Kızamık Aşısı Kampanyası – Batan Geminin Malları Bunlar!

Kızamık Aşısı Kampanyası – Batan Geminin Malları Bunlar!

4 Aralık 2012 tarihinde İstanbul’daki Aile Sağlığı Merkezleri, Sağlık Bakanlığından resmi bir yazı aldılar. Yazıda, “Kızamık Bilim Danışma Kurulu”nun İstanbul ili ile ilgili kararları gereğince İstanbul’daki 6 aydan büyük ve 12 aydan küçük “tüm” bebeklere bir doz kızamık aşısı uygulanacağı belirtilmiştir. Uygulamanın 6 aydan büyük ve 9 aydan küçük bebeklere bir doz Kızamık aşısı, 9 aydan büyük ve 12 aydan küçük bebeklere ise bir doz KKK aşısı eklinde yapılacağı ve 1-5 yaş arası aşılanmamış veya aşılanma durumu bilinmeyen çocuklara da bir doz KKK aşısı uygulanacağı belirtilmiştir. Yazıda ayrıca, bu dozun rutin aşı şeması içerisindeki doz yerine geçmediği de belirtilmektedir. (Bakınız Ek 1) Sağlık çalışanlarına bu yazı gönderilirken halka konuyla ilgili hiçbir açıklama yapılmamıştır. Oluşabilecek herhangi bir salgın durumu için alınabilecek basit ve bireysel önlemler hakkında bilgilendirme yapılmamıştır.

Sözkonusu yeni uygulamanın bir salgın durumundan dolayı mı öngörüldüğü kesin olarak bilinmemekle birlikte, kızamık vakası görülen 3 kişiden birinin Suriyeli bir mülteci, diğerinin ise 6 Kasım 2012 tarihinde kızamık aşısı olmuş Muğla’nın Ula ilçesinde yaşayan 14 aylık bir bebek olduğu bilinmektedir.

Aile Sağlığı Merkezlerine dağıtılan M-VAC isimli kızamık aşılarının salgın konusu gündeme gelmeden önce, böyle bir talep olmamasına rağmen dağıtımının yapıldığı da bilinmektedir. Teslim edilen aşılardan bir kısmının son kullanma tarihinin geçtiği ve imha edildiği, bir kısmının da Mart 2013 tarihinde son kullanma süresinin dolacağı bilinmektedir.

M-VAC isimli kızamık aşısının aşı prospektüsünde (Bakınız Ek 2) “12 aydan büyük bebekler, çocuklar” için kullanılacağı yazmaktadır. Ayrıca 12 aydan önce aşılanmış çocukların 15. aylarını geçtikten sonra yine aşılanmaları salık verilmektedir. Bu da 12 aydan önce yapılan kızamık aşılarının etkinliğine dair şüpheleri beraberinde getirmektedir. Uygulamanın prospektüsteki açık ifadeye mugayir bir uygulama olacağı aşikardır. Hem sağlık çalışanları hem de ilgililer sözkonusu Kurulun bu kararı neye dayanarak aldığına yönelik açıklama yapmasını beklemektedirler. 6 aylık bebeklerin bir tanesi beşli karma aşı olmak üzere toplamda 8 aşı [Hep-B, DaBT-IPV-Hib, OPV, KPA + M-VAC] oldukları da göz önüne alınarak buna bir de kızamık aşısının eklenmesinin ne derece doğru olduğu da açıklanması gereken diğer bir konu olarak ciddiyetini korumaktadır. Çünkü M-VAC aşısının pediyatrik popülasyona ilişkin hiçbir klinik etkileşim çalışması yürütülmemiştir.

 Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ise, ülkemizde kullanılacakEdmonston-Zagrepsuşu içeren tekli M-VAC kızamık aşısının 9. ayda yapılmasını önermekte ancak özel bazı koşullarda 6. ayda başlatılabileceğini belirtmektedir. DSÖ sadece ve sadece 9 aydan küçük bebeklerde ciddi oranda ölüme sebebiyet veren kızamık salgını durumunda 6. aydan itibaren aşılama önermektedir. (Bakınız Ek 3) Böyle bir durum ülkemizde yaşanmamaktadır.

Edmonston-Zagrep suşu ihtiva eden aşıların 2. ve 3. dünya ülkelerinde yürütülen saha çalışmalarında 5. ve 6. ayda uygulanan aşılamadan sonra yüksek oranda bebek ölümü yaşanması ve aşı etkinliğinin beklenilenin altında olması gibi faktörler Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından 1992 yılında yüksek titerli aşı suşlarının rutin bağışıklama programlarından çıkartılarak 9 aydan küçük bebeklere uygulanmaması gerektiği yönündeki tavsiye kararına yol açmıştır. (Bakınız. http://www.who.int/vaccines-documents/DocsPDF-IBI-e/mod7_e.pd)f)

EKLER

Ek 1. Sağlık Bakanlığı’nın Gönderdiği Resmi Yazı

T.C Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumunun

İlgi:04.12.2012 tarih 23554 sayılı yazısı

04.12.2012 tarih 2581 sayılı yazısı

Kızamık Bilim Danışma kurulunun ilgili yazılarda yer alan İstanbul ili ile ilgili kararları gereğince ilimizdeki 6 aydan büyük ve 12 aydan küçük TÜM bebeklere bir doz kızamık aşısı uygulanacaktır. Uygulama 6 aydan büyük ve 9 aydan küçük bebeklere bir doz Kızamık aşısı, 9 aydan büyük ve 12 aydan küçük bebeklere ise bir doz KKK aşısı şeklinde yapılacaktır. Bu doz rutin aşı şeması içerisindeki doz yerine geçmediğinden (kızamık aşısı uygulamasından en az dört hafta sonra olacak şekilde) 12. ay dolduktan sonra doz KKK aşısı ile tekrarlanmalıdır.
1-5 yaş arası aşılanmamış veya aşılanma durumu bilinmeyen çocuklara da bir doz KKK aşısı uygulanacaktır.

Gereğini rica ederiz.

Ek 2: M-VAC Marka Kızamık Aşısının Türkçe Prospektüsü

http://www.iegm.gov.tr./Folders/KubKT/Biyolojik%20%C3%9Cr%C3%BCnler%20%C5%9Eube%20M%C3%BCd%C3%BCrl%C3%BC%C4%9F%C3%BC/M-VAC%20KT%20RENKLI%20201010_0f45406.pdf

http://www.iegm.gov.tr/Showing.aspx?q=m-vac&lang=tr-TR&process=search

KULLANMA TALİMATI

M-VAC 0.5 mL SC enjeksiyonluk çözelti için liyofilize toz içeren flakon

Kızamık Asısı Canlı, Atenüe (Dondurulmus-Kurutulmus)

Cilt altına uygulanır.

