Aşılamanın Truva Atı – Gıda Alerjileri

Aşılamanın Truva Atı – Gıda Alerjileri

Screenshot from 2013-09-28 16:27:09

Gıda alerjisi neden oluşur?

Kan dolaşımına karışmış gıdasal proteinlerin gıda alerjisine yol açtığına dair kanıtlar giderek artıyor.

Charles Richet’in aşı veya enjeksiyonlarda bulunan gıda proteinlerinin gıda alerjilerine yol açtığını keşfetmesinin üzerinden yüz yıldan fazla zaman geçti. Anafilaksiye adını koyan Richet, bu keşfinden dolayı Nobel ödülü aldı.

Ancak nasıl olduysa bugün hekimler aşıların bu etkisini unutmuşa benziyor.

2011 haziranında Journal of Pediatrics’te yayımlanan bir çalışma Amerikalı çocukların %8’inde gıda alerjisi olduğu ve bu çocukların %38.7’sinin (yani ülkedeki tüm çocukların %3.1’inin) sağlık öyküsünde ağır reaksiyonlar bulunduğunu ortaya koymuş. Avrupa’da da durum farklı değil. 2011 şubatında Avrupa Alerji ve Klinik İmmünoloji Akademisi tarafından yayımlanan makalenin başlığı bile bize bir fikir veriyor aslında: “AAKİA’dan alerji istatistikleri: 17 milyon Avrupalı gıda alerjisine sahip; çocuklarda görülen alerjiler son 10 yılda ikiye katlandı”.

 

Bu noktada tarihte kısa bir yolculuğa çıkalım… “Alerji” ve “anafilaksi” terimleri aslen ilk defa 1800’lerin sonunda, difteri antitoksin serumunun insanlara kitleler halinde uygulanmaya başlamasıyla aşılı çocukların %50‘sinde ortaya çıkan ve adına ilk etapta “serum hastalığı” denmiş yeni ve tuhaf bir hastalığı tanımlamak için türetilmiş. Avusturyalı pediyatrist Clemens von Pirquet bu hastalığı derinlemesine incelemiş ve semptomlarının polen ve arı sokmalarında insanların gösterdikleri aşırıduyarlılık (hipersensitivite) tepkisine benzediğini tespit etmiş.  Kan serumuna karşı verilen bu “değişime uğramış reaktivite”yi daha iyi ifade etmek için de 1906‘da Latinceden ‘alerji’ kelimesini türetmiş.

1901‘de bir başka doktor, Charles Richet de köpekleri denizanası zehiriyle aşılamaya çalışırken aynı fenomenle karşılaşıyor. Köpeklerde belli düzeyde bir tolerans yaratsın diye zehri oldukça düşük dozlarda enjekte etmeye başlıyor. Ancak hayvanlar ikinci kez aşılandıklarında çok şiddetli reaksiyon gösterip kısa sürede ölüyor. Ortaya çıkan bu reaksiyonu tanımlamak için yine Latinceden ‘ana-phylaxis’ veya bir diğer deyişle ‘anti-korunma’ terimini kullanıyor, zira ortaya çıkan sonuç aşının yapılma sebebi olan “koruma”nın tam tersi oluyor.

Richet deneylerine devam ediyor ve hemen fark ediyor ki kan dolaşımına herhangi bir protein (gıdasal protein de buna dahil olmak üzere) zerk edilmesi durumunda canlı daha sonra o gıdayla karşılaştığında sensitizasyon (duyarlılık) ve anafilaksi oluşuyor. Richet kedi, tavşan ve atlara çok küçük dozlarda süt ve et proteini enjekte edip anafilaksinin tüm canlılar için geçerli olmak üzere bağışıklık sistemin verdiği bir savunma tepkisi olduğunu gösteriyor.

Aşılar icat edilmeden önce serum hastalığı diye kitlesel bir alerji bilinmiyordu bile. 20. yy’ın hemen başında doktorlar alerjiyi -devletlerin uygulamaya soktuğu-kitle aşılamalarının ortaya çıkarttığı bir sonuç olarak tanımlamıştır.

Zamanla aşılarda kullanılan maddelerin rafinasyonu, duyarlılık oluşturan proteinleri azaltacak şekilde iyileştirildikçe serum hastalığı da daha az görülmeye başlıyor. Ancak, 20. yy’da devletlerin aşı programları, içinde gıda proteinleri ve adjuvanların kullanıldığı aşılarla sürekli genişledikçe bu defa da öngörülemeyen başka problemler ortaya çıkıyor. Bunlardan biri de gıda alerjileri.

Alerjik sensitizasyon; sindirimden geçmiş, solunum veya enjeksiyon yoluyla vücuda alınmış protein(ler)in enzimatik modifikasyon veya detoksifikasyona uğramadan kana geçmesiyle oluşuyor. Kandan atılmadığı takdirde bu protein(ler) tehdit olarak algılanarak, aralarında IgE (immunoglobulin epsilon) gibi antikorlar da olmak üzere vücudun savunma sistemleri devreye giriyor. Aynı proteinle yeniden karşılaşılması durumunda IgE antikoru histamin salgılanmasını sağlıyor. Histamin enflamasyona ve düz kas kasılımına yol açıyor. Ortaya ürtiker, hava yolu-trakea, bronş ve bronşiyollerde tıkanma, kusma, ishal, tansiyon düşmesi gibi belirtiler çıkıyor ve bazen de ölümle sonuçlanıyor.

Gıda proteinleri kana nasıl geçiyor?

  • Aşılar, zerk sıvıları, kene ısırıkları ile proton pompası inhibitörleri (PPİ) gibi asit düşürücü ilaç kullanımı nedeniyle gıdaların tam sindirilememesi yoluyla gerçekleşiyor.

Pediyatrik aşılarda şimdiye kadar kullanılmış proteinler; sığır eti, yumurta, süt (kazein), maya, jelatin, domuz, balık, soya fasülyesi, keneotu tohumu (castor bean) gibi baklagiller ile kırmızı deniz otu (agar) gibi bitkisel ve hayvansal proteinler kana geçiyor (bkz. CDC’nin yayımladığı aşı içerik listesi).

  • K1 vitamini enjeksiyonlarında (baklagil ve çeşitli yemiş yağları gibi) bitkisel yağlar ve/veya hayvansal yağ kullanılmakta. Yerfıstığı veya ağaç yemişlerine karşı alerjilerin izini sürdüğünüzde karşınıza bu tür enjeksiyonlar çıkacaktır.
  • Kene ısırığıyla kana alfa-gal denilen (ve kırmızı ette bulunan) bir protein zerk edilmiş oluyor.[1]
  • Asit azaltıcı ilaç kullanımıyla mide asiditesi düşürüldüğünde, gıdasal proteinler parçalanmadan doğrudan bağırsağa geçiyor, buradan da emilimle kana geçiyor.[2]

Kana bu sayılan yollarla geçmiş gıdasal proteinler, ilgili gıdalara karşı alerji oluşumuna yol açabiliyor.

1913 Nobel tıp ödülünü aldığı törende yaptığı konuşmada Charles Robert Richet şöyle diyor:

“İnsan vücudu öyle yaratılmıştır ki, sindirim sistemi sıvılarınca modifiye edilmiş olanların dışında başka hiçbir proteinin kana karışmaması gerekir. Bu sistemi aşarak kana karışacak her yabancı proteinde organizma zarar görür ve direnç artar. Burada dirençten kasıt, duyarlılığın artması, yani organizma için ölümcül olacak ikinci parenteral enjeksiyona [Sıvı maddenin sindirim kanalı dışında bir yolla, yani damar içi, kas içi ya da derialtı enjeksiyon şeklinde vücuda verilmesi] karşı bir nevi başkaldırıdır. İlk enjeksiyonda organizma gafil avlanmış ve direnç göstermemiştir. İkinci enjeksiyonda organizma tam kadro savunmaya geçer ve anafilaktik şokla yanıt verir. Anafilaksi terimini ele alacak olursak, fazla kullanılmayan “flaksi” kelimesi Yunancada koruma manasına gelir. Anaflaksi de bunun zıt anlamlısıdır. Yani anaflaksi terimi ile ifade edilen şey organizmanın korunmuş olması değil, aşırıduyarlı hale getirilmesidir. Bu açıdan değerlendirildiğinde anafilaksi, kana penetre etmiş heterojen maddelerin elimine edilememesi durumunda vücudun gösterdiği üniversal savunma mekanizmasıdır.” [3]

Deri altına veya kasa enjekte edilen aşı antijenleri de, bağışıklık sisteminin kandaki bu antijenlere karşı antikor üretmesinine neden olur. Bulaşıcı hastalıkların kontrolünde “yabancı proteinler”le dolu bu aşıları bugüne değin baş tacı etmiş tıp, acaba hastalıkları “kontrol” edeceğiz diye insanların vücuduna heterojenöz (dış kaynaklı; özellikle de başka bir canlı türünden elde edilmiş) maddeleri zerk etmekle başından beri yanlış yolda mıdır? Acaba bundan 200 yıl önce tıp aşılama yerine beslenme koşullarının iyileştirilmesi, vitamin ve mineral takviyesi gibi yöntemler ile birlikte, bağışıklık sistemini müdahaleden uzak, saf ve katışıksız tutarak desteklemenin yollarını aramaya çalışsaydı, bugün sağlığımız ne durumda olurdu diye düşünmeden edemiyor insan. Tıbbın, koruma değil aşırı duyarlılaşmaya neden olan bu yabancı proteinleri aşılarıyla bizlere zerk ederek sağladığı olsa olsa sahte bir koruma olmasın?

Alüminyum Screenshot from 2013-09-28 16:35:50

Aşırıduyarlılık bulmacasının en önemli parçalarından biri de aşı adjuvanı alüminyum.

