Yazının 1. bölümüne ulaşmak için buraya tıklayınız.

b) Amerika’da, dünyada ve Türkiye’de işler nasıl yürüyor? (Conflict of Interest)

AMERİKA

Mehtap, kendisinin uzun yıllar Amerika’da bulunduğunu, hatta Greencard başvurusunda bulunduğunu belirtmişti bizlere. Amerika’da aşılarla ilgili yaşanan baskılara yönelik eleştiriler için de bizleri “orada işlerin nasıl yürüdüğünü bilmemekle” itham etmişti.

Hep birlikte bakalım, Amerika’da işler nasıl yürüyormuş?

Amerika’da aşılarla ilgili araştırma çalışmaları, aşıların güvenliği ve promosyonu ‘Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’ (CDC) dediğimiz devlet kurumunun sorumluluğunda. CDC, kendisine bağlı ACIP denilen aşı danışma kurulunun önerdiği aşıları Amerika’da ulusal çapta uygulanmak üzere aşı takvimine alıyor. Çoğu eyalette, CDC’nin önerdiği aşıları olmamış çocuklar kreş ve devlet okullarına alınmıyor.

CDC ‘nin aşılarını takvime almasıyla birlikte ilaç firmalarının önüne koca bir pazar açılmış ve hatta devlet de bizzat bu firmaların ürünlerinin pazarlayıcısı konumuna geçmiş oluyor. İlaç firmalarının dünya genelinde izlediği taktik aynı; sağlık bakanlıklarının pekçoğu ilaç firmalarıyla çıkar ilişkisi içinde olan “aşı danışma kurulu” üyeleri vasıtasıyla önerdiği yeni aşılar ulusal aşı takvimine alınıyor ve ülkenin çocuk-adölesan-yetişkin ve yaşlılar için oluşturulan takvimlerindeki aşılar tüm nüfusa uygulanıyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2013 raporuna göre:

  • aşıların global pazar payı 2000 yılında 5 milyar dolardan, 2013’te 24 milyar dolara ulaşmış durumda.
  • 2025 itibariyle global aşı pazarının 100 MİLYAR dolara ulaşması bekleniyor.
  • Şu anda geliştirilmekte olan 120’nin üzerinde yeni aşı var!
  • Bunlardan 60’ı Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için önem taşıyor.

Raporun bu verilerden çıkarımı,

a) aşıların ilaç endüstrisinin motoru haline gelmiş olduğu;

b) İlaç endüstrisi içinde aşıların statüsünün değişmiş olduğu;

c) Aşılar için yeni br iş modelinin ortaya çıkmakta olduğu.

Rapora göre yeni ve daha pahalı aşılar herzamankinden daha süratle piyasaya çıkıyor, aşı geliştirme işine herzamankinden çok daha fazla pay ayırıyor ilaç firmaları.

Dünya genelinde aşı pastasından en büyük payı alan firmalar şunlar:

Screenshot from 2014-01-27 19:47:57

2012’nin ilk yarısında en fazla gelir getiren aşıları görelim:

Screenshot from 2014-01-27 19:52:34

Screenshot from 2014-01-27 19:53:40

Gelişmekte olan ülkelerdeki yeni trend‘in aşı satışlarındaki etkisini incelemişler; daha aktif pazarlama sağlanan ülkeler arasında Türkiye‘nin adını görüyoruz ve bakın tam olarak ne deniyor bu raporda:

“Meksika, Brezilya, TÜRKİYE, Endonezya, Rusya, Çin ve Hindistan ‘çok uluslu şirketler’ [MNC] için en öncelikli konumdadır”!!!

Screenshot from 2014-01-27 20:04:34

[MNC – Multi National Companies]

Türkiye’nin de aralarında buunduğu bu ülkelerde yeni ve innovatif aşılar için geniş çaplı ruhsatlandırma çalışmalarına geçilmiş [yeni su çiçeği, meningokok ve pnömokok aşılarını hatırlayalım lütfen] ve bu ülkelerde ilaç sanayii satış gücü(!) ile çok uluslu şirket temsilcilerinin(!) varlığı arttırılmış, yani “pharma-benzeri modele’e geçilmiş!

Birleşmiş Milletlerin Pazarı UNICEF ve PAHO‘dan soruluyor ve son 10 yılda “spectacular” (muazzam) bir artış yaşandığından söz ediliyor. Ve tabii polio ve kızamık aşılarının ismi geçerken bu artışı sağlayan faktörler arasında kimi görüyoruz bizzat? Elbette elinde aşı enjektörüyle Bill Gates‘i!!

Screenshot from 2014-01-27 20:15:48

Bu noktada Mehtap’ın “aşı firmalarının tek müşterisi devletlerdir” savının yanlışlığını da, BM gibi devletlerüstü kuruluşların aşılama çalışmlarındaki mevcudiyetiyle göstermiş oluyoruz.

Amerika’da ve dünyada bu “iş” nasıl yürüyor, hakikaten Mehtap’ın iddia ettiği gibi ilaç firmaları aşılardan yatırım yapmayı gerektirmeyecek kadar az mı kar ediyor yine bu rapordan görelim:

Screenshot from 2014-01-27 20:23:12

Global ilaç pazarının sadece %2’sini oluşturuyor aşılar, ancak ilaç pazarında yılda %5-7‘lik bir artış görülürlen, aşılarda büyüme hızı yine “spectacular” boyutta: %10-15!

