verilen fonlar ve tıbbi eğitim derslerine milyonlar yatırıyor. Hatta akademinin merkez binasının inşasında da esirgememişler yardımlarını.

Başkan Obama’nın ABD Ulusal Güvenlik Bakanlığı için adayı, devlete şarbon aşıları ve biyo-savunma araştırmaları için daha fazla para ayrılması yönünde lobi faaliyetlerinde bulunan bir ilaç firmasının başdanışmanlığı yapmış Dr. Tara O’Toole’dur mesela.

İlaç firmalarının Amerikan devleti ve bizzat tıp üzerindeki etkisini ve gücünü gösteren daha sayısız örnek var. Amerikan halkı da yavaş yavaş bu bilgilerden haberdar oluyor ve ilaç firmalarının son yıllarda gittikçe artan eleştirilere karşı özellikle internette bu denli büyük dezenformasyon, karalama kampanyalarına yönelmeleri, ismi cismi belirsiz birtakım tetikçilerin her forum alanında boy göstermeleri, Bill Gates’in aşı karşıtı grup tespitine yarayan programlar geliştirmesi boşuna değil elbet. Kaybedecek çok şeyleri var, ancak gerçeklerin ortaya çıkmasını henüz engelleyebilmiş değiller.

Amerika’da CDC, FDA, ACIP ve diğer sağlık kuruluşlarının menfaat ilişkilerini, konuyla ilgili yürürlükteki yasaların ne dediğini daha derinlemesine incelemek isteyenler şu kaynaktan faydalanabilirler.

İNGİLTERE

British Columbia Üniversitesi (UBC), Oftalmoloji Fakültesi, Görsel Bilimler, Deneysel Tıp ve Nörobilim dalında uzman Dr. Chris Shaw ve meslektaşı Dr. Lucija Tomljenovic, İnorganik Biyokimya Dergisi‘nde yayınladıkları bir makalede, devlette çalışan uzmanların aşılarla ilgili tehlikeleri uzun zamandır bildiklerini ortaya çıkarıyor. Yaptıkları incelemelerle, İngiltere’de sağlık bakanlığının aşı komisyonları ve ilaç endüstrisi bağları olan bağımsız tıp ‘uzmanları’nın katıldığı resmi toplantı kayıtlarından yola çıkarak 30 yıllık bir skandalı ortaya çıkarmış oluyorlar.

Bilgiye Erişim Özgürlüğü Yasası kapsamında CDC’den aşıların tehlikeleri ile ilgili bildiklerini ortaya çıkarmak üzere bilgi talep edilmiş bu otizmli evlat sahibi hekim baba tarafından ve kanunen CDC’nin 20 gün içerisinde istenen bilgileri sunması gerekirken talebi yerine getirmemişler ve aradan yaklaşık 7 yıl geçtikten sonra hakim kararıyla CDC 30 Eylül 2011’de talep edilen belgeleri vermek zorunda kalmış. Burada sözü edilen çalışmada da işte bu belgelerden faydalanılmış.

Makale oldukça geniş yankı uyandırıyor dünyada. Hatta BC Üniversitesi konuyla ilgili daha fazla eleştirel düşünebilmesi ve konunun tartışılabilmesi için aşı güvenliği ile ilgili sempozyum düzenliyor. Ancak bu girişime tepki pek hoş olmuyor, üniversite profesörlerinden bir kısmı böyle bir toplantı düzenlenmiş olmasından bile rahatsız oluyor. Aşılara karşı herhangi bir muhalif sese dahi tahammüsüzlük ve çıkacak sesleri bastırma girişimi, aşıların potansiyel tehlikelerini değerlendirmeye alacak kadar dahi açık fikirli olmama ne denli tutucu ve bağnaz bir camiada bilimsel gerçeklere el yordamıyla ulaşmaya çalıştığımızı gösteriyor aslında. Makale yazarlarının araştırmalarının büyük bölümü doğrudan ilaç firmaları sponsorluğunda yürütülmüş çalışmalara dayanıyor. Artık uyanmamız ve gözümüzün önündeki birtakım bağlantıları yapabilmemiz lazım. İşte hakemli dergide yayınlanmış bu makaleden bir alıntı:

Salt “resmi” aşılama programına riayet etsinler diye ebeveynlerden kasıtlı olarak bilgi saklanması, mesleki ahlak kurallarına aykırı davranma veyahut da görevi kötüye kullanma olarak düşünülebilir. İngiltere Sağlık Bakanlığı ve Aşı ve Bağışıklama Ortak Komitesi‘nden elde edilen resmi belgeler, İngiliz sağlık yetkililerinin salt ulusal aşı programını korumak maksadıyla son 30 yıldır bu tip faaliyetlerde bulunduğunu gösteriyor(1).

Bu belgeler aşıların işe yaramadığını ve korusun diye uygulandığı hastalığa bizzat yol açtığını gösteriyor. Bunun yanısıra, devlette çalışan ‘uzman’ların bilgi gizlemeye yönelik faaliyetleri bilimsel sahtecilik kapsamına giriyor. 45 sayfadan oluşan makale 2011 yılında yayınlanıyor ve BSEM bilim konferansında sunumu yapılıyor(2). Bu belgelerde İngiltere’de uygulanan tekli kızamık aşısının yol açtığı SSPE vakalarının devlet tarafından nasıl örtbas edilmeye çalışıldığı anlatılıyor.

Burada sizlere JCVI‘nın (Aşı ve Bağışıklama Ortak Komitesi‘nin) aşıların ağır yan etkileri ve kontraendikasyonlarını gösteren son derece önemli verileri, “sürü bağışıklığı” (toplum bağışıklığı) denilen, ancak ileride açıklanacağı üzere genel yerleşik kanının aksine sağlam bilimsel delillere dayanmayan bir konsept için elzem gördükleri genel aşılanma oranlarına ulaşmak adına gerek anne-babalardan gerekse de sağlık çalışanlarından rutin şekilde gizleme çabalarını ortaya koyan belgeleri göstermek istiyorum. JCVI ve Sağlık Bakanlığı’nın teşvik ettiği bu aşılama politikası sonucu pekçok çocuk, ebeveynlerine, JCVI’nın tamamen bilgisi dahilinde olduğu anlaşılan aşıların kanıtlanmış ağır yan etkilerine dair herhangi bir bilgilendirme yapılmadan aşılanmıştır. Buradan ayrıca anlaşılıyor ki, bu bilgilerin gizlenmesi ile JCVI/SB, aşılanma konusunda bireylerin aydınlatılmış rıza hakkını yok saymıştır. Bunu yaparak, JCVI/Sağlık Bakanlığı aynı zamanda Uluslararası Tıp Etiği Kuralları’nı da çiğnemiştir. – Dr. Lucija Tomljenovic (1)

Dr. Tomljenovic sunumunda ayrıca devletin oluşturduğu bu komitede görev alan üyelerle aşı üreten ilaç firmaları arasındaki bağlantılara dair kanıtlara yer veriyor.

JCVI toplantılarının transkripteri (deşifre metinleri) ayrıca bazı komite üyelerinin ilaç firmaları ile derin ilişki içinde olduğunu ve JCVI’nın sıklıkla aşılama hız ve oranlarını arttırmak üzere üreticilerle birlikte strateji geliştirdiklerini ortaya koyuyor. Bu tip şaibeli konuların tartışıldığı toplantıların kamuoyuna duyurulmaması kaydıyla yapıldığı, toplantı tutanaklarına ancak daha sonra Bilgiye Erişim Özgürlüğü Yasası kapsamında erişilebilmesinden anlaşılıyor. Bu toplantılar ele geçirilen transkriptlerde “gizli ticaret” olarak işaretlenmiş ve metinden birtakım bilgilerin (katılımcıların isimlerinin) silinmiş olması da ortada açık ve çok rahatsızlık verici bir şeffalık sorunu olduğunu gösteriyor. – Dr. Lucija Tomljenovic (1)

Belgelerde ayrıca aşılamaya karşı güçlü kanıtlar ortaya konulduğunda bunların Aşı ve Bağışıklama Ortak Komitesi’nce tamamen göz ardı edildiğini gösteriyor. Dahası komite sürekli olarak bağımsız araştırmaları değerlendirme dışı bırakıp aşılarla ilgili endişeri önemsiz diyerek değerlendirmeye almazken, diğer yandan da aşıların faydalarını şişirdikçe şişiriyor. Ruhsatı nasıl olsa verilir diyerek güvenlik ve etkinliği soru işaretleri taşıyan bir aşının rutin çocuk aşıları programına ne şekilde yerleştireceğine dair oturup plan yapıyorlar. Tüm bunlar JCVI’nın kendi iş ahlakı tüzüğüne aykırı şekilde yapılıyor.

Alternatif medya kaynakları aşılar ve potansiyel tehlikeleri konusunda farkındalık yaratmaya devam ediyorlar. Düzenin bu sorunlu koşullarına rağmen, çok çeşitli kaynaklardan bilginin tamamına yönelik araştırma yürüten tüm biliminsanlarına teşekkür borcumuz var. Bu hekimler ve araştırmacılar sayesinde aşılarla ilgili gerçekler tüm dünyaya yayılmaya devam ediyor.

TÜRKİYE

Peki bizim ülkemizde aşılarla ilgili ‘uzman’larımız ne tür çalışmalar yapıyor, tüm gelişmiş ülkelerde bulunan aşı danışma kurulundan bizde de var mı diye de merak etmiş olabilirsiniz. Evet var, Sağlık Bakanlığı bünyesinde 28 Ekim 2005 tarihinde kurulmuş ve o günden bu yana da düzenli olarak 2 senede bir İstanbul ve Ankara’da Ulusal Aşı Sempozyumları düzenleyen bir Aşı Çalışma Grubu var Türkiye’de. En son sempozyum 25-29 Eylül 2013 tarihleri arasında Sheraton Hotel & Convention Center’da yapıldı. Bu sempozyumlarda ise sunumları ağırlıklı olarak dünya devi İlaç/aşı firmaları yapıyor?!

Peki kimler yer alıyor bu grupta, ilaç firmaları ile herhangi bir bağlantıları var mı diye merak ediyoruz? Kendi açıklamalarına göre bu grupta konusunda uzman profesörler, doktorlar ve eczacılar var. Peki ama aralarında dünya devi ilaç ve aşı firmalarının temsilcilerinin tam olarak ne işi var? İngiltere ve Amerika başta olmak üzere FDA, CDC ve Dünya Sağlık Örgütü’nde dahi ayyuka çıkmış, devlet bürokrasisi ve ilaç endüstrisi arasındaki maddi çıkar ilişkisi, tıp etiğine aykırı uygulamalarda bulunan kamu sağlığı yetkililerinin bizde de bir karşılığı var mıdır acaba? Hangi aşıların ulusal aşı takvimine alınacağına ülkemizde karar veren bu kurulun üyelerinin ilaç firmaları ile herhangi bir maddi ilişki içinde olup olmadıklarını, katıldıkları toplantılardan herhangi bir konuşma üzreti alıp almadıkları, bilimsel araştırmalarının yine bu firmalar tarafından maddi olarak desteklenip desteklenmediğini en kısa zamanda resmi olarak açıklamaları gerekir.

Türkiye aşı çalışma kurulu üyelerinin listesini buradan görebilirsiniz. Ancak tanıtımlarında vurgu yapmamış olmalarına rağmen, 18 kişilik grupta görev yapan(!) tam 6 ilaç firması temsilcisi var:

  1. Dr. Tamer PEHLİVAN – Sanofi Pasteur Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi Tıp Direktörü – Hacettepe Üniversitesi mezunu
  2. Dr. Hamza ÖZDEMİR – Merck Sharp Dohme İlaçları Ltd. Şti. Aşılardan Sorumlu Medikal Müdür – Daha önce görev yaptığı yerler Keymen İlaç ve Sağlık Bakanlığı – Hacettepe Üniversitesi mezunu
  3. Ümit Yusuf KARAGÖZ – GlaxoSmithKline, Pazarlama Müdürü
  4. Egemen Özbilgili – Pfizer İlaçları Ltd.Şti. [Burada belirtilmemiş ancak kendisi Genel Cerrahi Uzmanı; aşılarla ilgili ne tür bir katkısı oluyor acaba bu kurulda?!]
  5. Serdar Altınel – Novartis Sağlık, Gıda ve Tarım Ürünleri San. ve Tic. A.Ş. Aşılardan Sorumlu Medikal Müdür
  6. Ecz. Duygu Yılmaz – Keymen İlaç Sanayi ve Ticaret Ltd.Şti. Pazarlama Müdürü

 

 

Screenshot from 2014-01-28 09:41:03

 

 

 

Screenshot from 2014-01-28 09:21:41

 

 

 

 

 

 

 

 

Screenshot from 2014-01-28 09:24:29Screenshot from 2014-01-28 09:35:39

DSÖ’nün raporunda belirtildiği üzere, aşı firmaları için en önemli pazar alanlarından biri olarak kendini gösteren ülkelerden Türkiye’de, hangi aşıların takvime alınacağına karar veren kurulun üyeleri arasında çok uluslu şirket temsilcilerin pazarlama kollarının nasıl aktif rol oynadığı açık. Sağlık Bakanlığımız ve bu komisyonun koordinatörü Prof. Dr. Mehmet Ceyhan bu konuda nasıl bir açıklama yapmak isterler acaba?

 

 

 

 

 

 

 

Screenshot from 2014-01-28 09:41:03

“Mehtap”ın Aşılarla İmtihanı – Bölüm 2

“Mehtap”ın Aşılarla İmtihanı – Bölüm 1

“Öyküden hikayeler” adlı blogdaki “Başka bir bebek mümkün” adlı yazı başlığı altında aşılarla ilgili gelişen tartışmada karşımıza “Mehtap” karakteriyle çıkan arkadaşımızın birbiriyle çelişkili bildirimleri üzerine son cevabımı buradan paylaşıyorum. Oldukça uzun bir yazı, evet, ancak çocuğunuzun sağlığı ve hayatıyla ilgili vereceğiniz belki de en önemli karar olan aşılarla ilgili büyük resmin tamamını görmek ve internette hangi ağızlardan ne tür dezenformasyonun yayılmaya çalışıldığını anlamak istiyorsanız ayıracağınız zamana fazlasıyla değer bu bilgiler. Ancak buradaki açıklamalara geçmeden önce, ilgili linkte geçen yorumları okumanızı tavsiye ediyorum.

İşe öncelikle aşı sahnesindeki oyuncuları tanımakla başlayalım.

a) Çıkar gruplarının gizli/açık ilişkiler ağı

Türkiye’de takvime giderek daha fazla aşı eklendikçe ve buna bağlı olarak yaşanan yan etkiler kendini gösterdikçe anne-babaların çekinceleri de artıyor. Bu yeni bir olgu değil. Amerika, İngiltere başta olmak üzere aynı gerilim dünya genelinde uzun süredir yaşanıyor ve ilaç firmaları muazzam maddi kaynakları ve halkla ilişkiler kollarıyla, kendilerinin de çok iyi tespit etmiş olduğu gibi bilgiye erişimin en rahatlıkla sağlandığı internette gayet profesyonel şekilde büyük bir gözetleme, takip ve dezenformasyon çalışması yürütüyor. Bill Gates’in başını çektiği bu gözetleme, takip ve karşı tedbir uygulamalarından daha sonra bahsedeceğim.

İnternette “aşı” ile ilgili olumsuz ne yorum/yazı/grup/forum varsa orada yoğun şekilde bu ilaç firmalarının PR’ını yapan birçoğu kimliksiz (çeşitli takma isimler altında) kimileri ise kimliğini ortaya koyarak yorum yapan adanmış(!) “toplum gönüllüleri”ni işbaşında görebilirsiniz.

Amerika menşeyli bu örgütlenmenin merkez üssü kendilerini “sceptics” (şüpheciler) olarak adlandıran ve yoğun olarak ‘science-based-medicine” adlı, sözümona bilimsel konuları masaya yatırıp kendi aralarında fikir alışverşi yapmak üzere biraraya gelmiş hekim ve biliminsanlarının oluşturduğu bir gruptur. İlaç firmaları tarafında fonlanan bu oluşumun dünyanın her yerinde devşirdikleri, periyodik olarak seminerlerle eğittikleri, birtakım “logical fallacies” (mantık yanılgıları) kalıplarını karşılarındakinin her iddasını çürütmek ve konuyu esasından uzaklaştırarak ayrıntılarda boğmak üzere yetiştirdikleri ayak takımları vardır. Bunlar genel olarak ilaç firmalarının modern tıbba kazandırdığı çeşitli tedavi yöntemlerini ve özellikle son yıllarda aşı-otizm tartışmalarıyla ön plana çıkan, ilaç firmalarının can damarı aşı konusunda internette gerek açtıkları sayısız ve hemen hepsi birbirinin aynı bloglar, gerekse diğer blog ve forumlarda isimsiz ‘yorumcu’ kisvesi altında militarist dezenformasyon ve hatta karalama kampanyaları düzenlerler.

Mehtap’ın ‘önyargı’, ‘yanlılık’, ‘tarafsızlık’, ‘güvenilirlik’ konularındaki hassasiyeti sadece(!) aşıları sorgulayan kesime yönelikken, kalkıp bizzat referans olarak bu ilaç firmasının paralı askerlerini vermesi, 4 yıldır okuduğu sayısız kaynağın hangi ağızların dezenformasyonu olduğunu, 4 yıldır hangi eğitimden geçtiğini gayet açık ortaya koyuyor.

Bu tek yönlü olarak ‘ilaç ve sağlık endüstrisine yontan’ şüpheciliklerine ise bilimi kalkan etmekten geri durmuyorlar. Kendilerini ‘bilim’in savunucusu ilan ederken bloglarında bilimsel(miş) gibi gözüken iğneleliyici, istihzalı ve doğrudan kişileri hedef alan yazılara mesai harcıyorlar.