Yeni Zelandalı araştırmacı yazar Hilary Butler alüminyum bağlantısını şöyle açıklıyor:

“Aşılara alüminyum konuluyor, çünkü alüminyum olmadan vücut verilen zayıf antijen suşlarına tepki vermiyor. Alüminyum son derece reaktif ve aynı zamanda oluşacak immün yanıtı istenen Th1 (hücresel) yanıt yerine Th2 benzeri yanıta, yani hümoral yanıta yönlendirme özelliği var. İşte alüminyumun aşılara konulmasının tüm nedeni bu. Ve alüminyumun daima IgE antikoru oluşturduğunu biliyoruz, ve şayet bu antikor oluştuğunda ortamda aşılar yoluyla alınmış proteinler veya gıda antijenleri de varsa, işte o zaman alerji oluşma ihtimali oldukça yüksek.”

Harvard ve Stanford üniversitelerinde doktora sonrası çalışmalarını yürütmüş immünolog Tetjana Obukhanych’e kulak verelim biraz da. Vaccine Illusion (Aşı Yanılsaması) adlı kitabında gıda alerjileri ile aşı adjuvanı alüminyum bağlantısını şöyle açıklıyor:

“Alerjiyi çoğu kez içinde yaşadığımız çevre veya yiyeceklerle ilişkilendiririz. Ancak bir başka önemli tetikleyici daha var: adjuvan olarak alüminyum ihtiva eden aşılar. Bu adjuvanın aşılara konulmasının tek nedeni var; aşıları immünojen hale, yani antikor üretir hale getirmek.

Beklenileceği gibi, alüminyumlu aşılar immünolojik hafıza prensibine göre çalışıyor. Aşının rapel dozunda (ikinci veya üçüncü kez uygulandığında) vücut, aşı bileşenlerini kuvvetli bir şekilde hafızasına kaydediyor. Ancak alınan her yeni aşı dozuyla bazı çocuklarda giderek daha da şiddetlenen, ciltte kızarıklıklar, mide-barsak sistemi veya solunum yolları problemleri ve hatta anafilaktik şok gibi alerjiye benzer, istenmeyen reaksiyonlar ortaya çıkıyor. Reaksiyon şiddetindeki bu artış örüntüsü, immünolojik hafızadan oluşturması beklenilen, yani tamamen öngörülebilir bir sonuç aslında.

Alüminyum kullanılan aşıların sayısı geçtiğimiz onyıllar içinde giderek artmıştır. Bugün Hepatit B, Difteri-Tetanoz-aselüler Boğmaca (DTaB), Hepatit A, B tipi konjüge Haemophilus influenzae (Hib) aşıları ile konjüge pnömokok aşısında (KPA) bulunuyor. Bu aşılar hayatın ilk yılında defalarca enjekte edilmekle kalmıyor, bunlardan bazıları (örn. Td veya Tetanoz-difteri aşısı) yetişkinlikte de periyodik olarak vurulmaya devam ediyor. Ergen ve genç yetişkinlere yönelik, piyasaya yeni çıkan Gardasil‘de de alüminyum bulunmakta.

. . .

Yapılan hayvan deneylerinde, alüminyum ağızdan veya parenteral yolla verildiğinde hayvanların, kendilerine aynı anda yedirilen veya enjekte edilen gıdalara karşı alerji geliştirdiği görülmüştür. Elde edilen bu yeni biyolojik bulgular ışığında, alüminyumun aşılarda kullanımının iddia edildiği gibi güvenli olup olmadığı ve alerji gelişime genel katkısı kesinlikle tekrar masaya yatırılmalıdır.

Çocuklarımızda hayati tehlike yaratan bu alerjiler neden yaygınlaştı diye kendimize bir sormamız lazım. Doktorların bu konuda hiçbir fikri yok, oysa aradıkları cevap burunların dibinde olmasın? Hani düzenli aralıklarla çocuklarımıza aşılarla yükledikleri alüminyum gibi? Bağışıklanacaksınız diye bizlere sunulan aşılar aslında birer Truva atı olmasın?”

Gerçekten de tıp literatürüne baktığımızda alerjilerin birincil nedeninin aşılar olduğu ortaya çıkıyor:

  • 1839 yılından beri, hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde vücuda gıdasal protein enjekte edilmesinin “alerjiye benzer” semptomlar oluşturduğu bilinmekte.[4]
  • Jelatin, alüminyum adjuvanıyla birlikte enjekte edildiğinde jelatin alerjisine yol açıyor.[5][Hazır yoğurtlarda jelatin bulunduğu uyarısını da yapalım]
  • Jones-Mote adlı araştırmacılar “Hipersensitivite Protein-Adjuvan Reaksiyonlar” başlıklı çalışmalarında, “adjuvanla karıştırıldığı takdirde hertürlü saf protein immün yanıt oluşturur“, diyor.[6]
  • Hayvanlarda gıdasal protein enjeksiyonuyla alerji oluşturuluyor. [7],[8]
  • Aşılardaki yumurta proteininin çocuklarda yumurta alerjisine neden olabileceği bilinmekte.[9]
  • Aşılarda kullanılan herhangi bir maddeye karşı alerji oluşabilir.[10]

Anne sütü bebeklerin temel gıdasıdır ve hiçbir bebeğin annesinin sütüne alerjik olması “normal” değildir! [11] 1901’e kadar süt alerjisi diye bir şey bilinmiyordu.[12] Ve baktığınızda, meşhur çiçek aşısının yanına, sadece 1879-1897 tarih aralığında birden kolera, tetanoz, kuduz, tifo ve bubonik veba aşılarının ekleniverdiğini görüyorsunuz.

Kazein (süt) alerjisi, ilk dozu hemen doğumdan sonraki birkaç saat içinde, ikinci dozu da bebek 1. ayını henüz doldurmuşken verilen Hepatit B aşısında kullanılan kazein ve alüminyum adjuvanına bağlı olarak gelişir.[13],[14]  Bebeklerin doğar doğmaz aldığı ilk gıda bir şekilde hep süt olduğundan, ilk farkedilen alerji de bu olmakta.

Aşı geliştirme aşamasında sıvı besi yerine eklenen soya peptonu ve daha sonra eklenen alüminyumuyla bebeklere 2 aylıkken uygulanan Konjüge Pnömokok aşısı ve genellikle 3. ay civarı ortaya çıkan soya alerjisinde sıra.[15]  Bebeklere verilen formülalar daha ziyade soyalı olduğundan, bu alerji de kendini erken gösterenlerden.

Aşılara konulduğu “bilinen” başka maddeler de alerjiye yol açabilir:

  • Adjuvan olarak kullanılan alüminyum bizzat alüminyum alerjisine neden olabilir.[16] [Tencere tavalarınızda alüminyum alaşım olup olmadğına ve kullandığınız paket kabartma tozlarında alüminyum olup olmadığına dikkat ediniz.]
  • Buzağı serumu, sığır eti alerjisine yol açar.[17] [Buradaki listeden “calf“+”serum” kelimelerini aratarak hangi aşılarda bulunduğunu görebilirsiniz]
  • Bazı kişilerde maya alerjisi oluşabilir.[18] [Aynı listeden “yeast” kelimesini aratabilirsiniz]
  • KKK aşısında kullanılan civciv embriyosu hücre kültürünün [19] yumurta alerjisine yol açtığı bilinmektedir.[20]
  • Su çiçeği aşısında domuzdan elde edilmiş hidrolize jelatin kullanılmakta.[21]  Düzgün hidrolize edilmemiş sığır jelatininin alümiyum adjuvanıyla birlikte verildiğinde immünojenik özellik gösterdiği biliniyor. “İyi” hidrolize edilmiş sığır jelatini daha az immünojenik etki gösterse de, yine de alerji oluşturabiliyor.[22]
  • Difteri-Tetanoz-Boğmaca (DTB) aşısındaki maymun böbreği hücrelerinin, bazı araba yarışçılarında görülen maymun kürkü alerjisine yol açabileceği belirtiliyor.[23]
  • Çin Restoranı Sendromu, monosodyum glutamat alerjisiyle aynı belirtileri taşıyor ki bu da KKK aşısındaki MSG‘ye bağlı olabilir.[24]
  • KKK aşısında neomisin adlı, alerjiye yol açan antibiyotik kullanılıyor.[25]
  • Grip aşılarında halen kullanılmakta olan thimerosal (etilcıva) da alerjilere yol açıyor.[26]

Sırada aşılardaki “bilinmeyen” maddeler var. 1919’dan bu yana aşılarda “taşıyıcı” olarak yağ kullanılıyor.[27]  “Peanut Allergy Answer” (“Yerfıstığı Alerjisi Anahtarı”) kitabına göre yemiş alerjisine dair ilk referansın tarihi 1920.  “Alüminyum aşılarda adjuvan olarak kullanılır. Adjuvan, immün sistemin aşıya daha güçlü yanıt vermesini sağlayan aşı bileşenidir. Alüminyumun adjuvan özelliği 1926’da keşfedilmiştir.”  Alüminyum, aşıyı üreten firmayı maliyetten kurtarıp, aşıdaki proteine vücudun daha güçlü immün yanıt vermesini sağladığından kullanılır.[28] Aşı üreticisi firma, ürün bilgisine (prospektüse) aşıdaki “aktif olmayan” maddeleri yazmak zorunda değildir. Yani, aşı adjuvanı olarak kullanılan envai çeşit yağ ile virüs veya bakterinin içinde kültürlendiği envai çeşit gıda ticari sır olarak koruma altındadır. [29], [30], [31]

Bu nokta önemli, zira güvenlidir diye bizlere dayatılan aşılarda tam olarak ne kullanılmış olduğunu, üretici firma dışında hiçkimse bilemez; ne siz, ne doktorunuz, ne de aşıların güvenliğini denetlemekle yükümlü FDA veya CDC gibi devlet kurumlarında görevli yetkililer.

