Polio Aşımı Nereye Gömdün?

Polio Aşımı Nereye Gömdün?

18 Nisan  2016 tarihli NPR haberi; bu hafta içinde Türkiye’de de milyonlarca doz kullanılan OPA, yani ağızdan verilen canlı Polio virüsü aşısının tüm dünyada aynı anda imha edileceği, yerine daha güvenli ve uygulandığında vücutta mutasyona uğrayıp yepyeni polio vakaları yaratma riski daha az  olan bir aşıya geçileceğini söylüyor.

Bizde bu haberi duyan gören oldu mu?

WALTER ORENSTEIN, dünyanın bir numaralı aşı merkezi Emory Vaccine Center (Emory Aşı Merkezi)’nde direktör olan isimden gelen açıklamalara göre, tüm ülkelerde Polio aşısındaki bu değişim için AYLARDIR eğitim uygulanmaktaymış ve sağlık çalışanları şu anda halen “etkili ve güvenli” olduğu teminatıyla kampanya kampanya ülkemizde uygulanmasına devam edilmekte olan bu aşıyı kaynatma, yakma ve hatta gömme suretiyle nasıl yok etmeleri gerektiği konusunda meğerse aylardır eğitim görmekteymiş?! Hatta bebek ve çocukların vücutlarına en aşağı 5-6 doz verilmesinde şu ana kadar hiçbir sakınca görmeyen sağlık yetkililerinin bu “zararsız” aşıyı doğru şekilde imha edip etmediklerini denetlemek üzere de onbinlerce denetmen görevlendirilmiş?

Daha önce aynı Polio aşısının içerdiği ‘gözönünde ama gizli’ tehlikelere dair kaleme aldığımız yazıda bu sağlık yetkililerince dillendirilmeyen gerçekleri ifade ettiğimizi hatırlatalım:

OPA

 

UNICEF’te “bağışıklama” operasyonu başkanı Robin Nandy de yaptığı açıklamada diyor ki çoğu ülkede (Türkiye’de de) canlı virüs ihtiva eden polio aşıları kullanılıyor, şimdi bu virüs zayıflatıldı, böylelikle insanları artık hasta etmeyecek ama…

opa1

Evet, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir operasyonla yakıp, kaynatıp, gömüp kurtulmaya çalıştığımız “güvenli” aşımız poliodaki virüsün mutasyona uğrayıp bizzat polio’ya yol açabildiğini bir kez daha itiraf ediyor Nandy ve fazlasıyla muhafazakar olduğunu bildiğimiz örnek rakamlarla durumu açıklıyor:

Geçtiğimiz sene dünya 100 yeni polio vakası görmüş, bunların 30 kadarı “eski” aşıdaki mutant virüs suşlarından kaynaklanmış, yeni aşıda da canlı virüs varmış, fakat bundaki çok daha az mutasyona uğruyormuş, o yüzden de eskisinden %90 daha az polioya yol açacağı düşünülüyormuş.

indian-boy-with-polio

Hindistan’da Bill & Melinda Gates inisiyatifiyle yürütülen OPA – ağızdan polio aşılaması sonrasında bir Hintli çocuk.

Tıp ve bilim dünyasının bu açıklamaları ve verdikleri bu yeni güvencelerle eminiz içiniz artık çok rahatlamıştır, artık GÜVENLE bebeğinizi bu yeni polio aşısıyla aşılatmaya devam edebilirsiniz.

cdc1

 

FAKAT diyor Nandy, bu yeni aşı polio tiplerinden birine karşı koruma sağlamıyormuş ve o tip de dünyanın 15 sene önce “eradike ettiği” polio virüsü tipiymiş. O yüzden de işte bu binlerce klinikte saklanan “eski” polio aşısı flakonlarının tümüyle imha edilmesi elzemmiş. Edilmezse, yeni aşıyla “korunmadığımız” tip polio virüsü dışarı sızabilir ve 1999’dan beri “görmediğimiz” tipte polio vakaları yeniden başgösterebilirmiş!

asena5

 

Nandy eski polio aşılarından dışarıya sızma ihtimalini zaten beklediklerini ve bu duruma ivedilikle müdahale etmek için önlemlerini de aldıklarını ifade etmiş!

Bu koca eradikasyon fiyaskosuna rağmen Sn. Nandy halen daha bu riske girmeye değer olduğunu, çünkü polio yeryüzünden birgün silinecekse eğer, ÖNCE AŞININ POLİO YAPMAYACAĞININ GARANTİLENMESİ GEREKTİĞİNİ söylemiş.

hn

 

Tarihin en büyük, global çaptaki aşı imha operasyonu ile ilgili T.C. Sağlık Bakanlığı’ndan kamuoyuna herhangi bir açıklama gelmiş mi?

Suriyeliler bahane edilerek kampanya üzerine kampanya düzenlenen ülkemizde bu “bilimsel” bilgiler ışığında son 5 senede kaç adet OPA aşısı uygulanmış ve bunun sonucunda kaç çocuk veya bireyde POLİO vakası oluşturulmuş, devletin yürüttüğü kampanya sonucu oluşturulmuş bu vakaların tedavisi yine devlet tarafından mı karşılanmış, vakaların kaçta kaçı tedaviye yanıt vermiş kaçta kaçında sekel kalmıştır?

“Eski” (aslında belki de bugün Türkiye’de hala kullanımdaki) bu aşıyla ilgili sorun AYLARDIR bilinmesine, imha için personel aylardır eğitilmesine rağmen bir yandan ebeveynlere çocuklarına bu bizzat polioya yol açtığı bilinen aşıların uygulanması için baskı yapılmasını ve hatta kanuni düzenlemelerle bu aşının da aralarından bulunduğu birtakım aşıların zorunlu hale getirilmeye çalışılmasını Sağlık Bakanlığı ve Aşı Bilim Kurulu nasıl açıklamaktadır?

Türkiye bu hafta içinde uygulanacağı bildirilen bu POLİO AŞISI İMHASINI gerçekleştirmiş midir?

Bizde aşılar yakılmış mıdır, kaynatılmış mıdır yoksa gömülmüş müdür?

Gömüt alanları işaretlenmiş midir, sözümona Polio’yu eradike etmiş bu tarihi ve efsanevi aşının gömüldüğü yere bakanlık anıt da dikmeyi düşünür mü?

Ebediyete uğurlanan “eski” polio aşısının ruhu (hastalık yapan polio suşu) acaba topluma ileride musallat olur da oradan buradan bu toprağa karışmış polio virüsü ile felç geçirenler olur mu, bunlar için devletin aldığı tedbirler nelerdir?

Bitmeyen aşı efsanelerinin bir başka bölümünde yeniden görüşmek üzere…

 

 

 

Yaz Kızım: Toplum Sağlığı Adına Aşılılara Karantina Uygulaması Başlatılmasına . . .

Yaz Kızım: Toplum Sağlığı Adına Aşılılara Karantina Uygulaması Başlatılmasına . . .

Bulaşıcı hastalık paranoyağı ana-babaların bildik argümanıdır; ne zaman okulda kızamık, su çiçeği veya grip geçiren birileri olsa suçlu aşısız çocuklardır, derhal okuldan men edilip aşılarını olana kadar da alınmamaları lazımdır. İroni bu ya, vücudunda virüs “taşıyan” veya “etrafa saçan” birileri varsa o da canlı virüs aşılarını taze olmuş aşılı çocuklar…

Sakınılması gereken, karantinalanması gerekenler kimlermiş, öğrendik mi şimdi?

Zayıflatılmış veya zehirli formaldehidle “inaktif” hale getirilmiş de olsa, canlı virüs aşısı olan kişi, ister aşılı ister aşısız olsun temaslı kişilere tükrük veya mukoza yoluyla o virüsü geçirebilir. Bu, bilimsel bir hakikat, adına “shedding” deniyor. Aşılı “virüs saçıcısı” kendi hasta düşmese veya diyelim gribin aşıdaki virüs tiplerinden kendi enfekte olmasa dahi vücuda aldığı bu virüsleri etrafa yayar.

Cıva (thimerosal), alüminyum, MSG ve formaldehidin vücuda zerk edilmesi immün sisteme şok etkisi yaparak onu tabii olmayan bir şekilde “vur yada kaç” stres moduna
sokacağından zayıf düşürür. İşte bu yüzden aşılı çocuklar, canlı virüs aşılarını olup etrafta taşıdıkları virüsleri saçarak dolaşan aşılı arkadaşlarından bu hastalıkları kapmaya daha da müsaittir.

İşin kötüsü aşıları üreten firmalara, maruz kalınan aşı saldırısına bağlı oluşacak hasar veya zarardan ötürü dokunamazsınız bile çünkü onların [Amerika’da] kendi özel mahkemeleri, başında da maaşa bağladıkları adamları çalışır. CDC’nin kabus aşı takvimi uyarınca otizm spektrum bozukluklarına, beyin hasarına, merkezi sinir sistemi hasarı ve uğranılan ‘kimyasal saldırı’nın diğer sonuçlarına mahkum çocukların ailelerine sus payı olarak dağıtacakları sadaka için devletin sağladığı ödenekleri de hazırdır.

Uzun lafın kısası, CDC’nin şu anki takvimine göre aşılanan çocuklar oldukları her canlı virüs aşısı sonrası iki hafta süreyle evde karantinada kalacak olsa, kaçırılan ders sayısı öyle fazla olurdu ki hiçbir çocuk tek sınıf dahi atlayamazdı.

CDC’nin kendi internet sitesinde yer verilen etrafa canlı virüs saçma sorunsalı

CDC, insanları nasıl olsa sitedeki bilgileri uzun uzadıya okumaz, bilgiyi sentezleyip kullanmayı beceremez diye düşünüp buna güveniyor. Ve hakikaten de çoğu Amerikalının en önemli bilgilerin televizyonda veya gazetelerde deği, bizzat CDC’nin sitesinde yattığından haberi dahi yok. CDC’nin sitesinden erişebileceğiniz 14 sayfalık PDF dokümanının 5. sayfasında halkı uyarıyor yetkililer:

3. faz deneylere katılanların bir bölümünde kakada aşı virüsü tespit edildi. 360 bebeğin %9’u ilk doz sonrasında kakayla virüs atarken, 2. dozu alan 249 bebekle 3. dozu alan 385 bebekte bu dozlar sonrası dışkıda virüs bulunmadı. Aşı virüsü atımı doz alındıktan sonra en erken 1 gün, en geç de 15 gün içinde meydana geldi. Deneylerde aşı virüsünün başkalarına bulaşıp bulaşmayacağına bakılmadı. Amerika Birleşik Devletleri’nde ruhsatlandırma sonrası yapılan bir değerlendirmede, ilk doz uygulamasının ardından bebeklerden 9 gün boyunca kaka örneği toplanmış, 103 bebeğin %21’inde en erken 3. gün en geç 9. gün olmak üzere kakada Rotavirüsü antijeni saptanmıştır.

