Ed-Not: Bu yazı ve video çalışması TDDP tarafından hazırlanmıştır.
Taş Devri Diyeti Platformu (TDDP) haziran ayı ortasında Dr.Miller’ın alternatif aşı takvimini paylaşmıştı!
Dr. Miller thimerosal ve canlı virüs içeren aşılardan kaçınmayı tavsiye ediyor, çocukların beyin gelişiminin %80’inin gerçekleştiği ilk iki yaşta beynin bağışıklık hücreleri olan mikrogliyaların aşılama sonucunda aşırı uyarılarak nöronlara ve bağlarına zarar verebilen kimyasalllar ürettiğini, bu nedenle iki yaşa kadar aşı yapılmaması gerektiğini, takip eden dönemde ise D, T, aB ve P aşılarının uygun tiplerinin karma olarak değil tekli ve araya altı ay boşluk koyarak yapılmasını öneriyordu.
Genel olarak çok beğenilen bu paylaşımımız aşı karşıtı bir paylaşım olmamasına rağmen bazıları hekim olmak üzere bazı takipçilerimizden tepki aldı. Bu takipçilerimiz sürü bağışıklığından, aşılanmış çocukların sayısının çok olmasının aşılanmamış olan çocukları da koruduğundan, bulaşıcı hastalık salgınlarına aşılanmamış çocukların yol açtığından , aşıların sağlık faydalarının zararlarından fazla olduğundan bahsediyorlardı.
Tepki gösterenlerden bazıları bu paylaşımı bilime aykırı buluyor, bir yandan bilimden söz ederken diğer yandan bilime aykırılıktan ziyade adeta kutsallarına dokunulmuş gibi hakaret ve nefret söylemleri kullanıyorlardı.
Peki paylaşımımız sahiden bilime aykırı mıydı? Hatırlayacağınız üzere Dr. Miller bütün aşılara değil faydasını ve zararını tartarak sadece thimerosal içeren aşılara ve canlı virüs aşılarına karşı çıkmıştı. Acaba bilim canlı virüs aşıları hakkında neler söylüyordu?
TDDP özellikle hekim takipçilerimizin yararlanması için bu konudaki hakemli makaleleri, CDC, FDA gibi ABD’de bulunan bilimsel otoritelerin görüşlerini toparlayan bir değerlendirme videosunu Türkçe’leştirerek ekte bilginize sunmaktadır.
Bu videoda yer alan bilgiler canlı virüs aşıları konusunda gerçek bilimin aşı propagandistlerinin inanmamızı istediğinden oldukça farklı ve ezber bozucu şeyler söylediğini göstermektdir, bir kaç çarpıcı örnek vermek gerekirse:
-Sürü bağışıklığı önermesi canlı virüs aşıları için geçersizdir ve önermenin tam tersi geçerlidir! Canlı virüs aşıları ile aşılanan çocuklar (henüz) aşılanmamış çocuklara hastalık bulaştırarak salgınlara yol açabilmektedir!
-Bazı hastalıklar bazı yaş gruplarında aşılanmamış çocuklar arasında değil aşılanmış çocuklar arasında (aşıya rağmen) görülebilmektedir!
-Canlı virüs aşılama kampanyalarının ilk başlatıldığı dönemde aşının yol açtığı salgın hastalıklar çok artmaktadır.
Örneğin Hindistan’daki ağızdan çocuk felci aşı kampanyasından önce 50’nin altında çocuk felci vakası görülürken , aşılama kampanyasının ardından akut flasid paralizi (NPAFP) vaka sayısı 47.500’e çıkmıştır. Polio paraliziyle (çocuk felciyle) klinik açıdan aynı olmakla birlikte iki kat ölümcül olan NPAFP’nin görülme sıklığı, alınan oral polio dozlarıyla (çocuk felci aşısı sayısıyla) doğru orantılıydı.
Yani Hindistan’da canlı virüs aşısı ile çocuk felci aşı kampanyası yapılmasaydı bin senede sakatlanabilecek kadar çok çocuk, aşı kampanyası nedeniyle sadece bir kaç sene içerisinde sakatlamış, bunun arkasından çocuk felci vaka sayısının çok azalmış olması başarı olarak sunulmuştu. Bunun bilime ve vicdana ne kadar uygun bir kampanya olduğunu takipçilerimizin takdirine bırakıyoruz! Eğer çocuk felci aşı kampanyası yapılacaksa batı ülkelerinde olduğu gibi canlı virüs içermeyen aşılar ile yapılmalıydı.
-Canlı virüs aşıları biyolojik süreçlerle elde edildiği için aşı dışı virüslerle kirlenebilmektedir, bu virüslerin bazıları sessiz ve tümörojen virüsler olabilmektedir.
-Bugün gelişmiş ülkelerde ağızdan çocuk felci aşısı (yani canlı virüs aşısı) ekteki videoda sunulan olumsuz vaka örnekleri nedeniyle artık uygulanmamaktadır! Peki Rotavirüs, Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak, Su çiçeği ve Grip gibi canlı virüs aşıları niçin uygulanmaya devam edilmektedir?
