Resmi Aşı Komitelerinin Ailelerden ve Sağlıkçılardan İstenmeyen Etkilerle İlgili Önemli Verileri Sakladığı Ortaya Çıktı

Resmi Aşı Komitelerinin Ailelerden ve Sağlıkçılardan İstenmeyen Etkilerle İlgili Önemli Verileri Sakladığı Ortaya Çıktı

Ebeveynlerden sırf oluşturulmuş “resmi” aşılama programına uymalarını sağlamak için kasten bilgi saklanması meslek etiğine aykırıdır ve suç teşkil eder. Son 30 yıl boyunca sağlık otoritelerinin sergilediği davranış tam olarak budur. İngiltere Sağlık Bakanlığı (SB) ile Aşı ve Bağışıklama Ortak Komitesi’nden (ABOK) elde edilen resmi belgeler, İngiliz sağlık yetkililerinin salt ulusal aşı programını korumak amacıyla bu tip bir faaliyet içinde olduğunu gözler önüne seriyor. British Columbia Üniversitesi’nin Oftalmoloji ve Görsel Bilimler Departmanı’nda Deneysel Tıp ve Sinirbilimi dallarında öğretim üyeliği görevini ve aynı zamanda da Sinirbilimi Departmanında lisansüstü çalışmalarını yürüten Vancouver’lı bilimadamı Chris Shaw ve meslektaşı Lucija Tomljenovic kısa bir süre önce aşı güvenliği ile ilgili dikkatle kaleme alınmış ve sıkı bir hakem incelemesinden geçmiş makalelerini yayınladılar.

Makalenin ihtiyatlı ve profesyonel üslubuna ve yazarların, bulgularının kendi içinde kesin bir sonuç ortaya koymadığının altını çizmesine ve sadece aşı güvenliği ile ilgili daha geniş kapsamlı araştırmalar yapılması gerekliliğine işaret etmelerine rağmen, 2011 kasımında İnorganik Biyokimya Dergisi’nde yayımlanan ve aşılarda adjuvan olarak kullanılan alümiyum tuzlarına artan maruziyet ile aşılanmış popülasyonlarda giderek yoğunlaşan nörolojik sorunlar arasındaki korelasyonu ve olası nedensel ilişkiyi gösteren bu makale, bazı çevrelerin öfkesini üzerine çekmekle kalmıyor, birtakım cezai tedbir talepleriyle de karşılaşılıyor.

Tomljenovic, ABOK’un sürekli bir şekilde, popüler inancın aksine sağlam bir bilimsel temelden ve kanıttan yoksun bir aşılama konsepti olan “sürü bağışıklığı”nı sağlamak için gerekli gördükleri toplam aşılanma oranlarına ulaşmak için hem anne-babalardan hem de sağlıkçılardan aşıların ağır yan etkileri ve kontraendikasyon durumlarına ilişkin önemli verileri saklama gayreti içinde olduklarını kanıtlarıyla ortaya koyuyor.

ABOK ve SB’nın yürüttüğü bu aşılama politikasının bir sonucu olarak pekçok çocuk bugüne kadar, anne-baba ABOK’un tamamen bilgisi dahilinde olan aşıyla ilgili mevcudiyeti kanıtlanmış ciddi yan etkiler hakkında bilgilendirilmeden aşılanagelmiştir. Görülüyor ki, bu bilgileri saklamak suretiyle ABOK/SB, kişilerin aşılanmayla ilgili aydınlatılmış rıza haklarını hiçe saymıştır. Bu nedenle ABOK/SB hem Uluslarası Tıp Etiği kurallarını (yani, Dünya Tıp Birliği Helsinki Bildirgesi ve Uluslararası Tıp Etiği Tüzüğü’nü) hem de kendi Meslek Kuralları’nı çiğnemiştir.

ABOK toplantılarının transkriptleri ayrıca komite üyelerinden bazılarının ilaç firmalarıyla derin ilişki içinde olduklarını ve ABOK’un aşılanma oranlarının yükseltilmesi için aşı üreticileriyle sık sık ortaklaşa strateji üretme çalışmalarında bulunduklarını ortaya koyuyor. Bu tür şaibeli konuların ele alındığı toplantıların kamuoyuna açıklanmamak kaydıyla yapılmış olduğu, bunların ancak daha sonra Bilgiye Erişim Özgürlüğü Yasası’ndan (BEÖY) yararlanılarak elde edilebilmesinden anlaşılıyor. Sözkonusu toplantılar transkriptlerde “gizli ticaret” mührüyle işaretlenmiş olup, ABOK’un websitesindeki BEÖ bölümünde yayımlanmadan önce metinlerden birtakım bilgilerin (örn. katılımcı adlarının) silinmiş olması, bu konuda şeffaflık olmadığını açık ve çok rahatsızlık verici bir şekilde gösteriyor.  Joint Committee on Adverse Reactions Minutes 1986-1992.

Belgeler aşıların işe yaramadığını ve hatta korusun diye vurulduğu hastalığa bizzat yol açtığını gösteriyor. Ayrıca devlete çalışan ‘uzmanlar’ın bilgi saklamaya çalıştığı ve bilim sahtekarlığı yapıldığı da ortaya çıkıyor. 45 sayfalık makale 2011 yılında yayımlanıyor ve Dr. David Freed tarafından düzenlenen BSEM bilim konferansında sunumu yapılıyor.

Konferanstaki sunumların online olarak internette yayımlanmasına karar veriliyor ve Dr. Freed konuşmacılarla birlikte çalışarak makaleleri uygun bir format altında topluyor. Ertesi gün doktor aniden ölüveriyor. Bu noktada sizlere kendisinin son sözlerini aktarmak istiyoruz. Kalpten gelerek bilim, yüksek makamlardaki yozlaşma, hasta bakımınının etik kuralları ve her şeyden önce de hakikat üzerine düşüncelerini aktarıyor Dr. Freed.

Ortaya Konulan Savlar

Özet olarak, 1983 ila 2010 yılları arasındaki dönemde gerçekleşmiş ABOK/SB toplantılarına ait transkriptler şunları göstermektedir:

1) Kendi araştırmaları neticesinde belirli bazı aşılarla ilgili güvenlik sorunları tespit edildiğinde, kendilerinden bekleneceği şekilde mevcut aşılama politikalarını yeniden değerlendirmeye alma gibi bir yol takip etmeleri gerekirken ABOK ya a) konuyla ilgili hiç bir şey yapmamış, ya b) kamuya ait resmi raporlardan aşı güvenliğiyle ilgili olumsuz verileri çıkarmış veyahut da verileri sulandırmış, ya da c) ilgili aşıların güvenli olduğuna dair hem kamuoyunu hem de yetkilileri ikna yolunda yoğun çaba sarfetmiş;

2) Muallakta kalmış ve henüz çözümlenmemiş güvenlik sorunlarının tespitine rağmen, aşılanma oranlarını arttırmak amacıyla aşı kontraendikasyonlarında önemli oranda kısıtlamaya gitmiş;

3) Aşılarla ilgili kendi resmi tavsiyeleriyle çeliştiği noktalarda ABOK çoklu defalar aşı üreticilerinden veri sayfalarında belirli birtakım düzeltmeler yapmasını talep etmiş;

4) Aşı politikalarının bekası için ısrarla metodolojik olarak kusurlu çalışmalara yönelmiş ve bağımsız araştırmaları değerlendirmeye almayı reddetmiş;

5) Güvenlik sorunlarını sürekli mahiyette ve kategorik olarak önemsiz gibi gösterirken bir taraftan da aşıların faydalarını abartma ve şişirme yoluna gitmiş;

6) Nasıl olsa sonunda ruhsat verilir düşüncesiyle, koruyucu etkinliği ve güvenliği hayli tartışılır yeni aşıların rutin çocuk aşı takvimine alınması için en ince ayrıntısına kadar bir plan hazırlamış;

7) Aşıların güvenliğini araştırmak üzere yapılacak çalışmalarda aktif olarak caydırıcı rol oynamış;

8) Bazı çocukların uzun dönemde ağır nörolojik sorunlarla karşılaşmasına neden olabilecek, bilimsel destekten yoksun bir bağışıklama programını yürürlükte tutmak için ebevenylerin güvenini kötüye kullanmış ve aşılarla ilgili konulardaki bilgi eksikliklerinden kasıtlı olarak faydalanmıştır;

Buradaki bildiri özetlerini David Freed’e ithaf ediyoruz. İrfan sahibi bilge bir insan ve bir dostu kaybettik.

Aşı konusu ve taşıdığı riskler güçlü duygusal tepkilere ve elbette korkuya -örneğin bu konuda konuşanların toplumda hedef haline gelme korkusuna- neden olmakta. Burada paylaşılanlar yayınlama izni alabildiğimiz konferans sunumlarıdır. Konuşmacılardan bazıları çeşitli nedenlerden dolayı çekildiklerini açıkladıklarından bu sunumlara yer verilmemiştir. Bazı konuşmacılar ise konferansa gelemeseler dahi makalelerinin bildiri özetlerine dahil edilmesini istediklerinden bunlara yer verilmiştir. 

EDITORYAL BAŞ MAKALE

1. Hastalık Önlemenin Sağlığa Zararları-html

1. Hastalık Önlemenin Sağlığa Zararları-pdf

Dr. David Freed

Aşılamanın ahlaki geri planı – sağlıklı bireylere ileride de sağlıklarını muhafaza edebilmeleri için zarar verme potansiyeline sahip ilaçların verilmesi- bana kalırsa bugüne kadar hiç tam manasıyla irdelenmemiştir… Birincisi, bizden böyle bir talebi olmadığı halde kalkıp sağlıklı insanların bedenlerine tıbbi bir müdahale ile tecavüz etme, ikincisi, bunu muhtemel riskleri açıklamadan ve hatta bazı ülkelerde olduğu gibi zorlayıcı baskılarla, risk mevcudiyetini inkar ve ilgili bilgiyi saklama yöntemleriyle yapma hakkını bize kim veriyor? 

SUNUMLAR

2. Aşılar, Atopi & Alerji: Sorunlar ve Çözümleri

Dr. Richard Halvorsen

Anne babalardan süreklli duyuyorum, sırf bu kadar küçük yaşta bu kadar fazla sayıda aşı vermenin gerekliliğini sorguladılar diye nasıl hakir görüldüklerini, sindirildiklerini ve çocukları için en iyi olanı yapmamakla suçlandıklarını…. Sekiz yaş altında su çiçeği geçirmiş bir çocuğun şiddetli egzema (atopik dermatit) geliştirme şansı, su çiçeği geçirmemiş bir çocuğun taşıdığı riskin %4’ü kadardır.

3. Aşı Politikası ile Aşı ve Bağışıklama Ortak Komitesi’nin (ABOK) Meslek Kuralları İhtilaf Halinde mi ?

Lucija Tomljenovic

Salt “resmi” aşı takvimine uysunlar diye ebeveynlerden kasıtlı olarak bilgi saklanması etik kuralların ihlali veya görevi kötüye kullanma olarak değerlendirilebilir. İngiltere Sağlık Bakanlığı (SB) ve Aşı ve Bağışıklama Ortak Komitesi’nden (ABOK) elde edilen resmi belgeler, İngiliz sağık yetkililerinin son 30 yıldır salt ulusal aşı programını korumak maksadıyla bu eylemleri gerçekleştirmekte olduğunu gösteriyor. 

4. Çıkar Etiketlemeleri: Çocuk İstismarı Etiketi Acaba Aşı Yaralanmalarını Örtbas Etmede mi Kullanılıyor?

Christina England

On yılı biraz aşkın bir süre önce ailem ‘çocuk istismarı’ istatistiklerine eklenenlerden biri oldu. 1999’da, Munchausen Syndrome By Proxy (Vekaleten Hastalık) sendromundan muzdarip olmakla itham edildim. Davamda çocuklarımla ilgili pekçok rapor ve kanıt okunmadı ve birsürü yanlış yapıldı. Evlat edindiğim iki çocuğumda da, daha onlarla hiç tanışmamışken var olan özürleri için bunları benim uydurduğum ve onları benim hasta ettiğim iddia edildi. Raporlar bütünüyle okunsa tüm bunlar yaşanmayacaktı.

5. HPV Aşılarıyla İlgili Global Endişeler

Leslie Carol Botha ve Freda Birrell

Bilime dayalı tıbba inanıyoruz. Temel gayemiz sizlerin sağlığınızla ilgili karar verirken gerekli tüm bilgiye sahip olmanız. Ayrıca, aşıya bağlı bir sağlık sorunu yaşama şanssızlığını tecrübe edenleri, işe yarar kaynaklara ulaşabilmeleri için yönlendiriyoruz.

6. Otizm Salgını & O Hap

Dr Ellen CG Grant

Hormonal kontraseptiflerin kullanımı 1970’lerde hızla artarak neredeyse tüm dünyada görülür oldu; otizm ve OSB (otizm spektrumu bozuklukları) görülme hızı da 1980’lerde hızla yükselişe geçti. Dış kaynaklı (egzojen) hormonların bizzat genotoksik olduğu (DNA’€™yı zehirleyerek mutasyon veya kansere neden olabildiği) bilinmektedir, ancak bunun yanında bu hormonların DNA’yı tahrip edici toksinlerin birikimine yol açtıkları tespit edilmiştir, ki OSB’dan muzdarip bireylerin de detoks/arınma kabiliyetleri düşük bireyler olduğu bilinmektedir.

