Kas 6, 2012 | Aşı Efsanesi, SAĞLIK TERÖRİZMİ
SÖYLENCE 5:
“Çocukluk çağı hastalıkları son derece tehlikelidir…”
…gerçekten öyle midir?
Çocukluk döneminde geçirilen bulaşıcı hastalıkların günümüz modern dünyasında ciddi sayılabilecek sonuçları tektüktür. CDC’nin muhafazakar istatikleri bile örneğin boğmaca için hastalıktan iyileşme oranını 1992-94 yılları için %98.8 olarak göstermektedir. 1993 sonbaharında Ohio ve Şikago’da başgösteren yüzlerce boğmaca vakasında Cincinnati Çocuk Hastanesi’nde görevli bir enfeksiyonel hastalıklar uzmanı, “Görülen boğmaca vakaları oldukça hafif seyirli; ölen yok, yoğun bakıma kaldırılan yok.” açıklamasında bulunmuştu.
Çoğu kez çocukluk dönemi bulaşıcı hastalıklarının seyri kısıtlı olup tehlike oluşturmayacak şekilde geçirilir. Çoğu durumda ömür boyu bağışıklık sağlayan bu hastalıkların yanında aşının sağlayacağı bağışıklık (koruma) geçicidir. Aşının geçici yapıdaki koruyuculuğu ise çocuğun ileriki yıllarda sağlığına tehdit oluşturulabilir. Örneğin, yeni su çiçeği aşısının koruyuculuğunun 6 – 10 yıl arası olduğu düşünülmektedir. Koruyuculuk sağladığı takdirde çocuğun hastalığa maruziyetini yetişkinlik yıllarına çekecek ve her ne kadar bu yıllarda da nadir bir sonuç olsa da su çiçeğinden ölüm riskini 20 kat arttırmış olacaktır. İngiltere’de eskiden “kızamık partileri” yapılırdı; kızamık çıkaran bir çocuk varsa civar komşular çocuklarını kapıp hasta çocukla oynatmaya gelirlerdi, amaç çocukların hastalığı kapıp bağışıklık kazanmalarını sağlamaktı. Böylelikle hastalığın gecikerek daha tehlikeli seyrettiği yetişkinlik yıllarına sarkması önlenir ve aynı zamanda da doğal hastalık sürecinin bağışıklık sistemini güçlendirici etkisinden faydalanılırdı.
1980’lerin sonuna doğru başgösteren kızamık vakalarının yarıya yakını çocukken aşılanmış ergen ve erişkinlerden oluşuyordu(48) ve önerilen ek aşı dozlarının ise koruyuculuğu 6 aydan kısa olarak belirtilmektedir(49). Bazı sağlıkçılar su çiçeği aşısındaki virüsün ileriki yıllarda reaktive olarak “zona” (herpes zoster) veya diğer immün sistemi hastalıklarına yol açabileceğinden endişe etmekteler(50). Cleveland, Ohio’daki St. Luke’s Medical Center’in pediyatri bölümü üyesi Dr. A. Lavin, “genetik yapıya [çocuklara] mutasyona uğramış DNA [aşı suşundaki herpes zoster] zerk etmenin taşıdığı risklerin ne olduğu … tam olarak anlaşılana kadar” yeni aşıya lisans verilmesine şiddetle karşı çıkmıştı(51). İşin aslı, bu işlemin sonuçlarının ne olacağını kimse bilmiyor, ancak aşıya lisans verildi ve şu anda sağlık otoriteleri tarafından önerilen bu aşı eyaletler tarafından zorunlu tutulan aşılar arasında hızla yerini almaya başladı.
Bulaşıcı hastalıkların büyük çoğunluğu tehlikeli olmadığı gibi, güçlü ve sağlıklı bir bağışıklık sistemi için son derece önemli bir rol de oynarlar. Kızamık geçirmemiş kişilerde belirli bazı cilt hastalıkları, kemik ve kıkırdak dokularda görülen dejeneratif hastalıklar ile bazı tümör çeşitleri daha sık görülürken, kabakulak geçirilmemiş olmasının da yumurtalık kanseri riskini arttırdığı tespit edilmiştir. Antroposofik tıp hekimleri yalnızca tetanoz ve çocuk felci aşılarını önerirler; diğer çocukluk dönemi hastalıklarını geçirmenin ise bağışıklık sistemini olgunlaştırıcı ve güçlendirici etkisinden dolayı faydalı olduğu inancını taşırlar.
AŞI GERÇEĞİ 5:
“Çocukluk çağı hastalıklarının tehlikeleri, anne-babaların şüpheli ancak oldukça karlı bir tıbbi prosedüre rıza göstermelerini sağlamak için olduğundan çok daha tehlikeli gösterilmektedir.”
SÖYLENCE 6:
“Çocuk felci, aşılama tarihinin tartışmasız en parlak başarı öykülerinden biridir…”
…gerçekten öyle midir?
Salk aşısının kullanıma girmesinden 1 yıl sonra Vermont’taki iki katın üzerindeki artıştan Massachusetts’teki %642’lik muazzam artışa kadar altı New England eyaletinde çocuk felci vakalarında artış bildirilmiştir. Wisconsin’de 5 faktörlük vaka artışı görülmüş, Idaho ve Utah ise artan çocuk felci ve ölüm vakaları nedeniyle aşılamayı durdurmuştur. 1959’da, Massachusetts’teki paralizi vakalarının %77.5’ini 3 doz IPV (enjekte çocuk felci aşısı) olmuş kişiler oluşturuyordu. 1962 yılında Amerikan Kongresi’nde yapılan duruşmalarda North Carolina School of Public Health Üniversitesi’nden, Biyoistatistik Bölüm Başkanı Dr. Bernard Greenberg, zorunlu aşılamanın ardından çocuk felci vakalarında (1957’den 1958’e %50; 1958’den 1959’a %80’lik) önemli artışın yanısıra Halk Sağlığı Hizmetleri birimi tarafından istatistiklerin tam tersi izlenim yaratmak amacıyla kasıtlı olarak manipüle edildiği yönünde ifade vermiştir(52). Burada önemli nokta, çocuk felci aşısının en azından ilk etapta tüm dünyada uygulamaya alınmamış olmasıdır. Buna rağmen çocuk felci vakaları, kitle aşılamasını reddeden Avrupa ülkelerinde tıpkı aşılama yapan ülkelerdeki gibi düşüşe geçmiştir.
Araştırmacı-yazar Dr. Viera Scheibner’a göre gerçekte ortada doğal virüsten kaynaklı salgın olmadığı halde çocuk felci (Salk) aşısı yüzünden birkaç ülkede birden paralitik çocuk felci vakaları yaşanmaktayken, bu vakalarının %90’ı sağlık otoritelerince aşının kullanıma girmesiyle birlikte hastalık tanımında yapılan değişikliklerle istatistiki olarak elimine edilmiştir. Örneğin, çocuk felciyle benzer belirtilere sahip viral ve aseptik menenjit vakalarına aşı kullanıma girmeden önceki dönemde rutin olarak çocuk felci tanısı konulup kayıtlara bu şekilde geçirilirken, aşının kullanıma alınmasıyla birlikte bunlar ayrı hastalıklar olarak kabul edilip çocuk felci istatistiklerine alınmamıştır. Ayrıca salgın (epidemi) ilanı için gerekli hastalık vaka sayısı 20’den 35’e yükseltilmiş ve hastalığın paralizi istatistiklerine alınabilmesi için belirtilerin önceki gibi 24 saat sürmesi yerine 60 gün süreklilik kaydı koşulmuştur (çocuk felci geçirenlerin çoğunda paralizi geçicidir). Bu durumda, kağıt üstünde de olsa çocuk felci vakalarında aşıdan sonra yaşanan keskin düşüşe şaşırmamak gerekir. 1985 yılında CDC, Amerika’da 1973 ve 1983 yılları arasında görülen çocuk felci vakalarının %87‘sinin, daha sonra ise yurtdışı ülkelerden gelen bir iki vaka dışındaki tüm çocuk felci vakalarının aşıdan kaynaklandığını açıklamıştır (yurtdışındayken çocuk felcine yakalananların da aşıları tam olan bireyler olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır).