Polio’nun (çocuk felci) tarihi gerçeklerine dair sunumunu izeyeceğiniz Dr. Suzanne Humphries, klasik tıp eğitimi almış bir iç hastalıkları ve nefroloji hekimi. Üniversitede ‘Kuramsal Fizik’ öğreniminin ardından bir biyokimya laboratuvarında 2 yıl süreyle araştırma teknisyenliği şefliğini yürütmüş ve ardından tıbba yönelerek 1993 yılında Temple Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş. Bronx NY’deki 3 yıllık staj döneminde Sosyal Tıp alanında kendini geliştirmiş. Bu noktada Dr Humphries birinci basamak sağlık hizmetlerindeki (aile hekimliği/pratisyen hekimlik) yetersizlik ve kusurların daha da farkına varmış, hekimlere verilen eğitimin ağırlıklı olarak ilaç yazıp hastalık avlamaya sevk edici olduğunu gözlemlemiş. Bu yaklaşıma rağmen hastaların gitgide daha hasta hale geldiğini, bunun ise beraberinde daha da fazla ilaç kullanımına yol açtığını ve sonunda da hastalarda dejeneratif hastalıkların ortaya çıktığını görmüş. İnsanlarda kronik hastalıklar yaratan bu sistemin bir parçası olmak istemediğinden, allopatik tıbbın diğer ucunda, Nefrolog olarak çalışmaya karar vermiş, 14 yıl boyunca böbrek hastalıkları dalında klasik tıbba hizmet ettikten sonra allopatik (klasik) tıbbın toplamda ne denli başarılı olduğuna dair perspektifi daha da gelişmiş, yerine oturmuş. Dr. Humphries, allopatik tıbbı ‘kullanımda aşırıya kaçılmış’ bir sistem olarak görüyor, yani daha ilk basamak hekimlikte karşılaşılan hertür hastalık veya belirtide gözü kapalı uygulanan tedavi yöntemi ve ilaçların çoğu kez kronik hastalıklara kapı araladığını düşünüyor. Kendisi 4 yıldır homeopati öğrencisi ve lisanslı homeopat hekim olma yolunda çalışmalarını neredeyse tamamlamak üzere.
Roman Bystrianyk ile birlikte kaleme aldıkları Dissolving Illusions adlı kitabında, enfeksiyonel hastalıklarda yaşanan düşüş ve insan ömrünün uzamasında tıbbi gelişmeler ve aşıların iddia edildiği gibi en önemli faktör olmadığını bilimsel literatürden yayınlar eşliğinde ortaya koyuyor.
Her şey 1955’te dahi biliminsanı Jonas Salk’ın inaktive polio virüsü aşını geliştirmesiyle başladı…
Öylesine güveniliyordu ki bu aşıya topu topu 2 saat(!) içinde ruhsatlandırıldı…
Hayrettir ki aşılamayla birlikte polio vakaları da fırladı, sakat kalanlar, ölenler, bebeğini düşüren gebeler … Tarihe bir “Cutter Hadisesi” işte böyle geçti …
Durumu kurtarmalı, aşıya güvenin sarsılmasını engellemeliydi yetkililer; herzamanki kötü gün dostları “istatistikler”e yansıtılmamalıydı bu vakalar, mümkünse eskinin canım poliomiyelit vakalarına artık başka adlar verilmeli, başka başka hastalıklar türetilmeliydi … İşte kalemin kılıca üstünlüğü bir kez daha kanıtlanmıştı …
Bu müthiş tarihi filmdeki bariz kusurlara acımasızca neşter atıyor Dr. Suzanne Humphries. Bildiğimiz, sevdiğimiz ve güvendiğimiz “Polio’nun kökü aşılarla kurutuldu” efsanemizi yerle yeksan ediyor. Tüm bu aşılama programlarının belkemiği, gözbebeği idi oysa öcü polio ve biricik aşısı, yazık oluyor …
Polionun gerçek tarihi pekçok şaşırtıcı veri ve akılalmaz entrikalarla dolu..
Düşünün bir .. 19. yy sonlarından başlıyor hikayemiz ..
Anneler formüla mamanın icadıyla artık bebeleri emzirmez oluyor, destekliyor çocuk doktorları da bunu, önayak oluyor .. ne de olsa koskoca Amerikan Tıp Birliği (AMA) onaylamış, öyle değil mi?
Diğer tarafta Rockefeller Tıbbi Araştırmalar Merkezi’nde “bilimadamları” boş durmuyor.. Nedense, mutant ve son derece virülan bir polio virüsü suşu geliştirmek için hararetle çalışmaktalar. Benzersiz olsun istiyorlar bu yeni nörotropik virüsleri ve ölümcül .. 20. yy’ın ilk ve en büyük polio salgını işte bu laboratuvar yakınlarında patlak veriyor, hastalığın ortaya çıkış zamanı ve görülen ölüm oranı polionun karakteristiğine hiç uymuyor? Ve POLİO ÖCÜSÜ böylelikle (lab’da) yaratılmış oluyor ..
Herzaman takdir etmişimdir Rockefeller’ları ve tıbba, bilime, insanlığa katkılarını … Bugünün Bill Gates’i gibi kendilerini hayır işine adamış, insan sevgisiyle dolu yüce gönüllü insanlar bunlar …
Rockefeller’ların eğitimlerinde hiçbir masraftan kaçınmadıkları doktorlar başlıyorlar sezaryen doğumlara, normal doğanların da göbek kordonları çarçabuk klemplemeye .. bir de K vitamini iğnesi icat ediliyor ki zaten engelledikleri ve mahrum bıraktıkları kök hücreler vücutta gitmeleri gereken yere hiç ulaşamasınlar .. Emzirmek de zaten öyle pek gerekli bir şey değil, ne güzel bakın hazır formül mamalar var, toksik ve sıfır besleyici değeri var ama olsun .. ta 2007’de anca keşfedebileceğiz anne sütünde kök hücre olduğunu zaten, onu da bebeğe vermek yerine bankalarda tutup, ilerde kanser filan olurlarsa diye parayla satın almalarını sağlarız insanların .. HAMLET proteinidiye bir mucize de keşfedeceğiz anne sütünde ama endüstri buna bir kullanım alanı buluncaya değin öyle fazla reklamını yapmaya gerek yok malum ..
Sadece anne sütü alan çocuklarda nedense hiç polio görülmezken doktorların bu konuda anne-babaları bilinçlendirme gereği hissetmeyecekler ..
Bununla da kalmayıp bir bademcik ameliyatı furyası başlatılacak çocuklar üzerine .. vücudun savunma sistemindeki en büyük kalelerden biri imha edilecek .. bakacaklar ki ameliyatlılar patır patır felç oluyor, ‘polio mevsiminde ameliyat yapılmaya’fetvası çıkaracaklar ..