Etkin madde:

Sulandırıldıktan sonra her 0.5 mL´lik tek doz içerisinde,

1000 CCID50’den az olmamak üzere canlı atenüe kızamık virüsü içerir.

İnsan diploid hücrelerinde (HDC) 22 pasajda atenüe edilen Edmonston Zagrep susu kızamık

virüsünden hazırlanmıstır.

Yardımcı maddeler:

Kısmi hidrolize jelatin, sorbitol (E420), L-histidin, L-alanin, trisin, L-arjinin hidroklorür,

laktalbumin hidrolizat, minimum esansiyel vasat.

Çözücü ampulde; enjeksiyonluk su.

Bu asıyı kullanmaya baslamadan önce bu KULLANMA TALİMATINI dikkatlice okuyunuz,

çünkü sizin için önemli bilgiler içermektedir.

Bu kullanma talimatını saklayınız. Daha sonra tekrar okumaya ihtiyaç duyabilirsiniz.

Eger ilave sorularınız olursa, lütfen doktorunuza veya eczacınıza danısınız.

Bu ası kisisel olarak sizin için reçete edilmistir, baskalarına vermeyiniz.

Bu asının kullanımı sırasında, doktora veya hastaneye gittiginizde doktorunuza bu asıyı

kullandıgınızı söyleyiniz.

Bu talimatta yazılanlara aynen uyunuz. Ası hakkında size önerilen dozun dısında yüksek

veya düsük doz kullanmayınız.

Bu Kullanma Talimatında:

1. M-VAC nedir ve ne için kullanılır?

2. M-VAC’ı kullanmadan önce dikkat edilmesi gerekenler

3. M-VAC nasıl kullanılır?

4. Olası yan etkiler nelerdir?

  1. M-VAC’ın saklanması

Baslıkları yer almaktadır.

1. M-VAC nedir ve ne için kullanılır?

M-VAC tek dozluk ambalajda, flakonda toz ve çözücü olarak 0.5 mL enjeksiyonluk su ile

sulandırılarak kullanılan kızamık asısıdır.

M-VAC 12 aydan büyük bebekler, çocuklar ve ergenlerde (adölesan) kızamık hastalıgına karsı aktif bagısıklama için kullanılır.

2. M-VAC’ı kullanmadan önce dikkat edilmesi gerekenler

M-VAC’ı asagıdaki durumlarda KULLANMAYINIZ

Eger çocugunuzun veya sizin:

_ Asının içerdigi etkin maddeye, yardımcı maddelerden herhangi birine, etkin maddenin üretim isleminde kullanılan neomisin´e ve/veya jelatine karsı gelisen aşırı duyarlılıgınız var ise,

_ Atesli hastalıklar, akut iltihap olusturan mikrobik hastalıklar (akut enfeksiyonlu hastalıklar), kan hücreleri kanseri (lösemi), siddetli kansızlık (anemi) ve diger ciddi kan sistemi vakaları, ciddi böbrek yetmezligi, kalbin dokuların gereksinimlerini, özellikle de oksijen gereksinimlerini karsılamada yetersiz kalma hali (dekompanse kalp hastalıgı), bir tür kan proteini olan gammaglobulin veya kan nakli halinde,

_ Gebelik döneminde kullanılmamalıdır.

_ Kortikosteroid tedavisi, diger bagısıklık sistemini baskılayan ilaçlar ile tedavi ve kanserde ısın tedavisi (radyoterapi) gören hastalarda ideal bagısık yanıt gelismeyebilir.

M-VAC’ı asagıdaki durumlarda DİKKATLİ KULLANINIZ

Eger çocugunuzun veya sizin:

_ Genetik bir bozukluk (örn. Down Sendromu) veya İnsan İmmün Yetmezlik Virüsü (HIV) enfeksiyonu nedeni ile bagısıklık sisteminiz zayıflamıs ise,

_ Kanama bozuklugu ve koldan enjeksiyon yapılamaması durumu var ise,

_ Alerjik yatkınlık var ise, dikkatli kullanınız.

Atesli hastalıklar ve akut enfeksiyonlu hastalarda asılama ertelenmelidir.

Bu uyarılar, geçmisteki herhangi bir dönemde dahi olsa sizin için geçerliyse lütfen doktorunuza danısınız.

M-VAC’ın yiyecek ve içecek ile kullanılması

Uygulama yöntemi açısından yiyecek ve içeceklerle etkilesimi yoktur.

Hamilelik

Asıyı kullanmadan önce doktorunuza veya eczacınıza danısınız.

_ M-VAC gebelik döneminde kullanılmamalıdır.

_ Çocuk dogurma potansiyeli olan kadınlar M-VAC ile asılandıktan sonra 12 haftaya kadar etkili dogum kontrolü uygulamak zorundadırlar.

Asılama döneminde hamile oldugunuzu fark ederseniz doktorunuza veya eczacınıza danısınız.

Emzirme

Asıyı kullanmadan önce doktorunuza veya eczacınıza danısınız.

Emzirmenin durdurulup durdurulmayacagına ya da M-VAC ile asılamanın yapılıp yapılmayacagına iliskin karar verirken, emzirmenin çocuk açısından faydası ve M-VAC ile asılamanın emziren anne açısından faydası dikkate alınmalıdır.

Araç ve makine kullanımı

Asının araç sürme ve makine kullanımı becerisi üzerinde bir etki meydana getirmesi beklenmemektedir.

M-VAC’ın içeriginde bulunan bazı yardımcı maddeler hakkında önemli bilgiler

Bu tıbbi ürün sorbitol içermektedir. Eger daha önceden doktorunuz tarafından bazı sekerlere karsı dayanıksızlıgınız oldugu söylenmisse bu tıbbi ürünü almadan önce doktorunuzla temasa geçiniz.

Diger ilaçlar ile birlikte kullanımı

Diger asılar ile birlikte kullanım: M-VAC, Difteri-Tetanoz-Bogmaca asısı, Difteri-Tetanoz asısı, BCG asısı, Çocuk Felci asısı (OPV ve IPV), Hepatit-B asısı ve Sarı Humma asısı ile

aynı anda emniyetle (ayrı enjeksiyon bölgesinde ve ayrı enjeksiyonlarda) verilebilir. Eger aynı gün yapılmamıslarsa, BCG ve kızamık asısı arasında 4 hafta zaman bırakılmalıdır.

Diger ilaçlar ile birlikte kullanım:

_ Kızamık asısı güvenle ve etkili olarak vitamin A destegi ile beraber verilebilir.