Bu denileni bir kez daha tekrar edelim şimdi: bir doz sonrası aşı virüsünün en erken 1, en geç de 15 gün içinde vücuttan atıldığı görülmüş ve deneylerde de aşı virüsünün başkalarına bulaşıp bulaşmayacağı çalışılmamış.

 

1955’te YANLIŞ ŞEKİLDE “asrın aşı mucizesi” ilan edilmiş Polio virüsü

jonasYıl 1955 ve Poliovirüsü aşısı “güvenli, güçlü ve etkili” ilan edilmiş, tüm dünyada “asrın yeni mucize aşısı” lansmanıyla piyasaya sürülmüş.

Polio’dan korunmanın yoludur diye ilanının peşisıra Enfantil Paralizi Vakfı her ne çeşit iletişim kanalı varsa kullanarak yaptığı basın açıklamasıyla bu mucize ilacın mucidi Dr. Jonas Salk’tır, ilaç hertür testten geçmiştir diye duyuruyor.

Vakıf, dokuz milyonu aşkın çocuk ve gebeyi aşılamaya yetecek aşı stoğu hazırlanması çağrısında bulunuyor. Amerikan Radyo ve Televizyon Kurumu yayınlarında Salk’un zaferini ilan ediyor ve “asrın en büyük tıbbi keşfi”ni kutsuyor.

 

 

 

Sonra bir felaket yaşanıyor: aşılanan çocuklar polio kapmaya başlıyor. Gün geçtikçe polio bildirimleri artıyor ve bunlar arasında aşılanan çocukta hastalık görülmese dahi çocuğun anne-babası veya kardeşlerinde ortaya çıkan (uydu) polio vakaları da var.

salk

Bilimin neden sonra keşfedeceği kızamık, kabakulak ve polio‘da görülen “taşıyıcılık” ve “saçıcılık” (shedding) etkisi bu işte. Aşılanan çocuklar hastalığın yeni taşıyıcısı haline geliyor ve Batı Tıbbı, İlaç Endüstrisi ve tıpta hüküm süremeye başlayan bu yeni invazif, karsinojenik, bağışıklık baskılayıcı ve elbette nörolojik hasar oluşturucu müdahale devrini koruyup kollamak adına aşıdan başka her şeyi ve herkesi suçlamaktan çekinmiyor.

2015 başında Disneyland’de yaşanan kızamık salgını da böyle çıktı: virüs saçıcılarından etrafa yayıldı.

Domuz gribi salgını da aynı şekilde yayıldı: saçıcılar yaydı.

Senelik grip salgınları da böyle yayılıyor etrafa: virüs saçıcılarından.

Aşılı Amerikalılar, bugünün aşılarına doluşturulan toksinler yüzünden zayıflayan bağışıklık sistemleri yüzünden, etrafa aşı virüsü saçanlardan, hani şu okulda işte etraflarını çevreleyen “aşılı sürü”den gelen canlı virüslere daha dayanıksız oluyor ve daha çok yakalanıyorlar bu hastalıklara.

“Sürü bağışıklığı” işte bu yüzden yutturmacanın dik alasıdır, her zaman da öyleydi. Halka verilecek asıl hizmet mesajı budur işte.

 

Yazan: S. D. Wells
Orijinal makale: Aşı Fanatiklerinin Dikkatine: Olduğu her CANLI virüs aşısından sonra etrafa virüs “saçan” çocuklarınızı 2 hafta evde tutmanız gerekiyor

 

Polio Aşılarının Kanser Virüsü SV40 ile Kontaminasyonu

Polio Aşılarının Kanser Virüsü SV40 ile Kontaminasyonu

Aşı tarihinin gelmiş geçmiş en ünlü ve nüfuz sahibi bilimadamlarından, Merck firması için kızamık, kabakulak ve kızamıkçık aşılarının geliştirilmesinde rol almış Dr. Maurice Hilleman‘ın verdiği görüntülü bir röportajda başta polio aşısı olmak üzere diğer pekçok aşıda (örn. Sarı Humma aşısındaki lösemi virüsü gibi) ve dönemin polio aşılarında SV40, AIDS ve kanser virüslerinin cirit attığını itirafını izleyin:
Dr Hilleman bu açıklamaları yaparken meslektaşları kahkahaya boğuluyor, belli ki aşılardaki bu ölümcül kontaminasyonu fazlasıyla komik buluyorlar. Polio aşısındaki SV40 virüsünü (ve tabii 40. numaraya geliceye kadar diğer 39 ayrı virüsü) kendi aralarında tartışırken Hilleman’ın meslektaşları, o dönem Sabin’in bu aşısının [SV40 virüsü ile kontamine olduğu bilinmesine rağmen!!] saha çalışması deneyleri Rusya’da yapılmakta olduğundan, “tümörle dolu” Rus atletlere karşı Amerika’nın Olimpiyatları kazanma şansının artmış olacağını(!) söyleyip eğleniyorlar! Bu aşıların kansere yol açacağını biliyorlar! SV40 ile enfekte ettikleri deney farelerinden 2-3 hafta içinde tümör fışkırıyor.

Bu bildirimler öyle komplo teorisi filan değil, bizzat Merck’ün en yetkin aşı bilimadamlarından birinin sözleri. Bu söyleşinin yapıldığı dönemde öyle internet filan yok, bu videonun dolaşıma gireceğini belli ki aklına bile getirmemiş Hilleman. Bunun bilim camiası içinde bir sır olarak kalacağını düşünüyordu herhalde. Bu olayın basına niye yansımadığı kendisine sorulduğunda ise Hilleman, buna “Eh, herhalde gidip bunu anons edecek haliniz yok, bu bilim camiası içinde kalması gereken bilimsel bir mevzu”(!) yanıtını veriyor.

Buradan aşılar üzerinde çalışan bilimadamlarının bu denli önemli bir sorunda bile meslektaşları bilimadamlarını (bu durumda, Sabin) nasıl koruduğunu görebiliyoruz. Tüm kirli sırlar kendi sessizlik çemberlerinin dışına çıkmıyor, aşılarındaki kontaminasyonla ilgili gerçeği halka(!) açıklama gereği duymuyorlar.

Açılışta çok enteresan, Ebola’nın atası olan virüsün de yıllar evvel bir aşı üretim tesisinde salgına yol açtığından bahsediyor.

İzleyiniz.

Polio Aşıları ile İlgili Bilinmeyen Gerçekler

Polio Aşıları ile İlgili Bilinmeyen Gerçekler

Gezegenin en hayırsever(!) işadamı ve dünyanın en zengin özel vakfının [Bill &Melinda Gates Vakfı] sahibi Bill Gates, Hindistan’da polio’nun eradike edilmesi için açılan kampanyaya tam 1.9 MİLYAR dolar bağışlamıştı ve bu uluslararası koordinasyonla yönettikleri programla polio’yu eradike edemediler, ancak pekçok çocuğu eradike etmeyi başardılar!

1988 yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Uluslararası Rotaryenler Derneği, UNICEF ve Amerikan CDC kurumu tarafından kurulan Global Polio Eradikasyon İnsiyatifi adlı kurum, yürüttükleri kampanya ile 2010’da Hindistan’da sadece 42 doğal polio virüsü ile enfeksyion vakası görüldüğünü duyurdu.

Bu başarıya imza atan aşımız OPA, yani ağzıdan damla olarak verilen Oral Polio aşısı.

Önce polio’nun özelliklerini biraz tanımakta fayda var.

  • Polio, kontamine dışkı (kaka) ile temasla (örneğin enfekte olmuş bir bebeğin altını değiştirirken) veya havadaki zerreciklerle, yiyecek veya suyla yayılan bulaşıcı, viral bir hastalık. Virüs vücuda burun ve ağız yoluyla giriyor, buradan barsaklara geçerek inkübe ediyor.
  • Sonrasında, barsaklardan kana geçiyor ve anti-polio antikorları oluşuyor. Çoğu durumda bu noktada virüsün ilerlemesi duruyor ve birey polio’ya kalıcı bağışıklık kazanmış oluyor. [Okonek BM, et al. Development of polio vaccines. Access Excellence Classic Collection, February 16, 2001:1. www.accessexcellence.org/AE/AEC/CC/polio.html#]
  • Birçoğumuz yanlış şekilde polio kapan herkes felç olur veya ölür diye düşünürüz. Bunda elbette devletlerin sağlık birimlerinin bizlere aşılanabilir herhangi bir hastalıkta korkutma amacıyla ÖNCElikle en kötü senaryoyu sunmasının büyük katkı payı var. Ancak, polio enfeksiyonlarının çoğunda ancak birkaç belirgin semptom ortaya çıkıyor. [Volk WA, et al. Basic Microbiology, 4th edition. Philadelphia, PA: J.B.Lippincott Co., 1980:455.]
  • Hatta esasına bakılacak olursa, doğal polio virüsüne maruz kalan kişilerin %95’i salgın durumunda bile hiçbir belirti göstermiyor! [Physician’s Desk Reference (PDR); 55th edition. Montvale, NJ: Medical Economics, 2001:778. ve Burnet, M., et al. The Natural History of Infectious Disease New York, NY: Cambridge University Press, 1972:16.]
  • Enfekte kişilerin sadece %5′inde hafif belirtiler, yani boğaz ağrısı, boyun tutukluğu, başağrısı ve ateş gibi belirtiler görülüyor ki bu da çoğu kez basit bir soğuk algınlığı veya grip teşhisi alabiliyor. [a) Physician’s Desk Reference (PDR); 55th edition. Montvale, NJ: Medical Economics, 2001:778. b) Neustaedter R. The Vaccine Guide. Berkeley, California: North Atlantic Books, 1996:107–8]
  • Kas paralizisinin hastalığa yakalanmış her 1.000 kişide 1 gibi bir oranda seyrettiği tahmin ediliyor [Physician’s Desk Reference (PDR); 55 th edition. Montvale, NJ: Medical Economics, 2001:778. ve Baby Center. The Polio Vaccine (0-12 months). www.babycenter.com/refcap/155.html?CP_bid=]
  • Bu durum bazı araştırmacı bilimadamlarına ‘paralitik polio’ [felç] geliştiren bu az sayıda insanda hastalığa anatomik yatkınlık olabileceğini, nüfusun geri kalan ezici çoğunluğunun ise polio virüsüne doğal olarak bağışık olabileceğini düşündürtmüş. [Moskowitz R. Immunizations: The Other Side.Mothering Spring 1984:36.]
  • Paralitik polio nadiren kalıcı üstelik, çoğu kez felçten tam iyileşme sağlanıyor. [Harry NM. The recovery period in anterior poliomyelitis. British Medical Journal 1938; 1:164–7. ve Ramlow, J., et al. Epidemiology of the post-polio syndrome. American Journal of Epidemiology 1992;136:783.]
  • Birkaç gün içinde kas gücü yerine gelmeye başlıyor ve sonraki 12-24 ay içinde iyileşme devam ediyor. [bkz bir öncekii kaynaklar]
  • Vakaların çok düşük bir yüzdesinde paralizi kalıntısı görülüyor.
  • Çok nadir olarak da solunum kaslarında paralizi nedeniyle ölüm gerçekleşiyor. [bkz. Yukarıdaki kaynak]
  • Tedavi için hastanın yatakta istırahati sağlanıyor ve tutulan uzvun tamamen rahatlaması sağlanıyor. Şayet kişi nefes almakta zorlanıyorsa bir solunum cihazı veya eskilerin ‘demir ciğeri’ kullanılıyor. Gerekirse fizik tedavi uygulanıyor.