Gelelim bu ‘bilim’le ilgili büyük açığı Türkçe dilde kapatmaya çalışan gönüllü Türk skeptiklere. Yalansavar adlı oluşumun çatısı altında biraraya gelmiş bu bilim fedaileri internette aşılar, otizm, homeopati, holistik/alternatif sağlıkla ilgili Türkçe çıkmış ne yazı/haber/yorum varsa buradalar. Bu bilim gönüllülerinin ise yazıp çizdikleri ile ilgili bilgileri çokça ‘Science-based-medicine’da Gorski/Novella ve çetesinin çürütücü tezleri ve kendi konumlarını destekleyen yanlı/kusurlu bilimsel çalışmalarla sınırlı.

Twitter’da, çeşitli online bilim dergilerinde [Açık Bilim], ekşi sözlükte, çeşitli bloglarda, birtakım radyo ve podcast yayınlarıyla medyada hayli aktifler. Esasına bakılacak olursa herbiri işgüç sahibi, yoğun mesaisi olan bu insanların internette ilaç sanayiini ve büyük çıkar gruplarını savunmak adına bu denli yoğun mesai harcamaları oldukça özveri gerektirir. Ancak bizimkilerin ilaç firmalarından doğrudan para almadıklarını varsayacak olursak, vasatın üstünde bir google rating’i ve biraz da sanal şöhret adına canla başla çalışmalarını hafif tebessümle izlemek yeterli olacaktır.

GDO’nun, cep-telefonları/mikrodalga gibi elektromanyetik dalga yayan cihazların zararsızlığını bu arkadaşlarımız “biimsel” olarak kanıtlar bize. Alternatif tıp icra eden, aşının zararlarına da dikkat çeken, vitamin, doğal destek öneren hekimler neden “şarlatan”dır ve nasıl bu “sözde-bilim” akımına kapılmış tehlikeli kişilerdir yine bu arkadaşlarımızdan öğreniriz. Yeni bir akım zannettikleri doğallık, doğal ebevenylik onlara göre bir “doğallık safsatası”ndan ibarettir. Organik beslenmenin hiçbir getirisi yoktur.

Bir de safsata kılavuzları vardır; Amerikan skeptiklerinin propaganda amaçlı oluşturduğu “safsata/logical fallacies sözlüğü”nü Türkçeye kazandırmışlardır kendileri. Hiçbirinin ele aldıkları konuda bir uzmanlıkları olmamasına rağmen, sırtlarını Amerikan skeptiklerin hazır çürütmelerine dayar, krediyi de utanmadan kendileri alırlar. Çok parlak, zeki, bilime gönül vermiş, hazırcevap ve hatta kendilerini (bence patolojik bir durum olan) “geek” sıfatıyla tanımlayan, çoğu çoluk çocuk sahibi bile olmayan heyecanlı ‘genç’lerdir bunlar. Bize kimi okuyup kimi okumamamız gerektiğini, nasıl ‘düşünmemiz'(!) gerektiğini, kimin yanlı kimin yansız olduğunu, hangisine inanmamızın doğru olacağını gönüllü olarak “öğretir”, anlatırlar.

İnternette endüstrinin aleyhinde bir haber, yorum varsa ‘ekip’ olarak görebilirsiniz bu arkadaşları. Yalnız tepki aldıklarından ve saçmaladıkları defalarca yüzlerine vurulmuş olmasından mıdır yoksa pirleri David Gorski’nin mi izindedirler de saklanırlar bilinmez ama çoklukla ‘takma isimler’le, kimliklerini gizleyerek internette eğlenirken görebilirsiniz bu arkadaşları.

Bunları yorumlarından tespit etmek çok kolay:

  • Konu endüstrinin aleyhine ve çıkarlarına dokunuyorsa bizim skeptikler neden ortada böyle bir sorun olmadığını, niye gözümüzü kapatıp endüstiye biat etmemiz gerektiğini mutlaka “bilimsel kanıtlar”la anlatırlar. Karşıt fikirse sadece bir “komplo teorisi”ne indirgenir.
  • Otoriterdirler. Kesin yargılarla konuşular. Son noktayı mutlaka onlar koyar. Skeptik hocaları Novella, tartışmalarda nasıl bir dil kullanmaları gerektiğini, bloglarında yazıları hangi uzunlukta yazacaklarını, ne tür görseller kullanacaklarını anlatmıştır.
  • Yorumlarında mutlaka müridi oldukları “science-based medicine”dan fikirler görürsünüz ve hatta doğrudan sizi buraya yönlendirirler.
  • Sözde bilim”, “hurafe”, “bilim karşıtlığı”, “aşı karşıtı”, “bilimsel kanıt”, “safsata”, “confirmation bias/onaylama önyargısı” ve diğer mantık yanılgısı kalıpları bunların ‘buzzword’üdür, adeta imzasıdır.
  • Dini inanca sahip değillerdir; olanları küçümser, aşağılar ve bilim düşmanı ilan ederler. Kendileri için tek inanç sistemi vardır o da “bilim”. Bilimin onların savunmasına/korunmaya ihtiyacı vardır, hiçbiri biliminsanı olmamasına rağmen(!) birtek onlar bilimden anlar.
  • Sizi eleştirel düşünmeye davet ederler. Mutlaka neden yanlış düşündüğünüzü size mantık yanılgısı kalıplarıyla açıklarlar.
  • Sizin verdiğiniz referanslar kaynaklar HEP yanlıdır, güvenilir değildir. Bir tek ‘science-based medicine’da ya da devlet kurumlarının web sitelerinde yer verilen kaynaklar güvenilirdir ve kesin(!) doğrudur. Boşuna aksini kanıtlamaya çalışmayın, siz gözümle gördüm yaşadım deseniz bile bunu altın standartlı bilimsel çalışmalarla kanıtlamanızı beklerler. Onların hükümleri kesin, kararları bağlayıcıdır. Kendinizden bile şüphe etmeli ama onların şaşmaz ve yenilmez mantık ve bilgisine hürmet edip, inanmalı, güvenmelisinizdir.
  • Onlar düzeni temsil eder. Uzmanlar bilmeyecek de siz mi bileceksinizdir.
  • Karşıt fikrin savunulduğu bir blog yazısında topluca, bir ekip halinde yorum yaparlar. Sayıca üstünlük sağlanması onlar için önemlidir. Herbiri ayrı bir bilimsel çalışma atar ortaya, çullanma ve yıldırma operasyonuna maruz kalırsınız.

Yalansavar ekibinin toplu taarruzunu şu sayfadan inceleyerek yukarıda verilen yöntemlerin icra edilişini bizzat görebilirsiniz.

Sahnedeki oyuncular:

– Adı ekip arkadaşınca ifşa edilince gerçek ismiyle ortaya çıkmayı deneyen Bahadır;

– Daha ziyade marginis takma ismiyle görmeye alıştığımız Kerem bey;

– Kimdir nedir pek bilinmez bir Serdar bey;

– Ekip arkadaşlarının icraatlerini kumanda ederken onları yalnız bırakmama adına hep böyle tıp terminolojisine bürünmüş yorumlarıyla gördüğümüz, ya menenjitten ya kızamıktan çocuğunu kaybettiği iddiası ile internette boy gösteren ekip başı, burada “Mom of Two” (hep de iki çocuklu anne vurgusu var nedense) olarak boy göstermiş.

Peki kimdir bu skeptikler? Ne tür faaliyetleri vardır? Daha önce homeopatiyle ilgili bir yazı üzerinden gelişen tartışmada bu konuyla ilgili verdiğim bilgileri aktarmak istiyorum:


 

Bahadır [Uzun süre “Nalıncı Keseri” mahlasıyla yazmış ve yine “Marginis” mahlaslı arkadaşının ifşa etmesiyle gerçek ismi ortaya çıkmıştır],

Sana hitaben yapacağım son yorumlarımı ve aylardır sitede yapılan haberlerinizdeki eksik bırakılmış ve çarpıtılmış yönleri başka bir platformda ele alacağım, zira epey rahatsız olmuş durumdasınız “uzuuun” yorumlardan. Ele alınan konuların büyüklüğüne oldukça ters orantılı kısalıkta yazılar çıkıyor ve belli ki bilgi eksikliği de kronik.

Öncelikle Işıl’la birebir aynı ifadeleri kullanarak aynı kaynak ve çalışmaları göstermiş, pek gizemli ekip arkadaşınız Kerem’in hafiyeliğini Işıl’la karıştırmış olmamdan ötürü Işıl’a özür borcum var. Belki Kerem Bey ileride internette yapacağı yorumlarda biraz daha özgün bir dil kullanır ve mahlaslar altında başkalarının fikirlerini yaymaya çalışmazsa böyle yanlış anlaşılmalar olmaz.

Işıl’ın [ekip arkadaşları kendisine REİS diye hitap eder] İngilizce bırakılan kısımlarla ilgili eleştirisine gelince.. Tüm yazılarında verdiği kaynaklar İngilizce. Bunları okuyamayacak seviyede bir kitleye hitap ettiği inancındaysa Türkçe kaynaklar kullansın. Ya da kendi bizzat anlaşılmayacağını bildiği İngilizce kaynaklar ardına sığınmasın ve metin içinde kaynaklarını işaretlesin.

İyi bir doktor olup olmadığını Işıl’ın anlamak için icraate bakmak, baktığı ve iyileştirdiği hastalara sormak gerekir. Var mı? Tecrübe tıpta hayati önem taşır. Otorite olarak kendini ortaya koyan bir kişinin otoritesini neye dayandırdığı sorgulanmalıdır. Benden ona birkaç Türkçe link, belli ki tıptan ve Türkiye gündeminden uzak kalmış:

Prof. Dr. F. Cankat Tulunay’ın “İlaç Sanayiinin Süs Köpekleri ve Medyatik Maymunları” başlıklı yazısından: 

“Acaba sayın Bakan son TUS imtihanında kaç kişinin %50 den az not aldığını, veya % 0-20 arasında not aldığını açıklar mı? Herhangi bir meslek dalında temel bilgilerin bırakın %50 den azını %80 den azını bilenler o mesleği icra edebilirler mi? Burası Türkiye, her şey olabilir.”

“Dr. Harriet Fraad’a göre ilaç üreticileri rahatsızlıkları manipüle ederek ve bazen de hastalık üreterek kişilerin ruh sağlıklarını bozmakta ve onları ilaç kullanmaya yönlendirmekte. Bunun için doktorlara hediye, rüşvet, kendi ilaçlarının araştırılması için para vermekten çekinmemekte. Diğer taraftan bol miktarda süs köpeği yetiştirerek, rüşvetle eğitemediği (!!!) doktorları sözde toplantılarda eğitmekte ve onların beynini yıkamakta.”

“Hayalet yazarların doktorları ve sağlık otoritelerini kandırmak için yazdıkları makalelere örnekler. Umarım Türk doktorlar bunları referans olarak almamıştır!:”

http://www.felsefeforumu.com/viewtopic.php?f=130&t=3463

“Tıp bilimi en hızla değişen ve gelişen bir bilimdir. Farmakoloji gibi bazı tıbbi bilim dallarında bilimin yarı ömrü 6 aydır. Bilim yobazları bunları biliyor mu? Bilim tartışma demektir, yobaz olanlar bilim adamı olamaz.

KELLİM KELLİM LAYENFA (ANLAT ANLAT HEPSİ BOŞ), İNSAN NE KADAR AKILLI OLURSA OLSUN CAHİLLERİN YANINDA CAHİLDİR” (vurgu orijinal metindedir)”

Senin yorumlarımın anlam eksikliğine olan eleştirine gelelim.. ..

Eleştirileri anlayabilmek için konu hakkında geniş bilgiye sahip olmak, yazılanları ‘tarafsız’ bir bölgeden derinlemesine okumak, karşıt fikri illa çürütmek/arkadaşını kollamak motifiyle değil de gerçekten ne denildiğine bakarak düşünmek gerekir. Aksi takdirde bu gerçek skeptisizm değil, ‘Group Thinking’ olur, ki bu da mantık yanılgılarından biridir.

Gerçek “Skeptism” henüz ikna edici kesinlikte delil(ler) ortaya konmamış, tartışmalı ve kesin sonuca ulaşmamış olan konularda ‘kategorik ret’, inkar veya karşıt görüşün doğruluğuna işaret eden bulguları bilinçli veya biliçsiz bir şekilde görmezden gelme (cherry-picking) değil, tarafsız inançsızlık yani agnostik duruşa karşılık gelir. Verilen bilgileri salt karşıt olarak algıladığın gruptan geliyor diye okumayı bile reddetmek, doğruluğunu veya geçerliliğini bizzat kendin(!) araştırıp değerlendirmeden yanlış olacağına hükmetmek tam da bu retçi davranış şeklidir; yanlılık, önyargı göstergesidir.

Neden bu kadar tepkili olduğumu sormuşsunuz. Şöyle ki:

Yazıların tarafsız ve kaynaklarınızın güvenilir olduğu ve bizzat bunun sağlamasını yaptığınız iddasındasınız ve insanlara da aynını yapmayı öneriyorsunuz. Kaynak ve bilirkişi görüşü olarak özellikle Işıl’ın yazılarına aldığı ve sitenin bağlantıları arasında gözüken isimler hakkındaki şu bilgileri istersen incele ve sonra kararını ver; sence bu kişiler tarafsız ve güvenilir mi ve bunları kaynak olarak kulanmak ne kadar etik bir davranış?

Stephen Barret (quackwatch.com, Chirowatch.com., ratbags.com)

Skeptik hareketin kurucusu; Quackwatch, National Council Against Health Fraud (Quackbuster’ların zararlı ürünlere karşı tüketici haklarını savundukları iddasındaki kardeş kurumu), Quackbusters ve diğer skeptik site sahipleri birbiriyle bağlantılı. Yöneticileri, üyeleri, ve görüşleri ortak. Dr. Steven Novella ayrıca Quackwatch’ın tıbbi konulardaki danışmanı.

Alternatif sağlık uygulaması yapan doktor ve kuruluşlara karşı saldırıları, açtığı çoklu davalar ve bunları kaybetmiş olmasıyla tanınıyor; kendisini pekçok alanda uzman olarak tanıtan bu kişi uzun süre davalarda bilirkişilik yapıp bundan kişisel gelir elde etmiş bir kişi.

Psikiyatri dalında “Board Certified” olabilmek için gerekli sınavları geçemediğinden kariyeri boyunca sadece alt düzey yarı-zamanlı işlerde çalışabilmiş ve çalıştığı hastane kontratını feshettikten sonra başka herhangi bir hastanede iş bulamayan Barret, son 5 sene boyunca yalnızca 9 özel hasta edinebildiği için 1993′te kendini emekliye ayırmak zorunda kalmış.

Böylelikle tıptan kendini azad eden Barrett “quackbusting”e [şarlatan avı] el atmış ve Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA-Food and Drug Administration) ile koordineli olarak(!), medicopharmanın ilaç ve tedavi yöntemlerini kullanmayan “alternatif” sağlık profesyonellerinin şarlatanlıklarını ortaya çıkarmaya kendini adamış ve bu sayede beklediği ilgiyi çekmeyi başarmış.

Bu noktada, ne yenip içileceğine ve hangi ilaçların piyasaya sürüleceğine karar veren merci olan FDA’in uyguladığı sistematik baskı ve usulsüzlükleri değerlendirebilmen için şu linklere bakmanı öneririm ve ardından da lütfen FDA onaylı olarak piyasaya sürülen kaç ilaç ve aşının sonradan toplatıldığını da araştır ve bir de “codex alimentarius”a bak:

http://www.democracynow.org/2012/7/17/spying_on_scientists_how_the_fda

http://www.redorbit.com/news/science/1112656688/fda-caught-spying-on-whistleblowers/

http://www.whistleblowers.org/index.php?option=com_content&task=view&id=1231&Itemid=104

Mahkemeden mahkemeye koşan Barret’in bu devletle koordineli maskaralığı Kaliforniya’daki 39 Alternatif Tıp uygulayıcısı ve üreticisine (homeopatlar) birden açtığı davaya kadar sürüyor. “Yaptıklarının bilimsel olarak kanıtlanmamış” olması nedeniyle sahtekarlık yaptıklarını ve tüketiciyi yanılttıklarını iddia eden davaların hepsini kaybediyor.

Yayınlanan mahkeme kararındaki açıklama:

“The trial court concluded NCAHF failed to prove a false or misleading statement. King Bio’s expert testified the products were safe and effective. The products were included in the Homeopathic Pharmacopoeia and complied with FDA guidelines. NCAHF presented no evidence that King Bio’s products were not safe and effective, relying instead on a general ATTACK on HOMEOPATHY, made by witnesses [Barrett ve Sampson ] who had NO knowledge of, or experience with, King Bio’s products, and who were found to be BIASED and UNWORTHY OF CREDIBILITY.”

Bu ne demek? Resmi olarak bu kişinin Hoöeopati hakkında mahkemede söyleyeceği hiçbir şeyin yasal geçerliliği olamaz ve bu karar örnek oluşturucu bir karar olduğu için de mahkemede Barrett’in yazılarını kaynak gösteren bir avukat şikayet edildiği takdirde barodan ihraç ettirilebilir! İşte kaynak kontrolü böyle yapılır Bahadır, Novella veya Gorski’nin gösterdiği kaynakları aynen kullanarak değil.

Kaliforniya Yüksek Mahkemesi ayrıca, Barrett ve Sampson’un davayı kazanmaları halinde bundan kişisel kazanç elde edecekleri belirlendiğinden mahkeme kanallarını kişisel çıkar sağlamak amacıyla kullanmaya çalışmalarından ötürü kınıyor.

Buradan ne öğreniyoruz? Bu iki kendini “uzman” ilan etmiş doktor, arkalarına ilaç şirketlerinin müşterisi konumundaki devlet kurumu, FDA’i de alarak kendi finansal çıkarları için alternatif sağlık uygulayıcılarının itibarlarını beşpara etmeye ve yaşam kaynaklarını söndürmeye çalışıyorlar. Komplo, Türkçe’si ‘fesat’ budur işte.

