• İmmünolog Dr. Tetyana Obukhanych ile Söyleşi – 1. Bölüm

     

    “Vaccine İllusion” (Aşı İlüzyonu) adlı kitabın yazarı Dr. Tetyana Obukhanych dünyanın en prestijli tıp kuruluşlarında immünoloji eğitimi görmüştür. İmmünoloji dalında doktorasını New York’taki Rockefeller Üniversitesi’nde, doktora sonrası çalışmalarını ise Boston’daki Harvard Tıp Okulu ile Kaliforniya’daki Stanford Üniversitesi’nde gerçekleştirmiştir. Catherine J. Frompovich’in Dr Obukhanych ile yaptığı 3 bölüm halinde yayınlanan söyleşinin metnidir.

     

    Birinci Bölüm:

     

    CJF: Dr. Obukhanych, Aşı İlüzyonu: Aşılamanın Doğal Bağışıklık Sistemimize Olumsuz Etkileri ve Tekrar Sağlığımıza Kavuşmak İçin Neler Yapabiliriz (Vaccine Illusion: How Vaccination Compromises Our Natural Immunity and What We Can Do to Regain Our Health) kitabının yazarı. Kitabında aşılama ile ilgili anaakım teorilerden radikal şekilde ayrılan bir görüş ortaya koyuyor. Şahsen benim için en inanılmazı da Tetyana’nın aşılama kampanyalarının doğal bağışıklanma prosesine zarar verdiği ve bebeklerin hayatını tehlikeye attığını düşünmesi. İtiraf etmeliyim ki, bir doğal beslenme uzmanı ve tüketici sağlığı araştırmacısı olarak sürdürdüğüm 35 yıllık mesleki tecrübe sonucu ben de tıpkı Tetyana gibi düşünüyorum. O yüzden kendisiyle söyleşi talebinde bulundum. Konuyu kendisiyle derinlemesine konuşup verdiği bilgileri okuyucuya aktarmak istedim.

    Sorulara geçmeden önce ele almak istediğim bir konu var: Aşıların diploid hücreler (aborte insan fetüslerinden elde edilen hücreler), tavuk yumurtaları, maymun böbrekleri, fare beyinleri, domuz akciğeri, böcekler ve şimdi de İngiltere’de Haziran/Temmuz 2012’de kullanıma sokulacak yeni bir aşı için kullanılan köpek böbrekleri gibi çeşitli hayvan organlarında kültürlenmesinin sence ne tip implikasyonları olabilir? [Rotavirüsü için kullanılan] Rotarix aşısında domuz viral DNA’sı (porcine circovirus (PCV)); 1950’lerden 1970’lerin başına kadar kullanılan ilk polio [Çocuk felci] aşısında SV40 kanser virüsü tespit edildiğini; Hepatit A, kızamıkçık ve varicella (su çiçeği) aşılarının insan diploid hücreleri WI-38 ve MRC-5’te kültürlendiğini; ve HPV [rahimağzı kanseri] aşısı Gardasil®’de rekombine DNA’nın bulunduğunu biliyoruz. Pazarlama sonrası ortaya çıkan bu tip bulgular bir immünolog olarak senin perspektifinden bakıldığında ne tip sorunlara dalalettir?

     

    DR. O: Bir immünolog olarak beni endişelendiren aşıların maya, yumurta, hayvan ve hatta insan fötal hücreleri kullanılarak üretiliyor olmasının, aşılarda bu üretim işleminin bir gereği olarak bu hücre veya hücrelerin içinde kültürlendiği ortamlardan az miktarda bulunacağı anlamına gelmesidir. Aşı üreticilerinin kullanım için son aşamaya gelmiş ürünlerini bu belirtilmemiş aşı “içeriği”ne karşı test edip etmediklerini veya ne derece düzgün test edebildiklerini ve ne oranda kontaminasyon bulduklarını gerçekten bilmek isterdim.

    Bu tarz kontaminasyonla ilgili beni endişelendiren immünojenik (antikor oluşturucu) stimülasyon kapsamında düşündüğünüzde maya, yumurta, hayvan veya insan proteinlerine maruzat bu proteinlere karşı sensitizasyon [antijen niteliğindeki madde (bakteri, ilaç, yabancı protein, çiçek tozu vb.)’ye karşı, ikinci defa vücuda girişinde şiddetli reaksiyona sebep olacak şekilde duyarlılık oluşması; duyarlı hale gelme veya getirilme] oluşturma ve hatta insanın “kendine” immünolojik toleransını kırma potansiyeline sahip olmasıdır. Bu ikinci bahsedilen durum özellikle bebekler için geçerlidir, zira immün sistemleri “kendi”nin ve “yabancı” olanın ayırdını daha yeni yeni yapmaya başlamaktadır. Daha işin başında bu ayrımın yanlış yapılması bana göre alerjik veya otoimmün rahatsızlıkların yolunu açar.