Bu arada, polio mevzubahis olduğunda mutlaka yanına iliştiriliverilen demir ciğerlerdeki çocuk fotoğraflarına baktığımızda sanki o dönem herkes felç geçirmiş de demir ciğere sokulmuş sanırız. Hayır, bu resimlerde gösterilen yerler Amerika’daki “referral center”lar, yani ülkenin dört bir yanından solunumda sıkıntısı olanların yönlendirildiği az sayıdaki sağlık merkezinin fotoğrafı bunlar. O dönemde de yollarda polio’dan düşüp ölen çocuklar filan yok yani. Bu da propaganda tekniklerinin en işe yarayanlarında biridir ve yetkililer de bunun gayet iyi farkında.

Polio ile ilgili tarihi ve tıbbi gerçekleri öğrenmek istiyorsanız, Dr. Suzanne Humphries’in sunumuyla şu linkteki videoyu Türkçe altyazılı olarak izleyebilirsiniz. O dönem polio olarak adlandırılan “hastalıklar”ın nedenlerini, daha sonra hangi ayak oyunlarıyla polio’nun eradike edilmiş gibi gösterildiğini ve bugün hala yaşanan felç vakalarına neden artık “polio” denmediğini öğrenebilirsiniz. Videonun özeti denilebilecek yazıya da şuradan ulaşabilirsiniz.

Gelelim dünyanın geri kalanıyla birlikte Türkiye’deki sağlık yetkililerinin de başvuru kaynağı olarak gördüğü, bizlere hep saygın, güvenilir kuruluş olarak gösterilen, Türkiye’deki hekimlere seminerlerde dayatılan propagandanın da kaynağı CDC’nin polio aşılamasıyla ilgili hiç de parlak olmayan siciline…

Örneğin, bizzat kendi websitesinde yaptıkları polio aşılamasıyla yaklaşık 98 milyon Amerikalıya kanserle ilişkilendilmiş maymun virüsü SV40‘yi bulaştırdıklarını tam 50 yıl sonra(!) itiraf ettikleri şu sayfaya bakalım:

Kanser, Simian Virus 40 (SV40) [40 no.lu Maymun Virüsü] Bilgilendirme Sayfası

– SV40, bazı maymun türlerinde bulunan bir virüstür.

– SV40, 1960’da keşfedilmiştir. Kısa süre sonra bu virüs polio aşılarında bulunmuştur.

– Bir bölümü SV40 ile kontamine haldeki polio aşısı 1955’ten 1963’e kadar 98 milyondan fazla Amerikalı’ya bir veya daha fazla(!) doz halinde verilmiştir; 10 ila 30 milyon Amerikalının SV40 ile kontamine aşıdan olmuş olabileceği tahmin edilmektedir.

SV40 virüsü insanlardaki bazı kanser türlerinde tespit edilmiştir, ancak bu kanserlere SV40’nin yol açıp açmadığı tam bilinmemektedir.

– Mevcut bilimsel kanıtlar ağırlıklı olarak SV40 ile kontamine aşının kansere yol açmadığını gösterecek yöndedir; ancak, bunun aksini gösteren bazı araştırmalar da olduğundan bu konuda daha fazla bilimsel çalışmaya ihtiyaç vardır.

– Bugün kullanımda olan polio aşılarında SV40 yoktur. Eldeki mevcut tüm kanıtlar polio aşılarında 1963’ten beri SV40 bulunmadığını göstermektedir

Wikipedia da tabii CDC’den alıntı yapıyor polio aşıları sayfasında, “Kontaminasyona dair kaygılar” başlığı altında. Bakalım ne diyor?

“1955-1963 arasında kullanımda olan iğne şeklindeki polio aşısının (IPV) stoklarında SV40 olduğu tespit edilmiştir. [53] OPV aşısında yoktur. [53] Bir bölümü SV40 ile kontamine haldeki polio aşısı 1955’ten 1963’e kadar 98 milyondan fazla Amerikalı’ya bir veya daha fazla doz verilmiştir; 10 ila 30 milyon Amerikalının SV40 ile kontamine aşıdan olmuş olabileceği tahmin edilmektedir. [53] Daha sonra yapılan analizler, 1980’lerin sonuna kadar eski Sovyetler Birliği ülkelerinde üretilen ve SSCB, Çin, Japonya ve bazı Afrika ülkelerinde kullanılan aşıların kontamine olabileceğini göstermektedir ki bu da yüzlerce milyon kişinin daha SV40 virüsü almış olabileceğini gösterir. [58]”

Bu noktada, aşı tarihinin gelmiş geçmiş en ünlü ve nüfuz sahibi bilimadamlarından, Merck firması için kızamık, kabakulak ve kızamıkçık aşılarının geliştirilmesinde rol almış Dr. Maurice Hilleman‘ın verdiği görüntülü bir röportajda başta polio aşısı olmak üzere diğer pekçok aşıda (örn. Sarı Humma aşısındaki lösemi virüsü gibi) ve dönemin polio aşılarında SV40, AIDS ve kanser virüslerinin cirit attığını itirafını izleyin:

Dr Hilleman bu açıklamaları yaparken meslektaşları kahkahaya boğuluyor, belli ki aşılardaki bu ölümcül kontaminasyonu fazlasıyla komik buluyorlar. Polio aşısındaki SV40 virüsünü (ve tabii 40. numaraya geliceye kadar diğer 39 ayrı virüsü) kendi aralarında tartışırken Hilleman’ın meslektaşları, o dönem Sabin’in bu aşısının [SV40 virüsü ile kontamine olduğu bilinmesine rağmen!!] saha çalışması deneyleri Rusya’da yapılmakta olduğundan, “tümörle dolu” Rus atletlere karşı Amerika’nın Olimpiyatları kazanma şansının artmış olacağını(!) söyleyip eğleniyorlar! Bu aşıların kansere yol açacağını biliyorlar! SV40 ile enfekte ettikleri deney farelerinden 2-3 hafta içinde tümör fışkırıyor.

Bu bildirimler öyle komplo teorisi filan değil, bizzat Merck’ün en yetkin aşı bilimadamlarından birinin sözleri. Bu söyleşinin yapıldığı dönemde öyle internet filan yok, bu videonun dolaşıma gireceğini belli ki aklına bile getirmemiş Hilleman. Bunun bilim camiası içinde bir sır olarak kalacağını düşünüyordu herhalde. Bu olayın basına niye yansımadığı kendisine sorulduğunda ise Hilleman, buna “Eh, herhalde gidip bunu anons edecek haliniz yok, bu bilim camiası içinde kalması gereken bilimsel bir mevzu”(!) yanıtını veriyor.

Buradan aşılar üzerinde çalışan bilimadamlarının bu denli önemli bir sorunda bile meslektaşları bilimadamlarını (bu durumda, Sabin) nasıl koruduğunu görebiliyoruz. Tüm kirli sırlar kendi sessizlik çemberlerinin dışına çıkmıyor, aşılarındaki kontaminasyonla ilgili gerçeği halka(!) açıklama gereği duymuyorlar.

Şimdi CDC’nin polio’daki SV40 kontaminasyonu ile ilgili bildirimlerine dönelim.

Kamuoyuna sürekli “güvenli” ve “etkili” olduğu söylemiyle dayattıkları ve her geçen gün sayısını arttırdıkları aşıların bizzat hastalığa, hatta ve hatta kanser gibi feci bir hastalığa yol açtığının kabulü CDC’nin yaratmaya çalıştığı kurşun geçirmez aşı güvenliği mitine bir de aşı ret hakkını tümden yasaklamak için kampanya yürüttükleri bir zamanda büyük bir halkla ilişkiler darbesi indiriyor.

Peki ama acaba bu SV40 ve polio aşılarıyla sınırlı kalmış talihsiz ve münferit bir olay mıdır yoksa adına da “adventitious viruses” [dışarıdan tesadüfen karışmış olan virüsler] dedikleri, aralarında farelerdeki meme tümörü virüsü gibi “içkökenli retrovirüsler” ve daha bulunmamış nice virüsün olduğu geniş skalada kirletici bugün dahi aşı üretimi için kullanılan ‘seed stock’ (aşı kültürü) ve ‘hücre substrat’larını kirletmeye devam etmekte midir, asıl soru bu. Düşünecek olursak, Hilleman’ın da videoda söylediği gibi SV40 sonuç itibariyle aşılarda buldukları 40. virüsün adı ve bu daha 50 sene önceki vaka. Vaksinolog ve virologlar kimbilir daha hangi gün ışığına çıkmamış hastalık vektörleri buldular aşılarda ve bizim haberimiz bile olmadı!

Üstelik, CDC’nin sitesinde verdiği bilgiler oldukça yanıltıcı. Örneğin CDC diyor ki:

“SV40 virüsü insanlardaki bazı kanser türlerinde tespit edilmiştir, ancak bu kanserlere SV40’nin yol açıp açmadığı tam bilinmemektedir.

Oysa SV-40’nin karsinojenite mekanizması gayet iyi bilinmekte tıp dünyasında. Bu virüs, insanlardaki tümör baskılayıcı p53 proteininin, ki bu protein insan genomunda instabiliteyi ve kanser oluşumunu önlemedeki kritik rolü dolayısıyla “genom muhafızı” olarak tanımlanan bir gen ürünüdür, transkripsiyonel özelliğini düşürüyor. [Read, A. P.; Strachan, T.. Human molecular genetics 2. New York: Wiley; 1999.ISBN 0-471-33061-2. Chapter 18: Cancer Genetics.]

p53 devre dışı kaldığında, programlı hücre ölümü (apoptosis) ve hücre siklusu aresti işlev göremez hale geliyor ve bu da kontrol dışı (ölümsüzleştirilmiş) hücre çoğalışına ve tümör oluşumuna neden oluyor. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler SV40’nin tümör oluşturma özelliğini teyit etmiş durumda [ M Carbone, R Stach, I Di Resta, H I Pass, P Rizzo. Simian virus 40 oncogenesis in hamsters.Dev Biol Stand. 1998 ;94:273-9. PMID: 9776247], ki bu da çeşitli insan tümörlerindeki SV40 mevcudiyetinin kanserle tesadüfi bir korelasyondan ziyade nedensel ilişkisini destekler yöndedir.