Aşıların içinde tam olarak ne var bilmek istiyorsanız, parasını cebinizden verip özel bir laboratuvarda analiz ettirebilirsiniz tabii. Ya da bir başka yöntem olarak, aşı adjuvanları ve kültür ortamlarıyla ilgili verilmiş patentleri inceleyerek en azından aşılarda daha ziyade hangi gıdaların kullanıldığına dair fikir sahibi olabiliriz. İnternette adı geçen her tür gıda alerjisi için (Japonya’da görülen kalamar alerjisi hariç), aşı içeriğinde adjuvan veya kültür ortamı olarak o gıdanın adının geçtiğini görebilirsiniz.

Linkini verdiğim patentlerden bir seçme de buraya koymak istiyorum ki aşılarda ne denli fazla gıda ürünü kullanıldığı daha iyi anlaşılabilsin:

 

Screenshot from 2013-09-27 11:12:52

Screenshot from 2013-09-27 11:08:34

Screenshot from 2013-09-27 11:04:30

Çapraz Reaksiyon

Tanımı: Belli bir antijen’e karşı oluşmuş antikor’un, söz konusu antijen’e yapı bakımından benzer diğer bir antijen ile de reaksiyona girmesi

Bilimadamları alerijler ve çapraz reaksiyona giren proteinleri çalışırken allerjenin moleküler ağırlığına bakarlar. Aynı moleküler ağırlığa sahip gıdaların, alerjik bünyeli insanlarda çapraz reaksiyonlara neden olabileceği bilinmekte. Çapraz reaksiyon sadece gıdalar arasında da olmuyor. 22 Ocak 2002’de Amerikan Alerji, Astım ve İmmünoloji Akademisi, lateksle (hani şu çoğu aşı flakonunda tıpa olarak kullanılan madde) çapraz reaksiyona giren gıdaları sıraladığında en başta muz, avokado, kestane, kivi ve kereviz geliyor. Şöyle diyorlar:

“‘Çapraz reaksiyon oluşturan’ protein bağışıklık sistemi tarafından tanınır, semptomlar belirir ve istenmeyen etki oluşur. Aktif bir bağışıklık sistemi benzer yapıda proteinler arasındaki farkı ayırt edemeyebilir, bu durumda da gıda ailesinin tek bir üyesine karşı var olan alerji, kişinin aynı gıda grubunun tüm üyelerine karşı da alerji geliştirmesiyle sonuçlanabilir.”

Primeau ve arkadaşlarının (2001) bulgusu şöyle: “Sıvı ilaç şişelerinin ağzını kapatmak için kullanılan doğal kauçuğun, doğrudan temas etmesi durumununda test edilen solüsyonlara, lateks alerjisi bulunan kişilerde pozitif intradermal deri reaksiyonları oluşturmaya yetecek oranda alerjen lateks proteinleri saldığı tespit edilmiştir. Bu veriler, sıvı ilaç şişelerinde doğal kauçuk tıpa kullanımının durdurması yönündeki tavsiyeyi destekler niteliktedir.” [32]
İnsanların sensitize olmasına neden olacak pekçok aşı var bugün lateks tıpalı. Bu ve diğer alerjenlerin hangi aşılarda bulunduğunu gösteren liste yazının sonunda verilmiştir.

Peki, lateks alerjisi olan insanlar yiyeceklerle çapraz reaksiyon yaşayabiliyorsa, acaba aşılarda kullanılan maddeler de aynı moleküler ağırlığa sahip gıdalarla çapraz reaksiyona girebiliyor mudur diye sormamız gerekmez mi?

PubMed’den bebeklere vurulan aşılarda kullanılan maddelerin moleküler ağırlıklarını bulup, yanına da çocukların en çok alerji gösterdiği gıdaların moleküler ağırlıklarını koyarsak ortaya nasıl bir tablo çıkar? Kilodalton (kDa) birimiyle yapılan hesaplamalarda çapraz reaksiyon oluşumunda en dikkati çeken moleküler ağırlık, Hib, Difteri, Tetanoz, Neisseria Menenjiti (Menengokok), yer fıstığı, badem, soyafasülyesi ve cashew (bir tür fıstık)’ta rastlanan 50 kDa‘lık birim. 43 KDa‘lık moleküler ağırlık hem Hib hem de yer fıstığında mevcut. 20 kDa yine hem Hib hem de yer fıstığında var. 37 kDa, Hib ve bademde mavcut. 49 kDa, Hib ve mangoda bulunuyor.

KARŞILAŞTIRMA TABLOSU

Aşılardaki proteinlerin moleküler ağırlıkları  Reaksiyonu tetikleyici gıda proteinlerinin moleküler ağırlıkları
Haemophilus influenzae tip B (Hib)
50, 49, 43, 37, 20, 16 kDa
Yerfıstığı
50, 43, 20, 16 kDa
Difteri – 50, 27 kDa
(ayrıca bazı Hib aşılarında taşıyıcı protein olarak da kullanılmaktadır)
Badem
50, 37 kDa
Soya
50, 16.5 kDa
Tetanoz – 50 kDa
(ayrıca bazı Hib aşılarında taşıyıcı protein olarak da kullanılmaktadır)
Cashew fıstığı
50 kDa
Neisseria meningitidis (menengokok) – 50 kDa
(ayrıca bazı Hib aşılarında taşıyıcı protein olarak da kullanılmaktadır)
Mango
49 kDa

Şimdi, Türkiye Aşı Takvimini bir göz önüne alalım:

Screenshot from 2013-09-28 13:40:00

Anne-babalar çocuklarında alerijlerin ilk ne zaman ortaya çıktığını hatırlamaya çalışsın ve zamanlamanın rutin aşı turlarıyla çakışıp çakışmadığını yeniden değerlendirsin lütfen. Özellikle çocuk anne sütü alıyorsa, bağışıklık sistemi bedenine yüklenen aşıları proses etmeye çalışırken aynı anda anne sütünden aldığı proteinlerin minik bedenini alarma geçirdiğini görmek çok zor olmayacaktır. Granoff ve Munson (1986), konjüge aşılar hazırlanırken yeni antijenik belirleyicilerin oluştuğunu, ancak bu ‘neoantijenler’in, insan antijenleriyle çapraz reaksiyona yol açacak antikorlar üretme ihtimalini güçlendirdiğini söylüyor.[33]

Antibiyotik Kullanımı
VRAN.org’dan Susan Fletcher, astım ve alerji gelişiminde sindirimin önemine dikkat çekiyor ve antibiyotik kullanımıyla bu işlevin olumsuz etkilenebileceğini belirtiyor. Yakın zamanda rahatsızlık geçirmiş ve antibiyotik tedavisi görmüş veya görmekte olan bebek ve çocuklara bugün rutin olarak aşıları uygulanmaya devam ediyor, kaldı ki bu durumun çocuğun aşıya vereceği immün yanıtı kesin surette etkileyeceği bilinmektedir.  Untersmayr ve arkadaşları (2006)’da yaptıkları çalışmada, tarihte ilk defa gastrik sindirimin hem sensitizasyon hem de gıda alerjisinin efektör fazlarındaki kilit rolü tespit ettiklerini söylüyor.[34]

Sezaryen Doğum

Bazı bebekleri alerji oluşumuna daha yatkın hale getirecek tıbbi müdahalelerden biri de sezaryen uygulaması olabilir. Henry Ford Sağlık Bilimleri Bölüm Başkanı Christine Cole Johnson şöyle diyor: “Sezaryenle dünyay gelmiş bebeklerin mide-barsak yollarında, alerjenlerle karşılaştıklarında antikor immünoglobulin E (IgE) üretilmesine neden olacak birtakım “riskli” mikroorganizmalar bulunmaktadır.”[35]

Sonuç

Çoğu gıda alerijisinin sebebini gösterecek bulmacanın parçaları teker teker yerine oturuyor. Buğdaya alerjisi çıkan fil aşılanmıştı. Gıda alerjili kedi köpeğimiz hep aşılı. Gıda alerjisi “salgın”ı da çocuklara önerilen aşı sayısındaki hızlı yükselişle birlikte ortaya çıktı.

Üzerinden 100 yılı aşkın zaman geçmesine rağmen Richet’ye Nobel ödülü kazandıran bilgiden günümüz doktorları nasıl bihaber olabilir? İnsanın organik bütünlüğünü açıkça tehlikeye sokan tıbbi bir müdahaleyi gözleri kapalı nasıl çocuklarımıza uygularlar?

Onay almak için sırada bekleyen daha yüzlerce aşıyı düşündüğümüzde, gün be gün daha fazla yabancı protein vücutlarına zerk edilen çocuklarımızın bu taarruza daha ne kadar dayanabileceğini merak ediyorum. Bulaşıcı hastalıklara karşı açtıkları savaşta daha kaç masum çocuğun feda edilmesi gerekiyor?

Screenshot from 2013-09-28 15:45:57

Son olarak, yukarıdaki miniğin dediği gibi, madem doktorlar bilmiyor aşılarda nelerin olduğunu, bari biz anne-babalar olarak sorumluluğu elimize alıp öğrenelim. Hangi aşılarda hangi tip alerjenlerin bulunduğunu gösteren listenin orijinali için buraya bakabilirsiniz.

