Beklenmeyen bir durum değil; vaksinolojinin en tepedeki isimleri aşıların taşıdığı primer ve sekonder başarısızlık özelliklerinden dolayı kısmi, yahut bütünüyle aşılanmış topluluklarda enfeksiyon hastalıklarının yeniden patlak vermeye başlayacağına ve toplumda hastalığa duyarlılığın (süseptibilite) çocuk nüfustan çıkıp tüm nüfusa yayılacağına dair matematik modellemeleri eşliğinde yayınlarını çıkaralı çok oldu.

Güncel konu kızamık olduğundan, buradan örneklendirelim.

Stanley Plotkin, vaksinolojinin hala hayatta olan en kıdemli/önemli ismi kabul ediliyor, Dr. Paul Offit’in hamisi ve hocası. 1973’te çıkardığı yayının başlığı “Kızamık Aşısının Korumada Başarısız Olduğu Durumlar”.

Kızamık aşısı devreye girdikten 10 yıl sonra, 1973’te Dr. Stanley Plotkin, aşılanmış çocukların yine de kızamığa yakalanabileceği, “ciltte ister tipik ister atipik döküntü (ekzantem) olsun, çocuk önceden aşılanmış diye bunun kızamık olmadığı hükmüne varılamayacağı” yönünde tıp camiasını uyarıyor. “Aşılananların %5 kadarı immün yanıt geliştirmemekte ve muhtemelen enfeksiyona duyarlı (açık) kalmaktadır” derken, bu durumu “primer aşı başarısızlığı” olarak adlandırıyor. Plotkin ayrıca, aşısı yapılmış çocukların daha sonra doğal (vahşi) kızamık virüsü ile karşılaştıklarında “hastalığı değişime uğramış (modifiye) şekilde geçirdikleri ve sekonder tipte antikor yanıtı verdikleri” yönünde kanıt bulunduğunu açıklıyor, buna da “sekonder aşı başarısızlığı” adını veriyor.

Bu vesileyle, ülkemizde 2000’lerin başında yapılan kızamık aşı kampanyaları sonrasında gelişen toplu SSPE vakalarının devletin ‘bilirkişi heyeti’nce aşılamayla ilgisinin bulunmadığı yönündeki kararını dayandırdığı gerekçelerin, görüldüğü üzere tıp ve aşı “bilmi” (vaksinoloji) literatürü ile açıkça çelişmekte olduğunu yeniden hatırlatalım.

1963‘te “tek dozla 1 senede kızamığı bitireceğiz” iddiası ile başlanan kızamık eradikasyon çalışmaları hüsran ardına hüsran yaşıyor ve CDC (DSÖ ile birlikte) eradikasyon için hedef olarak belirdiği 1973‘te yaşadığı hüsranın ardından “haydi aşılanma oranlarını %90’ın üzerine çekiyoruz, başka türlü bitmez herhalde(!) bu kızamık” diyerek meşhur “aşı yoksa okul da yok” uygulamasına geçiyor, bu arada MERCK firmasına kızamık-kabakulak-kızamıkçık virüslerini birleştirip (karma) aşı yapma yetkisi veriliyor ve 3 yıl sonra bir de bakılıyor, kızamık 10-19 yaş grubuna kaymış, adölesanlar salgın halde kızamık geçiriyor. Çiçeği ve Polio’yu çok daha ilkel yöntemlerle “eradike etmeyi bilecek” kadar “ileri” vaksinoloji “bilmi”, bir yılda hallederiz dediği kızamıkta gol bir türlü gelmeyince kale direklerini habire oynatmaya başlıyor, ne kadar önlem alsa, ne kadar zorlasa da kaş yapayım derken habire göz çıkardığıyla kalıyor ve bu defa çocuklukta selim geçen basit bir hastalığı alıp, komplikasyon riskinin çok daha yüksek seyrettiği ergenlik dönemine kendi eliyle çekmiş oluyor.

Kaynak: Current Status of Measles in the United States, 1973–1977

Baktılar bitmiyor, eradikasyon için bu defa hedef 1982 olarak ilan ediliyor, 1978 itibariyle CDC aşılanmış çocuk oranını %96 olarak açıklıyor ve bu oran yıllar içerisinde sadece artıyor, hiçbir zaman bu oranın altına düşmüyor. Buna rağmen, neredeyse %100’e yakın aşılı okul popülasyonlarında birkaç sene arayla kızamık vakaları hep başgösteriyor. Kızamık eradikasyon hedefi, ’82’de de kaçırılıyor.

Bunun sebebini ve isterseniz popülasyonun %100’ünü aşılayın kızamığın yine eradike edilemeyeceğini 1984 yılında Dr. Levy’nin yapmış olduğu çalışma ile ortaya koyuyor. Dr. Levy’nin o dönemdeki tespitleri bugün yaşanmaya başlayan tabloyla da örtüşmekte. Özetle Levy, “kısa vadede çatışma kazanılsa bile, uzun vadede savaşın tümden kaybedileceğini” söylüyor. Yetkililerden duyduğumuz “kızamık elimine edilmişti, her şey kontrol altındaydı, aşısızlar geldi işi bozdu, hasta olan hep bunlar” repliği gerçekleri yansıtmıyor. CDC ve Merck en başından beri bu “en başarılı aşımızdır dedikleri” kızamık aşısının bilmini tutturamamış, koydukları eradikasyon hedefine hiçbir zaman ulaşamamış, üstelik bugün, 50 yaş ve üzerindeki %99’u kızamığa bağışık nüfusun sağladığı toplum bağışıklığı da azaldıkça, anneden maternal antikor alamayan 12 ay altındaki bebekler ve 20 yaş ve üzerindekiler de dahil olmak üzere kızamık aşılı/aşısız bütün nüfus grupları enfeksiyona duyarlı hale getirilmiş bulunuyor. Ve bunun böyle olacağı da 36 sene öncesinden belliyken, olmayacak duaya amin denilerek toplum hem ‘zamansız’ geliştiği takdirde hasar bırakacak doğal enfeksiyonun, hem aşıya bağlı gelişen kızamık enfeksiyonlarının hem de aşının çoğu kronik sağlık sorunları olmak üzere yaratmakta olduğu türlü olumsuz etkilerin çaresiz kurbanı haline getiriliyor. Ve altını çizmek isteriz ki, aşı toplumun tamamına dahi uygulanıyor olsa, bu etkilerin er ya da geç ortaya çıkacağı, bunun aşı yaptırmayı tercih etmeyenlerle alakası olmadığı biliniyor.