[Regis A Vilchez, Claudia A Kozinetz, Amy S Arrington, Charles R Madden, Janet S Butel. Simian virus 40 in human cancers. Am J Med. 2003 Jun 1 ;114(8):675-84. PMID: 12798456

Narayan Shivapurkar, Takao Takahashi, Jyotsna Reddy, Yingye Zheng, Victor Stastny, Robert Collins, Shinichi Toyooka, Makato Suzuki, Gunjan Parikh, Sheryl Asplund, Steven H Kroft, Charles Timmons, Robert W McKenna, Ziding Feng, Adi F Gazdar. Presence of simian virus 40 DNA sequences in human lymphoid and hematopoietic malignancies and their relationship to aberrant promoter methylation of multiple genes. Cancer Res. 2004 Jun 1;64(11):3757-60. PMID: 15172980

Fernanda Martini, Alfredo Corallini, Veronica Balatti, Silvia Sabbioni, Cecilia Pancaldi, Mauro Tognon. Simian virus 40 in humans. Infect Agent Cancer. 2007 ;2:13. Epub 2007 Jul 9. PMID:17620119

Regis A Vilchez, Claudia A Kozinetz, Amy S Arrington, Charles R Madden, Janet S Butel. Simian virus 40 in human cancers. Am J Med. 2003 Jun 1 ;114(8):675-84. PMID: 12798456

P Rizzo, I Di Resta, R Stach, L Mutti, P Picci, W M Kast, H I Pass, M Carbone. Evidence for and implications of SV40-like sequences in human mesotheliomas and osteosarcomas. Dev Biol Stand. 1998 ;94:33-40. PMID: 9776223

D S Schrump, I Waheed. Strategies to circumvent SV40 oncoprotein expression in malignant pleural mesotheliomas. Semin Cancer Biol. 2001 Feb;11(1):73-80. PMID:11243901

Khaled Amara, Mounir Trimeche, Sonia Ziadi, Adnene Laatiri, Mohamed Hachana, Badreddine Sriha, Moncef Mokni, Sadok Korbi. Presence of simian virus 40 DNA sequences in diffuse large B-cell lymphomas in Tunisia correlates with aberrant promoter hypermethylation of multiple tumor suppressor genes. Int J

S G Fisher, L Weber, M Carbone. Cancer risk associated with simian virus 40 contaminated polio vaccine. Anticancer Res. 1999 May-Jun;19(3B):2173-80. PMID: 10472327

Kristin K Deeb, Aleksandra M Michalowska, Cheol-Yong Yoon, Scott M Krummey, Mark J Hoenerhoff, Claudine Kavanaugh, Ming-Chung Li, Francesco J Demayo, Ilona Linnoila, Chu-Xia Deng, Eva Y-H P Lee, Daniel Medina, Joanna H Shih, Jeffrey E Green. Identification of an integrated SV40 T/t-antigen cancer signature in aggressive human breast, prostate, and lung carcinomas with poor prognosis. Cancer Res. 2007 Sep 1;67(17):8065-80. PMID:17804718

Giuseppe Barbanti-Brodano, Silvia Sabbioni, Fernanda Martini, Massimo Negrini, Alfredo Corallini, Mauro Tognon. Simian virus 40 infection in humans and association with human diseases: results and hypotheses. Virology. 2004 Jan 5;318(1):1-9. PMID:15015494

CDC’nin ayrıca SV40 virüsünün kansere sebebiyet verdiğinin henüz kanıtlanmamış olmadığını söylemesi de yanıltıcı, zira hangi kanser türü olursa olsun bunun tek bir sebepten kaynaklandığı zaten söylenemez. SV40’nin birtakım tümörlerin patojenezinde eşetkenlerden biri olduğu gayet iyi biliniyor:

[Fang Qi, Michele Carbone, Haining Yang, Giovanni Gaudino. Simian virus 40 transformation, malignant mesothelioma and brain tumors. Expert Rev Respir Med. 2011 Oct ;5(5):683-97. PMID: 21955238 ve Lynn M Crosby, Tanya M Moore, Michael George, Lawrence W Yoon, Marilyn J Easton, Hong Ni, Kevin T Morgan, Anthony B DeAngelo. Transformation of SV40-immortalized human uroepithelial cells by 3-methylcholanthrene increases IFN- and Large T Antigen-induced transcripts. Cancer Cell Int. 2010;10:4. Epub 2010 Feb 23. PMID: 20178601].

O yüzden de baştan savmacı bir şekilde hiçbir alakasının olmadığı izleniminin verilmesi veya etkisinin minimize edilmeye çalışılması yanlış.

CDC: “Eldeki mevcut tüm kanıtlar polio aşılarında 1963’ten beri SV40 bulunmadığını göstermektedir.”

Acaba öyle mi? 2005’te, Cancer Research (Kanser Araştırmaları) dergisinde şu başlıkla bir makale yayımlandı: “Bazı oral polio aşıları 1961’den sonra enfeksiyöz SV-40 ile kontamine olmuştur.” [ Rochelle Cutrone, John Lednicky, Glynis Dunn, Paola Rizzo, Maurizio Bocchetta, Konstantin Chumakov, Philip Minor, Michele Carbone. Some oral poliovirus vaccines were contaminated with infectious SV40 after 1961. Cancer Res. 2005 Nov 15 ;65(22):10273-9. PMID:16288015#]

Bu çalışmanın yapılmasındaki amaç ise insanlarda görülen çok sayıda tümörde SV40’ye rastlanmış olması ve DSÖ’nün 2000 yılında, 1961’den sonra üretilmiş polio aşılarının test edilmesi yönünde tavsiye kararı yayımlamış olmasıdır. Yapılan testlerde, doğu Avrupa’dan büyük bir üreticinin (EEVM) 1960’ların başından aşağı yukarı 1978’e kadar ürettiği ve dünya çapında kullanılmış olan aşılarında SV40 virüsü bulunmuş. 3 ayrı teknikle yaptıkları testlerde EEVM’de 2 ayrı enfeksiyöz SV40 suşu bulmuşlar.

Araştırmacıların bu bulguyla ilgili yorumu şöyle:

“Test ettiğimiz EEVM numuneleri 1966 ve 1969 yıllarında üretilmiş olduğundan en azından o döneme kadar bazı polio aşılarının SV40 ile kontamine olduğunu göstermiş bulunuyoruz. Test edilen EEVN aşı numuneleri (Tablo 1), 1978’e kadar kullanımda kalan aynı ‘tohum virüs’ten üretilmiş aşılar olup belli ki SV40’den temizlemek için başka herhangi bir saflaştırma işlemi (pürifikasyon) yapılmadığı görülmektedir. Dolayısıyla, 1978’de yeni bir ‘tohum virüs’e geçilinceye kadar üretilmiş EEVM aşılarının SV40 barındırdığı düşünülebilir. Sözkonusu tohum virüsü veya bundan üretilmiş aşılarla ilgili bilgi mevcut değildir. Bu yüzden, elde ettiğimiz verilerden yola çıkarak EEVM aşılarının tam olarak ne zaman SV40’den arındırılmış olduğunu tespit edebilmiş değiliz, ancak bunun DSÖ’nün sağladığı ve testlerimizde temiz çıkan tohum virüsü stoğunun kullanılmaya başlandığı 1980’li yıllara tekabül ettiğini söylemek mümkün.”

 

Bu noktada, bugün hala Türkiye’de kullanımda olan oral polio aşılarının (OPA) Amerika’da gayet iyi bilinen tehlikerinden dolayı kullanımdan kaldırıldığını ve yerine iğne şeklindeki inaltive edilmiş (öldürülmüş) aşılara (IPV) geçildiğini belirtelim.

1961’den beri görülen polio salgınlarının neredeyse tümü oral polio aşısından kaynaklanmıştır. – IPV aşısının mucidi Jonas Salk’un Amerikan senatosu altkomitesine verdiği ifadede geçen itiraftır.

Amerika gibi gelişmiş ülkelerde 1973’ten beri doğal polio virüsünden ziyade bizzat aşı (OPA) yüzünden gelişen polio vakaları nedeniyle paralizi (aşıya bağlı polio paralizisi/vaccine-associated polio paralysis/VAPP) ortaya çıktığı tıp literatürüne geçmiş durumda [ Strebel PM, Sutter RW, Cochi SL, et al. Epidemiology of poliomyelitis in the United States one decade after the last reported case of indigenous wild virus-associated disease. Clin Infect Dis 1992;14:568-79.]. Hatta bu yüzden, CDC’ye bağlı Amerikan ‘Bağışıklama Uygulamaları Danışma Kurulu’ (ACIP), 2000 yılında OPA’yı tamamen kullanımdan kaldırıp IPV aşısına geçiyor. Daha sonra 2004’te de CDC çıkıp bakın ne güzel, yaptığımız bu aşı değişikliğiyle artık aşıdan kaynaklanan polio vakası görmüyoruz, bu Amerika’da halk sağlığı adına büyük bir başarıdır(!) açıklaması yapıyor, kendi kendini tebrik ediyor! Hakikaten devletin 1990’dan 2003’e kadar olan verilerine bakılınca, Amerika’da en son görülen aşıya bağlı polio vakasının 1999’da olduğu görülüyor.

Peki ama, 30 yıl boyunca bu zayıflatılmış canlı virüs aşısının, bizzat aşıyı olmuş kişilerde ve etraflarındaki temaslı kişilerde SHEDDING dediğimiz, dışarıya canlı organizma yayma yoluyla polio’ya yol açtığı bilinmesine rağmen(!) devlet neden ısrarla bu aşıyı önermiş?

Cevap: Temas bağışıklığı! (Contact Immunity)

Canlı ve zayıflatılmış virüs aşılarını olan kişilerin dışkıları veya vücut sıvılarıyla temas eden aşılanmamış kişilerin bu yolla “bağışıklanması” sağlanıyor.

Ve devlet, 30 sene boyunca halka ‘çocuğunuzun olduğu aşıdan polio kapabilir ve bazı durumlarda felç olabilirsiniz” bilgilendirmesini yapmadan(!), kendi aklınca bebekler vasıtasıyla toplumdaki yetişkin popülasyonu da pasif olarak bağışıklıyor!

