Screenshot from 2013-12-06 11:11:58Dört nesil aşısız bir ailenin öyküsü bu. Bu ailenin ölmüş olması gerekmiyor muydu? Jennifer Z. Vaughn’den dinliyoruz…

Her Amerikalı’nın şunu anlaması beklenir: “Doktorunun önerdiği aşıları yaptır ya da ağır sonuçlarına katlan. Aşılar, biyomedikal bilim ve toplum sağlığı çalışmalarının en büyük başarılarından biridir. İnsanlık tarihinde enfeksiyonel hastalıkların azalmasında en önemli ve değerli araçtır ve aşı olmayanlar daha fazla sakatlık, özür ve ölüm tehlikesiyle karşı karşıyadır.” Bir zamanlar Susam Sokağı’nda çocuklara verilen öğüt şuydu:

“Aşılar iyi

Mikroplar kötüdür.

Aşı olmayan

Sonra üzülür.”

Ne var ki konuya gerçekten dikkatli şekilde eğilenlerimiz bir başka (oldukça farklı) bir hikayeyle karşılaşıyoruz. Bu açıklamalara güvenip de aşılarını olanların yaşadığı sakatlıklar, özürler, kronik hastalıklar ve evet, maalesef ölümler.

Benimkisi anekdotal bir öykü. Anlatılmayı hakeden bir öykü bana göre. Öyle bilimsel çalışmalar, grafikler, tablolar, istatistikler vermeyeceğim sizlere –bu çok tartışmalı aşı meselesinde ‘bilim’ ne diyor görmek isteyenler kolaylıkla ulaşabilirler bu tür bilgilere. Google’da ‘aşı’ (vaccine) diye aratırsanız dört milyon, yediyüzellidokuz bin, yediyüzyetmişaltı web sitesi çıkıyor karşınıza. 35 senedir herbiri bilgilendirici ancak aynı zamanda da çelişkili binlerce tıp makalesi, bilimsel araştırma, blog, websitesi, haber ve kitap okudum. Bunu en basit şekliyle, sağlıklı ve mutlu yaşayabilmek için elinden geleni yapan ortalama bir ailenin öyküsü olarak okuyun derim.

Anne-babaların bugün vermeleri gereken sayısız karar içinde aşılar kadar tartışma yaratanı yok ve sayıları giderek artan yan etkiler olmasa böyle bir tartışma yaşanmazdı da. Başına gelmeyenin bir 2. kez düşünmediği bir konu bu. Bunca hekim, hastane, toplum sağlığı yetkiisi ve tıp otoritesi doğrusunu bilmeyecek de kim bilecek, değil mi? Aşılar gerçekten tehlikeli olsa bize söylemezler miydi? “Bağışıklanma” ve “aşılanma” acaba aynı şey mi?

Gelin buna biraz daha yakından bakalım.

Amerika’da uzun süredir çiçek veya polio salgını görmediğimiz yadsınamaz bir gerçek. Tabii aşılar bizi hastalıktan “koruyor” da ondan. Değil mi? Ancak daha önce HİÇ görmediğimiz başka şeyler de oluyor bu arada–mesela çocuk popülasyonunda görülmeye başlanan kronik hastalıklar, sayısı giderek artan Ani Bebek Ölümü Sendromu, çocuklarda ortaya çıkan davranış ve öğrenme bozuklukları için psikiyatrik ilaç kullanımı, çocuklarda görülen alerjiler, Otizm, Asperger’s Sendromu, görülmemiş oranda yükselen “özel eğitim okulu” ihtiyacı… ve liste bu şekilde uzayıp gidiyor. Olduğumuz bunca “hayat kurtaran” aşıyı düşünecek olursak Amerika’nın sağlıklı çocuk cenneti olması gerekirdi şu zamana kadar, öyle değil mi? Peki neden değiliz?

Belki de sorulması gereken asıl soru şudur: Çocuğunuzu aşılatmazsanız ne olur? Toplum sağlığı yetkilileri ve anaakım medya der ki, “böyle bir riski almayın”. Doktorlar anne-babalara diyor ki, aşı takvimine sadık kalmazsanız “çocuğunuz ölür”. Hep bir ağızdan diyorlar ki; toplumsal sanitasyon, kişisel hijyen, besleyici gıdalara erişim ve tıbbi bakım imkanlarındaki bunca ilerlemeye rağmen, bu habire genişleyen “takvim” uyarınca aşılanmaya herzamankinden fazla dikkat etmemiz gerek. İşin gerçeği, yetkililer elinizden çocuğunuzu alıp aşı da dahil olmak üzere gerekli gördükleri tıbbi müdahaleyi yapma hakkına kanunen sahip ve bunu yapıyorlar da. Üstelik bazı ekstrem durumlarda anne-babanın rızası olmadan. Peki ama bir şeyi sıklıkla ve ses getirir şekilde yapıyor olmak o uygulamayı doğru kılar mı?

