Aşağıdaki videoda endüstrinin bir numaralı sözcüsü, aşı [RotaTeq] milyarderi Dr. Offit’i herzamanki gibi yalan üzerine yalan sıralarken göreceksiniz.
Kendi kendini aşı, otizm uzmanı ilan etmiş, Amerika’da eyalet eyalet gezdirilip doktorlara, tıp talebelerine aşı hakkında ders veren bu pediyatrist nedense bir türlü canlı bir TV programında bir başka uzmanla tartışmaya yanaşmıyor 15 yıldır.
Bu defa sanal tartışma platformu yaratılmış; Dr. Boyd Haley, Offit’in sorulara [ezberden] verdiği yanıtları yorumluyor.
Bizim için en önemli noktalar:
1. HAYIR, cıva aşılardan tamamen çıkartılmış filan değil! Her zamanki gibi kelime oyunu yapıyorlar!
Aşı üretiminin son safhası olan, sıvıyı flakona koyup ağzını kapatma aşamasında koruyucu olarak eklenen son doz thimerosal artık eklenmiyor grip aşıları ve bir iki difteri-tetanoz aşısı dışında.
FAKAT, aşı üretim aşamasında thimerosal’u HALA kullanıyorlar bakteri, mantar vs üremesini engellemek için ve eskiden kullanılan oranın 10’da biri kadar olsa da, hala aşılarda CIVA MEVCUT.
2. Türkiye gibi ülkelere satılan özellikle Hepatit B aşılarında thimerosal zaten var, prospektüsü kontrol etmeden asla yaptırılmasına izin vermeyin.
Ve thimerosal’lı aşı üretimi de satışı da alımı ve kullanımı da kanunen yasaklanmış filan değil!
Amerika’da dahi salt daha ucuz diye bu cıvalı aşılar veriliyor HALA bazı yerlerde. Insert’ü kontrol edin.
3. Cıvanın toksik etkisi 1’ken, diyelim alüminyum, kurşun, kadmiyum gibi diğer metallerden biriyle dahi aynı ortamda bulunması durumunda etki 100’e çıkıyor!
Otizmli çocukların kanında anormal düzeyde hangi metaller bulunuyordu?? Kurşun, cıva, alminyum, kadmiyum, yanında bir de arsenik??
4. Dr. Haley cıvanın bağırsak, kalp ve damar zarlarında nasıl “geçirgenlik” yarattığını anlatıyor. Patlayan gıda alerjilerini, otoimmün hastalıkları, Alzheimer’sı, türlü bağırsak hastalıklarını düşünün…
5. Şayet çocuğunuza grip aşısı da dahil takvimde önerilen her aşıyı yaptırıyorsanız [Amerika’da], eskiye oranla daha az değil, 1985’teki cıva oranıyla AYNInı çocuğunuz alıyor, üstüne bir de alüminyum yükleniyor demektir. Aşı yalancılarının neden sürekli, “eh aşılardan cıvayı çıkarttık(!) ama otizm daha da arttı” kartının ardına sığınmaya çalıştığını ve bunun nasıl bir aldatmaca olduğunu umarım görebiliyoruzdur artık.
Her şey PR’dan ibaret. Bu insanlar bilim icra etmek, sizin ve çocuğunuzun sağlığını korumak için didinmiyorlar. Tıpkı politikacılar gibi demogoji, duygu sömürüsü ve YALANLARla insanların gözünü bağlıyorlar. Şimdi uyanmazsanız bir sonraki nesil için çok geç olacak!
Altyazıları göremiyorsanız, sağ alttaki CC kutucuğuna tıklayın lütfen.
Video transcriptini ise aşağıda görebilirsiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=zQR3qLSq55w
Aşılar . . .
Güvenli ve etkili midirler?
Dr. Paul Offit’in yanıtı EVET.
Dr. Boyd Haley’nin yanıtı ise HAYIR.Dr. Offit’e göre insanlığı yığınla enfeksiyonel hastalığın istilasından koruyan tek şey aşılar; evet, bazılarımız aşılardan zarar görüyor görmesine,ancak toplumun büyük çoğunluğu da hastalıktan korunmuş oluyor.
Dr. Haley, aşıların hastalıktan korumada hiç de etkili olmadığını, ve aynı zamanda, yürürlükteki ‘çocukluk çağı aşı programı’nın koca bir neslin özürlü hale getirilmesinin müsebbibi olduğunu söylüyor.
AŞILAR
Çağımızın en şaibeli tıbbi uygulaması hakkında sanal bir tartışma
Soru: Bir pediyatr olarak moleküler biyoloji olsun, beyin veya diğer benzer konular olsun bilginizi geliştirmek için bir çalışmanız olmuyor, öyle mi?
[Paul Offit, Tıp Hekimi, Ruhsatlı Aşı Mucidi, Philadelphia Çocuk Hastanesi Enfeksiyonel Hastalıkları Dalı Başkanı]
Diyelim kafa travması geçirmiş veya beyin hasarı oluşmuş bir çocuk başka bölüme sevk ediliyor, siz görmüyorsunuz, değil mi?
Dr. Offit: Hayır, ben burada enfeksiyonel hastalıkları ana bilim dalı başkanıyım. Biz burada, enfeksiyonel hastalıklar bölümünde; ağır, kronik, geçmeyen veya ne olduğu bilinmeyen enfeksiyonel bir hastalık nedeniyle hastaneye yatmış veya dışarıdan, çözümlenemediği için pediyatristi tarafından hastanemize sevkedilmiş çocuklara bakıyoruz.
Dr. Haley: Dr. Paul Offit gibi insanlarla ilgili asıl sorun şu; toksikoloji konusunda hiçbir(!) eğitimleri yok.
[Dr. Boyd Haley, PhD, Kentucky Üniversitesi, Kimya/Biyokimya Emeritus Profesörü]
Tıp hekimlerinin, vücuda belirli miktarda zerk edilecek ‘thimerosal’ (cıva) gibi zehirli bir kimyasalın toksik etkiye yol açıp açmayacağı hakkında yorum yapabilecek seviyede toksikoloji bilgisi yoktur. Bu değerlendirmeyi yapabilmek için gerekli eğitimleri yok bir kere.
Dr Offit: Aşıyla bir taşla iki kuş vuruyoruz bakın; doğal enfeksiyonun yaratacağı immün yanıtın aşağı yukarı aynını(!) oluşturduğumuz gibi, bunu bir de doğal enfeksiyondaki bedeli ödemek zorunda kalmadan yapmış oluyoruz.
Dr. Haley: Bu kesinlikle doğru değil.
Hastalığı doğal yoldan kapıp geçirdiğinizde oluşan immün yanıtla aşının oluşturduğu immün yanıt arasında büyük(!) fark var.