IPV aşısının mucidi Jonas Salk, Amerikan senatosu altkomitesindeki yeminli ifadesinde 1961’den beri yaşanan çocuk felci salgınlarının hemen hepsinin ağız yoluyla alınan (oral) çocuk felci aşısından (OPV) kaynaklandığını belirtmiştir. Centres for Disease Control and Pevention (CDC) ve Institute of Medicine (IOM) sponsorluğunda düzenlenen bir çocuk felci aşıları atölyesinde, Duke Üniversitesi’nden Dr. Samuel Katz Amerika’da oral çocuk felci aşısı almış kişiler arasında görülen yıllık 8-10 aşıya bağlı paralitik çocuk felci vakasından ve doğal çocuk felci virüsünün Batı Yerküre’de [4 yıldır] görülmemiş olduğundan bahsetmiştir. Washington’daki Ulusal Rehabilitasyon Hastanesi Araştırma Merkezi’nden Jessica Scheer, Amerika’daki çocuk felci aşılamasının “her sene az sayıda insanın kurban edilmesi” ile sonuçlandığından anne-babaların haberdar olmadığına dikkat çekiyor. Bu tezata ek olarak aşıya bağlı istenmeyen etki bildiriminin düşüklüğü ve National Vaccine Information Centre (NVIC) örgütünün aşı reaksiyonu teyidi ve aşıya bağlı reaksiyonlara hekimler tarafından konulan yanlış teşhisleri düzeltme çalışmaları “aşıya bağlı paralitik çocuk felci”ne “kurban edilenler”in sayısının CDC tarafından verilen rakamların 10, hatta 100 katı üstünde olabileceğini göstermektedir. Bu nedenlerden dolayı da canlı çocuk felci virüsü kullanılan aşılar bugün yaygın kullanımdan kalkmıştır.
Bilinen şudur ki, 20. yüzyılın ilk yarısında görüldüğü şekliyle çocuk felcine günümüzde rastlanmamaktadır. Ancak, 1940’ların sonu ve 1950’lerin başında tepe yapan çocuk felci vakalarından sonraki düşüş ivmesinin başı aslen aşısı çıkmadan önceki dönemlere denk gelmektedir.
AŞI GERÇEĞİ 6:
“Çocuk felci aşısı, hastalığın aşı öncesi dönemde başladığı düşüş eğilimini geçici olarak tersine çevirmiş, bu gerçek ise sağlık otoritelerince kasıtlı olarak örtbas edilmiştir. Avrupa’da görülen çocuk felci vakalarında, aşıyı uygulayan ve uygulamayan ülkelerde aynı şekilde düşüş gözlenmiştir.”
Kaynaklar:
48. Reported by KM Severyn, R.Ph, Ph.D. in the Dayton Daily News, June 3, 1995.
49. Vaccine Information and Awareness (VIA), “Measles and Antibody Titre Levels,” from Vaccine Weekly, January 1996.
50. NVIC Press Release, “Consumer Group Warns use of New Chicken Pox Vaccine in all Healthy Children May Cause More Serious Disease”.
51. Id. [Reported by KM Severyn, R.Ph., Ph.D.]
52. Hearings before the Committee on Interstate and Foreign Commerce, House of Representatives, 87th Congress, Second Session on H.R. 10541, May 1962, at 94.
Kas 6, 2012 | Aşı Efsanesi, SAĞLIK TERÖRİZMİ
SÖYLENCE 4:
“Aşılamanın temeli sağlam immünolojik teori ve uygulamalarına dayanır…”
…mı acaba?
Aşıların işe yarayıp yaramadığını anlamakta aranan klinik kanıt, aşının vurulduğu kişide antikor üretimini stimüle edip etmediğidir; antikor üretimi sağlıyorsa işe yaradığı kabul edilir. Ancak burada belirsizliğe yol açan bir nokta var ki, o da bağışıklanmanın salt antikor oluşumundan ibaret olup olmadığıdır. Örneğin, kanda gama-globülin yokluğu anlamına gelen ‘agamaglobülinemi’den muzdarip çocukların kanında antikor üretimi olmamasına rağmen enfeksiyon hastalıklarından iyileşme hızları aynen diğer çocuklardaki gibidir(40). Ayrıca, 1950 yılında İngiltere Tıp Konseyi tarafından mevcut difteri salgını ile ilgili olarak yapılan bir çalışmada antikor sayımı ile hastalık oluşumu arasında herhangi bir bağlantı olmadığı belirtilmiştir; araştırmacılar bu sonuca, antikor sayımı son derece düşük olmasına rağmen hastalığa dirençli bireyler ile yüksek antikor sayımı olmasına rağmen hastalanmış kişilerden yola çıkarak ulaşmıştır(41). Doğal yoldan bağışıklanma, vücutta pekçok organ ve sistemin karşılıklı etkileşimi ile sağlanan son derece kompleks bir işlemdir; suni yoldan antikor stimülasyonu ile replike edilemez.
Yapılan araştırmalar ayrıca, aşılamanın vücudun bağışıklık hücrelerini aşıdaki spesifik antijenlere bağlayarak, bu hücrelerin oluşacak başka enfeksiyonlara yanıt veremez hale geldiğini göstermiştir. İmmünolojik rezervlerde bu yüzden yaşanacak düşüşe bağlı olarak vücut dayanıklılığı da genel olarak düşecektir(42).
Bağışıklık teorisinin bir diğer parçası da “toplumsal bağışıklık”, yani belirli bir toplumda yeterli sayıda kişi bağışıklanmışsa bunun toplumun bütününü koruyacağı düşüncesidir. Ancak 2 numaralı söylenceyi hatırlayacak olursak bunun tam tersinin, yani tamamen bağışıklanmış topluluklarda salgın oluşumunun kayda geçmiş pekçok örneği bulunmaktadır. Hatta kızamık için düşünürsek, salgın oluşumu aşılama oranlarının yüksek oluşunun doğrudan sonucu gibi gözükmektedir(43). Minesota’da devlette çalışan bir epidemiyolog, yapılan bir çalışmada aşılı çocukların aşısız çocuklara oranla menenjite yakalanma riskinin 5 kat fazla çıkması üzerine Hib (B Tipi Haemophilus influenza) aşısının hastalık riskini arttırdığı sonucuna ulaşmıştır(44).