Ucuz ve uygulanması kolay olmasının yanında OPA’nın en büyük tercih sebebi işte bu! ‘Aydınlatılmış rıza’ hakkını çöpe atabilirsiniz, sizin bilginiz dahi olmadan devlet sizi bağışıklıyor! OPA ile aşılanmış bebeğinin altını değiştirirken polio kapıp felç geçiren yetişkinlere defalarca tazminat ödediklerini Amerika’nın bizim gibi ülkelerde yaşayan halk biliyor mu? HAYIR.

CDC’nin polio aşısı ile ilgili bilgilendirme metnine bakalım:

“Bir doz OPA almış çocukların dışkısından 6 haftaya kadar aşıdaki canlı polio virüsü yayılabiliyor [SHEDDING]. Maksimum ‘shedding’, aşılamadan sonraki 1-2 hafta içinde görülüyor, özellkle de de ilk dozdan sonra oluşuyor bu. Aşıyı olan bireylerden, bunlarla temas halindeki kişilere aşı virüsü geçebiliyor. Aşılı kişinin kakasıyla temas eden bireyler aşı virüsü ile enfekte olabiliyor.“

Bu aşıları olmuş kişilerle temas eden kişilerin %25’inin(!) bu yolla “bağışıklandığını” belirtiyor meşhur Paul Offit (for profit). [Offit, Paul A. (June 2010). “Polio Vaccine”. The Children’s Hospital of Philadelphia. Retrieved 18 August 2010.] Ancak pasif yolla kazanılmış bu bağışıklığın, sürü bağışıklaması ile korumaya çalıştıklarını iddia ettikleri vücut mukavemeti düşük, bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde çok ağır, hatta ölümcül sonuçlara yol açabileceğini halka söyleme gereği duymuyorlar!

ACIP’in 2000’de terk ettiği bu tehlikeli aşı (OPA), bugün 3. dünya ülkeleri ile birlikte Türkiye’de de kullanılıyor.

Durum şu; bugün Türkiye’deki insanlar üzerinde bu aşıyla gizli ve hukuksuz bir “temas bağışıklığı deneyi” yürütülüyor. Sağlık Bakanlığı’nın OPA aşılamasının bu yönü ile ilgili kamuoyuna hiçbir açıklaması olduğunu zannetmiyorum. Bilen, duyan varsa lütfen göstersin. O zamana kadar, devlet halkı üzerinde yürüttüğü bu uzun süreden beri devam eden deneyde insanları kobay faresi yerine koymaya devam edecek!

Bugün Türkiye’de çocuklar 2 yaşın altında DaBT-IPA-Hib 5’li karma aşı ile tam 4 doz Inaktive polio aşısı, bunun üzerine 6. 18. aylarda 2 doz da OPV aşısı oluyorlar! [http://www.asidunyasi.com/bagisiklama/saglik-bakanligi.aspx]

E peki 2013’ün sonunda, Suriye’deki küçük çaplı polio salgınını bahane edip Sağlık Bakanlığı Türkiye genelinde 5 yaş altı çocuklara 2 doz daha OPA uygulama kararı almadı mı?! [http://www.medimagazin.com.tr/ana-sayfa/guncel/tr-cocuk-felcine-karsi-5-yas-alti-cocuklara-ek-asi-yapilacak-1-11-54483.html]

Toplumdaki genel kanı ne? IPV için çok uzun süre, OPA için de muhtemelen ömür boyu koruyor diye biliyoruz, değil mi? Öyleyse bizim Sağlık Bakanlığı 2 yaş altında toplam 6 doz polio aşısı olmuş çocukların 5 yaşına kadar bile korunmayacağını mı düşünüyorlar yoksa, bu kadar mı güvensizler bu ömür boyu koruyan aşılarına karşı?! Yoksa 6 doz verdikleri aşı 3 sene bile korumazken bir 7.si veya 8.isi mi koruyacak?!

Hemen CDC aşı bilgilendirme formunda tam olarak ne yazıyor bir de ona bakalım:

IPA, OPA’ya göre daha az lokal mide-barsak bağışıklığı sağlıyor gibi gözüküyormuş, o yüzden IPA alanlar OPA alanlara oranla doğal polio virüsünü kapmaya daha müsaitmiş.

E bizim çocuklar ikisini de oluyor, 4 ondan 2 bundan? CDC’ye göre de bu şekilde aşılanan çocuklar polio için komple aşı dizini almış sayılıyormuş? Madem bağışıklar artık, daha neden ek doz alıyorlar?

IPA’nin sağladığı bağışıklığın süresi kesin olarak bilinmiyormuş?! Ancak, önerilen tüm dozlar [4 doz] alındığı takdirde uzun yıllar koruduğu tahmin ediliyormuş?!

OPA için ise poliovirüsüne karşı bağışıklık sağlamada son derece etkili diyor CDC. OPA’nin tek dozu, aşılananların %50’sinde her 3 virüs tipine de “bağışıklık” oluşturuyormuş [burada bağışıklık kazandırmanın, kendilerince belirledikleri bir oranın üzerinde antikor üretimi anlamına geldiğini hatırlatalım; yani, tutup aşıyı olan kişiyi doğal virüse maruz bırakıp bu kişi gerçekten hastalığı kapıyor mu kapmıyor mu diye bakılmıyor, sadece aşıyı vurduk, ne kadar antikor oluştu diye bakılıyor! Antikor mevcudiyetini bağışıklık manasına gelmediği ise tıpta uzun yıllardır bilinen bir olgu aslında!]

3 doz alanların %95’inden fazlasının her 3 virüs tipine “bağışıklandığı”nı tespit etmişler. Diğer canlı virüs aşılarında olduğu gibi, oral polio virüsü aşısı da MUHTEMELEN kişiye ömür boyu bağışıklık kazandırırmış. OPA ayrıca mükemmel barsak bağışıklığı sağlarmış, bu da sizi doğal virüsle enfeksiyondan korurmuş.

CDC, bilgilendirme formundaki bunca bilgi için topu topu 5 referans göstermiş, şaşılacak şey, 5’i de yine CDC’nin kendi sitesinden.

Oysa aşı etkinliği/koruma süresi için burada verilen bildirimlerin geçerliliğini, doğruluğunu araştırmak isteyenler için bu bilgilerin hangi aşı üreticisinin kaç kişi üzerinde, ne kadar süreyle yaptığı deneylerin sonuçlarına dayandığını belirtmesi gerekmez miydi? Belli ki hayır.

CDC’nin bilgilerini bizzat biz kaynağına giderek araştıralım bakalım neler çıkıyor?

CDC’nin formunda Amerika’da Sanofi-Pasteur‘ün IPOL adlı IPV aşısının kullanımda olduğu yazılmış. Aşı her üç tipini ihtiva ediyor polio virüsünün, pek güzel. Virüsler maymun böbreği doku kültüründe büyütülmüş (Vero cell line) ve formaldehidle inaktive edilmiş! Hilleman’ın videosunda maymunlar ve ihtiva ettikleri sayısız virüsle ilgili kısmı bir daha izleyin derim bu noktada. Hani şu FDA’in kanserojen maddeler klasmanına aldığı formaldehid’in yanısıra daha mı neler var aşıda; koruyucu olarak 2-phenoxyethanol (antifriz etken maddesi!) ve eser miktarda neomycin, streptomycin ve polymyxin B. Ne güzel, bebekler aşılarla hayatlarındaki ilk antibiyotik turlarını da almış oluyorlar böylelikle!

Bakalım üreticinin bilgilendirme formu ne diyor aşılarının etkinliği (vurulduktan sonra kişiyi hastalıktan koruma gücü (efficacy) hakkında:

Ve fakat o da ne? Firma bu bilgileri vermemiş bile. Onun yerine verilen bilgilere geçmeden önce “effectiveness” ve “efficacy” terimleri arasındaki ayrımı da bu noktada bilmemiz gerekiyor.

İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü , İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Gülbin Gökçay anlatmış bizlere bu ayrımı:

Aşının koruyuculuğu (Vaccine efficacy): İdeal koşullarda aşının yarattığı koruyucu etki;

Aşının etkinliği (Vaccine effectiveness): Saha uygulamalarında aşının yarattığı koruyucu etki

Aşı prospektüsünde şu bilgilere yer verilmiş:

İnaktive polio virüsü aşısı, virüsün her üç tipine de nötralize edici antikor üretimi sağlar ki bu da koruyucu etkiyle alakalıdır.

Ve

ABD’de aşı için onay, aşının sağladığı immünojenesite [bağışıklık sağlayıcılık] ve güvenlik profiline bakılarak verilmiştir.

İmmünojenesite dediğimiz şey basit bir şekilde, vücudumuzun yabancı bir maddeyi tespit edebilme ve buna bağlı olarak immün yanıt oluşturabilme kapasitesidir oysa.

Üretici firmanın verdiği serokonversiyon oranları da şöyle:

Yapılan çalışmalara göre, hayatın ilk yılında aşıdan 2 doz alan bebeklerde, tespit edilebilir serum nötralize edici antikor (nötralize edici titer ³1:4) için seroprevelans oranları (Virüs tip 1 için) %88 ila %100 arasında; (Virüs tip 2 için) %84 ila %100 arasında; ve (virüs tip 3 için) %94 ila %100 arasındadır.

* Serokonversiyon denilen şey kanda antikor bulunması demek, bunların hastalığı önlemesi demek değil.

Ve can alıcı nokta .. IPOL aşısı için tedavülden kaldırılan, geri çekilen 1950’nin Salk aşısı verileri kullanılmış!

Yukarıdaki bildirimler için verilen referanslara baktığınızda gördüğümüz şey şu:

8. Salk J, et al. Antigen content of inactivated poliovirus vaccine for use in a one- or two-dose regimen. Ann Clin Res 14: 204-212, 1982

9. Salk J, et al. Killed poliovirus antigen titration in humans. Develop Biol Standard 41: 119-132, 1978

10. Salk J, et al. Theoretical and practical considerations in the application of killed poliovirus vaccine for the control of paralytic

poliomyelitis. Develop Biol Standard 47: 181-198, 1981

11. Unpublished data available from Sanofi Pasteur SA

12. Unpublished data available from Sanofi Pasteur Inc.

SONUÇ: eIPV (veya IPOL)’ün koruyucu etkisi, kör ve kontrollü bir deneyle bilimsel olarak gösterilebilmiş değil! Aşının etkinliği (sahada sizi ne kadar koruyacağı) bilinmiyor!

Bırakmayalım IPOL prospektüsünü ve devam edelim. Şöyle deniyor:

Poliovirüsü enfeksiyonlarının %90 ila %95’i asemptomatikdir [belirtisiz seyreder]. Enfeksiyonların %4 ila %8’inde düşük ateş ve boğaz ağrısının eşlik ettiği non-spesifik hastalık (hafif hastalık) oluşur.