Ve yine, gebelikten başlayıp doğumdan itibaren tutulan aşı bombardımanıyla çocuklarda “spectacular” boyutta artış gösteren başka şeyler görüyoruz; kronik hastalıklar, otoimmün hastalıklar, otizm gibi. Aşılarla yarattıkları hayat boyu tedavi anlamına gelen bu hastalıklar için de elbette yine bu firmaların ilaçlarını kullanıyoruz. “Spectacular” bir iş planı bu hakikaten!

Peki ilaç endüstrisi apolejistliğine soyunan Mehtap ne diyordu bize, hatırlayalım?

“Asagidaki yorumunuzda, ilac firmalari ve kar oranlarindan bahsediyorsunuz. Ona buradan birsey demek istiyorum. Aslinda ilac firmalarinin asilardan hic de kar etmediklerini okuyunca sasiracaksiniz. Bu firmalar daha cok kalp rahatsizliklari, stres gibi ilaclardan zengin oluyorlar. Asi onlar icin en karsiz is. Cunku cok sıkı kontrolden gecmeleri, cok yuksek maliyetli calismalar yapmalari gerekiyor. En iyi musterileri, hatta tek musterileri de devletler. Devletler de pazarlik yaparak, cok ucuza aliyor bu asilari. Isin kotusu bu firmalarin “hayir asi uretmeyecegiz” deme sanslari da yok. Derlerse ellerinden lisanslari aliniyor. Acikcasi yillarca bu “kar” konusmalarina inanmistim ben de. Daha 4-5 ay once tesadufen arastirdim ve gercegi ogrendim. Bu firmalarin kar/zarar raporlari “public”dir. Bakabilirsiniz. Sadece grip asisi ilk ciktiginda kardan bahsedilebilir. Bir de su Prevnar asisini hic gozum tutmuyor. O da zaten yeni bir asi 🙂 Neyse bu da detayli bir konu. “

Mehtap’a DSÖ’nün bu raporunu iyice bir incelemesini öneriyoruz! Yasal kovuşturmaya uğramayacaklarını bildikleri, Amerikan hükümeti tarafından “unavoidably unsafe” kategorisine alınan aşılarının güvenliği için hakikaten ne kadar sıkı çalışmak zorunda kaldıklarını da yazının ilerleyen bölümlerindeki örneklerden göreceğiz.

Tekrar CDC’ye dönecek olursak, 2003’te Amerikan kongresi altkomisyonu 4 aylık bir inceleme yürütüyor ve CDC’nin aşı önerme örüntüsünde bir dizi problemin yanısıra, bu devlet kurumunun danışma kurulunda görevli kişiler ile ilaç endüstrisi arasında oldukça yakın ilişkiler saptıyor.

Aşı danışma kurulunda (ACIP) görevli kişiler ilaç firmaları ile ‘aşı patenti paylaşımı, aşı firmasında hissedar olma, araştırma için alınan ödemeler, aşı deneyi gözlemleme maksadıyla para alma ve çalıştıkları akademilere fon alma’ yoluyla ilişki içindeler.

Ve hatta CDC’nin bizzat aşı işinde olduğunu öğreniyoruz bu soruşturmadan. 1980’de meclisten geçen bir kanunla CDC’nin ilaç firmaları ve bir de üniversite ile aşı veya aşıyla ilgili ürünleri kapsayan tam 28 lisans anlaşması yaptığı, ayrıca devam etmekte olan 8 yeni aşı geliştirme çalışmasına katkıda bulunduğu anlaşılıyor.

CDC’nin SmithKline Beecham [şimdiki adı GSK] firması ile birlikte bizzat geliştirilmesinde rol oynadığı, 1999’da 12 kişilik danışma kurulundan 6‘sının bu firmayla çıkar ilişkisi varken onayladığı(!) ve 18 ay içinde 1.4 milyon kişiye vurulan “lyme disease” (kene ısığına bağlı bir otoimmün hastalık) aşısı 2002 şubatında firma tarafından geri çekiliyor! Firma bu karar için LYMERIX adlı aşının satışının yaptıkları yatırımı karşılamadığı(!) gerekçesini ileri sürüyor.

Peki soruyoruz, Amerika’da bugün 30 milyon kişi olarak açıklanan “lyme disease” hastalığını “önleyecek” bu hayat kurtaran aşıyı yeterince kar etmedikleri gerekçesiyle piyasadan çekmelerine CDC neden izin vermiş?! Halk sağlığı probleminden sayılmıyor mu bu? Hani firmalar öyle canları isteyince aşı üretmiyoruz diyemiyorlardı, halkın sağlığı için(!) çalışıyorlardı? Demek ki neymiş, sadece kar getireceği kesin(!) olan hastalıklar için aşı üretmeye bakılmalıymış!! Halk sağlığı da bir yere kadarmış!