 

Alerjen Aşı Markası Aşı Adı Miktar
Amphotericin B * RabAvert (Novartis) Kuduz <2 ng
Kazein, Sığır Menşeli Boostrix (GSK) Tdap Latham besiortamında bulunur
Infanrix (GSK) DTaB 12.2-18.3 ng/mL (Latham besiortamında bulunur)
Kinrix (GSK) DTaB+IPV Latham besiortamında bulunur
Pediarix (GSK) DTaB+HepB+IPV Latham besiortamında bulunur
Vivotif (Berna) Tifo iBesiortamında bulunur
Chlortetracyclin ** RabAvert (Novartis) Kuduz <20 ng
Yumurta Afluria (CSL) Influenza (grip) ≤1 mcg
Agriflu (Novartis) Influenza <0.4 mcg
Fluarix (GSK) Influenza ≤0.05 mcg
FluLaval (GSK) Influenza ≤1 mcg
Flumist (MedImmune) Influenza kalıntısı bulunur
Fluvirin (Novartis) Influenza ≤1 mcg
Fluzone (sp) Influenza kalıntısı bulunur
MMR II (Merck) KKK kalıntısı bulunur
ProQuad (Merck) KKK+su çiçeği kalıntısı bulunur
RabAvert (Chiron) Kuduz <3 ng/doz (1 mL’lik doz başına)
YF-Vax (sp) Sarı humma kalıntısı bulunur
Jelatin (Sığır) RabAvert (Novartis) Kuduz <12 mg (Polygeline)
Jelatin (Domuz) Flumist (MedImmune) Influenza Hidrolize Jelatin, 2.00 mg/0.2mL doz
Fluzone (sp) Influenza 0.25 mL ve 0.5 mL dozların %0.05
JE-Vax Japanese Encephalitis 500 mcg (1 mL doz başına)
MMR II (Merck) KKK Hidrolize Jelatin, 14.5 mg
ProQuad (Merck) KKK+su çiçeği Hidrolize Jelatin, 11 mg
Tripedia (sp) DTaP Pertussis (boğmaca mikrobu) preparatı yapımından kalıntı bulunur.
Varivax (Merck) Su çiçeği Hidrolize Jelatin, 12.5 mg
YF-Vax (sp) Sarı humma stabilizatör olarak kullanılmıştır
Zostavax (Merck) Zona Hidrolize Jelatin, 15.58 mg
Gentamisin Sülfat *** Flumist (MedImmune) Influenza <0.015 mcg/mL
Fluarix (GSK) Influenza ≤0.15 mcg
Lateks ActHIB (AP) Hib Sulandırıcı şişesindeki tıpada doğal kuru latex kauçuğu bulunur.
Agriflu (Novartis) Influenza İğnelerin koruyucu kılıfında doğal kauçuk lateksi bulunabilir.
Biothrax (Emergent) Anthrax (şarbon) Flakon (şişe) tıpasında doğal kuru kauçuk bulunur.
Boostrix (GSK) Tdab Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir, enjektör pistonunda lateks yoktur. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
Cervarix (GSK) HPV Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
Comvax (Merck) Hib-HepB Şişe tıpasında doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
DT (AP) DT Şişe tıpasında doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
Engerix-B (GSK) Hep B Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
Fluarix (GSK) Influenza Önceden doldurulmuş şırıngaların iğne kılıfında doğal kauçuk lateksi bulunabilir.
Fluvirin (Novartis) Influenza Önceden doldurulmuş şırıngaların iğne kılıfında doğal kauçuk lateksi bulunabilir.
Fluzone (sp) Influenza Fluzone ve Yüksek Doz Fluzone’un önceden doldurulmuş şırıngalarının koruyucu kılıfında doğal kauçuk lateksi bulunabilir.
Havrix (GSK) Hep A Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
Hiberix (GSK) Hib Önceden doldurulmuş şırıngaların iğne kılıfında doğal kauçuk lateksi bulunabilir.
Infanrix (GSK) DTaP Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
Kinrix (GSK) DTaP/IPV Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
MENOMUNE (sp) Menengokok Dondurarak kurutulmuş aşıların şişe tıpalarında ve sulandırıcısında doğal kuru lateks bulunur.
Pediarix (GSK) DTaP-HepB-IPV Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
PedvaxHIB (Merck) Hib Şişe tıpasında doğal kuru lateks bulunur.
Recombivax HB (Merck) Hep B Şişe tıpası ile şırınga piston tıpasında ve iğne koruyucu kılıfında doğal kuru lateks bulunur.
Rotarix (GSK) Rotaviris Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
TriHIBit (sp) DTaP-Hib Şişe tıpasında doğal kuru lateks bulunur.
Tripedia (sp) DTaP Şişe tıpasında doğal kuru lateks bulunur.
Twinrix (GSK) Hep AB Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
Vaqta (Merck) Hepatit A Şişe tıpası ile şırınga piston tıpasında ve iğne koruyucu kılıfında doğal kuru lateks bulunur.
YF-Vax (sp) Sarı humma Şişe tıpasında doğal kuru lateks bulunur.
Neomisin **** ACAM2000 (sp) Çiçek eser miktarda bulunur
Afluria (CSL) Influenza ≤3 ng (Neomisin sülfat)
Agriflu (Novartis) Influenza ≤0.02 mcg
Fluvirin (Novartis) Influenza ≤2.5 mcg
Havrix (GSK) Hep A ≤40 ng/mL (Neomisin sülfat)
Imovax Rabies (sp) Kuduz <150 mcg (Neomisin Sülfat)
IPOL (sp) Polio <5 ng [.005 mcg]
Kinrix (GSK) DTaP/IPV ≤0.05 ng [5.0 × 10-5 mcg]
MMR II (Merck) KKK 25 mcg
Pediarix (GSK) DTaP-HepB-IPV ≤0.05 ng [5.0 × 10-5 mcg]
Pentacel (sp) DTaP-IPV-Hib <4 pg [4.0 × 10-6 mcg]
ProQuad (Merck) KKK+Su Çiçeği <16 mcg
RabAvert (Chiron) Kuduz < 1 mcg
Twinrix (GSK) Hep AB ≤20 ng (neomisin sülfat)
Vaqta (Merck) Hepatitis A <10 ppb
Varivax (Merck) Su çiçeği eser miktarda bulunur
Zostavax (Merck) Zona eser miktarda bulunur
Ovalbümin (Yumurta beyazında bulunan albümin) Afluria (CSL) Influenza ≤ 1 mcg
Fluarix (GSK) Influenza ≤ 0.05 mcg
FluLaval (sp) Influenza ≤1 mcg
Fluvirin (Novartis) Influenza ≤1 mcg
RabAvert (Novartis) Kuduz < 3 ng [0.003 mcg]
Polymyxin B ACAM2000 (sp) Çiçek eser miktarda bulunur
Afluria (CSL) Influenza ≤0.5 ng
Fluvirin (Novartis) Influenza ≤3.75 mcg
IPOL (sp) Polio 25 ng [0.025 mcg]
Kinrix (GSK) DTaP/IPV ≤0.01 ng [1.0 × 10-5 mcg]
Pediarix (GSK) DTaP-HepB-IPV ≤0.01 ng [1.0 × 10-5 mcg]
Pentacel (sp) DTaP-IPV-Hib <4 pg [4.0 × 10-6 mcg] (polimiksin B sülfat)
Fötal Buzağı Serumu IPOL (sp) Polio <1 ppm
MMR II (Merck) KKK <1 ppm
ProQuad (Merck) KKK+su çiçeği 0.5 mcg
RotaTeq (Merck) Rotavirüsü eser miktarda bulunur
Varivax (Merck) Su çiçeği eser miktarda bulunur
Zostavax (Merck) Zona eser miktarda bulunur (buzağı serumu)
Sodium taurodeoxycholate Afluria (CSL) Influenza <10 ppm
Streptomisin ***** IPOL (sp) Polio <200 ng [0.2 mcg]
Thimerosal (Etil Cıva) ActHIB (AP) Hib ≤0.3 mcg
Afluria (CSL) Influenza çoklu doz içeren flakonlarda 24.5 mcg cıva
Decavac (sp) Td ≤0.3 mcg cıva
DT (sp) DT ≤0.3 mcg cıva
FluLaval (GSK) Influenza 25 mcg cıva
Fluvirin (Novartis) Influenza önceden doldurulmuş şırıngada ≤1 mcg; çok dozluk flakon başına 25 mcg cıva
Fluzone (sp) Influenza çok dozluk flakonda 25 mcg cıva
JE-Vax (sp) Japanese Encephalitis 0.007%
MENOMUNE (sp) Menengokok çok dozluk sulandırıcıda 25 mcg cıva
Td Adsorbed (Aventis) Adzorbe Tetanoz Toksoidi ≤0.3 mcg cıva
TriHIBit (sp) Hib eser miktarda bulunur
Tripedia (sp) DTaP ≤0.3 mcg cıva
Maya Comvax (Merck) Hib-HepB Ölçülebilir miktarda maya DNA’sına rastlanmamıştır; ≤1% maya proteini
Engerix-B (GSK) Hep B ≤5% maya proteini
Gardasil (Merck) HPV <7 mcg maya proteini/doz
Menveo (Novartis) Menengokok “…CY besi ortamı maya ekstratları içerir …”
Pediarix (GSK) Hep B ≤5% maya proteini
Prevnar (WL) Pnömokok “…ve maya ekstratı bazlı besi ortamı”
Recombivax HB (Merck) Hep B ≤1% maya proteini
Twinrix (GSK) Hep AB ≤5% maya proteini
Vivotif Berna (Berna) Tifo besi ortamında maya ekstratı

Güncelleme 21 Şubat, 2013

* Amphotericin B: Streptomyces nodosus’dan elde edilen ve bazı öldürücü mantar enfeksiyonlarının tedavisinde intravenöz kullanılan, ayrıca deri ve mukoza kandidiyazı’nda losyon ya da krem şeklinde topikal uygulanan antifungal ilaç

** Chlortetracyclin: Çeşitli bakteri ve mantar enfeksiyonlarının tedavisinde ağızdan, intravenöz ya da topikal kullanılan, klortetrasiklin’in hidroklorür tuzu, geniş spektrumlu antibiyotik; klortetrasiklin hidroklorür. 