Peki Illinois Tıp Dergisi’nin “Polio Aşılarının Mevcut Durumu” adlı makalesinde ne deniyor:

Polio enfeksiyonu ile klinik hastalık arasındaki farkı ortaya koymamız gerekir. Burada kullanılması gereken prototip, bildirimi yapılması gereken klinik tüberküloz hastalığına karşı, tüberkülin reaktörünün enfeksiyona işaret ettiği tüberküloz enfeksiyonudur. Bilinen her bir paralitik polio vakasına karşı elimizde yaklaşık bin adet subklinik polio enfeksiyonu vardır. Bu subklinik polio enfeksiyonları, yetişkinlerde yüksek orandaki doğal bağışıklığı gösterir. Günümüzdeki aşı problemini anlamada en önemli faktör, hastalık ortaya çıksa da çıkmasa da barsaklarda enfeksiyon yaşanabilecek olmasıdır.”

Ve şöyle devam ediyor makale:

“Öldürülmüş [inaktive] aşı teorisi şu şekildedir: dolaşımdaki yeterli miktarda antikor, poliovirüsünü merkezi sinir sistemine ulaşmadan nötralize edecektir. Öldürülmüş aşılarla ilgili yaşanan en büyük hayal kırıklıklarından biri de kan dolaşımındaki antikorların tek başlarına alimenter enfeksiyona [sindirim sistemindeki enfeksiyona] karşı koruma sağlamıyor oluşudur. Ancak ve ancak alimenter enfeksiyonu lokal immünite takip ettiği takdirde hastalığa karşı daha tutarlı bir bağışıklık sağlayabiliriz.”

Buraya kadarki bilgileri bir özetleyelim, neler öğrenmişiz:

1. Polio aşı üreticileri aşılarının etkinlik değerini bundan 60 sene önce yapılmış, bilimsel araştırma derecelendirme kriterlerine göre “düşük kalite” kabul edilen 2 veya 3 ‘observational study’ (gözlem çalışması)’na dayandırıyor, kendi aşı deneylerinin sonucunu nedense(!) yayımlamıyormuş!

2. Amerika’da kullanılan Sanofi-Pasteur’ün IPOL aşısının gerçek hayatta kişiyi poliodan ne derece koruyacağı bilinmiyormuş!

3. Buna rağmen “güvenilir kaynak” CDC, bu aşı için uzun süre korur herhalde diyormuş!

4. Kanda virüse özel antikor mevcudiyeti kişinin hastalığa karşı korunduğu manasına gelmiyormuş,

5. OPA aşısından kişi bizzat polio kapabiliyor ve felce uzanan tablolar görülebiliyormuş.

6. Hem IPA hem de OPA ile aşılanan kişiler polio virüsünü temaslı kişilere bulaştırabiliyor ve burada da ağır hastalık tablosu ile karşılaşılabiliyormuş.

7. Shedding riskini, bugün 6 dozluk polio aşılaması yürüten sağlık görevlilieri danışanlarına yükümlü oldukları halde(!) bildirmiyormuş.

8. Türkiye devleti, tıpkı Amerika gibi halkı üzerinde etkinlik ve güvenliği kanıtlanmamış polio aşıları ile büyük çapta deney yürütüyormuş.

Güvenilir kaynak CDC’nin eteğinden başka hangi taşları dökmüş olduğuna bakalım çabucak:

2012’de CDC, “Aşı kaynaklı polio virüsleri hakkında güncelleme – dünya çapında, Nisan 2011-Haziran 2012” başlıklı bir basın açıklaması yapıyor. Açıklama şu şekilde:

“1988’de Dünya Sağlık Asemblesi dünya genelinde polio’yu eradike etme kararı almıştır. Polio eradikasyonu için kullanılagelmiş en büyük araçlardan biri canlı, attenüe (zayıflatılmış) oral polivirüsü aşısıdır (OPA). Maliyeti düşük bu aşı ağızdan kolaylıkla uygulanabilmekte, aşıyı alanları doğal polio virüslerine (DPV) dirençli hale getirmekte ve sağladığı dayanıklı hümoral bağışıklıkla paralitik hastalığa karşı uzun vadeli koruma sağlamaktadır. Buna karşın, ‘aşıya bağlı paralitik poliomiyelit’ (VAPP-vaccine-associated paralytic poliomylitis) vakaları hem OPA’yı almış bağışıklık sistemi normal düzeyde çalışan kişilerde hem bunların temaslı olduğu kişilerde hem de bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde görülebilmektedir. Ayrıca, OPA aşısı kapsayıcılığının düşük olduğu bölgelerde ‘aşı kaynaklı polio virüsleri’ (VDPVs – vaccine-derives polioviruses) ortaya çıkarak polio salgınlarına yol açabilmekte ve immün yetersizliği olan kişiler bu virüsleri yıllarca replike edebilmektedir.” (vurgular bana ait)

Devam ediyor CDC:

Aşı kaynaklı polio virüsleri insanlarda paralitik polio’ya [felç] yol açabildiği gibi bu virüslerin sirkülasyonda kalma potansiyelleri de mevcuttur. AKPV’ler biyolojik bakımdan doğal polio virüslerine (DPV’leri) benzer ve çoğu ‘aşıya bağlı polio virüsü’ izolatından farkları, uzun süreli replikasyon veya transmisyonla uyumlu genetik özelliklere sahip olmalarıdır. AKPV’ler ilk defa poliovirüsü izolatlarının sekans analizleri [DNA dizim analizi] yapılmak suretiyle tespit edilmiştir.”  (köşeli paraztezle verilen bilgiler ve vurgu bana aittir)

Şimdi, CDC, aşılama ile ilgili bu probleme nasıl bir çözüm önerisi getiriyor dersiniz? Tahmin ettiğimiz gibi, aşıya bağlı felç vakalarını ve virülan aşı virüslerinin yayılmasını engellemek için CDC’ye göre çözüm, ‘kitlesel halde aşılama’!

Aynen şöyle diyorlar:

“Aşı kaynaklı polio virüsünün ortaya çıkışını ve yayılmasını önlemek için tüm ülkeler, her üç polio virüsü serotipine karşı yüksek aşılama oranı sağlamalıdır.”

İmmün yetersizliği bozuklukları, vücudun bağışıklık yanıtında azalma olması veya hiç yanıt oluşmaması durumunda ortaya çıkıyor. Bir başka deyişle, dünya genelinde devletler aktif olarak, milyonlarca hasta ve immün yetersizliği bulunan çocuğa aşı-kaynaklı-polio geçirteceğini bildikleri bir aşıyı dayatıyorlar! 

Şimdi, yeniden bıraktığımız yerden, Bill Gates’in, Hindistan’da ilahlaştırılan Bollywood aktörleri ile elele yürüttüğü polio eradikasyon programının gerçeklerinden devam edelim.

Dünya genelinde devletler kitlesel aşılamalarını daha etkin yürütmek için Bill ve Melinda Gates’in vakfına tam destek sağlıyor. Çünkü bu vakfın hedefi gezegenden polio’yu temizlemek. Ancak Gates bell ki bu gözü dönmüş aşılama programlarıyla, immün yetersizliği bulunan veya hasta onbinlerce çocuğa bizzat bu aşılardan polio geçirteceğinden bihaber. Ya da bunu işin maliyeti hesabına yazıyor kendi fayda/zarar çetelesinde! Gates, hertürlü işini bırakmış, Bollywood aktörleriyle aşı halkla ilişkiler kampanyaları yürütmekle meşgul.

2010’da Polio Global Eradikayon İnisiyatifi’nin Hindistan’da sadece 42 doğal polio vakası bildirdiğini büyük fun-fare’le açıkladığından bahsetmiştik. Bu yıldızlı aferinlik başarı öyküsünün üstünü şöyle bir kazıyınca bakalım altından hangi korkunç gerçekler çıkıyor.

Hindistan’daki halk sağlığı yetkilileri, her yıl 100 ila 180 çocukta ‘aşıya bağlı polio paralizi’nin (VAPP) görüldüğünü tahmin ediyor. Demek ki, yılda 100-180 aşı kaynaklı felç vakası, doğal polio vakalarının nereden baksanız 3 veya 4 katı üzerinde! Hadi diyelim PGEİ görülmekte olan doğal polio ve aşıya bağlı polio vakalrını düzgün rapor ediyor, yine de ardında Birleşmiş Milletler altında çalışan UNICEF, Amerikan CDC’si, Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlar olan PGEİ gibi bir kuruluşun, yürüttüğü “bağışıklama” kampanyasının gerçek hayattaki etkilerini iyisiyle ve kötüsüyle bildirmesi gerekmez mi başarısını kendi kendine kutlamadan önce? Her Allah’ın yılı aşıya bağlı paralizi geliştiren düzinelerce Hintli çocuk için PGEİ’nin Hindistan’ı nerdeyse “polio’suz” ilanı hem samimiyetten uzak hem de polio’yu doğal bir hastalık vektöründen çıkartıp insan eliyle yaratılmış (İATROJENİK) bir hastalığa dönüştürmelerindeki rollerini minimize etme çabasından, ortadaki bariz suçlarını örtbas etme gayretinden başka bir şey değildir.

Önümüzdeki vahim tablo böyleyken yine, bu halk sağlığı “uzman”larının verdikleri rakamlara biraz daha yakından bakmak istediğimizde tablo daha da vahimleşiyor.

Oxford Journal’ın Clinical Infectious Diseases dergisine göre görülen vakalar bu bildirilenlerin çok üzerinde. Dergide şöyle deniyor:

“2005 yılında, ABD’nin küçük bir köyünde çocukların aşı-kaynaklı polio kaptıkları bildirildi. 70‘ten fazla vaka bildirimi de Nijerya‘da var. 2006’da, Hindistan Tıp Birliği İmmünizasyon altkomitesi’nin Polio Eradikasyon İnisiyatifi raporuna göre Hindistan’da 1600 aşı-kaynaklı polio görüldü. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, bildirilen bu vakaların, çoklu kereler OPV aşısının uygulandığı kitle aşılama kampanyaları esnasında bildirilmiş olmasıdır. 2008’de Pakistan’dan, çoklu kereler OPA aşısı uygulamasının yapıldığı kitle aşılama kampanyalarının devam ettiği tüm illerden pekçok polio vakası bildirimi alınmıştır.”

Yıllar geçtikçe rakamlar da giderek artıyor ve kısa süre önce yayımlanan bir makaleye göre aşıdan polio kapan çocukların sayısı artık epidemik boyutta.