Şimdi işin gerçeğine bakalım, GSK bu aşıyı tam olarak niye çekmiş piyasadan. CDC’nin “uzmanaşı danışma kurulunun, devletin Gıda ve İlaç Dairesi’nin (FDA) “güvenli” ve “etkili” olduğuna dair onay verip ruhsatlandırdığı, CDC ile ortaklaşa çıkarılan bu aşı, piyasaya çıkışından sadece 18 ay gibi bir süre geçmesine rağmen nasıl oluyorsa(!) 640 acil yatışı, 34 hayati tehlike oluşturan reaksiyon, 77 hastane yatışı, 198 sakatlık/özür ve 6 da ölüm bildiriminin gelmesine sebep olmuş VAERS’e! Hani CDC ve FDA’in oluşan aşı yan etkilerin sadece %1 ila %10′unun bildirildiğini ikrar ettiği aşı sonrası istenmeyen etki bildirim sistemi bu. Baktılar fazlasıyla insan öldürüyorlar bu “güvenli” aşılarıyla, olay daha fazla büyümeden çekiveriyorlar aşılarını piyasadan.

Raporda üstelik CDC’nin aşı danışma kurulu tarafından bu şekilde onaylanıp, daha sonra yarattığı sakatlık ve ölümlerden dolayı geri çekilen başka aşıların da olduğunu söylüyor. Bunlardan sanırım en iyi bilineni bebeklerde bağırsak düğümlenmesi ve ölüme yol açtığı gerekçesiyle toplatılan RotaShield aşısı, ki sonra gayet uygun bir şekilde, bizzat aşı danışma kurulu üyesi görevindeyken(!), patentini paylaştığı(!) aşının takvime alındığı Paul Offit‘in güzide rotavirüsü aşısı, RotaTeq Amerika ve global pazarda yerini alıyor.

1998’de Rotashield’e onay veren CDC aşı danışma kurulundaki 8 üyeden 4‘ünün bu aşının farklı versiyonlarını üreten ilaç firmalarıyla finansal bağlantısı var.

Bunlardan Paul Offit’in içinde bulunduğu çıkar çatışması (conflict of interest) daha bariz olamazdı herhalde!

Rotavirüsü aşısını ulusal takvime alan kurulun üyesi ve bir yandan da aşıyı geliştirmek için Merck’ten 350.000 dolar hibe almış, patentin ortağı ve bir de üzerine ülkeyi dolaşıp hekimlere aşıların nasıl zararsız olduğu konusunda eğitim veriyor!

Merck ayrıca, aşı konusunda aşırı üretken bir yazar olan Dr. Paul Offit’in “What Every Parent Should Know About Vaccines” (Aşılar Hakkında Her Ebeveynin Bilmesi Gerekenler) adındaki kitabını topluca satın alıp hem Amerika hem de yurtdışındaki doktorlara dağıtımını sağlıyor! Doktorlara giden kopyaya bir de mektup iliştiriyor Merck, “Merck Aşı Departmanı, ‘What Every Parent Should Know About Vaccines” adlı bu yeni kitabı size ulaştırmış olmaktan memnuniyet duyar.” diye. Mektupta ayrıca şöyle diyor Merck:

“Yazarlar kitabı anne-babaların aşılar hakkındaki çekincelerini ve sorularını yanıtlayacak ve bazen medyada aşılarla ilgili yer alan yanlış bilgileri çürütecek şekilde tasarlanmıştır.”

Yine Mehtap’tan gelsin: “Vay be!” Doktorlara bebeklerinin sağlığı ve güvenliği ile ilgili soracakları sorulara alacakları cevapları ilaç firmasına çalışan bir “doktor” hazırlayıp veriyor!

Kitabın liste fiyatı 14.95 dolar. Acaba kaç kopya satın aldı Merck bu PR kampanyaları için!

Kongre araştırması sırasında ayrıca danışma kurulunun başkanlığını yürüten hekimle ilgili de çıkar çatışması sözkonusu. Darthmouth Tıp Fakültesi’nde profesör, Dr. John Modlin, Merck’ün 26.000 dolarlık hissesinin sahibi.

2003’te Dr Modlin elindeki Merck hisselerini sattığını(!) ama kısa süre önce Merck’ün klinik aşı deneylerini denetlemek üzere kurulan bir komitenin başkanlığını kabul ettiğini(!) belirtiyor!

Mehtap da ne diyordu bize, “çok sıkı denetimlerden geçiyor bu firmalar”! Evet hakikaten, oldukça “sıkı-fıkı” gözüküyor denetimler.

Allah’tan Mehtap Amerika’da yaşamış da bize birinci elden(!) teminatlar veriyor, yoksa biz bu duyduklarımızı nasıl yorumlamamız gerektiğini bilemeyecek, komplo teorilerine inanacaktık!

Aşı Danışma Kurulu (ACIP)’in toplantı tutanakları inceleniyor ve bazı toplantılarda kurulun yarısının aşı üreticileriyle ilişkisi bulunduğu görülüyor.

Örneğin 2002’deki bir toplantıda kuruldaki 11 üyenin 4’ü Wyeth, GlaxoSmithKline, Merck, Pfizer, Aventis Pasteur ve Bayer’le çıkar ilişkisi beyanında bulunuyor! Bu 4 kişiden 2’si aşı araştırmaları/çalışmaları veya aşı deneyleri(!!) yürütüyor, 1 üye de aşı patentine ortak!

Aşılar hakkında karar alıcı merci, Türkiye’deki karar alıcıların ağzına baktığı CDC, nasıl oluyor da böylesi büyük ihlallere göz yumabiliyor? Aynı CDC’nin aşılarla otizm arasındaki bağlantının örtbas edilmesi için sipariş ettiği çalışmaları yürütenlerin de benzer menfaat ilişkileri bulunduğunu biliyoruz. Üstelik CDC kalkıp kendi onayladığı, takvime soktuğu ve mecburi tuttuğu bu “hayat kurtaran” aşıların bizzat otizme yol açtığını kabul ve ikrar edecek değil herhalde?! Suçu işleyen kişi aynı zamanda davadaki hakimse, bu mahkemeden adil bir karar çıkması beklenebilir mi?