Bu arada zırai devrim kapıda ve DDT her yerde .. yo cidden, kelimenin tam manasıyla her yerde .. bebek kıyafetlerinin üzerinde, sandviçinizde, çocuk odalarınnı duvar kağıtlarında . . .
evde DDT kullanım alanlarından bazıları:
hatta öyle ki okula ve sahile DDT ilaçlama servisi bile getirilmiş, çocuklar bir güzel gazlanıyor yemek yerken, yüzerken, oynarken .. hey gidi polio günleri hey!
Büyük baş hayvanlar da şanslı .. onlar için de DDT ve arsenik dolu ‘daldırma banyoları’ var ..
Bu hayvanların eti de sütü de tahmin edersiniz çok daha “yüklü” olacaktır “besin değeri” açısından ..
Askerleri unutmayın, en çok onların ihtiyacı var bu böcek ilacına!
DDT ve arsenik zehirlenmesi bulgularının poliomiyelit ile aynı olduğunu mu duydunuz? Muhtemelen doğru duymuşsunuz, ama boşverin şimdi, biz hikayemize devam edelim ..
Ve tabii endüstri hızla gelişiyor .. artık beyaz şekerimiz ve beyaz unumuz var .. bunların da bağışıklık sistemini güçlendirici(!) etkisi sanırım hepimizce malum ..
Tüm bunlar olurken, mucize aşımız 1955’te devreye giriyor ancak salgınlar azalacağına artıyor?! Ne yapmamız lazım? Bunca para topladık, yatırım yaptık, jet hızıyla onay aldık, reklamını yaptık ve şimdi bu aşının işe yaramadığını, bırak işe yaramadığını bir de üstüne insanları felç ettiğini nasıl açıklarız halka? Bu, hem aşıların hem kariyerimizin hem de toplum sağlığı parodisinin sonu olur .. O halde bir düşünelim, bir çıkar yol bulalım ..
Mesela ..
Önce şu salgın tanımını bir düzeltelim .. aşıdan önce 100binde 20 vaka olması yeterliydi salgın denmesi için, biz bunu şöyle bir 100binde 35 yapalım .. neredeyse 2 katlık bir değişiklik var, epey bir tampon sağlar bize ..
Bu ‘paralitik polio’ teşhis kriteri süre olarak fazla kısa, böyle olursa aşıdan önce olduğu gibi her vakaya poliomiyelit demek zorunda kalırız, olmaz! Artık aşımız var, polio görmememiz lazım! Şimdi, bunu şöyle yapalım biz; nasıl olsa polio vakalarının ağırlıklı bölümünde paralizi ilk 24 saatten sonra kendiliğinden geçmiyor mu, tek tük vakada 60 gün sürüyor felç durumu, o zaman biz yeni ‘paralitik polio’ teşhis kriterini 24 saatten 60 güne çıkarıyoruz. Gitti mi koca bir bölüm ‘paralitik polio’ şimdi?
Aşıladığımız insanlar polio kapıp duruyor, o zaman biz de ‘aşılamayı takiben 30 gün içinde gelişen hertür polio vakası’nı kayıtlara [aşıya bağlı poliomiyelit diye geçirecek halimiz yok ya] ‘daha önceden var olan hastalık’ diye geçireceğiz! Nasıl, mükemmel çözüm değil mi?
Yani, nedir öyle “aşı yetmezliği”dir, “aşıya bağlı polio”dur bir sürü başımız ağrıyor, ne gerek var, bakın düştük bir kalemde bir dolu aşıdan kaynaklı polio vakasını da?!
Aşıya başlayalı 3 yıl oldu .. salgınlar aldı başını yürüdü .. önlemleri arttırmamız lazım .. başka ne yapalım?
Elimizde geniş bir ‘non-paralitik poliomiyelit’ insidansı var .. bunlardan bir kısmı meninjiyal belirti taşıyor ya .. biz en iyisi bunları külliyen ‘polio’ kategorisinden çıkartalım, boşuna yer işgal ediyorlar, rakamlar şişiyor! .. bundan böyle bu meninjiyal belirtili non-paralitik vakaların adı “ASEPTİK MENENJİT” olsun! Oh, epey ferahladı polio kategorisi birden! ..
Teknoloji ilerledi, bırakalım artık eski usulleri de biraz diyagnostik testlere ağırlık verelim, şu aşıdan önce polio deyiverdiklerimizin bir dışkılarını filan analiz edelim, bakalım hakikaten polio virüsü var mı, öyle değil mi?
A a, o da ne?! E bizim aşıdan önce bol keseden polio diye teşhis ettiklerimizin sadece 4’te 1’i gerçekten poliomiyelitmiş?! Geri kalanı Coxsachie virüsü, ECHO virüsü çıkıyor?? Gökte ararken yerde bulduk çözümü, düşüverin hemen istatistiklerden bunları, düşüverin 4’te 3’ünü kayıtlardan …
Böyle mucizeler de işte mesleğin tadı tuzu ..
Demek ki neymiş, bundan böyle yemeyip içmeyip dışkıda “doğal polio virüsü”ne bakacakmış herkes; farklıysa veya virüs filan yoksa aşağıdaki bu amaç için yeni türetilmiş hastalık seçkisinden uygun olanına yerleştirilecek vaka:
Transvers miyelit
Viral veya “aseptik” menenjit
Guillain-Barre sendromu
Kronik yorgunluk sendromu
Spinal menenjit
Post-polio sendromu
Akut flask paralizi (AFP)
Enteroviral ensefalopati
Travmatik nevrit
Reye’s sendromu
vesaire vesaire ..
Bakın görün şu aşının kerametini .. literatürü zenginleştirdik resmen bir çırpıda .. ara ara, kimsecikler bulamaz artık 3 sene öncenin öcü polio’sunu .. BİZ bitirdik polioyu .. tıp camiasının üstün hizmet anlayışı ve mucize aşılarımız yendik polio canavarını, bitirdik, kökünü kuruttuk!