*** Gentamisin Sülfat: Gram-negatif ve gram-pozitif bakteri enfeksiyonlarının tedavisinde, intramüsküler, intravenöz ya da intratekal uygulanan, aminoglikozid grubu, geniş spektrumlu bir antibiyotik

**** Neomisin: Streptomyces fradiae’den elde edilen, amino-glikozid grubu, geniş spektrumlu bir antibiyotik

***** Streptomisin: Streptomyces griseus’tan elde edilen, birçok gram-negatif ve gram-pozitif bakteri üzerine etkili oluşu nedeniyle başta tüberküloz olmak üzere çeşitli enfeksiyonların tedavisinde intramüsküler enjeksiyon şeklinde kullanılan antibiyotik

KAYNAKÇA

[4] The Complete Idiot’s Guide to Food Allergies by Lee H. Freude, M.D., and Jeanne Rejaunier, Penguin Group, 2003, pg 14, “In 1839, the French physiologist Francois Magendie (1783-1855), while investigating the effects of substances on living organisms, created allergylike symptoms in animals, and found that animals sensitized to egg white by injection died after a subsequent injection.”

Kızamık Geçirmenin Faydaları

Kızamık Geçirmenin Faydaları

Screenshot from 2013-09-25 20:18:08Doğru tedavi edildiği takdirde doğal enfeksiyonlar çocuklar için faydalıdır.

Çocuklukta geçirilen enfeksiyonel hastalıklarda antibiyotik kullanımı veya ateşin düşürülmeye çalışılması gibi yanlış yöntemler uygulanmadığı takdirde gelişimsel birer kilometre taşı olan bu hastalıklar bağışıklık sistemini çalıştıracak ve olgunlaşmasını sağlayacaktır.

Kızamık geçirdiğinizde hem ömür boyu bu hastalığa karşı bağışıklanmış hem de Ronne (1985) tarafından ortaya konulduğu gibi yine bir ömür boyu dejeneratif kemik ve kıkırdak hastalıkları, sebasöz cilt hastalıkları, immünoreaktif hastalıklar ve bazı tümörlere karşı bağışıklık kazanmış olacaksınız.

Kabakulak, yumurtalık kanserinden korur (West 1969).

Araştırılması ve elde edilen sonuçlara itibar edilmesi gereken alan budur, imkansızın peşinde koşmak, yani enfeksiyonel hastalıkları ortadan kaldırmaya çalışmak değil.

Çocukluk çağı hastalıklarına sağduyu ve mantıkla yaklaşmak.

Önceki yazılarımızda bahsini ettiğimiz, sağlık bakanlıklarının KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısı ile toplu aşılamaya geçme politikasını sorgulamak üzere aralarında komisyon oluşturan 500 kişilik İsviçreli hekim grubu, 1969 yılına kadar Basel Üniversitesi Pediyatri Kliniği’nde kızamıkla suni enfeksiyon oluşturma yönteminin nefrotik sendrom* tedavisinde başarıyla kullanıldığını yazmıştır (Albonico ve arkadaşları 1990).

*Nefrotik Sendrom: Böbrek glomerüllerindeki işlev bozukluğu sonucu gelişen, yaygın ödem, ağır proteinim, hipoalbüminemi ve hiperlipemi ile belirgin klinik tablo. 

Doğal kızamık, astım ve alerijleri önlüyor.

Shaheen ve arkadaşları (1996) tarafından gösterildiği üzere, gelişmekte olan ülkelerde bile kızamık geçirmenin faydası var: atopiyi** önlüyor: “Anne sütü alma ve diğer değişkenlere göre düzenleme yapıldıktan sonra kızamık enfeksiyonu, ‘ev tozu akarı’na alerjik deri pozitifliği riskinde büyük düşüşle ilişkilendirilmiştir  . . . Kızamık geçirmiş 133 katılımcıdan 17’si (%12.8’si) atopik çıkarken, aşılanmış ve kızamık geçirmemiş 129 kişiden 33’ü (%25.6’sı) atopik çıkmıştır”.

**Atopi: Kişide, bazı allerjenlere karşı aniden gelişen-kalıtsal nitelikte- aşırı duyarlılık hali.

Alm ve arkadaşları (1999), çocuklarda artan oranlarda görülmeye başlanan atopik bozuklukların, çocukluk çağı enfeksiyon tiplerindeki değişim, aşılama programları ve barsak mikroflorasıyla alakalı olabileceğini yazıyor.

Çalışmalarında, İsveç’teki Steiner okullarındaki çocukların %52’sinin geçmişte antibiyotik kullanmışken, kontrol grubu olarak kullanılan okullarda bu oran %90 çıkıyor… Bu çocukların sırasıyla %18’i ve %93’ü kızamık, kabakulak ve kızamıkçık için aşılanmışken Steiner okullarındaki çocukların %61’inde kızamık geçmişi var.

“Steiner okullarında, canlı laktik asit bakterileri ihtiva eden fermente sebzeleri tüketen %63’lük bir grup, kontrol okullarındaki %4.5’lik grupla karşılaştırılıyor….Deri prik testleri ve kan tahlilleri, Steiner okullarındaki çocuklarda kontrol grubuna göre daha az atopi bulunduğunu gösteriyor”.

Anti-kanser terapisi olarak ‘işlenmiş kızamık virüsü’ kullanımı.

Carmona Mota (1973), bir bebekte doğal kızamık enfeksiyonu ardından remisyona giren Hodgkin Hastalığı*** olgusundan bahseder. “23 aylık beyaz bir çocukta ilk olarak 1970 nisan ayında sol servikal lenf bezlerindeki aşırı büyümeye bağlı olarak boynunda oluşmuş büyük bir kitle tespit edildi. Daha radyoterapiye geçilemeden çocuk kızamık geçirdi. Hayret içinde gördük ki koca servikal kütle başka herhangi bir terapi olmadan kendiliğinden yok oldu”.

***Hodgkin hastalığı: Lenf dokusundan gelişen kötü huylu tümör; lenf düğümü kanseri; lenfom [Lenfom’lar klinik olarak 1- Hodgkin hastalığı (Hodgkin lenfomu), 2- Hodgkin-dışı lenfom (non-Hodgkin lenfom) olmak üzere iki gruba ayrılırlar]

Bunun üzerine diğer pekçok hekim kızamık virüsünün onkolitik (tümör hücrelerini eriterek ortadan kaldıran) etkisini araştırmaya başlamıştır.

Msaouel ve arkadaşları (2009), işlenmiş onkolitik kızamık virüsü suşlarının kanser tedavisindeki etkilerini araştırmak üzere klinik deneyler yürütür. Kullandıkları virüs aşı tipi virüs olmasına rağmen, laboratuvar ortamındaki deneyde virüs doğrudan tümöre enjekte edilmiştir. Bulguları şu şekildedir: “attenüe (zayıflatılmış) canlı kızamık virüsü Edmonston (MV-Edm) aşı suşunun bazı türevleri de dahil olmak üzere birtakım viral suşların kanserli dokuyu enfekte ettiği, burada ürediği ve kanserli dokuyu yok ettiği görülmüştür”. 

Modfiye edilmiş virüslerin kullanım nedeni olarak, “doğal tipteki virüslerin ağır yan etkilere yol açma potansiyeli, klinik kullanım için yüksek püritede viral partilerin imalatıyla ilgili teknik yetersizlikler ile o dönemde yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan kemoterapi yaklaşımının yarattığı aşırı heyecan ve ateşli bir şekilde desteklenmesinden ötürü alternatif stratejiler üzerinde yapılacak araştırmalanın yavaşlaması” veriliyor.

Tabii burada, doğal kızamık virüsü yerine aşı virüsü (işlenmiş kızamık virüsü) kullanılmasının ardında aynı zamanda politik nedenler yattığını da kolaylıkla söyleyebiliriz, zira mantıken bunu takip edecek soru, o zaman çocukları neden bırakmıyoruz ki kızamıklarını geçirsinler, böylelikle pekçok kanser türüne karşı uzun vadeli bağışıklık da kazanmış olurlar, olacaktı.

Hastalık bakımında tıbbi müdahalenin zararları.

Geçmişte olduğu gibi bugünün doktorlarının bile halen standart tıbbi tedavinin bir parçası olarak amansız bir şekilde ateşi baskılamaları ve antibiyotik kullanmaları oldukça endişe vericidir. Oysa bir yandan antibiyotik (ve başka ilaçlar) verilirken aynı anda ateşin baskılanmasının patojenleri büyümeye teşvik ettiği, genel görünürlüklerini arttırdığı ve bu tip ilaçlara karşı dayanıklılık kazanarak ileride virülanslarını arttırabileceği tıbbi literatürde açıkça gösterilmiştir (Mackowiak (1981).

Maalesef geçmişte herkesin kulağını tıkadığı, ancak modern tıbbi uygulamalar için halen geçerliliğini koruyan, tarihten önemli bir mesajla noktayı koymak istiyorum.

İleride İngiltere tahtına oturacak 1. George’un annesi, 14. Louis’in küçük kardeşinden dul kalmış Orleans Düşesi Prenses Elizabeth Charlotte (Liselotte) von der Pfalz’ın Düşes Sophia’ya yazdığı mektupta şöyle deniyor:

Kötü talihimiz peşimizi bırakmıyor. Doktorlar annesi Dauphiness’te yaptıkları gibi küçük Dauphin’in tedavisinde de aynı yanlışı yaptılar. Çocuğun döküntüsü iyice ilerleyip bol terlemeye başladığında tutup damardan kan aldılar ve güçlü kusturucu ilaçlar verdiler; çocuk bu işlemler sırasında öldü. Herkes çocuğun ölümüne doktorların neden olduğunu biliyor, zira bu 9 doktor abiyle meşgulken genç hizmetliler aynı hastalıktan muzdarip küçük kardeşini doktorlardan saklamışlar, bisküviyle biraz da şarap vermişler. 