Neetu Vashishi ve Jacob Puliyel’in Medical Journal of Medical Ethics (Tıp Etiği Dergisi)’nde yayımlanan makalelerinde şöyle deniyor:

“… Hindistan’da bir yıldır polio görülmezken, ‘non-polio akut flask paralizi’ (NPAFP) vakalarında korkunç bir artış gözlemlenmiştir. 2011’de bu rakamlara fazladan bir 47,500 yeni NPAFP vakası daha eklenmiştir. Klinik açıdan polio paralizisinden farksız, ancak 2 kat daha ölümcül olan NPAFP’nın insidansı, alınan oral polio aşı dozuyla doğrudan orantılıdır. Bu veriler polio sürveyans sisteminde kayıtlı olmasına rağmen konuyla ilgili hiçbir soruşturma yürütülmemiştir. Tıbbın ‘primum-non-nocere’ [öncelikle zarar vermeyeceksin] ilkesi çiğnenmiştir.

Aşıdan kaynaklanan polio vakalarıyla ilgili bildirimlerin sayısı bunca yüklüyken bir yerlerde birilerinin bu yıkımı durdurmaya çalışmasını beklersiniz ancak boşuna. Aşı programını durdurmak şöyle dursun, Bill Gates adlı “hayırsever” kişiliği bir dizginleyen çıkmadığı gibi dünya genelinde devletler dilediğini yapması için bu adama yeşil ışık yakmış gözüküyorlar.

Aşı-kaynaklı polio geçiren çocuklardan birçoğu hayatını kaybedecek. Bu polio eradikasyonu filan değil, düpedüz Hintli çocuk eradikasyonudur! Gayet net! Siz bir hastalığı eradike edeyim derken yerine bir başka hastalığı koyuyorsanız bu eradikasyon filan değildir. Hastalıksız, sağlıklı çocuklar görüyorsak ortada ancak eradikasyondan bahsedilebilir!

Hindistan’da yaşananlara bakarak insan Türkiye’de geçtiğimiz seneden beri uygulanan toplu ve çoklu OPA aşılamalarının gerçekte ne gibi olumsuz sonuçlar yarattığını merak ediyor. Türkiye’de acaba polio sürveyansı ne durumda, bilmiyoruz. Çünkü Sağlık Bakanlığı’nın kamuoyuna bu yönde bilgilerndirici hiçbir açıklaması yok!. 6 doz polio aşısının üzerine ek OPA aşılarını alan çocuklarda acaba bu adına polio değil de bambaşka bir ad, ‘flask (geçici) paralizi’ veya “non-polio akut flask paralizi” denilen ama polio’dan farksız olan kaç vaka var acaba?

 

Hokus Pokus ve işte Polio “YOK” – Video (Türkçe Altyazılı)

Hokus Pokus ve işte Polio “YOK” – Video (Türkçe Altyazılı)

Polio’nun (çocuk felci) tarihi gerçeklerine dair sunumunu izeyeceğiniz Dr. Suzanne Humphries, klasik tıp eğitimi almış bir iç hastalıkları ve nefroloji hekimi. Üniversitede ‘Kuramsal Fizik’ öğreniminin ardından bir biyokimya laboratuvarında 2 yıl süreyle araştırma teknisyenliği şefliğini yürütmüş ve ardından tıbba yönelerek 1993 yılında Temple Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş. Bronx NY’deki 3 yıllık staj döneminde Sosyal Tıp alanında kendini geliştirmiş. Bu noktada Dr Humphries birinci basamak sağlık hizmetlerindeki (aile hekimliği/pratisyen hekimlik) yetersizlik ve kusurların daha da farkına varmış, hekimlere verilen eğitimin ağırlıklı olarak ilaç yazıp hastalık avlamaya sevk edici olduğunu gözlemlemiş. Bu yaklaşıma rağmen hastaların gitgide daha hasta hale geldiğini, bunun ise beraberinde daha da fazla ilaç kullanımına yol açtığını ve sonunda da hastalarda dejeneratif hastalıkların ortaya çıktığını görmüş. İnsanlarda kronik hastalıklar yaratan bu sistemin bir parçası olmak istemediğinden, allopatik tıbbın diğer ucunda, Nefrolog olarak çalışmaya karar vermiş, 14 yıl boyunca böbrek hastalıkları dalında klasik tıbba hizmet ettikten sonra allopatik (klasik) tıbbın toplamda ne denli başarılı olduğuna dair perspektifi daha da gelişmiş, yerine oturmuş. Dr. Humphries, allopatik tıbbı ‘kullanımda aşırıya kaçılmış’ bir sistem olarak görüyor, yani daha ilk basamak hekimlikte karşılaşılan hertür hastalık veya belirtide gözü kapalı uygulanan tedavi yöntemi ve ilaçların çoğu kez kronik hastalıklara kapı araladığını düşünüyor. Kendisi 4 yıldır homeopati öğrencisi ve lisanslı homeopat hekim olma yolunda çalışmalarını neredeyse tamamlamak üzere.

Roman Bystrianyk ile birlikte kaleme aldıkları Dissolving Illusions adlı kitabında, enfeksiyonel hastalıklarda yaşanan düşüş ve insan ömrünün uzamasında tıbbi gelişmeler ve aşıların iddia edildiği gibi en önemli faktör olmadığını bilimsel literatürden yayınlar eşliğinde ortaya koyuyor.

 

 

 

Screenshot from 2014-01-10 15:14:00

Hokus Pokus ve işte Polio “YOK” – Video (Türkçe Altyazılı)

Polio’nun Gerçek Tarihi – Dr. Suzanne Humphries

Screenshot from 2013-11-24 16:20:29“Toplu aşılama programı insanları gütmeye temayüllüdür. İnsanlar sığır veya koyun sürüsü değildir oysa. Sürü gibi güdülmemeleri gerekir. Toplu aşılama programı doğası gereği problemi fazlasıyla baside indirgemek ister hep; faydalarını abartır; doğabilecek tehlikeleri minimize eder ve hatta tümden yok sayar; bilimsel düzeyde belirli bir ihtiyatla yükseltilmiş karşıt sesler istemez karşısında ve mümkünse bunları susturur; ortada bir neden yokken bir acil durum havası yaratır; vatandaşları öyle bir şevke getirir ki neredeyse sabırsızlanırlar, hatta tahammülleri kalmaz aşıyı beklemeye; karantina durumunda devletin kolluk güçlerinin yetki sınırını fazlasıyla aşmasına olanak verir; kompleks olayları baside indirger; itibarsızlaşmış bir aşıyı tutar yıllar yılı savunmaya ve desteklemeye devam eder;… dürüst ve aydınlatılmış rıza konseptini alaya alır.[1]

Aşı konusunda kafa karışıklığı had safhada, özellikle de okudukları fakülteye itimadı tam, beyni yıkanmış doktorlar arasında. Bakıyorsunuz hiçbir şeyden haberi olmayan halk da bu doktorlara güveniyor…işin en doğrusunu tıpçılar bilir çünkü, öyle değil mi? Hem doktorlar da iyi insanlar sonuçta, bizim iyiliğimiz için çalışıyorlar. Doğrudur. Bir zamanlar ben de medikal sistemin himmetine inanan o beyni yıkanmış doktorlardan biriydim ve öğrendiğim her şeyin modern zamanların sunabileceğinin en iyisi olduğuna inanırdım. Oysa şimdi, tıp fakültesinde öğretilenlerin büyük çoğunluğunu ne kadar kısıtlı bilgiden ibaret olduğu gün gibi aşikar benim için. Artık doktorların çoğunun, kendilerine öğretilen dogmayı sorgusuz sualsiz, harfiyen yerine getirmekle mükellef ve gözlerinin önünde cereyan eden gerçekler aksini gösterse dahi sadakatle tekrar tekrar gösterdikleri kör itaatin karşılığında mükafatını alan köle teknisyenlerden pek farkı olmadığını biliyorum.

Doktorların çoğunun bilmediği bir gerçek var; Salk aşısındaki ölümcül canlı poliovirüsü yüzlerce çocuğu ve etraflarındaki temaslı bireyleri paralize ederken, toplum sağlığı yetkililerinin kapsamlı bir makyajlama çalışmasıyla aşının tarihini baştan yazdıkları. 1955 – 1961 yılları arasında polio insidansını azalttığı iddia edilen aşılardan bahsediyoruz burada! Oysa o yıllarda polio insidansındaki “düşüş”ün ardında yatan başka bir meşhum neden var; 1955’te poliovirüsü enfeksiyonları oldukça yaratıcı bir şekilde yeniden tanımlanıyor, nedeni de çoğu “polio” paralizisi olgusunun sisteminde poliovirüsü filan bulunmadığı gerçeğini “gizlemek”. Salk aşısının itibarı bu şekilde korunurken, tarihin suları fazlasıyla bulandırılmış oluyor.

En büyük salgınlarda bile uzun süreli paraliziye yol açan tek faktörlü poilovirüsü enfeksiyonu oldukça düşük insidansa sahip olmasına rağmen[2], Basil O’Connor’ın “March of Dimes” (Metelik Geçit Töreni) adlı reklam kampanyaları bunu yanlış bir şekilde sanki dört bir yanda kol gezip insaları kötürüm bırakan amansız bir hastalık olarak yansıtıyor. Basil O’Connor, Salk’un aşısını fonlamak için bu kampanyayla yılda 45 milyon dolar toplayadursun, dönemin bilimadamları Coxsackie, echo ve enterovirüsler gibi başka virüslerin de polio’ya yol açabildiğini farketmeye başlıyorlar. Bilimadamları ayrıca kurşun, arsenik, DDT ve kullanımı yaygın diğer nörotoksinlerin de polio’yla birebir aynı lezyonları oluşturduğunu ifade etmeye başlıyorlar. ABD’deki büyük salgınlar süresince alternatif hekimler, o günün koşullarında mevcut detoks protokolleri ile büyük bir başarıyla hastalık patolojisini tersine çevirmeyi başarıyor, ancak bu tedavi yöntemleri ve elde edilen başarı koşulsuz şekilde yok sayılıyor[3].

Bugün artık tıp literatüründe polio’ya başka virüslerin de yol açabileceği kabul edilmişken, genel kamuoyunun bundan haberi dahi yok.

1954’ten önce Transvers Miyelit, viral veya “aseptik” menenjit, (Franklin, D. Roosevelt’in muzdarip olduğu) Guillain-Barre Sendromu (GBS)[4], Çin Paralitik Sendromu, Kronik Yorgunluk Sendromu, epidemik kolera, kolera morbus, spinal menenjit, spinal apopleksi, inhibitör palsi, aralıklı ateş, tifüs (lekeli humma), worm fever, safra çıkışlı remitan ateş, ergotizm, post-polio sendromu, akut flask paralizi (AFP) gibi hastalıkların “poliomiyelit” (polio sekeli) adı ardına saklandığına hiç şüphe yok.