POSTER SUNUMLAR

İnsan Papillome Virüsünün (HPV) rahim ağzı kansei gelişimindeki patojenezi: HPV aşısı kullanımı güvenli ve etkili bir strateji mi??

Judy Wilyman

Rahim ağzı kanserini önlemek için HPV aşısı kullanma kararı yüzeysel kanıtlara, yani varsayımlara dayanarak alınmıştır. HPV aşıları kadınlara seçmeli bilgiden yola çıkılarak önerilmektedir. Bu aşı bir HPV aşısıdır, rahim ağzı kanseri aşısı değil. Herhangi bir şekilde rahim ağzı kanserini azaltacağına dair elde kesin kanıt olmadığı gibi, bu aşının uzun dönemde oluşturacağı riskler de çalışılmamıştır.

Hayvanlarda Aşılamayla İlgili Endişeler: Aşıya Bağlı Oto-immün ve Diğer Rahatsızlıklar

İndirmek içinfox-revised

Michael W. Fox

Aşılanmamış değil, aşılanmış köpeklerin kendi biyokimyasallarından çoğuna, örneğin fibronektin, laminin, DNA, albumin, Sitokrom C, transferrin, kardiyolipin ve kollajene karşı oto-antikor geliştirdiği gözlendi. Kardiyolipin oto-antikorları ekseriya genetik olarak hastalığa yatkın ‘sistemik lupus eritematozus’lu hastalarda ve bunun yanında da otoimmün hastalıktan muzdarip diğer bireylerde görülmektedir. Hayvanların son derece acımasız, stres verici ve hastalıkların üremesine sabebbiyet verici ortamlarda yetiştirildiği, global şekilde hayvanlardan insanlara geçen hastalıkların ve gıda kaynaklı hastalıkların merkez üssü haline gelmiş fabrika çiftçiliği koşullarında yaşayan besi hayvanlarında da modifiye edilmiş canlı ve yeni nesil gen mühendisliği ürünü çoklu aşıların yaygın kullanımı mercek altına alınmıştır.

İngiltere Seçilmiş Sağlık Komitesi’nin 2005 nisan ayında yayımlanmış “İlaç Endüstrisinin Etkisi” başlıklı raporu

Doris M Jones MSc

Yüzyıla yakın bir zamandır hastalar, doktorlarının reçete ettiği ilaçları sağlam ve güvenilir bilimsel kanıtlara dayandığı ve iyileşme sürecinin önemli bir bileşeni olduğu inancıyla güven duyarak kullanagelmiştir. Ancak şimdi bu varsayımların birçoğu hatta tümünün üzerinde koca soru işaretleri asılı durmaktadır…

EK MATERYALLER

ABD ve İngiltere’de yürürlükteki aşı takvimlerindeki aşı içeriğinin özeti

İndirmek için: vax-ingredients-us-uk

Lucija Tomljenovic

‘ASIA’ – Autoimmune/inflammatory syndrome induced by adjuvants (Adjuvan kaynaklı otoimmün/enflamatuvar sendromlar)

İndirmek için: shoenfeld-link

Yehuda Shoenfeld

Kaynaklar:

ecomed.org.uk
vancourier.com

Bu makalenin yazarı Dave Mihalovic aşı araştırmalarında uzmanlaşmış, kansere karşı önleyici ve tedavisinde de doğal yaklaşımlar uygulayan bir Naturapat Hekim’dir.

Bebeğime Dokunma

Bebeğime Dokunma

Muhteşem bir video izledim az önce ..

Dünyaya yeni gelmiş bir bebek ..

Günümüzüm soğuk ve steril hastanelerinden birinde hemşire odasında banyosunu yaptırıyor usulcacık, şefkatle, huzur içinde ..

Bebek tamamen bırakmış kendini, güveniyor onu tutan ellere, huzur içinde rahatlamış, hatta uyuya kalıyor bu terapiyle ..

Gel gör ki bir düşünce çığlık gibi yırtıyor bu büyülü anları benim zihnimde ..

Aynı hemşire, acaba aynı gün elinde Hepatit B aşısıyla gelip iğneyi bu püripak, saf, huzurlu bebeğe batırdığında da benzer bir video çekecekler mi?

O anda neler hissedecek bu bebek, kendisine iğneyi batıran ellere bir daha güvenecek mi?

Küçücük bedeninde ne yangınlar çıkaracak bu medikal müdahale, kimse bilebilecek mi?

Fazla söze gerek yok, bir bebek dünyaya getirmenin sınırsız hazzını yaşamamış, ancak steril laboratuvar ortamlarında beyaz önlükleriyle deneyler yaparak veya bunu dahi yapmadığı halde oturup çocuk sağlığıyla ilgili bilip bilmeden atıp tutarak yazıp çizerek otoriteliğe soyunmuşların kelamını bir celsede geçeceksiniz bu videoyu seyredince ..

Canlının doğasına, bebeğin yaşama içgüdüsüne en ters eylemi çocuğun yaşamsal hakkı diye bizlere pazarlayan medico-pharma endüstrisinin gücü yetmez bir annenin bebeğini koruma içgüdüsünü aşmaya, gerçeği hissetmesine ..

İçgüdülerinize güvenin, bebeğinizin sizden başkasının korumasına ihtiyacı yok ve onu tehlikeden korumak sizin asli göreviniz ..

İyi seyirler ..

http://awakenedworldtv.com/breathtaking-video-conveys-innocence-trust-purity/

Çocuklarda Demir Takviyesi Kullanımı

Çocuklarda Demir Takviyesi Kullanımı

Güncelleme – Çocuklarda demir takviyesi kullanımı ile ilgili olarak, Çorlu Özel Reyap Hastanesi’nden Dr. Akif Başaran’ın konuyla ilgili bir haber kuruluşuna verdiği bilgiyi eklemek istiyorum.

Dr. Akif Başaran, ‘fazla alınan demir zararlı olabilir’ dedi

Çorlu Özel Reyap Hastanesi’nde görevli Dr. Akif Başaran, gereğinden fazla alınandemirin zararlı olabileceğini söyledi.

Son yıllarda demir takviyesi içeren ilaçların çok fazla kullanıldığını ifade eden Dr. Başaran, “Gerçekten vücudumuzun sağlıklı çalışabilmesi için demire ihtiyaç var ama fazla alınması durumunda zararlı olabileceğini bilmemiz gerekiyor” dedi.

Finlandiya’da yapılan bir çalışmada vücutta biriken demirin, kolesterol ve hipertansiyona göre daha yüksek oranda kalp krizine sebep olduğunun tespit edildiğini hatırlatan Dr. Başaran, “İsveç’te yapılan bir diğer çalışmada ise genetik yatkınlığı olan erkek ve kadınlarda kalp krizi riski 2 – 3 kat fazla bulunmuş. Aralıklı olarak kan bağışında bulunan ve düzenli adet görmesi sayesinde serum demiri düşük seyreden kadınlarda kalp krizi riskinin azaldığı bilinmektedir” diye konuştu.

Yüksek düzeydeki serum demirinin, bebeklerin bağırsak florasının bozulmasına, probiyotik bakterinin azalmasına, buna karşılık zararlı bakteri sayısında artış olmasına neden olduğunu kaydeden Dr. Başaran, çalışmalarda düşük demir düzeyinin lösemi, lenf kanseri ve enfeksiyon hastalıklarına karşı koruyucu olabileceğinin iddia edildiğini söyledi.

Yüksek demirin erken yaşlanmayı getirdiğini ifade eden Dr. Başaran, “Yediğimiz gıdaların çoğunda demir takviyesi bulunmakta, diğer taraftan et tüketimindeki artışla beraber serum demiri yükselmektedir. Yapılan en önemli hatalardan biri de her çeşit kansızlıkta ön planda demir eksikliği düşünülüp demir takviyesi verilmesidir. Oysa tiroit bezi hastalıkları, B-12 yetersizliği, talasemi taşıyıcılığı ve kurşun zehirlenmesi de kansızlık sebebi olabilmektedir.

Anemi düşünülen hastalarda demir, demir bağlama kapasitesi, ferritin, vitamin B-12 düzeyi ve tiroit bezi ile ilgili analizler yapılmadan asla demir verilmemeli, eğer demir ihtiyacı varsa bunun demirden zengin besinler aracılığıyla verilmesi hayati önemdedir” dedi.

 


Çocuğumu Sağlıklı Besliyorum adlı facebook grubunda kendisiyle daha önce aşı ve ilaç kullanımı konusunda fikir ayrılığına düştüğümüz Güncel Anne blogunun sahibesi Uzman Çocuk Doktoru Sn. Elif Pınar Bayındır Çakır ve demir takviyesi konusu münasebetiyle yeni tanıştığımız Hassas Anne blogu sahibesi sevgili Ece Kumkale ile aramızda gelişen diyalogun ilgili bölümlerini buraya aktarmak istiyorum. Uzun bir takip olacak yine, ancak ortaya konulan bilgiler umuyorum gerek hekimlerimizin gerekse ebevenylerin bu takviyelerin kullanımı konusunda mevcut tüm bilgileri birlikte değerlendirerek konuyu sorgulamalarına yardımcı olur.

Grup üyelerinden bir arkadaşımız, 17 aylık kızının kan tahlilinde hemoglobin değerlerinin biraz düşük çıktığını, doktorunun ferrum şurup verdiğini, ancak diş doktoru tanıdığının bu şurubun dişlerde çürük ve leke yapması nedeniyle “sakın kullanma” dediğini belirttikten sonra, ancak kan değerlerinin yükselmesi gerektiğinden kızına şu anda pekmez yedirdiğini ve farklı önerilerde bulunacak olan varsa yorumlarını beklediğini iletiyor.

Kendisine demir zengini gıdalar ve kullanım şekilleri ile ilgili çeşitli öneriler geliyor grup üyelerinden ve bu noktada hekim arkadaşımız Elif hanım verilen bazı bilgilerle ilgili düzeltme yapma gereği duyuyor. Buradan itibaren gelişen diyalog aşağıdaki gibidir. Doğru bilgiye ulaşılabilmesi adına tartışılan konu ve verilen bilgilerle ilgili katkı veya yorum yapmak isteyen okuyucuların mesajlarına açık olduğumu, Elif hanımın da cevap hakkını gerek grupta gerekse burada herzaman kullanabileceğini belirtmek isterim.

Elif Pınar Bayındır Çakır Bir kere her şeyden önce bir çocuğun günlük Demir ihtiyacını karşılaması için günde 8 su bardağı pekmez içmesi gerek. Hadi diyelim içti. PekmeZdeki Demir nonhem yani vücudun yararlanamayacağı tip demirdir. Hem,yani vücudun yararlanabileceği demir hayvansal gıdalarda vardır. Ayrıca demir dişlerde çürük yapnaz. kalıcı renk değişikliği yapar. Demir damlası eğer damla sonrası dişler silinirse dişlerde leke bırakmaz. Yani lütfen Demir ilacınızı içiniz

Vejetaryen bir arkadaşımızın yine doğuştan vejetaryen olarak büyüyen kızının (7 yaş) hiç demir takviyesi kullanmadığını, doğru ve dengeli beslenildiği takdirde, işlenmiş gıdalardan uzak durulduğu takdirde sorun yaşanmayacağına dikkat çeken ve kızının 1 ay önce yapılan kan değeri tahlili sonuçlarının da çok iyi çıktığını belirten bir ardaşımızın paylaşımı üzerine gelen cevap:

Elif Pınar Bayındır Çakır Tabi ki Demir sadece hayvansal gıdalarda yok. Ama vücudun en kolay kullanabileceği ve biyoyararlanımı en yüksek demir hayvansal gıdalarda var. Özellikle de kırmızı ette. Ve eğer Demir eksikliğine yakalanmışsanız, Demir depolarınız boşsa bu depoları sadece bitkisel kaynaklı beslenip, Demir ilacı kullanmayarak kısa sürede doldurmanız biraz zor. Bakın dolmaz demiyorum. zor diyorum ve uzun sürede dolar diyorum. Ama bu sürede çocuğunuz demir eksikliğinden geçmiş olur ce vu da entellektüel ve bilşsel kapasitesini etkiler. Ayrıca tüm bunlar totem değil bilimsel birer gerçek. Sigara içen her insanın kanser olmaması, sigarAnın kanser yaptığı değiştirmeyeceği gibi, vejetaryen beslenen bir çocuğun Demir eksikliğine yakalanma riski de normal popülasyondan çok çok yüksek

Vejetaryenliğin demir eksikligine neden olduğu bilgisinin bilimsel bir gercek olmadığı, et tüketiminin ise çok ciddi sağlık sorunlarına neden oldugunun bilimsel gerçek olduğu yorumu üzerine gelen yorum:

Elif Pınar Bayındır Çakır Ben vejetaryenlik Demir eksikliği yapar demiyorum. Bir insanın Demir depoları boşsa, sadece bitkisel beslenerek ve Demir ilacı kullanarak bu depoları doldurmak gayet uzun zaman alır diyorum. Bu sırada da çocuk demir eksikliğinden geçer diyorum. Bilimsel gerçek olan kısım ise etin sağlıklı bir gıda olduğu değil, hayvansal gıdalardaki hem demirin biyoyararlanımının daha yüksek olduğu 

Bu noktada benim yorumum oluyor soruyu yönelten arkadaşımıza:

Asena Devlet

Sevgili ….X…, 

Doktorun kızında herhangi bir gelişimsel aksama, gecikme saptadı mı?