_ Kortikosteroid ilaç alanlarda ideal bagısık yanıt gelismeyebilir. Bu ilaçlar ile birlikte kullanılmamalıdır.

_ İmmün sistemi baskılayıcı ilaçlar (kortikosteroidler, antimetabolitler, alkilleyici ajanlar, sitotoksik ajanların sistemik dozları) ile tedavi edilen bireyler aktif bagısıklamaya ideal yanıt vermeyebilir.

_ Etkisizlesme riskinden dolayı ası, mümkünse immünglobülinlerle (bağışıklık saglamada rol oynayan kan proteinleri) veya immünglobülin içeren kan ürünleri (kan, plazma) ile enjeksiyon yapıldıktan 3 ay sonra verilmelidir. Aynı sebepten dolayı immünglobülinler de asılamadan sonraki 2 hafta içinde verilmemelidir.

_ Canlı virüs asıları, verem bulasıp bulasmadıgını belirlemek için yapılan tüberkülin cilt testini (PPD testi) bozabilecegi için kızamık asısı ile aynı gün ya da 4-6 hafta sonra yapılmalıdır.

Eger reçeteli yada reçetesiz herhangi bir ilacı su anda kullanıyorsanız veya son zamanlarda

kullandınız ise veya son zamanlarda bu ası dısında herhangi bir asılama yapıldıysa lütfen

doktorunuza veya eczacınıza bunlar hakkında bilgi veriniz.

3. M-VAC nasıl kullanılır?

Uygun kullanım ve doz/uygulama sıklıgı için talimatlar

M-VAC, 0.5 mL tek doz uygulanır.

Uygulama yolu ve metodu:

_ Bebeklerde uylugun üst arka yan yüzüne, çocuklar ve yetiskinlerde kolun üst kısmına cilt altı (subkütan) enjeksiyon olarak uygulanır.

_ Asının tam etkisinin olusabilmesi için ası flakonu birlikte verilen enjeksiyonluk su ile sulandırıldıktan sonra hafifçe sallanarak kuru kitle çözülür.

Asılama tek doz olarak yapılmalıdır. İdeal ası takvimi:

_ Hayatın ilk yılında M-VAC 12. aydan itibaren en kısa zamanda yapılabilir.

Doktorunuz ayrı bir tavsiyede bulunmadıkça bu takvimi takip ediniz. Bu, M-VAC’tan tam yarar görülmesini saglar.

Bu ası hiçbir zaman damar içi (intravasküler) uygulanmamalıdır.

Degisik yas grupları:

Çocuklarda kullanımı:

M-VAC 12.-15. ayını tamamlamıs çocuklara uygulanır. 12 aydan önce asılanmıs çocuklar (örn. lokal salgın, endemik bölgelere uluslararası seyahat) 15. aylarını geçtikten sonra yine asılanmalıdırlar. 5-6 yasta (okul öncesi) rapel doz uygulaması önerilir.

M-VAC 0.5 mL tek doz uygulanır.

Yaslılarda kullanımı:

Kızamık asısı ile gerçeklestirilen klinik çalısmalar, M-VAC’ın 65 yas ve üzeri popülasyonda etkinlik ve güvenliligine dair yeterli bilgi bulunmamakla birlikte yaslılar ve gençler arasında asıya yanıtta bir farklılık olmadıgını göstermektedir.

Özel kullanım durumları:

Karaciger/Böbrek yetmezligi: M-VAC’ın böbrek ve karaciger yetmezligi olan kişilerdeki güvenliligi ve etkinligi tam olarak bilinmedigi için bu kisilerde kullanımı önerilmemektedir.

İnsan İmmün Yetmezlik Virüsü (HIV) Enfeksiyonu: M-VAC HIV enfeksiyonu olan veya oldugundan süphelenilen çocuklarda kullanılabilir. Her ne kadar veriler sınırlı olsa da, kızamık asısının semptomatik ve asemptomatik HIV-enfekte çocuklardaki kullanımı ile bugüne kadar yan etkilerde bir artıs olmamıstır. Diger hücre kaynaklı immün yetmezliği durumlarında (çesitli bagısıklık yetersizligi durumları) kızamık asısı kullanımından kaçınılmalıdır.

Eger M-VAC’ın etkisinin çok güçlü veya zayıf olduguna dair bir izleniminiz var ise doktorunuz veya eczacınız ile konusunuz.

Kullanmanız gerekenden daha fazla M-VAC kullandıysanız:

M-VAC’tan kullanmanız gerekenden daha fazla kullanmıssanız bir doktor veya eczacı ile konusunuz.

4. Olası yan etkiler nelerdir?

Tüm ilaçlar gibi, M-VAC’ın içeriginde bulunan maddelere duyarlı olan kisilerde yan etkiler olabilir.

Yan etkiler asagıdaki kategorilerde gösterildigi sekilde sıralanmıstır:

Çok yaygın : 10 hastanın en az 1´inde görülebilir.

Yaygın : 10 hastanın birinden az, fakat 100 hastanın birinden fazla görülebilir.

Yaygın olmayan : 100 hastanın birinden az, fakat 1000 hastanın birinden fazla görülebilir.

Seyrek : 1000 hastanın birinden az görülebilir.

Çok seyrek : 10000 hastanın birinden az görülebilir.

Bilinmiyor : Eldeki verilerden hareketle tahmin edilemiyor.

Sinir sistemi hastalıkları

Seyrek : Hastalık sonrası islev/doku bozuklugu olmaksızın havale (konvülsiyon)

Çok seyrek : Beyin iltihabı (ensefalit)

Solunum sistemi hastalıkları

Çok seyrek : Bronsların daralması (bronkospazm)

Deri ve deri altı doku hastalıkları

Seyrek : Kurdesen, kızarıklık, sislik

Genel bozukluklar ve uygulama bölgesine iliskin hastalıklar

Çok yaygın : Tüm vücudu etkileyen reaksiyonlar (Ates)

Yaygın : Hafif ates, öksürük, ishal, havale (konvülsiyon), döküntü

Seyrek : Enjeksiyon bölgesinde agrı

Eger yan etkilerden herhangi biri ciddilesirse, lütfen doktorunuzu veya eczacınızı bilgilendiriniz.

Eger bu kullanma talimatında bahsi geçmeyen herhangi bir yan etki ile karsılasırsanız, doktorunuzu veya eczacınızı bilgilendiriniz.

5. M-VAC’ın saklanması

M-VAC’ı çocukların göremeyecegi, erisemeyecegi yerlerde ve ambalajında saklayınız.

M-VAC´ı 2°C-8°C arasında (buzdolabında) ısıktan koruyarak saklayınız.

M-VAC sulandırıldıktan sonra hemen kullanılmalıdır.

Son kullanma tarihiyle uyumlu olarak kullanınız.