Misal olarak, kızamık aşısı oldunuz diyelim, aynen kızamık kapabiliyorsunuz, insanlar bunu yaşıyor.
Kızamığı doğal yoldan geçirdiniz diyelim, bir daha kızamığa yakalanma ihtimaliniz yok.
Dr. Offit: Bir taşla iki kuş; kızamık virüsüyle bir daha karşılaştığınızda size koruma sağlayacak immün yanıtı oluşturuyorsunuz, fakat doğal kızamık enfeksiyonunun bazen pahalıya mal olabilen bedelini(!) ödemek zorunda değilsiniz.
Dr. Haley: Çoğu Amerikalının inanmak istediği senaryo tabii bu; ancak gelin görün ki, Amerika Birleşik Devletleri olarak dünyanın en erken, en sık ve en fazla sayıda hastalığa karşı aşı uygulayan ülkesi olmamıza rağmen,
en modern 43 dünya ülkesi arasında en yüksek yenidoğan ölüm oranına sahip ülkeyiz.
Çocuklarımızı koruma başarısında nal toplamış, en geride kalmış durumdayız.
Hal böyleyken haklı olarak şunu soruyoruz; kullandığımız aşılar enfeksiyonel hastalıkları ve bunlardan dolayı oluşacak ÖLÜM vakalarını önlüyorsa, Amerikan çocuklarını, dünyanın en yüksek bebek ölümü oranlarından birine sahip olacak şekilde patır patır öldüren şey nedir?
Dr. Offit: Boğmaca veya (boğmacadaki kadar olmasa da) difteri gibi hastalıklara baktığınız zaman hakikaten de doğrudur(!), ülkede sanitasyon ve hijyen seviyesinin artmasıyla bu hastalıklarda BİR MİKTAR azalma olmuştur,
ancak aşılar(!) devreye girene kadar öyle ÇOK büyük çaplı düşüşler görmüyorsunuz veya hastalıklar kendi kendine ortadan kalkma seviyesine gelmiyor.
Dr. Haley: Söylediği kesinlikle yanlış ve eldeki veriler de bu “varsayım”ında yanıldığını ortaya koyuyor.
Kayıt tutmaya başlanılan 1900’lü yıllara giderseniz, 1900-1910’lu yıllar ile 1940-1950’li yıllar arasındaki dönemde pekçok enfeksiyonel hastalığın ölüm oranlarında esaslı(!) düşüşler kaydedildiğini, hiçbirinin de o dönemde aşısı filan olmadığını(!) görüyoruz.
Ölüm oranlarında %90’ın üzerinde düşüş var zaten. Yani ölümde ESAS azalma aşılar devreye girmeden ÖNCEKİ dönemde.
Pertussis, yani BOĞMACAya ait ölümleri gösteren bu çizelge ‘ABD Önemli Tarihi İstatistikler’ arşivinden olup, aşının geniş kitlelere uygulanmaya başlandığı 1940’lı yıllardan ÇOK ÖNCE, boğmaca ölümlerinde zaten büyük çaplı düşüş yaşanmış olduğu görülüyor.
Ölüm oranı 1918 [Büyük İspanyol Gribi Salgını’nın yaşandığı yıl!]‘de YÜZBİNde 17’den, yaygın kullanımı ancak 1940’ların sonuna denk gelen aşıdan önce(!) YÜZBİNDE 2’nin de altına düşmüş durumda.
New York şehrinde 1880 – 1911 yılları arasında bulaşıcı hastalıklara bağlı ölüm vakalarını gösteren bu grafiğe göre, mavi çizgiyle gösterilen DİFTERİ ölümleri, 1882’deki yüzbinde 175 noktasından 1911’de hızla yüzbinde 25’in altına düşmüş durumda.
Krup [larenks difterisi]’ne bağlı ölümlerin de aynı dönemde hızla düşüşe geçtiği görülüyor, halbuki krubun aşısı bile yok!
Bu ‘ABD Ölüm Oranları’ grafiğinde, aşı 1920’de devreye girmeden ÖNCE, difteriye bağlı ölümlerin YÜZBİNDE 15’in altına düşmüş olduğu görülüyor.
1907 için yüzbinde 16, 1919 için yüzbinde 17 olan boğmacadan ölüm oranı, 1951’e gelindiğinde 1’in ALTINA düşüyor.
Aşı 1940’lı yıllarda kullanıma alınıyor, ancak ölüm oranlarında görülen hatırı sayılır düşüş, aşı devreye girmeden ÇOK ÖNCE gerçekleşmiş durumda zaten.
KIZAMIK -yeşil çizgi – 1940’da, yani aşının ilk kullanıma girdiği 1963 yılından tam 25 koca yıl(!) önce, yüzbinde 2’nin(!) altına düşmüş durumda!
TİFO -lacivert çizgi- ve KIZIL -kırmızı çizgi- AYNI dönemde, aşıları OLMADIĞI halde(!), aynı şekilde hızla düşüyor.
Bu grafik, 5 hastalığın birden ölüm oranlarındaki düşüşü gösteriyor; kimi aşıdan ÖNCE düşüş gösteriyor, kimi ise AŞISIZ, kendiliğinden düşüyor.
Dr. Haley: Bu aşı programının Amerikan halkına kaça mal olduğundan bahsedecek olursak, aşılara milyarlarca dolar harcıyoruz! Milyarlarca dolarlık bu paranın hijyene, iyi/sağlıklı yiyeceğe ve belki ihtiyacı olan bölgelere antibiyotik teminine harcanması daha faydalı olurdu. Çünkü bana göre bu ülkede bulaşıcı hastalıkların azalmasında antibiyotikler ve hijyenin payı, aşı programına göre kat kat fazladır.
Dr. Offit: Philadelphia’da yaşıyorum ya, o yüzden hastanemiz de benim söylediklerimden alıntılar kullanıyor tabii… bu soruya kısa cevap şu; “bir önlem, bin tedaviye bedeldir”.
Bu hep böyledir; iyileştirmek zorunda kalmaktansa hastalığın önüne geçmek her zaman evladır.
Dr. Haley: Katılıyorum buna. Benim de yapmaya çalıştığım, vücutlarına zerk edilen cıvayla bebeklerin ölmesinin ve hastalanmasının önüne geçmek zaten.
Dr. Offit: Bence aşılarla gurur duyabiliriz, çünkü ASİE – aşı sonrası istenmeyen etki- yakalama sistemi gibi bir mekanizma ilaçlar için bile yok açıkçası.