[Son cümleyi sindirene kadar tekrar tekrar okuyunuz lütfen.]

1970 ve 80’lerde aşılamaya atfedilen “başarı”nın aslen hastalığa doğal (ömürlük) bağışıklığı olan yetişkin popülasyona ait olduğu ve aşı öncesi devirde doğmuş (1960 öncesi) kuşak yavaş yavaş hayatını yitirip sayıca azaldıkça, tarihte görülmemiş aşılanma oranlarına ulaşılmış ve hatta 1 dozdan şu an itibariyle 3 doza çıkarılmış olmasına rağmen aşının Çin gibi %99’a varan aşılanma oranlarına sahip ülkelerde büyük çaplı kızamık salgınlarını önleyememiş olması, Kanada, ABD gibi ülkelerde (ve kimse sorup kontrol etmediğinden bilinmiyor ama muhtemelen Türkiye’de de) 2014-15’lerde yeniden başlayan kızamık vakalarının oldukça kapsamlı bir kısmının aşılılar arasında görülmekte olması gibi gerçekler Dr. Levy’yi doğrulamakta.

KAYNAK: Aşılamayla Bitmeyecek Kızamık Sorunsalı

Üzerinde duracağımız bir diğer isim ise Amerikan Savunma Bakanlığı bünyesinde de çalışmış (ABD’de Milli Güvenlik Konseyi tarafından yürütülmekte olan ve ‘biyoterörizm’ aracı olacak kullanılabilecek mikroplara karşı aşı geliştirilmesini içeren programlar mevcuttur, bu programlar CIA gibi federal istihbarat teşkilatlarının da bilgisi ve gözetimi dahilinde yürütülür) bugün vaksinolojinin tartışmasız en önde gelen isimlerinden Dr. Gregory A. Poland. Elsevier yayın grubunun dergisi Vaccine‘in başeditörü Dr. Gregory A. Poland -sağ kolu olan meslekdaşı yeni bir aşı geliştirmekte olduğu için midir bilinmez- mevcut aşılar ve yürürlükteki bu programla kızamığın hiçbir zaman eradike edilemeyeceğini belirterek “daha iyi çalışan bir aşı” geliştirilmesi için çağrıda bulunmuştu.


Kaynak: The Re-Emergence of Measles in Developed Countries: Time to Develop the Next-Generation Measles Vaccines?

Kızamık eradikasyonu için kaçırılacağı baştan belli olan 2000 yılı hedefi de geride kaldıktan ve toplumların sahip olduğu doğal ve sağlıklı toplumsal bağışıklık parametreleri yerle bir edildikten sonra DSÖ devreye giriyor ve dünya genelinde kızamığı ortadan kaldırmak için hedefi 2020 olarak koyuyor. İşte bugünlerde yaşadığımız tüm bu kızamık terörünün sebebi bu ve Türkiye de DSÖ’nün hedefine koşmaya ant içmiş ülkeler arasında, madalya için yarışıyor.

Kızamık aşısıyla ilgili şu bilimsel gerçekler bu hikayeyle ilgili yürütülen dezenformasyon çalışmalarının perdesini aralamada bize yardımcı olacak:

Mayo Clnic Aşı Araştırmaları Grubu’ndan (Poland’ın ekibi):