Ambalajdaki son kullanma tarihinden sonra M-VAC’ı kullanmayınız / son kullanma tarihinden önce kullanınız. Asıda renk degisikligi olması veya çözücü içinde yabancı maddeler bulunması durumunda kullanmayınız.

Çevreyi korumak amacıyla, kullanmadıgınız M-VAC´ı sehir suyuna veya çöpe atmayınız. Bu konuda eczacınıza danısınız.

Ruhsat Sahibi: KEYMEN _LAÇ SAN. ve T_C. LTD. ST_.

Sehit Gaffar Okkan Cad. No: 40

Gölbası 06830 Ankara

Tel : 0312 485 37 60

Faks : 0312 485 37 61

e-posta : [email protected]

Üretim yeri : Serum Institute of India Ltd.

212/2 Hadapsar, Pune Hindistan

Bu kullanma talimatı 02/12/2010´da onaylanmıstır.

ASAGIDAKİ BİLGİLER BU ASIYI UYGULAYACAK OLAN SAGLIK PERSONELİ

İÇİNDİR.

M-VAC 0.5 mL tek doz uygulanır.

Kolun üst kısmında delta (deltoid) kasına uyan bölgeye uygulanır. Kol dirsekten 45° içe bükülür, enjektör 45° egimle cildi geçerek, cilt altına (subkütan, SC) uygulanır.

Asının tam etkisinin olusabilmesi için ası flakonu enjeksiyonluk su ile sulandırıldıktan sonra hafifçe çalkalanarak liyofilize toz çözülür ve berrak çözelti elde edilir.

M-VAC sadece beraberinde tedarik edilen enjeksiyonluk su ile sulandırılarak, steril enjektör ve igne kullanılarak uygulanmalıdır. Baska sulandırıcılarla değiştirilerek kullanılmamalıdır. Sulandırılan ası hemen kullanılmalıdır.

Bu ası hiçbir zaman damar içi (intravasküler) uygulanmamalıdır.

 

Ek 3. Dünya Sağlık Örgütü Yayını (The Immunological Basis for Immunization Series Module 7: Measles)

http://www.who.int/vaccines-documents/DocsPDF-IBI-e/mod7_e.pdf (sayfa 15)

Aşılanma Bağışıklanma Demek Değildir – İmmünolog Dr. Tetyana Obukhanych ile Söyleşi – 3. Bölüm

Aşılanma Bağışıklanma Demek Değildir – İmmünolog Dr. Tetyana Obukhanych ile Söyleşi – 3. Bölüm

CJF: Vaccine Illusion kitabı Tetyana’nın San Francisco Sahil Kesimi dışında kalan ailelere alacakları aşı kararları için derslerindekiyle benzer mesaj ve bilgileri iletebilme yolu. Bunun yanında, modern biyomedikal araştırmaların yapılış şekliyle ilgili ivedilikle yapılması gerekli değişiklikler konusunda da insanları bilinçlendirmeye çabalamakta. Vaccine Illusion kitabını e-kitap olarak edinmek isterseniz Amazon.com’dan Kindle versiyonuna erişebilir veya kitaptan birkaç sayfa okuyup incelemek isterseniz kitabın kendi websitesine uğrayabilirsiniz.(https://sites.google.com/site/vaccineillusion).

Doğal beslenme eğitimi alırken üzerinde en fazla araştırma yaptığımız konu doğumöncesi beslenme ve yenidoğan beslenmesi idi. Sizce tıp bilmi şimdi neden bir bebek için ana antikor kaynağı olan anne sütünü itibarsızlaştırmaya çalışıyor? Sonuçta bebek 9 ayı annesinin karnında, onun iç ekosisteminde geçirmedi mi ve sütünü almaya da tamamen hazır ve istekli değil mi? Çocuğu anne sütünün faydalarından niye mahrum ediyoruz ki?

DR O: Emzirmenin hem beslenme hem de hastalıktan koruma yönünden faydalarını teyit eden pekçok bilimsel çalışma olduğunu biliyorum. Aksi nasıl düşünülebilir ki, memelilerin binlerce yıllık evrim sürecinde anne sütü ve emzirmeyle bugüne gelmişiz.

CJF: İnsan sütünün immünoglobülin [Serumda bulunan antikor özelliğine sahip proteinler (Beş ayrı cins ayırt edilmiştir: IgA, IgG, IgM, IgD, IgE)] açısından zengin olduğu görüşüne katılıyor musunuz? Bunlar yeterli bağışıklanma sağlamıyor mu? Anne sütünde bakteri, virüs ve mantar öldürücü makrofajlar [Büyük fagosit hücresi] var, o zaman immünoloji niye Doğa Ana’nın işine burnunu sokmak istiyor?

DR. O: Bilimde bayanların rolü biraz daha artmış olsa belki Doğa Ana’ya daha fazla saygı duyulurdu. Doğa Ana’nın bizi hastalıktan nasıl koruduğunu çalışır, işler ters gittiğinde bu süreci desteklemeye, takviye etmeye çalışırdık. Oysa biz, son derece kısa dönemli ve kısıtlı fayda sağlayan kendi icadımız suni birtakım uygulamalarla bu doğal prosesi tamamen bir kenara itiyor, çiğneyip geçiyoruz ve bu uğurda uzun dönemde oluşacak zararları hesaba katmıyoruz.

CJF: Çok iyi ifade ettiniz doktor hanım.

İmmünoloji alanında yürüttüğünüz araştırmalar esnasında bugün genelin haberdar olmadığı ancak açığa çıkması gerek diye düşündüğünüz bir keşfiniz oldu mu? Bu konuda bize ne gibi açıklamalarda bulunabilirsiniz?

Dr. O: Bilmin kendisi bir yana, bilimsel araştırmaların sunuluş biçimini hangi güçlerin belirlediğini “keşfettim”.

İmmünologlar da dahil olmak üzere günümüzün tipik biliminsanının kariyeri, kısa dönem araştırma fonu alabilmek için kariyerinin hemen başında kendini ispat edecek bir başarıya imza atması; fon alımının garantilenmesi için ilk başarının hemen ardından ardı ardına bilimsel yayın çıkarmak yoluyla kendini ispatın devamı şeklinde sürüp giden bir döngüdür. Sırf yayın çıkarmış olmak için fon peşinde koşma ve daha fazla fon alabilmek uğruna çıkarılmış yayınlar. Bu oyunun şartı başarı göstermen, zira sadece başarıya mükafat var. Ancak insanların başarılı gözükmek için bu denli yüksek baskı altında olması yanlış birtakım güdülerle hareket edilmesine yol açabiliyor.