Barrett ve bir diğer gözden düşmüş skeptik B. Baratz’ın Kanada’da açtıkları davaya karşı açılan ve iddianamesi yüzlerce sayfaya ulaşan dava sonucunda Barret ve Baratz davacının şu iddalarını mahkemede kabul etmek zorunda kalıyor:

“The sole purpose of the activities of Barrett & Baratz are to discredit and cause damage and harm to health care practitioners, businesses that make alternative health therapies or products available, and advocates of non-allopathic therapies and HEALTH FREEDOM.

Barrett has strategically orchestrated the filing of legal actions in improper jurisdictions for the purpose of frustrating the victims of such lawsuits and increasing his victims costs.

Barrett failed the exams he was required to pass to become a Board Certified Medical Doctor.“

Aynı anda en az 14 farklı (ve pahalı) dava açmışlığı var Barrett’in. Avukat masrafları, takibi ve süresini düşündüğünde nereden baksan herbiri en az 100.000 dolar para eder. Oregon’daki federal mahkemede Barrett’in geliri sorgulanıyor ve 2 senelik gelirinin $54,000 olduğunu beyan etmek zorunda kalıyor.

Sen olsan “şüphe”lenmez misin aynı anda bunca pahalı davayı açacak parayı nerden bulduğunu? BigPharma ve BigMedicine’inin ortaklaşa hertür rakibini yasaklamalar(!) yoluyla piyasadan silme çalışmalarında kullandığı frontman’lerden yalnızca biri Barrett.

Tıp tarihini ve özellikle Amerika’daki gelişimini, kurum ve kuruluşları, kanunları bilmeden tüm bu münferitmiş gibi gözüken olaylar arasındaki bağlantıyı kuramazsın. Ortada koskoca bir fesat varken sen her şeyi komplo teorisi der geçersin.

1976′da Amerikan Tıp Birliği (American Medical Association (AMA)), -hani şu kendi ailesi homeopatik remedy’ler kullanırken kendi yarattığı ilaç ve kanser sanayinin gelişebilmesi için bu birliği, kendisinden daha önce oluşmuş ve halk arasında büyük kabul gören homeopati birliğine karşı kuran Rockefeller’in her dönemde “alternatif” ilan ettiği sağlık uygulamalarına karşı silah olarak kullandığı birlik- Amerika’daki “chiropractic”i bitirmek için açtığı savaşı kaybediyor.

Bir federal mahkeme AMA’nın şiropraktörlere karşı gizli operasyon yürüttüğü ve bu faaliyetlerine son vermeleri gerektiği kararına varıyor.

AMA’nın toparladığı bilgi dosyaları her nasılsa Stephen Barrett’te mevcut.

Quackbusterlar/Sözde-skeptikler hemen hepsi birbiriyle bağlantılı bir dizi websitesi açma furyası başlatıp bunların da teknik ayak oyunlarıyla Google’da da hep ilk sayfaya yerleşmesini sağlıyorlar.

Bu sitelerden bazıları: NCAHF, Quackwatch, Acupuncturewatch, Allergywatch, Autismwatch, Bioethicswatch, Cancer Treatment Watch, Casewatch, Chelationwatch, Chirobase, Credentialwatch, Dentalwatch, Device Watch, Diet Scam Watch, Homeowatch, Infomercialwatch, Internet Health Pilot, Mental Health Watch, MLMwatch, Naturowatch, NCCAMwatch, Nutriwatch, Pharmwatch, ve Quackwatch.

Google’da “aşı-karşıtı” site taraması yapmışsın, yukarıdaki sitelere de tek tek bir bak istersen; hepsinin sayfa düzeni, ana sayfada kullandığı “ördek doktor” imgesi aynıdır. (sizin “mis’vak’ the rock” da pek manidardır.) Bunlarda hep başka sitelerden apartılmış metinler bulunur, bunun için çoğunlukla da devletin resmi kuruluşlarının sitelerini kullanırlar. Orijinal herhangi bir bilgiye rastlayabilirsen şanslısındır. Bu sitelerin çoğu güncellenmez ya da kırk yılda bir güncelleme olur. Başka yerlerde yayımlanmış makalelerin toparlandığı yerlerdir. Bu güncellenmeyen siteler orda, Google’da ilk sırada kalır da kalırlar, oltaya takılan adam sayısı arttıkça şöhretleri büyür. Bu siteleri okuyan insanlar da bunlardan muteber bilgi edindiklerini sanırlar..

David Gorski ve Steven NovellaRespectful Insolence, Science-Based Medicine, NeuroLogica

İlaç endüstrisi sponsorluğundaki Science Blogs yazarlarından, biri ağzı bozukluğuyla ünlü diğeri biraz daha saygın ve “bilimsel” gözüktüğü için sahneye çıkarılmış propagandistler, ahbap çavuşlar. Aşı güvenilirliğini ve sağlıkta seçim özgürlüğünü savunan insanları “Aşı-karşıtı” ilan edip savaş açmışlardır.

Gorski’yi nasıl tanımlamam gerektiğini bilmiyorum; tek kelimeyle belki “zavallı” denilebilecek, sade insanlara ve meslektaşlarına dümdüz sövüp sayıp hakaret etmekte beis görmeyen, bu sayede skeptik akımın Barrett’ten sonra tahtına oturmuş, ilaç ve sağlık endüstrisinin çıkarına ters düşecek hertür buluş, çalışma ve özellikle aşılar ve otizm konusunda aktif rol oynayan, bağlantılı skeptik çetesiyle aşılanmış ve aşılanmamış çocukların sağlık durumunun karşılaştırmasını yapmak üzere oluşturulmuş bir çalışmaya örgütlü şekilde veritabanını çarpıtıcı bilgiler girip bu şekilde sonsuz eğlenen bir “biliminsanı”dır..

Gorski, “Respectful Insolence” [Saygılı Terbiyesizlik] adlı propaganda ve dezenformasyon blogunda “Orac” mahlası adında yazmaya başlar, aşılar ve genel olarak kendi alanı olan kansere çare olabilecek tedavi yöntemleri ortaya koyan “alternatif”ler kaleme aldığı saldırgan yazılarındaki çıkar ilişkilerini ortaya koyacak bağlantılarını gizlemeye çalışır, ancak sonunda yakayı ele verir ve kimliği teşhir edilir.

Kendisi dünyanın en büyük aşı üreticisi olan Sanofi-Aventis ilaç firmasına çalışan, bir başka aşısever ve Işıl’ın çok sevdiği ve yakından tanıdığını belirttiği, makalelerini kaynak olarak gösterdiği aşı patenti sahibi, “otizm otoritesi” Paul Offit’e desteğini esirgemeyen, artık yaşı kemale ermekte ancak hala bekar [Güncelleme: 50’sine varmadan evlenmeyi başarabilmiştir], çocuksuz ve aşılar-otizm bağlantısını örtbas etmeye yarayan çalışmalarıyla milyonlarca kişinin nefretini kazanmış doktordur. Kanser ilaçları geliştirmeye çalışmakla meşguldür..

Bu insanın BigPharma bağlantılarını, Asperger’s sendromlu Jack Crosby açığa çıkarmıştır.

Novella hakkında kendin araştırma yaparsın, ancak benim bildiğim kadarıyla yeni yetme skeptik internet çetesine hangi iddiaları nasıl ve hangi savlarla, bol bol logical fallacy kalıbı da kullanmayı ihmal etmeyerek çürütmeleri gerektiğini öğreten [örn. Skeptical Inquirer’da yayınlanan 1 Kasım 2007 tarihli “Vaccines and Autism: Myths and Misconceptions” makalesi), uzmanlık alanları dışında bilimselmiş görüntüsü altında yalan yanlış yaydığı bigiler çürütülmüş başöğretmen, mentor’dur. Kendi sitesinde yalan ve yanlışlarını ortaya çıkaran bilim adamlarından gelen yorumları sansürlemeleriyle her ikisi de ünlüdür. Seminerden seminere koşar, skeptik mürit yetiştirir! Sağ kolu Gorski ile birlikte SciencebasedMedicine blogunu çıkarır.

Kendisi ile eleştirel yazıya şuradan ulaşılabilir.

Bu ikili arasındaki fark, Novella’nın skeptiklerin oyun alanı Wikipedia’da biyografisi yer alırken Gorski’den eser olmamasıdır. Gorski’nin Wikipedia’da “MastCell” mahlası altında alternatif ve tamamlayıcı tıp karşıtı dezenformasyonunu yandaş skeptikleriyle yaymaya çalışırken yine kimliği ortaya çıkarılmış ve kendini daha ziyade bloguna vermiştir.

Işıl’ın da yazılarında yine bol bol, “aşı-karşıtı” doktorların biyografik bilgilerini sık sık girip değiştiren, çarpıtan, alternatif tıp konusunda da kesinlikle karalayıcı yanlı yayınlar yapan, bu önüne gelenin editör olabileceği wikipedia ve rationalwiki kaynaklarına dayanması tesadüf müdür? Bildiğimiz kadarıyla kendisi de türkçe viki’ye aynen örnek aldığı bu skeptik babaları gibi katkıda bulunmak üzere başvurmuştur..

Dr. Paul Offit

Uzatmamak adına en son Paul Offit’le lgili kısaca söylenmemişleri yazıp kapatalım.

Enfeksiyonel hastalıklar uzmanı bir pediyatristtir. BigPharma’nın Amerika’daki en ünlü ve air-time’ı en yüksek propagandistidir. Aşılar ve otizm konusunun kapandığını, bilimin bağlantı yoktur kesin(!) sonucuna ulaştığını buyurmuştur.

MERCK ilaç şirketine danışmanlık yapar, aynı zamanda Merck’ün kendi çalıştığı hastanesindeki milyon dolarlık kürsünün başkanıdır ve Merck’ten çıkardığı Rotateq aşısının [rotavirüsü aşısı] patentini paylaşır.

CDC’ye bağlı ACIP: The Advisory Committee on Immunizations Practices (aşı takvimine hangi aşıların alınacağına karar veren devlet kuruluşu) kurulunda üyedir. Halihazırda kendisi rotavirüsü için aşı geliştirmeye çalışırken bir başka rotavirüsü aşısının aşı takvimine alınması için oy kullanmış, onayladıkları bu aşı 1 sene içinde bağırsak tıkanması ve ölüme yol açtığı için toplatılmış ve bir iki sene sonra yerine Offit’in aşısı piyasaya sürülmüştür. Işıl ise tüm bunlarda, çıkar çatışması oluşturacak bir şey olarak görmüyor ve ne var canım, dünya kadar insanın aşı patenti var diyor?! Peki bu dünya kadar insanın kaç tanesi aynı zamanda kendi aşısını onaylayacak kurumda yer alıyor??

Aşıların güvenilirliğini sorgulayan ve Offit’çe “aşı-karşıtı” ilan edilmiş kitlenin endişelerini gidermek için kaleme aldığı makalesinde, “DO VACCINES “OVERWHELM” THE IMMUNE SYSTEM?” bölümüne bakılacak), endişeye mahal yok, “bebekler “teorik”(!) olarak aynı anda 10.000 aşı olabilir” buyurmuş, ancak bilim dünyasından bu hesaplamayı destekleyecek bir başka açıklama gelmemiştir.

Işıl ise Offit’in bu talihsiz açıklamasını savunmak amacıyla: “Zira benim gördüğüm, genelde aşı karşıtı web siteleri adamcağızın(!) konuşmalarından bir cümleyi cımbızlayıp yayınlıyorlar. Genel akış içinden kopunca cümle son derece manipulatif bir hale geliyor.” şeklinde yorum yapmıştı. Buyursun bağlamında değerlendirebilmesi için araba markasına kadar bildiği ancak makalelerini okumadığı Offit’in “bilimsel” açıklamalarını görsün ve madem çok iyi bir doktor desin ki evet, bu teorik hesap her çocukta aynen çalışır.

Offit’ten son inci ise, insanların kanun yoluyla kendilerine dayatılan aşıları olmamak için kullanabilecekleri felsefi ve dini ret haklarının yasaklanması yönündeki çağrısıdır. Çünkü Amerika’da aşılanma oranlarınının artık ayyuka çıkan rezaletlerle düşüşe geçtiği görülmektedir.

Offit’in radyo programına çıkarak ezberden aynı beylik PR repliklerini anlattığı Dr. Öz’ün ‘alternatif akımların faydalı yönlerine de eğilmek gerek’ tavrını son derece yanlış bulan Offit, bir başka cephede daha “savaş”maya karar vermiş ve alternatif tıp hakkında da kitap hazırlığında olduğunu söylemiştir. Ne tesadüftür ki Dr Öz, Işıl’ın bitkisel destek ürünler konulu yazısında kötü adam olarak işaret edilmiştir.

Işıl’ın yine aşılar ve komplo teorileri yazısında “hayırsever işadamı” olarak gösterdiği, içinde bulunduğumuz onyılı “aşı onyılı” ilan etmiş, dünyada aşılanmamış çocuk bırakmayacağız düsturuyla Afrika’daki çocukları silah zoruyla aşılamaya başlamış Bill Gates’in Monsanto ve büyük petrol şirketleriyle ilişkisini bir araştır istersen, ne kadar hayırsever görelim. Babasının geçmişini de araştır, Rockefeller’ların hangi kurumunda çalışmışlığı vardır ve bu kurumun ideolojisi nedir? [Öjenist “Aile Planlaması Derneği”/Planned Parenthood]

Yazılarınızın dayandığı kaynaklarla ilgili resim bu.. Tepkim, belki de farkında olmadan bilimi savunmak adına (bilim de skeptiklerin tekelinde çünkü) kapılıp gittiğiniz bandwagon’un farklı bir ajandası olduğunun idrakindendir. Propaganda’nın tanımına bir bak lütfen ve tekniklerini incele. Sonra isim takmalar, alaya almalar, yaftalama, karalama ile tek yönlü yayın yapmanın hangi kapıya çıktığını ve KİME HİZMET ETTİĞİNİ düşün lütfen; simetrik skeptisizmi elden bırakma.

Soros’un Türkiye’de Açık Toplum Enstitüsü’nün artık bir Türk malı(!) vakıf haline getirildiğini biliyorsun sanırım. Desteklediği üniversiteler, akademisyenler, gazeteciler, sivil toplum örgütlerini ve düşünce kuruluşlarını araştır lütfen (ör. Açık Radyo, Açık Site, Bianet). Soros’un dünyanın her yerinde kitle iletişim araçlarını ve devşirebildiği genç beyinleri kullanarak ülkeleri Amerikan kapitalizminin pazarı haline getirdiğini düşün.

Açık bilim hareketindeki [Yalansavar yazarlarının birçoğu Türkçe online Açık Bilim dergisinde yazardır] gelişimi irdeleyen şu ilginç yazıyı mutlaka okumanı tavsiye ederim; buradaki farmakoloji, ilaç tekelleri ve yine Soros’un desteklediği oluşumlar konusunda belki daha sonra daha derinlemesine araştırmak isteyeceğin ipuçları yakalarsın. http://haber.sol.org.tr/bilim-teknoloji/elsevier-boykotundan-sonrasi-haberi-51739

Homeopati konusunda biraz daha “bireysel” araştırma yaparsan, yaşanan olayın tamamen kendi ilaçlarını ve tedavi yöntem ve cihazlarını tekelleştirmek isteyen ve bunun karşısındaki en büyük tehdidin de giderek genişleyen kitlesiyle homeopati olduğunu görürsün. Quizdeki sorular daha çok bu konuyu düşünmenizi sağlamak içindi.

Aşağıdaki linki incele lütfen ve Homeopatinin yaygın olarak tıp fakultelerinde okutulup uygulandığı Avrupa ülkelerindeki (Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere, İspanya) durgunlaşmadan nasıl tedirginlik duyulduğunu gör. İleriye dönük pazar arayışı ve karlılık artırımında Türkiye’ye biçilen rolü de lütfen incele. Tek başına bu kaynak bile büyük resmi görmek için yeterli aslında.

http://www.myhealthnwellness.com/index.php/more/ipbd/global-pharma-market/151-global-pharmas-market

Dünyada CAM [Complementary Alternative Medicine / Tamamlayıcı/Bütünleyici Tıp] çerçevesi altında, tüm tedavi çeşitlerinin, insanların istedikleri tedaviyi seçme hakları engellenmeden, iyi yanlarının klasik tıpla birlikte tamamlayıcı olarak kullanılması önerilirken ve doğru olanın bu olması gerekirken, “zararlı” diye yasaklayamadıkları homeopatiyi, işe yaramıyor, o zaman bu hastaları kandırmaya yönelik bir health fraud’durdan hareketle “yasak”lamaya çalışan BigMedicoPharma’nın takipçisi olduğunuz noktada insanların gönüllerini de kazanırsınız.

Bilim kimsenin tekelinde değildir ve herhangi bir çıkar grubunun bu yolda bir girişimi varsa ki var, en başta biliminsanlarının buna karşı durması gerekir. Bundan sonraki yazılarınızda zaten GDO’yu filan da savunmaya başlarsanız, post tamamen düşecek ve kurt görünecek gibi geliyor bana.

Bahsettiğin kitapları da listeye aldım, teşekkürler, ancak ben genel anlamda insanlara nasıl ve ne düşünmeleri gerektiğini öğretmeye çalışan kaynaklara da şüpheyle bakmayı tercih ederim; yine de kitap bu şekilde yazılmış olmayabilir, bakıcaz artık..

Son söz şu olsun: “the road to hell is paved with good intentions” [Cehenneme giden yolun taşları iyilik taşlarıyla döşenir.].