  • “ABD ve diğer pekçok ülkece kullanılmakta olan kızamık aşısı her ne kadar güvenli ve etkiliyse de, paradoksal şekilde, kızamık kompanenti popülasyonda yeterli “sürü bağışıklığı” (toplumsal bağışıklık) sağlayamamaktadır.KAYNAK
  • Alınan iki MMR (KKK) dozuyla bile immün yanıt oluşturamayan (antikor üretemiyor yani vücut), yahut koruyucu düzeyde antikor ilk başta üretilmiş olsa da bu seviyeyi uzun vadeli olarak koruyamayan kişiler olmaktadır. İki doz aşı uygulanmışların %10 civarında bir kısmı “koruyucu düzeyde hümöral bağışıklık (antikor seviyesi) geliştirmemekte, geliştirdikleri kadarı da zamanla yitip gitmektedir, ki bu da enfeksiyon gelişimine kapı aralamaktadır.” KAYNAK
  • Herkesin aşılamaya verdiği yanıt farklı olup, aşıyla kimin ne şekilde bir bağışıklık yanıtı oluşturacağının (antikor üretip üretmeyeceği, ne kadar antikor üreteceği)nin kontrolü kişinin genlerinde yatmaktadır. Bilimadamları vücudun tam olarak ne tür bir mekanizmayla “immün yanıt oluşturduğunu”, yahut “konaktan konağa (aşıyı olan canlıdan canlıya) değişen genetik ve epigenetik faktörlerin, vurulan aşının oluşturacağı bağışıklık yanıtlarında ne tür bir değişim/etki yarattığını” veya “patojenlerin bağışıklık sistemiyle nasıl bir etkileşimde bulunduğunu” hala tam olarak bilmemektedir. KAYNAK
  • “Aşıyla oluşturulmuş korumada hücresel bağışıklığın önemi tam anlaşılamamıştır.” Zira, kanda ölçümlenebilir düzeyde antikora sahip dahi olmayan çocukların kızamıktan korunabildiği görülmekte, bu da “işin içinde hücresel bağışıklığın da rolü olduğu” görüşünü desteklemektedir. KAYNAK
  • Bilimadamları ne “kızamık virüsünün patogenezi” ne de aşıyla oluşturulmuş innate ve adaptif (hümoral) bağışıklık konusunda derin bilgiye sahiptir. Koruma olup olmadığını anlamak için “antikor seviyesi ölçme”nin ötesinde korelatlara ihtiyaç vardır. Aşılamaya kimin niye yanıt verdiği, kimin niye yanıt vermediği pek bilinmediği gibi, aşı reaksiyonlarının neden oluştuğu ve dahi bağışıklık sisteminin çalışmasını sağlayan bileşenleri arasındaki kompleks etkileşimlere dair bilinmeyenler çoktur. KAYNAK
  • Gen soyu, aşıya verilecek yanıtı belirleyen önemli faktörlerdendir. Yapılan bir kohort araştırmasında ABD nüfusunun %80’ine yakınını oluşturan beyaz ırk, Latin Amerikalılar ve diğer bazı etnik grupların, siyahi Amerikalılara göre MMR/KKK aşılamasına karşı verdikleri hümoral ve hücresel bağışıklık yanıtının çok daha düşük seyrettiği tespit edilmiştir. KAYNAK

Hindistan’daki Tıbbi Bilimler Akademisi’nde görevli mikrobiyologlardan:

  • “Kızamık virüsü (MeV) serolojik olarak monotipik olmasına rağmen, genotipleme yapıldığında (A’dan-H’ye) sekiz alt dalı (clade) olduğu görülmektedir. …Aşılanmış bireylerin kanı virüsün tüm altdallarına karşı nötralize edici etki gösteriyorsa da, etkinlik bakımından gruptan gruba farklar ortaya çıkmaktadır. Netice olarak, kızamık için geliştirilmiş bu aşının sağladığı koruyuculuğun genotipten genotipe değiştiği söylenebilir.” KAYNAK: Global eradication of measles: Are we poised?
  • “Mevcut aşı tam koruma garantisi vermemektedir ve sahip olduğu kısıtlar artık aşikardır. Yeni [kızamık] suşlar[ı]na bakıldığında aşıdaki suşlardan farklı epitoplara sahip oldukları görülmektedir. Aşılanmış bireyler arasında doğal (vahşi) kızamık virüsünün nötralizasyonunda farklılıklar olduğu bildirilmiştir.” KAYNAK

    Johns Hopkins Bloomberg Halk Sağlığı Fakültesi’nden bir virologdan:
  • “Kızamık virüsünün Edmonston suşunun [13 yaşındaki David Edmonston adlı kızamıklı çocuğun kanından izole ettikleri virüs tipi] orijinaline artık ulaşılamadığı, A genotipindeki kızamık virüslerinin de soyu tükenmiş olduğu için, atenüe (zayıflatılmış) aşı virüslerini, ilk başta elde edilmiş oldukları vahşi virüsle karşılaştırmak artık mümkün değildir. …aşı virüsü suşlarının gen sekansları şu an doğada dolaşımda olan vahşi virüs suşlarıyla karşılaştırıldıklarında, viral proteinlerin çoğunun farklı olduğu görülmektedir, kaldı ki bunların içinden herhangi biri atenüasyona neden olabilmektedir.” KAYNAK: Measles Vaccine, Viral Immunol. 2018 Mar 1; 31(2): 86–95. [Türkiye’de de kullanılmakta olan Merck’ün mevcut MMR2 aşısındaki kızamık suşudur Edmonston.]
  • Uzun zamandır kullanımda olmasına rağmen kızamık aşısının ne atenüasyon ne de koruyucu bağışıklık için belirleyicileri bilinmektedir, araştırılmasında fayda vardır. Formalinle (formaldahidle) öldürülmüş aşı ile yüksek titreli canlı aşının geçmişte yaşadıkları başarısızlıkların nedeni yalnızca kısmen anlaşılabilmiş olup ileride başka aşılar geliştirileceği zaman bunlardan ders alınmalıdır.” KAYNAK: Measles Vaccine, Viral Immunol. 2018 Mar 1; 31(2): 86–95.

    Daha 2019 Mayıs‘ında Avustralyalı bilimadamaları aşılanmış bireyler arasında sekonder aşı başarısızlığı olarak nitelenen ‘kızamık bağışıklığında meydana gelen sönme’den dolayı, bulaşıcılık potansiyeline sahip kliniği değişmiş kızamık hastalığının görüldüğünü söylüyor.
    KAYNAK: Emergence of Attenuated Measles Illness Among IgG-positive/IgM-negative Measles Cases: Victoria, Australia, 2008–2017

    Bu bulgu tabii 2019 Nisan‘ında Almanya, Berlin’den gelen bilimsel kanıtların da teyidi niteliğinde. Deniyor ki:

    “Kızamık vakaları artan aşılama oranlarına bağlı olarak 1980’lerden itibaren küresel ölçekte kademeli bir düşüş göstermişse de, Avrupa Birliği bölgesinde 2017’den bu yana, görülen tüm vakaların üçte birinden fazlası 20 yaşın üstündeki yetişkinlerde olmak üzere yeniden salgınlar görülmeye başlanmıştır.

