Serap Şeker Özkaplan anlattı bizlere öyküsünü, biz de hayretten koca koca açılmış gözlerle dinledik kendisini. Buyrun bir aşılanma öyküsüne…
Tetanoz aşısı hikayemi paylasmak istiyorum musaadenizle.
14 yaşında lisede vurdular ilk tetanoz aşısını bana (yıl 1996). Fenalaştım, aşıdan korktu tansiyonu düştü dedi okula gelen sağlıkçılar; ayaklarımı havaya kaldırıp meyve suyu verdiler, kendime geldim yarım saate.
3 yıl sonra bacağıma kaynar su döküldüğünde devlet hastanesinde sorgusuz sualsiz vurdular yine tetanoz aşısını. Semptomlar 3 yıl öncesiyle aynıydı:
Hiçbir şey duyamıyor ve göremiyordum, kulaklarımda yoğun bir çınlama vardı kendi sesimi bile duyamıyordum. Gözlerim kararmıştı, tvdeki o karıncalı ekran gibiydi tek gördüğüm. Korkunç bir baş dönmesi vardı ayakta duramıyordum. Bu arada bacağıma pansuman yapılıyordu, bagırış cağırışlarım pansumanın acısından zannediliyordu.
Aradan 3 yıl daha geçti, 2002 senesi, bu kez elimde bir kesikle hastaneye başvurdum, özel bir poliklinikti. 20’li yaşlardaydım, durumu idrak etmistim, orada aşıya verdiğim reaksiyonu anlattım, korkup vurmadılar aşıyı, şok geçirmişsin sen risk almayalım dediler.
Aradan bir 5 yıl daha geçti, çalısıyorum, internet, email elimin altında. Bu konu aklıma düştü. O zamanlar aşıların zararlarından bihaberim tabii. Araştırdım ve Aşı Çalışma Grubunun web sitesine, iletişim bilgilerine ulaştım. Orada iki profun emaili vardı, ikisini de to’ya koyup anlattım meramımı, başımdan geçenleri. Ne yapmalıyım böyle bir durumda, vurdurmalı mıyım aşıyı, vurdurmamalı mıyım diye.
Ilk cevap 3 ay sonra geldi, başıma gelen şeyin iğne korkusu olduğunu, bunun önemsiz bir sey oldugunu, tetanoz aşısı vurdurmazsam yakalanacağım hastalığın çok kötu sonuçlanacağını, mutlaka vurdurmam gerektigini söyledi.
Şaşırmıştım, çünkü o yaşa kadar defalarca kan vermiştim, iğne vurulmuştum, hiç böyle bir reaksiyon vermemişti vücudum. İnanmadım söylenen şeye.
Aradan 4 ay daha geçti ve maili gönderdigim diğer prof dönüş yaptı bana. Geçirdigim durumun bilimsel tanımını (maalesef hatırlayamıyorum şu an), başıma böyle bir kesik veya yanık vakası gelirse muhakkak kendisini aramamı, birlikte risk değerlendirmesi yapmamız gerektiğini, hatta gerekirse yanıma hastaneye gelebileceğini, kendisiyle konuşmadan kesinlikle aşıyı vurdurmamam gerektigini, semptomlara bakılırsa bu aşının beni öldürebileceğini yazmış ve cep telefon numarasını bırakmiştı mailin sonuna.
Yaşadığım şaşkınlık çok daha büyüktü; nolur nolmaz diye vurulan bir aşının beni öldürebileceği bilgisi mi, beni öldürebilecek bir aşının birkaç yıl arayla vücuduma iki kez zerk edilmiş oluşu mu, aynı kurumdan iki profesörün de birbirine tamamıyla zıt geri dönüşler yapması mı daha cok şaşırttı bilmiyorum.
3 yıl önce hamilelikte ASM’de önerilen bu aşıyı vurdurmayı reddettim elbette, gerekçemi belirterek. Şu an düşünüyorum da, bana cevap veren ilk doktor ilaç firmaları icin, ikinci doktor da akademisyen olarak çalışıyor olabilir mi? Kim bilir?
Bildiğim tek bir şey var: Sn. Big Pharma, önce beni öldurmeye çalıştınız, sonra beni korkak ilan ettiniz, ardından da ölürüm diye korktunuz, üstüne karnımdaki günahsıza zarar vermeye kalktınız. Sizden gelecek hiçbir asiya, ilaca razı olmayacagim bundan sonra. Istediginiz kanunla gelin karşıma, istediginiz kadar taciz edin sağlık çalışanlarınızla. Ben ne canımı ne de evladımı sokakta bulmadım.