     

    CJF: Doğrudan işin can alıcı kısmına hitap eden ve benim de tamamen hemfikir olduğum bu mükemmel yanıt için teşekkürler Dr. Obukhanych.

    Bize doğal bağışıklanmanın ne olduğunu açıklayabilir misiniz, doktor?

     

    DR. O: Bağışıklanma, insanların pekçok akut enfeksiyonel hastalığı ömründe yalnız bir kez, o da çoğu kez çocukluk çağında olacak şekilde geçirmekte olduğu gözleminden hareketle oluşmuş çok eski çağlara dayanan bir konseptir. Kızamık, kabakulak, kızamıkçık veya boğmaca bu tarz hatalıklardan bazılarıdır.

    Doğal bağışıklanma bir anlamda totolojik [Açıklamak ya da kanıtlamak üzere verilmiş bir önermenin, gerçekte, söylenmiş olanı özdeş ya da eşdeğerde terimlerle yinelemesi] bir ifade çünkü bu noktada bağışıklık yalnızca doğal yolla, sadece enfekte bir kişiyle temas halinde edinilebilecek bir şey; arada sırada bu tarzda maruzat asemptomatik [belirtisiz] seyretse bile yine de bağışıklık oluşturur. Ancak tabii ortada aşıların da bağışıklanma sağladığı gibi genel bir yanılgı olduğundan bazen bağışıklanmayı aşı bazlı korumadan ayırdetmek için başına “doğal” sıfatını eklemek gerekebiliyor.

     

    CJF: Ah! Bağışıklanma yerine “aşı bazlı koruma” kavramını kullanıp meşruiyet kazandırdığınız için teşekkürler gerçekten.

    Aşılı çocuklar, korunsunlar diye tam doz aşılarını oldukları enfeksiyonel hastalıkları aynen geçiriyorlar. Sizce aşı ‘bağışıklaması’nın–tabii bu ismi verebilir miyiz bilmiyorum ama—ömrü niye bu kadar kısa ve neden yetersiz?

     

    DR. O: Aşılanmış bireylerin herhangi bir salgın durumunda aşısını oldukları enfeksiyonel hastalıkların hiçbirine yakalanmamalarını (veya hastalanma oranının minimal seviyede olmasını) bekleriz. Ancak yaşanan salgınlar analiz edildiğinde çoğu kez bunun doğru olmadığını görüyoruz. Aşılı bireyler hakikaten de yüksek sıklıkta hastalık kapıyor ve hastalık insidansında yüksek bir paya sahipler.

    Bana kalırsa bu durum, aşılamanın hakiki bağışıklık mekanizmalarını harekete geçirmemesinden kaynaklanıyor. Aşılama normalde immün yanıtı—yani immünologların teorik olarak immün sistemde çalışmasını “arzu ettikleri” tek şeyi—oluşturur. Ancak görülen o ki bu, doğal bağışıklanmanın sağlayacağına eşdeğer güçte bir koruma sağlamamaktadır. Bağışıklık sistemi hakkında bilmediğimiz daha pek çok şey var.

     

    CJF: Aşılar ömür boyu bağışıklık sağlamıyor, tamam. Peki bizim aşılardan beklentimiz ne olmalı koruyuculuk açısından?

     

    DR. O: Bulaşıcı hastalıklara karşı kullanılan attenüe [zayıflatılmış] canlı virüs aşıları için beklentimiz oldukça kısa bir dönem (3-5) yıl olacaktır. Bu dolaylı bir tahmindir ve aşılı bireylerde hastalık oluşumunun aşılama zamanına göre yapılmış istatistiksel analizlerine dayanır. Belirli bazı aşıların ne kadar süreyle koruma sağladığına dair elimizdeki tek ampirik kanıt budur.

    Koruma süresinin ampirik olarak hiçbir şekilde tahmin edilemeyeceği, örn. tetanoz gibi bulaşıcı olmayan toksin mediasyonlu hastalıklar veya kuduz gibi hayvan ısırığıyla geçecek viral hastalıklar için olanlar, veyahut da Hepatit B ve Gardasil [rahim ağzı kanseri aşısı] gibi aşılar da var. Bu aşıların ne süreyle koruduğunu anlayamıyoruz çünkü elimizde bu tahmini yapmamızı sağlayacak bilimsel olarak anlam taşıyan veri yok.