“Aşıları biz onayladık takvime aldık, thimerosal’un (cıva) kümülatif etkisini hesaplamadık, otizm oranları bir jenerasyonda %6000 arttı, 5000’den fazla aile tazminat için kapıda bekliyor, şimdi Danimarka’ya, Kanada’ya, İngiltere’ye thimerosal’u araştıran çalışmalar sipariş ettik, baktıık baktıık bu kusurlu(!) sipariş çalışmalara, bir türlü kendimizi suçlu gösterecek kanıt bulamadık?!

Şaşılacak şey hakikaten?!

Ne diyordu Mehtap?

“Nitekim ne cdc’yi savundum ne de en guvenilir bilimsel kaynak olarak gosterdim. . . . Gene de cdc’nin, vaccinetruth.org, vaccinecouncil.org gibi sitelerle kiyaslanmasinin bile mumkun olmadigini dusunuyorum. “

Hakikaten, bu sitelerde yazan doktorların, anne-babaların ne aşı patentleri var, ne ilaç firmalarından hisse sahibi insanlardan oluşuyor. Bence de, “conflict of interest, “confirmation bias” ve bilimsel verilerin tarafsız incelenmesi bakımından kıyas kabul etmezler! Güzel bir tez konusu olur CDC’nin aşı politikalarındaki çıkar çatışmaları, hukuksuzluklar, veri/istatistik çarpıtma yoluyla bilimsel sahtekarlıklar… Amerika’yı gayet iyi bildiği iddiasındaki arkadaşlar bir çalışsın üzerinde bu konunun.

Çıkar çatışması dizisine diğer bir iki örnekle devam edelim…

CDC’nin bir önceki dönem başkanlığını yürütmüş olan Julie Gerberding, görevinden ayrılır ayrılmaz 2010’da MERCK aşı departmanının başına geçiyor.

Kim mi bu Merck? CDC’nin takvime aldığı 17(!) pediyatrik aşıdan 14‘ünü, yetişkinlere önerdiği 10 aşıdan 9‘unu üreten firma!

Bu arada anne-babalar, Amerikan hükümeti ‘ilaç firmaları tazminat ödemek zorunda kalmasınlar’ diye 1986’da yasal olarak “kaçınılmaz olarak güvenli olmayan tıbbi ilaç” kategorisine aldıktan hemen sonra exponantal hızda takvime eklenen bu aşıların gerekliliğini ve güvenliğini sorgularken, Merck’ün bir başka adamı, Offit, aşı danışma kurulundan çıkıp insanlara, endişeye mahal yok, vitaminlerden bile daha güvenlidir bu aşılar, aynı anda bebeğiniz 10.000’ini güvenle olabilir, siz neden bahsediyorsunuz, uzman biziz burada, bizi dinleyeceksiniz, öyle felsefi ret, dini ret filan da yok! diyor. Ne güzel “sistem” ama?!

Tabii bu arada yeni ilaç üretmekte sıkıntıya düşen ve önceki ilaçlarının patentleri de sonlanmakta olan ilaç firmaları canla başla çalışıp birbirinden nadide hastalıklar için ülkelerin ulusal takvimlerine eklenecek birbirinden güvenli(!) aşılar üretmeye ağırlık vermesinler de ne yapsınlar, değil mi? Bunlar da birer şirket sonuçta, kar oranlarını düşünmeleri lazım. Zaten bu aşı patentlerinin süresi ilaçlardaki gibi 20 seneyle de sınırlı değil, bir takvime alabildik mi onyıllarca rahatız demektir. Sadece Amerika’da yılda 4 milyon canlı doğum var, bir düşünün! Hem nasılsa öldürdükleri veya sakat bıraktıkları insanlar doğrudan şirketi dava da edemiyor, neredeyse tam “bağışıklık”ları var tazminat davalarına, hele ki pandemik aşılarda (H1N1/domuz gribi) olduğu gibi ‘mutlak koruma’ sağlamış devlet ve zaten Türkiye gibi bir ülkedeysen bırak tazminatı hiçbir şekilde ispat dahi edemiyorsun aşıdan öldüğünü, sakatlandığını… Ben olsam ben de üretirim bir aşı, hazır global çapta “esir” bir pazara sahipsin, beşikten mezara kadar aşılamazsak herkesi doz doz, büyük hata olur hakikaten. Bir de motif bulmalıyız bu çılgınlığa yalnız, adına “sürü bağışıklığı” der çıkarız işin içinden.

Kendisinden önceki pekçok örneği takip ederek devletten özel sektöre yatay geçişini yapan Gerberding’in karnesine biraz daha yakından bakalım.

2009’da Gerberding’in döneminde CDC’den H1N1 (domuz gribi) “pandemi”siyle ilgili oldukça abartılmış yanlış bilgilendirmeler geldiğine dünya kamuoyu şahit oldu [Mehtap hariç]. CDC, Amerika’daki herkesin bu yeni, yan etkileri test edilmemiş aşıyı olmasını istedi. CDC’nin Amerika’da görüldüğünü iddia ettiği domuz gribi vakalarından örnekler istendiğinde reddetti, bilgiye erişim olanağını engelledi. H1N1 aşılarının bugün artık Narkolepsi‘ye yol açtığı biliniyor; İrlanda, İsveç, Finladiya gibi ülkeler bu aşıları olmuş ve Narkolepsi geçirmiş çocuk ve gençlere tazminat ödemiş durumda.