Aşı sahnesindeki diğer oyuncularla devam edelim şimdi de…

GAVI (The Global Alliance for Vaccines and Immunization):

Global İmmünizasyon çalışması yürüten kuruluşların biraraya gelmesiyle oluşmuştur Global Aşı ve İmmünizasyon Paktı (GAVI) adındaki bu kuruluş. Partnerleri arasında çokuluslu kuruluşlar, uluslararası kalkınma bankaları, vakıflar, ilaç sanayii, STK’lar ve hepsinden önemlisi devletlerin ulusal sağlık programları bulunur.

GAVI Yönetim Kurulu şu örgüt ve kuruluşlardan oluşur:

4 yenilebilir üyesi: DSÖ, UNICEF, Dünya Bankası ve Bill & Melinda Gates Vakfı.

11 rotasyonlu üyesi:

– Vakıf: Rockefeller Vakfı

– Gelişmekte olan ülke hükümetleri (iki adet): Bhutan ve Mali

– Gelişmiş ülke hükümetleri (3 adet): Kanada, Hollanda, Norveç

– Sivil Toplum Kuruluşu (STK): Bill Gates’in PATH kurumundaki ‘Gates Children’s Vaccines Program’ adlı çocukluk dönemi aşıları programı

– Gelişmiş ülke İlaç sanayii: Aventis Pasteur

– Gelişmekte olan ülke ilaç sanayii: Gen Mühendisliği ve Biyoteknoloji Merkezi (Centre for Genetic Engineering and Biotechnology (CIGB))

– Araştırma Enstitüsü: ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü (National Institutes of Health/NIH) ve

– Teknik Sağlık enstitüsü: Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (Centers For Disease Control/CDC)

– GAVI’de başkanlık görevini ilk yerine getiren DSÖ Genel Başkanı Dr. Gro Harlem Brundhand, ardından yerini UNICEF’in idari başkanı Carol Bellamy’ye bırakıyor.

GAVI Çalışma Grubu:

DSÖ, UNICEF, Dünya Bankası, GAVI Sekreteryası, Global Çocuk Aşıları Fonu (Global Fund for Children’s Vaccines), PATH bünyesindeki Gates Çocuk Aşıları Programı, Maryland Üniversitesi Tıp Fakültesi, USAID ve Wyeth-Ayerst Laboratuvarları.

PATH (Program for Appropriate Technology in Health)

Merkezi ABD’de Seattle’da olan ‘Sağlıkta Uygun Teknoloji’ adlı bu kar amacı gütmeyen kuruluşun sloganı “global sağlık katalistiyiz”dir.

1977’de bakınız yine “aile planlaması” odaklı çalışmalar yürütürken zamanla yelpaze genişlemiş ve sağlık teknolojileri, anne ve çocuk sağlığı, üreme sistemleri sağlığı, aşılar ve “bağışıklama” çalışmalarına geçmişlerdir.

22 ülkede(!) çalışan 1.200 personeli vardır, bütçesi yaklaşık 305 milyon dolardır ve merkezleri tıpkı Bill & Melinda Gates Vakfı gibi South Lake Union’dadır.

Menenjit ve pnömoni (zatürre) aşıları geliştirmek üzere biyoteknoloji ve ilaç firmalarıyla çalışır ve bir yandan da ülkelerin rotavirüsü [Paul Offit’in aşısı] ve Japon Ensefaliti gibi çocukluk çağı aşıları takvime alıp uygulamasına yardımcı olur.

Çeşitli vakıflardan, Amerikan devletinden, başka devletlerden, STK’lardan ve bireylerden bağış alır.

Bill Gates’in vakfından da Hindistan‘da yenidoğan ve anne sağlığı projesi geliştirmek için 24.3 milyon dolar bağış almıştır.

Yürüttüğü ‘Children’s Vaccine Program’ (Çocuk Aşıları Programı) için de 2003’te 27 milyon dolar bağış almıştır.

Amerikan MERCK ve İngiliz GSK firmalarına milyonlar kazandıracak olan HPV (genital siğil) aşısıHindistan hükümeti rutin aşı takvimine alsın diye uğraşırlarken tıp etiğine aykırı deneyler yürütmüş, kişilerin “aydınlatılmış rızaları” alınmadan bu şaibeli aşıyı yoksul köylerdeki kız çocuklarında denemiş ve bunu yaparken bir dizi kanunu da çiğnemiştir. Bu etik dışı aşı deneyleri sırasında 7 kız çocuğunun ölümü üzerine Hindistan parlamentosu Sağlık Bakanlığını soruşturma yürütmekle görevlendirmiş, ancak Sağlık Bakanlığı kurulan komisyona doğrudan çıkar çatışması olan bireyleri atamıştır. Bunlardan biri, Merck‘ün Bill Gates’le birlikte Sağlık Bakanı Ghulan Nubi Azad’ı etki altına almak üzere fonladığı bir kişidir. Hindistan parlamentosu, Bill & Melinda Gates Vakfı tarafından fonlanan bu aşı deneyinin soruşturulmasını talep etmiştir. [KAYNAK]

PATH’ın “sağlığa katalist” etkisinden diğer bir örnek de 2012‘de Afrika’da Çad‘da denediği yeni menenjit aşısı MenAfriVac‘ın yol açtığı felç vakaları.

MenAfriVac, Hindistan’ın Serum Institute of India Limited ilaç firması [hani 2013’te Türkiye’deki salgında Türkiye Sağlık Bakanlığı’nın son kullanım tarihi geçmek üzere olan tekli kızamık aşılarını sağladığı firma] tarafından üretilmiş ve ‘soğuk zincir’ önlemlerine (soğutucu ve buz paketleri ile transportasyon ve saklama) olmadan 4 güne kadar taşınabildiği gerekçesiyle onay almış bu aşı, Menenjit Aşı Projesi kapsamında yaklaşık 500 çocuğa vurulmuş, ancak bunlardan 7 ve 18 yaşları arasındaki 40‘ı paralizi geçirmiş yani felç olmuş, aynı zamanda halüsinasyonlar ve konvülsiyonlar (nöbet) geçirmiştir.

571 milyon dolar bütçeli bu ‘Menenjit Aşı Projesi’nin websitesinde aşının 40 derece sıcaklığa kadar ‘kontrollü ısı zinciri’ ile 4 güne kadar saklanabileceği, bunun özellikle Afrika’da soğuk zincire harcanan paralardan tasarruf sağlayacağı belirtilmiş.

Afrika’nın sıcağında bu son teknoloji harikası aşının nasıl işe yarayacağı bizzat DSÖ ve Bill & Melinda Gates Vakfı tarafından da dile getirilmiş, övülmüştür.

Oysa, üretici firmanın ürün bilgisinde açıkça aşının 2-8 derece arasında saklanması ve ışıkla temasından kaçınılması gerektiği yazıyor.

Ülkenin cumhurbaşkanı Idris Deby Itno, kampanya öncesinde vatandaşlarına bu aşının zararsız olduğuna, güvenli şekilde muhafaza edildiğine ve olanları 10 yıla kadar menenjitten koruyacağına dair teminat veriyor.

Projenin ortakları GAVI Paktı, PATH, DSÖ, UNICEF ve Bill & Melinda Gates Vakfı.

Ancak yaşanan skandaldan sonra bu kuruluşların hiçbirinden bir açıklama gelmediği gibi medyada da bu haber hiçbir şekilde yer bulmuyor nedense. Hatta devletin hiçbir resmi sitesinde de bu olayla ilgili hiçbir bildirim yok! Aşı programı askıya dahi alınmamış!

Aşıya tam 571 milyon dolar harcarken acaba bu kuruluşlardan hiçbiri Afrika’da temiz su erişimi, gıdaya erişim gibi alanlara yatırım yapılsaydı daha fazla insanın hayatta kalması sağlanabilirdi diye düşünmüş müdür?!

Gelelim Türkiye’ye… Özellikle Türkiye’de 2013 yılı sonu itibariyle menenjit aşılaması büyük bir korku propagandası eşliğinde çocuklarımıza önerilmeye başlandı biliyoruz ki. Sağlık Bakanlığımıza bağlı ‘Aşı Danışma Kurulu’muzun bunu da rutin aşı takvimine ekleme çalışmaları ve Türkiye’de kulanılan aşının Guillaln-Barre sendromu, yani felçle ilişkisi için şuradaki inceleme yazıma bakabilirsiniz.

BILL GATES ve POLIO AŞILAMASI

Gezegenin en hayırsever(!) işadamı ve dünyanın en zengin özel vakfının [Bill &Melinda Gates Vakfı] sahibi Bill Gates, Hindistan’da polio’nun eradike edilmesi için açılan kampanyaya tam 1.9 MİLYAR dolar bağışlamıştı ve bu uluslararası koordinasyonla yönettikleri programla polio’yu eradike edemediler, ancak pekçok çocuğu eradike etmeyi başardılar!

1988 yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Uluslararası Rotaryenler Derneği, UNICEF ve Amerikan CDC kurumu tarafından kurulan Global Polio Eradikasyon İnsiyatifi adlı kurum, yürüttükleri kampanya ile 2010’da Hindistan’da sadece 42 doğal polio virüsü ile enfeksyion vakası görüldüğünü duyurdu.

Bu başarıya imza atan aşımız OPA, yani ağzıdan damla olarak verilen Oral Polio aşısı.

Önce polio’nun özelliklerini biraz tanımakta fayda var.

Polio, kontamine dışkı (kaka) ile temasla (örneğin enfekte olmuş bir bebeğin altını değiştirirken) veya havadaki zerreciklerle, yiyecek veya suyla yayılan bulaşıcı, viral bir hastalık. Virüs vücuda burun ve ağız yoluyla giriyor, buradan barsaklara geçerek inkübe ediyor.

Sonrasında, barsaklardan kana geçiyor ve anti-polio antikorları oluşuyor. Çoğu durumda bu noktada virüsün ilerlemesi duruyor ve birey polio’ya kalıcı bağışıklık kazanmış oluyor. KAYNAK: Okonek BM, et al. Development of polio vaccines. Access Excellence Classic Collection, February 16, 2001:1. www.accessexcellence.org/AE/AEC

/CC/polio.html#

Birçoğumuz yanlış şekilde polio kapan herkes felç olur veya ölür diye düşünürüz. Bunda elbette devletlerin sağlık birimlerinin bizlere aşılanabilir herhangi bir hastalıkta korkutma amacıyla ÖNCElikle en kötü senaryoyu sunmasının büyük katkı payı var. Ancak, polio enfeksiyonlarının çoğunda ancak birkaç belirgin semptom ortaya çıkıyor.

KAYNAK: Volk WA, et al. Basic Microbiology, 4th edition. Philadelphia, PA: J.B. Lippincott Co., 1980:455.

Hatta esasına bakılacak olursa, doğal polio virüsüne maruz kalan kişilerin %95’i salgın durumunda bile hiçbir belirti göstermiyor!

KAYNAK: Physician’s Desk Reference (PDR); 55th edition. Montvale, NJ: Medical Economics, 2001:778.

ve Burnet, M., et al. The Natural History of Infectious Disease New York, NY: Cambridge University Press, 1972:16.

Enfekte kişilerin sadece %5‘inde hafif belirtiler, yani boğaz ağrısı, boyun tutukluğu, başağrısı ve ateş gibi belirtiler görülüyor ki bu da çoğu kez basit bir soğuk algınlığı veya grip teşhisi alabiliyor.

KAYNAK: a) Physician’s Desk Reference (PDR); 55th edition. Montvale, NJ: Medical Economics, 2001:778.

b) Neustaedter R. The Vaccine Guide. Berkeley, California: North Atlantic Books, 1996:107–8

Kas paralizisinin hastalığa yakalanmış her 1.000 kişide 1 gibi bir oranda seyrettiği tahmin ediliyor

KAYNAK: Physician’s Desk Reference (PDR); 55th edition. Montvale, NJ: Medical Economics, 2001:778. ve Baby Center. The Polio Vaccine (0-12 months). www.babycenter.

com/refcap/155.html?CP_bid=

Bu durum bazı araştırmacı bilimadamlarına ‘paralitik polio’ [felç] geliştiren bu az sayıda insanda hastalığa anatomik yatkınlık olabileceğini, nüfusun geri kalan ezici çoğunluğunun ise polio virüsüne doğal olarak bağışık olabileceğini düşündürtmüş.

KAYNAK: Moskowitz R. Immunizations: The Other Side.Mothering Spring 1984:36.

Paralitik polio nadiren kalıcı üstelik, çoğu kez felçten tam iyileşme sağlanıyor

KAYNAK: Harry NM. The recovery period in anterior poliomyelitis. British Medical Journal 1938; 1:164–7. ve Ramlow, J., et al. Epidemiology of the post-polio syndrome. American Journal of Epidemiology 1992;136:783.

Birkaç gün içinde kas gücü yerine gelmeye başlıyor ve sonraki 12-24 ay içinde iyileşme devam ediyor. [bkz bir öncekii kaynaklar]

Vakaların çok düşük bir yüzdesinde paralizi kalıntısı görülüyor.

Çok nadir olarak da solunum kaslarında paralizi nedeniyle ölüm gerçekleşiyor. [bkz. Yukarıdaki kaynak]

Tedavi için hastanın yatakta istırahati sağlanıyor ve tutulan uzvun tamamen rahatlaması sağlanıyor. Şayet kişi nefes almakta zorlanıyorsa bir solunum cihazı veya eskilerin ‘demir ciğeri’ kullanılıyor. Gerekirse fizik tedavi uygulanıyor.

Bu arada, polio mevzubahis olduğunda mutlaka yanına iliştiriliverilen demir ciğerlerdeki çocuk fotoğraflarına baktığımızda sanki o dönem herkes felç geçirmiş de demir ciğere sokulmuş sanırız. Hayır, bu resimlerde gösterilen yerler Amerika’daki “referral center”lar, yani ülkenin dört bir yanından solunumda sıkıntısı olanların yönlendirildiği az sayıdaki sağlık merkezinin fotoğrafı bunlar. O dönemde de yollarda polio’dan düşüp ölen çocuklar filan yok yani. Bu da propaganda tekniklerinin en işe yarayanlarından biridir ve yetkililer de bunun gayet iyi farkında.

Polio ile tarihi ve tıbbi gerçekleri öğrenmek istiyorsanız, Dr. Suzanne Humphries’in sunumuyla şu linkteki videoyu Türkçe altyazılı olarak izleyebilirsiniz. O dönem polio olarak adlandırılan “hastalıklar”ın nedenlerini, daha sonra hangi ayak oyunlarıyla polio’nun eradike edilmiş gibi gösterildiğini ve bugün hala yaşanan felç vakalarına neden artık “polio” denmediğini öğrenebilirsiniz. Videonun özeti denilebilecek yazıya da şuradan ulaşabilirsiniz.

Tabii, “Mehtap” ve internetteki diğer “Mehtaplar”ın bizlere hep saygın, güvenilir kuruluş olarak gösterdiği, bol bol kaynaklar sunduğu, Türkiye’de hekimlere seminerlerde dayatılan propagandanın da kaynağı CDC’nin polio aşılamasıyla ilgili de sicili hiç parlak değil.

Örneğin, bizzat kendi websitesinde yaptıkları polio aşılamasıyla yaklaşık 98 milyon Amerikalıya kanserle ilişkilendilmiş maymun virüsü SV40’yi bulaştırdıklarını tam 50 yıl sonra(!) itiraf ettikleri şu sayfaya bakalım:

Kanser, Simian Virus 40 (SV40) [40 no.lu Maymun Virüsü] Bilgilendirme Sayfası

– SV40, bazı maymun türlerinde bulunan bir virüstür.

– SV40, 1960’da keşfedilmiştir. Kısa süre sonra bu virüs polio aşılarında bulunmuştur.

– Bir bölümü SV40 ile kontamine haldeki polio aşısı 1955’ten 1963’e kadar 98 milyondan fazla Amerikalı bir veya daha fazla(!) dozda polio aşısı olmuştur; 10 ila 30 milyon Amerikalının SV40 ile kontamine aşıdan olmuş olabileceği tahmin edilmektedir.

– SV40 virüsü insanlardaki bazı kanser türlerinde tespit edilmiştir, ancak bu kanserlere SV40’nin yol açıp açmadığı tam bilinmemektedir.

– Mevcut bilimsel kanıtlar ağırlıklı olarak SV40 ile kontamine aşının kansere yol açmadığını gösterecek yöndedir; ancak, bunun aksini gösteren bazı araştırmalar da olduğundan bu konuda daha fazla bilimsel çalışmaya ihtiyaç vardır.

– Bugün kullanımda olan polio aşılarında SV40 yoktur. Eldeki mevcut tüm kanıtlar polio aşılarında 1963’ten beri SV40 bulunmadığını göstermektedir.

Wikipedia da tabii CDC’den alıntı yapıyor polio aşıları sayfasında, “Kontaminasyona dair kaygılar” başlığı altında. Bakalım ne diyor?

“1955-1963 arasında kullanımda olan iğne şeklindeki polio aşısının (IPV) stoklarında SV40 olduğu tespit edilmiştir. [53] OPV aşısında yoktur. [53] Bir bölümü SV40 ile kontamine haldeki polio aşısı 1955’ten 1963’e kadar 98 milyondan fazla Amerikalı bir veya daha fazla dozda polio aşısı olmuştur; 10 ila 30 milyon Amerikalının SV40 ile kontamine aşıdan olmuş olabileceği tahmin edilmektedir. [53] Daha sonra yapılan analizler, 1980’lerin sonuna kadar eski Sovyetler Birliği ülkelerinde üretilen ve SSCB, Çin, Japonya ve bazı Afrika ülkelerinde kullanılan aşıların kontamine olabileceğini göstermektedir ki bu da yüzlerce milyon kişinin daha SV40 virüsü almış olabileceğini gösterir. [58]”

Bu noktada, aşı tarihinin gelmiş geçmiş en ünlü ve nüfuz sahibi bilimadamlarından, Merck firması için kızamık, kabakulak ve kızamıkçık aşılarının geliştirilmesinde rol almış Dr. Maurice Hilleman‘ın verdiği görüntülü bir röportajda başta polio aşısı olmak üzere diğer pekçok aşıda (örn. Sarı Humma aşısındaki lösemi virüsü gibi) ve dönemin polio aşılarında SV40, AIDS ve kanser virüslerinin cirit attığını itirafını izleyin.