Yalnız şu hantal ‘demir ciğerler’den de bir kurtulmamız lazım .. görevini tamamladı, tüm dünyaya polio korkusu saldı .. e şimdi madem biz polio’nun kökünü kuruttuk, bu denizaltıdan bozma aletleri de toplum bilincinden yavaş yavaş silmemiz lazım ..
Artık içinde bulunduğumuz bu 1960’lı yıllar, ‘Solunum Yoğun Bakım Ünitesi’ devri olmalı.. Hantal demir ciğerler yerine artık ağız-havayolunun kullanıldığı pozitif basınçlı ventilasyon cihazlarına geçilmeli .. işte size modern demir ciğer! .. ama aramızda kalsın bakın, kimse anlamamalı bugün hala demir ciğerlerin kullanıldığını .. her yıl paralizi geliştiren yüzlerce hatta binlerce bebeğe Transvers Miyelit teşhisi koyuyoruz biliyorsunuz, hani eskiden buna da polio deniyordu ama neyse, karıştırmayalım orasını .. işte bu bebekler bu “modern demir ciğerler” sayesinde hayatta bugün .. ya siz ne zannediyordunuz?
Bir de Hindistan’da canla başla yürütülen polio eradikasyon programı var ki hepimizin gözbebeği .. tıpkı Bill Gates gibi .. DSÖ bakın diyor doğal polio virüsünü bitirmek üzereyiz diye .. haklılar, aşılarımızla yeniyoruz polio’yu .. yalnız şu aynı anda fırlayan Akut Flask Paralizi var, polio’dan daha ölümcül hani .. onu nasıl açıklamalı bilmiyoruz .. hayır tabii ki aşılarımızla bir alakası yok da, hani bir başka olasılık da yok ortada o zorluyor bizi .. neyse Allah’tan kimse de sormuyor; zaten kimin aklına gelir ki bunun da bir zamanların öcü polio’su olduğu, sadece isminin değiştiği?
Bu yüzyılda mutlaka kökünü kurutacağız polio’nun, bunu da Bill Gates’in izni ve yardımıyla mucize aşılarımız başaracak .. bakın görün .. ama n’olur beklerken nefesinizi tutmayın!
“Toplu aşılama programı insanları gütmeye temayüllüdür. İnsanlar sığır veya koyun sürüsü değildir oysa. Sürü gibi güdülmemeleri gerekir. Toplu aşılama programı doğası gereği problemi fazlasıyla baside indirgemek ister hep; faydalarını abartır; doğabilecek tehlikeleri minimize eder ve hatta tümden yok sayar; bilimsel düzeyde belirli bir ihtiyatla yükseltilmiş karşıt sesler istemez karşısında ve mümkünse bunları susturur; ortada bir neden yokken bir acil durum havası yaratır; vatandaşları öyle bir şevke getirir ki neredeyse sabırsızlanırlar, hatta tahammülleri kalmaz aşıyı beklemeye; karantina durumunda devletin kolluk güçlerinin yetki sınırını fazlasıyla aşmasına olanak verir; kompleks olayları baside indirger; itibarsızlaşmış bir aşıyı tutar yıllar yılı savunmaya ve desteklemeye devam eder;… dürüst ve aydınlatılmış rıza konseptini alaya alır.[1]“
Aşı konusunda kafa karışıklığı had safhada, özellikle de okudukları fakülteye itimadı tam, beyni yıkanmış doktorlar arasında. Bakıyorsunuz hiçbir şeyden haberi olmayan halk da bu doktorlara güveniyor…işin en doğrusunu tıpçılar bilir çünkü, öyle değil mi? Hem doktorlar da iyi insanlar sonuçta, bizim iyiliğimiz için çalışıyorlar. Doğrudur. Bir zamanlar ben de medikal sistemin himmetine inanan o beyni yıkanmış doktorlardan biriydim ve öğrendiğim her şeyin modern zamanların sunabileceğinin en iyisi olduğuna inanırdım. Oysa şimdi, tıp fakültesinde öğretilenlerin büyük çoğunluğunu ne kadar kısıtlı bilgiden ibaret olduğu gün gibi aşikar benim için. Artık doktorların çoğunun, kendilerine öğretilen dogmayı sorgusuz sualsiz, harfiyen yerine getirmekle mükellef ve gözlerinin önünde cereyan eden gerçekler aksini gösterse dahi sadakatle tekrar tekrar gösterdikleri kör itaatin karşılığında mükafatını alan köle teknisyenlerden pek farkı olmadığını biliyorum.
Doktorların çoğunun bilmediği bir gerçek var; Salk aşısındaki ölümcül canlı poliovirüsü yüzlerce çocuğu ve etraflarındaki temaslı bireyleri paralize ederken, toplum sağlığı yetkililerinin kapsamlı bir makyajlama çalışmasıyla aşının tarihini baştan yazdıkları. 1955 – 1961 yılları arasında polio insidansını azalttığı iddia edilen aşılardan bahsediyoruz burada! Oysa o yıllarda polio insidansındaki “düşüş”ün ardında yatan başka bir meşhum neden var; 1955’te poliovirüsü enfeksiyonları oldukça yaratıcı bir şekilde yeniden tanımlanıyor, nedeni de çoğu “polio” paralizisi olgusunun sisteminde poliovirüsü filan bulunmadığı gerçeğini “gizlemek”. Salk aşısının itibarı bu şekilde korunurken, tarihin suları fazlasıyla bulandırılmış oluyor.