Dr. Haley: Valla, etkin şekilde çalışan böyle bir sistemin aşılar için de mevcut olmadığını düşünüyorum ben. Kendisi madem aşıların bunca güvenli olduğuna kani, dünyanın en erken ve en yoğun şekilde aşılanan ülkesinde yenidoğan ölümlerinin bunca fazla olmasını nasıl açıklıyor acaba? Bizden ÇOK daha AZ aşılayanlara göre ÇOK daha FAZLA hem de . . . Üstelik de aşıları bize göre çok daha GEÇ vermelerine rağmen çocuklara.
Dr. Offit: Bence aşılar ÇOK güvenli. “Güvenlidir” x “Güvenli değildir” zıtlaşmasına takılıp kalıyoruz genellikle.
Fakat bana kalırsa “çok güvenli” demek daha hakkaniyetli olur, çünkü aşılar, vücutta bir “etki” yaratan diğer HER ŞEY gibi, “yan etki” yaratma kapasitesine de sahip ve aşıların yan etkileri elbette ki var.
Ancak tabii sağladıkları faydanın yol açılacak zarardan ÇOK daha fazla olduğu aşikardır denebilir. Ve ne yazık ki aşının taşıdığı riskler halk tarafından çoğu kez yanlış anlaşılmakta.
Dr. Haley: Aşıların en ufak bir zarar vermemesi, tamamen güvenli olması lazım! Toksik olduğu bilinen(!) HİÇBİR şey bir bebeğin bedenine zerk edilmemeli. Bebeğin sağlığıyla oynamış, sağlığını riske atmış olursunuz
Bunca zaman yaptığımız şey de bu işte; alüminyum ve (etil)cıva zerk ediyoruz bu çocukların bedenlerine, bunun yanında bazı aşılarla domuz, inek, tavuk vs gibi hayvan DNA’sı parçacıkları da zerk ediyoruz, bunların güvenli bir tarafı olamaz.
Soru: Aşılar otizme yol açar mı?
Dr. Offit: Hayır, aşılar otizme yol açmaz.
Soru: Yüzde yüz eminsiniz?
Dr. Offit: Yüzde yüz eminim.
– Peki.
Dr. Offit: Ne mantığa ne biyolojiye sığıyor çünkü böyle bir şey. Zaten elimizde de bir dolu EPİDEMİYOLOJİK çalışma var bunun aksini KANITLAYAN.
Dr. Haley: Otizm epidemisine çocukların maruz kaldığı thimerosal (cıva)’nın yol açtığını düşündürtecek son derece mantıklı nedenleri var.
İlk olarak, aşılar ve diğer biyolojik ürünlerde organik cıva kullanımına geçilmeden önce ortada otizm diye bir şey yoktu.
Otizme dair ilk bildirimler 1941’de geliyor; cıvanın aşılar ve diğer biyolojiklerde kullanılmaya başlandığı tarih ise 1933 veya o civarda bir tarih.
Otizm epidemisinin ABD’de ilk tırmanışa geçtiği tarih olan 1988’e baktığınızda, oranların BÜTÜN eyaletlerde birden arttığı görülüyor.
Alaska, Hawaii, Kaliforniya, Florida, Maine ve diğer tüm eyaletler . . .
İşin içinde çevresel bir toksinin parmağının olması lazım. Çünkü otizmin GENETİK faktörlere DAYANMADIĞI ortaya konulmuş durumda.
Daha önce var olan bir şey değil bu ve genetik salgın diye bir şey olmaz.
Toksin hasarına genetik yatkınlıktan bahsedebiliriz, ki sisteme yeni toksini verdiğinizde, işte o zaman salgını oluşturabilirsiniz.
Bence otizmin salgını da bu şekilde oluşmuştur.
Bunlar, yeni bir toksine maruz kalmış, genetik açıdan zarar görmeye müsait insanlar.
Biz de, CDC’nin öngördüğü aşı programının devreye girmesiyle birlikte 50 eyalette birden, aynı anda aynı örüntüyle otizm vakalarının patlak vermesine yol açanın, ‘Thimerosal’ (cıva) olduğunu düşünüyoruz işte.
Bu birincisi . . .
İkincisi ise, bu toksin ne olabilir acaba?
Hani kömür yakan termik santral filan deseniz ülkenin her yanına eşit şekilde yerleştirilmiş olmaları lazım.
Bunun, çocuğun 2 YAŞINDAN ÖNCE maruz kaldığı bir toksin olması lazım, zira ortalama teşhis alma yaşı 4.5 yaş… O zaman bu toksin her neyse, çok çok erken maruz kalmış olmaları lazım.
Aşı programı bu profile uyuyor!
Ayrıca bunun kız çocuklarına göre erkekleri daha fazla etkileyen bir toksin olması da lazım.
Thimerosal (cıva), HİÇ şüphesiz ki, dişiye oranla erkek cinsini kat be kat daha fazla etkilemektedir.
Dördüncüsü, biyolojik etkilerin TÜMÜNE bakmak gerekir.
Dr. Offit, şayet thimerosal ya da cıva sebep olamaz diyorsa, otizmin biyokimyasal mekanizması ile ilgili CEHALET içinde demektir.
Zira hem biz hem de başkaları tarafından ortaya konulan çalışmalar, ki bunlar arasında Alman, Polonyalı, Japon, Koreli bilimadamları var, Thimerosal’ün otizmde görülen biyokimyasal anomalilerin AYNINI oluşturduğunu göstermiştir.
Dr. Offit: Aşıların HERHANGİ bir şekilde otizmle ilişkisi var deyip de bunu epidemiyolojik(!) çalışmaların hiçbirinde gösteremiyorsanız iddianız geçersiz demektir.
Yok ki bulabilesiniz bu ilişkiyi zaten.
Gerçek şu; aşılar otizme yol açmaz.
Soru: Peki ama bütün bu anne-babalar niye “aşıları vurdurduk, sonra, hatta aşılardan hemen(!) sonra çocuğum otistik oldu”, diyor o zaman?
Dr. Offit: Kesinlikle anlaşılabilir bir durum bu esasında..
Anne-babanın açısından bakarsanız çocuklarının sağlığı yerindeydi, aşı vurdurdular ve çocukların sağlığı bozuldu…
Ancak soru şu: Buna AŞILAR mı neden oldu??
Sırf bir olay diğerinden sonra(!) oldu diye bunlardan birinin diğerine yol açtığını söyleyemezsiniz ki.
Bu gibi soruların yanıtını bulmak için yapılıyor işte uygun tipte(!) çalışmalar.
Dr. Haley: Thimerosal’ün inanılmaz derecede toksik olduğunu gösteren su geçirmez kanıtlar ortada.