Anemi düşündürecek denli düşük mü hemoglobin sayımı?

Anemi yoksa, normal kabul edilen değerin biraz altındaysa takviyenin yarardan çok zarar getirebileceğini hatırlatmak isterim.

Çok merak ediyorum, acaba demir fazlasının yan etkilerinden bahsetti mi doktorun? Veya neden öncelikle demir ağırlıklı beslenmeyi değil de şurubu önerdi?

Anaakım tıp dergilerinde yayınlanan pek çok çalışma var, yeteri kadar demir vücutta mutlak surette bulunmalı evet, ancak fazlası çok tehlikeli olabilir ve ancak gerçek bir zafiyet durumunda takviye önerilmelidir.

Gördüğüm kadarıyla Türkiye’de bu kan tahlilleri norm olmuş .. ve tabii kime sorsan çocuğunda demir eksikliği var .. hani bu istisnadan ziyade sanki norm olmuş gibi Türkiye’de .. acaba bir yerlerde bir yanlış mı var? Acaba tıpkı kolesterolde olduğu gibi tıpçılar bir 30 yıl sonra ah yanlış yaptık mı diyecekler bu demir konusunda da merak ediyorum ..

Şurubu kullanacaksan dahi ‘ferrous sulfate’ etken maddesi olmamasına dikkat et lütfen .. leke için de mümkünse florlü diş macununu çöpe at, karbonatla temizle ..

Nasıl ki hastalandığında çıkan ateş vücudun kendini savunma sistemi ve iyileşme çabasıdır ve müdahale edilmemelidir ateş düşürücülerle [Bkz. Ateş Dost Mu Düşman Mı, Prof. Dr. Ahmet Aydın], düşük demir seviyeleri de çoğu kez vücudun enfeksiyonlara ve kronik rahatsızlıklara karşı savunma tepkisidir, hastalıklarda vücutta demir seviyeleri baskılanır .. 

Kadınların adet dönemlerinde kaybettikleri demir nedeniyle menopozlu kadınlara oranlara kalp krizi riski daha düşüktür mesela. Vücudumuzun müthiş bir dengesi var ve demirle ilgili olarak da metabolizasyonda o kadar çok yan faktör var ki? .. herhangi bir anda yaptırdığın testle bir hafta sonra yaptırdığın arasında fark olacaktır mesela, n’apıcaz her ay kan tahlili mi yaptıralım?

Bakır ve demir hemoglobin oluşturmak için sinerjetik olarak çalışır diyor kaynaklar ve mesela salt demir veya salt bakır takviyesi diğerinin zafiyetine yol açar diye uyarıyorlar .. 

Arkadaşlar burada gıda ile ilgili öneriler yapmışlar, sen kızının davranışlarında, fiziksel gelişimde bir anormallik görmüyorsan, yan etkileri de hayli fazla olan bu demir takviyesini kullanmak yerine beslenmesini optimum seviyede tutmaya çalış derim ben ..

Geçmiş olsun bile demiyorum, zira ortada hastalık veya anormal bir durum yok .. gereksiz yere tıbbi müdahaleden kaçınmak en sağlıklısı değil mi?

Ve takip eden konuşmalar:

Elif Pınar Bayındır Çakır .….X….. çocuğunuzun hemoglobin, demir, Demir bağlama ve transferrin düzeylerini öğrenebilir miyim?

Asena Devlet Rica ederim …..X……. .. hekim arkadaşımız mutlaka iç demeden önce sorması gereken soruyu şimdi yöneltmiş size .. ikinci bir doktor görüsü almakta her zaman fayda var tabii 🙂

Hassas Anne Ece Kumkale Türk insaninda anemi genetik olarak çok goruluyor Adeniz insanlarinda da. Bu nedenle doktorlar tkip ediyorlar bunun neresi yanlis? Demir eksikliginin kalici zeka geriligine yol acabildigini unutmayalim. Demir fazlaliginin belirtilerini kacirmak cok zor ishal ve gelisim geriligi. Bunlar olursa zaten doktor suphelenir ve keser demiri. Doktorun verdigi takviyeyle fazla demir yuklamesi olma ihtimali dusuk . Peki demir eksikligi nedeniyle zeka geriligi olursa ne olacak? 

Soruyu Yönelten Arkadaş X  elimden geldigince dogal olan tum yiyecekleri veriyorum ve ilacimizida kullaniyoruz cok sukur sagligi yerinde allah hepimizin evlatlarini bagislasin..

Hassas Anne Ece Kumkale Et tuketimi ciddi saglik sorunlarina yol açmaz aşırı tuketirsen yol açabilir. Herseyin aşırısı zararlidir. Herseyden az az yemek en iyisi. Ozellikle kuzu etini tercih ediyorum tavuktan uzak duruyorum balik seviyoruz. Sebzemizi de baklagilleri de tuketiyoruz.

Hassas Anne Ece Kumkale Belirlenmis bir hastaligi ve eksilligi olan Bir cocugu muayene etmeden tanimdan doktorunun verdigi ilaci kullanmasa da olacagini soylemek bence cok tehlikeli. Boyle onemli konularda doktora danisin lutfen doktorunuza guvenmiyorsaniz ikinci bir doktora gidin internette tanimadiginiz tip egitimi olmayanlara bakarak cocugunuzun sagligini tehlikeye atmayin. Bu kadar basit degil. Bu nedenle ben ilac tavsiyesi vermem cunku veremem vermemem lazim

Asena Devlet Katılıyorum, çocuğun ve ailenin tam medikal öyküsünü bilmeden, 17 aylık bir çocuğun beslenme ve yaşam koşulları hakkında herhangi bir bilgi sahibi değilken, elde kıstas “demir seviyesi biraz düşük”ken kalkıp bir hekimin de internette şurubu mutlaka içirin demesi yanlış.

Burada kimse, hekim arkadaşımız dışında medikal bir uygulama önermiş değil dikkat ettiyseniz. Arkadaşımız belli ki en başta doktorunun kendisine anlatması gereken demir zengini gıdalar hangileridir, takviye dışında beslenmede nelere dikkat edilmeli konusunda bilgi edinmeye çalışıyor. Ve bizzat tıbbın iki ayrında dalında hekimler şurup konusunda çelişkili önerilerde bulunmuş, demek ki şurup kullanımı ya da gerekliliği konusunda tıp camiasında da bir fikir birliği yok. 

Benim gayem de medikal öneride bulunmak değil, eleştirel düşünmeyi ve bizlere dikte edilen uygulamaları derinlemesine sorgulamaya teşvik etmek. Çünkü danışan olarak bizlere verilen ilaçlar veya önerilen tedavilerle ilgili yeterli bilgimiz yok, korkarım hekimler de bundan muaf değil. Öyle olmasaydı iatrojenik ölümler yaşanmazdı ve mesela bugün Amerika’da doktor hatası yüzünde ölümler (iyimser bir değerlendirmeyle) toplam ölümler arasında 2. sırada

(TO ERR IS HUMAN: BUILDING A SAFER HEALTH SYSTEM)

Asena Devlet Benim eleştirim burada bireylere değil, genel olarak sağlık sisteminde yapısal sorunlar var ve bu da insan hayatını olumsuz etkiliyor. Doktorun olmazsa çocuğun yaşamaz, gerizekalı olur, sakat kalır önermeleri bilinçaltına yerleştiriliyor bu gereksiz yere yapılan tahliller ve korkutmalarla .. 

Şuna da bir bakın derim boş vaktinizde, bugün uygulamadaki 146 tıbbi uygulamanın hiçbir net faydası olmadığı ortaya konmuş:

Researchers Identify 146 Contemporary Medical Practices Offering No Net Benefits

Bugünkü tıbbi bilginin ne oranda yanlış olduğunu ortaya koyan Ioannidis’in çalışmalarını bilmemeniz imkansız, şayet bir tıp çalışanıysanız? Buyrun: Lies, Damned Lies, and Medical Science
 

Bunlardan bağımsız olarak, bu tanrısal beyaz gömlek otoriteciliğinin ve ‘hubris’in de ortadaki bariz hataların fark edilmemesi ve düzeltilmemesinde ve insan hayatına malolmasında payı olduğunu düşünüyorum. Ne tıpta ne de bilimde hiçbir şey sorgulanamaz değildir, bilginin bile yarı ömrü 6 aydır tıpta, o yüzden tecrübe ve araştırmacılık hayati önem taşır, diploma sahibi olmak yetmez bu sanatı icra etmek için. 

Asena Devlet Spesifik olarak bizim konumuza gelirsek, otorite jandarmalığı yapmak yerine verilen bilgilerde esasa dayalı bir yanlış varsa ortaya koyun lütfen, hepimiz öğrenelim. Kimsenin yanlış yönlendirilmesini istemeyiz. İş meslektaşı kollamak için ayar vermeye gelince harikayız da, işin esasına yönelik bilgi değerlendirmeye gelince pek cimri davranıyoruz gördüğüm kadarıyla.

Mesela sizin bildirimlerinize bakalım: “Türk insaninda anemi genetik olarak çok goruluyor Adeniz insanlarinda da. Bu nedenle doktorlar tkip ediyorlar bunun neresi yanlis? “

Demir eksikliğine bağlı anemi ve genetik anemi iki farklı şey biliyorsunuz .. genetik olarak bu “ÇOK” görülen anemide de insanlar nedense diyelim evlilik için yaptırdıkları kan tahliline kadar bu hastalğı taşıdığını bile fark etmiyor, o kadar ağır yani bu hastalık .. kaldı ki onlarda demir seviyesi de normalin üstünde seyrediyor .. evet, bence de tüm türkiye’deki bebekleri takibe alalım rutin demir ölçümleriyle ..

Benim yaşadığım ülkede bu tip tahliller hiç yok? DSÖ’nün efendim dünyadaki 1 numaralı nutritional disorder demir eksikliğidir bildirimine rağmen? Bunlar tıbbı mı bilmiyor, zekaları mı elvermiyor demir takviyesizliğinden yoksa gereksiz tıbbi müdahale olarak mı görüyorlar bu tip test ve takviyeleri? Çok üzerinde durmadığım bir infografiği de hatırlıyorum, dünyada IQ değerlendirmesi yapılmış bölge ve ülke çapında, ve mesela buradaki IQ oranları Türkiye’ye oranla daha yüksekti. Çok ciddiye almıyorum tabii bu değerlendirmeyi, ancak bir fikir olsun diye söylüyorum. 

Bir başka gerçek daha .. Amerikada pediyatrik zehirlenmeye bağlı ölümlerde demir takviyesi zehirlenmesi başı çekiyor. Peki böyle bir risk olduğu hekimlerce ailelere açıklanıyor mu Türkiye’de?

Asena Devlet Demir doz aşımı belirtilerine bakalım mı? Doktorun kaçırması imkasız hakikaten, ancak öncelikle anne-babanın bu yan etkileri tanıması, bir sorun olduğunu fark edip doktora danışması gerekeceğinden bu bilgilerin de ebeveynlere mutlak surette verilmesi gerekmez mi?

Solunum yolları ve ciğerlerde: ciğerlerin su toplaması

Mide-barsak sisteminde: siyah ve bazen kanlı dışkı; ishal; karaciğer tahribatı; ağızda metalik tat; mide bulantısı; kan kusma 

Kalp ve Kan: dehidrasyon; tansiyon düşüklüğü; zayıf ancak hızlı nabız; şok

Sinir sistemi: üşüme titreme; koma; konvülsiyon; baş dönmesi; sersemlik; ateş; baş ağrısı; hiçbir şey yapma istememe hali

Cilt: dudak ve tırnakların maviye dönmesi; kızarma; renkte solgunluk

Siz ne demiştiniz belirtiler için? “Demir fazlaliginin belirtilerini kacirmak cok zor ishal ve gelisim geriligi” .. Entersan bir reductioanism gibi geldi bana ..Peki, normal değerlerde veya biraz altındaki demire sahip olan ve anne sütü alan çocuklarda demir takviyesi alımının da aynı şekilde gelişim geriliğine (boy ve kafa çevresi ölçümlerinin düşük çıkmasına) neden olduğunu biliyor muydunuz? Çalışmayı bulur musunuz, ben mi vereyim? 

“Doktorun verdigi takviyeyle fazla demir yuklamesi olma ihtimali dusuk “ . .Katılıyorum, ancak tabii bir yandan diyelim pekmez dayıyoruz çocuğua, karaciğerler yediriyoruz, bir yandan da aman değeri düşük ya geri zekalı olursa diye dayıyoruz şurubu .. 17 aylık bir bebek için bu şekilde alınan demir miktarının tam olarak ne olacağını ve etkilerini bilebilir misiniz?

Son olarak, kesinlikle katılıyorum: “Bu kadar basit degil. Bu nedenle ben ilac tavsiyesi vermem cunku veremem vermemem lazim.” Evet, bence de en sağlıklısı bu.