Üzerlerindeki bu baskı biliminsanlarını oldukça zor durumda bırakabilir: ya elde ettikleri verilerin ortaya koyduğu gerçekler, çalışmanın yayınlanmasını sağlayacak pek öyle ahım şahım sonuçlar vermediyse (zira yayına ancak başarı öyküleri kabul edilir), ve bilim camiasında kalabilmeleri, laboratuvarlarını koruyabilmelerinin olmazsa olmazı, bir sonraki hibe alımını tehlikeye atıyorsa? Başarısız bulguları hakkındaki tüm gerçeği gözler önüne serip hem kendi kariyerlerini hem de geçimi onların kariyerine bağlı insanların geleceğini tehlikeye atarlar mı?

Kendi çalıştığım laboratuvarlardan birinde şahit olduğum, immün yanıt oluşturmada yeni bir metodun araştırıldığı deneyden örnek vereyim. Sözkonusu metod, yeni aşı geliştirme stratejilerinde kullanılabileceği gizli beklentisiyle prestijli bir immünoloji dergisinde yayınlandı. Ancak gelin görün ki, bu bağışıklama metodunun yapılan deneylerde hayvanları enfeksiyondan korumamış olduğuna dair veriler bilerek çalışma metnine konulmadı. Bu verilerin konulmaması nasıl mazur gösterildi? Açıkçası hiç bir fikrim yok ve açıklama talep edecek pozisyonda da değildim o sırada.

CJF: Ben buna bilim sahteciliği derim. CDC ve FDA ilaç ve ecza sanayisinin araştırmalarını koruyup kollamak yerine neden görevlerini yapıp halkın, tüketicinin hakkını ve sağlığını korumuyor?

Dr. O: Çalışma verilerindeki bu bilinçli eksiklik nasıl ödüllendirildi peki? Üçüncü Dünya Ülkeleri’ne aşı sponsorluğu yapan oldukça tanınmış özel bir vakıf [Bill ve Melinda Gates Vakfı??] tarafından akıl almaz miktarda paralar akıtılarak. Bana söylenen, bu paranın bir kısmının, sözkonusu immünizasyon yönteminin insanlarda kullanılmak üzere yeni bir aşılama stratejisi olarak geliştirilmesine ayrılmış olduğuydu.

Yeterince açık ifade ettim sanırım?

CJF: Bence de.

Günümüz immünologlarının büyük kısmının ve hatta belki de tümünün laboratuvarlarının dışında kalan ve aşılardan zarar görmüş insanlardan oluşan dünyaya gözlerini kapatmalarını, görmemelerini sağlayan şey nedir, nasıl bir gerçeklikleri var immünologların? Ben buna bilimsel araştırmanın “politik” yönü diyorum, katılır mısınız?

DR. O: Okuyuculara immünoloji alanına mensup olmanın nasıl bir duygu olduğunu biraz anlatayım.

Temel imünoloji mensupları, ki ben de uzun süre bu şekildeydim, genel olarak meşgul oldukları dar araştırma alanı dışında kalan hiçbir şeyle ilgili kendilerini eğitmezler; aşıların işe yaramadığı durumları belgeleyen bir dünya epidemiyolojik araştırmayı bile okumazlar. İmmünologlar aşıların hastalıktan korumama gibi bir ihtimali olduğunu bile “bilmez”. Ya da belki de kollektif mesleki gururları, bütün bir yaşamlarını adadıkları araştırma çalışmalarının kutsal meyvesi, aşılamanın, doğal bağışıklanmayla karşılaştırıldığında ne denli eksik ve kusurlu kaldığını görmelerine engel oluyordur.

Aşılamayla ilgili toplumsal veya kişisel endişeleri dile getirmek tabudur. Bu konuları herhangi bir şekilde ele almaya çalışmak; aşı güvenliği, etkinliği veya gerekliliğine dair yapılmış bilimsel çalışmaların yetersizliği ve kusurları ile ilgili en ufak bir imada bile bulunmak meslekdaşlarınızın öfke ve gazabına uğramanız için yeterlidir. ‘Aşılar zararsızdır ve hastalıklardan korur’ ve ‘aşılar hayat kurtarır’ mantrası hiçbir şekilde üzerine ikinci bir kez düşünülme gereği duyulmadan kabul edilmiş, dini inanışın da ötesine taşınmıştır.

CJF: O halde aşıları sorgulamaya kalkmak demek, bilim dininde affedilmez günahı işlemek demek olsa gerek.

DR. O: Yani, bir yandan temel immünologlar kullanılan araç gerece bağlı hata payı yüksek teorileriyle kendilerini meşgul ederken, bu teorilerinin aşı şeklinde genel insan popülasyonuna verildiğinde açığa çıkarttığı sonuçlara bakma zahmetine bile girmiyorlar. Diğer yandan da epidemiyologlar ve toplum sağlığı görevlileri bu girift immünolojik teori hakkında yeterli bilgiye sahip olmaktan oldukça uzak olduklarından aşıların teorik olarak hesaplanan performansı göstermediğini anlayamıyorlar. Bu durumda n’apıyorlar, işe yaramadığı bariz şekilde ortaya çıkmış aşılar için kısa yoldan takvime ardı ardına yeni rapel doz aşıları ekliyorlar.

İşte bu kompartmantalizasyon ve görüş alanının darlığından kaynaklanan sınırlı perspektif bugün herhangi bir uzmanın çıkıp da aşılar hakkında büyük resmi görmeye çalışmasının ve bu arayışın ortaya çıkaracağı şeylerden dehşete düşmesinin önünde engeldir. Aradıkları takdirde görecekleri şey, aşıların fazilet ve meziyetlerine dair anlatılanlarda tutarsızlık olduğudur. Ancak tabii anaakım bilim dünyasında aşılama konusunu geniş perspektiften incelemek için herhangi bir teşvik sözkonusu olmadığı gibi, aksine, başınızı kuma gömülü tutmanız için muazzam bir baskı var.

CJF: Şaka yapıyor olmalısınız! Duyduklarım inanılır gibi değil, zira biz bilmi güya daha iyi, daha yeni bilimsel gerçeklere ulaşılabilmesi adına fikirlerin açıkça tartışılabildiği bir alan olarak biliyoruz.

Okuyucularımızla paylaşmak istediğiniz özel bir bilgi var mı?

DR. O: Okuyucularla bilim icra etme şeklimizi neden değiştirmemiz gerektiğine dair görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Aşı konusunu gerçekten tam manasıyla elimize yüzümüze bulaştırmış durumdayız, fakat ilelebet bu karmaşada kalmamız gerekmiyor. Ancak öncelikle okuyucuların bu karmaşadan bir türlü çıkamayışımızın müsebbibi bilim tarzını sürekli kılan şeyin ne olduğunu anlamasını istiyorum.