    “Kızamığa karşı yaratılmış bağışıklığın kaybolması [waning immunity] sorununun etkisi ilerleyen yıllarda daha da belirginleşecek ve aşılı popülasyonun yaş aldıkça (ortada kızamığa doğru dürüst maruziyet imkanı da olmadığından) muhtemelen sorun daha da ağırlaşacaktır. Berlin’de kızamık geçirme yaşının ortalamasının son 15 yıldır yükselme eğiliminde olduğu ve bağışıklık sönmesi durumunun kapsamının daha da genişleyeceği notunun düşülmesi gerekir. Aşılanmış olguların viremisi daha düşük olup etrafa kızamık bulaştırdıkları nadiren görülse de, aşılananların yaşı ilerleyip titreler (kandaki antikor seviyeleri) daha da düştükçe bu gözlemin de yeniden değerlendirilmesi gerekecektir.”

    KAYNAK: Estimating age-specific vaccine effectiveness using data from a large measles outbreak in Berlin, Germany, 2014/15: evidence for waning immunity

Bu durumda, bütün bu veri ve bilgiler ışığında durup şu soruları sormamız gerekir:

  1. Aşılanmamış oldukları için kızamığı olması gerektiği gibi tüm belirtilerini eksprese ederek geçiren, bu yüzden de bakıldığında teşhisleri derhal koyulabilen ve hastalık bildirimi olarak kayıtlara geçirilen çocukların sayısı kaç, öte taraftan, aşılı ve kızamık enfeksiyonunu ‘asemptomatik’ (klinik olarak herhangi bir belirti vermeden) yahut çok hafif belirtilerle geçirdiği için enfekte olduğu dahi anlaşılamayan (teşhis almayan/bildirimi yapılmayan) çocuk ve yetişkinlerin sayısı kaçtır?

  2. Artık varlığından tamamen emin olduğumuz bu aşı bağışıklığındaki sönme durumu ve ortaya çıkmış yeni tip kızamık virüslerinin mevcudiyeti, bağışıklığı sönmüş gebe kadınlar ve bunların anneden pasif bağışıklık hücresi aktarımı da alamayacak yeni doğmuş bebeklerinin yaşamını acaba ne yönde etkileyecektir? Peki ya immünyetmezlikli olduğu için toplumda diğer herkesin zorla aşılanarak bunları kozalaması, korumaya alması gerektiği söylenenlerin hali ne olacaktır bu olmayan sürü bağışıklığı durumu ile?

    3. Yaratılan bu açmazın sorumlusu kimdir?

    Türkiye özelinde bu sorulara diğer bazılarının da eklenmesi gerekir:

    1. Aşılamaya verilecek immün yanıtın etnik farklılıklara ve hatta bireylerin genetik tablosuna göre değişiklik gösterdiği, aşılamanın bizzat atipik ve tipik kızamığa yol açabileceği ve enfekte kişilerin hastalığı etrafa bulaştırabileceği bilindiğine göre, toplu kızamık aşılamaları sonrası özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde kümelendiği görülen SSPE vakalarının bu bilimsel veriler ışığında değerlendirilmesi ve buna göre önlem alınması gerekmemekte midir?

    2. Doğal kızamık virüsü ile enfeksiyon 1 yaş altında gerçekleştiği takdirde, milyonda 1 de olsa beliren SSPE riski, Türkiye’de birtakım 3. dünya ülkelerindeki veya civar ülkelerdeki salgınlar bahane edilerek mutat şekilde 9 aylıktan itibaren bebeklere vurulan ve enfeksiyona yol açma kabiliyeti bulunan canlı virüs aşıları ile tıp eliyle yaratılmış olmuyor mu? Türkiye’nin sahip olduğu hayli etkin elektronik kayıt sistemi ile kaydedilmiş SSPE vakalarının kaçta kaçının aşılanmış vakalarda kaçta kaçının ise kızamığı doğal yoldan geçirmiş popülasyonda olduğu Sağlık Bakanlığı’nca neden açıklanmamaktadır? Genç anneleri ve 1 yaş altındaki bebeklerini korumasız bırakan yoğun aşılama programlarının mucitleri SSPE konusunda yaratılan bu açmazda neden sorumluluk üstlenmemektedir?

  3. Türkiye’de saptanan kızamık vakalarının PCR teknolojisi ile genotiplemesi yapılmakta mıdır? Bu yolla, oluşmuş kızamık vakalarının aşı tipi virüs mü yoksa doğal virüsle enfeksiyon sonucu mu gerçekleştiği, yaşanan “salgınlar”ın çıkış noktasının doğal kızamıkla enfekte bireyler mi yoksa aşılanma sonucu atipik kızamık geçiren çoğunluk mu olduğu anlaşılabilecekken Sağlık Bakanlığı’ndan bu ayrıntılara dair açıklama neden hiç yapılmamakta, sığ ve Nazi Almanyası’nı çağrıştıran yöntem ve söylemlerle “aşı-karşıtları” suçlanmakta ve mütemadiyen hedef gösterilmektedir?