İşin şaşılacak tarafı, aşılamanın hiçbir zaman klinik ortamda herhangi bir hastalığı önlediğinin kanıtlanmamış olduğudur, bunun sebebi ise gayet basit bir şekilde hiçbir araştırmacının deney katılımcılarını doğrudan hastalık virüsü veya bakterisine maruz bırakmamış olmasıdır (kaldı ki zaten mesleki etik kuralları gereğince bunu yapamazlar da). Tıp camiasının altın standardı; çift kör, plasebo kontrollü bir çalışmayla da aşılı ve aşısız kişilerin sağlık durumu şimdiye kadar karşılaştırılmamış olduğundan aşı uygulaması bilimsel açıdan işe yararlığı kanıtlanmamış bir uygulama olma özelliğini korumaktadır. Ayrıca, bir hastalığa maruz kalan kişilerin hepsinin belirti geliştirmeyeceği gerçeği gözününde bulundurulmalıdır (esasına bakılacak olursa, bir hastalığın “salgın” olarak nitelenmesi için nüfusun çok küçük bir bölümünün etkilenmesi ve semptom geliştirmesi yeterlidir). Bu yüzden, aşılanmış bir kişi belirli bir hastalığa maruz kalıp da hastalanmadıysa onu aşının korumuş olup olmadığını anlayamak imkansızdır, zira aynı kişinin aşısızken de bu hastalığı kapıp kapmayacağını bilemezsiniz. Tabii son zamanlarda yaşanan salgınlara bakıldığında hastalıkların aşılı çocuklarda aşısızlara oranla daha fazla görülmesi de dikkate değerdir.
Aşılama programlarıyla ilgili bir diğer hayret verici nokta da bu tıbbi uygulamanın “herkesi tek tip gömleğe sokan” yönüdür. 4 kiloluk 2 aylık bir bebekle 18 kiloluk 5 yaşındaki çocuk aynı doz aşıyı olmaktadır. Kilolarıyla oranlandığında bağışıklık sistemi henüz olgunlaşmamış, tam gelişmemiş bebeklerin aldığı aşı dozu büyük çocuklara oranla 5 kat fazladır. Dahası, yapılan çeşitli testlerde aşı dozlarındaki “üniteler” etikette belirtilenin 1/2 ila 3 kat üzerinde çıkmıştır; üretim kalite kontrolünde belli ki oldukça geniş bir hata payına göz yumulmaktadır. Diğerlerine oranla çok daha fazla ölüm ve sakatlık oluşturduğu tespit edilmiş “hot lot” denilen aşı partileri National Vaccine Information Centre (NVIC) tarafından kayda alınmışsa da Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından bu gereksiz ölüm ve yaralanmalara yol açan aşılara müdahale bir türlü gelmemektedir. Daha fazla sayıda yan etkiye yol açtığı görülen aşı partilerinin devlet birimlerince geri çekildiği şimdiye kadar görülmemiş olsa da, rotavirüsü aşısı pekçok çocukta bağırsak düğümlenmesine yol açmasının ardında piyasaya sürüldükten birkaç ay sonra toplatılmıştır. İnanılmaz bir şekilde, FDA ve CDC (Centres for Disease Control) bu problemi lisanslama öncesinde bilmelerine rağmen oybirliği ile aşıya onay vermişlerdir(45).
Son olarak aşıların, aşının vurulduğu kişi veya toplulukların ırk, kültür, beslenme, genetik yapı, coğrafi lokasyon veya diğer başka özellikleri her ne olursa olsun aynı etkiyi sağlayacağı varsayılmaktadır. Bu varsayımın ne kadar yanlış olduğu belki de en iyi birkaç yıl önce Avustralya’nın kuzey bölgesinde yoğunlaştırılan aşılama programlarının aborijin kabilelerde bebek ölümlerini %50 gibi inanılmaz bir oranda arttırdığında ortaya çıkmıştır(46). Tabii bu noktada ölmeyip sağ kalanların da akıbetlerinin düşünülmesi gerekir; yarısını öldüren aşılardan diğer yarının hiç etkilenmeden kurtulduğunu düşünemeyiz.
Bir bu kadar düşündürücü bir diğer bulguya da New England Tıp Dergisi’nde kısa bir süre önce yayımlanmış ve Romanya’da çocuk felci aşısı vurulan çocukların önemli bir bölümünün aşıya bağlı çocuk felci geliştirdiğini gösteren çalışmada yer verilmiştir. Araştırmacılar, antibiyotik enjeksiyonları ile korelasyon saptamışlardır. Aşılamadan sonraki bir ay içerisinde vurulan tek doz antibiyotik iğnesinin çocuk felci riskini 8 kat, 2 ila 9 antibiyotik iğnesinin 27 kat, 10 veya üzerinde iğnenin ise riski tam 182 kat arttırdığı saptanmıştır(47).
Aşılama teorisinde daha önce gözönünde bulundurulmamış başka ne tip faktörler beklenmedik sonuçlar şeklinde kendini gösterecek acaba? Halk sağlığı yetkilileri gözlem sonuçlarını samimi şekilde ortaya koyup raporlamadığı takdirde oluşacak zararın çap ve derecesini tahmin bile edemeyiz. Ancak yaşamakta olduğumuz anın gerçeği, koskoca ülke popülasyonlarının, oyunun kuralları kendilerine önceden verilmiş olsa belki de katılmayı reddecekleri bir oyunda sağlıkları ve hatta hayatları ile kumar oynamakta olduklarıdır.
AŞI GERÇEĞİ 4:
“Bağışıklama teori ve pratiğinin dayandığı varsayımların çoğu ispat edilmemiş veya uygulamada yanlış olduğu ortaya çıkmış teorilerdir.”
Kaynaklar:
41. Id. at 21 (British Medical Council Publication 272, May 1950).
42. See Trevor Gunn, supra, note 29, at 21; see also Neil Miller, supra note 33 at 47 (Buttram, MD, Hoffman, Mothering Magazine, Winter 1985 at 30; Kalokerinos and Dettman, MDs, “The Dangers of Immunization,” Biological Research Inst. [Australia], 1979, at 49).
43. See Mayo Vaccine Research Group, supra note 27.
44. See Neil Miller, supra note 33 at 34.
45. Chairman/Congressman Dan Burton, Committee of Government Reform, Opening Statement, “FACA: Conflicts of Interest and Vaccine
Development, Preserving the Integrity of the Process,” June 2000. http://www.whale.to/v/conflict.html
46. Archie Kalolerinos, MD, Every Second Child, Keats Publishing, Inc. 1981.
47. Washington Post, February 22, 1995.
Eki 24, 2012 | Aşı Efsanesi, SAĞLIK TERÖRİZMİ
SÖYLENCE 2:
“Aşılar hastalıktan korur…”
…mu acaba?