Dr Hilleman bu açıklamaları yaparken meslektaşları kahkahaya boğuluyor, belli ki aşılardaki bu ölümcül kontaminasyonu fazlasıyla komik buluyorlar. Polio aşısındaki SV40 virüsünü (ve tabii 40. numaraya geliceye kadar diğer 39 ayrı virüsü) kendi aralarında tartışırken Hilleman’ın meslektaşları, o dönem Sabin‘in bu aşısının [SV40 virüsü ile kontamine olduğu bilinmesine rağmen!!] saha çalışması deneyleri Rusya’da yapılmakta olduğundan, “tümörle dolu” Rus atletlere karşı Amerika’nın Olimpiyatları kazanma şansının artmış olacağını(!) söyleyip eğleniyorlar! Bu aşıların kansere yol açacağını biliyorlar! SV40 ile enfekte ettikleri deney farelerinden 2-3 hafta içinde tümör fışkırıyor.

Bu bildirimler öyle komplo teorisi filan değil, bizzat Merck’ün en yetkin aşı bilimadamlarından birinin sözleri. Bu söyleşinin yapıldığı dönemde öyle internet filan yok, bu videonun dolaşıma gireceğini belli ki aklına bile getirmemiş Hilleman. Bunun bilim camiası içinde bir sır olarak kalacağını düşünüyordu herhalde. Bu olayın basına niye yansımadığı kendisine sorulduğunda ise verdiği cevap, Mehtap’ın verem aşısıyla ilgili tutumunu düşünecek olursak oldukça düşündürücü. Hilleman, buna “Eh, herhalde gidip bunu anons edecek haliniz yok, bu bilim camiası içinde kalması gereken bilimsel bir mevzu”(!) yanıtını veriyor.

Buradan aşılar üzerinde çalışan bilimadamlarının bu denli önemli bir sorunda bile meslektaşları bilimadamlarını (bu durumda, Sabin) nasıl koruduğunu görebiliyoruz. Tüm kirli sırlar kendi sessizlik çemberlerinin dışına çıkmıyor, aşılarındaki kontaminasyonla ilgili gerçeği halka(!) açıklama gereği duymuyorlar.

Mehtap da verem aşısının son derece nadir görülen bir komplikasyonu için yapıldığını öne sürdüğü Türkiye’deki verem aşılaması için “Ancak kabul etmek gerekir ki, “bu asi veremden korumaz” dendiginde o anneyi nasil ikna edeceksiniz.” diyerek hekimlerin kasıtlı olarak aşının fayda ve risklerini çarpıttığını, açıkça yalan söylediğini ve bunun da mazur görülmesi gerektiğini lafın arasına katıveriyor. Hiçbir tıbbi müdahalenin yapılma amacını, yarar ve zararlarını hekimlerin çarpıtma, danışanına eksik ya da abartılı şekilde açıklama ve özellikle de korkutma amacıyla yalan söyleme hakkı yoktur. Tıp etiğinde buna yer hiçbir şekilde yoktur ve hatta bu bir suçtur! Blogda aşılarla ilgili yazmaya başlarken en ön sırada “Aydınlatılmış rıza” konseptine ve hakkına yer vermişltim. Belli ki sistemdeki bu sorunun ehemmiyeti konusunda yanılmamışım. Lütfen herkes hasta/danışan olarak haklarının ne olduğunu araştırıp öğrensin, kendilerini aldatmaya çalışan hekim veya sağlık personelini doğrudan şikayet etsin.

Biz yine CDC’nin polio aşılarındaki SV40 kontaminasyonu ile ilgili bildirimlerine dönelim.

Kamuoyuna sürekli “güvenli” ve “etkili” olduğu söylemiyle dayattıkları ve her geçen gün sayısını arttırdıkları aşıların bizzat hastalığa, hatta ve hatta kanser gibi feci bir hastalığa yol açtığının kabulü CDC’nin yaratmaya çalıştığı kurşun geçirmez aşı güvenliği mitine bir de aşı ret hakkını tümden yasaklamak için kampanya yürüttükleri bir zamanda büyük bir halkla ilişkiler darbesi indiriyor.

Peki ama acaba bu SV40 ve polio aşılarıyla sınırlı kalmış talihsiz ve münferit bir olay mıdır yoksa adına da “adventitious viruses” [dışarıdan tesadüfen karışmış olan virüsler] dedikleri, aralarında farelerdeki meme tümörü virüsü gibi “içkökenli retrovirüsler” ve daha bulunmamış nice virüsün olduğu geniş skalada kirletici bugün dahi aşı üretimi için kullanılan ‘seed stock’ (tohum virüs stoğu) ve ‘hücre substrat’larını kirletmeye devam etmekte midir, asıl soru bu. Düşünecek olursak, Hilleman’ın da videoda söylediği gibi SV40 sonuç itibariyle aşılarda buldukları 40. virüsün adı ve bu daha 50 sene önceki vaka. Vaksinolog ve virologlar kimbilir daha hangi gün ışığına çıkmamış hastalık vektörleri buldular aşılarda ve bizim haberimiz bile olmadı!

Üstelik, CDC’nin sitesinde verdiği bilgiler oldukça yanıltıcı. Örneğin CDC diyor ki:

“SV40 virüsü insanlardaki bazı kanser türlerinde tespit edilmiştir, ancak bu kanserlere SV40’nin yol açıp açmadığı tam bilinmemektedir.”

Oysa SV-40’nin karsinojenite mekanizması gayet iyi bilinmekte tıp dünyasında. Bu virüs, insanlardaki tümör baskılayıcı p53 proteininin, ki bu protein insan genomunda instabiliteyi ve kanser oluşumunu önlemedeki kritik rolü dolayısıyla “genom muhafızı” olarak tanımlanan bir gen ürünüdür, transkripsiyonel özelliğini düşürüyor. [KAYNAK: Read, A. P.; Strachan, T.. Human molecular genetics 2. New York: Wiley; 1999.ISBN 0-471-33061-2. Chapter 18: Cancer Genetics.]

p53 devre dışı kaldığında, programlı hücre ölümü (apoptosis) ve hücre siklusu aresti işlev göremez hale geliyor ve bu da kontrol dışı (ölümsüzleştirilmiş) hücre çoğalışına ve tümör oluşumuna neden oluyor. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler SV40’nin tümör oluşturma özelliğini teyit etmiş durumda [KAYNAK: M Carbone, R Stach, I Di Resta, H I Pass, P Rizzo. Simian virus 40 oncogenesis in hamsters.Dev Biol Stand. 1998 ;94:273-9. PMID: 9776247], ki bu da çeşitli insan tümörlerindeki SV40 mevcudiyetinin kanserle tesadüfi bir korelasyondan ziyade nedensel ilişkisini destekler yöndedir.

KAYNAKLAR:

Regis A Vilchez, Claudia A Kozinetz, Amy S Arrington, Charles R Madden, Janet S Butel. Simian virus 40 in human cancers. Am J Med. 2003 Jun 1 ;114(8):675-84. PMID: 12798456

Narayan Shivapurkar, Takao Takahashi, Jyotsna Reddy, Yingye Zheng, Victor Stastny, Robert Collins, Shinichi Toyooka, Makato Suzuki, Gunjan Parikh, Sheryl Asplund, Steven H Kroft, Charles Timmons, Robert W McKenna, Ziding Feng, Adi F Gazdar. Presence of simian virus 40 DNA sequences in human lymphoid and hematopoietic malignancies and their relationship to aberrant promoter methylation of multiple genes. Cancer Res. 2004 Jun 1;64(11):3757-60. PMID: 15172980

Fernanda Martini, Alfredo Corallini, Veronica Balatti, Silvia Sabbioni, Cecilia Pancaldi, Mauro Tognon. Simian virus 40 in humans. Infect Agent Cancer. 2007 ;2:13. Epub 2007 Jul 9. PMID:17620119

Regis A Vilchez, Claudia A Kozinetz, Amy S Arrington, Charles R Madden, Janet S Butel. Simian virus 40 in human cancers. Am J Med. 2003 Jun 1 ;114(8):675-84. PMID: 12798456

P Rizzo, I Di Resta, R Stach, L Mutti, P Picci, W M Kast, H I Pass, M Carbone. Evidence for and implications of SV40-like sequences in human mesotheliomas and osteosarcomas. Dev Biol Stand. 1998 ;94:33-40. PMID: 9776223

D S Schrump, I Waheed. Strategies to circumvent SV40 oncoprotein expression in malignant pleural mesotheliomas.Semin Cancer Biol. 2001 Feb;11(1):73-80. PMID:11243901

Khaled Amara, Mounir Trimeche, Sonia Ziadi, Adnene Laatiri, Mohamed Hachana, Badreddine Sriha, Moncef Mokni, Sadok Korbi. Presence of simian virus 40 DNA sequences in diffuse large B-cell lymphomas in Tunisia correlates with aberrant promoter hypermethylation of multiple tumor suppressor genes. Int J

S G Fisher, L Weber, M Carbone. Cancer risk associated with simian virus 40 contaminated polio vaccine. Anticancer Res. 1999 May-Jun;19(3B):2173-80. PMID: 10472327

Kristin K Deeb, Aleksandra M Michalowska, Cheol-Yong Yoon, Scott M Krummey, Mark J Hoenerhoff, Claudine Kavanaugh, Ming-Chung Li, Francesco J Demayo, Ilona Linnoila, Chu-Xia Deng, Eva Y-H P Lee, Daniel Medina, Joanna H Shih, Jeffrey E Green.Identification of an integrated SV40 T/t-antigen cancer signature in aggressive human breast, prostate, and lung carcinomas with poor prognosis. Cancer Res. 2007 Sep 1;67(17):8065-80. PMID:17804718

Giuseppe Barbanti-Brodano, Silvia Sabbioni, Fernanda Martini, Massimo Negrini, Alfredo Corallini, Mauro Tognon. Simian virus 40 infection in humans and association with human diseases: results and hypotheses. Virology. 2004 Jan 5;318(1):1-9. PMID:15015494

CDC’nin ayrıca SV40 virüsünün kansere sebebiyet verdiğinin henüz kanıtlanmamış olmadığını söylemesi de yanıltıcı, zira hangi kanser türü olursa olsun bunun tek bir sebepten kaynaklandığı zaten söylenemez. SV40’nin birtakım tümörlerin patojenezinde eşetkenlerden biri olduğu gayet iyi biliniyor [Fang Qi, Michele Carbone, Haining Yang, Giovanni Gaudino. Simian virus 40 transformation, malignant mesothelioma and brain tumors. Expert Rev Respir Med. 2011 Oct ;5(5):683-97. PMID: 21955238 ve Lynn M Crosby, Tanya M Moore, Michael George, Lawrence W Yoon, Marilyn J Easton, Hong Ni, Kevin T Morgan, Anthony B DeAngelo. Transformation of SV40-immortalized human uroepithelial cells by 3-methylcholanthrene increases IFN- and Large T Antigen-induced transcripts. Cancer Cell Int. 2010;10:4. Epub 2010 Feb 23. PMID: 20178601]. O yüzden de baştan savmacı bir şekilde hiçbir alakasının olmadığı izleniminin verilmesi veya etkisinin minimize edilmeye çalışılması yanlış.

CDC: “Eldeki mevcut tüm kanıtlar polio aşılarında 1963’ten beri SV40 bulunmadığını göstermektedir.”

Acaba öyle mi? 2005’te, Cancer Research (Kanser Araştırmaları) dergisinde şu başlıkla bir makale yayımlandı: “Bazı oral polio aşıları 1961’den sonra enfeksiyöz SV-40 ile kontamine olmuştur.”  Bu çalışmanın yapılmasındaki amaç ise insanlarda görülen çok sayıda tümörde SV40’ye rastlanmış olması ve DSÖ‘nün 2000 yılında, 1961’den sonra üretilmiş polio aşılarının test edilmesi yönünde tavsiye kararı yayımlamış olmasıdır. Yapılan testlerde, doğu Avrupa’dan büyük bir üreticinin (EEVM) 1960’ların başından aşağı yukarı 1978‘e kadar ürettiği ve dünya çapında kullanılmış olan aşılarında SV40 virüsü bulunmuş. 3 ayrı teknikle yaptıkları testlerde EEVM’de 2 ayrı enfeksiyöz SV40 suşu bulmuşlar.

Araştırmacıların bu bulguyla ilgili yorumu şöyle:

“Test ettiğimiz EEVM numuneleri 1966 ve 1969 yıllarında üretilmiş olduğundan en azından o döneme kadar bazı polio aşılarının SV40 ile kontamine olduğunu göstermiş bulunuyoruz. Test edilen EEVN aşı numuneleri (Tablo 1), 1978’e kadar kullanımda kalan aynı ‘tohum virüs’ten üretilmiş aşılar olup belli ki SV40’den temizlemek için başka herhangi bir saflaştırma işlemi (pürifikasyon) yapılmadığı görülmektedir. Dolayısıyla, 1978’de yeni bir ‘tohum virüs’e geçilinceye kadar üretilmiş EEVM aşılarının SV40 barındırdığı düşünülebilir. Sözkonusu tohum virüsü veya bundan üretilmiş aşılarla ilgili bilgi mevcut değildir. Bu yüzden, elde ettiğimiz verilerden yola çıkarak EEVM aşılarının tam olarak ne zaman SV40’den arındırılmış olduğunu tespit edebilmiş değiliz, ancak bunun DSÖ’nün sağladığı ve testlerimizde temiz çıkan tohum virüsü stoğunun kullanılmaya başlandığı 1980’li yıllara tekabül ettiğini söylemek mümkün.”

Bu noktada, bugün hala Türkiye’de kullanımda olan oral polio aşılarının (OPA) Amerika’da gayet iyi bilinen tehlikelerinden dolayı kullanımdan kaldırıldığını ve yerine iğne şeklindeki inaltive edilmiş (öldürülmüş) aşılara (IPV) geçildiğini belirtelim.

1961’den beri görülen polio salgınlarının neredeyse tümü oral polio aşısından kaynaklanmıştır.” – IPV aşısının mucidi Jonas Salk‘un Amerikan senatosu altkomitesine verdiği ifadede geçen itiraftır.

Amerika gibi gelişmiş ülkelerde 1973’ten beri doğal polio virüsünden ziyade bizzat aşı (OPA) yüzünden gelişen polio vakaları nedeniyle paralizi (aşıya bağlı polio paralizisi/vaccine-associated polio paralysis/VAPP) ortaya çıktığı tıp literatürüne geçmiş durumda. Hatta bu yüzden, CDC’ye bağlı Amerikan ‘Bağışıklama Uygulamaları Danışma Kurulu’ (ACIP), 2000 yılında OPA’yı tamamen kullanımdan kaldırıp IPV aşısına geçiyor. Daha sonra 2004’te de CDC çıkıp bakın ne güzel, yaptığımız bu aşı değişikliğiyle artık aşıdan kaynaklanan polio vakası görmüyoruz, bu Amerika’da halk sağlığı adına büyük bir başarıdır(!) açıklaması yapıyor, kendi kendini tebrik ediyor! Hakikaten devletin 1990’dan 2003’e kadar olan verilerine bakılınca, Amerika’da en son görülen aşıya bağlı polio vakasının 1999’da olduğu görülüyor.

Peki ama, 30 yıl boyunca bu zayıflatılmış canlı virüs aşısının, bizzat aşıyı olmuş kişilerde ve etraflarındaki temaslı kişilerde SHEDDING dediğimiz, dışarıya canlı organizma yayma yoluyla polio’ya yol açtığı bilinmesine rağmen(!) devlet neden ısrarla bu aşıyı önermiş?

Cevap: Temas bağışıklığı! (Contact Immunity)

Canlı ve zayıflatılmış virüs aşılarını olan kişilerin dışkıları veya vücut sıvılarıyla temas eden aşılanmamış kişilerin bu yolla “bağışıklanması” sağlanıyor.

Ve devlet, 30 sene boyunca halka ‘çocuğunuzun olduğu aşıdan polio kapabilir ve bazı durumlarda felç olabilirsiniz” bilgilendirmesini yapmadan(!), kendi aklınca bebekler vasıtasıyla toplumdaki yetişkin popülasyonu da pasif olarak bağışıklıyor!

Ucuz ve uygulanması kolay olmasının yanında OPA’nın en büyük tercih sebebi işte bu! ‘Aydınlatılmış rıza’ hakkını çöpe atabilirsiniz, sizin bilginiz dahi olmadan devlet sizi bağışıklıyor! OPA ile aşılanmış bebeğinin altını değiştirirken polio kapıp felç geçiren yetişkinlere defalarca tazminat ödediklerini Amerika’nın bizim gibi ülkelerde yaşayan halk biliyor mu? HAYIR.

“Mehtap”ın CDC’den verdiği linke bakalım:

Bir doz OPA almış çocukların dışkısından 6 haftaya kadar aşıdaki canlı polio virüsü yayılabiliyor [SHEDDING]. Maksimum ‘shedding’, aşılamadan sonraki 1-2 hafta içinde görülüyor, özellkle de de ilk dozdan sonra oluşuyor bu. Aşıyı olan bireylerden, bunlarla temas halindeki kişilere aşı virüsü geçebiliyor. Aşılı kişinin kakasıyla temas eden bireyler aşı virüsü ile enfekte olabiliyor.“

Bu aşıları olmuş kişilerle temas eden kişilerin %25‘inin(!) bu yolla “bağışıklandığını” belirtiyor meşhur Paul Offit (for profit). [KAYNAK: Offit, Paul A. (June 2010). “Polio Vaccine”. The Children’s Hospital of Philadelphia. Retrieved 18 August 2010.] Ancak pasif yolla kazanılmış bu bağışıklığın, sürü bağışıklaması ile korumaya çalıştıklarını iddia ettikleri vücut mukavemeti düşük, bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde çok ağır, hatta ölümcül sonuçlara yol açabileceğini halka söyleme gereği duymuyorlar!