En büyük salgınlarda bile uzun süreli paraliziye yol açan tek faktörlü poilovirüsü enfeksiyonu oldukça düşük insidansa sahip olmasına rağmen[2], Basil O’Connor’ın “March of Dimes” (Metelik Geçit Töreni) adlı reklam kampanyaları bunu yanlış bir şekilde sanki dört bir yanda kol gezip insaları kötürüm bırakan amansız bir hastalık olarak yansıtıyor. Basil O’Connor, Salk’un aşısını fonlamak için bu kampanyayla yılda 45 milyon dolar toplayadursun, dönemin bilimadamları Coxsackie, echo ve enterovirüsler gibi başka virüslerin de polio’ya yol açabildiğini farketmeye başlıyorlar. Bilimadamları ayrıca kurşun, arsenik, DDT ve kullanımı yaygın diğer nörotoksinlerin de polio’yla birebir aynı lezyonları oluşturduğunu ifade etmeye başlıyorlar. ABD’deki büyük salgınlar süresince alternatif hekimler, o günün koşullarında mevcut detoks protokolleri ile büyük bir başarıyla hastalık patolojisini tersine çevirmeyi başarıyor, ancak bu tedavi yöntemleri ve elde edilen başarı koşulsuz şekilde yok sayılıyor[3].
Bugün artık tıp literatüründe polio’ya başka virüslerin de yol açabileceği kabul edilmişken, genel kamuoyunun bundan haberi dahi yok.
1954’ten önce Transvers Miyelit, viral veya “aseptik” menenjit, (Franklin, D. Roosevelt’in muzdarip olduğu) Guillain-Barre Sendromu (GBS)[4], Çin Paralitik Sendromu, Kronik Yorgunluk Sendromu, epidemik kolera, kolera morbus, spinal menenjit, spinal apopleksi, inhibitör palsi, aralıklı ateş, tifüs (lekeli humma), worm fever, safra çıkışlı remitan ateş, ergotizm, post-polio sendromu, akut flask paralizi (AFP) gibi hastalıkların “poliomiyelit” (polio sekeli) adı ardına saklandığına hiç şüphe yok.
“Akut Flask Paralizi” şemsiye terimi altında ise Poliomiyelit, Transvers Miyelit, Guillain-Barre sendromu, enteroviral ensefalopati, travmatik nörit, Reye’s sendromu vb hastalıklar toplanıyor.
Polio’nun eradike edildiğine inanmadan önce şu AFP ve Polio grafiğine bir bakın. 1996 öncesine ait veri niye yok diye merak edecek olursanız da, DSÖ’nün websitesinde AFP sayfasına gidebilir, burada 1996 öncesine ait veri bulunmadığını ancak AFP’nin bugün 2011’de dahi yükselişte olduğunu görebilirsiniz. Akut Flask Paralizi (AFP), 1955’te adı polio olan ve aniden gelişen felç durumunu anlatmak için kullanılan bir isim sadece. Akut polio’ya dair en sık görülen belirti ve polio salgınlarında sürveyansta kullanılıyor. AFP bundan başka enterovirüsler, echovirüsler, adenovirüsler ve diğer bazı patojenik ajanlarla da ilişkilendiriliyor. Ancak 1955’te AFP olgularında polio haricinde bir şey saptamak için herhangi bir çaba görmüyoruz. Aşı kitlesel pazarlamaya geçtiği andan itibaren ise oyun değişiyor.
İnsanlar bana ‘peki ama tüm o demir ciğerdeki çocuklar bugün nerede’ diye sorduklarında ise John Hopkins’ten Dr. Douglas Kerr’e gidip sormaları gerektiğini söylüyorum. Dr. Kerr, Donna Jackson Nakazawa’nın “The Autoimmune Epidemic” (“Otoimmün Hastalık Salgını”) adlı kitabının sayfa xv’deki önsözünde şöyle diyor:
“Beş aylık bebeklerde bile Transvers Miyelit görülebiliyor ve bunlardan bir kısmı kalıcı felç geçirip ömür boyu nefes alabilmek için solunum cihazına bağımlı hale geliyor… John Hopkins Hastanesi’ndeki meslektaşlarım ve ben her yıl yüzlerce yeni vaka görüyor veya duyuyoruz.”
Acaba bir zamanlar adı polio olan bir hastalıktan bugün yüzlerce çocuğun muzdarip olduğunu ve bunların bir kısmının da ‘demir ciğer’ cihazının modern versiyonuna bağımlı yaşadığına dair halkın herhangi bir fikri var mı? Hayır. Bugün ebeveynler, korku yaratmak için gözlerine habire demir ciğerlere sokulmuş çocukların fotoğrafları sokulmadığı için Salk’un aşısının solunum cihazlarına gereksinimi tamamen ortadan kaldırdığına inanıyor. Üstelik, bugünün “demir ciğer”leri öyle denizaltı prototipi gibi de gözükmüyor. Bunların bugünün “solunum cihazları” olduğu hemen hiç fark edilmiyor bile.
Polio aşısı, FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) tarihinin en hızlı ruhsatlandırılmış ilacı olma özelliğine sahip. Ticari üretim iznini Ruhsatlandırma Komitesi’nin baskı altında yürütülen yalnızca 2 saatlik toplantısının ardından alıveriyor. Bu komitede görevli bilimadamları; akademisyen veya hastane hekimleri aşının güvenlik çalışmalarına dair yayımlanmış herhangi bir raporu okuma fırsatı dahi bulamadan ve yürütülen büyük polio deneyinin sonuçları daha herhangi bir tp dergisinde yayımlanmamışken aşının piyasaya sürülüşüne şahit oluyor. Şayet bu bilimadamlarına daha fazla sözhakkı verilmiş olsaydı, herikisi de aşının alelacele ruhsatlandırılmasından sadece bir iki hafta sonra aşılananlarda felç ve ölüme yol açan “Cutter” Felaketi ve “Wyeth” Problemi gibi olaylar muhtemelen yaşanmayacaktı.