  4. Türkiye’de kızamığa (aşı tipi kızamık yahut doğal kızamık) bağlı komplikasyon ve varsa ölümlerin istatistiği neden Sağlık Bakanlığı tarafından kamuoyuna açıklanmamakta, sadece “salgın var, çocuklar ölecek” şeklinde tıbben ve ahlaken yanlış bir propagandada bulunulmaktadır?

Bu soruların yanıtları gelene kadar anne-babaların sağduyulu davranıp bu son derece invazif, hakkında bilinmeyenler belli ki bilinenlerden çok daha fazla olan aşılama paradigması hakkında kendi bireysel araştırmalarını yapması ve evlatlarını körlemesine yapılan birtakım deneylerden sakınması gerekir.


Gelelim yaratılan Samoa Sorunsalı’na…

Güney yarımkürede, Güney Pasifik adalarında peşpeşe kızamık vakaları ortaya çıkıyor ve hepsinde değil, ancak aralarından Samoa’da ölümler yüksek seyrediyor.

Amerikan Samoası, toplam nüfus: 55.259

Nüfusun %91’i yerli, geri kalanı Asyalı ve beyaz ırk karışık. [Her ne tür bir deney yürütülecekse oldukça müsait bir coğrafya ve demografi aslında.]

15 yaş altı nüfus: 14.699
(genel nüfusun %25.2’si)

Kaynak

Son belirtilen ve ağırlıklı olarak çocuk nüfusta oldunu bildiğimiz “kızamık” ölümlerinin sayısı 63.

Demek ki bu salgında kızamıktan ölüm hızı Samoa için yaklaşık 1000’de 4.2.

Hiç merak ettik mi acaba Türkiye’de nedir kızamık morbidite/mortalite oranları aşı öncesi devir ve aşı sonrası devirde diye? Valla bizler de hala meraktayız, Sağlık Bakanlığı herhalde birgün “yerli ve milli” oranları resmi olarak kamuoyunun dikkatine sunar? Yalnız lütfen Amerika’dan veya 3. dünya ülkelerinden projeksiyon olmasın ve hesaplamalarda kullanılan ham veriler erişime açık olsun, biz de görelim yapılan o “tahmin”, pardon, “hesaplama”ları 🙂

Fakat bilgimiz olsun ve bir perspektif oluşsun diye en azından kayıt tutma alışkanlığı olan ülkelerden kızamık özelindeki şu verileri de koyalım biz buraya:

Efendim Amerikan makamlarının açıklamaları kızamığın şu an, aşı-öncesi devirden daha ölümcül seyrettiğini ortaya koyuyor. Belki nedenini merak edenlerimiz olur, devam edelim:

[Amerikan resmi bildirimlerini okumadan önce biliniz ki, verilenler kızamık vaka sayısıdır, vaka hızı/oranı değil, yani CDC hiçbir zaman kızamık aşısı devreye girmeden önceki onyılda ABD’de yaşanan müthiş nüfus patlamasını [2. dünya savaşı sonrası yaşanan Baby Boom] hesaba katmak istemiyor! Artı, tarihsel olarak kızamık daima 2-3 yıllık çevrimler halinde ortaya çıkıyor aşı öncesi devirde, CDC verdiği istatistiklerde bu bilgiye göre düzeltme de yapmıyor. Epidemiyoloji dersi veren hocalarımız bu konuyla belki ilgilenir?]

KAYNAK: A Broken Trust: Lessons from the Vaccine–Autism Wars
Researchers long ago rejected the theory that vaccines cause autism, yet many parents don’t believe them. Can scientists bridge the gap between evidence and doubt?

Meali: ABD’de aşı 1963 yılında devreye girmeden önce her sene 3-4 milyon kızamık vakası kaydediliyormuş.

Vay canına! Bugün dünyanın diğer ucunda 1 vaka var dendiğinde korkudan kalp krizinin eşiğine gelen milenyal kuşak mensubu ebeveynlerimiz bu noktada biraz mola almak isteyebilir belki? 🙂

Aşı yokken bu 3-4 milyon kızamık vakasından topu topu senede 450 kişilik can kaybı oluyormuş.

Bu da mı çok geldi gözümüze? Peki, o zaman bir de şöyle ifade edelim durumu…

2. Dünya Savaşı sonrası, Büyük Buhran denilen ekonomik krizden geçilmiş dönemde, ortada daha aşı yokken kızamıktan ölenlerin oranı %0.015, yani neredeyse 10 binde 1 imiş.

Amerikan pratiklerini Türkiye’de hayata geçirme konusunda fazlasıyla azimli Sağlık Bakanlığımız, ezbere devreye soktuğu aşıların yan etkilerinin incelendiği Amerikan IOM raporlarına eminiz(!) sahiptir, açar bakarlarsa orada da ABD’de aşı öncesi dönemde kızamıktan ölüm oranlarının 10 binde 1 olarak açıklandığını göreceklerdir? Hani bizde(!) bu oranlar kaçtı acaba “çalışma”sı yaparken yardımcı olsun diye haber verelim isteriz önden 🙂

57 yıldır “eradike edeceğiz, çünkü yapabiliyoruz” diye aşılayadurdukları popülasyonda peki şu anda kızamıktan ölüm oranlarını kaç olarak açıklıyor CDC? “Kızamık geçiren her 1000 kişiden 1 veya 2’si kaybediliyor”, deniyor!

Ya CDC (aşı satmak için) abartıyor [CDC’nin istatistik çarpıtma–hadi yalan söyleme demeyelim–alışkanlığı bilim çevrelerinde iyi bilinir], ya da cidden eskinin bu selim hastalığı bugün itinayla daha ölümcül hale getirilmiş durumda?!