Peki halkımız, 2009’dan beri mevsimsel grip aşılarının aynı H1N1 virüsünü ihtiva ettiğini biliyor mu? Tahminim, hayır! Amerikan CDC kurumu bu mevsimsel grip aşılarını gebeler ve 6 aylık bebekler de dahil olmak üzere tüm yaş gruplarına her sene alınmak kaydıyla öneriyor. Ve şimdi öğreniyoruz ki, bizim sağlık bakanlığımız da artık bu H1N1 ihtivalı mevsimsel grip aşılarını gebelere önermeye başlayacak.

CDC, Gerberding döneminde H1N1 aşıları dolayısıyla yaşanan düşüklerle ilgili verilere erişimi de engellerken, bir yandan da gebelerin toplumda aşıyı ilk olması gerekenler olduğunda ısrar ediyor. Oysa aşıların ürün bilgisinde aşının gebelerde güvenlik profilinin bilinmediği yazıyor! Ancak aşı uygulamaya giriyor ve aşılama sonrası 3.500’ten fazla düşük yaşanıyor.

Merck’ün şu anda kullanımda olan belki de en tehlikeli aşı GARDASIL‘e gelelim. Yalnız Amerika’da binlerce ağır nörolojik istenmeyen etki ve 100’e yakın da ölüm bildirimi var sicilinde. Oysa CDC ve FDA halen daha bu yan etkileri ciddiye almadan 9 yaşından itibaren kız VE erkek çocuklara önermeye devam ediyor bu aşıyı.

Gerberding’in Amerikan Kongresi’ne sunduğu 2004 tarihli ‘Prevention of Genital Human Papillomavirus Infection’ (İnsan Genital Papilloma Virüsü Enfeksiyonu) başlıklı raporu bu şaibeli aşının onay almasında önemli rol oynuyor. Tabii kendisinin bu çalışmaları gelecekteki işvereni Merck’e milyarlarca dolar karı garantilemiş oluyor.

Gerberding aynı zamanda aşılardaki thimerosal adlı cıva türevinin de yılmaz savunucularından. Cıvayla ilgili tartışmaların en yoğun olduğu kendi döneminde aşılar ve otizm arasındaki bağlantıyı ısrarla reddetmesiyle ünlü.

Belli ki Gerberding’in ajandasında aşı güvenliği üst sırada yer almıyor. Bu durumda Merck’ün de aşı departmanının başına neden kendisini tercih ettiği daha anlaşılır hale geliyordur herhalde.

Amerika’da sadece CDC ve FDA değil tabii endüstrinin yatağını ısıtan. Mehtap’ın bahsettiği şu “dağ gibi” bilimsel çalışmaların çoğu Sağlık Bakanlığına bağlı Ulusal Sağlık Enstitüsü‘nden [National Institutes of Health) çıkıyor. Sonra bakıyorsunuz, eski USE başkanı da ilaç firmasına kaçıveriyor.

Eski USE başkanı Elias Zerhouni şimdi Sanofi-Aventis‘in araştırma laboratuvarlarının müdürü.

Sanofi’nin websitesinden kendisinin ihtişamlı kariyeri hakkında bilgi alalım:

Cezayir asıllı hekim John Hopkins Üniversitesi’nde Radyoloji ve Biyomedikal Mühendislik profesörü ve üstdüzey danışmanlık hizmeti veriyor hastaneye. 2002-2008 arasında Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nde başkanlık görevini yürütmüş. 200 yayını var, 8 adet patent sahibi ve 5 ticari şirketin kurucusu. Dr Zerhouni, Bill and Melinda Gates Vakfı‘nın Global Sağlık Programı‘nın da yöneticilerinden.

Forbes Magazine dergisinde de belirtildiği gibi doktorumuz şaibe ve çıkar çatışması konularına hiç yabancı değil.

2003’te kendi yönetimi altındaken USE oldukça ağır suçlamalara maruz kalıyor; kurumun bünyesindeki yüzlerce bilimadamının ilaç ve sağlık endüstrisiyle finansal ilişkisi olduğu ortaya çıkıyor.

USE’nin 2004’te yayınladığı bir makaleye göre USE’deki kurallar ve denetim öylesine gevşek ki bünyesindeki 100’ün üzerinde bilimadamının endüstriyle bağlantılı çalışmaları için başvuruları onaylanmış.

Bunlardan birinde mesela, akademisyen bir bilimadamının finansal bağı olduğu bir terapi yönteminden bir kişi hayatını kaybetmiş.

Ancak Zerhouni tüm bunlara rağmen kongreyi, USE’de çalışanların dışarıya iş yapmalarını yasaklamamaları konusunda ikna etmeyi başarmış, çıkar çatışmasıyla ilgili kısıtlamalar sadece üst düzey yöntecilere uygun görülmüş.