Dün çocuğun ateşi yükseldiğinde doktorlar gelip yine kan almak istedi ama iki bakıcısı da buna şiddetle karşı çıktı, onun yerine çocuğu sıcak tutsun diye sarıp sarmaladılar. Doktorlar işe karışsaydı bu da kesin ölürdü.  

Niye tecrübelerinden bir şey öğrenmiyorlar anlamıyorum. Kan alıp da Dauphiness’in öldüğünü gördükten sonra bari çocuğuna aynını yapmamayı akıl edemeyecek kadar vicdansız mı bunlar?

Koprowski (1962) bugün aynı şekilde geçerliliğini koruyan bu tarihi mesajı şöyle özetliyor: ”Hekim eline düşmezseniz kesin iyileşirsiniz”.

Özet

Başarısızlıklarla dolu uzun geçmişleri ve bağışıklık sistemi üzerindeki raydan çıkarıcı etkileri nedeniyle sebep oldukları trajedilere rağmen, gerek aşılama gibi hastalık önleyici prosedürler, gerekse antibiyotik ve antipretikler gibi vücudun savunma sistemlerine hasmane tedavi yöntemlerinin modası geçmiş prosedürleri bakım standartları olarak bugüne değin gelmiştir. Verilen zarar, gelecekteki pekçok nesli daha uzun bir süre etkilemeye devam edecek.

Bu bilimdışı bakım standartları terkedilmeli, doğal süreçlere ve bağışıklık sisteminin kalıtsal zekasına saygılı olunmalıdır. Çocukların uzun vadedeki iyiliği için tıbbın, doğal enfeksiyonel hastalıklara ve bağışıklık sisteminin gelişip olgunlaşmasında oynadıkları hayati role sağ duyuyla yaklaşma vakti gelmiştir.

KAYNAK

İlgili Yayınlar

Ronne T. 1985. Measles virus infection without rash in childhood is related to diseases in adult life. Lancet; 5 Jan: 1-5.

West RO. 1966. Epidemiologic studies of malignancies of the ovaries. Cancer; 1001-1007.

Albonico H et al 1990. Vaccination campaign against measles, mumps and rubella, A constraining project for a dubious future? Working group of doctors for selective MMR vaccination.18 pages, self-published.

Sheheen et al. 1996. Measles and atopy in Guinea-Bissau. Lancet; 347: 1792-1796.

Alm et al. (1999). Atopy in children of families with an anthroposophic lifestyle. Lancet; 353: 1485-1488.

Carmon Mota H. 1973. Infantile Hodgkins’disease: remission after measles. BMJ; 19May: 423.

Msaouel P, et al. 2009. Clinical testing of engineered oncolytic measles virus strains in the treatment of cancer: An overview. Curr Opin Mol Ther; February; 11(1): 43-53.

Mackowiak PA. 1981. Direct effects of hyperthermia on pathogenic microorganisms: teleologic implications with regard to fever. Rev Infect Dis; 3(3).

Koprowski H. 1962. The role of hyperergy in measles encephalitis. Am J Dis Child; 103:103-108.

 

Kızamık Gerçekleri – Bilim Doktoru Viera Scheibner

Kızamık Gerçekleri – Bilim Doktoru Viera Scheibner

Screenshot from 2013-09-25 14:44:30

 

İşe Yaramayan Kızamık Aşıları ve Doğurduğu İstenmeyen Sonuçlar, 18 Ocak 2013

Kızamık aşılamasının başlangıcı

Amerika Birleşik Devletleri ve diğer pekçok ülkede kızamık aşılamasına, hastalığın doğal olarak azalma seyrinde olduğu ve son 18 yılın en düşük insidansının görüldüğü 1960’lı yılların başında geçilmiştir. Aşının hastalığın görülme sıklığını düşürmüş gözükmesinin nedeni budur; oysa bu aşının devreye girdiği tarihin kızamığın doğal dinamiklerinin sonucu olan azalmaya denk gelmesinden ibarettir.

Çocukluk çağı enfeksiyonel hastalıklarına karşı geliştirilmiş her aşıda örneği pekçok defa görüldüğü gibi, kızamık aşısı da devreye girdiği ve kitlelere toplu halde uygulanmaya başladığı andan itibaren %100 aşılı popülasyonlarda bile başgöstermiş, epidemi (salgın) bildirimleri tıp dergilerinin sayfalarını doldurmaya başlamıştır.

Buna mukabil, ölüm de dahil olmak üzere gittikçe artan sıklıkta ağır reaksiyon bildirimleri de yine sayfalarda yer bulmuştur. Bunlar ayrı bir yazının konusudur.

Atipik kızamık – yalnız aşılılarda görülen yeni bir fenomen

Kızamık aşılarının deleteriyöz etkisi nedeniyle canlının verdiği immün yanıtta meydana getirdiği değişikliklere bağlı olarak aşılı çocukların kızamığın özellikle ağır bir çeşidini geçirdiklerini genel kamuoyu pek bilmez. Mevcut tüm geleneksel tedavi yöntemlerine dirençli bu hastalık yüksek ölüm oranına sahipti.

Bu hastalık, atipik kızamık (ATK) olarak literatüre geçti.

Rauh ve Schmidt (1965), Cincinnati’de 1963’te görülen bir kızamık salgınında karşılaşılan dokuz ATK olgusundan bahseder. Yazarlar, 1961’de üç dozluk öldürülmüş kızamık aşısını olmuş 386 çocuğu takibe alır. Bu 386  çocuktan 125’i kızamık mikrobuyla karşılaşmış ve 54’ü hastalığı kapmıştır.

Aşılılarda görülen bu yeni, atipik kızamık yüksek ateş, olağandışı döküntü ve pnömoni (zatürre) ile kendini göstermekte ve çoğu kez sağlık öyküsünde ölü kızamık aşısı bulunmaktaydı.

Rauh ve Schmidt (1965) çalışmalarının sonuç bölümünde şöyle der: “Belli ki öldürülmüş virüsten oluşmuş üç doz aşı çocukların büyük bir bölümüne, aşılamadan sonraki iki buçuk yıl içinde hastalık etmeniyle karşılaşılması durumunda koruma sağlamamıştır.”

Fulginiti (1967) de beş-altı yıl önce inaktive (ölü) kızamık virüsü taşıyan aşıyı olmuş on çocukta atipik kızamık gelişimini anlatır.

Nichols (1979), atipik kızamığın daha önce öldürülmüş kızamık virüsü aşısını olmuş bireylerin doğal kızamık enfeksiyonuna gösterdikleri hiperduyarlılık yanıtı olduğunun hakim inanış olduğunu, ancak çeşitli araştırmacılar tarafından yalnız canlı virüs aşısını olmuş çocuklarda da ATK benzeri bir hastalık görüldüğünü yazar.

Nichols, Kuzey Kaliforniya’da 1974-1975’te meydana gelen bir kızamık salgınında hekimlerden ATK teşhisiyle uyumlu semptomlar gösteren laboratuvar teyitli kızamık hastaları olduğunun bildirildiğinden bahsediyor…”Seroloji, döküntü dağılımı ve morfoloji bazında olgu kriterleri oluşturduk. Tipik kızamıkta önce saç bitimi hattında makulopapüler bir döküntü oluşur, bu kaudal olarak ilerler, yüzde ve gövdede yoğunlaşmıştır ve çoğu kez Koplik benekleri olguya eşlik eder. ATK’da ise döküntü morfolojik olarak makulopapüler, petişiyal, veziküler ve ürtikaryal bileşenlerin karışımından oluşur. Çoğunlukla ekstremitelerde başlar ve burada yoğunlaşmıştır, başa doğru ilerler ve Koplik benekleri görülmez. Hastalarda 1) dağılım ve morfolojik olarak ATK özellikleri gösteren döküntü varsa ve 2) kompleman bağlayıcı kızamık antikoru [Antijen’le reaksiyona girdiği zaman, kompleman’ı da uyararak antijen’in erimesine sebep olan antikor] titresinde dört kat veya daha yüksek oranda bir artış gözlemlenmiş veya konvalesan [nekahat devresindeki] titresi 256 ise bu olgular ATK olarak sınıflandırılmıştır.”

Süregelen kızamık salgınları, aşı öncesi devirle uyumlu şekilde insidansın arttığını göstermektedir.

Bu arada da aşılı çocuklarda kızamık görülmeye artarak devam etmiştir. Günümüzde aşının etkisizliğine dair gözlemler bana kızamığın görülme sıklığının (insidansının) artmakta olduğunu ve bundan bir 100 yıl öncesinde daha ortada herhangi bir kızamık aşısı yokken sahip olduğu azalma eğilimini kaybettiğini gösteriyor.

Conrad ve arkadaşları (1971), Amerika’da geçmiş dört sene içerisinde kızamığın dinamiklerini araştırıyor ve sonuç olarak kızamığın yükselişte olduğunu ve “eradikasyonun, tabii şayet böyle bir şey mümkünse, şu an için oldukça uzak bir gelecekte mümkün olabileceğini” söylüyor.

Barratta ve arkadaşları (1970), Florida’da 1968 Aralık ayından 1969 Şubat ayına kadar süren kızamık salgınını araştırıyor ve bunun sonucunda aşılı ve aşısız çocuklarda kızamık görülme sıklığı arasında belirgin bir fark bulmuyor.

Amerika’da ve dünyada yüksek aşılama oranlarına sahip diğer tüm ülkelerde 1980’li yıllar boyunca da tam doz aşılanmış çocuklarda kızamık görülmeye devam ediyor.