“Akut Flask Paralizi” şemsiye terimi altında ise Poliomiyelit, Transvers Miyelit, Guillain-Barre sendromu, enteroviral ensefalopati, travmatik nörit, Reye’s sendromu vb hastalıklar toplanıyor.

Polio’nun eradike edildiğine inanmadan önce şu AFP ve Polio grafiğine bir bakın. 1996 öncesine ait veri niye yok diye merak edecek olursanız da, DSÖ’nün websitesinde AFP sayfasına gidebilir, burada 1996 öncesine ait veri bulunmadığını ancak AFP’nin bugün 2011’de dahi yükselişte olduğunu görebilirsiniz. Akut Flask Paralizi (AFP), 1955’te adı polio olan ve aniden gelişen felç durumunu anlatmak için kullanılan bir isim sadece. Akut polio’ya dair en sık görülen belirti ve polio salgınlarında sürveyansta kullanılıyor. AFP bundan başka enterovirüsler, echovirüsler, adenovirüsler ve diğer bazı patojenik ajanlarla da ilişkilendiriliyor. Ancak 1955’te AFP olgularında polio haricinde bir şey saptamak için herhangi bir çaba görmüyoruz. Aşı kitlesel pazarlamaya geçtiği andan itibaren ise oyun değişiyor.
Screenshot from 2013-11-24 16:24:13

İnsanlar bana ‘peki ama tüm o demir ciğerdeki çocuklar bugün nerede’ diye sorduklarında ise John Hopkins’ten Dr. Douglas Kerr’e gidip sormaları gerektiğini söylüyorum. Dr. Kerr, Donna Jackson Nakazawa’nın “The Autoimmune Epidemic” (“Otoimmün Hastalık Salgını”) adlı kitabının sayfa xv’deki önsözünde şöyle diyor:

“Beş aylık bebeklerde bile Transvers Miyelit görülebiliyor ve bunlardan bir kısmı kalıcı felç geçirip ömür boyu nefes alabilmek için solunum cihazına bağımlı hale geliyor… John Hopkins Hastanesi’ndeki meslektaşlarım ve ben her yıl yüzlerce yeni vaka görüyor veya duyuyoruz.”  

Acaba bir zamanlar adı polio olan bir hastalıktan bugün yüzlerce çocuğun muzdarip olduğunu ve bunların bir kısmının da ‘demir ciğer’ cihazının modern versiyonuna bağımlı yaşadığına dair halkın herhangi bir fikri var mı? Hayır. Bugün ebeveynler, korku yaratmak için gözlerine habire demir ciğerlere sokulmuş çocukların fotoğrafları sokulmadığı için Salk’un aşısının solunum cihazlarına gereksinimi tamamen ortadan kaldırdığına inanıyor. Üstelik, bugünün “demir ciğer”leri öyle denizaltı prototipi gibi de gözükmüyor. Bunların bugünün “solunum cihazları” olduğu hemen hiç fark edilmiyor bile.

Polio aşısı, FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) tarihinin en hızlı ruhsatlandırılmış ilacı olma özelliğine sahip. Ticari üretim iznini Ruhsatlandırma Komitesi’nin baskı altında yürütülen yalnızca 2 saatlik toplantısının ardından alıveriyor. Bu komitede görevli bilimadamları; akademisyen veya hastane hekimleri aşının güvenlik çalışmalarına dair yayımlanmış herhangi bir raporu okuma fırsatı dahi bulamadan ve yürütülen büyük polio deneyinin sonuçları daha herhangi bir tp dergisinde yayımlanmamışken aşının piyasaya sürülüşüne şahit oluyor. Şayet bu bilimadamlarına daha fazla sözhakkı verilmiş olsaydı, herikisi de aşının alelacele ruhsatlandırılmasından sadece bir iki hafta sonra aşılananlarda felç ve ölüme yol açan “Cutter” Felaketi ve “Wyeth” Problemi gibi olaylar muhtemelen yaşanmayacaktı.

“Toplantıya kadar aşının dağıtımı deneysel ürün kategorisinde yapılmıştı, ruhsatlı ürün olarak değil…komiteden ivedilikle bir karara varması istendi…Dr. Francis’in verdiği rapor üzerinde biraz tartışıldı ancak bunu derinlemesine tartışacak pozisyonda değildik zira raporu o sabahtan önce görmemiştik bile, sunumun ardından dağıtıldı bize…üzerimizde şu manada bir baskı vardı, bize süratin hayati önem taşıdığı söylendi ve akşam saat 5 olduğunda bazılarımız meseleyi biraz daha tartışma ihtiyacı hissettiğimizi bildirdik. Bize konunun daha fazla tartışılmasının toplantının bir sonraki haftaya kayması demek olduğu ve bu durumda Washington veya Besthesda’ya gitmemiz gerekeceği söylendi, ki çoğu üye bunu yapmak istemiyordu. Yani aslına bakılırsa, normalde yapacağımızdan daha erken karara varmamız için baskı oluşturuldu. …Kararda yaşanan olayların payı vardı anlayacağınız.[5]

Ve modern zamanların aşılamaya olan inancının temelini oluşturan polio hikayesinin daha sadece başı bu.

Güvenli aşı yoktur. Aşı “etkilidir” dendiğinde bu sadece vücutta antikor yanıtı oluşturduğu anlamına gelir, sizi hastalıktan koruduğu anlamına değil. Çocukları sağlık tutmanın, kan beyin bariyerlerinde yangı oluşturup zayıflatan ve potansiyel olarak enflamasyon ve başka problemlere yol açan hastalık mikrobu, kimyasallar, hayvan DNA’sı, hayvan proteinleri, deterjanlar ve sürfaktanlar zerk etmekten başka birçok yolu var.

Doktorlara tıp fakültesinde aşılarla ilgili verilen eğitim neden ibarettir biliyor musunuz? Pediyatri eğitimimiz sırasında aşıların takvime uygun verilmesi gerektiğini öğreniriz. Çiçek ve polio’nun kökünün aşılarla kurutulmuş olduğunu öğreniriz. Difteri tedavisini öğrenmemize gerek olmadığını, çünkü zaten hiç görmeyeceğimizi öğreniriz. “Aşılar güvenli ve etkilidir” mantrası ile endoktrine oluruz – kaldı ki her iki önerme de gerçek dışıdır.

Doktorlar bugün “tereddütlü” ebeveynlerle nasıl konuşmaları gerektiğine–doğal enfeksiyon risklerini ziyadesiyle şişirip nasıl korkutacaklarına– dair sıkı bir eğitimden geçerler. Anne-babaları aşıya razı etmek için baskı ve zor kullanımının veya çocuğun tıbbi bakımının üslenilmemesiyle tehdit etmenin gerekliliği üzerine eğitilirler. Doktorlara hiçbir aşı hakkında katiyen TEK BİR kötü şey söylenmemesi gerektiği öğretilir.

Tarihsel olarak, ölüm saçan çiçek aşısı zamanından beri toplu aşılama uygulamalarına karşı duruş sergileyen aklı başında, derin, akademik boyutta tartışmalara imkan verilmemiş, susturulma yoluna gidilmiştir. Bu olup bitenler gayet açık ve net şekilde, yandaşçılık ve korporatizmin işgali altındaki sağlık endüstrisinde dönen politik entrikalardan ibarettir.

CNN, Fox haber bültenlerinde veya anaakım literatürde aşılamaya karşı çıkan ciddi anlamda bilgili, saygın doktorların fikirleri yasaklıdır. Bu tip medya kanallarında sesleri duyulduğu takdirde, bugüne kadar saf saf kendilerini dinleyen halk yüzseksen derece dönüş yapar diye herhalde. Oysa anaakım medyanın aşı konusuna uygun bulduğu tanıtım şekli şudur; çoğunlukla, çocuğu aşıdan zarar gördükten sonra aşıya karşıt tavır alan bir anne ya da babanın karşısına TV’de program yapan meşhur bir doktor çıkartılır. Dr. Stork örneğin, Jenny McCarthy’yi konuk ettiği programda JB Handley lafını keserek yanlışını yüzüne vurup seyircilerden de destek alınca tam bir öfke nöbetine tutuluyor.

Dr. Sears’ın aşılamanın tarihi ve bulaşıcı hastalıklarda yaşanan düşüşle ilgili yaptığı düpedüz delüzyonel bildirimleri şimdilik bir tarafa bırakalım. JB Handley’nin programda seyirciden alkış alması ve buna rağmen editlenmemesi televizyonda türüne az rastlanır bir olaydı. Ticari televizyon kanallarındaki standart yaklaşım, medyatik doktora veya Paul Offit gibilere denk aşı-karşıtı bir hekim yokmuş gibi davranmaktır oysa. Bu şekilde, salt küçümsedikleri ve herkesin önünde alt edebilecekleri kişileri alabiliyorlar programlara ancak. JB’yi altta kalmadığı ve bu medyatik doktora haddini bildirdiği için tebrik ediyorum. Aşı oyunu tarih boyunca hep böyle oynanmıştır işte: bilgili, donanımlı doktor ve bilimadamlarının görüşlerini kameralar yansıtmasın, hakemli dergilerde yer bulamasın bu görüşler ve aşı-karşıtı pozisyonu sadece kısıtlı bir perspektifle temsil edilsin.

Eğer aşılamanın güvenlik ve etkinliği ile ilgili şüphelerimiz varsa lütfen merakınızı yitirmeyin, zira çocuklarınızın hayatı buna bağlı olabilir. Muhtemelen pek çoğumuz gibi sizin de bu süreçte öğrenilmişliklerden kurtulma yolunda oldukça yol almanız gerekecek.

[1] Clinton R. Miller’ın beyanı, İntensif İmmünizasyon Programları, 15 ve 16 Mayıs, 1962. Eyaletlerarası ve Dış Ticaret Temsilciler Meclisi’nde yürütülen duruşmalar, 87. kongre, ikinci oturum; H. R. 10541.

[2] Meier, P. 1978. “Dünyanın en büyük toplum sağlığı deneyi: Salk poliomiyelit aşısının 1954 deneyi.”  İstatistik: Bilinmeyen için Rehber, Ed. J. M. Tanur, ve arkadaşları, sf. 3-15. San Francisco: Holden Day.

[3] Scobey, R. 1952.  “Poliomiyelit ile zehir bağlantısı ve araştırmaların engellenişi.”  Arch.  Pediatr.  April;69(4):172-93.

[4] Goldman.2003.”Franklin Delano Roosevelt’in paralitik hastalığının nedeni neydi?” J Med Biog, 11:233-240.

[5] Opening brief of Defendant and Appellant Cutter Laboratories Gottsdanker v. Cutter Laboratories (1960) 182 Cal. App.2d 602 sf. 31-33.