Ben dört kuşaktır bu göstermelik aşı hikayesine kulak asmamış bir aileden geliyorum. Ailemizin en yaşlı üyesi 1916 doğumlu, en gencimiz 2005. Bir iki küçük istisna dışında hiçbirimiz tek bir aşı dahi olmadık. Ailenin büyükbaba ve büyükannesi (yani babam ve annem) sırasıyla 93 ve 84 yaşında hayata gözlerini yumdu. Babam ölümünden iki hafta öncesine dek hayat boyu sürdüğü mesleğini icra ediyordu. Formatif yılları meşhur ‘polio dönemi’ne denk gelen ikinci nesil (yani benim kuşağım) şu anda altmışlarımızdayız; hiçbir kronik hastalığımız yok, hiçbir tıbbi ilaç kullanmıyoruz, hayatımızda hiç hastaneye yolumuz düşmedi veya hastalık nedeniyle herhangi bir ameliyat geçirmedik. Kendim ABD dışında uzun süre yaşadım ve 18 farklı ülkede bulundum. Aşısız ve hiçbir hastalık kapmadan. Bizim çocuklarımız da şu an hepsi de özel veya devlet okuluna devam eden, akademik ve sportif başarılarından dolayı pekçok ödül kazanmış, bugünün çocuklarında fazlasıyla sık görülen sorunların hiçbirine sahip olmayan üstün başarılı çocuklara sahip.

Ailemizde hem klasik hem de alternatif tıp hekimleri ve hemşireler mevcut. Ayrıca aramızda kendi işini başarıyla yürüten küçük iş sahipleri, akademik kariyerli psikologlar, öğretmenler, beslenme uzmanı, sinema oyuncusu, bahçe düzenlemecisi, müteahhit, tasarımcı, restoran sahibi, rüzgar/güneş enerjisi danışmanı, organik tarımcı, ressamlar, klasik müzik sanatçıları, burslu öğrenciler ve hiç devamsızlığı olmadığından ödüllendirilmiş öğrenciler var.

Bu konuya en skeptik yaklaşan insanın bile şunu kendine sorması lazım: “Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir?” Madem çocukların (ve yetişkinlerin) sağlığı için aşılar bu kadar elzem ve hatta şart, bu aile nasıl oldu da mutlak ölümden kurtulabildi? En azından hasta filan olmamız gerekmiyor muydu? Yoksa felaket şanslıydık da şu “sürü bağışıklığı”ndan mı nemalanmıştık? Etrafımızdaki herkes aşılıydı da ondan mı potansiyel bulaşıcı hastalıkların hiçbiri bizi bulmadı? Acaba 1950’lerde nüfusun büyük çoğunluğu aşılandığı için şu an daha mı sağlıklıyız? Sonuçta bu benimkisi bir anekdot. Belki de daha yerinde olacak soru şudur: “Aşısız olmamıza rağmen bu kadar sağlıklı yaşamamızı sağlayan şey nedir?” Sorunun yanıtı ‘bağışıklık’ dediğimiz şey olmasın?

Hiç akut çocukluk çağı hastalıklarını geçirdik mi? Elbette. Herkes gibi biz de o dönemin sıradan kızamık, kabakulak, su çiçeği gibi hastalıklarını geçirdik.

Boğmaca? Evet.

Bir zamanlar herkesin geçirdiği bu hastalıklara karşı ömür boyu bağışıklık kazandık mı? Evet.

Hiç grip filan geçirdiğimiz oldu mu? Evet, ancak oldukça nadir olarak.

Etrafta herkesin ödü koparken bizim anne-babamız bulaşıcı hastalıklardan-hatta polio‘dan bile- korkuyor veya endişeleniyor muydu? Yanıt, kesinlikle hayır. Bizimkiler çocukluk çağı hastalıklarının sağlıklı çocuklar için tehlike oluşturmadığı gibi, bilakis bağışıklık sistemlerinin gelişmesinde önemli işlevleri olduğunu düşünürdü. Odaklandıkları ve ehemmiyet verdikleri nokta buydu.

Polio (çocuk felci) salgını dönemi boyunca, hem Salk aşısını hem de mukozal ve dışkı yoluyla canlı poliovirüsü saçtığı bilinen Sabin’ni canlı virüs aşısını olmuş çocuklarla aynı sırayı paylaştık. Bu bahsettiğim şey, ‘aşı kaynaklı flask paralizi‘nin bilinen mekanizmasıdır. [Tercümesi: aşı kaynaklı polio].  Anne babamız bu kadar geniş, sorumsuz insanlar mıydı da bile bile buna müsaade ettiler? Bilimdşı bir dogmaya mı bel bağlamışlardı da bizi öylesine “polio” denilen bu durdurulamaz trenin önüne attılar?