Tıp literatürü aşıların işe yaramadığı durumları dokümente eden şaşırtıcı sayıda çalışmayla doludur. Kızamık, kabakulak, çiçek, boğmaca, çocuk felci ve Hib salgınlarının hepsi aşılanmış popülasyonlarda aynen görülmektedir(18,19,20,21,22). CDC’nin 1989’daki raporunda şöyle denmektedir: “Okul çağındaki çocuklarda [kızamık] salgınları, aşılanma oranları yüzde 98’lerin üzerindeki okullarda ortaya çıkmıştır(23). Bu salgınlar, yıllardır kızamık vakası bildirilmemiş yerler de dahil olmak üzere ülkenin tüm bölgelerinde görülmüştür(24). CDC hatta %100 aşılandığı belgelenmiş bir popülasyonda yaşanan kızamık salgınından bahseder(25). Bu fenomeni araştıran bir çalışmada şöyle denmektedir: “Burada görülen bariz paradoks odur ki, bir popülasyonda kızamığa karşı bağışıklama oranları yüksek seviyelere çıktıkça, kızamık bağışıklanmış kişilerde görülen bir hastalık haline gelmektedir”(26). Daha güncel bir çalışmada ise kızamık aşılamasının “bağışıklık sistemini baskıladığı, bunun da diğer enfeksiyonlara yakalanma riskini arttırdığı”(27) belirlenmiştir. Bu çalışmalar, yürütülen komple “bağışıklama” çalışmalarının amaca aykırı sonuçlar üretebileceğini işaret etmektedir ki zaten birtakım ülkelerde popülasyonun tümü bağışıklanmış olmasına rağmen başgösteren salgınlar bu savı desteklemektedir. Örneğin Japonya, 1872 yılında geçilen zorunlu aşılama programından sonra çiçek hastalığı vakalarında her yıl artış yaşamıştır. 1892 yılına gelindiğine Japonya’da çiçeğe bağlı ölüm sayısı 29,979’e ulaşmış olup, ölenlerin hepsi de daha önce aşılanmıştır(28). 1900’lerin başında, 8 milyon kişinin toplam 24.5 milyon doz aşıyla bağışıklandığı (aşılanma oranı: %95) Filipinler, tarihinin en ağır çiçek salgınını yaşadı ve sonuç olarak ölüm vakaları 4’e katlandı(29). İngiltere’nin 1853’te ilk zorunlu aşılanma kanunu devreye girmeden önceki en büyük çiçek salgınından iki yıl içinde ölenlerin sayısı 2,000 civarındayken, 1870-71 yılı döneminde İngiltere ve Galler’de 23,000’in üzerinde çiçek ölümü yaşandı(30). 1989 yılında Umman’da, hedef popülasyonun tamamını aşılama başarısına ulaşılmasının üzerinden 6 ay geçtikten sonra yaygın çocuk felci salgını patlak verdi(31). ABD’de, 1986 yılında Kansas’ta ortaya çıkan boğmaca vakalarının %90’ı “yeterli dozda aşılanmış” kişilerdeydi(32); 1993 Chicago salgınında da boğmaca vakalarının %72’si takvimde öngörülen tüm aşılarını olmuş kişilerde görüldü(33).
AŞI GERÇEĞİ 2
“Eldeki deliller aşılamanın güvenilir bir hastalık önleme yöntemi olmadığını göstermektedir.”
SÖYLENCE 3
“Bugün ABD’de bulaşıcı hastalıklar az görülüyorsa eğer, bu aşılar sayesindedir…”
…öyle midir acaba?
İngiltere’deki British Association for the Advancement of Science verilerine göre, çocukluk çağı hastalıklarındaki vaka sayısında, mecburi aşılama programlarına geçilmesinden çok önce, ta 1850 – 1940 yılları arasında, uygulamaya konulan sanitasyon ve hijyen çalışmalarına paralel şekilde %90 oranında düşüş yaşanmıştır. Medical Sentinel’in yakın zamandaki raporuna göre, “1911’den 1935’e kadar ABD’de çocuk ölümlerine yol açan bulaşıcı hastalıkların başında difteri, boğmaca, kızıl ve kızamık geliyordu. Ancak 1945 yılına gelindiğinde bu hastalıklardan kaynaklı toplam ölüm oranı, herhangi bir kitle aşı uygulaması olmadığı halde %95 oranında düşmüştür.”(34)
Yani, en iyi halde aşılamanın etkisi, uygulamaya konuldukları tarihten sonra hastalık vaka sayısındaki düşüşe yaptıkları küçük etki itibariyle incelenebilir. Kaldı ki aşıların bu rolü de şüphelidir, zira aşı öncesi devirdeki ölüm oranları ile aşılama sonrası oranlar arasında kayda değer bir fark oluşmamıştır. Dahası, çiçek hastalığı ve çocuk felci aşılamasını reddeden Avrupa ülkelerinde de tıpkı aşılamanın zorunlu tutulduğu ülkelerde olduğu gibi salgınlar sona ermiştir; belli ki aşılar hastalıkların ortadan kalmasındaki tek faktör değildir. Hatta, hem çiçek hem de çocuk felci aşılama kampanyalarından sonra hastalık vaka sayısında önemli derecede artış gözlenmiştir. Çiçek aşılamasının mecburi tutulmasında sonra önemli vaka artışları yaşanarak hastalık yaygınlık ve önemini korurken, mevcut diğer salgın hastalıklar, aşıları olmadığı halde aynı zamanlamayla düşüş trendlerine devam etmiştir. İngiltere ve Galler’de, çiçek hastalığı ve aşılama oranları 1870’ler ile 2. Dünya Savaşı’nın başları arasındaki birkaç onyılı bulan süreçte aynı düşüş trendini paylaşmıştır(35). Bu durumda, aşılama kampanyalarının hastalıktan ölüm oranlarında yaşanan sürekli düşüşte herhangi bir payı olup olmadığını söylemek olanaksız hale gelmektedir. Ölüm oranlarındaki düşüş belki de aşısız geçen ilk dönemlerde gözlenen düşüşlerle aynı basit nedene dayanıyordu: sanitasyon, hijyen ve beslenme alanlarındaki iyileşme; daha iyi barınma, transportasyon ve altyapı tesisi; gıdaların daha iyi şartlarda muhafaza edilmesini sağlayan teknik ve teknoloji gelişimi; ve hastalıkların doğasındaki döngüsellik gibi. Bu çıkarım, yakın zamanda Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayımlanan ve üçüncü dünya ülkelerindeki hastalık ve ölüm oranlarının uygulanan immünizasyon prosedürleri veya tıbbi tedavilerle doğrudan korelasyonu olmadığı, ancak bu bölgelerdeki hijyen ve diyet standartları ile yakından bağlantılı olduğu yönündeki sonuçla da örtüşmektedir(36). Günümüz hastalık vaka oranlarındaki düşüşten salt aşılamayı sorumlu tutarken acaba aşılara yüklediğimiz bu önem ve güven fazlasıyla abartılı ve hatta hatalı olabilir mi? Bizce, evet.