ACIP’in 2000’de terk ettiği bu tehlikeli aşı (OPA), bugün 3. dünya ülkeleri ile birlikte Türkiye’de de kullanılıyor.

“Mehtap” da anlamakta zorluk çekmiş neden Türkiye’de OPA kullanıldığını, muhtemelen “bir test aşamasıdır” buyurmuş. Oysa engin aşı bilgisiyle bunun nedenini çözümleyebilmesini beklerdik. Haklı olduğu bir nokta var, o da hakikaten Türkiye’deki insanlar üzerinde bu aşıyla gizli ve hukuksuz bir “temas bağışıklığı deneyi” yapıldığı. Sağlık Bakanlığı’nın OPA aşılamasının bu yönü ile ilgili kamuoyuna hiçbir açıklaması olduğunu zannetmiyorum. Bilen, duyan varsa lütfen göstersin! O zamana kadar, devlet halkı üzerinde yürüttüğü bu uzun süreden beri devam eden deneyde insanları kobay faresi yerine koymaya devam edecek!

Bugün Türkiye’de çocuklar 2 yaşın altında DaBT-IPA-Hib 5’li karma aşı ile tam 4 doz Inaktive polio aşısı, bunun üzerine 6. 18. aylarda 2 doz da OPV aşısı oluyorlar! [KAYNAK: http://www.asidunyasi.com/bagisiklama/saglik-bakanligi.aspx]

E peki 2013’ün sonunda, Suriye’deki küçük çaplı polio salgınını bahane edip Sağlık Bakanlığı Türkiye genelinde 5 yaş altı çocuklara 2 doz daha OPA uygulama kararı almadı mı?! [KAYNAK: http://www.medimagazin.com.tr/ana-sayfa/guncel/tr-cocuk-felcine-karsi-5-yas-alti-cocuklara-ek-asi-yapilacak-1-11-54483.html]

Mehtap’ın IPV için çok uzun süre, OPA için de muhtemelen ömür boyu koruyor bilgisine haiz değil mi bizim Sağlık Bakanlığı? 2 yaş altında toplam 6 doz polio aşısı olmuş çocukların 5 yaşına kadar bile korunmayacağını mı düşünüyorlar yoksa, bu kadar mı güvensizler bu ömür boyu koruyan aşılarına karşı?! Yoksa 6 doz verdikleri aşı 3 sene bile korumazken bir 7.si veya 8.isi mi koruyacak?!

Mehtap’ın verdiği CDC aşı bilgilendirme formunda tam olarak ne yazıyor bir de ona bakalım:

IPV, OPA’ya göre daha az lokal mide-barsak bağışıklığı sağlıyor gibi gözüküyormuş, o yüzden IPV alanlar OPV alanlara oranla doğal polio virüsünü kapmaya daha müsaitmiş.

E bizim çocuklar ikisini de oluyor, 4 ondan 2 bundan? Mehtap’ın verdiği CDC linkine göre de bu şekilde aşılanan çocuklar polio için komple aşı dizisini almış ve bağışıklanmış(!) sayılıyormuş? Madem bağışıklar artık, daha neden ek doz alıyorlar?

IPV’nin sağladığı bağışıklığın süresi kesin olarak bilinmiyormuş?! Ancak, önerilen tüm dozlar [4 doz] alındığı takdirde uzun yıllar koruduğu tahmin ediliyormuş?!

OPA için ise poliovirüsüne karşı bağışıklık sağlamada son derece etkili diyor CDC. OPV’nin tek dozu, aşılananların %50’sinde her 3 virüs tipine de “bağışıklık” oluşturuyormuş [burada bağışıklık kazandırmanın, kendilerince belirledikleri bir oranın üzerinde antikor üretimi anlamına geldiğini hatırlatalım; yani, tutup aşıyı olan kişiyi doğal virüse maruz bırakıp bu kişi gerçekten hastalığı kapıyor mu kapmıyor mu diye bakılmıyor, sadece aşıyı vurduk, ne kadar antikor oluştu diye bakılıyor! Antikor mevcudiyetini bağışıklık manasına gelmediği ise tıpta uzun yıllardır bilinen bir olgu aslında!]

3 doz alanların %95’inden fazlasının her 3 virüs tipine “bağışıklandığı”nı tespit etmişler. Diğer canlı virüs aşılarında olduğu gibi, oral polio virüsü aşısı da MUHTEMELEN kişiye ömür boyu bağışıklık kazandırırmış. OPA ayrıca mükemmel barsak bağışıklığı sağlarmış bu da sizi doğal virüsle enfeksiyondan korurmuş.

Mehtap ne diyordu bizlere?

“Altinci sayfa. IPV icin uzun yillar, ancak OPV icin muhtemelen omur boyu deniyor. Ayni zamanda “As with other live-virus vaccines, immunity from oral poliovirus vaccine is probably lifelong” cumlesine de dikkat cekerim.“

Mehtap hala arkaik ve YANLIŞ “antikor=bağışıklık” bilgisinde kaldığı için dikkatimizi canlı aşıların nasıl ömür boyu koruduğuna çekiyor 🙂

Hala anlamıyor; şayet bu gerçek olsaydı, her 10 senede bir “hedefimiz şu yılda kızamığı, polio’yu eradike etmek” deyip, bu hedeflere 40-50 yıldır bunca yüksek aşılanma oranlarına rağmen ulaşamayıp, tekrar tekrar hedefi bir sonraki onyıla çekmek zorunda kalmazlardı. Ömür boyu koruyan aşılarıyla şu ana kadar diledikleri enfeksiyonel hastalığı eradike etmişlerdi!

Tabii, Mehtap burada dikkatleri başka yöne çalışmakta haklı.

Sürekli başvurduğu “eksik bilgilendirme” (half-truth fallacy!) yöntemiyle IPV’nin koruyuculuk süresi ile ilgili uçuruverdiği ‘IPV’nin sağladığı bağışıklığın süresinin kesin olarak bilinmediği’ bilgisi kendisinin verdiği “uzun yıllar korur” bilgisiyle pek örtüşmüyor? Aşının uzun yıllar koruduğu sadece bir “tahmin”den ibaret oysa!

CDC, bilgilendirme formundaki bunca bilgi için topu topu 5 referans göstermiş, şaşılacak şey, 5’i de yine CDC’nin kendi sitesinden.

Oysa aşı etkinliği/koruma süresi için burada verilen bildirimlerin geçerliliğini, doğruluğunu araştırmak isteyenler için bu bilgilerin hangi aşı üreticisinin kaç kişi üzerinde, ne kadar süreyle yaptığı deneylerin sonuçlarına dayandığını belirtmesi gerekmez miydi? Belli ki hayır. Ve belli ki aramızdan pek araştırmacı olan bazı arkadaşlar, resmi kaynaklarda geçiyorsa bu kesin doğrudur şeklinde geçirmiş “sayısız kaynak okudukları” uzun yılları.

CDC’nin bilgilerini bizzat biz kaynağına giderek araştıralım bakalım neler çıkıyor?

Verdiği linkte Amerika’da Sanofi-Pasteur‘ün IPOL adlı IPV aşısının kullanımda olduğu yazılmış. Aşı her üç tipini ihtiva ediyor polio virüsünün, pek güzel. Virüsler maymun böbreği doku kültüründe büyütülmüş (Vero cell line) ve formaldehidle inaktive edilmiş! Hilleman’ın videosunda maymunlar ve ihtiva ettikleri sayısız virüsle ilgili kısmı bir daha izleyin derim bu noktada. Hani şu FDA’in kanserojen maddeler klasmanına aldığı formaldehid. Daha mı neler var aşıda: koruyucu olarak 2-phenoxyethanol (antifriz etken maddesi!) ve eser miktarda neomycin, streptomycin ve polymyxin B. Ne güzel, bebekler aşılarla hayatlarındaki ilk antibiyotik turlarını da almış oluyorlar böylelikle!

[Aşılardaki kontaminasyon sorunu ile ilgili olarak şu linki, aşı içeriğindeki maddelerin sağlığa etkileri ile ilgili olarak şu linki ve Paul Offit’in aşısında da bulunan domuz virüsleri ve diğer kontaminantlarla ilgili kısa bilgi için şu linki inceleyebilirsiniz.]

Bakalım üreticinin bilgilendirme formu ne diyor aşılarının etkinliği (vurulduktan sonra kişiyi hastalıktan koruma gücü (efficacy) hakkında…

Ve fakat o da ne? Firma bu bilgileri vermemiş bile. Onun yerine verilen bilgilere geçmeden önce “effectiveness” ve “efficacy” terimleri arasındaki ayrımı da bu noktada bilmemiz gerekiyor.

İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü , İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Gülbin Gökçay anlatmış bizlere bu ayrmı:

Aşının koruyuculuğu (Vaccine efficacy): İdeal koşullarda aşının yarattığı koruyucu etki;

Aşının etkinliği (Vaccine effectiveness): saha uygulamalarında aşının yarattığı koruyucu etki

Aşı prospektüsünde şu bilgilere yer verilmiş:

İnaktive polio virüsü aşısı, virüsün her üç tipine de nötralize edici antikor üretimi sağlar ki bu da koruyucu etkiyle alakalıdır.

Ve

ABD’de aşı için onay, aşının sağladığı immünojenesite [bağışıklık sağlayıcılık] ve güvenlik profiline bakılarak verilmiştir.

İmmünojenesite dediğimiz şey basit bir şekilde, vücudumuzun yabancı bir maddeyi tespit edebilme ve buna bağlı olarak immün yanıt oluşturabilme [antikor üretebilme] kapasitesidir oysa.

Üretici firmanın verdiği serokonversiyon oranları da şöyle:

Yapılan çalışmalara göre, hayatın ilk yılında aşıdan 2 doz alan bebeklerde, tespit edilebilir serum nötralize edici antikor (nötralize edici titer ³1:4) için seroprevelans oranları (Virüs tip 1 için) %88 ila %100 arasında; (Virüs tip 2 için) %84 ila %100 arasında; ve (virüs tip 3 için) %94 ila %100 arasındadır.

Serokonversiyon denilen şey kanda antikor bulunması demek, bunların hastalığı önlemesi demek değil.

Ve can alıcı nokta .. IPOL aşısı için tedavülden kaldırılan, geri çekilen 1950’nin Salk aşısı verileri kullanılmış!

Yukarıdaki bildirimler için verilen referanslara baktığınızda gördüğümüz şey şu:

8. Salk J, et al. Antigen content of inactivated poliovirus vaccine for use in a one- or two-dose regimen. Ann Clin Res 14: 204-212, 1982

9. Salk J, et al. Killed poliovirus antigen titration in humans. Develop Biol Standard 41: 119-132, 1978

10. Salk J, et al. Theoretical and practical considerations in the application of killed poliovirus vaccine for the control of paralytic

poliomyelitis. Develop Biol Standard 47: 181-198, 1981

11. Unpublished data available from Sanofi Pasteur SA

12. Unpublished data available from Sanofi Pasteur Inc.

SONUÇ: eIPV (veya IPOL)’ün koruyucu etkisi, kör ve kontrollü bir deneyle bilimsel olarak gösterilebilmiş değil! Aşının etkinliği (sahada sizi ne kadar koruyacağı) bilinmiyor!

Bırakmayalım IPOL prospektüsünü ve devam edelim. Şöyle deniyor:

Poliovirüsü enfeksiyonlarının %90 ila %95’i asemptomatikdir [belirtisiz seyreder]. Enfeksiyonların %4 ila %8′inde düşük ateş ve boğaz ağrısının eşlik ettiği non-spesifik hastalık (hafif hastalık) oluşur.”

Bize polio’dan çocuğun ölür, felç olur deniyordu oysa?! Peki Illinois Tıp Dergisi’nin “Polio Aşılarının Mevcut Durumu” adlı makalesinde ne deniyor:

“Polio enfeksiyonu ile klinik hastalık arasındaki farkı ortaya koymamız gerekir. Burada kullanılması gereken prototip, bildirimi yapılması gereken klinik tüberküloz hastalığına karşı, tüberkülin reaktörünün enfeksiyona işaret ettiği tüberküloz enfeksiyonudur. Bilinen her bir paralitik polio vakasına karşı elimizde yaklaşık bin adet subklinik polio enfeksiyonu vardır. Bu subklinik polio enfeksiyonları, yetişkinlerde yüksek orandaki doğal bağışıklığı gösterir. Günümüzdeki aşı problemini anlamada en önemli faktör, hastalık ortaya çıksa da çıkmasa da barsaklarda enfeksiyon yaşanabilecek olmasıdır.”

Ve şöyle devam ediyor makale:

“Öldürülmüş [inaktive] aşı teorisi şu şekildedir: dolaşımdaki yeterli miktarda antikor, poliovirüsünü merkezi sinir sistemine ulaşmadan nötralize edecektir. Öldürülmüş aşılarla ilgili yaşanan en büyük hayal kırıklıklarından biri de kan dolaşımındaki antikorların tek başlarına alimenter enfeksiyona [sindirim sistemindeki enfeksiyona] karşı koruma sağlamıyor oluşudur. Ancak ve ancak alimenter enfeksiyonu lokal immünite takip ettiği takdirde hastalığa karşı daha tutarlı bir bağışıklık sağlayabiliriz.”

Buraya kadarki bilgileri bir özetleyelim, neler öğrenmişiz:

1. Polio aşı üreticileri aşılarının etkinlik değerini bundan 30-40 sene önce yapılmış, bilimsel araştırma derecelendirme kriterlerine göre “düşük kalite” kabul edilen 2 veya 3 ‘observational study’ (gözlem çalışması)’na dayandırıyor, kendi aşı deneylerinin sonucunu nedense(!) yayımlamıyormuş!

2. Amerika’da kullanılan Sanofi-Pasteur’ün IPOL aşısının gerçek hayatta kişiyi poliodan ne derece koruyacağı bilinmiyormuş!

3. Buna rağmen Mehtap arkadaşımızın güvenilir kaynağı, CDC, bu aşı için uzun süre korur herhalde diyormuş!

4. Kanda virüse özel antikor mevcudiyeti kişinin hastalığa karşı korunduğu manasına gelmiyormuş, Mehtap arkadaşımız bu tıbbi bilgiden bihabermiş.

5. OPA aşısından kişi bizzat polio kapabiliyor ve felce uzanan tablolar görülebiliyormuş.

6. Hem IPA hem de OPA ile aşılanan kişiler polio virüsünü temaslı kişilere bulaştırabiliyor ve burada da ağır hastalık tablosu ile karşılaşılabiliyormuş.

7. Shedding riskini, bugün 6 dozluk polio aşılamsı yürüten sağlık görevlilieri danışanlarına yükümlü oldukları halde(!) bildirmiyormuş.

8. Türkiye devleti, tıpkı Amerika gibi halkı üzerinde etkinlik ve güvenliği kanıtlanmamış polio aşıları ile büyük çapta deney yürütüyormuş.

Güvenilir kaynak CDC’nin eteğinden başka hangi taşları dökmüş olduğuna bakalım çabucak:

2012‘de CDC, “Aşı kaynaklı polio virüsleri hakkında güncelleme – dünya çapında, Nisan 2011-Haziran 2012” başlıklı bir basın açıklaması yapıyor. Açıklama şu şekilde:

1988‘de Dünya Sağlık Asemblesi dünya genelinde polio’yu eradike etme kararı almıştır. Polio eradikasyonu için kullanılagelmiş en büyük araçlardan biri canlı, attenüe (zayıflatılmış) oral polivirüsü aşısıdır (OPA). Maliyeti düşük bu aşı ağızdan kolaylıkla uygulanabilmekte, aşıyı alanları doğal polio virüslerine (DPV) dirençli hale getirmekte ve sağladığı dayanıklı hümoral bağışıklıkla paralitik hastalığa karşı uzun vadeli koruma sağlamaktadır. Buna karşın, ‘aşıya bağlı paralitik poliomiyelit’ (VAPP-vaccine-associated paralytic poliomylitis) vakaları hem OPA’yı almış bağışıklık sistemi normal düzeyde çalışan kişilerde hem bunların temaslı olduğu kişilerde hem de bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde görülebilmektedir. Ayrıca, OPA aşısı kapsayıcılığının düşük olduğu bölgelerde ‘aşı kaynaklı polio virüsleri’ (VDPVs – vaccine-derives polioviruses) ortaya çıkarak polio salgınlarına yol açabilmekte ve immün yetersizliği olan kişiler bu virüsleri yıllarca replike edebilmektedir.” (vurgular bana ait)

Devam ediyor CDC:

“Aşı kaynaklı polio virüsleri insanlarda paralitik polio‘ya [felç] yol açabildiği gibi bu virüslerin sirkülasyonda kalma potansiyelleri de mevcuttur. AKPV’ler biyolojik bakımdan doğal polio virüslerine (DPV’leri) benzer ve çoğu ‘aşıya bağlı polio virüsü’ izolatından farkları, uzun süreli replikasyon veya transmisyonla [bulaşla] uyumlu genetik özelliklere sahip olmalarıdır. AKPV’ler ilk defa poliovirüsü izolatlarının sekans analizleri [DNA dizim analizi] yapılmak suretiyle tespit edilmiştir.  (köşeli parantezle verilen bilgiler ve vurgu bana aittir)

Şimdi, CDC, aşılama ile ilgili bu probleme nasıl bir çözüm önerisi getiriyor dersiniz? Tahmin ettiğimiz gibi, aşıya bağlı felç vakalarını ve virülan aşı virüslerinin yayılmasını engellemek için CDC’ye göre çözüm, ‘kitlesel halde aşılama’!