1990 itibariyle (ABD’de) kitlesel aşılama programları yüzünden kızamıktan ölüm oranı, bildirimi yapılmış her 1.000 vakadan 3.2’ye yükselmiş gözüküyor. Büyük başarı hakikaten! KAYNAK

Ve yine CDC’ye göre 1999 – 2017 yılları arasındaki (18 yıllık) dönemde kızamıktan 12 ölüm vakası bildirimi alınıyor; bunların 2’si 1 yaş altındaki bebeklerde, 2’si 1-4 yaş arası çocuklarda, geri kalanı–yani vakaların üçte ikisi–ise 25 yaş ve üzerindeki yetişkinlerde görülüyor!

Yani aşılar sayesinde bir ilke imza atılarak, kızamık, en tehlikeli ve komplikasyona en açık dönem olan 1 yaş altına ve yetişkinliğe kaydırılmış oluyor. Yine… Büyük başarı!

Aynı dönemde bildirimi yapılmış 2393 kızamık vakası var, senelik ortalama 126 vaka eder, fakat reelde yıllar arasında büyük oynamalar var ve 2014 yılı 667 vaka ile tepe nokta oluyor. Baktığımızda, bildirimi yapılmış her 1000 vakada ölüm hızının 5’e yükselmiş olduğunu görüyoruz! Yani modern halk sağlığı çalışmalarının gözbebeği aşılama programları sayesinde hastalığa ait risk yükü insan eliyle, toplumun kızamıktan en çok zarar görecek kesiminin omuzlarına bindirilerek kar/zarar terazisinde denge zarardan tarafa kaydırılıyor.

Ve unutmayalım, bunun böyle olacağı 1980’lerden beri biliniyor! Fakat aşıların ve aşılama ile güdük bağışıklama oluşturma rüyasının başarısızlığı sürekli günah keçisi olarak aşılanmamış, sağlıklı bireyler şeytanlaştırılmak suretiyle yine aşı satışı olarak kara dönüştürülüyor. Ortada tek başarı var: Canım doğal toplumsal bağışıklık bu kendini bilmezlikle darmadağın edilerek “eradike edilmiş” oluyor. Ve kızamık artık serseri kurşun, kimi ne zaman nerede vuracağı belli değil.

Yetmez ama…Bir çalışma daha:

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1349980/

Korumada başarısız olan aşılar sayesinde primer ve sekonderi geçtik, artık tersiyer (üçüncül) aşı başarısızlığından bahsediyoruz. Şöyle ki, aşı kaç kere vurulursa vurulsun hiçbir zaman serokonversiyon oluşmayacak (antikor üretmeyecek) bir kesim var (primer aşı başarısızlığı), serokonversiyon gösterecek (antikor üretecek) ama yine de karşılaştığında kızamığa yakalanacak bir kesim var (sekonder aşı başarısızlığı), ve bunlar bir de etraflarına hastalığı bulaştırıyorlar! Yukarıdaki ’89 yılına ait çalışma der ki: “Sekonder aşı başarsızlığı vakaları gözlemlenmektedir ve her ne kadar çoğunluk primer başarısızlığa bağlı vakalar olarak kaydedilse de, salgınlarda sekonder aşı başarısızlığına bağlı bulaş yüzünden de kızamık vakaları oluşmaktadır.”

Yani…
Aşılıların er yada geç yaşayacağı sekonder aşı başarısızlığı (“bağışıklık” sönmesi) yüzünden salgınlarda kızamık yayılıyormuş!

Çok ‘aşı-karşıtı’ bir yayın olmuş bu 🙂 Pharma’nın ajandasını yürütüp endüstrinin borazanlığını yapan “gazete”lerimiz ve duyduğunu tekrardan öteye gidemeyen entellektüelite yetmezliğinden mustarip “doktor”larımızın kamyon arkası yazılar şeklinde attıkları sloganlarla yaptıkları ‘aşı-karşıtı-karşıtlığı’na hiç yakışmayan yayınlar bunlar.

Bitmedi…

Bir de doğrudan, olduğu aşıdan kızamık kapanlar var! 🙂
Ve fakat CDC (kızamık öcüsüyle yürüttükleri dezenformasyon çalışmalarıyla bu başarısızlıktan kırılan ve prospektüslerin şahit olduğu gibi son derece de tehlikeli olan aşıları kanunen mecburi hale getirilmesini sağlayacak yasalar her yerde geçene kadar!) bu vakalara ait verileri kamuoyuyla paylaşmayı reddediyor. İnsan düşünüyor, sen kalk, tıbbın 1 numaralı icadının(!) başarılarıyla göğsünü gere gere övünme şansını böyle kendi elinle tep? 🙂

“2015’te ABD’nin Kaliforniya eyaletindeki Disneyland’da ortaya çıkan kızamık şüpheli olguların büyük bölümünün kısa süre önce aşılanmış bireylerde olduğu saptanmıştır. 2015’te ABD’deki salgında kızamık geçiren 194 kişiden alınan örneklerde yapılan virüs gen sekanslamasında, 73’ünün aşı tipi virüse ait gen sekansları olduğu tespit edilmiştir. (YAYIMLANMAMIŞ VERİLER)”

https://jcm.asm.org/content/jcm/55/3/735.full.pdf

Bu durumda yeniden soralım:

Ey Sağlık Bakanlığı yetkilileri, aşıcılar ve anne-babalar. Samoa’da, Kongo’da salgın var diye 9, 10 ve 11 aylık bebeklere tekli kızamık, üzerine 12. ayda bir de üç ayrı canlı virüsüyle, enfeksiyon kabiliyetine sahip olduğu ispatlı MMR / KKK aşılarını peşpeşe vurup, 1 yaş altında bebeklerin beyni tutmuş kronik kızamık enfeksiyonu diyebileceğimiz SSPE ve onun patogenezi aynı, lakin hemen öldürmeyen versiyonu Otizm geliştirme risklerini BİLEREK 2 katına çıkartmak istediğinize emin misiniz?