Amerika’da bilimadamları Düzen’in kölesinden başka bir şey değildir, sadece kendilerine fon sağlanan konuyu araştırabilirler. Salt araştırma için verilen paradan bahsetmiyoruz, kariyerlerinin ilerleyip ilerlemeyeceği ve alacakları maaş da bu hibelere bağlı, özellikle de kariyerlerinin başında. Bilimadamlarının fon kaynaklarını sağlayan ve en temel geçim kaynaklarını destekleyenlerin ajandasıyla bağdaşmayan konuları araştıramamasına veya kendilerini güvende hissetmemelerine kim şaşırabilir ki?

Biyomedikal araştırmaların büyük çoğunluğuna devlet, ilaç sanayii veya oldukça güçlü ilaç-yanlısı veya aşı yanlısı ajandaya sahip özel vakıflarca fon sağlandığı sır değil. Bu durum biyomedikal araştırmalarda öncelikleri ve odaklanılacak konuları öyle bir şekilde etkiliyor ki tüm güç fon sağlayan kaynakların eline geçiyor, kişilere ise aydınlatılmış rıza prensibi dahilinde kendi kararlarını verebilmeleri için pek az bir imkan kalıyor.

Neden ebeveynlerin aşılarla ilgili çekincelerini sistematik şekilde ve yeterli düzeyde ele alıp yanıtlayacak bir bilme sahip değiliz?

Neden herhangi bir bulaşıcı hastalığın hafif mi yoksa ağır mı seyredeceğini belirleyecek doğal etkenlerin ne olduğunu veya “hastalığa yatkınlık” nedir bunu sistematik ve yeterli düzeyde çalışan bir bilim anlayışımız yok?

Neden doğal bağışıklanmanın ne olduğunu anlamamızı sağlayacak bir bilim yok ortada?

Bu tip bilgiler birey olarak bizlerin işine yaramaz mıydı, istifade etmez miydik?

Biliminsanı olarak ben şahsen hizmet ettiğim topluma doğrudan hesap verme konumunda olmayı tercih ederim ve toplumla biliminsanları arasına devlet/ilaç sanayi’nin ajandaları tarafından konulan filtreler olmadan toplumun bilimsel olarak araştırılabilecek endişelerini/ihtiyaçlarını yanıtlayabilmek/giderebilmek isterim.

Biliminsanları ve toplum arasında bu şekilde doğrudan bir ilişkinin varolabilmesi isteniyorsa, bilimadamlarının maddi olarak şu an olandan farklı bir şekilde desteklenmesi lazım. İlaç sanayii ve devletin gücü ellerinden alacak tarzda bilimsel çalışmaları desteklemesini bekleyemeyiz değil mi? Bilimadamlarının da kendilerine fon ve terfi sağlamayacak araştırmaları ille yapacağım derken ailelerini açlığa terk etmelerini bekleyemeyiz değil mi?

O halde bilginin sağlayacağı gücü Düzen’in eline bırakmayıp kendi elimize almamızı sağlayacak tarzda araştırmaların yapılabilmesi için bilimadamı ve toplum arasında bu doğrudan ilişkiyi kurabilir miyiz?

Amerikan anayasasındaki güçler ayrılığı ilkesi gereğince din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmış olması nasıl bize muazzam bir refah sağladıysa, bir de bilim ve devlet işleri birbirinden ayrılınca neler olabileceğini düşünün.

Herkesi bir anlığına durup bunu nasıl sağlayabileceğimizi düşünmeye davet ediyorum.

CJF: Dr. Obukhanych, doğal bağışıklanmanın ne olduğu ve ilaç sanayii ürünü aşıların bunu değiştirmedeki rolü hakkında bizleri aydınlatttığınız için çok teşekkür ederiz. Keşke sizinle aynı düşüncede ve aynı ahlaki değerlere sahip daha fazla araştırmacı biiminsanımız olsaydı. Tekrardan, tüm yaptıklarınız için size teşekkürlerimizi sunuyoruz.

 

Aşılanma Bağışıklanma Demek Değildir – İmmünolog Dr. Tetyana Obukhanych ile Söyleşi – 2. Bölüm

Aşılanma Bağışıklanma Demek Değildir – İmmünolog Dr. Tetyana Obukhanych ile Söyleşi – 2. Bölüm

İmmünolog Dr. Tetyana Obukhanych ile Söyleşi – 2. Bölüm

 

Dr. Obukhanych’in tutkusu kendini ve başkalarını bağışıklık konusunda eğitmek. Bunun için Tetyana’nın uyguladığı yöntemlerden biri de Kaliforniya, Menlo Park’ta ebeveynlere aşılar konusundaki kararlarını bilgiye dayanarak vermelerine yardımcı olmak için verdiği küçük, birebir ders şeklindeki eğitimler (http://naturalimmunity.blogspot.com).

Bu eğitimlerde aşıların hastalıkları a) önleyip önlemediği; hangi durumlarda önlediği hangi durumlarda önlemediği, b) pekçok kişi tarafından da tartışılan “aşının zararları” konusu; özellikle de çoğu aşıda adjuvan olarak kullanılan bir nörotoksin, alüminyumun sensitizasyon yolu ile çocuklarda alerji gelişimini tetikleyici etkisi, c) aşı dizaynının prensipleri ve kusurlu yanları, d) doğal bağışıklıklanma ile ilgili bilimsel bilgi açığı (ki bu söyleşinin önemli bir bölümünü oluşturuyor), e) hastalanma eğilimini azaltmada beslenmenin önemi gibi konular işleniyor.

 

Dr. O:Aşıların zararlarına değineceğimi söylemiştim. Bu noktada konuya giriş yapalım.

Aşılanacak kişilerin aşıdan zarar görme potansiyeli haklı bir endişedir. Aşı sonrası istenmeyen etkilerin toplandığı veritabanı sistemleri (ABD’deki VAERS ve diğer ülkelerdeki benzer sistemler gibi) aşı uygulamasından sonraki kısa bir zaman aralığı içinde oluşmuş komplikasyon bildirimleriyle doludur. Sözkonusu istenmeyen etkiler enjeksiyon yerinde enflamasyon veya ateş gibi görünürde basit fakat sıklıkla karşılaşılan durumlardan, alerjik reaksiyonlar veya Guillain-Barré sendromu gibi nadir görülmekle birlikte daha ağır veya geriçevrilemez reaksiyonlara ve hatta daha da ender olmakla birlikte ölümle sonuçlanan olgulara kadar çok geniş bir yelpazededir.