Aynen şöyle diyorlar:

“Aşı kaynaklı polio virüsünün ortaya çıkışını ve yayılmasını önlemek için tüm ülkeler, her üç polio virüsü serotipine karşı yüksek aşılama oranı sağlamalıdır.”

İmmün yetersizliği bozuklukları, vücudun bağışıklık yanıtında azalma olması veya hiç yanıt oluşmaması durumunda ortaya çıkıyor. Bir başka deyişle, dünya genelinde devletler aktif olarak, milyonlarca hasta ve immün yetersizliği bulunan çocuğa aşı-kaynaklı-polio geçirteceğini bildikleri bir aşıyı dayatıyorlar!

Şimdi, yeniden bıraktığımız yerden, Bill Gates‘in, Hindistan’da ilahlaştırılan Bollywood aktörleri ile elele yürüttüğü polio eradikasyon programının gerçeklerinden devam edelim.

Dünya genelinde devletler kitlesel aşılamalarını daha etkin yürütmek için Bill ve Melinda Gates’in vakfına tam destek sağlıyor. Çünkü bu vakfın hedefi gezegenden polio’yu temizlemek. Ancak Gates belli ki bu gözü dönmüş aşılama programlarıyla, immün yetersizliği bulunan veya hasta onbinlerce çocuğa bizzat bu aşılardan polio geçirteceğinden bihaber. Ya da bunu işin maliyeti hesabına yazıyor kendi fayda/zarar çetelesinde! Gates, hertürlü işini bırakmış, Bollywood aktörleriyle aşı halkla ilişkiler kampanyaları yürütmekle meşgul.

2010‘da Polio Global Eradikayon İnisiyatifi’nin Hindistan’da sadece 42 doğal polio vakası bildirdiğini büyük fun-fare’le açıkladığından bahsetmiştik. Bu yıldızlı aferinlik başarı öyküsünün üstünü şöyle bir kazıyınca bakalım altından hangi korkunç gerçekler çıkıyor.

Hindistan’daki halk sağlığı yetkilileri, her yıl 100 ila 180 çocukta ‘aşıya bağlı polio paralizi’nin (VAPP) görüldüğünü tahmin ediyor. Demek ki, yılda 100-180 aşı kaynaklı felç vakası, doğal polio vakalarının nereden baksanız 3 veya 4 katı üzerinde! Hadi diyelim PGEİ görülmekte olan doğal polio ve aşıya bağlı polio vakalrını düzgün rapor ediyor, yine de ardında Birleşmiş Milletler altında çalışan UNICEF, Amerikan CDC’si, Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlar olan PGEİ gibi bir kuruluşun, yürüttüğü “bağışıklama” kampanyasının gerçek hayattaki etkilerini iyisiyle ve kötüsüyle bildirmesi gerekmez mi başarısını kendi kendine kutlamadan önce? Her Allah’ın yılı aşıya bağlı paralizi geliştiren düzinelerce Hintli çocuk için PGEİ’nin Hindistan’ı nerdeyse “polio’suz” ilanı hem samimiyetten uzak hem de polio’yu doğal bir hastalık vektöründen çıkartıp insan eliyle yaratılmış (İATROJENİK) bir hastalığa dönüştürmelerindeki rollerini minimize etme çabasından, ortadaki bariz SUÇlarını örtbas etme gayretinden başka bir şey değildir.

Önümüzdeki vahim tablo böyleyken yine, bu halk sağlığı “uzman”larının verdikleri rakamlara biraz daha yakından bakmak istediğimizde tablo daha da vahimleşiyor.

Oxford Journal’ın Clinical Infectious Diseases dergisine göre görülen vakalar bu bildirilenlerin çok üzerinde. Dergide şöyle deniyor:

2005 yılında, ABD’nin küçük bir köyünde çocukların aşı-kaynaklı polio kaptıkları bildirildi. 70’ten fazla vaka bildirimi de Nijerya’da var. 2006’da, Hindistan Tıp Birliği İmmünizasyon altkomitesi’nin Polio Eradikasyon İnisiyatifi raporuna göre Hindistan’da 1600 aşı-kaynaklı polio görüldü. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, bildirilen bu vakaların, çoklu kereler OPV aşısının uygulandığı kitle aşılama kampanyaları esnasında bildirilmiş olmasıdır. 2008’de Pakistan’dan, çoklu kereler OPA aşısı uygulamasının yapıldığı kitle aşılama kampanyalarının devam ettiği tüm illerden pekçok polio vakası bildirimi alınmıştır.”

Yıllar geçtikçe rakamlar da giderek artıyor ve kısa süre önce yayımlanan bir makaleye göre aşıdan polio kapan çocukların sayısı artık epidemik boyutta.

Neetu Vashishi ve Jacob Puliyel’in Medical Journal of Medical Ethics (Tıp Etiği Dergisi)’nde yayımlanan makalelerinde şöyle deniyor:

“… Hindistan’da bir yıldır polio görülmezken, ‘non-polio akut flask paralizi’ (NPAFP) vakalarında korkunç bir artış gözlemlenmiştir. 2011’de bu rakamlara fazladan bir 47,500 yeni NPAFP vakası daha eklenmiştir. Klinik açıdan polio paralizisinden farksız, ancak 2 kat daha ölümcül olan NPAFP’nın insidansı, alınan oral polio aşı dozuyla doğrudan orantılıdır. Bu veriler polio sürveyans sisteminde kayıtlı olmasına rağmen konuyla ilgili hiçbir soruşturma yürütülmemiştir. Tıbbın ‘primum-non-nocere’ [öncelikle zarar vermeyeceksin] ilkesi çiğnenmiştir.”

Aşıdan kaynaklanan polio vakalarıyla ilgili bildirimlerin sayısı bunca yüklüyken bir yerlerde birilerinin bu yıkımı durdurmaya çalışmasını beklersiniz ancak boşuna. Aşı programını durdurmak şöyle dursun, Bill Gates adlı “hayırsever” kişiliği bir dizginleyen çıkmadığı gibi dünya genelinde devletler dilediğini yapması için bu adama yeşil ışık yakmış gözüküyorlar.

Aşı-kaynaklı polio geçiren çocuklardan birçoğu hayatını kaybedecek. Bu polio eradikasyonu filan değil, düpedüz Hintli çocuk eradikasyonudur! Gayet net! Siz bir hastalığı eradike edeyim derken yerine bir başka hastalığı koyuyorsanız bu eradikasyon filan değildir. Hastalıksız, sağlıklı çocuklar görüyorsak ortada ancak eradikasyondan bahsedilebilir!

Hindistan’da yaşananlara bakarak insan Türkiye’deki polio sürveyansının ne durumda olduğunu merak etmeden duramıyor. 6 doz polio aşısı verilen çocuklarda acaba bu adına polio değil de bambaşka bir ad, ‘flask paralizi’ denilen ama polio’dan farksız ve 2 kat ölümcül olan kaç vaka var acaba?

Gelelim Bill Gates’in aşı karteline bir diğer önemli katkısına.

Gates Vakfı, ‘Aşı Karşıtı Grup Sürveyansı’ için kaynak sağlıyor!

Bill & Melinda Gates vakfı 2003 yılında Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü (National Institutes of Health) ile ortaklaşa ‘Global Sağlıkta Büyük Zorluklar’ (Grand Challenges in Global Health (GCGH)) adıyla bir program başlatıyor. GCGH’nin websitesine göre bu programın amacı “gelişmekte olan ülkelerde sağlığı radikal ölçüde iyileştirecek yeni araçlar yaratmak”.  Şimdiye kadar aralarında 30‘un üzerinde ülkeden bilimadamlarının da olduğu araştırma projelerine 458 milyon doları bulan toplam 45 hibede bulunulmuş. Peki bunca para gerçekte nereye gitmiş acaba? Gelişmekte olan ülkelerde su arıtma sistemleri kurulması veya sanitasyon sistemlerine mi? Veyahut da bağışıklık sisteminin optimum düzeyde çalışabilmesi için gerekli temel gıda gereksinimlerini mi karşılamaya çalışılmış? Yoksa evsizlere barınak ve tıbbi bakım imkanları mı sunulmuş? Hmm, bunlardan hiçbiri değil…

Örneğin, bakıyoruz, 100 bin dolarlık hibelerden biri kısa süre önce Connecticut Üniversitesi Psikoloji Departmanından Seth C. Kalichman adlı bir profesöre gitmiş. Ne için? “Global bağışıklama çalışmalarını desteklemek amacıyla, aşılar hakkında yanlış bilgilendirme yapan kampanyaları bulup analizini yapacak ve önleyecek(!) internet bazlı global bir izleme ve hızlı ikaz sistemi” kurmaya yönelik bir “Aşı Karşıtı Sürveyans ve İkaz Sistemi” geliştirmesi için!

Acaba bu “yanlış bilgilendirme (misinformation) iletişim kampanyası” yapıyor diye etiketlenecek kurumlar hangileri olabilir? Hani Bill Gates’in 2011 şubatında CNN’e verdiği bir mülakatta “aşı karşıtı gruplar çocuk öldürüyor” dediğini biliyoruz.

Bakalım tam olarak ne demiş çılgın Gates:

“Yani bu binlerce çocuğun ölümüne yol amış koca bir yalandır. Bu yalanı duyan annelerin birçoğu çocuklarına boğmaca (pertussis) veya kızamık aşısı yaptırmadığı için çocukları bugün ölü. Yani gidip bu aşı karşıtı aktivitelerde bulunan kişiler, bunlar, çocukları öldürüyorlar. Çok üzücü bir şey bu, çünkü bu aşılar önemli.”

Mehtap’ın deyimiyle, “Vay be”!

Üniversal olarak uygulanan aşı kampanyalarını desteklemediğiniz anda bir bakmışsınız ki bu “çocuk öldüren”(!), başkalarının hayatını potansiyel olarak tehlikeye atmakta olan biri olarak bu tür bir “sürveyans ve ikaz sistemi”ne takılmışsınız.

İyi de, Gates’in kendi vakfının desteklediği PGEİ’nin Hindistan’da sadece 2011’de doğal polionun iki kat ölümcül olan 47,500’ün üzerinde aşı-kaynaklı paraliziye yol açtığını düşünecek olursak bu fazlasıyla garip bir ironi olmuyor mu? Burada gerçekten çocukların sağlığını düşünen tam olarak kim acaba, Bill Gates mi?!

Üstelik de, Gates’in vakfının bu ‘Global Sağlıkta Büyük Zorluklar’ kolunun yürüttüğü projelerden bazılarına bakınca bu vakfın tamamen insani amaçla çalışan bir hayır kurumu olup olmadığından şüpheye düşüyoruz. Kendi sitelerinde yayımlandığı şekliyle fon aktarılmış çalışmalardan bazıları şöyle:

Sentetik Lenf Düğümleri: Aşı ve antijenleri bağışıklık sistemine iletmek için deri altına yerleştirilebilir bir cihaz geliştirmek üzere fonlar North Carolina Üniv’den Steven Meshnick ve Carla Hand’e gitmiş.

Nanopartükül haldeki aerosollerle iğnesiz aşılama: Burna çekilecek difteri ve tüberküloz aşıları için fonlar Dr. Edwards’a gitmiş.

Bitkilerde üretilen sentetik RNA aşıları: California Touro Üniversitesi’nden Alison McCormick, RNA malerya aşısında kullanılmak üzere maliyeti düşük bitki bazlı bir sentetik biyoloji yöntemi üzerinde çalışıyor. Başarabilirse, RNA aşıları çok daha ucuza üretilebilecek!

Yeni pazarlarda(!) karlı(!) aşı dağıtım sistemi: Amerikan Epsilon Therapeutics şirketinden Lisa Ganley-Leal ve Pauline Mwinzi, yeni pazarlarda eczane ve ilaç dükkanlarında aşı satışının aşı üreten firmalar ve küçük şirket sahiplerine kar sağlayacağı hipotezini test ediyor. Kar getirisi gösterilebilirse ilaç firmaları aşı geliştirme işine daha fazla yatırım yapar ve kar stratejileri için yerli ortaklar edinebilirlermiş!

Tuzlukta aşı; yeni, güvenli, maliyeti düşük bir yöntem: Shiladitya DasSarma, Amerika’daki Maryland Üniversitesi’nde invazif Salmonella hastalığı için gaz doldurulmuş bakteriyel veziküller kullanarak ucuz, güvenli ve etkili oral bir aşı geiştirmeye çalışıyormuş. Tuzla kaplı, soğutma sistemi gerektirmeyen ve böylelikle dünya genelinde dağıtımı yapılabilecek aşı geliştirmeye çalışıyorlar.

Attenüe canlı virüs aşılarını denemek üzere insanlaştırılmış fare modeli: Gen teknolojisiyle HIV, sıtma ve verem gibi en ölümcül hastalıklara karşı yeni geliştirilecek aşıların üzerinde güvenle denebileceği, bağışıklık sistemleri insanlara benzetilmiş fareler üretiyor Dr. Flavell. Çünkü bu tehlikeli virüslerin zayıflatılmış halleri bile deneklerde hastalığa yol açabildiğinden deneyleri insanlar üzerinde yapamıyor ilaç firmaları.

Bebeklere insan sütü proteinlerinin alternatif yolla verilmesi:  Arizona Devlet Üniversitesi’nden Qiang Chen, marul ve pirinç gibi yenilebilir bitkilerin insan sütünde bulunan yararlı proteinleri salgılaması için çalışıyor. Bebekler bu bitkileri doğrudan yiyebilecek veya bebek mamalarında kullanılabilecek.

Kadınlarda yumurtaya özel Metaloproteinaz’ı hedefleyen, hormonal olmayan kontraseptif (gebelik önleyici): Amerikan Virginia Üniversitesi’nden John Herr, hormonal olmayan bu yeni kadın kontraseptifi üzerinde çalışıyor. Bill Gates’in gezegendeki nüfus artışından ne denli rahatsız olduğunu ve bu yüzden de aile planlaması ve “üreme sağlığı”(!) teknolojilerine yatırımını hepimiz biliyoruz.

Gelişmekte olan ülkelere yönelik yenilebilir aşılar: Ohio Devlet Araştırma Vakfı’ndan Michael Chan, fasülye fermentasyonunda kullanılan bir bakteri türünde, tüberküloz bakterisi antijenini kullanmayı amaçlıyor. Bu, daha sonra bir tür Asya yiyeceği olan Natto yapmak için kullanılacak ve böylelikle güçlü bir immün yanıt oluşturması için bir tür oral aşı olarak kullanılabilecek. Başarırlarsa, bu yöntemle toplumların kendilerine özel yiyeceklerinde bir dizi hastalık antijeni kullanılabilecek. Aman dua edelim de GDO gibi etiketlerde belirtmemezlik etmesin devletler!

Nanoteknoloji bazlı doğum kontrolü: Amerikan Boston Çocuk Hastanesi’nden David Clapham, vajinal pH değişiklikleri veya prosttaik sıvı maruziyetine göre sperm inhibitörü salan nanopartükül halde bir kontraseptif geliştirmeye adamış kendini. Başarırsa bu nanopartiküller bir vajinal jele konabilecek. Üremeyi durdurmak için gitmeyeceğimiz mesafe yok görüldüğü gibi!

Afrika’da uygulanan geleneksel seromoniler için sünnet aleti: University of Michigan’dan Kathleen Sienko, Afrika için sinnet aleti prototipi geliştirmiş. Düşük maliyete seri üretimi yapılabilecek bu aletle sünnet oranları arttırılabilir ve bu da bölgede HIV bulaşını önleyebilirmiş?! Afrika’nın genital organlarına karşı müthiş bir ilgimiz var nedense!

Yeni bir tip kontraseptif olarak kemosensuar moleküller: University of California, Berkeley’den John Ngai ve Scott Laughlin yemiyor içmiyor, kadınların üreme sistemlerinde sperm hücrelerini yumurtaya yönlendiren kimyasal bileşikleri bulmaya çalışıyor. Bu “odorant”ları tespit edebilirlerse sentetik versiyonlarını üretip sperm navigasyonunu bozabilecek ve böylelikle döllenmeyi önleyebilecekler! Halbuki bunca uğraşacaklarına şöyle Çin gibi ‘tek çocuk’ kanunu filan çıkartsa ülkeler de bu “bilimadamları” da bir huzura kavuşsa. Yoksa tümden mi ürememizi istemiyorlar, orasını anlayabilmiş değiliz.

İnsan antimikrobiyal proteini ihtiva eden transgenik (gen aktarımlı) inek sütü: Amerika’daki University of Toledo’dan Hironori Matsushima, toz halindeki süt ürünlerine antimikrobiyal peptit koyarak enterik hastalıkları öneleyip önleyemeyeceklerini araştırıyormuş. Süt endüstrisi için heyecan verici bir gelişme bu tabii.

Erkeklerde uzun vadeli, geri çevrilebilir kontraseptif olarak ultrason: University of North Carolina’dan James Tsuruta ve Paul Dayton, terapi amaçlı kullanılan ultrasonla testisteki sperm sayısını düşürüp düşüremeyeceklerine bakıyormuş. Böylelikle erkekler için de düşük maliyetli, hormonal olmayan ve geri çevrilebilir bir kontraseptifimiz olacak, ne mutlu!

Fon alan bu çalışma örneklerinin hepsi de doğal sürecin veya doğal bir maddenin işleyişini değiştirmek/dönüştürmek suretiyle firmalara kar getirecek, henüz çalıştığı kanıtlanmamış teknolojilere yatırımı gösteriyor. Fonların büyük kısmının da gebelik önleyici teknolojilere gittiği gözlerden kaçmıyor. İyi de hani GCGH’nin misyonu “gelişmekte olan ülkelerde sağlığı iyileştirmek”ti? Gördüğümüz kadarıyla bu projelerin çoğu halihazırda hayatta olan ve yardıma ihtiyacı olan topluluklardan ziyade, gelişmiş ülkelerdeki nüfusu azaltmaya yönelik?!