Dünyanın en önde gelen araştırma merkezlerinden birinden bahsediyoruz burada. Hayati önem taşıyan konularda yapılacak tüm araştırma-geliştirme çalışmalarına fon sağlayan kuruluştan ve endüstriyle ensest ilişkisinden. Aşılar da dahil olmak üzere endüstrinin çıkarına ters düşecek “gerçek” bilimsel araştırmaların neden yapılmadığnı, doğruyu yapmak isteyen araştırmacıların neden fon alamadığını zannediyorsam daha iyi anlıyoruzdur artık.

Amerikan devleti ve ilaç sanayii arasındaki ilişkilere birkaç örnek daha:

Amerikan Kanser Cemiyeti (American Cancer Society), hem mamografi ekipmanı üreticileri hem de kanser ilacı üreten firmalarla yakın finansal ilişki içinde. Diğer çıkar çatışması yaratacak ilişkileri arasında pestisit, petrokimya, biyoteknoloji, kozmetik ve junk food endüstrileri ile bağlar ve aldıkları finansal destek sayılabilir. Bir dakika! Ürünleri kansere neden olan endüstirilerin ta kendisi değil mi bunlar?!

İlaç şirketleri ilaçlarını onaylatmak için FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi)’ne milyon dolarlık ödemelerde bulunuyor. FDA çalışanları elbette bu tip bir sıcak para akışının daha yüksek maaş anlamına geleceğinin ve kurumlarının bütçesinin yüzünün güleceğinin farkında. Yeri gelmişken, örneğin FDA’in bölüm şeflerinden Margaret Hamburg‘un önceki görevinin Amerika’nın en büyük amalgam dolgu üreticisi, Henry Schein, Inc olduğunu belirtelim.

Ne diyorduk bu tarz ilişkiler ağına Amerika’daki, ‘revolving-door policy’ mi? Devlet ve endüstri arasındaki koca bir döner kapı var. Mehtap daha iyi bilir tabii ancak şu araştırmadan FDA ve MONSANTO [hani Bill Gates’in de hissedarı olduğu] arasında fırıldak gibi dönen kapıya dair oldukça çarpıcı bilgilere ulaşabilir.

Kitle aşılama programlarının mimarisine baktığımızda tabii buradaki altyapının da bu tarz çıkar ilişkilerinden geçilmediğini görüyoruz, zira aşı konusunda karar alıcı konumdaki kişiler aynı zamanda hem aşıların promosyonundan hem de güvenlik kontrolünden sorumlu.

Aşı endüstrisi, Amerikan Pediyatri Akademisi (American Academy of Pediatrics / AAPS)’ın sponsorluğunda gerçekleştirilen konferanslar, bilimsel çalışmalara verilen fonlar ve tıbbi eğitim derslerine milyonlar yatırıyor. Hatta akademinin merkez binasının inşasında da esirgememişler yardımlarını.

Başkan Obama’nın ABD Ulusal Güvenlik Bakanlığı için adayı, devlete şarbon aşıları ve biyo-savunma araştırmaları için daha fazla para ayrılması yönünde lobi faaliyetlerinde bulunan bir ilaç firmasının başdanışmanlığı yapmış Dr. Tara O’Toole’dur mesela.

İlaç firmalarının Amerikan devleti ve bizzat tıp üzerindeki etkisini ve gücünü gösteren daha sayısız örnek var. Amerikan halkı da yavaş yavaş bu bilgilerden haberdar oluyor ve ilaç firmalarının son yıllarda gittikçe artan eleştirilere karşı özellikle internette bu denli büyük dezenformasyon, karalama kampanyalarına yönelmeleri, ismi cismi belirsiz birtakım tetikçilerin her forum alanında boy göstermeleri, Bill Gates’in aşı karşıtı grup tespitine yarayan programlar geliştirmesi boşuna değil elbet. Kaybedecek çok şeyleri var, ancak gerçeklerin ortaya çıkmasını henüz engelleyebilmiş değiller.

Amerika’da CDC, FDA, ACIP ve diğer sağlık kuruluşlarının menfaat ilişkilerini, konuyla ilgili yürürlükteki yasaların ne dediğini daha derinlemesine incelemek isteyenler şu kaynaktan faydalanabilirler.

İNGİLTERE

British Columbia Üniversitesi (UBC), Oftalmoloji Fakültesi, Görsel Bilimler, Deneysel Tıp ve Nörobilim dalında uzman Dr. Chris Shaw ve meslektaşı Dr. Lucija Tomljenovic, İnorganik Biyokimya Dergisi‘nde yayınladıkları bir makalede, devlette çalışan uzmanların aşılarla ilgili tehlikeleri uzun zamandır bildiklerini ortaya çıkarıyor. Yaptıkları incelemelerle, İngiltere’de sağlık bakanlığının aşı komisyonları ve ilaç endüstrisi bağları olan bağımsız tıp ‘uzmanları’nın katıldığı resmi toplantı kayıtlarından yola çıkarak 30 yıllık bir skandalı ortaya çıkarmış oluyorlar.

Bilgiye Erişim Özgürlüğü Yasası kapsamında CDC’den aşıların tehlikeleri ile ilgili bildiklerini ortaya çıkarmak üzere bilgi talep edilmiş bu otizmli evlat sahibi hekim baba tarafından ve kanunen CDC’nin 20 gün içerisinde istenen bilgileri sunması gerekirken talebi yerine getirmemişler ve aradan yaklaşık 7 yıl geçtikten sonra hakim kararıyla CDC 30 Eylül 2011’de talep edilen belgeleri vermek zorunda kalmış. Burada sözü edilen çalışmada da işte bu belgelerden faydalanılmış.