Elif Pınar Bayındır Çakır Asena Devlet hanım tabi ki de ilaç tavsiyesi veremezsiniz, vermeyin de zaten, çünkü hekim değilsiniz. Buradan bu postu takip eden herkes için yazıyorum 
1) Demirin doz aşım dozu 20 mg/ kg, (kilo başına 20 mg)toksik yani zehirleyici dozu ise 40 mg/kg dır. Yani 10 kg bir çocuk ( yaklaşık 1 yaş civarı) demirden doz aşımına uğramak için hergün yarım şişe ferro sanol şurup içmeli. Aramızda umarım hergün çocuğuna yarım şişe Demir içiren yoktur. Zira ben günde yarım şişe Demir öneren bir Dr ile henüz karşılaşmadım.
2) Demir depoları azalmış / bitmiş bir çocuğun depoları evet sadece doğru beslenme ile de dolabilir. Ama bu biraz zaman alacaktır. Bu sürede de çocuk Demir eksikliği anemisinden geçer. Bu da entellektüel yeteneklerinde kalıcı olabilecek gerilik yapabilir 

Elif Pınar Bayındır Çakır Sizin yaşadığınız ülkede test yapılmıyor ve rutin demir takviyesi verilmiyor olmasının sebebi sosyoekonomik olarak bizden fersah fersah ileride olmuş olması olmasın sakın. O ülkede bilinçli anneler ve yüksek gelir düzeyi nedeniyle Demir eksikliği anemisi sıklığı muhtemelen ülkemizdekinin kat be kat altındadır. Ve yine eminim ki yaşadığınız yerde en sık bebek ölüm sebebi ülkemizde olduğu gibi ishal değildir. O yüzden amaaaan Avrupa’da amerika da vermiyorlar demir Türkiye’de doktorlar pek meraklı ikaçkara onlardan ;avrupalılardan daha iyi mi bilecekler demek; ülke gerçeklerine kökten yabancı olmakla eşdeğerde

Asena Devlet Doktor hanım, müsterih olun lütfen, ben ne kendim kullanıyorum ecza ürünü toksik ilaçlarınızı ne de çocuğuma veriyorum, ilaç tavsiyesinde bulunacak en son kişilerdenim. Mecbur kalmadıkça ve hayati bir tehlike olmadıkça da ilaç kullanıma kesinlikle karşıyım. “Karşıyım Karşı Her Şeye Karşı” yani, sizin deyiminizle. 

Amerika’da çocuk doktorları en prestijsiz, en düşük gelir düzeyine sahip doktorlarmış yazık, bir nedeni olsa gerek? Herhalde onlar bile tut yarım şişe şurup ver diye tembihlemiyorlardır danışanlarına ama istatistikler ortada, zehirlenmeye gidebiliyor 6 yaş altı çocuklar. Bu yüzden de CDC uyarıyor hekimleri ve ilaç firmalarını, aman anne-babalara sıkı sıkı tembihleyin riskleri, bilgilendirin diye. Benim derdim bu noktaya dikkat çekmek.

Demiri yemek pişirdiğiniz tencereden yemeğe geçen kadarıyla bile alıyor vücut, sırf şurupla beslenmiyor herhalde çocuk, yediği gıdalardan bir yandan alıyor. Şişede durduğu gibi durmayabilir bu şuruplar itinalı davranılmazsa.

Siz şunu söyleyin, bu çocuk 1 hafta sonra aynı testi yaptırsa, bu değerler farklı çıkabilir mi çıkamaz mı?

Buradaki örnekten yola çıkarsak, “normal değerlerin biraz altında çıkan” değerler için SEBEBİ tespit ettiniz mi? Sebebi bilmeden tam olarak neyi “tedavi ediyorsunuz” şurup vererek? Anemide en büyük sebep olan kan kaybı mı var çocukta, bağırsaklarda bir sorun mu var, kaka testi mi var ortada, tenye parazit mi var, kemik iliği fonksiyonlarında mı sorun var yoksa beslenme sorunu mu var çocuğun? Önce sebebin bulunması gerekmiyor mu?

Her anemik insan geri zekalı mıdır? Evet kansızlıkta zihinsel fonksiyonlarında performans düşer, halsiz hissedersin de bu sürekli zeka geriliği vurgusu niyedir? 

Değerlerdeki düşüklüğün nedenini bulup düzeltmediğin takdirde şurupla sadece semptom bastırmış ama iyileşme(!) sağlanmamış oluyor, katılıyor musunuz?

Asena Devlet Kişiselleştiriyor muyuz olayı şimdi? Hassaslıktan da öte, çok alıngan gördüm sizi? Siz biraz dünya gerçeklerine daha fazla hakim olmaya çalışın isterseniz; Amerika’da demir vermiyorlar?? 120 çeşit “over-the-counter” satılan demir takviyesi Amerika’da piyasada .. hmm, savunmaya geçiyorsunuz yersiz yere ama biraz daha reel gerçeklere bağlı kalalım lütfen ..

Elif Pınar Bayındır Çakır Olayı kişileselleştirip en prestijsiz doktorlar pediatristlermiş diye konumuzla ilgisi olmayan bir alana çekmeye çalışan sizsiniz. Pediatristleri aşağılayınca prestijiniz az, az para kazanıyorsuuz diyince , insanların günlük max tedavi dozu olarak verilen 6 mg/kg ın çocukları zehirleyebilceğine inanacaklarını düşünüyor olmanız ilginç. ANLAMANIZ İÇİN BİR KEZ DAHA SÖYLÜYORUM DEMİRİN DOZ AŞIM DOZU GÜNLÜK KİLOYA 20 MG DIR. BUNUN İÇİN DE GÜNDE YARIM ŞİŞE ŞURUP İÇİLMELİ. Sizi tıp değil ama bu cehaletiniz zehirler.

Asena Devlet :)) .. anlaşıldı, yine aynı sahneyi yaşıyoruz sizinle ama burada konuyu daha fazla uzatıp kendinizi küçük düşürmenizi ve mesleki itibarınızın da daha fazla aşınmasını istemem .. Hep çalışmadığınız yerlerden soru çıkıyor değil mi, olur öyle bazen .. Burada ne yazık ki cevaplayamadığınız yorumları silip, sonra da mesleki uzmanlık alanınız olmasına rağmen kronik bilgi eksikliği içinde olduğunuz mevzularda “beni de uzaylılar kaçırdı geçenlerde” tadında bilgi yüklü yorumlarınızı bırakamadığınız için hassaslaştınız sanırım .. 

Başarılar diliyorum kariyerinizde ..

Hassas Anne Ece Kumkale Peki bize Turkiyede demir fazlaligindan olen veya agir zarar goren bebeklerin de istatiklerini de verirseniz cok sevinirim. Dediginiz demir fazlaligi belirtilerini yasayan her bebegin annesi doktora kosar zaten degil mi surup kesilir peki kafasina gore demiri vermezse anne ve demir eksikligi yuzunden ciddi sorunlar hatta zeka geriligi yasadiginda onu siz teselli edersiniz artik bu istatistiklerle. Damlalari vermeyen ve sonra demiri cok dusuk cikip gerilik yasayan anneler bana cok yaziyorlar ve pismanlar. Uzatmaya gerek yok. Farkli dusunuyoruz siz Turkiyenin gercegini once kabul edip bilirseniz bence daha farkli degerlendirirdiniz. Turkiyede devlet hastanelerinde her bebege 5 dakika ayriliyor bazen 2 bebek ayni snda iceri aliniyor bu durumda sizce kac anne bebegini ve kendini nasil demirden zengin bedleyecegini ogrenebiliyor ben soyleyeyim cunku 40000 hassas anne takipcim var ve bu konu hakkinda cok mesaj geliyor hiçbiri! 9 aylikken de kan testi olabilen cok az yani kansizlik varsa da gozden kaciyor. Sizin anlattiginiz tabii ozel hastanelerde zaten uygulaniyor anne iyi bedleniyorsa demir verilmiyor bebek iyice gozlemleniyor anemi belirtilerine bakiliyor 9 aylikta kan testine gore demir damlasi veriliyor. Cunku o bebek her ay doktora gidebiliyor ve doktoru onu taniyor ve anneye beslenme hakkinda bilgi veriyor. Diger tarafta 5 dakikada bakiliyor bebege ve her ay gelmiyor doktora bebek. Turkiyenin gercegi bu ve bebeklere 12 aydan once inek sutu veriliyor bu da kansizlik yapiyor. Turkiyenin gerceklerini bilip ona gore degerlendirmek gerekiyor. Bu gerceklerle evet bence de az miktarda demir damlasi verilmesi onemli ve bu az miktarla dediginiz asiri demir etkileri gorulmesi ihtimali az.

Asena Devlet Bilmem, 40,000 takipçi sizde Ece hanım, bence epidemiyolojik bir rapor koyabilirsiniz ortaya .. Ancak önce zehirlenmenin belirtilerini tam bilmeniz ve listelemeniz lazım ki anne-babalar doğru yönlendirebilirsin. Olay bu işte, Türkiye’de bu tip vakaların raporlanmasının bile yapılmadığını tahmin edersiniz sanırım. Türkiye şartlarına işi mutfağından bilecek kadar hakimim, merak etmeyin.


Tiroid sorunu filan mı var ki zeka geriliği filan olmuş, çok enteresan, tüm tıbbi öykülerini de aktarıyor mu danışanlarınız?

Apolojistliğe gerek yok, bahane bulunabilecek bir mevzu değil bu, siz vaktim yok o yüzden yazıyorum şurubu diyemezsiniz. Bu koşullarda çalışıp da hastalara zarar verdiğini düşünen ve meslekten ayrılan pekçok bu işe gönül vermiş hekim var, alternatif sağlık platformlarında işlerini severek sürdürüyorlar. Araştırın bence.

İnek sütü ve kansızlık arasındaki bağlantıyı bilmiyorum ben, rica etsem bu konuda bilimsel çalışma ya da makale verebilir misiniz? Annelerin emzirmeye daha fazla özendirilmesi gerektiğine ise kesinlikle katılıyorum. Ancak biliyorsunuz, pediyatri alanı bebek maması firmalarının sponsörlüğünde vücut bulmuş bir alan. Aman 6 aydan sonra anne sütü yetmez, haydi güçlendirilmiş, takviye edilmiş mama/formül verin dayatması da ağırlıklı olarak çocuk hekimlerinden geliyor annelere.

Benim sorularıma sizden hiç cevap alamıyorum, sadece tek bir boyuta indirgediniz konuyu, uzayıp gidiyor.

Daha fazla devam etmek istediğimden emin değilim bu konuşmaya..

Elif Pınar Bayındır Çakır Tebrikler size . En iyi savunma saldırıdır düsturunu benimsemiş olmanız hiç de şaşırtıcı gelmedi bana. Cehalet ne de olsa hep aynı yerden besleniyor. Hakikaten de “Amerika’daki pediatristler az kazanıyor” yorumunuz pek bilgi yüklü. Konu Demir eksikliği ve labaratuar sonuçlarıyla ispatlanmış, alım azlığına bağlı demir eksikliği tedavisi nasıl yapılır bilim dünyasında üzerinde tartışma olmayan bir konu. Daha fazla uzatmaya gerek yok. Herkes kendi fikrini özgürce yazarken aşağılama içeren cümlelerle fikrinizi savunmaya çalışmak sizin acziniz. Merakım sizi bu kadar doktor düşmanı yapan ve gördüğünüz her platformda okuduğunuz 3-5 makaleyle bir doktorlara sataşmaya iten şeyin ne olduğu.

Asena Devlet Merakınızı gidermeye hiç niyetim yok doktor hanım, siz benim kişisel sorunlarımla değil bence size danışan hastalarınızla ilgilenin biraz.

3-5 makaleden çok daha fazlasını okumak ve anlamak gerekiyor değil mi? Katılıyorum ve şiddetle tavsiye ediyorum.

Savunmada olan ben değilim, bana yöneltiilen her soruya direkt cevap veriyorum, bilgi aktarımı konusunda aynı bonkörlüğü sizde görmüyorum, aksine peşpeşe hakaretler geliyor. 

Kişi engellemek hiç adetim değildir, o yüzden sizden rica ediyorum, lütfen konuyla ilgili olmayan bir paylaşımda bulunmayın benimle.

Amerika’da pediyatristlerin az kazandığı bilgisini(!), bizzat bir Amerikan pediyatristin ağzından aktardım; Lawrence Palevsky. Amacınız gerçekten doğruyu bulmaya çalışmak olsa size bu gerçeğin(!) nedenlerini ve doğurduğu sonuçları aktarırdım. Fakat cahil birinin aktarımlarıyla sizi meşgul etmek istemem, sizin okuyacağınız çok makale olmalı facebook, pardon, PUBMED’de ..

İyi geceler ..

Hassas Anne Ece Kumkale 0-1 yaş arasında inek sütü tüketmek kansızlığa yol açar isterseniz makale arayıp bulabilirsiniz. Bu zaten bilinen bir şey ama ille makale gerekiyorsa http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/16247536

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/22348457

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/12387433

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/2019922

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/1416518

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/1571868

 bu çalışmalar ve daha yüzlercesi 0-1 yaş arasında inek sütü içmenin bu soruna yol açtığını gösteriyor.Siz de diğerlerine açıp bakarsınız artık. 1 yaşından sonra da günde 500 ml den fazla süt tüketmek yine aynı soruna yol açar ve ne yazık ki Türkiye’deki anneler sütü çok harika bir şeymiş gibi fazla fazla bazen 1-1,5 litre içirmeye çalışırlar ben onlardan değilim ama bu da bir gerçek. Bu da Türkiye’deki kansızlık sorununun nedenlerinden biri. Evet dediğiniz gibi doktorlar vardır tabii ama halkın çoğunluğunun gidebildiği doktorlar ve alabildiği tıp yardımı benim anlattığım gibi. Bu nedenle güvenli yöntemi seçmek bence daha iyi. Böyle olmalı şöyle olmalılarla gerçekler birbirinden farklı. Yurdumda herkes sizin ve benim imkanlarıma sahip değil. Size cevap veriyorum ama hoşunuza gitmeyen cevapları cevaptan saymıyorsunuz sanırım. Bence de fazla uzatmaya gerek yok.