Ölçülebilir EN KÜÇÜK dozda, kültürdeki her ne tip hücreye verirseniz verin, hangi hayvana zerk ederseniz edin, yavru hayvanın cildine sürseniz dahi öyle büyük zehirlenme geçiriyorlar ki hepsi ölüyor.
Soru: Peki, diyelim Chicago’da sağlık sisteminde kaydı olan, aşısız ve aynı zamanda otizmsiz bir topluluk var mı diye baksak, sorunun cevabını bulamaz mıyız?
Dr. Offit: Chicago’da aşılanmamış, evokulunda öğrenim gören bir nüfus grubuna bakıp, sonra bunları civarlarında yaşayan ve aşılanma oranları OLMALARI GEREKEN düzeyde olan diğer gruplarla karşılaştıracasanız eğer,
böyle bir çalışma ancak geleceğe dönük olarak yapılabilecektir ve bu çocukların bakımlarında farklılıklar olabileceğini de çalışmada gözönüne almanız gerekecektir.
Yani, sonuçta evet, böyle bir çalışma yapılabilir ama bu hiç de ETİK bir çalışma olmayacaktır! Her şeyden önce çocukları aşısız bırakmak ETİĞE SIĞMAZ! Yoksa çocuklar aşıyla önlenebilir(!) hastalıklardan ÖLEBİLİR!
Peki bu olduğunda bunun SORUMLUSU kim olacak?!
Dr. Haley: İmmünoloji dalındakilerin ve aşı programı çalışanlarının yapmaya hiçbir şekilde yanaşmadıklar ve var güçleriyle karşı koydukları tek çalışma bu;
aşılanMAmış, thimerosal’a maruz kalmamış nüfus gruplarıyla AŞILI, cıva almış nüfus gruplarındaki otizm oranlarının karşılaştırması.
Bu çalışmayı yapmamak için ne gerekiyorsa yapacak, size olmadık bahanelerle geleceklerdir.
Bu aktardığınız bahanenin ipe sapa gelir yanı yok;
Gayet basit şekilde sistemden girip genel popülasyondan aşılanmamış geniş çapta bir gruba dair verileri alabilir bu insanlarda otizm var mı yok mu, oranlar nedir görebilirsiniz.
Devletin elinde VAR bu veriler, talep edip alabilirler.
Gelin görün ki aşı üreticileri ve aşıdan para kazanlar buna bakılmasını istemiyorlar, zira bu veriler dün de bugün de aynı şeyi gösteriyor, yarın da aynı şeyi gösterecek;
aşı olmamış veya thimerosal’e maruz kalmamış olanlardaki otizm oranı aşılıların yanında solda sıfır kalıyor.
Dr. Offit: Esasında bu çalışma Amiş cemaatinde yapıldı da ve Amişlerdeki otizm oranının da civar nüfus gruplardakiyle muhtemelen(!) tıpa tıp AYNI olduğunu öğrendik.
Hatta otizmli Amiş çocuklara özel klinikler var! Demek ki orijinal hipotezimiz yanlışmış!
Dr. Haley: UPI haber ajansından Dan Olmsted Pensilvanya’nın Lancester şehrine gidiyor o kliniklerde otizmli Amiş var mı bakmak için.
Amişlerin genele göre çok daha az aşı yaptırdıklarını şahsen biliyorum, çoğu insan gibi bebeklerini hastanede bile doğurmuyorlar.
Bu da, büyük çoğunluğunun doğumda vurulan aşıyı almadıkları anlamına gelir.
Peki Amişlerdeki otizm oranları neymiş diye bakıyor Olmsted, ve tek tük vaka bulabiliyor.
Onlar da AŞILANMIŞ olanlar çıkıyor. O yüzden de bana kalırsa bu opsiyon hala açıktır.
Şunu da belirteyim, aradan geçen zamanda bir çalışmaya, hatta epidemiyolojik bir çalışmaya da rastladım; çocuklarına evde öğrenim veren ebeveynlere form gönderiliyor ve çocukları aşılı mı aşısız mı, tıbben otizm, zatürre vs gibi herhangi bir sağlık sorunları var mı, cevaplamaları isteniyor.
Bu çalışmadan çıkan sonuç şu; aşısız çocuklar aşılılardan ÇOK DAHA SAĞLIKLI. Otizm, astım gibi sorunlar da bu çocuklarda ÇOK daha az. Aşılıların örneğin, ileride ZATÜRREye yakalanma ihtimalleri ÇOK daha YÜKSEK çıkıyor.
Hastane ziyaretleri filan da daha fazla bu çocukların.
Soru: Thimerosal hakikaten aşılardan çıkartılmış durumda mı?
Dr. Offit: Evet.
Soru: Tamamen mi?
Dr. Offit: – Iııh, çoklu doz flakonlar halinde hazırlanan influenza (grip) aşıları, ki 2 yaş üstündeki çocuklara verilir, koruyucu seviyesinde Thimerosal ihtiva edebilir.
Ve sanırım bir de DT – Difteri, Tetanoz aşısında var yine koruyucu seviyesinde, hepsi bu!
Etilcıvayı aşılardan, hele hele 2 yaş altında verilen TÜM çocuk aşılarından kaldırmış olmamıza RAĞMEN, koruyucu seviyesinde etilcıva bile almıyorlar, otizm oranları düşeceğine daha da arttı?!
Dr. Haley: Her şeyden önce, bu söylediği doğru değil. Thimerosal AŞI ÜRETİM SÜRECİNDE HALA KULLANILMAKTA, son aşamada koruyucu olarak ekstradan ilave edilmiyor artık, hepsi bu.
Ancak aşılarda HALA thimerosal bulunuyor, eskiden koydukları miktarın ONDA BİRİ kadar HALA VAR.
Ve 6 aylık çocuklara önerdikleri grip aşılarında olduğu gibi, çok dozluk [büyük] flakonlar halindeki aşıların hepsinde(!) hala thimerosal mevcut!
Bebeğinize gidip mahallenizdeki kilinikte grip aşısı yaptırıyorsanız, bolus doz cıva alıyor demektir.
Oldukça yüksek seviyede cıvadan bahsediyoruz: doz başına 12.5 mikrogram.
EPA’nın ‘balık yendiğinde’ aşılmaması gereken cıva miktarı için koyduğu standartlara bakacak olursanız, bir bebeğin bu dozda cıvayı zarar görmeden alabilmesi için 125 kg olması lazım.
Thimerosal’lu aşı yapmak kanunen yasaklanmış filan değil bakın.
Bir HMO (sağlık hizmeti veren özel şirket) aşı üreticisi firmaya veya eyaletin halk sağlığı kurumuna gidip, “aşı satın almak istiyoruz ama en ucuzunu istiyoruz, çünkü bütçemiz müsait değil”, diyebilir.