Makale oldukça geniş yankı uyandırıyor dünyada. Hatta BC Üniversitesi konuyla ilgili daha fazla eleştirel düşünebilmesi ve konunun tartışılabilmesi için aşı güvenliği ile ilgili sempozyum düzenliyor. Ancak bu girişime tepki pek hoş olmuyor, üniversite profesörlerinden bir kısmı böyle bir toplantı düzenlenmiş olmasından bile rahatsız oluyor. Aşılara karşı herhangi bir muhalif sese dahi tahammüsüzlük ve çıkacak sesleri bastırma girişimi, aşıların potansiyel tehlikelerini değerlendirmeye alacak kadar dahi açık fikirli olmama ne denli tutucu ve bağnaz bir camiada bilimsel gerçeklere el yordamıyla ulaşmaya çalıştığımızı gösteriyor aslında. Makale yazarlarının araştırmalarının büyük bölümü doğrudan ilaç firmaları sponsorluğunda yürütülmüş çalışmalara dayanıyor. Artık uyanmamız ve gözümüzün önündeki birtakım bağlantıları yapabilmemiz lazım. İşte hakemli dergide yayınlanmış bu makaleden bir alıntı:

Salt “resmi” aşılama programına riayet etsinler diye ebeveynlerden kasıtlı olarak bilgi saklanması, mesleki ahlak kurallarına aykırı davranma veyahut da görevi kötüye kullanma olarak düşünülebilir. İngiltere Sağlık Bakanlığı ve Aşı ve Bağışıklama Ortak Komitesi‘nden elde edilen resmi belgeler, İngiliz sağlık yetkililerinin salt ulusal aşı programını korumak maksadıyla son 30 yıldır bu tip faaliyetlerde bulunduğunu gösteriyor(1).

Bu belgeler aşıların işe yaramadığını ve korusun diye uygulandığı hastalığa bizzat yol açtığını gösteriyor. Bunun yanısıra, devlette çalışan ‘uzman’ların bilgi gizlemeye yönelik faaliyetleri bilimsel sahtecilik kapsamına giriyor. 45 sayfadan oluşan makale 2011 yılında yayınlanıyor ve BSEM bilim konferansında sunumu yapılıyor(2). Bu belgelerde İngiltere’de uygulanan tekli kızamık aşısının yol açtığı SSPE vakalarının devlet tarafından nasıl örtbas edilmeye çalışıldığı anlatılıyor.

Burada sizlere JCVI‘nın (Aşı ve Bağışıklama Ortak Komitesi‘nin) aşıların ağır yan etkileri ve kontraendikasyonlarını gösteren son derece önemli verileri, “sürü bağışıklığı” (toplum bağışıklığı) denilen, ancak ileride açıklanacağı üzere genel yerleşik kanının aksine sağlam bilimsel delillere dayanmayan bir konsept için elzem gördükleri genel aşılanma oranlarına ulaşmak adına gerek anne-babalardan gerekse de sağlık çalışanlarından rutin şekilde gizleme çabalarını ortaya koyan belgeleri göstermek istiyorum. JCVI ve Sağlık Bakanlığı’nın teşvik ettiği bu aşılama politikası sonucu pekçok çocuk, ebeveynlerine, JCVI’nın tamamen bilgisi dahilinde olduğu anlaşılan aşıların kanıtlanmış ağır yan etkilerine dair herhangi bir bilgilendirme yapılmadan aşılanmıştır. Buradan ayrıca anlaşılıyor ki, bu bilgilerin gizlenmesi ile JCVI/SB, aşılanma konusunda bireylerin aydınlatılmış rıza hakkını yok saymıştır. Bunu yaparak, JCVI/Sağlık Bakanlığı aynı zamanda Uluslararası Tıp Etiği Kuralları’nı da çiğnemiştir. – Dr. Lucija Tomljenovic (1)

Dr. Tomljenovic sunumunda ayrıca devletin oluşturduğu bu komitede görev alan üyelerle aşı üreten ilaç firmaları arasındaki bağlantılara dair kanıtlara yer veriyor.

JCVI toplantılarının transkripteri (deşifre metinleri) ayrıca bazı komite üyelerinin ilaç firmaları ile derin ilişki içinde olduğunu ve JCVI’nın sıklıkla aşılama hız ve oranlarını arttırmak üzere üreticilerle birlikte strateji geliştirdiklerini ortaya koyuyor. Bu tip şaibeli konuların tartışıldığı toplantıların kamuoyuna duyurulmaması kaydıyla yapıldığı, toplantı tutanaklarına ancak daha sonra Bilgiye Erişim Özgürlüğü Yasası kapsamında erişilebilmesinden anlaşılıyor. Bu toplantılar ele geçirilen transkriptlerde “gizli ticaret” olarak işaretlenmiş ve metinden birtakım bilgilerin (katılımcıların isimlerinin) silinmiş olması da ortada açık ve çok rahatsızlık verici bir şeffalık sorunu olduğunu gösteriyor. – Dr. Lucija Tomljenovic (1)

Belgelerde ayrıca aşılamaya karşı güçlü kanıtlar ortaya konulduğunda bunların Aşı ve Bağışıklama Ortak Komitesi’nce tamamen göz ardı edildiğini gösteriyor. Dahası komite sürekli olarak bağımsız araştırmaları değerlendirme dışı bırakıp aşılarla ilgili endişeri önemsiz diyerek değerlendirmeye almazken, diğer yandan da aşıların faydalarını şişirdikçe şişiriyor. Ruhsatı nasıl olsa verilir diyerek güvenlik ve etkinliği soru işaretleri taşıyan bir aşının rutin çocuk aşıları programına ne şekilde yerleştireceğine dair oturup plan yapıyorlar. Tüm bunlar JCVI’nın kendi iş ahlakı tüzüğüne aykırı şekilde yapılıyor.