Aşıyı savunanlar, aşıların etkinliğini kanıtlamak için ölüm yerine, gözlemlenen hastalık vaka sayısına işaret ediyorlar. Lakin istatikçilere göre hastalık trendinin izlenmesinde ölüm istatistikleri, vaka sayısı istatistiklerine göre çok daha güvenilir verilerdir. Bunun nedeni ise basit; çünkü ölüm durumunda yapılan bildirim ve tutulan kayıtların kalitesi diğerine oranla çok daha yüksek de ondan(37). Örneğin, New York’ta yapılan bir araştırmada pediyatristlerin yalnızca %3.2’sinin kızamık vakalarını sağlık bakanlığına bildirdiği ortaya çıkmış. 1974 yılında CDC verileri Georgia eyaletinde 36 kızamık vakası olduğunu gösterirken, Georgia Eyaleti Sürveyans Sistemi’ne kayıtlı 660 vaka bulunuyor(38). 1982 yılında Maryland eyaleti sağlık yetkilileri, difteri-boğmaca ve tetanoz aşısnın tehlikelerinden bahseden “D.B.T-Aşı Ruleti” adlı bir televizyon programında boğmaca salgını olduğunu öne sürüyorlar, ancak ABD Biyolojik Standartlar Enstitüsü’nde o zaman görev yapmakta olan Dr. J. Anthony Morris adlı saygın bir virolog boğmaca olduğu öne sürülen 41 vakayı incelediğinde bunlardan yalnızca 5’inin klinik olarak boğmaca olduğunu tespit ediyor ve bu 5 vakanın da aşılı kişilerde olduğu ortaya çıkıyor(39). Bu gibi örnekler, hastalık vaka sayılarına dayanarak hükme varmanın ne kadar yanıltıcı olabileceğini göstermesine rağmen aşı taraftarları gelişigüzel bir şekilde bu verilere dayanmaya devam ediyor.
AŞI GERÇEĞİ 3
“Aşıların 19. ve 20. yüzyılda bulaşıcı hastalıklarda yaşanan düşüşteki payı, tabii eğer varsa, kesin olarak bilinmemektedir.”
Kaynakça
18. Measles vaccine failures: lack of sustained measles specific immunoglobulin G responses in revaccinated adolescents and young adults. Department of Pediatrics, Georgetown University Medical Center, Washington, DC 20007. Pediatric Infectious Disease Journal. 13(1):34-8, 1994 Jan.
19. Measles outbreak in 31 schools: risk factors for vaccine failure and evaluation of a selective revaccination strategy. Department of Preventive Medicine and Biostatistics, University of Toronto, Ont. Canadian Medical Association Journal. 150(7):1093-8, 1994 Apr 1.
20. Haemophilus b disease after vaccination with Haemophilus b polysaccharide or conjugate vaccine. Institution Division of Bacterial Products, Center for Biologics Evaluation and Research, Food and Drug Administration, Bethesda, Md 20892. American Journal of Diseases of Children. 145(12):1379-82, 1991 Dec.
21. Sustained transmission of mumps in a highly vaccinated population: assessment of primary vaccine failure and waning vaccine-induced immunity. Division of Field Epidemiology, Centers for Disease Control and Prevention, Atlanta, Georgia. Journal of Infectious Diseases. 169(1):77-82, 1994 Jan. 1.
22. Secondary measles vaccine failure in healthcare workers exposed to infected patients. Department of Pediatrics, Children’s Hospital of Philadelphia, PA 19104. Infection Control & Hospital Epidemiology. 14(2):81-6, 1993 Feb.
23. MMWR (Morbidity and Mortality Weekly Report) 38 (8-9), 12/29/89.
24 MMWR “Measles.” 1989; 38:329-330.
25MMWR. 33(24),6/22/84.
26 Failure to reach the goal of measles elimination. Apparent paradox of measles infections in immunized persons. Review article: 50 REFS. Dept. of Internal Medicine, Mayo Vaccine Research Group, Mayo Clinic and Foundation, Rochester, MN. Archives of Internal Medicine. 154(16):1815-20, 1994 Aug 22.
27. Clinical Immunology and Immunopathology, May 1996; 79(2): 163-170.
28. Trevor Gunn, Mass Immunization, A Point in Question, at 15 (citing E.D. Hume, Pasteur Exposed-The False Foundations of Modern Medicine, Bookreal, Australia, 1989.)
29. Physician William Howard Hay’s address of June 25, 1937; printed in the Congressional Record.http://www.whale.to/v/hay1.html
30. Eleanor McBean, The Poisoned Needle, Health Research, 1956.
31. Outbreak of paralytic poliomyelitis in Oman; evidence for widespread transmission among fully vaccinated children. Lancet vol 338: Sept 21, 1991; 715-720.
32. Neil Miller, Vaccines: Are They Really Safe and Effective? Fifth Printing, 1994, at 33.
33. Chicago Dept. of Health.
34. Harold Buttram, M.D., “Vaccine Scene 2000, Review and Update,” Medical Sentinel, Vol.5 No. 2, March/April 2000.http://www.woodmed.com/VaccineScene2000.htm
35. Neil Miller, supra note 33 at 45 [NVIC News, April 92 at 12].
36. S. Curtis, A Handbook of Homeopathic Alternatives to Immunization.
37. Darrell Huff, How to Lie With Statistics, W.W. Norton & Co., Inc., 1954 at 84.
38. Quoted from the internet, credited to Keith Block, M.D., a family physician from Evanston, Illinois, who has spent years collecting data in the medical literature on immunizations.
39. See Trevor Gunn, supra, note 29, at 15.
Eki 2, 2012 | Aşı Efsanesi, SAĞLIK TERÖRİZMİ
Alan G. Phillips tarafından kaleme alınan “Dispelling Vaccination Myths: An Introduction to the Contradictions Between Medical Science and Immunization Policy” adlı makale, modern tıbbın kutsal ineği aşıların türeyiş ve yayılış efsanesindeki büyük gedikleri bilimsel çalışma ve referanslar desteğiyle tıkayan vurucu çalışmalardan yalnızca biri.
Phillips, çoğu anne-baba gibi aşıların herhangi bir risk taşıdığını bilmeden 2 aylık oğlunu aşılanması için kliniğe götürdüğünde, kendisine verilen aşı bilgi formunda bir bilgi dikkatini çekiyor. Formda, çocuğunun DPT (difteri-tetanoz-boğmaca) aşısı sonrası ciddi reaksiyon geçirme şansı 1750’de 1 olarak verilmişken, boğmaca geçirdiği takdirde bu hastalıktan ölme riskinin birkaç milyonda 1 olduğu yazıyor. Bunu klinikteki hekime işaret ettiğinde ise hekim kızgınlıkla böyle bir şey olamayacağını söyleyip odayı terkederken ağzından şu kelimeler dökülüyor: “Şu formu bir ara okumak gerekecek herhalde…” .
Bu deneyimden kısa bir süre sonra aşıdan kalıcı şekilde zarar görmüş bir çocukla ilgili haberleri de duyunca konuyu bizzat kendi araştırmaya karar veriyor ve bulgularını da herkesle paylaşmaya karar veriyor.
Sağlık yetkililerinden dünyanın her yerinde hastalıkların aşılar sayesinde azaldığını duyuyoruz ve doktorlar aşıların güvenle kullanılabileceği ve bizleri hastalıktan koruyacağı yönünde bizleri temin ediyor. Oysa Phlillips, tıpkı özel çabayla bu konuda mesai harcamış ve bilginin kaynağına giderek araştırma yapmış diğer sağlık uzmanları, ünlü hekimler ve sıradan vatandaşlar gibi, bu varsayımların devletin resmi istatistik kayıtları, yayımlanmış tıbbi çalışmalar, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ve Hastalıklarla Mücadele Merkezi (Centres for Disease Control/CDC) raporları ve dünyanın dört bir yanından saygıdeğer araştırmacı bilimadamlarının fikirleriyle doğrudan çeliştiğini tespit ediyor. Varsayımların aksine, bulaşıcı hastalıklar kitlesel aşılama kampanyaları uygulamaya konulmadan önceki onyıllar boyunca istikrarlı bir düşüş seyri izliyor, Amerika’daki doktorlar popülasyonda her sene yüzlerce ölüm ve kalıcı sakatlık da dahil olmak üzere binlerce ciddi aşı reaksiyonu rapor ediyor, bütün aşılarını olmuş topluluklarda salgınlar başgösteriyor ve araştırmacılar son birkaç onyılda çığ gibi artan düzinelerce kronik immün ve nörolojik hastalığı uygulanan kitlesel aşılama programlarına bağlıyorlar.