Robertson ve arkadaşları (1992) bunu 1985 ve 1986’da yayımladıkları çalışmalarında belirtiyor. Amerika’da daha önce kızamık aşısı vurulmuş okul çağındaki çocuklarda tam 152 kızamık salgını başgösteriyor. “Her 2-3 senede bir, aşı kapsayıcılığından bağımsız olarak kızamık olgularında ani artışlar yaşanmaktadır.”

Sonuç olarak: büyük ölçüde aşısız bireylerden oluşan Amişlerde (dini gerekçelerle aşıyı reddediyorlar), 1970’ten 1987 Aralık ayına kadar tam 18 yıl boyunca tek bir kızamık vakası dahi bildirilmiyor (Sutter ve arkadaşları 1991). Şayet aşılama olmasaydı Amişler dışındaki topluluklarda da büyük ihtimalle benzer bir durum gözlenecekti ve hatta kızamığı ayakta tutup yaşatan şey bizzat aşıları olmuştur. Hedrich’e (1933) göre, kızamık oluşumunun 2-3 yıl ila 18 yıla uzanan periyodlar halinde bir dizi dinamiği bulunmaktadır, kaldı ki bu saptama daha sonra aşısız Amişlerde de aynen görülmüştür.

MMWR (2009) [Amerikan CDC kurumu tarafından haftalık olarak tutulan morbidite ve mortalite raporunda] hekimlere CDC (Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi) tarafından Amerika’da görülmekte olan kızamık salgınlarıyla mücadelede aşının önemini bir kez daha hatırlatıldığı yazar. 2008 yılında 1 Ocak ve 15 Nisan tarihleri arasında 64 kızamık vakası kaydedilir.

9 Temmuz 2010 tarihli Voice of America dergisi “Afrika’daki kızamık salgınlarının kazanımları tehdit ettiğini” yazar. “…Sahraaltı Afrika’da 2009 haziranından bu yana yaklaşık 90,000 kızamık vakası görülmüş ve 1,400 ölüm yaşanmıştır.”

Shi ve arkadaşları (2011) Çin’deki kızamık insidans oranları ve kızamık suşlarının çağdaş H1 genotipinin filogenetik araştırmasını sunarlar, zira geçmiş 10 sene içinde Çin’de kızamık insidansı artmıştır.

Avrupa Bağışıklama Haftası süresince (25 Nisan 2011) Avrupa çapında geniş bir kızamık salgını ortaya çıkar. DSÖ’nün basın açıklamasına göre 30 ülkede 6,500 kızamık olgusu bildirilmiştir.

MMWR Haftalık Raporu 2012; 61: 253-257’e göre 2011‘de kızamık insidansında dört katlık bir artış yaşanmıştır. Bu raporda verilen rakamlar küçükmüş gibi gözükse de gerçek rakamların çok daha yüksek olduğundan şüphem yok. Burada suç yurtdışından ülkeye girenlerin taşıdığı kızamığa atılmıştır. [Aşı kızamıklı biriyle temasta korusun diye yapılmıyor muydu?]

Çalışmadığı ortada, hatta tehlikeli olan bu aşıları vurmaktan vazgeçmek yerine rapel doz aşıları, yani bir işe yaramayan kızamık aşılarından birkaç doz daha vurulması ve yeni aşı geliştirilmesi öneriliyor.

Linnemann ve arkadaşları (1973), yaptıkları araştırmanın sonucunda kızamık aşılarının çocuklarda düzgün immünolojik yanıt oluşturmadığına hükmediyor.

Black ve arkadaşları (1984), yeniden aşılamanın etkisizliği üzerine farklı yazarlar tarafından yayımlanmış çalışmalardaki verileri özetliyor. Bu yazarlar “tekrar aşılanan çocuklarda “antikor tirelerinin birkaç ay sonra oldukça düşük seviyelere düşebildiğini ve iki kez aşılanmış çocukların çok daha hafif de olsa klinik tanı alacak şekilde kızamık geçirebildiğini” göstermiştir. Yazarlar sonuç olarak, “bu şekilde çocuğun immünolojik olarak sensitize edilmiş (hassaslaştırılmış) olması, ancak enfeksiyona karşı bağışık olmaması durumuna ‘yetersiz bağışıklanma’ diyoruz” demiştir.

ABD’de 1 Ekim 1982’de kızamık eradikasyonu için temelden yoksun iyimserlik

Screenshot from 2013-09-25 16:03:19Kızamık aşılamasının başarısızlığı ortada olmasına rağmen 1978 ekiminde Sağlık Bakanı joseph A. Califano Jr.’dan şu açıklama geliyor: “Amerika Birleşik Devletleri’nde 1 Ekim 1982 tarhine kadar kızamığı ortadan kaldıracak bir seferlik ilan ediyoruz.”

Tahmin edilebileceği gibi, gerçekçi olmaktan uzak bu plan yüzüstü yere çakılıyor: 1982’yi takip eden yıllarda ABD, ağırlıklı olarak aşılanmış popülasyonlarda olmak üzere tekrar tekrar büyük ve hatta daha uzun süreli kızamık salgınlarıyla vuruluyor. Önce “1963’ten 1967’ye kadar yüzbinlerce çocuğa vurulmuş olan etkisiz, formalinle inaktive edilmiş (öldürülmüş) kızamık aşısı” suçlanıyor. Oysa bu ilk aşı yerine iki doz ‘canlı’ kızamık virüsü aşısı’ vurulmaya başlanmasına ve aşının vurulma yaşı değiştirilmesine rağmen kızamık başgöstermeye ve salgınlar oluşturmaya devam ediyor.

Gelen bu uyarılar dikkate alınmıyor. İsviçreli doktorların (Albonico ve arkadaşları 1990) ifade ettiği gibi, “çocuk hastalıklarına karşı eskiden beri hakim olan sağduyulu ve mantıklı yaklaşımımızı kaybettik. Bugünkü uygulamada organizmanın savunma mekanizmasını güçlendirmek yerine ateş ve semptomlar umarsızca bastırılmakta. Bunun da olumsuz sonuçları gözlemlenmektedir”.

Transplasental bağışıklık geçişinin aşılama ile yok edilmesi

Amerika’da kızamık aşısı devreye girer girmez pekçok araştırmacı, çocukluklarında aşılanmış annelerden doğacak gelecek nesilllerin, anneden bebeğe transplasental yoldan geçen bağışıklıktan mahrum kalacağını ve kızamık ve diğer hastalıkları fazla erken yaşta kapacağını söylemiş, bu konuda yetkilileri uyarmıştır.

Lennon ve Black (1986), “aşı çağında doğmuş kadınlarda, yaşça daha büyük kadınlara oranla hemaglütanasyon önleyici ve nötralize edici antikor titrelerinin daha düşük olduğu”nu göstermişti. Aynı şey boğmaca için de geçerliydi. Bu bulgu daha aşılama yaşına gelmeden neden bu kadar çok bebeğin bu hastalıkları, özellikle de dillerden düşürmedikleri boğmacayı geçirmeye başladığını açıklıyor.

Kızamık aşılamasına bağlı dengesiz kolesterol değerleri

Toplu kızamık aşılamasına geçilmesinden kısa süre sonra tıbbi yayınların sayfalarını, küçük çocuklarda görülmeye başlanan yüksek kolesterol değerleri ile lipidlerde yüksek-düşük densite oranlarındaki dengesizlikle ilgili dile getirilen endişeler doldurmaya başladı.

Vikari ve arkadaşları (1979. Kızamık ve kızamık aşısının serum kolesterolüne etkisi. Lancet; Şubat 10: 326), yayınlarında Dr. Matthews ve Dr. Feery’nin (1978) “influenza (grip) aşısından sonra serum toplam kolesterolünde artış ile HDL kolesterolde düşüş gözüktüğü” bildirimine yer veriyor. Viral antijenlerle aşılama veya doğal virüs enfeksiyonlarının lipid seviyelerindeki değişimde rolü olabileceğini söylüyorlar.

Ayrıca çalışmalarında şu bildirim yer alıyor: “(Ortalama yaşı 2 olan) 97 çocukta kızamık aşılamasından (Rimevax, R.I.T, Belçika) önce  ve aşıdan 6 hafta sonra olmak üzere kandaki serum toplam kolesterol değerlerini ölçtük. Çocuklar kendi isteklerine göre beslendi. Antikor titrelerine hemaglütinasyon önleme işlevine göre bakıldı, serum kolesterolü Leppilnen metodu ile ölçüldü.  Çocuklardan alınan numuneler aynı seri içinde ölçüldü.”.

“Beş çocukta aşılama sonrası serum kolesterolünde olağandışı yüksek rölatif artış (%40 veya üzeri) tespit edildi, ancak mutlak değerlerin normal sınırlar içinde kaldığı gözlendi. İlk kolesterol değerleri veya kolesterol değerlerindeki değişim ile kızamık antikoru yanıtları arasında herhangi bir korelasyon bulunmadı. 2 çocukta aşılamadan 8 ve 10 ay sonra yapılan ölçümlerde serum kolesterolündeki rölatif artışın halen sürdüğü görüldü. Doğal kızamık enfeksiyonundan sonraki ortalama serum kolesterolü, belirtiler ortaya çıktıktan 1 ila 7 gün sonra alınmış numunelerde düşük çıktı…”

Vikari ve arkadaşları (1979) şu sonuca varıyor: “Elde ettiğimiz veriler, doğal kızamık enfeksiyonunun hastalığın akut evresinde serum kolesterolü değerlerini düşürdüğünü göstermektedir. Bu bulgu, tatarcık virüsü ile deneysel enfeksiyonun en az 10 gün süreyle serum kolesterolü değerlerini düşürdüğünü tespit eden Lees ve arkadaşlarının gözlemleriyle uyuşmaktadır. Kızamık aşılaması ve başka virüs aşılamalarından sonra da kolesterol seviyesinde aynı tip bir düşüş oluşup oluşmadığı netleştirilmelidir. Bizim gözlemlerimiz Matthews ve Feery’nin 1978’te yaptıkları, doğal virüs enfeksiyonu veya viral antijenlerle aşılamanın insanda serum lipid seviyelerinde değişime yol açtığı görüşünü desteklemektedir”.