     

    CJF: İmmünoloji biliminin üzerine yoğunlaştığı nokta ile doğal bağışıklanma arasıdaki fark nedir?

     

    DR. O: İmmünoloji bağışıklanmayı çalışmaz. İmmünoloji, bağışıklık sisteminin immünizasyona—yani “yabancı” bir potein veya partikülün (virüs veya bakterinin) vücuda enjekte edilmesine– verdiği tepkiyi inceler. İmmünolojik araştırmaların odaklandığı başlıca nokta, immünizasyon sonrası immünolojik organ ve vücut sıvılarında uzun dönemde meydana gelecek değişikliklerdir. Bu tip değişikliklere kollektif olarak “immünolojik hafıza” diyoruz.

    Ancak soru şu: İmmünologlar, ‘immünolojik hafıza’nın bağışıklanmanın temeli olduğunu nereden biliyorlar? İmmünoloji alanında yapılmış çalışmalara baktığınızda bu sonucu çıkartmamızı sağlayacak herhangi bir kanıta rastlayamazsınız. Ben immünolojik hafızayı bağışıklanmanın değil, en fazla sensitizasyonun temeli olarak görüyorum. İmmünolojik hafızanın bize faydalı olup olmadığı konusunda ise şüphelerim var.

     

    CJF: Bana kalırsa, immünolojinin insanın doğal bağışıklığından ziyade kendi icadını, yani aşılamayı çalıştığını düşünüyorsunuz. Doğru mu? İmmünoloji dalında doktora yapmış biri olarak sizi bu sonuca iten şey ne oldu?

     

    DR. O: İmmünoloji bir bilim olarak, daha bağışıklık sistemi bu şekilde tanımlanmamışken, aşının icadı (çiçek aşısı) ile birlikte ortaya çıkmıştır. O zamandan beri ve bugün hala, temel immünolojik araştırmalar doğal hastalık veya hastalığa karşı doğal yoldan edinilmiş bağışıklık durumundan ziyade denek hayvanına “yabancı” bir şeyler enjekte etme bağlamında yürütülmektedir.

    Belki laboratuvar ortamında doğal hastalık yerine bir enjeksiyonla deney kurmak daha kolay olduğu için. Belki de sırf bu şekilde daha rahat çalışılabiliyor diye. Nedeni her ne olursa olsun, doğal hastalık/bağışıklık yerine enjeksiyon (aşılama) çalışmalarının yapılmış olması, bir tek suni prosesle ilgili bilgi birikimine yol açmıştır.

    Tabii bu durumda da bugün “bağışıklık sistemi” dediğimizde, yabancı bir antijene yanıt oluşturan sistemden bahsediyoruz. Yani bağışıklık sistemi, esas itibariyle, doğal bağışıklanmaya göre değil, aşılama işlemine göre tanımlanmıştır. Peki gerçek “immün” sistemin amacı doğada hastalık geçirdikten sonra ömür boyu bağışıklık yaratmaksa, bunu gerçekleştiren sistem nedir, nasıl bir şeydir? Bahsettiğimiz yabancı antijen enjeksiyonuna yanıt oluşturan sistem midir bu, yoksa tamamen farklı bir sistem mi?

    Bana göre en büyük sorun da bu: immün sistemle ilgili enjeksiyon bağlamında keşfettiğimiz onca şeyden acaba herhangi birinin doğal bağışıklık haliyle alakası var mı? Var diyorsak, doğal bağışıklanmayı doğrudan hiçbir şekilde çalışmamışken neyin alakalı neyin alakasız olduğunu nereden biliyoruz?

    Bana immünoloji doktorasından sonra immünoloji biliminin “bağışıklık” sistemi yorumlamasındaki problemi neyin görmemi sağladığını soruyorsunuz. İmmünoloji doktorasına rağmen bu problemi görmemi hangi mucizeye borçluyum diye sormanız lazım aslında. İmmünoloji alanında çalışmaya kendinizi adadığınızda alanın “gerçeği”ne o denli büyük bir kişisel yatırım yapmış oluyorsunuz ki, daha en temel varsayımdaki sorunu görme şansınız sıfırlanıyor. Alanın koyduğu tanımlamalara duyulan “inanç” çok güçlü.

     

    CJF: İşte budur doktor! Entellektüel cesaretinize hayranım. O halde doğal bağışıklıklanma ile ilgili aradığımız cevaplar için immünolojiye güvenebilir miyiz?

     

    DR O: Hiç sanmıyorum.

    Daha önce de belirttiğim gibi immünoloji alanında yürütülen düzgün ve saygın araştırmaların hiçbiri doğrudan doğal süreci çalışmaz. Onun yerine deney hayvanlarında yapay bir şekilde oluşturulmuş (doğal olmayan) enfeksiyon/bağışıklanma modelleri kurulur ve bu ne doğal ne de nesnesi insan olan deneylerde bağışıklık yanıtları çalışılır.