Dünyanın önde gelen tıp dergilerinde onyıllardır yayımlanmakta olan çalışmalarda aşıların işe yaramadığı vakalar ile ölüm de dahil olmak üzere aşılar sonucu oluşmuş ciddi yan etkilerin raporların olduğunu belirten Phillips, ayrıca hekimler, araştırmacı bilim adamları ve diğer bağımsız araştırmacılar tarafından kaleme alınmış düzinelerce kitapta, hakim bağışıklanma teorisi ve uygulamalarındaki ciddi hataların ortaya konmuş olduğunu söylüyor. Şaşırtıcı olan ise, tüm bunlara rağmen çocuk doktorları ve ebeveynlerin büyük kısmının bu bulgulardan habersiz olması. Ancak son zamanlarda tüm dünyada gerek anne-babalar gerekse sağlık çalışanları arasında sorunları fark eden ve zorunlu hale getirilen kitlesel aşılama kampanyalarını sorgulayanların sayısı gitgide artıyor. Artık uluslararası camiada zorunlu kitlesel aşılama aleyhtarı bir hareket oluşmuş durumda. Phillips’in bu raporu işte bu hareketin temelini oluşturan bilgilerden bir kısmını okuyucuya sunuyor.
Phillips’in gayesi insanlara aşı olun veya olmayın demekten ziyade, herkesin aşılanıp aşılanmama kararını vermeden önce gerçekleri neden incelemesi gerektiğine dair birkaç geçerli neden ortaya koymak. Yeni çocuk sahibi bir baba olarak, çocuk doktorlarını aşılanmanın riskleri hakkında tam manasıyla bilgi sahibi olmaya mecbur tutan herhangi bir mesleki etik ilkesi veya yasal zorunluluk olmaması ve aynı şekilde ebeveynlere aşılamanın çocukları için ölüm veya kalıcı sakatlık riskini de beraberinde getirdiğini bildirme zorunluluğu bulunmaması karşısında yaşadığı büyük şaşkınlığı paylaşıyor okurlarıyla. Aynı şekilde, her ne kadar iyi niyetli olursa olsunlar, eksik ve hatta bazı durumlarda tamamen yanlış bilgiye dayanan tıbbi girişimleri uygulayan hekim sayısının fazlalığına da işaret ediyor.
Phillips’in bu raporu konuya yalnızca kısa bir giriş – okuyucuyu konuyu şahsen araştırmaya ve derinine inmeye davet ediyor. Duygusal yoğunluğu bu kadar fazla ve şaibeli bir konuda objektif bir görüşe varabilmein tek yolu da bu.
Son olarak bir uyarısı var Phillips’in. Çoğu çocuk doktorunun bu konuya açık fikirli ve sakin bir tavırla yaklaş(a)madığını ve bunun belki de bu doktorların aidiyet ve mesleki itibarlarının aşıların varsayılan güvenilirlik ve etkinliği üzerine kurulu olmasından ve meslekleri icabı toplumda aşılanma oranlarını arttırmakla yükümlü olmalarından kaynaklandığını belirtiyor. Nedeni her ne olursa olsun, anekdotal olarak aktarılanın, doktorların kanıta rağmen aşıyla ilgili bir sorun olabileceğini kabul etmeye yanaşmadıklarıdır diyor. Kendi tecrübesinde örnekle, konuyu sakin bir şekilde açtığı ilk pediyatristin kendisine öfkeyle bağırmasını anımsatıyor ve aşı konusundaki yanılgıların kökünün çok derinlerde olduğunu söylüyor.
Yazıda ele alınan söylence başlıkları ise şu şekilde sıralanıyor:
Söylence 1: Aşılar güvenlidir …
Söylence 2: Aşıların koruyucu etkisi çok yüksektir …
Söylence 3: Bugün Amerika’da görülen düşük hastalık oranları aşılar sayesindedir …
Söylence 4: Aşılamanın temeli sağlam immünolojik teori ve uygulamalarına dayanır …
Söylence 5: Çocukluk çağı hastalıkları son derece tehlikelidir …
Söylence 6: Çocuk felci, aşılamanın tartışmasız en parlak başarı öykülerinden biridir …
Söylence 7: Çocuğum aşılara herhangi bir olumsuz reaksiyon geliştirmedi, o halde endişelenecek bir şey yok demektir …
Söylence 8: Hastalıkları önlemenin tek yolu aşılanmaktır …
Söylence 9: Aşı yaptırmak kanunen zorunludur ve aşıyı olmamak gibi bir seçenek yoktur …
Söylence 10: Halk sağlığı yetkilileri mutlak surette halkın sağlığını ve çıkarını gözetir …
Şimdi bunları teker teker, Phillips’in aktardığı şekliyle ele alalım..
Söylence 1:
“Aşılar güvenlidir…”
…mi acaba?
Federal hükümetin VAERS (Vaccine Adverse Events Reporting System; Türkiye’deki karşılığı “Aşı Sonrası İstenmeyen Etki İzleme (ASİE) Sistemi”dir) sistemi Amerikan Kongresi tarafından, 1986 yılında yürürlüğe giren Ulusal Çocuk Aşıları Tazminat Yasası uyarınca oluşturulmuştur. Bu sisteme her yıl ortalama 11,000 adet aşı sonrası yaşanan ciddi reaksiyon bildirimi yapılmaktadır; bildirilen ciddi reaksiyonlar arasında sayıları 100 ila 200’e ulaşan ölüm vakaları ile bunların birkaç katına ulaşan kalıcı sakatlık vakaları bulunmaktadır. VAERS yetkilileri, bildirilen istenmeyen etkilerin %15’ini “ciddi” yan etkilerin (acil servis başvurusu, hastane yatışı, ölümden dönme episodları, ömür boyu sakatlık oluşumu, ölüm) oluşturduğunu bildiriyor. VAERS bildirimlerinin bağımsız analizinde, Hepatit B aşısı için yapılan bildirimlerin %50’ye yakınının “ciddi” yan etki kategorisinde olduğu görülmüştür. Bu korkutucu oranlar ise buzdağının yalnızca görünen kısmıdır. FDA’nın tahminlerine göre aşı sonrası oluşan ciddi yan etkilerin ancak %1’i(3,4), CDC’nin açıklamasına göre ise bu tip olayların sadece %10’u bildirilmektedir(5). Hatta Kongre duruşmalarında alınan ifadelerde tıp öğrencilerine olası yan etkileri bildirmemeleri gerektiğinin söylendiği kayıtlara geçmiştir(6).