. . .

Hassas Anne Ece Kumkale Hep az uyku ile  saat 5:53 bilgi açligi beni buralara getiriyor hep arastiriyorum yeni bilgiler .…….. benim koruma halim karakterim hep boyleydim hassas anne ile çogaldi. Demir damlasi kullanmayip sonra demir depolari 4-5 çikan o kadar cok insan yaziyor ki anlatamam. Dedigim gibi herkes ideal beslenmiyor ve doktora gidemiyor. Keske olmasa ama ulkemizin sartlari boyle.ben de once test somra gerekirse damla diyorum soranlara ama bunu icin bebegin cok iyi takipte olmasi lazim. Gunde 100-150 mesaj geliyor nelervar bir gorseniz . Ben de 8 ay oncesinde siteyi kurana kadar farkinda degildim bu tablonun

Vejetaryen Anne Y Ben sizin derdinizi duyuyorum, benim derdim ise su. Bu is boyle devam edemez. Bu isin kestirme cozumunu sunmak isin cozumu degildir. Bilinclendirmek gerekir. Anneleri mutfaklarini degistirmeye itmek gerekir. Tembellikleri, uyusukluklari, aman simdi kim ugrasacaklari bir yana birakip en bastan kokten degisikligi promote etmek gerekli. Surup ver, hap ver, o ilaci ver, olmadi bu ilacla cozmeye calisla olmaz. Bu gidisat gidisat degil maalesef. Siz de durup hatirladiginizda biliyorsunuz bunu. Insanlarin basma kaliplarini yikmak lazim. Ezberlerini bozmak lazim. Demir diyene et, kalsiyum diyene sut, kizamik diyene asi degil, yasam tarzi, bilincli beslenme konusmak lazim. Sizin gibi onemseyen annelere karsi daha guclu beklentilerim var, bazen ben de sizlere karsi hassas davraniyorum elimde olmadan  Kirdiysam lutfen kusura bakmayin 
Asena Devlet Herkese günaydın, Elif hanım size de 🙂  Konuyu saptırmadan ve kişiselleştirmeden iletişim kurabilmemiz dileğiyle sizlerle bulgularımı paylaşmak ve fikirlerinizi almak istiyorum. Herkesin görüşü ve deneyimi bu konuda önemli, lütfen tarafsız bir çerçeveden bakmaya çalışalım konuya .. 

Ece hanımın verdiği linkleri inceledim, 1’i dışında hepsi 20 sene önce yapılmış çalışmalar .. 6 makaleden 4’ü demir eksiliğine bağlı anemi için mutlak surette ‘demir takviyeli formüla’ kullanımı önermiş. Bu da her zamanki gibi bahsettiğim sistem sorununu, bilimsel çalışmalarda endüstrinin etkisini akla getiriyor ..

Metodolojileri hakkında abstract ve sonuç bölümünden bir fikir elde edilemiyor biliyorsunuz ve hepsinin tam metni yok malesef ve ben genellikle Amerika’daki hemşire arkadaşımdan rica ediyorum açılmayanların tam metnini göndermesini ancak bana tam metinleri ulaştırması uzun sürer şimdi, özet ve sonuç bölümlerinden gidelim şimdilik. 

800 kişilik bir çalışma dışında çoğunun sample sayısı çok düşük, ancak yine de birbiriyle çelişkili sonuçlar çıkmış. Hepsinde vurgu, sosyoekonomik düzeyi düşük, fakir ve çok çocuklu ailelerde sorunun ağırlaştığı yönünde.

İlki 20 senelik literatür taraması yapmış ve ilk 6 ay salt anne sütü, 24 aydan sonra da ihtiyatlı şekilde anne sütünden kesmeyi önermiş IDA için ve demir eksiliğini gidermek için takviye değil, demir ağırlıklı beslenme önermiş!

Mısır’da fakir aileler arasında yapılan 2. çalışma, 3. 4. çocuk olan erkek çocuklarından riski fazla bulmuş; takviye edilmemiş inek sütü içme, 6 ayın üstünde anne sütüyle beslenme(?!) ve düşük demir içerikli beslenmenin risk faktörünü arttırdığı söylemiş.

İlk makaleyle açık bir tezat var ortada, öneriler de birbirini tutmuyor..
Asena Devlet 3. makale endüstrinin beşiği Amerika’dan, tarih 2002 .. 1960’tan beri IDA oranlarının Amerika’da düştüğü bilgisine ters olarak son senelerde 1-3 yaş arası çocuklarda aneminin arttığını söylemiş!

Şimdi düşünelim, uzun süredir Amerika’da vitamin-mineralkatkılı formülalar 4-6 aydan itibaren yaygın şekilde kullanılıyor, pediyatristlerce sıkı şekilde öneriliyor biliyoruz, peki buna rağmen anemi oranlarındaki artışı nasıl açıklamamız gerekiyor? Burada bir çelişki yok mu? Bununla ilgili çok enteresan bir çalışmayı sonda vericem ..

IDA ve zihinsel, motorik ve davranışsal yeti kaybını ilişkilendirmiş, ancak bir yandan da aneminin gelişim üzerindeki bu etkisinin tam olarak anlaşılamadığını(!) belirtmiş? Ancak bu etkilerin demir eksikliği anemi oluşturacak denli ağır ve kronik(!) hale hale gelinceye değin de ortaya çıkmadığının altını çizmiş.

Peki, bu durumda, elimizdeki örnekte olduğu gibi, davranışsal herhangi bir sorunu olmadığını tahmin ettiğimiz bir çocuğun normalin biraz altında çıkan değerlerden yola çıkarak, aman bakın zeka geriliği olur diye en kötü ihtimalden yola çıkılarak, beslenme değil de doğrudan takviyeye yönelnedirimesi ne kadar doğru ve mesleki açıdan ne kadar etiktir?
Asena Devlet Amerikalı araştırmacılar bunla da yetinmemiş, anne sütü alan(!) çocuklarda 4-6. aylarda demir takviyesi yapılmalı(!), emmiyorsa da demir takviyeli formüla verilmeli demiş tabii ki. Hatta düşük demir değerli formüla da değil, yüksek demir değerlisi kullanılmalı illa demiş??

1. 4-6 aylık çocuklarda herhangi bir tahlil yokken doğrudan takviye önerilmesini doğru buluyormuyuz? Daha önce de bahsettiğim gibi, anne sütü alan ve hemoglobin seviyelerinde eksiklik olmayan 6 aylık çocuklarda demir takviyesi alımının gelişim geriliğine yol açtığı bulunmuşken, anne-babalar hangi yolu izlemeli??

Peki, formüla sütün ağırlıklı olarak inek sütü tozundan yapıldığını biliyoruz, burada da bir çelişki yok mu?

4. çalışma, Şile’den 1991 yılından. Demir eksikliği en çok demir takviyesiz inek sütü içenlerde görülüyormuş (inek sütü içmeyin, biyoayarlanımı engeller ama yapay şekilde demir takviyesi ihtiva ediyorsa aman alın önerisi??) Anne sütü alanlarda orta derecede, demir takviyeli formüla içenlerde çok daha az çıkıyormuş.

Ve bomba önerme: İşte bu yüzden de ortada biyokimyasal bir kanıt olmasa dahi(!) demir eksikliğine dair, çocuklar demir takviyesi kullanmalıymışlar??!! 

5. çalışma, İspanya’dan 1992 yılından, IDA için prematüre doğum, sosyo-ekonomik koşullar, düşük demir takviyeli süt içimi(!), erken inek sütü içme ve 12. aydaki kilonun korelasyon gösterdiğini yazmış.

Fakat daha önce dikkat çekmeye çalışyığım gibi, ilk yaştaki enfeksiyon geçirme oranlarına bakıldığında, önemli bir korelasyon yok der! 

Vücudun enfeksiyon ve enflamasyon durumunda makrofajlardan demir salınımının durdurulması konusuna yeniden dikkatinizi çekmek isterim. Vücudun hastalıklara karşı savunma mekanizmasının bir parçası yani bu..

Ve sadece, yüksek risk grubundaki çocuklara demir takviyesi önermiş.
Yine aynı konu, benim itirazım da salt hemoglobin değerlerine bakılarak, beslenme, yaşam koşulları, kilo vs diğer risk faktörlerine bakılmaksızın ezbere demir takviyesi önerilmesi ve zafiyetin nedenin ortadan kaldırılmaması..
Asena Devlet 6. kanada’dan 1992 yılında ve bir ildeki en fakir(!) 5 bölgeden 200 küsür çocuk üzerinde yapılmış. 6 aydan önce inek sütü kulalnımı ve 6 ayın altında demir takviyeli cereal kullanma(!) ile demir eksikliğine bağlı anemi (IDA) indikatörüymüş. Düşük doğum ağırlığı ve 6 ayın altında demir takviyeli formüla kullanılması(!!) IDA ile ilişkilendirilmiş(!)

Amerika’daki çalışmada 4-6 arası tüm bebekler, hem de en güçlüsünden demir takviyesi almalı denmişti hatırlarsınız. Yine tutarsız bilgiler yumağındayız..

Şimdi şu çalışmaya bakalım, Amerika’dan 2012 tarihli, geniş sample’lı (835 çocuk) demir takviyeli ve düşük demir takviyeli formüla alan bebeklerde 10 yıl sonraki gelişimsel duruma bakan uzun dönemli(!), randomize kontrol gruplu(!), metodoloji olarak diğerlerine oranla çok daha güvenilir bir çalışma! http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/22064877

 

6 – 12 ay itibariyle demir takviyeli ve düşük demir takviyeli formüla kullanan çocuklara bakılıyor.

– IQ, uzamsal hafıza, aritmetik başarısı, görsel-motorik entegrasyon, görsel algılama ve motorik fonksiyonlara bakılıyor. 

Sonuçlar: 

– demir oranı daha yüksek takviye alan gruptakiler, 10 yılın sonunda HER değerlendirme kriterinde daha düşük skor alıyor!!

– 6. ayda hemoglobin değerleri yüksek olan çocuklar, demir takviyeli formüla aldıkları takdirde daha düşük skor elde ediyor! DÜŞÜK hemoglobin sayımlı çocuklar önemli şekilde daha iyi skorlara sahip!

(Burada, amerikadaki çalışmada, endikasyon olmasa dahi yüksek demir takviyeli formüla almalı 4-6 ay arası bebekler(!) önermesini düşünelim ve 10 yıl sonunda bu önermenin yarattığı sonuçlar açısından değerlendirelim lütfen. Tıpta bilginin kesinlik arz etmediğini, herhangi bir durumda yan faktörlerin fazlalığı, herkese tek tip medikal uygulama önerilmemesi gerektiği, işe yaramayan tıbbi müdahalelerin ne denli fazla olduğunu ve çoğu durumda da bunların hastaların sağlıklarını olumsuz etkiledi, tıpta bilginin her geçen gün değiştiği, endüstri etkisinden bağımsız olmadını ve bilginin oldukça kısa bir yarı-ömrü olduğunu söylerken bu gibi örnekleri kasdediyordum işte. Umuyorum, daha iyi anlaşılabiliyordur tepkimin sebebi ve eleştirimin odağı).

Asena Devlet Demir fortifikasyonun uzun vadede çocuklara olumsuz etkilerini gözlemleyen başka çalışmalar da var tabii ..

Şu makaleye bakalım: http://lpi.oregonstate.edu/infocenter/minerals/iron/

 

Zihinsel gelişim ve demir eksiliğine bağlı anemi arasında bağlantı bulan gözleme dayalı(!) çalışmaların güvenilir olmadığını, çünkü diğer pek çok yan faktörden bağımsız değerlendirilemeyeceğini bu konunun söylüyor. 

2 yaş altında anemik(!) çocuklarda yalnıca tek bir(!) randomize çift kör çalışma demir takviyesinin bilişsel gelişime anlamlı derecede fayda sağladığı sonucuna varmış. 

Gelgelelim, dört randomize kontrollü deney 2 yaş üstü(!) çocuklarda demir takviyesinin bilişsel gelişime ve okul başarısına faydası var derken, diğer 2 çalışma herhangi bir faydası olmadığını bulmuş. (Çelişki??)

Efendim bugüne değin yapılmış çalışmalar 2 yaş üstü çocuklarda bilişsel iyileşme saptamış görünüyor, ancak 2 yaş altı çocuklar bu faydaya daya dirençli gözüküyor?? Enteresan değil mi?

Yakın zamanda yapılan sistematk literatür değerlendirmesinden bahsediliyor 17 randomize kontrol gruplu deney üzerinde. Sonuç: Demir takviyesi alımı 7 yaş üstü çocuklarda eh, hasbelkader bir olumlu etkiden sözedebiliriz zihinsel gelişim açısından ancak 27 ayın altındaki çocuklarda zihinsel gelişimde HİÇBİR etkisi yok!

O yüzden tekrar soruyorum, sizce kanda demir seviyesinin yüksekliği ve zihinsel gelişim arasında bırakın pozitif korelasyonu, negatif korelasyon bulan çalışmalar mevcutken, en iyi ihtimalle ileriki yaşlarda “modest”, hani neredeyse hiçbir etkisi olmayacak bir olumlu etkiden bahsediliyorken, kalkıp hekimlerin “kansızsa çocuğunda zeka geriliği görülür(!)” gibi yanlış bir önermeyle anne-babaları bilimsel dayanağı olmadan korkutmaları, gereksiz, ahlak dışı ve sorumsuzca bir davranış değil midir?