Alternatif medya kaynakları aşılar ve potansiyel tehlikeleri konusunda farkındalık yaratmaya devam ediyorlar. Düzenin bu sorunlu koşullarına rağmen, çok çeşitli kaynaklardan bilginin tamamına yönelik araştırma yürüten tüm biliminsanlarına teşekkür borcumuz var. Bu hekimler ve araştırmacılar sayesinde aşılarla ilgili gerçekler tüm dünyaya yayılmaya devam ediyor.

TÜRKİYE

Peki bizim ülkemizde aşılarla ilgili ‘uzman’larımız ne tür çalışmalar yapıyor, tüm gelişmiş ülkelerde bulunan aşı danışma kurulundan bizde de var mı diye de merak etmiş olabilirsiniz. Evet var, Sağlık Bakanlığı bünyesinde 28 Ekim 2005 tarihinde kurulmuş ve o günden bu yana da düzenli olarak 2 senede bir İstanbul ve Ankara’da Ulusal Aşı Sempozyumları düzenleyen bir Aşı Çalışma Grubu var Türkiye’de. En son sempozyum 25-29 Eylül 2013 tarihleri arasında Sheraton Hotel & Convention Center’da yapıldı. Bu sempozyumlarda ise sunumları ağırlıklı olarak dünya devi İlaç/aşı firmaları yapıyor?!

Peki kimler yer alıyor bu grupta, ilaç firmaları ile herhangi bir bağlantıları var mı diye merak ediyoruz? Kendi açıklamalarına göre bu grupta konusunda uzman profesörler, doktorlar ve eczacılar var. Peki ama aralarında dünya devi ilaç ve aşı firmalarının temsilcilerinin tam olarak ne işi var? İngiltere ve Amerika başta olmak üzere FDA, CDC ve Dünya Sağlık Örgütü’nde dahi ayyuka çıkmış, devlet bürokrasisi ve ilaç endüstrisi arasındaki maddi çıkar ilişkisi, tıp etiğine aykırı uygulamalarda bulunan kamu sağlığı yetkililerinin bizde de bir karşılığı var mıdır acaba? Hangi aşıların ulusal aşı takvimine alınacağına ülkemizde karar veren bu kurulun üyelerinin ilaç firmaları ile herhangi bir maddi ilişki içinde olup olmadıklarını, katıldıkları toplantılardan herhangi bir konuşma üzreti alıp almadıkları, bilimsel araştırmalarının yine bu firmalar tarafından maddi olarak desteklenip desteklenmediğini en kısa zamanda resmi olarak açıklamaları gerekir.

Türkiye aşı çalışma kurulu üyelerinin listesini buradan görebilirsiniz. Ancak tanıtımlarında vurgu yapmamış olmalarına rağmen, 18 kişilik grupta görev yapan(!) tam 6 ilaç firması temsilcisi var:

  1. Dr. Tamer PEHLİVAN – Sanofi Pasteur Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi Tıp Direktörü – Hacettepe Üniversitesi mezunu
  2. Dr. Hamza ÖZDEMİR – Merck Sharp Dohme İlaçları Ltd. Şti. Aşılardan Sorumlu Medikal Müdür – Daha önce görev yaptığı yerler Keymen İlaç ve Sağlık Bakanlığı – Hacettepe Üniversitesi mezunu
  3. Ümit Yusuf KARAGÖZ – GlaxoSmithKline, Pazarlama Müdürü
  4. Egemen Özbilgili – Pfizer İlaçları Ltd.Şti. [Burada belirtilmemiş ancak kendisi Genel Cerrahi Uzmanı; aşılarla ilgili ne tür bir katkısı oluyor acaba bu kurulda?!]
  5. Serdar Altınel – Novartis Sağlık, Gıda ve Tarım Ürünleri San. ve Tic. A.Ş. Aşılardan Sorumlu Medikal Müdür
  6. Ecz. Duygu Yılmaz – Keymen İlaç Sanayi ve Ticaret Ltd.Şti. Pazarlama Müdürü

 

 

Screenshot from 2014-01-28 09:41:03

 

 

 

Screenshot from 2014-01-28 09:21:41

 

 

 

 

 

 

 

 

Screenshot from 2014-01-28 09:24:29Screenshot from 2014-01-28 09:35:39

DSÖ’nün raporunda belirtildiği üzere, aşı firmaları için en önemli pazar alanlarından biri olarak kendini gösteren ülkelerden Türkiye’de, hangi aşıların takvime alınacağına karar veren kurulun üyeleri arasında çok uluslu şirket temsilcilerin pazarlama kollarının nasıl aktif rol oynadığı açık. Sağlık Bakanlığımız ve bu komisyonun koordinatörü Prof. Dr. Mehmet Ceyhan bu konuda nasıl bir açıklama yapmak isterler acaba?

 

 

 

 

 

 

 

Screenshot from 2014-01-28 09:41:03