Pekala… Belki birileri bizde de bu aşı kampanyasını fırsat bilip kızamık virüsü genotiplemesi, aşılılarda ve aşısızlarda daha sonra gelişmiş SSPE ve Otizm vakalarının kıyaslamasını, ‘efendim ama biz elimine etmiştik (sıfırlamıştık) de hortladı şimdi’ dedikleri kızamık insidansı aşıdan evvelki dönemle mukayese kabul etmeyecek denli düşük olmasına rağmen SSPE’nin neden hala görülmekte olduğunu ortaya çıkaracak araştırmaları yapar. Sürekli ‘neden aşı yaptırmıyorsunuz?’ çalışmaları/soruşturmaları yapan halk sağlığı bölümü talebeleri belki devletin merkezi sistemle yürüttüğü elektronik kayıt sistemlerini inceleyerek, madem elde 23 binlik aşısız nüfus var halihazırda, geriye ve ileriye dönük kıyaslama araştırmaları yapmak isterler? Söz veriyoruz, bir daha “ama niye aşı yaptırmak istemiyorsunuz?” sorusunun cevabını aramak zorunda kalmayacaklar. Biz de Amerika’dan İngiltere’den istatistik vermek zorunda kalmayacağız 😉

Sürdürdüğü aşılama programıyla 60 yılda bugünün Samoa, Kongo, Tonga Krallığı gibi 3. dünya ülkelerinde görülmekte olan kızamığa bağlı ölüm oranlarını yakalama başarısını(!) gösteren Amerika’yı bırakıp tekrar Samoa’ya geri dönelim biz. Zira, ortada bir salgın var, ama salgının oluştuğu ortam ve koşullar nedir, gazetelerin cayır cayır yanan manşetlerinden bu bilgileri öğrenemediğimiz için kendimiz araştırıyoruz:

Amerika yönetimi altındaki Samoa yerlileri
https://www.who.int/chp/chronic_disease_report/samoa.pdf…

DSÖ’nün ‘Gerçeklerle Yüzleşmek’ başlıklı, Samoa’daki kronik hastalık yükünü ortaya koyduğu rapora göre 2015 yılına ait veriler, Samoalı kadınların %91‘inin fazla kilolu olduğunu gösteriyor.

2013 tarihli bir başka araştırmaya göre Samoa’ya ait diğer bazı “sağlık” istatistikleri:

  • Başı çeken ölüm nedenleri sırasıyla kalp hastalığı, diyabet, kanser, inme.
  • Amerikan Samoası, dünyanın diyabet şampiyonu ünvanına sahip
  • Yetişkin nüfusun %93‘ü fazla kilolu yahut obez, %47’sinin de (neredeyse yarısı ve bunlar eski istatistikler!) diyabetli.
  • 25-64 yaş grubu yetişkinlerin (doğurganlık çağındaki kadınlar dahil) %39.4’ü sigara içiyor, %29.9’u hergün sigara içiyor. Yani ada halkı arasında her 3 kişiden biri sigara kullanıyor.
  • Liseli gençlerin %16.8’i ilk sigaralarını 13 yaşından önce içmiş, %9.1’i düzenli sigara içicisi.
  • İlköğretim öğrencilerinin %55‘i fazla kilolu veya obez.
Anaokuldan itibaren sınıf sınıf çocuklarda aşırı kilolu olanların oranını gösteren tablo. Ortaokula gelindiğinde çocukların %71.3’ünün fazla kiloya sahip olduğu belli oluyor.
  • 1999 verilerine göre Samoa halkının %61’i yoksul; 65 yaş ve üstü nüfusun neredeyse yarısı (%47.9’u) yoksulken, 0-17 yaşları aradındaki çocuk nüfusun %66.5‘i yoksuluk içinde yaşıyor. Ailelerin %58.3‘ü yoksulluk sınırının altında yaşarken, 18 yaş altında çocuğu olan ailelerin %62.2‘si, 5 yaşından küçük çocuğa sahip ailelerin de %67.3’ü yine yoksulluk sınırının altında yaşamakta.
  • Ne kronik hastalıklar ne de diğer sağlık kalemleri için Samoa yönetiminin belirli bir hareket planı veya projesinin de olmadığı söylenmiş.
Beyaz Adam medeniyet getirmeden öncekiSamoa yerlisi
Samoa’nın “Amerikan”laşmış hali