Asena Devlet Son olarak, beslenme dersi pek görmüyor hekimler fakültede ve bunun sonucunda da işte endüstri destekli ne çalışma konulursa önlerine, hah tamam en doğrusu budur diye sorgulamadan ve bilmeden illa bir tıbbi müdahalede bulunma gereği görüyorlar.

Bakın, şu makaleyi inceleyin, çok uzadı ben açıklamayayım her şeyi. Bakır-demir ilişkisinden bahsetmiştim ve Elif hanım da demirin biyoayarlanımından bahsetmişti, buyrun burada vücutta demir rezervleri dolu olsa bile testte nasıl düşük çıkıyor değerler açıklamış, inceleyin lütfen. Bu çok önemli bir makale, salt hemoglobin değerlerine bakılara herhangi bir destek verilmesinin yaratacağı ağır sonuçları açıklıyor.

http://drlwilson.com/articles/IRON.htm



Bakır-demir metabolizması ilişkisi: http://www.biomembrane.hu/data/pdf/16462140.pdf



bakır eksikliği ve anemi bağlantısı: http://ajcp.ascpjournals.org/content/132/2/191.full



İnceledikten sonra değerli görüşlerinizi adminler bizi kovmazsa buradan bekliyorum ..

Hassas Anne Ece Kumkale Bakin beslenme diyorsunuz ben de anneler beslenme hakkinda bilgisiz ve inek sutu veriyorlar Diyorum. Siz tum annelerin cocugunu nasil bedleyecegini bildigi ve tum doktorlarin zaman bulup ve ayirip annelere uzun uzun beslenme anlattigi bir utopyadan bahsediyorsunuz hala. Biliyorum Amerikadan oyle gorunuyor ben de 6,5 sene Amerikada yasadim ve 3 yil boyunca Florida Universitesinde ve Duke Universitedinde araştirma koordinatoru olarak calistim ama burada durum o utopik durum degil ve oyle olana kadar da bence bu damlalar en azindan cocugunu her ay ozel ilgi gosteren doktora goturemeyen ve cocugunu nasil besleyecegini bilmeyenler icin faydali. Evet ben de dozin istediginiz gibi olmalarini istiyorum annelerin ve doktorlarin ve sistemin ama daha uzun zaman var ona.

Hassas Anne Ece Kumkale İnanin herseyi incrlemek isterdim ama imkansiz dediginiz gibi 3 cocugum var bugun pazar hepsi evde ve biri hasta ayrica kilolarca biber ile kis hazirligi yapmam ve hassasanne sitem ile ilgilenmem lazim eminim sizin de hakli oldugunuz noktalar vardir ama dedigim gibi Turkiyenin gercegine cok uzak. Zaten biz durumu iyi olan anneler boyle davraniyoruz sorun low ses ailelerde cikiyor. 2 aylik bebege sutu yetmiyor diye inek sutu veriyor cunku mama alacak parasi yok. Aa yok artik mi? O kadar cok oluyor ki bana yaziyorlar devamli. Takip edemeyecegim artik lutfen [email protected] uzerinden devsm edelim gruptan da çikiyorum çok fazla zamanim yok kendi sitemle ilgilenemedim buraya yazmaktan bu da onlara haksizlik. Tesekkurler cevsplariniz icin sevgiler
Asena Devlet Ben beslenme diyorum ve günümüz çocuk doktorlarının da bu konuda bilgi eksikliği olduğunu söylüyorum. 

Bu yüzden de görev ve ödevleri olduğu halde annelere bu konuda yardımcı olamıyorlar, zamanları olmadığından değil ..

Bununla da kalmayıp açıklamaya çalıştığım gibi sağlığa zararlı tıbbi müdahalelerde bulunabiliyorlar ikinci bir kez düşünmeden ..

Ben Amerika’da hiç bulunmadım ve bulunmayı da hiç bir surette düşünmüyorum, ancak oradaki sistemin de ütapik olmaktan çok öte olduğunu biliyor ve size anlatmaya çalışıyorum.. Türkiye sağlık konusunda dünya geneli gibi Amerikan ekolünü takip eder biliyorsunuz ..

Sanırım anlaşılmamış verdiğim linkler, bu damlalar hele ki çocuğunu nasıl besleyeceğini bilmeyen annelerin çocukları için ÇOK tehlikeli. Prospektüs var nette, bir bakın isterseniz. Üstelik de damla kullanımına başlandıktan sonra kısa aralıklarla doktor kontrolüne gitme şansı yoksa çocukların, işte o zaman felaket reçetesini sistem-doktor-ebeveyn elbirliğiyle çocuğa yazmış demektir 
Asena Devlet Kolay gelsin size, iyi günler ..
SSPE Sopası

SSPE Sopası

Aşı Yaptırmaya Mecbur Değilim Hareketi’nin Facebook sayfasında aşıyla ilgili gelen şu yoruma cevaben kaleme alınmıştır:

“Çocuklarınız yarın bir gün bulasiçi bir hastalığa yakalandığında hastaneye de gitmezsiniz o zaman sanırım :s bazı bulaşıcı hastalıkların ne ggibi komplikasyonlara sebep olduğunu bilseniz keşke. .. örneğin kızamik olduğunda hastalığı geçirdikten sonra virüsün vücutta kalarak SSPE’ye sebep olması gibi. .. bi araştırın derim. …”

Yüzlerce pediatri doktoru yetiştirmiş bir hocanın, Robert Mendelsohn’un kitabını önermek isterim size: Doktorunuza Rağmen Sağlıklı Çocuk Nasıl Yetiştirilir (How to Raise a Healthy Childe, In Spite of your Doctor)

“bazı bulaşıcı hastalıkların ne ggibi komplikasyonlara sebep olduğunu bilseniz keşke. .. örneğin kızamik olduğunda hastalığı geçirdikten sonra virüsün vücutta kalarak SSPE’ye sebep olması gibi”, demişsiniz..

Cümleyi şöyle değiştirsek tıbben daha doğru olur mu acaba?

“Bazı bulaşıcı hastalıkların, kötü yaşam koşullarına sahip, yetersiz beslenen ve bağışıklık sistemi zayıf bir kısım çocukta ne gibi komplikasyonlara sebep olduğunu bilseniz keşke …”

Kızamığa bağlı SSPE vakalarının görülme sıklığı kitle aşılaması başlamadan önce Amerika’da milyonda 1’lerle ifade edilirken bu oranın kızamık aşılamalarına başilandıktan sonra arttığı bilim tıp dünyasında bilinen ama ifade edilmeyen gerçekler arasında değil mi?

Bakın mesela, 1996’da Viroloji Arşivi adlı tıp gergisinde yayınlanan bir makaleden alıntı:

Since the introduction of measles vaccines, vaccine-associated SSPE has increased in the USA. Therefore, we should pay attention to SSPE after inoculation with measles vaccine, despite the decrease in the incidence of [wild] measles.”Halsey N.Risk of subacute sclerosing panencephalitis from measles vaccination. Pediatr Infect Dis J. 1990 Nov;9(11):857-8. No abstract available.PMID: 2263442; UI: 91088240.

Doğal kızamık virüsü ile kızamık enfeksiyonu büyük oranda azalmış olmasına rağmen eskisine oranla aynı oranda hatta daha fazla SSPE vakasıyla karşılaşılmasını nasıl açıklamalıyız sizce?

Türkiye’den de tekli kızamık aşılarından sonra Güneydoğu’da görülen yüzlerce SSPE vakasının üstünün örtüldüğünü, yok sayıldığını, aşıyı zorunlu tutan (ki kanunen aslında zorunlu değildir) devletin, neden olduğu bu korkunç hastalıkla ilgili hiçbir sorumluluk almamasını, ailelere hiçbir yardımda bulunulmamasını nasıl değerlendirmek gerekir?

Türkiye’deki çocuk hastalıkları dergisinde yayınlanan olgu sunumlarına ve epidemiyolojik değerlendirmelere baktığınızda, SSPE tanılı çocukların %70’inin aşılı olduğunu ve son 10 yılda TR’de SSPE görülme yaşının da öne kaydığını görüyoruz.

Şimdi, elimizdeki bu bilgiyi bir başka yabancı yayınla birleştirelim isterseniz ki tablo netleşsin:

The most striking feature of the data is the rapid decline in SSPE incidence. Corresponding to this decrease is an increase in the proportion of cases following measles vaccination. There also is a shorter incubation period for SSPE following vaccination than after measles infection. (Dyken PR, Cunningham SC, Ward LC.: Changing character of subacute sclerosing panencephalitis in the United States.Pediatr Neurol. 1991 Mar-Apr;7(2):151./Dyken PR: Neuroprogressive disease of post-infectious origin: a review of a resurging subacute sclerosing panencephalitis (SSPE).,Ment Retard Dev Disabil Res Rev 2001;7(3):217-25 )”

SSPE vaka sayısındaki ani düşüşle beraber bir yandan da kızamık aşılamasından sonra başgösteren SSPE olgu sayısı artıyor. Kızamık enfeksiyonuna göre aşılama sonrası görülen SSPE’nin inkübasyon süreci daha kısa!

Artık aşılı nesillerin bebekleri maalesef anneler çocuklukların oldukları aşının “koruyucu” etkisini çoktan yitirmiş olduklarından, SSPE için riskli evre olan 1 yaş altında enfeksiyona tamamen açıklar. 1 yaş altında ve/veya tam 12. ayda vurulan modifiye edilmiş canlı kızamık virüsünün SSPE’ye yol açmayacağını garanti edebilir miyiz? Doğal yoldan fulminan kızamık geçirip virüsü tamamen vücuttan temizleyemeyen bebek, bu modifiye, ancak kızamığa yol açtığı IOM 2011 raporunda açıkça yazan aşı virüsünden subklinik veya atipik kızamık kapamaz mı? Yanıt, kesinlikle evet!

Sizce kızamığı normal geçirme yaşı olan 5-6 yaşlarında bırakalım sağlıklı çocuklarımız bu bir zamanların en çok görülen hafif hastalığını geçirip ömür boyu bağışıklık kazansın ve anneler ilk 1 sene ve hatta sonrasında, gerek plasental koruma gerekse emzirmek suretiyle pasif koruma sağlasın mı bebeklerine, yoksa aşılı ama artık çoktan koruyucu olduğu sanılan antikorlarını yitirmiş genç anneler ve bebekleri kızamığa ve komplikasyonlarına tamamen açık bir şekilde risk altında mı yaşasınlar?

Ne dersiniz? 

Aşıların Karanlık Yüzü – KONTAMİNASYON

Aşıların Karanlık Yüzü – KONTAMİNASYON

Screenshot from 2013-09-04 09:42:31

İnsan Fötüsü DNA’sı ve Retrovirüs kontaminantları taşıyan aşıların [KKK, su çiçeği örneği verilmiş] kullanıma sokulduğu yıllar ile Otizm görülme sıklığında yaşanan değişimler örtüşüyor.

Bugün bilimadamı, hekim, hemşire ve toplum sağlığı eğitmenlerinin büyük çoğunluğu aşı içeriğindeki maddelerin bireysel ve sinerjetik olarak güvenlik ve etkinliğinin kanıtlanmış olduğunu düşünür. Toplum bu aşıların, hastalık virüsü(leri) dışında, üreticinin ürün bilgisine dahil etmediği başka herhangi bir istenmeyen kirleticinin karışmış olamayacağı, steril solüsyonlar olduğuna inanır. Çocuk doktoru aşıyı çocuğun kasına zerk ettiğinde halkın bunun böyle olduğuna inancı tamdır, sorgulamaz bile. Başka bir deyişle, aşıların çocuklarımız ve bizlerin güvenliği için mükemmel koşullarda üretilmiş olduğuna inanmak isteriz.

Yaptığımız araştırmada gördük ki çoğu kişi aşıların içinde gerçekte neler olduğunu bilmiyor bile; aşı etiketinde yer alan etkin ve etkin olmayan maddeler ve en önemlisi de içerikteki gizli maddelerden haberdar değiller. Zaman ayırıp konuyu araştırmış, bilimsel literatürü inceleyip gerçeği kendi keşfetmiş birine rastlama ihtimali ise daha da düşük. Oysa gerçeğe ulaşmak şaşılacak kadar kolay. Ancak karşılaşacağınız gerçek kabusunuz olacak kadar da korkunç.

Diyelim kaşarlı dana rozbif ısmarladınız, ama önünüze pişmiş yemek yerine tarifin gerçek yaşam videosu konuldu; minik süt danasının hayatının her adımını gördünüz, doğduğu andan üzerine konulmuş peynirle son haline gelene kadar… Doğal besinlerden nasıl mahrum bırakıldığını, daracık bir ahır bölmesine kapatılışını, yetersiz beslenmeden dolayı aldığı deforme hali, bedenine yüklenen ilaçları antibiyotikleri ve sefalet içinde o bölmede yaşadığı mahrumiyet hayatını izledikten sonra kesimhane görüntülerine geçse görüntü, oradan dilimlenişine ve en son da pişirilip önünüzdeki tabağa konuluşunu görseniz. O tabağa aynı iştahla bakabilir miydiniz? Hala kaşarlı rozbif yemek ister miydiniz? Neyse ki zaten hemen hiç sorgulamıyoruz, bu yediklerimiz acaba nereden geliyor, nerede ve nasıl yetiştirildi, bize ulaşmadan önce üzerine neler sıkıldı… İşte bu yüzden de şimdi burada aşılar konusunda çoğu sağlıkçının ve kanaat önderinin bile bilmediği bir şeyi yeniden kayda geçireceğiz. Aşılar yapılırken içine neler giriyor ve bu konuda sizi durup bir düşündürtmesi lazım gelen başka neler var sizden gizlenen, bunu anlatacağız. Okuduktan sonra bir kendinize sorun bakalım, hala vücudunuza aşı girmesini istiyor musunuz?

