GÜNCELLEME  –  10.06.2015

 

Anneler görüyor,

Anneler okuyor,

Anneler duyuyor,

Anneler biliyor . . .

 

Başka bir annelik mümkün’dür diyen sevgili Yasemin Aksoy’un sesinden Adil hocamızın Otizm, Aşılar ve Beslenme başlıklı kıymetli yazısını “bir başka okumak” isteyenler için bu ses dosyası.

Yasemin’e, Adil Bey’e ve çocuklarımızın sağlık ve mutluluğu için yılmadan çalışan herkese minnet, sevgi ve selamlarımızla …

 

 

15 yıldır özel eğitimciyim. 15 yıldır otistik çocuklarla çalışıyorum. Bugün kesin karar verdim ki biz bu çocukları EL BİRLİĞİ İLE bozuyoruz.

Bir öğrencim bana 2,5 yaşında geldi. Az önce seansa aldım. Şu an 5 yaşında. Geldiğinde göz kontağı, dikkati, dil konuşma becerileri yaşına ve engeline göre iyi sayılabilecek bir durumdaydı.
O günden bugüne onlarca saat bireysel ve grup eğitimi şeklinde çalışmalar yapıldı. Hiçbir özel çalışma yapılmasa dahi o kadar etkileşim içerisinde bazı becerilerin doğaçlama olarak kazanılması beklenir.
Ama bırakın doğal olarak davranış edinimini, kendisi ile yapılan çalışmaları boşa çıkarmak istercesine bir gerileme var. Bazı şeyler vardır ki öğretemezsiniz ama geliştirebilirsiniz. Bunlardan bir tanesi “dikkat” konusudur. Geliştirilebilir bir beceridir ama öğretilmez. 2-3 yıl öncesine kıyasla inanılmaz dağınık öğrencimizin dikkati.

Teşbihte hata olmaz; sanki karşınızda alkol almış da sarhoş olmuş bir adam varmışcasına… Belli ki bağırsak florası, kanın kimyası ve hormonal denge bozuk. İçerde kazan kaynıyor yani. Bu nedenle yaklaşık 8 aydır beslenme düzenine de dikkat ediliyor, diyet yapıyor. Yine ele gelen bir gelişme gözlemlenmiş değil henüz.

Bu durumda beslenmeden hariç geriye kalıyor tek bir seçenek: AŞILAR!

İçinde ne olduğunu, hangi dozda olduğunu bilmediğimiz bir sürü yabancı madde metabolizmasını parçalamak istercesine zerkediliyor hayatının en taze, en masum, en günahsız olduğu ilk iki yılında. Cennetten tertemiz dünyaya gelmiş bir bebeğe, adeta ona savaş açmışçasına, bu dünyaya neden geldin dercesine saldırıyoruz.

Mesleğe başladığım ilk yıllardan beri hep benzer öyküleri dinlerim ailelerden:

“Aslında gayet normal bir bebekti…”
“Bebektir dedik, bazı şeyleri görmezden geldik…”
“Ama içim aslında rahat değildi…”
“Zamanla giderek daha da uzaklaştı bizden…”
“10’a kadar sayıları bile sayabiliyordu…” (örnekler çoğaltılabilir..)

Peki, bu kadar çocuğa ne oldu zamanla? Neden oldu? Bu anlatımların hepsi birden “aile duygusallığı”na bağlanamazdı ya..!

Biz eğitimciler olarak çoğunlukla biraz da avamî tabiriyle; “çocuğuna konduramıyor” diye nitelerdik bu anlatımları.
Ama bugün onca yıllık tecrübe ve bu anlatımları yan yana koyduğumda yapbozun parçaları birleşiyor. Aslında modern tıp, eğitimciler, aileler, devlet, toplum, biz hepimiz bebekliğinin ilk 1-2 yılında onca aşı yüklemesi ve güvenliksiz gıda kullanımı ile (mamalar, annenin beslenmesindeki handikaplar vb) otizmli yapıyoruz bu çocukları.

1975 yılında 5000’de 1 olan otizm görülme sıklığı 2014’te 68’de 1’e yükseldiyse oturup düşünmek gerekir. Nedir bu çığ gibi artış? Ve dahası, ailelerden başka kimin umurunda bu durum?

Lafı eğip bükmeye gerek yok. Nesillerimiz bozuluyor. Otizm dışındaki dikkat eksikliği, hiperaktivite, özgül öğrenme bozukluklarındaki inanılmaz artışları saymıyorum bile.

Durum bize gösteriyor ki toplum, devlet ve siyaset olarak bugün asıl gündemimiz “sınır güvenliği” değil “gıda güvenliği”dir! Toplumsal değişimden önce “hücresel değişim” (mutasyon) konusuna eğilmeliyiz belkide..! O değişimi gerçekleştirmek ya da o sınırı ihlal etmek için dahi sağlıklı bir birey gerekli!

Şu seçim döneminde A, B ya da C partisinin umurunda mı bunlar? Topluma ne vaadediyorlar? Toplum (STK’lar) ne kadar ifa ediyor kendi misyonunu? Topluca, vıcık vıcık olmuş bir yozlaşmışlık kültürünün içinde günü kurtarmaya çalışıyoruz. Siyasi çamur atmalar, ideolojik kamplaşmalar ya da magazin gündemleri ile harcıyoruz birbirimizi…

Sonuç…

Bütün bu yukardaki denklemden sonra, el ele vererek bile isteye harcıyoruz nesillerimizi…

İlk yıldan itibaren giderek kötüleşen çocuklar ve otizm teşhisi… Eşlik eden başka problemler… Devamında kullanılan bir sürü ilaç… Metabolizmayı daha da bozmak için mücadeleye devam durumu…

Bu tıp bu kafayla bu sorunları çözemez. Öyle bir iddiası da yok zaten. İlaca, hastaneye, doktora bağımlı olun yeter…

Sonucun sonucu;

Biz de bu kafayı değiştirmedikçe bizim için hiç kimse bir şeyi değiştirmeyecek..!

(Adil Keskin- Uzman Pedagog)