“Toplantıya kadar aşının dağıtımı deneysel ürün kategorisinde yapılmıştı, ruhsatlı ürün olarak değil…komiteden ivedilikle bir karara varması istendi…Dr. Francis’in verdiği rapor üzerinde biraz tartışıldı ancak bunu derinlemesine tartışacak pozisyonda değildik zira raporu o sabahtan önce görmemiştik bile, sunumun ardından dağıtıldı bize…üzerimizde şu manada bir baskı vardı, bize süratin hayati önem taşıdığı söylendi ve akşam saat 5 olduğunda bazılarımız meseleyi biraz daha tartışma ihtiyacı hissettiğimizi bildirdik. Bize konunun daha fazla tartışılmasının toplantının bir sonraki haftaya kayması demek olduğu ve bu durumda Washington veya Besthesda’ya gitmemiz gerekeceği söylendi, ki çoğu üye bunu yapmak istemiyordu. Yani aslına bakılırsa, normalde yapacağımızdan daha erken karara varmamız için baskı oluşturuldu. …Kararda yaşanan olayların payı vardı anlayacağınız.[5]“
Ve modern zamanların aşılamaya olan inancının temelini oluşturan polio hikayesinin daha sadece başı bu.
Güvenli aşı yoktur. Aşı “etkilidir” dendiğinde bu sadece vücutta antikor yanıtı oluşturduğu anlamına gelir, sizi hastalıktan koruduğu anlamına değil. Çocukları sağlık tutmanın, kan beyin bariyerlerinde yangı oluşturup zayıflatan ve potansiyel olarak enflamasyon ve başka problemlere yol açan hastalık mikrobu, kimyasallar, hayvan DNA’sı, hayvan proteinleri, deterjanlar ve sürfaktanlar zerk etmekten başka birçok yolu var.
Doktorlara tıp fakültesinde aşılarla ilgili verilen eğitim neden ibarettir biliyor musunuz? Pediyatri eğitimimiz sırasında aşıların takvime uygun verilmesi gerektiğini öğreniriz. Çiçek ve polio’nun kökünün aşılarla kurutulmuş olduğunu öğreniriz. Difteri tedavisini öğrenmemize gerek olmadığını, çünkü zaten hiç görmeyeceğimizi öğreniriz. “Aşılar güvenli ve etkilidir” mantrası ile endoktrine oluruz – kaldı ki her iki önerme de gerçek dışıdır.
Doktorlar bugün “tereddütlü” ebeveynlerle nasıl konuşmaları gerektiğine–doğal enfeksiyon risklerini ziyadesiyle şişirip nasıl korkutacaklarına– dair sıkı bir eğitimden geçerler. Anne-babaları aşıya razı etmek için baskı ve zor kullanımının veya çocuğun tıbbi bakımının üslenilmemesiyle tehdit etmenin gerekliliği üzerine eğitilirler. Doktorlara hiçbir aşı hakkında katiyen TEK BİR kötü şey söylenmemesi gerektiği öğretilir.
Tarihsel olarak, ölüm saçan çiçek aşısı zamanından beri toplu aşılama uygulamalarına karşı duruş sergileyen aklı başında, derin, akademik boyutta tartışmalara imkan verilmemiş, susturulma yoluna gidilmiştir. Bu olup bitenler gayet açık ve net şekilde, yandaşçılık ve korporatizmin işgali altındaki sağlık endüstrisinde dönen politik entrikalardan ibarettir.
CNN, Fox haber bültenlerinde veya anaakım literatürde aşılamaya karşı çıkan ciddi anlamda bilgili, saygın doktorların fikirleri yasaklıdır. Bu tip medya kanallarında sesleri duyulduğu takdirde, bugüne kadar saf saf kendilerini dinleyen halk yüzseksen derece dönüş yapar diye herhalde. Oysa anaakım medyanın aşı konusuna uygun bulduğu tanıtım şekli şudur; çoğunlukla, çocuğu aşıdan zarar gördükten sonra aşıya karşıt tavır alan bir anne ya da babanın karşısına TV’de program yapan meşhur bir doktor çıkartılır. Dr. Stork örneğin, Jenny McCarthy’yi konuk ettiği programda JB Handley lafını keserek yanlışını yüzüne vurup seyircilerden de destek alınca tam bir öfke nöbetine tutuluyor.
Dr. Sears’ın aşılamanın tarihi ve bulaşıcı hastalıklarda yaşanan düşüşle ilgili yaptığı düpedüz delüzyonel bildirimleri şimdilik bir tarafa bırakalım. JB Handley’nin programda seyirciden alkış alması ve buna rağmen editlenmemesi televizyonda türüne az rastlanır bir olaydı. Ticari televizyon kanallarındaki standart yaklaşım, medyatik doktora veya Paul Offit gibilere denk aşı-karşıtı bir hekim yokmuş gibi davranmaktır oysa. Bu şekilde, salt küçümsedikleri ve herkesin önünde alt edebilecekleri kişileri alabiliyorlar programlara ancak. JB’yi altta kalmadığı ve bu medyatik doktora haddini bildirdiği için tebrik ediyorum. Aşı oyunu tarih boyunca hep böyle oynanmıştır işte: bilgili, donanımlı doktor ve bilimadamlarının görüşlerini kameralar yansıtmasın, hakemli dergilerde yer bulamasın bu görüşler ve aşı-karşıtı pozisyonu sadece kısıtlı bir perspektifle temsil edilsin.
Eğer aşılamanın güvenlik ve etkinliği ile ilgili şüphelerimiz varsa lütfen merakınızı yitirmeyin, zira çocuklarınızın hayatı buna bağlı olabilir. Muhtemelen pek çoğumuz gibi sizin de bu süreçte öğrenilmişliklerden kurtulma yolunda oldukça yol almanız gerekecek.
[1] Clinton R. Miller’ın beyanı, İntensif İmmünizasyon Programları, 15 ve 16 Mayıs, 1962. Eyaletlerarası ve Dış Ticaret Temsilciler Meclisi’nde yürütülen duruşmalar, 87. kongre, ikinci oturum; H. R. 10541.
[2] Meier, P. 1978. “Dünyanın en büyük toplum sağlığı deneyi: Salk poliomiyelit aşısının 1954 deneyi.” İstatistik: Bilinmeyen için Rehber, Ed. J. M. Tanur, ve arkadaşları, sf. 3-15. San Francisco: Holden Day.