Aşıların ve gizli içeriğinin hazırlanış yöntemleri konusunda en derinlikli, dürüst, akademik seviyede ve objektif bilgiyi almak üzere de tıbbi konularda araştırmalarıyla tanınan ödüllü gazeteci Janine Roberts’a dönüyoruz. Kendisi şişenin üstünde yazmasa da içinde barındırdığı cehennemi karanlıkla ilgili tamamen farklı bir tablo çizecek bizlere. Janine Roberts’ı dünyanın gündemine ‘kanlı elmas’ vakası, Kongo’daki soykırım ve Avustralya devletinin aborijin kültürleri yok ediş hikayesini getiren kişi olarak da hatırlayacaksınız.

Roberts’ın, herhangi bir aşının onay alıp almayacağına karar veren veren merciler olan Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve federal sağlık ajanslarından üst düzey yetkililer ile aşı konusunda uzman biliminsanları arasında geçen konuşmalarla ilgili aktarımları gerçekten ürkütücü. Resmi toplantı tutanaklarına ve bizzat katıldığı aşılarla ilgili acil toplantılara dayanan araştırmaları bir kez daha bir gerçeği teyit ediyor; dünyadaki aşı ve sağlık uzmanları, aşılarda saklı bu maddelerin getireceği potansiyel ve belirsiz tehditlere karşı bir çözüm yolu olmadığı konusunda hemfikirler.(1)

Hikayemiz aşı endüstriyel kompleksinin üretim maliyetlerini azaltmak amacıyla Amerikan devletinden aşı geliştirmede ‘kanseröz hücre çizgileri’ni kullanma izni kopartmaya çalışmasıyla başlıyor. Rasyonelleri şu; kanser hücreleri ‘ölümsüz’ hücreler. Mevcut aşı metodolojisi, kültürde çarçabuk ölen fertilize edilmiş tavuk embriyoları ve maymun böbrekleri gibi hayvan hücrelerine bel bağlamış durumda. Kanseröz hücre çizgilerini kullanmak elbette aşı substratları için başta maymun olmak üzere birtakım hayvanların satın alınması sonra da öldürülmesi yöntemine göre çok daha hesaplı.

Roberts, iki ayrı toplantıdan bahsediyor; 9 Kasım 1998’de toplanan Aşı ve İlgili Biyolojik Ürünler Danışma Konseyi ve bundan bir seneden az bir zaman sonra düzenlenen Gelişen Bilimsel ve İdari Perspektif Çalıştayı. FDA (Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi), CBER (FDA’e bağlı Biyolojik Ürün Değerlendirme ve Araştırma Kurumu), Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Ulusal Enstitüsü (NIAID), DSÖ ve benzer kurumlardan üst düzey yetkililer ve uzman bilimadamları arasında bilimsel düzeyde yürütülen görüşmelerde ortaya konan delillerin hepsi, tüm aşıların tehlikeli düzeyde kontamine olduğu gerçeğini teyit ediyor.

Görüşmelerin odağı, virüs kültürleme aşamasında döllenmiş tavuk yumurtası kullanılmakta olan influenza (grip), KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) ve sarı humma aşıları oluyor. Döllenmiş tavuk yumurtası, KKK ve influenza (grip) gibi aşıların virüslerinin kültürlenmesi için ideal bir ortam aslında, ancak bir taraftan da bunlar, hayvanlar aleminde varlığı bilinen veya henüz bilinmeyen çok sayıda virüs için de canlı birer inkübatör görevi görüyor. Bu virüsler doğal yoldan hayvandan insana geçmeyecek virüsler, ancak yine de bunlar biribirini takip eden genetik kodlar ve insan vücuduna enjekte edildiğinde, insan hücresi kodlarıyla karışabilir veya birleşebilir, bu da tahmin bile edilemeyecek sayısız istenmeyen etkiye yol açabilir. Aşı araştırmaları nereden bakılacak olursa bilimsel açıdan oldukça ilkel, çünkü insan kan dolaşımına doğal yoldan girmeyecek bir dolu yabancı madde, kimyasal ve genetik materyali enjekte ediyorsunuz. Denkleme aşılarla vücuda sokulan muazzam miktarda ‘bilinen/bilinmeyen’ genetik materyal ile yabancı proteini de ekleyip, sonra Amerikan popülasyonunda hızla yükselişe geçen salgınları;

– çocuklarda görülen yetişkin tipi diyabet,
– çok sayıda ve çeşitte enflamatuvar ve immün yetmezliği rahatsızlıkarı,
– astım ve yeni alerjiler,
– ağır mide-barsak rahatsızlıkları (örn. Sızıntılı bağırsak sendromu ve Crohn hastalığı),
– kronik yorgunluk sendromu
– ve çok sayıda farklı nörolojik bozukluk (örn. Otizm, ADD ve ADHD, Parkinson’s, Alzheimer’s vb.)

düşündüğümüzde, şöyle bir durup bunun nedenleri hakkında yeniden bir değerlendirme yapmamız gerekir. Ancak bunu yaparken, olaya aşı endüstrisine özgü genetik materyalizmin determinist ve indirgeyici bakış açısıyla yaklaşıp, doğumdan hemen kısa bir süre sonra başlayıp ta yaşlılık dönemimize kadar vücudumuzu aşılardaki adjuvan ve koruyucular, harici genetik materyal ile patojenik organizmalar ve yabancı genetik fragmanlarla tuttuğumuz bombardımanı hesaba katmamazlık etmemeliyiz.

Son haline getirilmiş aşı solüsyonlarında ‘ters transkriptaz enzimi’ (enzyme reverse transcriptase (RT)) bulunduğu öteden beri bilinir. RT de retrovirüs mevcudiyetini gösterir. Ancak bu toplantıda Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), bu türden genetik kontaminasyonla ilgili, ki bu durumda sözkonusu olan KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısındaki kontaminasyondur, kamuoyuna bilgilendirme yapılmaması ve aşının piyasadan çekilmemesi, ancak bir yandan da aşı üzerinde farklı laboratuvarlarda güvenlik çalışmalarının sürdürülmesi kararını veriyor.

Roberts, FDA’den Dr. Arifa Kahn’ın konuyla ilgili açıklamasını aktarıyor:

Khan, aşıdaki RT aktivitesinin iki ayrı viral suştan-Avian Leukosis Virus (ALV) [Kanatlı/Kuş Lökozu Virüsü] ve Equine Arteritis Virus (EAV) [At Arterit Virüsü]- retrovirüs partikülleri ile ilişkili olduğunu söylüyor. Bunlardan ilki özellikle can sıkıcı, zira ALV bir lösemi kanseridir. Dr. Kan şöyle diyor: “Bu virüsün [ALV], insan hücresini enfekte etmesi teorik olarak mümkün.” Yani özetle burada denilmeye çalışılan, ALV genetik kodu insan DNA’sına entegre olabilir ve bir tür kansere yol açabilir.

FDA’in bu ALV RT aktivitesinin güvenli olduğuna dair verdiği güvence ise, laboratuvar ortamında “tam 48 saat boyunca” herhangi bir viral-insan DNA’sı birleşme aktivitesi gözlemlenmemiş olmasına dayanıyor. Böylesine saçmasapan bir güvence bilimin mantığına da aykırı, zira kanser oluşumu seneler alabiliyor!

Ek bilgi notu olarak şunu da verelim; ters transkriptaz aktivitesi HIV/AIDS hipotezinin önemli bileşenlerindendir. Kanadalı Aşı Riskleri Farkındalık Platformu tarafından yayınlanan “Influenza (grip) Aşısının Güvenlik ve Etkinliğine Dair Ciddi Sorular” başlıklı bir makalede, bazı bilimsel çalışmalar ve hatta bazı aşı prospektüslerinde “aşıların HIV viral replikasyonunu arttırdığının yazdığı” belirtilmekte.(2) Bu da tüm aşıların bağışıklık sistemi üzerinde güçlü bir baskılayıcı etkisi olduğunu gösterir. Stres altında bu virüsler hiperaktif düzeye geçiyor ve replikasyon kabiliyetleri de artıyor.

FDA yetkilisinin bahsettiği bir diğer risk de ALV sekansının kızamık virüsü ile birleşerek ortaya yepyeni bir mutant ve tehlikeli virüs çıkarma olasılığı. (Bu olasılık aynı derecede H1N1 domuz gribi ve diğer grip aşıları için de geçerli). Burada şunu da ekleyelim, İngiltere’nin Toplumda Bilim Enstitüsü çalışanlarından dünyaca ünlü genetikçi Dr. Mae-Wan Ho, kaleme aldığı bir makalede “Aşılar bizzat kendileri tehlikeli olabilmekte, özellikle de canlı, attenüe (zayıflatılmış) viral aşılar veyahut da yeni rekombinant nükleik asit aşıları, rekombinasyon yoluyla virülan virüsler oluşturma potansiyelleri var ve rekombinant nükleik asitler de otoimmün hastalıklara yol açabilir.” diyor.(3)

Toplantıda, o dönem Viral Ürünler Departmanı’ndaki DNA Virüsü Laboratuvarının başındaki Dr. Andrew Lewis’ten şu açıklama geliyor: “Yumurta bazlı tüm aşılar kontamine haldedir…. Bu döllenmiş tavuk yumurtalarında çok çeşitli virüsler barınabilmektedir.” Katılımcılar ayrıca bu kontaminantların yalnızca çok küçük bir bölümünün şimdiye kadar belirlenebilmiş olduğunu ve büyük ihtimalle daha keşfedilecek yüzlercesinin olduğunu öğreniyorlar.

Roberts, 2001 tarihli bir CDC raporunda KKK aşısı olmuş 100 hasta üzerinde ALV ve EAV retrovirüslerinin araştırıldığı çalışmalara rastlıyor. Bu çalışmalarda, “test edilen farklı üreticilere ait tüm kızamık aşısı partilerinde istenmeyen RT aktivitesi” bulunuyor. Çalışmanın sonuç bölümünde ise “bu oluşumlar sporadik halde değildir ve aşılanmış kişilerin hepsi aynı şekilde bu [tavuk] retroviral partiküllerine maruz kalmış olabilir.” deniyor. Bir başka toplantının Ulusal Sağlık Enstitüsü’ne ait transkriptinde ise, Dünya Sağlık Örgütü’nden Dr. Conroy’un tüm döllenmiş tavuk yumurtalarında EAV virüsleri bulunduğuna yönelik açıklaması yer alıyor. Influenza, KKK ve sarı humma aşılarının yapımında kullanılan bilimsel protokolde belli ki çok fazla bir değişiklik yok. Global pazara yönelik hazırlanan kas içine zerk edilecek H1N1 aşıları da döllenmiş tavuk embriyolarında kültürlenmiştir. Buna CSL, Medimmune, Novartis, Sanofi-Pasteur ve GlaxoSmithKlines’ın onay almış her aşısı dahildir.

FDA’in Bilimsel ve İdari Perspektif Çalıştayı, “Batı’nın en büyük toplum sağlığı kuruluşlarının temsilcileri”nin katılımıyla 7 Eylül 1999’da, Washington’da geç saatlerde toplanıyor. Aşağıdaki bölümde Janine Roberts’ın pahabiçilmez kitabı “Fear of the Invisible”da yer verildiği şekliyle, bu toplantının ana konu başlıkları ve yapılan açıklamalardan bir özet bulacaksınız:

– Bu toplantılarda aşıların “viral ve DNA genetik kodu fragmanları, pekçok virüs ve proteinle yoğun şekilde kontamine olduğu” yeniden teyit ediliyor. Katılımcılar bu kontaminantlar arasında ‘prion’ denilen hayvanlarda ve insanlarda tedavisi mümkün olmayan amansız hastalıklara ve nörolojik rahatsızlıklara yol açan çok küçük proteinler ve normal hücreleri kanserli hücreye dönüştüren bir çeşit gen olan onkojenlerin de olabileceğinden duydukları endişeyi dile getiriyor. Katılımcılardan Dr. Goldberg şöyle diyor: “Henüz keşfedilmemiş sayısız virüs, protein ve benzer partikül var. Mikrop dünyasının henüz yalnızca çok küçük bir bölümünden haberdarız ve tabii [aşılarda da] ancak tespit edebildiğimiz bu az sayıdaki mikrobun bulunup bulunmadığını kontrol edebiliyoruz. Yani, aşı kültürlerinde daha bilmediğimiz pekçok partikül olabilir.”

– FDA’den Dr. Andrew Lewis, adenovirüs-SV40 hibrid virüsleri kullanılmak suretiyle bir adenovirüs [İnsanda solunum yolları, göz ve boğaz enfeksiyonlarına sebep olan bir DNA virüsleri grubu] aşısı geliştirilmeye çalışılırken ortaya yepyeni bir maymun-insan mutant virüsün çıkarıldığını söylüyor. Dr Lewis ayrıca çocuk aşılarında bulunan ‘yabancı hücre DNA’ları arasında kanser yapma özelliğine sahip “viral onkojenler” bulunabileceği yönündeki endişesini dile getiriyor.