Aşılardan zarar görmüş ve/veya hayatını kaybetmiş çocukların anne-babalarının biraraya gelerek oluşturduğu Ulusal Aşı Bilgilendirme Merkezi’nin (National Vaccine Information Centre-NVIC) kendi yaptığı araştırma sonuçları şu şekildedir: “New York’taki her 40 sağlık merkezinden sadece 1’i aşı sonrası oluşan herhangi bir yan etki veya ölümü bildirdiklerini teyit etmiştir”. Başka bir deyişle, New York’ta aşıya bağlı ölüm veya mağduriyetlerin %97.5’i resmi olarak sisteme bildirilmemektedir. İşin tıp etiği ile ilgili kısmı bir yana (ki federal kanun doktorları ciddi yan etkileri bildirmeye yönlendirmektedir(7)), bu bulgular gerçek hayatta aşıya bağlı yaşanan ölüm ve ciddi yaralanmaların, bildirilen oranların 10 ila 100 katı üzerinde olabileceğini göstermektedir.
Pertussis’e (“boğmaca”) bakıldığında, aşıya bağlı ölüm sayısı yanında hastalığın kendisinden ölenlerin sayısı devede kulak kalmaktadır. CDC’ye göre boğmacadan ölenlerin sayısı uzun yıllar boyunca yılda 10 civarı seyretmiş ve hastalığın tepe yaptığı (boğmaca döngüsel olarak her 3-4 yılda bir başgöstermekte olup, aşılanma oranlarında böyle bir döngüsellik olmadığına göre hastalığın neden böylre bir seyir izlediğini kimse bilmemektedir) son yıllardan biri olan 1993’te sadece 8 ölüm kaydedilmiştir. Bildirim yapma oranının düşüklüğü hesaba katıldığında, aşısının hastalıktan 100 kat daha ölümcül olduğu kabul edilebilir. Bazıları aşıdan daha ölümcül olabilecek böyle bir bulaşıcı hastalığın geri dönmesini önlemek için bunun ödenmesi gereken bir bedel olduğunu öne sürmektedir. Ancak hastalıkta bu yüzyıl içinde görülen düşüşün büyük kısmının geniş aşılama kampanyalarından önce oluştuğu (boğmaca ölümlerinde %79’luk düşüş aşılardan önce gerçekleşmiştir), ve hastalığın görülme oranlarındaki düşüş eğiliminde kitlesel aşılama programına geçildikten sonra da hemen hemen hiçbir değişiklik olmadığı düşünülürse, bugün aşılara verilen zayiatların 0 boğmaca görülen bir toplum yaratmak için verilmesi gerekli ödünler olarak açıklanmaya çalışılması mantıken mümkün olmayacaktır.
Ne yazık ki, aşıya bağlı ölüm hikayesi burada da bitmemektedir. Çeşitli ülkelerde yapılan bilimsel çalışmalar aşılanmayı SIDS ölümlerinin nedenlerinden biri olarak ortaya koymuştur(8,9). SIDS (Sudden Infant Death Syndrome – Ani Bebek Ölümü Sendromu), ölümün spesifik nedeninin bilinmediği hemen her durumda kullanılabilecek bir teşhistir; Amerika’da her yıl 5,000 ila 10,000 SIDS ölümü yaşandığı tahmin edilmektedir. Yapılan bir çalışmada Amerika’daki SIDS ölümlerinin tepe noktası 2 ve 4. aylar olarak belirlenmiştir; 2. ve 4. aylar tam da bebeklere ilk iki rutin aşı grubunun verildiği aylardır(10). Yapılan bir diğer çalışmada da aşılamayı takip eden 3 haftayı içine alan dönem ile SIDS ölümleri arasında net bir korelasyon bulunmuştur. Yine yapılan bir başka çalışmada, Amerika’da her yıl aşılanmayı takip eden 4 gün içerisinde 3,000 çocuğun öldüğü tespit edilmiş (ancak şaşılacak şekilde çalışmayı yürüten bilimadamları SIDS ve aşılar arasında bağlantı olmadığına hükmetmiş), bir diğer araştırmacının çalışmasında da SIDS vakalarının en azından yarısının aşılardan kaynaklandığı sonucuna varılmıştır (11).
Aşılar ve SIDS ölümleri arasında nedensellik bağlantısı kuran bu ilk çalışmaların hemen ardından, ilişki olmadığı yönündeki bulgularıyla sponsorluğu aşı üreticisi firmalar tarafından yapılan çalışmalar birbirini izlemiş ve hatta bu çalışmalardan birinde aşılanan kişilerde SIDS ölümlerinin aşılanmayanlara göre biraz daha az görüldüğü iddia edilmiştir. Ne var ki sonradan yapılan bir başka bilisel çalışma(12) ile aşı sanayi destekli bu çalışmaların geçerliliği, çalışmalarda bulunan ‘karıştırıcı etken’lerin (confounding factors) sonuçları hatalı şekilde aşıdan yana bulgular ortaya konmasına neden olacak şekilde çarpıttığı gerekçesiyle sorgulanmıştır. Bu durumda, ortada ancak birbiriyle çelişen kanıtlar bulunduğundan sözedilebilir. Peki ama sağlık konusunda ihtiyatı elden bırakmamaya çalışmamız gerekmez mi? Aşılar ve bebek ölümleri arasında bulunmuş güvenilir bir korelasyon ilişkisi, kaydedilen tüm SIDS ölümlerinin aşılanma durumunun titizlikle araştırılmasını gerektirmez mi? Oysa sağlık yetkilileri ihitiyatlı davranmak yerine kategorik ret ve inkar yolunu seçmişlerdir.
1970’lerin ortasında Japonya aşılanmaya başlama yaşını 2. aydan 2. yıla çıkartıyor ve ülkedeki SIDS ölümlerinde ani bir düşüş yaşanıyor(13); Japonya dünya ülkeleri arasındaki bebek ölümleri sıralamasında 17.’likten birden 1. sıraya çıkıyor (yani, bebeklere aşı uygulanmadığı dönemde Japonya dünyada en az bebek ölümü yaşanan ülke oluyor). İngiltere’de, aşıya bağlı beyin zedelenmesi vakalarının medyaya yansımasının ardından geçici bir süreliğine aşılanma oranları %30’lara geriliyor. Bebek ölüm oranları yaklaşık 2 sene boyunca hızlı bir düşüş gösteriyor, ancak 1970’lerin sonunda aşılanma oranlarının yeniden yükselişe geçmesiyle baraber bebek ölümleri de yeniden artıyor. Bu yaşananlara rağmen, tıp camiası inkarcı duruşunu değiştirmiyor. Koronerler SIDS kurbanlarının aşılanma durumlarına bakmıyor, ölümlerin acısı aşıların içerdiği tehlikeler konusunda hiçbir şey bilmeyen, ‘aydınlatılmış onam’ hakkından yararlandırılmamış ebeveynlerden çıkartılıyor.
FDA ve CDC’nin aşıların istenmeyen etki raporlamasındaki eksiklikler ile ilgili kendi açıklamalarına bakılacak olursa, aşıya bağlı istenmeyen etkilerin toplam sayısının yılda 100,000 ila 1 milyon vakayı bulduğu söylenebilir, kaldı ki bunların %20’sinin de “ciddi yan etkiler” olduğu düşünülmelidir. Bu sorun, yapılan bir çalışmada(14) DPT (difteri-boğmaca-tetanoz) aşı serisini tamamlayan her 175 çocukta 1’inin “ağır reaksiyon” geçirdiğinin bulunması ve ayrıca avukata verilen bir doktor raporunda(15) her 300 DPT aşılamasında bir nöbet vakası yaşanmış olduğu gerçekleriyle de vurgulanmaktadır.