[3] Scobey, R. 1952. “Poliomiyelit ile zehir bağlantısı ve araştırmaların engellenişi.” Arch. Pediatr. April;69(4):172-93.
[4] Goldman.2003.”Franklin Delano Roosevelt’in paralitik hastalığının nedeni neydi?” J Med Biog, 11:233-240.
[5] Opening brief of Defendant and Appellant Cutter Laboratories Gottsdanker v. Cutter Laboratories (1960) 182 Cal. App.2d 602 sf. 31-33.
“Çocukluk çağı hastalıkları son derece tehlikelidir…”
…gerçekten öyle midir?
Çocukluk döneminde geçirilen bulaşıcı hastalıkların günümüz modern dünyasında ciddi sayılabilecek sonuçları tektüktür. CDC’nin muhafazakar istatikleri bile örneğin boğmaca için hastalıktan iyileşme oranını 1992-94 yılları için %98.8 olarak göstermektedir. 1993 sonbaharında Ohio ve Şikago’da başgösteren yüzlerce boğmaca vakasında Cincinnati Çocuk Hastanesi’nde görevli bir enfeksiyonel hastalıklar uzmanı, “Görülen boğmaca vakaları oldukça hafif seyirli; ölen yok, yoğun bakıma kaldırılan yok.” açıklamasında bulunmuştu.
Çoğu kez çocukluk dönemi bulaşıcı hastalıklarının seyri kısıtlı olup tehlike oluşturmayacak şekilde geçirilir. Çoğu durumda ömür boyu bağışıklık sağlayan bu hastalıkların yanında aşının sağlayacağı bağışıklık (koruma) geçicidir. Aşının geçici yapıdaki koruyuculuğu ise çocuğun ileriki yıllarda sağlığına tehdit oluşturulabilir. Örneğin, yeni su çiçeği aşısının koruyuculuğunun 6 – 10 yıl arası olduğu düşünülmektedir. Koruyuculuk sağladığı takdirde çocuğun hastalığa maruziyetini yetişkinlik yıllarına çekecek ve her ne kadar bu yıllarda da nadir bir sonuç olsa da su çiçeğinden ölüm riskini 20 kat arttırmış olacaktır. İngiltere’de eskiden “kızamık partileri” yapılırdı; kızamık çıkaran bir çocuk varsa civar komşular çocuklarını kapıp hasta çocukla oynatmaya gelirlerdi, amaç çocukların hastalığı kapıp bağışıklık kazanmalarını sağlamaktı. Böylelikle hastalığın gecikerek daha tehlikeli seyrettiği yetişkinlik yıllarına sarkması önlenir ve aynı zamanda da doğal hastalık sürecinin bağışıklık sistemini güçlendirici etkisinden faydalanılırdı.
1980’lerin sonuna doğru başgösteren kızamık vakalarının yarıya yakını çocukken aşılanmış ergen ve erişkinlerden oluşuyordu(48) ve önerilen ek aşı dozlarının ise koruyuculuğu 6 aydan kısa olarak belirtilmektedir(49). Bazı sağlıkçılar su çiçeği aşısındaki virüsün ileriki yıllarda reaktive olarak “zona” (herpes zoster) veya diğer immün sistemi hastalıklarına yol açabileceğinden endişe etmekteler(50). Cleveland, Ohio’daki St. Luke’s Medical Center’in pediyatri bölümü üyesi Dr. A. Lavin, “genetik yapıya [çocuklara] mutasyona uğramış DNA [aşı suşundaki herpes zoster] zerk etmenin taşıdığı risklerin ne olduğu … tam olarak anlaşılana kadar” yeni aşıya lisans verilmesine şiddetle karşı çıkmıştı(51). İşin aslı, bu işlemin sonuçlarının ne olacağını kimse bilmiyor, ancak aşıya lisans verildi ve şu anda sağlık otoriteleri tarafından önerilen bu aşı eyaletler tarafından zorunlu tutulan aşılar arasında hızla yerini almaya başladı.
Bulaşıcı hastalıkların büyük çoğunluğu tehlikeli olmadığı gibi, güçlü ve sağlıklı bir bağışıklık sistemi için son derece önemli bir rol de oynarlar. Kızamık geçirmemiş kişilerde belirli bazı cilt hastalıkları, kemik ve kıkırdak dokularda görülen dejeneratif hastalıklar ile bazı tümör çeşitleri daha sık görülürken, kabakulak geçirilmemiş olmasının da yumurtalık kanseri riskini arttırdığı tespit edilmiştir. Antroposofik tıp hekimleri yalnızca tetanoz ve çocuk felci aşılarını önerirler; diğer çocukluk dönemi hastalıklarını geçirmenin ise bağışıklık sistemini olgunlaştırıcı ve güçlendirici etkisinden dolayı faydalı olduğu inancını taşırlar.
AŞI GERÇEĞİ 5:
“Çocukluk çağı hastalıklarının tehlikeleri, anne-babaların şüpheli ancak oldukça karlı bir tıbbi prosedüre rıza göstermelerini sağlamak için olduğundan çok daha tehlikeli gösterilmektedir.”
SÖYLENCE 6:
“Çocuk felci, aşılama tarihinin tartışmasız en parlak başarı öykülerinden biridir…”
…gerçekten öyle midir?