Bilimadamları aralarında tartışırken şöyle bir soru ortaya çıkıyor; acaba attenüe (zayıflatılmış) aşı suşları olur da AIDS’le sonuçlanacak kadar hızlı replike olan varyant bir virüse dönüşebilir mi? Bu sorunun yanıtını bilmediklerinde hemfikir oluyorlar.

– Aşıdan sonra çocuklarda mutasyon durumuyla karşılaşılıp karşılaşılamayacağı konusunda ise cevap, “bir dizi [kirletici olarak karışmış] virüs ile doku kültüründe koenfekte olan hücrelerin çapraz gen oluşturması az rastlanan bir durum değildir.” Bunun manası şudur; kontaminant virüsler ve yaşayan hücrelerin genetik kodlarının birleşerek çapraz gen oluşturması ve laboratuvar ortamındaki kültürlerde mutasyon oluşturması “az rastlanır bir durum olmadığından”, çocukların vücudunda da aşıdan sonra bittabii ki meydana gelebilir!

– CBER Retrovirüs Araştırmaları Laboratuvarı müdürü Dr. Hana Golding ise bir başka korkutucu olasılığa dikkat çekiyor; “aşılardaki DNA fragmanı kirleticilerinin muhtemelen ölü olduğu düşünülecek olsa dahi, aktif halde kalma ve tehlike oluşturma ihtimalleri mevcut.” Yani, bu kirleticilerin kodları aşı içinde birleşerek yeni, mutant patojen suşları oluşturabilir.

– Hem Stanford hem de San Francisco’daki Kaliforniya Üniversitesi’nde çalışan virolog Dr. Leonard Hayflick, aşı yapımı için hayvan ve kuş embriyoları kullanılarak hazırlanan primer kültürler konusunda, “bu hücrelerin bir kısmı insanlar için ölümcül olan pekçok istenmeyen virüsle dolu olduğu”nu dile getiriyor. Bu durum tabii, polio (çocuk felci virüsü) aşısı gibi, yapımında bugüne kadar çok geniş ölüm ve hastalığa neden olmuş maymun böbreği hücreleri kullanımı devam etmekte olan aşılar için özellikle endişe verici bulunuyor.

– İngiltere’nin önde gelen aşı uzmanlarından, Ulusal Biyolojik Standartlar ve Teftiş Kurumu üyesi Dr. Phil Minor, bazı aşı partilerinde poliovirüsünün kendisinden çok, maymunlarda görülen SV40 virüsünün olduğunu belirtiyor. Aşılarla ilgili kapalı kapılar ardında icra edilen bilimsel çalışmalar konusunda henüz fikir sahibi olmayanlar tabii bu toplantının yapıldığı tarihte artık polio aşılarında SV40 yoktur diye düşünmüş olabilirler, ancak konuşmalara bakılacak olursa polio aşılarında o tarihte de SV40 virüsünün mevcut olduğu anlaşılıyor. Bu da aşı endüstriyel kompleksi dahilindeki aldatmacanın ve devletlerin üst düzey sağlık yetkililerinin halkın sağlığını doğrudan etkileyen bu tip konularda bilgi saklama alışkanlığının örneklerinden sadece biri.

– CBER’in aşı güvenliği izlem laboratuvarından Dr. Rebecca Sheets, devletlerin ulusal sağlık kurumlarının aşıların yapımıyla ilgili hiçbir yetki ve kontrole sahip olmadığını belirtiyor. Yani kısacası, birtakım tavsiyelerde bulunabiliyor bu kurumlar, ancak aşı endüstriyel kompleksi istediğini yapmakta serbest!

– DNA kontaminantlarını aşılardan temizlemek imkansız! Kontaminant olarak kabul edilecek DNA ağırlığına dair sınır değerler FDA tarafından ta 1986’da belirlenmiş olmasına rağmen, aşı üreticileri hiçbir zaman bu değerleri yakalayamamışlardır bile. CDC kanseröz hücre çizgilerinde kontaminasyon olmaması için tavsiye edilen ağırlık değerlerini aşağı çekerken, sonrasında kalkıp diğer DNA kontaminasyonları için kabul edilebilir alt değerleri tam 100 kat yukarı çekmiştir. Tabii bu sınır değerler yalnızca bir “tavsiye” olduğundan FDA bunları üreticilere şart koşamıyor. Üretici firmalar sadece istediğinde aşılardaki kirleticileri azaltmak için bilimsel olarak önlem alma özgürlüğüne halen sahip.

– Sınır olarak belirlenen 10 nanogramlık kontaminasyon seviyesinin sadece vurulacak tek bir aşı için geçerli olduğu da unutulmamalı. Bugün çocuklara okul çağına gelene kadar çok sayıda aşı vuruluyor ve bunların her biri de o spesifik aşının üretiminde kullanılan özel hücre substratından kaynaklı benzersiz yapıda DNA ve viral kirleticiler ile yüklü. İşte bu toksik genetik çorba dolaşıp duruyor aşılı bir insanın vücudunda.

– Toplantıdaki bir resmi sağlık yetkilisi şöyle diyor: “Su çiçeği aşısına ruhsat veren komisyonun başkanıydım ve o dönemde bu DNA kalıntısı konusunu ele almıştık. Aşıyı olanlarda içindeki DNA’ya bağlı olarak herhangi bir otoimmün tepki oluşup oluşmadığına baktık….. Aslında biz bakmadık, firmaya bakmasını söyledik ve onlar da bakıp yok dediler.” Ancak elbette zorunlu olmadığı halde aşı firması gerçekten de böyle bir çalışma yapmışsa bu tip sözlü güvencelerin bir geçerliliği olabilir. Burada yetkilinin asıl söylediği şey şu, sağlık yetkililerinin elinde böyle bir çalışmanın hakikaten yapıldığını kanıtlayacak herhangi bir belge filan yok!

– Aşılardaki DNA kontaminasyonu kanser veya otoimmün hastalığa yol açar mı? Katılımcılardan biri bu soruya şu yanıtı veriyor: “bu aşıların hemen hepsinin doğrudan doku içine zerk edildiğini düşünecek olursanız….bana kalırsa DNA’nın insan hücrelerine ekspresyonu için şimdiki uygulamada olduğu gibi bunu tutup doğrudan kas içine enjekte etmekten daha iyi bir yöntem olamaz.”

– Yine, CBER’den Dr. Rebecca Sheets’in bir yorumu: “Amerika’dan ruhsat almış aşıların büyük çoğunluğunun içinde DNA kalıntısı olup olmadığına bakılmadığını düşünüyorum.”

– Toplantıda daha da ürkütücü bir soru soruluyor; acaba aşılarda hiç ‘foamy virüs’e rastlandı mı? Foamy virüs (İnsan foamy virüsü (HFV) ve daha yaygın formu olan maymun foamy virüsü (SFV)) bulaşıcı değil, ancak ölümcül bir kanserojen. Toplantıdakilerin bildiği kadarıyla, o güne kadar aşı preparatlarında bu virüsün olup olmadığına bakan tek bir laboratuvar bile olmadığı ortaya çıkıyor.

– Toplantıda, “birçok durumda neoplastik [tümör yapıcı] özellikte olduğu” belirtilen bir hücrenin Amerika, Tayland, Belçika ve Fransa’da hem iğne hem de oral polio aşısı üretiminde kullanılmak üzere ruhsatlandırıldığı teyit ediliyor. Yani bu aşıların kansere sebebiyet veren onkojenler ihtiva etme riski hayli yüksek. 

Aşılardaki kontaminasyon sorununun büyüklüğünü belki şu şekilde daha iyi kavrayabiliriz; aşı filtreleme prosesi esnasında, aşının hedeflediği hastalığa ait virüsün aşıda kalabilmesi için geçebilmesi gerekiyor filtreden. Bu esnada, aşı virüsünden daha küçük boyuttaki diğer partikül ve patojenler, örneğin üretim aşamasında kullanılan diğer organizmalara (ve patojenlere) ait DNA ve RNA fragmanlarıhücre substratları ve viral proteinler de (filtreden geçerek) aşıda kalmış oluyor.

Yukarıda bahsedilen toplantıdan çıkaracağımız sonuç belki de en iyi yine bir katılımcıdan, Dr. Minor’dan gelen şu açıklamayla özetlenebilir: “Yani anlaşılıyor ki bugün bile, üretilen aşıların büyük bölümünün, adventif ajan açısından ele alınacak olursa ayrıştırılmamış, oldukça kaba ve ham malzemeden yapıldığını akılda tutmak durumundayız. Bu ehemmiyeti olmayan bir konu değildir. Hatta, bugünlerde aşıların nelerden yapıldığını düşünecek olursak, bunların bazı açılardan oldukça ilkel kaldıklarını da söyleyebiliriz.”  Kitabın yazarı Janine Roberts araştırmalarını şu şikeişlde ustalıkla özetliyor:

“Çocuklarımıza vurdurduğumuz bu aşılar, çoğunluğu tavuk, maymun gibi kaynaklardan gelen insan-dışı hücreler ve hatta kanser hücrelerinden oluşan, bir dolu ne idüğü belirsiz partükülle dolu sıvılar. İşin gerçeği ne ne yaptığımızı ne de bunların uzun dönemde doğuracağı sonuçları biliyoruz. Kesin olarak bilenen tek şey, aşıların, devletin bizlere çocuklarımızın güvenliğine gerçekten de ne kadar önem vermekte olduklarını gösterme yolu olarak kullandığı son derece ucuz ilaçlar olduğu.”

Aşı bilimi ve güvenliği ile meşgul bilimadamı ve yetkililerin bu tip toplantılardaki söylemlerinden, aşıların özellikle de dünya genelinde tüm çocuk popülasyonuna vurulduğu düşünülürse, büyük çapta hücresel tahribata yol açma kapasitesine sahip genetik bir deney olduğu anlaşılıyor ve aşı bilimi ile ilgili cevapsız pekçok soru var hala.

Hayran olunup saygı duyulması gereken bir şey varsa o da doğanın bize bahşettiği bağışıklık sistemi ve onun bu aşı karışımlarına karşı kendini koruma kabiliyeti olmalı. Devletin sağlık yetkilileri, aşı endüstirisi ve bunlara inananların dillerine pelesenk ettiği gibi aşılar bilimin mucizesi filan değildir. Esas mucize vücudumuzun bu aşıların amansız saldırısından kendini koruyabiliyor oluşudur. Kaldı ki, bugünlerde tüm yaş gruplarında birden patlak veren birtakım hastalıklar ve enflamatuvar sorunlara bakıldığında bu mucizenin de sonuna yaklaşıyoruz gibi gözüküyor.

İster yabanda doğal bir habitat ister gezegenin yaşam desteği olan iklim sistemi veyahut da vücudumuzun bağışıklık sistemi olsun, tüm yaşam sistemleri er geç bardağın taştığı son damla aşamasına gelir. Bugün, toplumun büyük çoğunluğu hala aşıların işe yaradığı ve güvenli olduğu kandırmacasına inanıyorken, aşı endüstriyel kompleksi de inanılmaz karlı bir iş olma özelliğini sürdürmekte. Halihazırda resmi olarak 18 aya kadar tam 36 aşılama öngörülen çocuklar başta olmak üzere, bu aşırı aşı yüklemesine maruz kalan halka gün geçmiyor ki bir başka hastalık veya enfeksiyon için yeni bir aşı daha önerilmesin; örneğin Chlamydiaherpes simpex tip 2Batı Nil virüsüEpstein-Barr virüsü ve diğerleri… Ülkelerin ulusal aşı programlarına bu tip yeni genetik zehirler de eklendikçe, çok geçmeden bardak taşma noktasına gelebilir ve çok daha ciddi bir pandemiyle, aşılanmış her bir insanın genetik predispoziyonu ve bağışıklık sisteminin gücüne göre değişecek sayısız çeşitte hastalık olarak kendini gösterecek ‘Aşı Hastalığı’ salgınıyla karşı karşıya kalabiliriz. Böyle bir salgın ise, günümüzün bu “gelişmiş ve hijyenik” toplumununun H1N1 domuz gribi de dahil olmak üzere bugüne kadar karşılaştığı her nevi doğal enfeksiyöz patojenin oluşturduğu tehditten çok daha ağır sonuçlara sahip olacaktır.

 

Ed-Not: Bu yazı Richard Gale ve Dr. Gary Null tarafından kaleme alınmıştır.

NOTLAR

(1) Burada verilen alıntı ve olaylar, Janine Roberts’ın Fear of the Invisible: How Scared Should We Be of Viruses and Vaccines, HIV and AIDS Impact Investigative Media Productions: Bristol UK, 2009 kitabından ve kendisiyle Gary Null tarafından 19 Ağustos 2009 tarihinde The Progressive Radio Network ‘te yapılan bir radyo söyleşisinden alınmıştır.

(2) “Serious Questions Regarding the Safety and Efficacy of the Influenza Vaccine” Vaccine Risk Awareness Network.  http://vran.org/about-vaccines/specific-vaccines/influenza-vaccine-flu-shot/influenza-nursing-home-deaths/

(3) Ho, Mae-Wan, Cummins, Joe. “The vaccines are far more deadly than the swine flu”. Global Research. August 21, 2009.  http://www.google.com/search?hl=en&source=hp&q=mae+wan+ho+global+research&aq=o&oq=&aqi=g10