Lütfen internetten Bill Gates, eugenics, planned parenthood, Rockefeller, population control gibi anahtar kelimelerle arama yapıp, Bill Gates’in inanılmaz bir bonkörlükle yatırım yaptığı aşılar da dahil olmak üzere tüm bu kontraseptif projelerin ardında nasıl bir felsefenin yattığını ve gerçek amacın ne olduğunu kendiniz bizzat araştırın.

Amerika’da, dünyada ve Türkiye’de işlerin nasıl yürüdüğünü, hangi devlet kurumları ve kişilerin ilaç sanayisiyle doğrudan çıkar ilişkisinin olduğunu açıklamaya çalıştığım yazının 2. bölümüne buradan ulaşabilirsiniz. 

Minik Adaline’in Aşı Reaksiyonu

Minik Adaline’in Aşı Reaksiyonu

Screenshot from 2014-01-16 11:31:35“Kızımın bugün uyutuluşunu izlediğim andan beri aşılara lanet okuyorum. Elimden tek gelen ağlamak oldu. Bir daha size “aşılar güvenlidir, “yan etkiler milyonda birdir”, “aşı karşıtları kaçıktır” diyen olursa ona kızımın hikayesini anlatın. Çünkü çektiğim ızdırap fazlasıyla gerçek.

Bu fotoğrafı koyup koymama konusunda çok tereddüt ettim, ancak sonra bir zamanlar pek güvendiğim aşıların neye mal olduğunu herkes görmeli diye düşündüm. Ben bir taraftan alnını okşayıp dua ederken bebeğimin ağlaya ağlaya uykuya dalışını izledim ve gözyaşlarım sel oldu. Eminim bu uykudan sağ salim uyanacak, ancak önümüzdeki bir saat yanıbaşında oturup uyanmasını beklemek çok sancılı, çok zor olacak benim için.

Resimde uyutulmak üzere o aptal gazı verirlerken görüyorsunuz yavrumu. Sonra odadan çıkartıldım. Keşke orada yatan o değil ben olsaydım. Daha hiçbir şeyden haberi yok ki onun, daha küçücük bir bebek.”

Tatlı Adaline’in Yolculuğu

Adaline, 7 Mayıs 2013’te mutlu, sağlıklı bir bebek olarak dünyaya geldi. 2. ayda biz de herkes gibi gidip rutin aşılarını [Hep-B, Rotavirüsü, Difteri-aselüler Boğmaca-tetanoz (DtaB), Hib, KPA, IPA] yaptırdık, hiçbir şeyi sorgulamadık bile. O günün gecesinde ve takibeden günlerde Adaline’nin durumu hep daha kötüye gitti.

Sıradan reaksiyonlarla; iğne yerinde şişlik, kızarıklık, huzursuzluk, uyku hali, sersemlik, kusma, bulantıyla başladı her şey.

5 gün sonra kan pıhtısı kusmaya başladı ve iyice letarjik hale (uyuşukluk, hareketsizlik) geldi. Hemen acile götürdük ve şiddetli reflü ve dehidrasyon teşhisi konuldu.
Birkaç gün hastanede yattıktan sonra eve çıktık. İşte bu noktadan sonra küçük meleğimiz asla eskisi gibi olmadı.

Aşıdan sonra oluşan reaksiyonun “NORMAL” olduğu, 4. ay aşılarının vurulmasından hiçbir sakınca olmadığı söylendi bize.

Ve 4. ay aşılarını da [Rotavirüsü, DTaB, Hib, KPA, IPA] oldu Adaline.

Bu defa çok daha çabuk şekilde çok daha kötü hastalandı. Nöbet atakları geçirdi, yoğun şekilde kustu, kan pıhtısı kustu, kalbi hızla atıyordu ve tüm vücudu şişti.

O hafta 500 gram verdi. Uyarıya neredeyse hiç yanıt vermiyordu ve Teksas Çocuk Hastanesi’ne kaldırıldı.

Birkaç hafta boyunca bir dolu test yaptılar. Bir iki ay öncesine kadar mükemmelen çalışan kalbinde şimdi “Triküspid Regürjitasyon” [triküspid kapaktaki yetersizlik nedeniyle sistol esnasında bir kısım kanın, sağ karıncıktan tekrar sağ kulakçığa geçişi] çıktı ve kapakçığın değiştirilmesi gerekebileceğini öğrendik. Tüm vücudunun içten şiştiğini öğrendik. Hiçbir şey yiyemediği için beslenme tüpü takıldı. Kalbini ve akciğerlerini takip için apne ve kalp monitörüne bağlandı. Her şeyi kontrol altına alabilmek için pekçok ilaç denendi. 4 aylıkken ilk ameliyatlarını geçirdi. Onun acı çekerken görmek beni kahretti. Bütün bu korkunç sorunları olduğunu söylediler bize. Neyse ki birçoğunu yendi, beslenme borusu ve apne monitörü takılı halde; kalbi, mobilitesi ve kusmayı engellemek için alması gereken birkaç ilaçla birlikte taburcu edildik.

O günden sonra da birkaç kez hastane yatışımız oldu ve daha da olacak.

Aşılamayla ilgili tehlikelerin hiçbirinden haberdar değildim ben. İlaç kutularında yazan o “riskler” benim bebeğim için geçerli olamazdı. Koruması gerekiyordu bunların, zarar vermesi değil.

Şimdi amacımız tıpkı Adaline gibi aşıdan zarar görmüş diğer çocuklar; beslenme borusuna bağlı olanlar, kalp problemleri olanlar ve genetik bozukluklara sahip olanlara sahip çıkmak, haklarını savunmak.

Umarım yeni anne-baba olanlar, zaman ayırıp, masum evlatlarının vücutlarına soktukları aşı ve ilaçları iyice araştırırlar.
Bana herhangi bir sorunuz olursa çekinmeden sorun. Lütfen.

Ed-Not: Bu yazı Vaccination Information Network adlı sitede yayımlanmış yayımlanmış orijinalinden çevrilmiştir. Kendisinin medikal durumuyla ilgili gelişmeleri Facebook’ta adına açılmış olan Sweet Adaline’s Journey sayfasından takip edebilirsiniz.

Aşılama sonrası hangi potansiyel yan etkileri izlemeye almanız gerektiği konusunda bir fikriniz yoksa lütfen burada, burada ve burada verilen aşıya özel yan etkileri okumakla işe başlayın ve herhangi bir yan etkide durumu doktorunuza bildirin. 

Otizmi Nasıl Önleriz – 1. Bölüm

Otizmi Nasıl Önleriz – 1. Bölüm

Giderek daha fazla çocukta otizm spektrumundaki bozuklukların (OSB) görülmeye başlandığı bir gerçek. Halen daha bu salgına neyin neden olduğu tam bilinmese de bugün artık çocuklarının durumunda ilerleme ve hatta bazı durumlarda tam iyileşme sağlayan tedavi yöntemlerine dair ebeveynlerden gelen bildirimler ve yavaş yavaş ortaya çıkan yeni bilimsel ilerlemelerle otizmi önleme ve hatta tedavi için elimizde birikmiş güçlü kanıtlar var.

Otizm oranlarında birden patlama yaşanmasıyla ilgili pekçok teori var ortada. Bazıları bunun gerçek bir artıştan ziyade, teşhiste yaşanan iyileşmeye bağlı bir artış olduğu fikrinde. Bazılarıysa gebelikte annenin yaşına bağlıyor bu rahatsızlığı. Ve yine bazıları, çocuğun sahip olduğu genetik yatkınlıklar ile (5 yaş öncesinde öngörülen aşı sayısındaki önemli artış gibi) çevresel faktörlerin birleşiminin daha olası bir sebep olduğu görüşünde. Uzmanlar bu teorileri tartışadursun, bu rahatsızlıktan olumsuz etkilenen çocuk sayısı artmaya devam ediyor. Bu durumda, otizmli çocuk sahibi ancak bir başka çocuk daha isteyen aileler ile ilk kez çocuk sahibi olacak anne adayları, nasıl olur da bebeğin sağlıklı olma ihtimalini güçlendirebiliriz diye soruyorlar. Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi (CDC) veya Pediyatri Akademisi’nin yeni yönergelerini veya politika değişikliklerini beklemek yerine araştırmaya yatkın aileler mevcut bilimsel yayınları incelemekte ve çocuklarının rahatsızlığında iyileşme kaydetmiş ailelerin denyimlerine kulak vermekte. Bu şekilde, sağlıklı bir gebelk süreci, sağlıklı bir doğum ve sağlıkla büyütülecek çocuklar için yeni stratejiler ortaya çıkmakta.

Aciliyet Kaygısı

Otizmin nedenleri üzerine hararetli tartışmaların yaşandığı geçtiğimiz onyıl boyunca, Otizm Araştırmaları Enstitüsü (Autism Research Institute) bir yandan otizmde görülen metabolik bozuklukların araştırılması, diğer yandan da bu rahatsızlığı yenecek etkili ve güvenli tedavi yöntemleri üzerinde çalışmalar yapılması için dünyanın dört bir yanından uzmanları çatısı altında buluşturmuştur. Otizm Araştırmaları Enstitüsü’nün kurucusu (aynı zamanda da Defeat Autism Now – DAN kurucu ortağı) Dr. Bernie Rimland her daim durumun aciliyetine işaret etmiştir. Bu yüzden grup misyon olarak kendine, sadece ileriki nesillerin işine yarayacak bilimsel araştırmalara kanalize olmaktansa, halihazırda otizmin pençesindeki çocukların sorunlarını giderecek, onlara hemen şimdi bir iyileşme kapısı aralayacak çözümlere odaklanmayı seçmiştir. Dr. Rimland’ın bu vizyonu sayesinde otizm grubu rahatsızlıklardan muzdarip pekçok çocuğun durumu iyiye gitmiş ve hatta bazıları otizmi yenmiştir.

OAE ve diğer organizasyonların yürüttüğü araştırmalar sonucu, OGB popülasyonunda görülen anomali örüntüleri ve metabolik bozukluklar ortaya çıkarılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

  • mide-bağırsak sistemi işlev bozukluğu (kabızlık, ishal, reflü, geçirgenleşmiş bağırsaklar, DPP1V de dahil olmak üzere enzim üretiminde azalma, mikroflora anomalisi);
  • nöroenflamasyon / sinir sistemi iltihabı (nörogliyal aktivasyon, beynin belirli bölümlerine kan akımında azalma, anormal beyin hacmi);
  • hormonal bozukluklar (kortizol üretiminde artma, serotonin ve dopamin bozuklukları);
  • bağışıklık sistemi işlev bozuklukları (ağırlığın Th1’den Th2’ye kayması ve proenflamatuvar sitokin üretimi);
  • oksidatif stres (düşük metionin seviyeleri ve diğer belirleyicilerle endike düşük metilasyon kapasitesi, homosistein artışı, düşük glütatyon seviyesi, lipid peroksidasyonunda artış, düşük B-12 seviyeleri);
  • mitokondri işlev bozuklukları (karnitin seviyesinde azalma, laktat seviyesinde artış).

Anne-babalar ve klinisyenler, her bir çocuğu bireysel olarak ele alıp bozuklukları ve sorunları normalize ederek veya düzelterek bu anomalilerin giderilmesi için varlarını yoklarını ortaya koyup çalışırken, çocukların konuşma, davranış, bilişsel yeti, dikkat ve genel sağlığının da iyiye gittiğini gözlemliyoruz. Hatta bunlardan bir kısmı tamamen iyileşiyor. Ancak bu inanılmaz zor ve masraflı bir iş. Bu bahsedilen biyokimyasal anomalilerden bazıları önlenebilir olduğundan, bugün giderek daha fazla ebeveyn çocuk sahibi olmadan önce kendi sağlıklarını optimal seviyeye getirme yolunu tercih ediyor.

33 yıllık meslek hayatı boyunca doğal doğum eğitmenliği ve doğum hemşireliği görevlerinin yanısıra, kendi muayenehanesinde beslenme üzerine danışmanlık hizmeti de vermiş bir pediyatri hemşiresiyim. On yıl boyunca Defeat Autism Now! (DAN) (Otizmi Şimdi Yen!) konferanslarını koordine ettim ve bu esnada yüzlerce otizm ailesiyle münasabetim oldu. Bu anne-babalar yılmadan, bıkıp usanmadan çocuklarının otizm belirtilerini tedavi için biyomedikal yöntemleri (detoksifikasyon, gıda destekleri ve beslenmeyle ilgili bazı değişiklikleri içeren bir dizi işlem) uyguladılar. Uyguladıkları bir dolu terapiden bitap ve (çoğu kez meteleksiz) hale gelmiş bu ebeveynlerin çoğu bana “Ah şimdiki aklım olsaydı… bunları zamanında bilseydim, çok daha farklı tercihler yapardım.”, demiştir.

Otizm her zaman önlenebilir bir şey değil elbet, o yüzden kimse suçluluk duygusuyla kendini kahretmemeli. İşin genetik boyutu olduğunu biliyoruz. Ancak bunun yanında çevresel toksisite ve yetersiz/uygun olmayan beslenmenin rolünü de biliyoruz. Yapılan tüm araştırmalar ve anne-babalardan gelen bildirimler sonucunda ben ve benim gibi sağlıkçılar, otizmin önlenebilir olduğu konusunda daha fazla bilinçlendirmeye ihtiyaç olduğunu fark etmiş bulunuyoruz.

Kanaatimce bugün çiftleri–ister çocuk sahibi olmayı sadece planlama aşamasında olsunlar, ister hamilelik sürecinde olunsun veya isterse henüz yeni bebekleri olmuş olsun– otizm riskini en aza indirmeyecek önlemleri almaya cesaretlendirecek bilgi ve donanıma sahibiz. Bu stratejiler arasında çevresel toksinlere maruziyeti en aza indirgemek; annenin tüm aşamalarda beslenme ve genel sağlık durumunu en üst düzeye çekmek; bebek ve çocuğa iyi kalite besin kaynakları sağlamak ve aşıları dikkatli, stratejik ve bireyin özelliklerini dikkate alacak şekilde uygulamak bulunmakta.

Tabii ki hiçbir şeyin garantisi yok. Ancak yine de sayısız ebeveyn, hekim ve araştırmacı otizme neyin sebep olduğunu anlamak için deneyim ve bilgi birikimlerini paylaşıyor ve bahsi edilen bu stratejilerin otizmli çocuklara olumlu etkisi görülüyor. Bugün artık elimizde otizmi hemen şimdi önlemek için yılların süzgecinden geçmiş akıl, bilim ve sağduyu sayesinde edinilmiş bilgiler ışığında anne-babalara verebileceğimiz güvenli, etkili ve pratik tavsiyeler var.

 

Gebelere Kombine Hepatit A ve B Aşısı

Gebelere Kombine Hepatit A ve B Aşısı

Böyle tıbbi araştırma olur mu, gebe insan aşı deneyine alınır mı?! Hadi bu “bilimadamları”nın sınırı yok, bu gebe kadınlar hangi akla hizmet böyle bir deneyle bebeğinin ve kendisinin hayatını riske atar?

Yeni kombine aşılarının gebe kadınlarda(!) “güvenlik”ini ölçüyorlar. Hep-A ile Hep-AB aşılarının yan etkilerini takip ediyorlar.

Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, bahsedilen Amerikan Aşı Yan Etki İzleme Sistemi (VAERS)’in pasif izlem sistemi olduğu, yani bildirimlerin gönüllülük esasına göre yapıldığıdır. Hekimlerin çoğunlukla yan etkileri aşıya bağlamama eğilimi malumken, zaten CDC ve FDA’in de kabul ettiği gibi bu sisteme aşı reaksiyonlarının ancak %1’i, en iyi ihtimalle de %10’u bildirilmekte.

Şimdi bakalım izlem sonuçlarına:

VAERS 139 istenmeyen etki (İE) bildirimi alıyor aşılanmış gebe kadınlardan; bunlardan 7’si (yani %5’i) ağır reaksiyon; anne veya bebek kaybı yaşanmıyor.

Deneye katılanların 65’inde (%46.8’inde) İE yaşanmıyor.

Hep A vey Hep-AB aşılaması sonucunda hamilelikle ilgili ortaya çıkan en belirgin sonuç DÜŞÜK oluyor ve 15 gebede (%10.8) görülüyor.

Bir diğer sonuç KÜRTAJ; 10 gebede (%7.2) anne veya bebeğin ileride yaşayabileceği tıbbi sorunlar nedeniyle gebelik kontrollü şekilde sonlandırılıyor.

Gebelerin 7’si (%5’i) ise premature doğum gerçekleştiriyor.

Bunun dışında, gebelerin 3’ünde idrar yolları enfeksiyonu, kusma, bulantı görülüyor.

Ve annesi gebelikte Hep A aşısı almış bir bebekte AMELİ görülüyor; yani bebeğin doğuştan bacakları yok!

Peki, bu bulgulardan deneyi yürüten hekimler/bilimadamları ne sonuç çıkarıyor?

“Bu VAERS bildirimlerine göre Hep A veya Hep-AB aşısı olmuş gebelerde veya bebeklerinde öyle endişe uyandıracak bir İE görülmemiştir”?!

Eskiden gebelere hiçbir aşı yapılmazken şimdi çoklu ve kombine aşılar bu en hassas döneme yığılıyor. Düşünün, gebelere cıva dolu grip aşısı, tetanoz aşıları, boğmaca, difteri aşıları ve şimdi de hep A ve hep B aşıları öngörülecek! Eh, Amerika’da yapılıyorsa elbette Türkiye de izinden gidecek.

Gebe insanlar üzerinde yapılan bu ahlakdışı deney için takip etmeniz gereken link: http://www.ajog.org/article/S0002-9378(13)02247-3/abstract?rss=yes