“Bulunduğumuz eyalette, kurumumuza bağlı sağlık hizmeti alan çocuklarımız için bu thimerosal’lu [UCUZ] aşıları satın alabilir miyiz?”
Yanıt, evet, alabilirler! Yasaya aykırı filan değil bu.
Sonuçta thimerosal’suz aşıları tercih edip etmemek bu şirketlerin elinde ve siz de onlara itimat etmiş oluyorsunuz bu kararda.
Ve herzaman thimerosal’sız aşıları tercih etmediklerini de biliyoruz!
Çünkü beni arayan anneler soruyor, “Dr. Haley, çocuğumu aşılatmak zorundayım, ne yapmam lazım?
Aşının ürün bilgisini göstermelerini talep edin, diyorum onlara.
Aşının thimerosal’suz olup olmadığı ancak bu belgeden kesin olarak anlaşılabilir.
Kağıtta “koruyucular” başlığı altına bakıyorsunuz ve thimerosal geçiyor mu, bakıyorsunuz.
Geçtiğimiz son birkaç yıl içinde öyle çok anne geri arayıp, “çocuğuma vermek istedikleri aşı thimerosal’lu çıktı” dedi ki…
Sonuç olarak, Amerikan çocuklarının thimerosal’a maruziyetinin ortadan kaldırılmış olduğuna dair hiçbir kanıt yok ortada.
İnsanları, benim gibileri yatıştırmak için söyleyip durdukları bir şey bu sadece.
Soru: Boyd Haley ya da Calgary Üniv’den biriydi sanırım, ha evet Kanada’dan gelen çalışmaydı ama Boyd Haley de aynını gösterdi,
salyangozların beyin nöronlarını alıp farklı ağır metallerle dolu solüsyon veriyorlar nöronlara ve kamera çekimiyle nörona cıvalı solüsyon verildiğinde nasıl parçalandığını gösteriyorlar.
Benim anladığım kadarıyla bu kullanılan, tepkimeye girmemiş metalik (elemental) cıva ama emin değilim, yanlışsa düzeltin lütfen, ve ayrıca bu karışıma bir de alümimyum eklediklerinde reaksiyonu katalize ettiğini söylüyorlar.
Video: Burada, salyangoz beyin dokusundan alınmış canlı beyin nöronu aksonunu büyüme konisi aktivitesi uyarınca linear büyüme gösterirken görüyoruz. Büyüme konilerinin salyangozdan insana, tüm hayvan türlerinde tıpatıp aynı yapı ve davranış özellikleri gösterdiğinin ve aynı yapıda proteinleri kullandıklarının bilinmesi önemli. Bu deneyde, yine salyangoz beyin dokusundan alınmış nöronlar birkaç gün boyunca kültürde büyütüldükten sonra, Takip eden 30 dakika boyunca, akson membranının hızla dejenerasyona uğrayıp ardında, ekranda görünen çıplak kalmış bir sinir telciği bıraktığı görülüyor. Oysa, aynı konsantrasyona ilave edilen alüminyum, kurşun, kadmiyum ve manganez gibi diğer ağır metaller bu etkiyi GÖSTERMİYOR.
Elde edilen bu yeni bulgular, cıvanın nasıl nörodejenerasyona yol açtığına dair önemli görsel kanıtlar ortaya koyuyor. Daha da önemlisi, bu çalışma, çok düşük seviyede cıvanın hakikaten de beyinde bu nörodejeneratif prosesi başlatabilecek presipitan bir faktör olduğuna dair İLK DİREKT KANIT olmuş oluyor.
Soru: Bu çalışmadan haberdar mısınız? Başka şekilde bir açıklama getirmek istersiniz ya da?
Dr. Offit: Yo yo, tıp tarihine bakacak olursanız bence hücre üzerinde yapılmış laboratuvar çalışmaları olsun veya kobay hayvanlar üzerinde yapılmış deneyler olsun, bunların çocuklarda ortaya çıkacak etkiyi her zaman tahmin edemediğini görürsünüz.
Dr. Haley: Bilme bakmayalım diyor yani.
Her zaman birebir aynı etkiyi tahmin edebiliyor muyuz? Elbette ki hayır.
Ancak esas olarak, herhangi bir materyalin toksik etkiye sahip olup olmadığını çoğu zaman açıklayabiliyor, tıpkı bu çalışmadaki gibi, görülen etkiyi biyolojik olarak açıklayabiliyoruz laboratuvar deneyleriyle.
Calgary’den gelen bu çalışma, benim çalışmalarımı da aynen destekliyor ve şunu gösteriyor; Cıva, normal insan beyni dokusuna verildiğinde, Alzheimer’slı beyinle aynı biyokimyasal anomalileri oluşturuyor.
Bu da, cıvaya maruziyetin, her neden kaynaklıyor olsursa olsun Alzheimers’a fazlasıyla müsait kişiler için çok önemli boyutta etkisinin olacağı alamına gelir.
Calgary’deki ekiple beraber bir çalışma yaptık; fareleri alıp ‘cıva buharı odaları’na koyduk. Ve farklı sürelerle cıva buharı soluttuktan sonra farklı farklı zamanlarda hayatlarına son verdik.
Beyinlerindeki cıva miktarına ve Alzheimerslı beyinde en fazla zarar gören protein olan ‘tubulin’in ne durumda olduğuna baktık.
Elde ettiğimiz sonuçlar yine aynı oldu; cıva buharına maruz bırakılan farelerde tubulin ve beyinde TAM fonksiyon kaybı meydana geldi.
Hatta daha sonra Calgary Üniv’de, aynı çalışma kültür nöronları üzerinde yapıldı. Burada da cıvanın, (benim de bulduğum gibi) SADECE cıvanın normal beyne, insana beyniyle türdeş bir beyne verildiğinde bu biyokimyasal anomalilere yol açtığı gösterildi.
Kültürdeki nöronlarda da yine aynı şey çıktı ortaya; çok çok düşük dozlarda verilen cıva, YALNIZ cıvada tubulin bütünüyle dağılıyor, parçalanıyor.
Cıva aynı zamanda beyin hücrelerinde aynı Alzheimers’da görülen patolojik sinir ucu uzantıları oluşturuyor.
O zaman beri başka çalışmalar da yayımlandı, hatta daha geçenlerde Kore’den bir çalışmada kültürdeki sinir hücrelerine cıva verildiğinde, ‘beta amiloid plak’ oluşturduğu tespit edildi.
Yani başka bir deyişle, bugün artık cıvanın ‘nörofibriler yumaklar’, ‘beta amiloid plaklar’ ve ‘tau proteini hiperfosforilasyonu’ oluşumunu arttırdığı gösterilmiş durumda.