Salk aşısının kullanıma girmesinden 1 yıl sonra Vermont’taki iki katın üzerindeki artıştan Massachusetts’teki %642’lik muazzam artışa kadar altı New England eyaletinde çocuk felci vakalarında artış bildirilmiştir. Wisconsin’de 5 faktörlük vaka artışı görülmüş, Idaho ve Utah ise artan çocuk felci ve ölüm vakaları nedeniyle aşılamayı durdurmuştur. 1959’da, Massachusetts’teki paralizi vakalarının %77.5’ini 3 doz IPV (enjekte çocuk felci aşısı) olmuş kişiler oluşturuyordu. 1962 yılında Amerikan Kongresi’nde yapılan duruşmalarda North Carolina School of Public Health Üniversitesi’nden, Biyoistatistik Bölüm Başkanı Dr. Bernard Greenberg, zorunlu aşılamanın ardından çocuk felci vakalarında (1957’den 1958’e %50; 1958’den 1959’a %80’lik) önemli artışın yanısıra Halk Sağlığı Hizmetleri birimi tarafından istatistiklerin tam tersi izlenim yaratmak amacıyla kasıtlı olarak manipüle edildiği yönünde ifade vermiştir(52). Burada önemli nokta, çocuk felci aşısının en azından ilk etapta tüm dünyada uygulamaya alınmamış olmasıdır. Buna rağmen çocuk felci vakaları, kitle aşılamasını reddeden Avrupa ülkelerinde tıpkı aşılama yapan ülkelerdeki gibi düşüşe geçmiştir.
Araştırmacı-yazar Dr. Viera Scheibner’a göre gerçekte ortada doğal virüsten kaynaklı salgın olmadığı halde çocuk felci (Salk) aşısı yüzünden birkaç ülkede birden paralitik çocuk felci vakaları yaşanmaktayken, bu vakalarının %90’ı sağlık otoritelerince aşının kullanıma girmesiyle birlikte hastalık tanımında yapılan değişikliklerle istatistiki olarak elimine edilmiştir. Örneğin, çocuk felciyle benzer belirtilere sahip viral ve aseptik menenjit vakalarına aşı kullanıma girmeden önceki dönemde rutin olarak çocuk felci tanısı konulup kayıtlara bu şekilde geçirilirken, aşının kullanıma alınmasıyla birlikte bunlar ayrı hastalıklar olarak kabul edilip çocuk felci istatistiklerine alınmamıştır. Ayrıca salgın (epidemi) ilanı için gerekli hastalık vaka sayısı 20’den 35’e yükseltilmiş ve hastalığın paralizi istatistiklerine alınabilmesi için belirtilerin önceki gibi 24 saat sürmesi yerine 60 gün süreklilik kaydı koşulmuştur (çocuk felci geçirenlerin çoğunda paralizi geçicidir). Bu durumda, kağıt üstünde de olsa çocuk felci vakalarında aşıdan sonra yaşanan keskin düşüşe şaşırmamak gerekir. 1985 yılında CDC, Amerika’da 1973 ve 1983 yılları arasında görülen çocuk felci vakalarının %87‘sinin, daha sonra ise yurtdışı ülkelerden gelen bir iki vaka dışındaki tüm çocuk felci vakalarının aşıdan kaynaklandığını açıklamıştır (yurtdışındayken çocuk felcine yakalananların da aşıları tam olan bireyler olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır).
IPV aşısının mucidi Jonas Salk, Amerikan senatosu altkomitesindeki yeminli ifadesinde 1961’den beri yaşanan çocuk felci salgınlarının hemen hepsinin ağız yoluyla alınan (oral) çocuk felci aşısından (OPV) kaynaklandığını belirtmiştir. Centres for Disease Control and Pevention (CDC) ve Institute of Medicine (IOM) sponsorluğunda düzenlenen bir çocuk felci aşıları atölyesinde, Duke Üniversitesi’nden Dr. Samuel Katz Amerika’da oral çocuk felci aşısı almış kişiler arasında görülen yıllık 8-10 aşıya bağlı paralitik çocuk felci vakasından ve doğal çocuk felci virüsünün Batı Yerküre’de [4 yıldır] görülmemiş olduğundan bahsetmiştir. Washington’daki Ulusal Rehabilitasyon Hastanesi Araştırma Merkezi’nden Jessica Scheer, Amerika’daki çocuk felci aşılamasının “her sene az sayıda insanın kurban edilmesi” ile sonuçlandığından anne-babaların haberdar olmadığına dikkat çekiyor. Bu tezata ek olarak aşıya bağlı istenmeyen etki bildiriminin düşüklüğü ve National Vaccine Information Centre (NVIC) örgütünün aşı reaksiyonu teyidi ve aşıya bağlı reaksiyonlara hekimler tarafından konulan yanlış teşhisleri düzeltme çalışmaları “aşıya bağlı paralitik çocuk felci”ne “kurban edilenler”in sayısının CDC tarafından verilen rakamların 10, hatta 100 katı üstünde olabileceğini göstermektedir. Bu nedenlerden dolayı da canlı çocuk felci virüsü kullanılan aşılar bugün yaygın kullanımdan kalkmıştır.
Bilinen şudur ki, 20. yüzyılın ilk yarısında görüldüğü şekliyle çocuk felcine günümüzde rastlanmamaktadır. Ancak, 1940’ların sonu ve 1950’lerin başında tepe yapan çocuk felci vakalarından sonraki düşüş ivmesinin başı aslen aşısı çıkmadan önceki dönemlere denk gelmektedir.
AŞI GERÇEĞİ 6:
“Çocuk felci aşısı, hastalığın aşı öncesi dönemde başladığı düşüş eğilimini geçici olarak tersine çevirmiş, bu gerçek ise sağlık otoritelerince kasıtlı olarak örtbas edilmiştir. Avrupa’da görülen çocuk felci vakalarında, aşıyı uygulayan ve uygulamayan ülkelerde aynı şekilde düşüş gözlenmiştir.”
Kaynaklar:
48. Reported by KM Severyn, R.Ph, Ph.D. in the Dayton Daily News, June 3, 1995.
49. Vaccine Information and Awareness (VIA), “Measles and Antibody Titre Levels,” from Vaccine Weekly, January 1996.
50. NVIC Press Release, “Consumer Group Warns use of New Chicken Pox Vaccine in all Healthy Children May Cause More Serious Disease”.
51. Id. [Reported by KM Severyn, R.Ph., Ph.D.]
52. Hearings before the Committee on Interstate and Foreign Commerce, House of Representatives, 87th Congress, Second Session on H.R. 10541, May 1962, at 94.