Peki halk sağlığı yetkililerinin vatandaşların aşı güvenliği ile ilgili endişelerine genel yaklaşımı nasıl? Aşı tahribatının saptandığı olgu sunumlarından yola çıkılarak yapılması öngörülen ancak bir türlü sözkonusı aşı ile yol açtığından şüphenilen sorun arasında istatistiksel ilişki bulunamadığı iddiasındaki bilimsel yayınları halkın önüne sunar yetkililer.

Belirli bir aşı ve istenmeyen etki arasında ilişki olup olmadığına bakan tipik bir istatistiksel çalışmayla ancak şu sorunun yanıtı alınabilir: eldeki genel popülasyondan rastgele seçilmiş az sayıda kişiden oluşan gruba bakarak aşıyla istenmeyen etki arasında ilişki bulabildik mi? Alınacak yanıt, tahmin edilebileceği üzere şudur: istatistiksel açıdan önem arzeden bir ilişki bulunamamıştır. Ancak bu, yanlış soruya verilmiş doğru cevap olmanın ötesine geçmez.

Yanıtı aranacak soru şu olmalı: aşı sonrası istenmeyen etki yaşamış kişiyle (genetik yapı, beslenme düzeyi, metabolik, immünilojik vb açılardan) benzer bir grup insanda ilişki saptanabilecek mi?

Bu tarz bir çalışmanın yürütülmesi oldukça pahalıya mal olmakta, devlet veya aşı satışıyla elde ettikleri servete rağmen aşılar konusunda farklı ajandası olan kaynaklar tarafından fonlanmamaktadır. Bu yüzden de asıl olması gereken bu tip çalışmalar yapılmamaktadır.

 

CJF: Toplumun aşı güvenliği ile ilgili endişe yaratan konularda yürütülen yanlış tipte bilimsel çalışmalara dayanılarak yönlendirilmesi ne gibi sonuçlar doğurabilir?

 

Dr. O: Sonuç şudur; bir yandan “kanıt yetersizliği” gösteren bu çalışmalar konuyla ilgili farklı düşünenleri susturmada yanlış bir şekilde koz olarak kullanılırken, diğer yandan aşıya bağlı gelişen rahatsızlıkların önemli moderatörlerinin (yani predispozan faktörlerin) ne olduğu zamanında ortaya çıkarılamadığından popülasyonun zarar görmeye müsait bir bölümü gereksiz şekilde aşılardan zarar görmeye devam ediyor.

Aşıya bağlı rahatsızlıklarla ilgili halihazırda yürütülen araştırmaların durumu buyken ben şunu tekrar ve tekrar söylüyorum: kanıt bulunamamış olması, sözkonusu hasara ilişkin aşıyla bağlantı olmadığı anlamına gelmez.

Diyelim Düzen, o ana kadar yapılmış bildirim sıklığını baz alarak size aşıdan sonra belirli bir sendromu geliştirme ihtimalinizin milyonda bir olduğunu söylüyor. Eğer bu verilen istatistiği anlıyorsanız, o zaman trafik kazası geçirme, yıldırım çarpması veya piyangodan büyük ikramiye kazanma ihtimalinizin bundan daha yüksek olduğunu da anlarsınız diyor.

Ancak sistemin size burada söylemediği şey şu; sırf istatistik değil de biyolojiden de anlıyorsanız, o zaman sahip olabileceğiniz veya olmayacağınız predispozan faktörlere (kaldı ki bu faktörlerin ne olduğunu ortaya çıkaracak bilimsel çalışma yapılmadığından bunların ne olduğunu size söyleyemiyorlar bile) bağlı olarak aşı sonrası belirli bir rahatsızlığı geçirme riskiniz sıfıra da inebilir yüzde 100’e de çıkabilir.

Şu an itibariyle bilim kimin hangi aşıdan ağır şekilde zarar görüp kimin görmeyeceğini hiçbir şekilde bilmiyor. Bu konuda hiçbir garanti verilemez. Aşılanıyorsanız her türlü riski göze aldığınızı kabul ediyorsunuz demektir.

 

CJF: Bebeklere vurulan pekçok aşıda mevcut alüminyumun kan-beyin-bariyerini aştığı ve merkezi sinir sistemi üzerinde toksik etkisi olduğu yönündeki suçlamalarla ilgili bize bilgi verebilir misiniz?

 

Dr. O: Sizi nörobilimci Dr. Chris Shaw ve çalışma arkadaşlarının çalışmalarına yönlendirebilirim; çalışmaları alüminyumun nörotoksik etkileri ile ilgili endişeleri teyit eder nitelikte . Bu konu doğrudan immünolojinin alanında olmadığından uzman görüşü sunamam.

İtiraf etmeliyim ki immünoloji oldukça kompartmantalize olmuş bir bilim dalı. Şahsen ben “temel” immünoloji dediğimiz alana mensubum. Temel İmmünoloji, hayvanlar üzerinde yapılan deneylere dayanarak immün sistemin vücuda enjeksiyon yoluyla verilmiş yabancı antijenlerle karşılaşması durumunda nasıl çalıştığına dair teorik bilgi sağlar. Ana ilgi alanı ve uzmanlığımız yapay bağışıklık yanıtı ve antikor üretiminin hücresel ve moleküler mekanizmalarını anlamakla sınırlı. Hepsi bu. İmmünologların bu konuda söyleyebilecekleri tek şey, alüminyum tuzlarının bağışıklık sistemini kandırarak antikor üretmesini sağlamak amacıyla birtakım aşılara adjuvan olarak katıldığından ibarettir. Alüminyumdan “beklenilen” etki budur ve immünologları bunun dışında bir şey ilgilendirmez.

İmmünologlar alüminyumun nörotoksisitesini “bizmez”, çünkühayvanda (vaya insanda) genel olarak oluşacak etkinin ne olduğunu, diğer sistemlerin, özellikle de beynin immünizasyon veya özel olarak alüminyumdan nasıl etkilendiğini araştırmak için gerekli metodolojik donanımları yoktur. Bu diğer dalların uzmanlık alanıdır. Acı ama bilimde kompartmantalizasyonun gerçeği budur.

 

CJF: Aşılarda kullanılan adjuvanlar bağışıklık sistemini nasıl oyuna getiriyor? Bu bilimsel hokkabazlığın sonuçları nedir?