Aslına bakılacak olursa, İngiltere’de 1970’lerin ortasında aşılama oranlarının %30’a düşmesiyle birlikte boğmaca ölümlerinde de düşüş yaşanmıştır. İsveçli epidemiyoloji uzmanı B. Trollfors’un boğmaca aşısının koruyucu etkisi ve toksisitesi üzerine dünya çapında yaptığı araştırmada, “boğmaca ölüm oranları şu anda sanayileşmiş ülkelerde oldukça düşük seyretmekte olup, yüksek-düşük ve 0 aşılama oranlarına sahip ülkeler karşılaştırıldığında ölüm oranlarında herhangi bir fark saptanamamıştır.” bulgusu ortaya çıkmaktadır. Aynı araştırmada ayrıca İngiltere, Galler ve Batı Almanya’da, aşılanma oranlarının yüksek olduğu 1970 senesinde, oranların düştüğü 1980 senesinin ikinci yarısına göre daha fazla boğmaca ölümü yaşandığı tespit edilmiş(16).
Aşılar sadece çocuklarımızın sağlığı ve yaşamlarına mal olmuyor. Amerikan Federal Hükümeti’nin NVICP adıyla bilinen Ulusal Aşı Mağduriyeti Tazminat programı (National Vaccine Injury Compensation Program) çerçevesinde, kurulduğu 1988 yılından beri çocukları aşılardan zarar görmüş veya ölmüş ailelere 1,2 milyar doların üzerinde tazminat ödenmiştir(17). Bu tazminatlar için gerekli para ise, doğrudan aşıyı olan halkın aşı için ödediği vergilerden tahsil edilmektedir. Aşı mağdurları tazminatlarını kendi ceplerinden öderken, diğer yandan ilaç şirketleri ‘esir’ bir pazarı kendilerine yasa yoluyla bağlamış durumdalar; Amerika’da 50 eyalette de aşılar kanunen mecbur tutulmaktadır (ancak çoğu eyalette aşı olmamanın yasal yolları da mevcut, bunun için bkz. ‘Söylence 9’). Hal böyleyken, aynı ilaç firmalarına, ürettikleri aşıların doğurduğu olumsuz sonuçlara karşı “yasal bağışıklık” kazandırılmış, borç yükümlülüğünden muaf tutulmuşlardır. Ayrıca, ilaç firmalarının [Amerikan hukuk sisteminde mevcut “gag order” kararları ile] mahkeme davalarının içeriği üzerinde yayın(lama) yasağı hakkı kullanmalarına izin verilmiş, böylelikle aşıya bağlı mağduriyetler için açılmış davalarda geçen aşının zararları ile ilgili bilgilerin kamuoyu tarafından duyulması engellenmeye çalışılmıştır. Bu tip düzenlemeler açıkça ahlak dışıdır; habersiz bırakılmış Amerikan toplumu bu yolla aşı şirketlerinin hukuki mesuliyetlerinden doğan borcunu ödemeye zorlanmakta, bu yapılırken de aynı halkın ürünlerinin zararları hakkında bilgi edinmekten kesin bir şekilde alıkonulması sağlanmış olmaktadır. Bu düzenleme ayrıca ilaç firmalarının daha güvenli aşılar üretmesini sağlayacak herhangi bir teşviği de ortadan kaldırmaktadır; sonuçta, aşıları ölüm veya hasara yol açsa dahi herhangi cezai bir yaptırım olmayacağı belli ve üstüne, bu aşılardan elde ettikleri kar da yanlarına kalacak.
Bu noktada, sigorta şirketlerinin, ki en iyi borçlar hukuku çalışmalarını onlar yapmaktadır, aşı reaksiyonlarını kapsam dahiline almayı reddettiklerini belirtmemiz gerekiyor. Bu konuda hem ilaç ve ecza şirketleri hem de sigorta şirketlerinin pozisyonu bell ki ‘kar hesabı’ üzerinden belirleniyor.
AŞI GERÇEĞİ 1
“Aşılama, bilgi edinme şansı tanınmamış aileleri inanılmaz bir maddi ve manevi yük altına sokan, sayıları ciddi boyutta ölüm ve sakatlıklara neden olmaktadır.”
Referanslar:
1.Vaccine Adverse Events Reporting System (VAERS); National Technical Information Service, Springfield, VA 22161, 703-487-4650, 703-487-4600; see also NVIC, infra note 7; and the VAERS website athttp://www.fda.gov/cber/vaers/vaers.htm
2.Statement of the National Vaccine Information Center (NVIC), Hearing of the House Subcommittee on Criminal Justice, Drug Policy and Human Resources, “Compensating Vaccine Injuries: Are Reforms Needed?” September 28, 1999.
3.Less than 1%, according to Barbara Fisher, citing former FDA Commissioner David Kessler, 1993, JAMA, in the Statement of the NVIC, supra note 2.
4.Less than 10%, according to KM Severyn, R.Ph., Ph.D. in the Dayton Daily News, May 28, 1993. (Vaccine Policy Institute, 251 Ridgeway Dr., Dayton, OH 45459)
5.American Association of Physicians and Surgeons, Fact Sheet on Mandatory Vaccines athttp://www.aapsonline.org/
6.Jane Orient, M.D., Director of the American Association of Physicians and Surgeons, “Mandating Vaccines: Government Practicing Medicine Without a License?” 1999.
http://www.haciendapub.com/article25.html
7. 42 U.S.C.S. § 300aa-25(b)(1)(A),(B).
8. Karlsson L. Scheibner V. Association between non-specific stress syndrome, DPT injections and cot death. Paper presented to the 2
nd immunization conference, Canberra, Australia, May 27-29, 1992
http://www.whale.to/vaccines/cot_death.html . See also Viera Schiebner, Ph.D.,
Vaccination: 100 Years of Orthodox Research Shows that Vaccines Represent a Medical Assault on the Immune System for discussion and references.
9. W.C. Torch, “Diptheria-pertussis-tetanus (DPT) immunization: A potential cause of the sudden infant death syndrome (SIDS),” (Amer. Academy of Neurology, 34th Annual Meeting, Apr 25 – May 1, 1982), Neurology 32(4), pt. 2.
10. Id.
11.Viera Schiebner, Ph.D., Vaccination: 100 Years of Orthodox Research Shows that Vaccines Represent a Medical Assault on the Immune System, 1993.
12. Confounding in studies of adverse reactions to vaccines [see comments]. Fine PE, Chen RT, REVIEW ARTICLE: 38 REFS. Comment in: Am J Epidemiol 1994 Jan 15;139(2):229-30. Division of Immunization, Centers for Disease Control, Atlanta, GA 30333.
13. See Viera Scheibner, supra note 12.
14. Nature and Rates of Adverse Reactions Associated with DTP and DT Immunizations in Infants and Children (Pediatrics, Nov. 1981, Vol. 68, No. 5)
15. DPT Report, The Fresno Bee, Community Relations, 1626 E. Street, Fresno, CA 93786, December 5, 1984.http://www.whale.to/vaccines/fresno.html
16. Trollfors B, Rabo, E. 1981. Whooping cough in adults. British Medical Journal (September 12), 696-97.
17. National Vaccine Injury Compensation Program (NVICP) http://bhpr.hrsa.gov/vicp/
.