Bilemiyoruz ama, birileri DSÖ’nün 2020’de ‘kızamığı eradike etme’ planını paravan ederek tüm dünyada bütün aşıları herkes (çocuklar ve yetişkinler) için zorunlu hale getirme planları yapıyor olsa (buyrunuz, komplo teoriniz!), bu pasifik okyanusunun ortasında, kıta karasına bağlantısı inanılmaz zor (ABD’nin iç bölgelerinden 17 saatte uçuyorsunuz adaya), insanlarının halihazırda sağlıksız ve fakir olduğu, en popüler yiyeceklerin Amerikan ekmeği ve Çin makarnası olduğu, papaya, mango, muz, hindistancevizi yetişip kayalık yapısından ötürü fazla bir tarım pratiğinin bulunmadığı, 2020’ye girilecekken hala dizanteriden ölümlerin yaşandığı, tuvaletlerin evlerin dışında kazılmış kulübeciklerden ibaret olduğu, iklimi sıcak ve nemli, geleneksel evlerin duvarlarının bile olmadığı, hala elektiriği olmayan evlerin bulunduğu, devletin bir salgın durumunda fazla sayıda aşıyı/ilacı muhafaza edecek yeterli buzdolaplarının bile olmadığı, salgın olsa(!) bulaşın bu ortamda pek rahat gerçekleşip üstelik kimsenin bir yere de kaçamayacağı(!), sağlık bakanlığının pek ehil olmadığı da kibar şekilde çalışmalarda belirtilmiş, popülasyonu oldukça homojen tam da böyle bir alanda salgın patlatıp, sonra gelecek ölümleri ellerini ovuşturarak saymaya başlasalar fazla şaşırmazdık.

Kızamık özelinde ise malum, aşımızın karnesi belli (öldürmediğini sakat bırakıyor, önlemeye çalıştığı hastalığı yarattığı oluyor), hastalığın hangi elverişsiz koşullarda can alacağı zaten belli, hele bir de kolaylıkla etkilenecek zayıf bir yönetim, beceriksiz ve yanlış ve usulsüz uygulamalardan sabıkası da olan bir sağlık personeli de varsa bu iş tamamdır. Gelsin ölümler, patlasın manşetler.

Elverişsiz koşullar demişken, “açlıktan ölmüyorsanız kızamıktan ölmezsiniz” demiştik ve fakat ne yazık ki Samoa’lı çocuklarda malnutrisyon sebepli ölümler de yaşanıyormuş.

  • Samoa 2013’te yeterli protein alamamaktan ötürü gelişmiş 72 hastane yatışlı ağır malnutrisyon vakası görüyor ve bu çocukların ikisi maalesef zafiyetten hayatını kaybediyor.
  • 2014’te toplu ishal vakaları görülüyor ve dört çocuk hayatını kaybederken 19 da hastane yatışı oluyor. Devlet, formül süt yerine Devondale sütü kullanılmış olmasını ve genel anlamda sağlıksız beslenme koşullarının neden olduğunu söylüyor bu ishal vakalarına.
  • Anneler arasında emzirme pratiğinin de fazla yaygın olmadığını görüyoruz Samoa’da ve bu durum da gözlemlenen malnutrisyon oranlarının ana nedenlerinden olarak verilmiş. Bir şehirde yapılan araştırmada, formül sütle beslenen bebeklerin %17’sinin, emzirilen bebeklerin de %5’inin malnutrisyonlu olduğu saptanmış.
  • Samoa’daki malnutrisyon sorunu “şok edici” olarak nitelenirken, bu durum son birkaç onyıldır yaşanan “şehirleşme”nin etkisi olarak betimlenmiş.

    KAYNAK

    Birleşmiş Milletler’in bir raporuna göre de, 2019 Ekim ve Kasım aylarında kızamık vakalarının başgösterdiği Fiji, Samoa gibi Pasifik adalarında özellikle A vitamini, demir ve iyot eksikliğinin yaygın olduğu, bunun da çocuklukta hastalık ve can kaybı oluşumu ile güçlü ilişkisi olduğu belirtilmiş.

    DSÖ biliyor dünyanın neresinde ne açık var, kim neden hasta düşmeye yatkın tabii. Bu adalarda gözde öcümüz kızamık enfeksiyonuna bağlı komplikasyon gelişimi için gerekli tüm koşullar mevcut, biliniyor.
http://www.fao.org/3/a-i5973e.pdf

Ve biz ne biliyorduk; doktorların kızamığı nasıl tedavi edeceklerini bilmediklerini, bu yüzden gereksiz yere can kayıplarının yaşanabildiğini, oysa gayet etkin ve güvenli A vitamini terapisinin bizzat DSÖ tarafından kızamık tedavisi için önerilmekte olduğunu, hatta bu seneki salgınlarda adalara aşı yanında DSÖ’nün A vitamini desteği de göndermiş olduğunu.

https://www.who.int/elena/titles/bbc/vitamina_pneumonia_children/en/

Karaciğer bu hastalıkta hayati önemde, A, D, E ve K vitaminlerinin depo organı ve bırakın A, D ve C vitamini desteği vermeyi doktorlarımız tutup ateş düşürücüler ile doğrudan karaciğeri vurduklarından iyileşecek hastalık komplikasyona ve hatta ölüme gidebiliyor.

Geçtiğimiz aylarda ilköğretim öğrencilerine uygulanan kızamık aşılaması sırasında ailelere, herhangi bir salgın durumunda çocuklarının kızamığa yakalanma ihtimalini azaltacak, enfeksiyonu kapsalar dahi hastalığın şiddetini büyük oranda azaltacak güvenilir ve yüzyıllardır bu iş için kullanılan (hatta 1900’lerin başlarında bizzat doktor ve hemşireler tarafından çocuklara uygulandığı bilinen) A ve D vitamini içeren yağları tavsiye etmiştik. Küçük çocuğu olan her ailenin elinin altında bulunması gereken bu yağların tanıtım görsellerini buraya bırakıp, bir sonraki bölümde Samoa’daki yaşananların kronolojisine ve medyanın size elbette aktarmadığı tüm detaylara eğilelim.