 

DR. O: Aluminyumun adjuvan (güçlendirici) etkisi, 1920’lerden beri kullanımda olmasına rağmen ancak son 5-10 yıldır derinlemesine araştırılıyor. Görüldüğü kadarıyla alüminyumun adjuvan etkisi hücre öldürme kabiliyetine, yani “sitotoksik” özelliğine dayanmakta. Hücreye verilen bu tahribattan dolayı hücredışı alana DNA ve ürik asit gibi hücre içi maddelerin çıkışı sağlanır ki immün sistem hücreleri bu maddelere karşı harekete geçebilsin. Yaratılan hücre tahribatını bağışıklık sistemi algılar ve daha sonra da bu tahribat bağlamında ortaya çıkmış “yabancı” proteine karşı immün yanıt başlatır. Alüminyum ve yarattığı tahribat olmadan immün sistem enjekte edilmiş yabancı proteini zararlı olarak algılamayacak ve buna karşı antikor üretmeyecektir. Ancak tabii aşılama salt antikor üretimi sağlamak için yapıldığından, alüminyum her ne şekilde bunu sağlıyor olursa olsun mübah sayılmakta.

 

CJF: Doktor hanım, bu nasıl bir sahtekarlık, ne büyük bir rezalettir!

 

DR. O: Diğer adjuvanların çalışma mekanizması hakkında güncel bilgiye sahip değilim. Deney hayvanlarında kullandığımız yağ bazlı adjuvanların çoğunun, aşırı enflamatuvar tepkiye yol açtığı için insanlarda kullanımı yasak. Ancak insanlarda kullanıma girecek yeni adjuvanların yolda olduğuna eminim ve illaantikor üretimi sağlayacağız diye kullanıma alınacak bu yeni adjuvanların yan etkilerinin ne olduğunu da bekleyip göreceğiz.

 

CJF: Bize antikorlar ve immünolojinin neden antikor üretimi sağlıyor diye aşılara sözde koruyucu etkinlik etiketi yapıştırdığını basit bir şekilde anlatabilir misiniz?

 

Dr. O:Antikor konsepti difteri ve tetanoz gibi toksinler üzerinde yapılan araştırmalardan çıkmıştır. İlk başta antikorlara ‘anti-toksin’ deniyordu; vücuduna toksin enjekte edilmiş deney hayvanlarının kanında ortaya çıkarak sözkonusu toksinlerin patolojik etkilerini nötralize eden esrarengiz birtakım entitelerdi bunlar.

Dr. Thomas Levy’nin, “Curing the Incurable” adlı kitabında geçen klinik araştırmaya göre askorbik asidin [C vitamini] “anti-toksin” tanımıyla örtüştüğünü de belirtmek isterim, zira damardan [entravenöz şekilde] büyük dozlarda verildiği takdirde çoğu toksine bağlı hastalığın yanısıra enfeksiyonel hastalıklarda da belirtileri durdurduğu bilinmektedir.

Ancak anti-toksinler üzerinde immünolojik araştırma oldukça dar bir yola girmiş ve anti-toksik kabiliyetin yalnızca bugün antikor dediğimiz belirli bir immünoglobülin sınıfıyla sınırlı olduğu görüşüne yol açmıştır.

İmmünologlar daha sonra bu “antikorlar”ın salt toksinlere karşı değil, aynı zamanda immün sisteme belirli bir şekilde sunulacak hemen her tür maddeye karşı da oluşturulabileceğini fark ettiler. Bu tarz“immünojenite” (antikor üretimi sağlama kabiliyeti) yaratma koşullarından bazıları şunlar:

  1. verilen madde vücuda yabancı (“non-self” kaynaklı) olacak.
  2. bu maddeye bir “tehlike” sinyali eşlik edecek; bu çoğu kez adjuvan dediğimiz iritasyon oluşturucu veya hücre tahribatı sağlayan bir madde veyahut da bakteriyel ya da viral kaynaklı patojen ilintili moleküllerle sağlanmakta.

İmmünoloji bilimi daha sonra kendini antikor üretimi sürecininin inanılmaz derecede ince ayrıntılarını keşfetmeye adamıştır ki immünolog olmayanların bu detayları bilmesine gerek bile yok. Gelin görün ki temel immünoloji araştırmalarında 20. yüzyılın büyük kısmı bu detayların araştırılmasına adanmıış, çok sayıda Nobel Ödülü ile de mükafatlandırılıp teşvik edilmiştir.Bu da antikorların önemini pekiştirici etmen olmuş ve immünolojide antikor merkezli paradigmayı yaratmıştır.

Söylemeye bile gerek yok, aşıların tek amacı, antikor merkezli koruma paradigmasına uygun şekilde mikroorganizma ve toksinleri birbirine bağlayacak antikor oluşumunu sağlamak. Ancak gerekli şekilde aşılanmış bireylerde hastalık oluşumunu ortaya koyan pekçok rapor ile aynı şekilde aşılı ve yapılan sayımda kanında yüksek antikor titeri saptanmış bireylerde de hastalık görülmesi bu antikor merkezli paradigmanın büyük bir dikkatle yeniden gözden geçirilmesi gerektiği inancımı pekiştiriyor.

 

CJF: Değerlendirmenize aynen katılıyorum doktor hanım ve bu gözden geçirme ne kadar erken yapılırsa o kadar iyi olur.

Peki, pertussis (boğmaca) bir virüs değil de bakteri olduğuna göre bu aşı paradigmasındaki yeri nedir? Çoğu aşı virüsler için formüle edilmiyor mu?

 

Dr. O: Ah, böylesi küçük ayrıntılara takılmayın lütfen. Ben size istediğiniz şeyin aşısını yapabilirim; yerfıstığına karşı mı aşı istiyorsunuz, hemen yaparız.

Şaka bir yana, “aşı” kelimesi (“vaccine”) Latince “cowpox” [ineklerde çiçek hastalığı] anlamına gelen “vaccinia” kelimesinden gelir ve orijinal olarak yalnızca sağlıklı bir bireyin, cowpox kapmış bir bireyden alınan cerahatle inokulasyonu [transplantasyonu] için kullanılmaktaydı. Daha sonra bu terim, karşılık gelen mikroorganizma veya toksinlere karşı antikor üretmek için zayıflatılmış virüs veya adjuvanla desteklenmiş viral veya bakteriyel protein ya da toksoidlerin enjeksiyonunu belirtmek için kullanılmaya başlandı. Pertussis (boğmaca) aşısı da bu tanıma girer, zira adjuvanla karıştırılmış pertussis toksini ve bir iki diğer bakteriyel proteinden oluşmaktadır.

Yaşadığımız modern çağda aşı kelimesinin kullanım alanı daha da genişlemiştir. Artık aşı, “her derde deva ilaç” [“panacea”] anlamında kullanılıyor. İmmünologlar bugün kanser, otoimmünite veya alerjiye karşı aşılama stratejileri uyduruyor. Biri tutup da yarın öbür gün Alzheimer’s hastalığı ve hatta otizme karşı da aşı geliştirmeye kalkarsa hiç şaşmam.

 

İkinci bölüm sonu.