Ve bu üç durum da Alzheimer’s hastalığınına ait teşhis kriteridir.
Ve fakat devletimiz, bu ülkede Alzheimer’s hastalığını azaltmak için gerekli inisiyatifi ele alıp da hem bizzat ülkemizden hem de dünyanın dört bir yanından gelen sağlam, güvenilir bilimsel çalışmalara bakmayı reddediyor!
Alzheimers’ı önlemenin yolu, cıva maruziyetini ortadan kaldırmaktan geçer.
Soru: Aynı noktaya dönmek istiyorum; Burbucher’ın çalışmasında ortaya konan şey şu: Etilcıva vücuttan TAMAMEN ATILMIYOR, sadece kandan temizleniyor, kanda görememenizin nedeni ORGANLARA gitmesi.
Dr. Offit: Burbucher’ın gösterdiği şey . . .
Soru: Bu YENİ bir bilgi mi yoksa aksi gösterildi mi?
Dr. Offit: Yo yo, Burbucher’ın bulduğu şey şu; ister ‘ETİL’ ister ‘METİL’ cıva olsun, esas itibariyle İNORGANİK haldeki cıva beyne ulaşabiliyor. Burada etil veya metil cıva molekülünü serbest bırakıyor.
Peki bu toksik midir? Tehlikesi var mıdır? Öyle olduğuna dair HİÇ KANIT YOK Kİ!
Maymunlardaki(!) deneyi evet ilginç bir şey gösteriyor, fakat benim bildiğim kadarıyla burada herhangi zararlı bir etki olduğuna dair bir bulgu yok.
Elbette organik cıvanın metilcıva halinin zararlı olabileceği gayet iyi biliniyor veya aşılardan alacağınızdan logoritmik olarak daha yüksek miktarlardaki etilcıva da zararlı.
Fakat burada önemli nokta şu; gerçek hayatta böyle bir etki var mı yok mu, ona bakacaksınız!
[Etil cıva] Gerçekten zararlıysa, çalışma yapıp göstereceksiniz o zaman bu zararı!
Ve bu sorunun cevabını en iyi verebilecek olan da bir EPİDEMİYOLOJİ çalışmasıdır, hayvan modelli deney veya laboratuvarda hücrelerle yapılmış bir deneyler değil.
Bir şeyin çocuklara zararı olup olmadığını mı öğrenmek istiyorsunuz, o zaman bunu ÇOCUKLARDA TEST EDECEKSİNİZ.
Ve bu da ziyadesiyle yapılmış durumda zaten.
Soru: Yani size göre elemental cıvanın beyne herhangi bir zararı yok, öyle mi?
Dr. Offit: Bilmiyorum! BİLMİYORUM. Yani ilginç bir bulgu tabii . . .
Dr. Haley: Yani, hakikaten akıllara durgunluk verici bir yorum bu . . .
Bakın, farelerde yapılan deneyler, ve aynısı tavşanlarda da yapıldı, tavşanlara radyoaktif thimerosal zerk edildi ve 6 saat içinde thimerosal’ün %75’inin kandan temizlendiği görüldü, ancak kandaki değerler düşerken ne oldu, thimerosal vücudun diğer tüm organlarında hızla birikmeye, artmaya başladı.
Yani cıva tavşanın vücudunu terk etmiş filan değil bakın tavşan idrarla filan atmış değil, o kadar hızlı atılmaz bu zaten vücuttan.
Bunlar belgeli, ispatlı bilimsel çalışmalar;
Thimerosal vücuttan kısa sürede atılan bir şey değil!
Kanı terk etmesi, diğer dokulara yerleşme prosesinde –ki dokulara da toksik etkisi vardır– ilk adım sadece.
Ve hatta cıvanın vücuttan TAMAMEN temizlenmesi için katedilmesi gereken uzuuun yolun daha belki ilk adımı.
Ama bu cıvanın toksik etkisini değiştirmiyor!
Esaslı toksik etki yaratacak denli uzun kalıyor çünkü vücutta.
Bu bilim caimasında gayet iyi bilinen bir gerçek, o halde neden kalkıp çocukları aşıladığınızda thimerosal’un vücuttan 6 saatte veya şu kadar saatte temizlendiğini söylüyor ki?
Söyledikleri tamamen yanlış! Yayımlanmış hiçbir çalışma yok bu söylediklerini destekleyen.
Dr. Offit: Aşıların HERHANGİ bir şekilde otizmde rolü, hani GERÇEK, elle tutulur bir rolü olduğunu iddia edip de bu ilişkiyi hiçbir epidemiyolojik çalışmayla ortaya koyamıyorsanız olmaz bakın.
Niye bulunamıyor bir türlü bu ilişki peki? Ortada böyle bir ilişki YOK da ondan!
Dr. Haley: Bahsettiği epidemiyolojik çalışmalar için şunları söyleyebiliriz:
neredeyse tamamı CDC tarafından fonlanmış çalışmalar bunlar;
hiçbiri(!) Amerikalılar tarafından yapılmış değil;
ağırlıklı olarak Danimarka’da yürütülmüş çalışmalar;
yaptığı bu çalışma için tahsis edilen fondan zimmetine para geçirdiği için Amerikan Adalet Bakanlığı tarafından “en çok aranan” listesine alınmış biri tarafından yapılmış bunlar da;
mantığa aykırı sonuçlar çıkarma pahasına bir dolu istatistiki manipülasyonda bulunulmuş çalışmalar…
Örneğin, bahsettiği çalışmalardan biri, MADSEN çalışması …
Bunda diyorlar ki, bir NÖROTOKSİN olan thimerosal adlı zehirli materyalin, yenidoğanlara [aşı yoluyla] verilmesinden vazgeçildi diye otizm oranları 20 kat artmış!
Çalışmanın ilk grafiğinde gösterdikleri bu.
Böyle SAÇMA bir şey olabilir mi?!
Saçmalıktan başka bir şey değil bu!
Bu çalışmayı alıp yakında inceledik tabii sonra ve verilerin ne kadar yanlı şekilde toplanmış olduğunu gördük.
CDC’nin bu şekilde Avrupa’da fonladığı o 6 yayınla ilgili sorunları sıralayan bir çalışma da biz yayımladık ve burada istatistiğin temel kurallarının nasıl hiçe sayıldığını tek tek gösterdik, sırf istedikleri sonucu çıkartmak için(!) yok saydıkları kurallar bunlar.
Mark Twain’in o meşhur sözündeki gibi; “Yalancılar, kuyruklu yalancılar ve istatistikçiler”…
Parayla tutulmuş, görevi de Thimerosal’u güvenli göstermek, herhangi toksik bir etkiye yol açmıyormuş gibi göstermek olan insanlar bunlar.