Dini veya felsefi bir duruş sergilemek için hayatlarımızı tehlikeye mi attılar? HAYIR. Bu aile, hepsi de bu gezegenin bizlere bahşettiği zenginlikte muazzam bir hikmet olduğuna inanan Hıristiyanlar, agnostikler, Deistler, kural uyucular ve kural tanımazlardan oluşuyor. Ayrıca ‘bizi biz yapan’ın taşıdığımız bu bedenden daha fazlası olduğuna inanıyoruz. Biz insanlara organize olma, uyum sağlama, mobilize olma ve mantık yürütme yetisi bahşedilmiş. Biz bugün sağlımızı korumada aşıların ne ana ne de en önemli konu olduğunu biliyoruz. Bağışıklanmanın kadim yapı taşlarının ne olduğunu biliyoruz; yediğimiz içtiğimiz gıdalar, hijyen, dinlenmemizi sağlayacak uyku, daha az stres, egzersiz, Neşe!, optimum düzeyde çalışan bir sinir sistemi. Bunların hepsi de felaketle sonuçlanacak durumları önlemede güçlü birer araç. Büyüme çağındaki çocuklar olarak bol miktarda taze meyve-sebze, iyi kalite protein, seçilmiş bazı tahıllar, sınırlı miktarda şeker ve sıfır gazlı içecekle beslendik. Anne-babamız bugünün trendlerinden oldukça ilerideydi aslında, çünkü büyümekte olan bedenlerimiz için sağlıklı yakıtın gerekliliğini biliyor ve bunda ısrar ediyorlardı, tıpkı bugünün ‘doğal’ ebeveynleri gibi. Sağlığı korumada ve güçlendirmedeki etkisi bilinen (aşı dışındaki) bu uygulamalara ömür boyu riayet etmiş olmanın sonucu olarak bu atipik aile eşrafında başka neler mi yok? Diyabet, artrit, astım, otizm, ADD (dikkat eksikliği bozukluğu), fibromiyalji, kısırlık, Alzheimer’s, hipertansiyon, obezite, kalp rahatsızlığı… liste böyle uzar gider. Bugün çoğu insanın sağlıklarının ‘genetik‘le alakalı olduğunu düşündüğünü biliyorum ve bugünün az sayıda hastalığının kalıtımsal olduğu doğruysa da, tüm işaretler sağlık durumumuzda çevresel faktörlerin çok daha fazla etkisi olduğunu gösteriyor. Genlerimiz değil ama bu çevresel faktörler tamamen bizim kontrolümüzde olan şeyler aslında. Güçsüz ya da çaresiz değiliz. Tercih edebileceğimiz seçenekler var.

Sağlıklı kalmak için aşıların toksik bileşenlerinden uzak durmanın yanında başka neler yapabiliriz? Doğal olarak, günlük yaşantınızda sağlığınızı tehlikeye atmayacak davranışlarda bulunacaksınız. Bunun için kendinizi sağlıklı beslenme, sağlıklı hamilelik, emzirme, iç ve dış temizlik, sevgi dolu ilişkiler kurma, hayatınıza anlam katacak bir iş edinme, başkalarına karşı bonkörlük, manevi uyum ve bizim durumumuzda naturapati ve kiropraktiğe adayacaksınız. Peki bizler ‘pürist’ miyiz? Hiç de değil. Hiçbirimiz öyle katı vejetaryen veya vegan değiliz, çoğumuz alkol kullanıyoruz, tek tük sigara içenimiz var, hatta bazılarımız marijuana da içiyor. Doğal yoldan kazanılmış bağışıklık fonksiyonunun optimizasyonu için salt zarar verme potansiyeline sahip aşılardan kaçınmak yetmez. Vücudunuza tam kapasite sağlığın vazgeçilmezi olan ortamı sağlayacaksınız ki kendinizi “bağışıklayabilesiniz”. Öyle şans eseri olacak bir şey değil bu, çaba sarfetmeniz lazım. Bazen anlık tadacağınız keyfi büyük ideal, uzun dönemdeki amaç uğruna feda etmek anlamına da gelebilir bu. Tabii bugünün hararetlenmiş tıbbi ortamında istihza, alay ve şüpheyle karşılanmanız, taciz edilmeniz de mümkün. Şüphesiz, sırf bu öyküyü paylaştım diye beni eleştirenler de çıkacaktır. Dr. Nancy Synderman’ın “Olun gitsin diyoruz size şu lanet aşıyı” dediği gibi, aşıyı yaptırıvermekten daha mı “kolay” size bu söylediğim? Hiç değil. Ve fakat ekstra çaba göstermeye değer mi? Şüphesiz.