    Bu tip araştırmaların doğal bağışıklanma sürecine uygulanabilirliğinden nasıl emin olabiliriz ki? Olamayız. Ama gelin görün ki, bu tarz araştırma yöntemi bağışıklık sisteminin hastalık prosesindeki rolü hakkında bize ancak kısmi ve hatta tamamen yanlış yönlendirici bilgi sağlayabileceği halde, sırf düzenlenen bu yapay araştırma modellerine uyuyor diye insan bağışıklık sistemini aşılarla kurcalayıp duruyoruz.

     

    CJF: Yanlış yönlendirilmiş ve kısmi bilgilerimize dayanarak doğayı bu şekilde kurcalamamız tehlikeli olabilir mi ve çocuklarımızın büyük bir oranının bugün yaşadığı sağlık sorunlarına yol açtığı düşünülebilir mi?

     

    DR O: Bu endişelere tamamen katılıyorum. Bağışıklanmayla ilgili kaygılarımın bir kısmını “Vaccine İllusion” kitabımda ele aldım ve bugün burada da bir özetini vereceğim.

    Endişelerimin başında adjuvan içeren aşıların sağladığı öne sürülen “immünolojik hafıza”nın esasen bağışıklanmanın değil, sensitizasyonun temeli olması geliyor.

    Ayrıca en büyük sorunlardan biri de, çocukluk yıllarında kullanılan zayıflatılmış canlı virüs aşılarının kısa dönem koruyucu etkisi ile çocukluk hastalıklarının “başarılı” şekilde önlenmiş olmasının, anneden çocuğa geçecek bağışıklık korumasını da kaybetmemize yol açmış olmasıdır ve böylelikle de hastalığa maruzat anında bebekler savunmasız kalmaktadır.

    Bir başka endişem de aşılama kampanyalarının popülasyona bağışıklık sağlamaktan ziyade, hastalığa maruzat riskini azaltacak şekilde bulaş örüntüsünü kesintiye uğratarak işlemesidir. Böyle yaparak aşılama kampanyaları popülasyonun çocukluk çağı hastalıklarına karşı bağışıklığını ortadan kaldırıyor, bağışıklığın sağlanmasına veya korunmasına yardım etmiyor. Geçmiş onyıllarda yetişkin popülasyonda çocukluk çağı hastalıklarına karşı oluşmuş bir toplumsal bağışıklık vardıysa da, korkarım aşılama kampanyaları ile bunu çoktan yok ettik.

    Tüm bunlar doğrudan, aşılama ile olması “istenen”, ancak kitlesel aşılamaya geçilmeden önce doğuracağı sonuçlar dikkatli bir şekilde düşünülmemiş sonuçların ürünü olarak karşımıza çıkmakta. Aşılar aynen doğal bağışıklık gibi çalışır zannettik. Belli ki bu doğru değil ve şimdi bunun ceremesini çekiyoruz.

    Şimdi, aşıların “istenmeyen” etkilerine (yani aşıya bağlı oluşan zararlara) geçeyim mi yoksa pandoranın kutusunu şimdilik açmayalım mı?

     

    CJF: O kutuda neler var bir görelim diyorum ben doktor hanım. Buyrun.

     

    DR O: Bahsettiğim kutuda anne-babaların aşılama sonrası çocuklarında gözlemledikleri istenmeyen etkiler ile bunların karşısında Düzen’in anne-babalara “şüpheleriniz tamamen yersiz; aşılar dolayısıyla oluşacak gerçek yan etkiler istatistiksel olarak çocuğunuzda ortaya çıkamayacak denli nadirdir; aşı korkunuz irrasyonel ve bilimsel gerçeklere dayanmıyor” yönündeki “bilimselmiş gibi gözüken” iddiaları var. Bu konuya isterseniz biraz sonra dönelim.

     

    CJF: İddiaya girecek olsanız bahsinizi hangi tarafa yatırırdınız: aşılar mı doğal bağışıklanma mı ve neden?

     

    DR O: Tam olarak ne elde etmek için aşıya veya doğal bağışıklanmaya oynayacağız? Elde edilmek istenen sonucun spesifik olarak belirtilmesi gerekiyor. Ancak ‘amaç insan neslini devam edemeyecek hale getirmek’ derseniz, o zaman paramı aşılara yatırırdım.

     

    CJF: Doktor hanım sanırım aklımdan geçenleri okudunuz.

     

    Birinci bölüm sonu ..