Bunu da istatistiksel analizin her ne kuralı varsa çiğneyerek yapmış durumdalar.
Bunların tümünü yayımlanmış çalışmamızda ayrıntılarıyla gösterdik zaten.
Dr. Offit’in bahsini ettiği epidemiyolojik (ya da istatistiki) çalışmalardan biri hariç diğer hepsinin gözden geçirildiği, 2003 yılından öncesine dayanan daha eski bir çalışma da mevcut.
Bu çalışmalar, o sene sona erecek olan toplam 3 yıllık bir kongre soruşturması kapsamında masaya yatırılıyor.
[TIPTA CIVA KULLANIMI İLE İLGİLİ RAPOR, Temsilciler Meclisi Üyesi, Sn. DAN BURTON, ABD Kongre Kayıtları – 20 Mayıs, Salı]Soruşturma sonuçlarının yer aldığı rapora göre,
“Bugüne kadar, otizm ile aşılar arasında hiçbir tür bağıntı olmadığını gösteriyor diye tarafımıza iletilen,
bizzat CDC tarafından yapılmış veya fon sağlanmak suretiyle sipariş edilmiş çalışmaların
kötü dizayn edilmiş, temsil gücü zayıf ve hayati kusurlar taşıyan çalışmalar olduğu görülmüştür.
CDC’nin böylesi çalışmaların promosyonuna verdiği ivedi destek ve ehemmiyet,
aşılamadan kaynaklı olumsuz reaksiyonlarla ilgili ortaya çıkmakta olan teori ve klinik verilere
tarafsız ve adil şekilde bakmalarına engel teşkil eden felsefi bir çıkar çatışması içinde olduklarını göstermektedir.
Dr. Offit: Cıvanın bir toksin olduğu kesin, buna şüphe yok zaten. Ve fakat, 16. yy’da Paracelsus’un dediği gibi, “zehir ile ilacı ayıran DOZdur”. Her koşulda doğru bir söz bu.
Dr. Haley: Paracelsus’un dediğindeki mantığı anlıyoruz elbette; gidip 1 bira içtiğinde 10 bira içtiğindeki kadar sarhoş olmayacağını herkes bilir.
Fakat Thimerosal için düşündüğümüzde, “Bir BEBEK ne seviyede Thimerosal alırsa zehirlenir?”, hangi seviyede thimerosal toksik etki göstermeye başlar ve tabii bu madde aşıyla verildiğinde o toksik seviyeye ne kadar yaklaşmış oluyorsunuz diye bir parça düşünürseniz, bu çocuklara zerk edilmekte olan miktarın HAYLİ toksik olduğunu anlarsınız.
Çok düşüncesizce laflar ediyor hakikaten.
Artı, cıvanın KURŞUN, KADMİYUM ve ALÜMİNYUM gibi başka şeylerle SİNERJİK etki gösterdiğini yapılan çalışmalardan biliyoruz, ki alüminyumla bu etkiyi nöron çalışmamızda göstermiş bulunuyoruz.
Thimerosal’u verdiniz, üzerine bir de kurşun, kadmiyum ve alüminyumdan herhangi birini eklediğiniz takdirde, cıva dozunun toksisitesini kat be kat arttırmış oluyorsunuz.
Çoğu diğer metalin mevcudiyetinde, cıvanın etkisi sinerjetik olarak artıyor.
Yayımlanmış bir çalışmada hatta, toksik olmayan dozda CIVA ve (bunun 20’de 1’i kadar) yine nontoksik KURŞUNu alıp karıştırıyorlar ve fareleri 100’de 100 öldürecek güçte bir karışım elde etmiş oluyorlar.
Farelerin hepsini öldürüyor bu karışım.
Ki, iki nontoksik maddeyi karıştırıyorsunuz, hiçbirini öldürmemesi gerekiyor normalde.
Dr. Offit: Ancak alüminyum ıııh thimerosal kadar iyi ıııh çalışılmış değil kesinlikle.
“Aluminyum alanlar x alüminyum almayanlar” diye karşılaştıran bir çalışma yok, OLAMAZ da zaten, çünkü aşılarda, BAZI aşılarda ‘adjuvan’ kullanılması ŞART.
Güney Illinois Üniversitesi Tıp Fakultesi’nden Dr. David Ayoub’un hazırladığı bu grafikte, 18 aya kadar çocukların aşılardan aldığı alüminyum ve ek etilcıva miktarları karşılaştırılıyor.
1970’ten 1985’e kadar çocuklar içinde HEM cıva HEM de alüminyum olan 4 aşı oluyor.
Bu rakam 1986'da 5'e, 1994'te 10'a, 2000'de de 11'e çıkıyor.
Sonra, 2001’de, aşılara koruyucu olarak sonradan(!) ilave edilmiyor cıva,
ancak HALA eski seviyenin ONDA BİRİ kadar da olsa aşılarda mevcut,
ve diğer yandan alüminyumlu aşılar 15’e (!) yükseliyor.
2004’te alüminyumlu aşı sayısı değişmezken, koruyucu olarak cıva ihtiva eden 3 aşının yeniden takvime alındığını görüyoruz.
2007’ye gelindiğinde, 18 aydan küçük çocuklar cıva içeren 3, alüminyum içeren 17 aşı olmaktalar.
2015 itibariyle çocuklara önerilen aşılardan 10’una koruyucu olarak cıva, 6’sına ise adjuvan olarak alüminyum ilave edildiğini görüyoruz
Soru: Vücudumuzun verdiği immün yanıt bize zarar verebilir mi? Aşılarla ilgili problem, immün sistemimizin gördüğü yabancı proteinlere verdiği tepkiden kaynaklanıyor olabilir mi?
Dr. Offit: BAZI enfeksiyonel hastalıkların vücudun kendine reaksiyon vermesine yol açabileceği bir gerçek.
Kampilobakter mesela… vücutta aşağıdan yukarıya doğru gelişen bir çeşit felç olan Guillain-Barre sendromuna bizzat yol açabilen, bakteriyel bir bağırsak enfeksiyonu bu.
Ve tabii “Borrelia Burgdorferi” denilen LYME bakterisi, vücudun bakteriye reaksiyon verirken aynı anda da eklem yerlerinizdeki hücrelere de saldırıp kronik artrit geliştirmenize neden olabilir.
Fakat aşıların(!) böyle bir şey yaptığına dair herhangi bir kanıt yok elimizde.
Dr. Haley: Cıvanın canlıları immünolojik sorun gelişimine ve ayrıca bakteriyel enfeksiyona yatkınlaştırdığı dünya kadar araştırmayla gösterilmiş durumda.