Vücudumuz kendi kendini iyileştirmeye programlı. Esasına bakarsınız bu vücudunuzun hiç durmadan, her dakika yaptığı bir şey. İlaçlar ve ameliyatlar bazen, vücudun kendi kendini iyileştirebileceği optimal şartları sağlamak için gerekebilir. Ancak ne ilaç ne de ameliyat kimseyi iyileştirir. Ne de herhangi bir doktor. İyileşme tamamen vücudunuzun içten gerçekleştirdiği bir eylemdir ve içten dışa doğru gerçekleşmekte olan iyileşme çeşitli yollardan desteklenebilir. İyileşme kapasiteniz anaakım tıbbın sizi inandırmak istediğinden çok daha kuvvetli esasında. Bugün insanlığın büyük çoğunluğu için tıbbi ilaçlar, hastalıkla mücadelede ilk başvurulan silahlar. Aşılar da insanları “daha sağlıklı” kıldığına inanılan tıbbi ürünler. Peki aşıyla gerçekten daha mı sağlıklıyız? Amerika bugün dünya tarihinin en fazla aşılanan toplumuna sahip, oysa sağlık parametreleri ve bebek ölümlerine bakıldığında diğer ülkelerin korkutucu şekilde gerisinde kaldığını ve bir taraftan da sağlık harcamalarının aşırı derecede yüksek olduğunu görüyoruz. Demek ki ‘ne kadar fazla, o kadar iyi’ olmayabiliyormuş.

Amerikan takvimindeki aşıların çoğunluğunu geçtiğimiz 30 sene içinde üretilmiş olanlar, yani tesadüf bu ya, aşı firmalarına devlet tarafından ürünlerinden kaynaklanacak hertür sağlık sorununa kaşı tam yasal koruma verildiği yıldan sonra üretilmiş olanlar oluşturuyor. Peki bu aşılar devreye girmeden önce bulaşıcı hastalıklardan çok sayıda ölüm mü görüyorduk? Hayır. Son elli küsür senedir Amerika’da en çok ölüme yol açanlar kalp rahatsızlığı, kanser ve iatrojenik ölümler. [İatrojenik, “doktor ve/veya uygulanan tedavi”nin neden olduğu ölüm demek.] Şimdi birdenbire bu sözümona “hayat kurtaran” aşılar olmadan hayatta kalmanın imkansız olduna inanmamız gerekiyor, neden ki? Bu aşılar acaba temiz su, temiz gıda ve tıbbi bakıma erşim imkanı bunca yüksek bir ülkede toplu halde ölümler görülüyordu da bunu mu acilen önlemek için üretildiler?

Bu konuda kararsız olan tüm anne-babalardan rica ediyorum, lütfen ama lütfen kendinizi bu konuda eğitin. Sizler bu dünyadan göçüp gittikten çok sonra çocuklarınız sağlıkları için göstermiş olduğunuz sevgi, dikkat ve sebata teşekkür edecekler. Kendiniz ve çocuklarınız için doğru kararı siz vereceksiniz, kendinize güvenin. Kişinin kendi zihnine, bedenine ve ruhuna, kendi ahlaki bütünlüğüne güvenmesi kadar değerli bir şey yok hayatta. Hepinizin ismini yakından tanıdığınız sevgili meslektaşımın dediği gibi, “Bugünün aşısız çocuklarıdır dünya üzerinde kalacak olan” Ne yapıp edin mutlaka bilgilenin. Sağlığınızı korumanın temel yollarını öğrenin ve hem kendiniz hem de çocuklarınız için doğru olanı seçin. Aşıdan zarar görmüş bir diğer ‘istatistik’ olduğunuzda ne devlet, ne tıpçılar ne de ilaç sanayii–hatta sizleri eleştiren eş-dost ve akrabalarınızın hiçbiri– yuvarlandığınız uçurumda yanınızda olup elinizden tutmayacak.

Aşılatmadan Önce Araştırmanızı yapın, çünkü aşıyı bir kez olduktan sonra bunun geri dönüşü yok. Aşı olmadan yaşayamayacağımız doğru olsaydı ailemin ölmüş olması ya da en azından hepimizin hasta olması gerekirdi. Gerçek sağlık ulaşılmaz veya imkansız değil. Elinizi uzatın ve gerçek sağlığı yakalayın.

Jennifer Z. Vaughn