Örneğin, bir bakteri tipinin enjeksiyonuyla artrit geliştirmeye yatkın, aşırı kilolu boz fareleri ele alalım.
Bakteriyi enjekte etmeden önce bir doz cıva verildiği takdirde çok daha çabuk ve kolay şekilde artrit geliştirdikleri gözlemlenmiştir bu hayvanların.
Bir başka deyişle cıva, bakterinin eklem yerlerine nüfuz edip artrit oluşturma kabiliyetini arttırıyor.
Yaptığımız çalışmalarda, ki bunlar dünyanın en iyi birtakım toksikoloji dergilerinde yayımlanmıştır, kardiyovasküler sistem zarlarına VE bağırsakların iç yüzeyini kaplayan zarlara baktığımızda;
metil cıva, etilcıva ve thimerosal, hepsinin de bu zarları SON DERECE GEÇİRGENLEŞTİRDİĞİNİ tespit ettik.
Bu zarlar geçirgenleştiğinde ise bağışıklık sistemi kompartmentalizasyonunu kaybediyor. Yani, immün sistemin kompartmentalize halde kanda bulunması gerekiyor;
immün sistem bileşenlerinin bağırsaklarımızda işi yok, bağırsak partiküllerimizin de kan dolaşımına yıkımlanmadan hiçbir şekilde girmemesi lazım.
İşte siz gider cıvaya maruz kalırsanız, bu belirli bir seviyeye ulaştığında, bu zarlar gerçirgenleşebiliyor ve tıpkı “sızıntılı bağırsak sendromu” veya kolit vs’de olduğu gibi(!) sızdırmaya başlıyor.
Bu sızıntı hali oluştuğunda bağışıklık sistemi görev yerini şaşırıyor ve saldırmaması gereken yerlere saldırmaya başlıyor, normal şartlarla hiçbir şekilde oluşturmayacağı antikorlar üretmeye başlıyor.
Bugün bu kadar çok insanın kanında, oraya hiçbir şekilde ait olmayan ve geçmemiş olması gereken gıda proteinlerine karşı antikor taşıyor olmasının nedeni budur işte.
Ve bu antikorların oluşmasının tek yolu da, mikromoleküllerine ayrılmamış gıda partiküllerinin, geçirgenleşmiş zarlardan geçerek kana karışmış olmasıdır.
Bu da ya arter membranlarınız ya da bağırsak yolunu kaplayan zarlarınızın geçirgenleşmesiyle mümkündür.
Dr. Offit: Fakat bana kalırsa artık elimizde aşılanmış ve aşılanmamış çocuklarda astım, alerji gibi sorunlardaki risk analizini yapmış mükemmel çalışmalar var.
Ve aşılanmış çocuklar daha fazla risk altında mı derseniz, bana kalırsa yanıt, hayır.
Dr. Haley: Kanada’dan bir çalışma var; 2. ayda aşılananlarla aşıyı 4. ayda alanlar arasında astım oluşumu oranlarında fark olup olmadığına bakıyor.
Ve burada, 2. ayda aşılananlarda çok daha yüksek çıkıyor astım oranları.
Belli ki özellikle işine gelen, inanmak istediği çalışmaları seçiyor kendisi. Kendi inanç sistemine uymayan çalışmaları ise görmezden geliyor.
Soru: Genetiktir açıklamasını eleştirenler, ‘genetik salgın’ diye bir şey olmaz diye itiraz edeceklerdir. Sizce itirazlarında haklı olabilirler mi?
Dr. Offit: Bence ortada otizm salgını diye bir şey yok.
Zaman makinemiz olup da bir 30 veya 40 yıl öncesine gidebilseydik ve bugünün otizm teşhis kriterlerini aynen o dönemde de kullanarak baksaydık eğer ve tabii toplumda da farkındalığı bugünkü kadar üst seviyeye çıkarmış olsaydık
ve ayrıca da otizm teşhisi aldıkları takdirde sosyal hizmetlerden faydalanabileceklerini bugünkü gibi açık ve net ifade etmiş olsaydık, bana kalırsa bir 30 sene önce de şimdikiyle aynı çıkardı otizm oranları.
Dr. Haley: Otizm oranlarının 30 sene de önce de bugünküyle aynı olduğunu düşünmesi, bu adamın literatürden de bilimden de bihaber olduğunu gösteriyor.
Eğitim bakanlığı bile dünya kadar veri sağlıyor; erkek çocuklarıyla ilgili sorun var, bu çocukların okul başarıları giderek düşmekte, üniversiteye girmeyi bırakın eskiye oranla liseyi bitirebilenlerin bile sayısı düştü diyorlar.
Nörolojik hastalıklardan muzdarip, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozuklukları olan bu çocukların tedavisine harcanan paraya bakıyorsunuz…
Böyle bir şey nasıl söyler, aklım almıyor.
Demek ki tıp literatürünü okumuyor kendisi ve umud ediyorum sözümona uzmanı olduğu aşı geliştirmede literatür okurken otizmde olduğundan daha eleştirel düşünebiliyordur.
Verdiği cevaplara bakılacak olursa, otizm konusunda uzman görüşü filan bildirebilecek biri değil kesinlikle.
1943’te ilk defa Leo Kanner tarafından keşfedilinceye dek herhangi bir Otizm vakasına rastlanmıyor literatürde.
Onyıllarca nadir bir hastalık olarak kaldıktan sonra giderek yükselişe geçiyor.
Şu anda, CDC’ye göre her 68 çocuktan birini etkilemekte.
Kızlara göre erkek çocuklarda görülme oranı 4 kattan daha fazla.
Kızlar: 189’da 1
Erkekler: 42’de 1
Cıvayle ilintili hastalıkların ABD’de görülme oranları:
Otizm Spektrumundaki Bozukluklar – 4.9 milyon (çoğunluk çocuk)
Alzheimer’s Hastalığı – 5.4 milyon.
Kanser: 14.48 milyon.
Otoimmün hastalıklar:
Alerjiler, Kronik Yorgunluk Sendromu, Diyabet, Fibromiyalji, Lupus, Lou Gherig’s, Romatoid Artrit, Multipl Skleroz – 15 ila 25 milyon.
Astım – 43 milyon
Kardiyovasküler Hastalıklar – 88.6 milyon
Obezite – 97.4 milyon
Cıvaya bağlı oluşan ani ölümler:
Anafilaktik şok – 1,500
Ani Bebek Ölümü – 2,300
Astım – 3,300
Ani Kalp Durması – 381,600
ABD’de Kronik Hastalık Sahibi Çocuk Oranı – %54.1
Trackbacks/Pingbacks