Bell ve arkadaşları (2012) şöyle diyor: “Avustralya’da okul çağı çocukları arasında yaptığımız geniş çaplı araştırmada, Amerikan verileriyle karşılaştırıldığında daha yüksek oranda anormal lipid profiline rastladık. Ayrıca çoğu çocuk, Avustralya’da çocuklar için belirlenmiş sağlık normlarının dışında seviyelere sahip. Bu seviyelerin ileride karşılaşılacak kardiyovasküler riskle ilişkisini anlayabilmek için Avustralyalı çocukların yetişkinliğe uzanan lipid profillerini takip edecek bir çalışmaya ihtiyaç vardır”.

72 sayfalık doktora tezinde Louise Strandberg (2009), beslenme, obezite ve bağışıklık sistemi arasındaki etkileşimi son derece ayrıntılı bir şekilde çalışmıştır.

Tezindeki şu ifadelere dikkat etmek gerekir: “1950’li yıllarda Batı dünyasında gıdadan alınan yağın kardiyovasküler hastalıklara yol açabileceği ilk defa kabul görmüştür. Oysa Grönland eskimolarının yüksek miktarda yağ tükettiği ve buna rağmen kardiyovasküler hastalık insidansının çok düşük olduğu bilinmekteydi. 1970’lerde Bang ve Dyerberg, eskimolarda “iyi kolesterol” olarak bilinen yüksek yoğunlukta lipoprotenler haricindeki kolesterol ve lipoproteinlerin düşük seviyelerde olduğunu tespit etti…kardiyovasküler hastalık gelişiminde besinlerden alınan yağın niceliği değil, niteliği önemlidir”.

Bu tespitler aşısız eskimo neslini temsil ediyor.

Tıp araştırmaları baz alındığında mantıken çıkarılacak sonuç, çocuklarda gözlemlenen anormal kolesterol ve trigliserid seviyelerinin önemli primer nedenlerinden birinin invasif bir tıbbi müdahale olan aşılama olabileceğidir.

Screenshot from 2013-09-25 15:14:22

 

İlgili Makaleler

Rauh LW, and Schmidt R. 1965. Measles immunization with killed virus vaccine. Am J Dis Child; 109: 232-237.

Fulginiti VA, Eller JJ, Downie AW, and Kempe CH. 1967. Altered reactivity to measles virus. Atypical measles in children previously inoculated with killed-virus vaccines. JAMA; 202 (12): 1075-1080.

Scott TF, and Bonanno DE 1967. Reactions to live-measles-virus vaccine in children previously inoculated with killed-virus vaccine. NEJM; 277 (5): 248-251.

Barratta RO, Ginter MC, Price MA, Walker JW, Skinner RG. et al. 1970. Measles (Rubeola) in previously immunized children. Pediatrics; 46 (3): 397-402.

Conrad JL, Wallace R, and Witte JJ. 1971. The epidemiologic rationale for the failure to eradicate measles in the United States. Am J Publ Health; 61 (11):2304-2310.

Linnemann CC, Hegg ME Rotte TC et al. 1973. Measles MgE response during re-infection of previously vaccinated children. J Pediatrics; 82: 798-801.

Gustafson TL, Lievens AW, Brunell PA, Moellenberg RG, Christopher BS et al. 1987. Measles outbreak in a fully immunized secondary-school population. NEJM; 316 (13): 771-774.

Black EI, Berman LL, Reichelt CA, de Pinheiro P et al. 1984. Inadequate immunity to measles in children vaccinated at an early age: effect of revacination. BULL WHO; 62 (92): 315-319.

Robertson SE, Markowitz LE, Dini EF, and Orenstein WA. 1992. A million dollar measles outbreak: epidemiology, risk factors, and selective revaccination strategy. Publ Health Reports; 197 (1): 24-31.

Sutter RW, Markowitz LE, Bennetch JM, Morris W, Zell ER and Preblud WSR. 1991. Measles among the Amish: a comparative study of measles severity in primary and secondary cases in households. J Infect Dis; 163: 12-16.

Hedrich AW. 1933. Monthly estimates of the child population “susceptible” to measles, 1900-1931, Baltimore, MD. Am J Hygiene: 613- 635.

Lennon and Black 1986. Maternally derived measles immunity in era of vaccine-protected mothers. J Pediatr; 108 (1): 671-676.

Matthews and Feery 1978, Lancet ii: 1212-1213.

Bell et al. (2012. Lipids in Australian children: cause for concern? 2005-2007 Busselton Health Study. J Paediatr & Child Health; Oct 2012: 863-953).

Kızamık Gerçekleri – Hilary Butler

Kızamık Gerçekleri – Hilary Butler

Screenshot from 2013-09-21 20:39:52

 

Öksürük, burun akması ve ateşlenmenin ilk safhalarında kızamıklı bir çocukta mavimsi-beyaz tuz granülüne benzer KOPLİK LEKELERİ görülür. Bunlar en belirgin şekilde yanak içlerinde, üst azı dişleri hizasında çıkar, ancak dişetlerinin herhangi bir yerinde de oluşabilir. Birkaç gün boyunca kalacak bu lekeler sadece kızamıkta görülür. (Medicine International, 1984, sf 20, İnsanda Viral Hastalıklar, 83. Baskı, sf 412.) Teşhis için bunca basit ve spesifik bir belirti dururken eziyetli kan tahlillerini niye yaptırasınız ki?

Screenshot from 2013-09-21 14:41:21

KOPLİK benekleri varsa çocuğunuzu hastalığın bu ilk aşamasında doktora götürmemelisiniz, zira hastalığın en bulaşıcı safhasıdır bu. Çok gerekiyorsa doktorunuzu telefonla arayabilirsiniz, ancak bu noktada doktorun tıbben yapabileceği hiçbir şey olmadığı gibi verebileceği bir ilaç da yok. Yapılan çalışmalar bulaşıcılığın en yüksek olduğu bu evrede hasta sağlık ocağına, muayenehaneye veya hastaneye götürüldüğü takdirde, kızamığın esas tehlikeli olduğu popülasyon grubu, yani hastalar, immün yetersizlikten muzdarip yetişkinler, bebekler ve diğer çocukların sağlığının riske sokulacağını gösteriyor.  (Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları, Aralık 95; Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları, Ocak 93; Maryland Tıp Dergisi, Ekim 91.)

Kızamığa bir “çare” var. Adına A vitamini diyoruz…Morina balığı karaciğer yağı (cod-liver oil). Ta 1932’de doktorlar bu yağla hastane ölümlerini %57 oranında aşağı çekebiliyorken, antibiyotiklerin moda olmasıyla beraber A vitamininin pabucu 80’lerin ortasına dek dama atılmış oldu.

Screenshot from 2013-09-21 15:01:09

Yakın zamanda yayımlanmış bilimsel çalışmalar Amerika’da hastane yatışı gerektiren kızamık olgularının %72‘sinde A vitamini eksikliği bulunduğunu, eksiklik ne derece ileriyse komplikasyon ve ölüm oranlarının da o derece ileri olduğunu ortaya koyuyor. (Pediatric Nursing, Eylül/Ekim 1996.) Ancak gelin görün ki Yeni Zelanda’da doktorlar ve hastaneler tedavide A vitamini kullanmıyor bile.

(ED-NOT: Kızamıklı çocuklarda gelişen ışığa hassasiyet veya göz ağrısı gibi şikayetler, vücudun enfeksiyonla mücadele etmek için rezervdeki tüm A vitaminini kullanıp bitirdiğini ve A vitamini desteğine ihtiyaç olduğunun belirtisidir.)

GERÇEK: Yıl 1991; 12 ayın altındaki 4 aşısız çocuk pnömoni/ensefalit’ten ölüyor. Aşılanmış 2 çocuk da ensefalitten ölüyor.

GERÇEK: Bu çocuklara A vitamini tedavisi uygulanmadı (Soru: Uygulanmış olsa kurtulma şansları olur muydu?) 

Sağlık Bakanlığı, aşılı çocukların korunması için aşılanmamış sağlıklı çocukların aşılılardan uzak tutulması gerektiğini söylüyor. Aynı bakanlık bize bir yandan aşıların çocukları koruduğunu da söylüyor, Öyleyse bu çocuklar zaten aşının “koruma”sı altında değil mi? Cevap, hayır. 1991’de görülen kızamık olgularının %60’tan fazlası “aşılı” çocuklardaydı.

Soru: Eskiden çocuklarda kızamık yaygın olarak görülmez miydi? Sağlık Bakanlığı’nın cevabı: “Evet görülürdü, çünkü eskiden bağışıklama çalışmaları yaygın değildi…. Kızamığa bağlı ölüm ve hastane yatışlarının kaydı tutulmazdı.”

GERÇEK: Aşılanmış çocuklar hala kızamık kapıyor. Ölüm ve hastane yatışı istatistikleri 120 seneden beri tutuluyor. Kızamık ölümlerindeki düşüşü gösteren grafikten anlaşılacağı gibi kızamık aşısının ölüm oranlarındaki düşüşle hiçbir ilgisi olmadığı gibi, kullanıma girdiğinden beri oluşan salgınlarda hastaneye kaldırılan çocuk sayısına da herhangi bir etkisi yok. (Parlamento Yayınları, Ekler, Resmi Almanak, “Sağlık Trendleri” ve Bağışıklama Elkitabı gibi Sağlık Bakanlığı yayınları. Ayrıca, Herald ve Metro’da daha önce yayımlanmış grafikler)

Ebeveynlerin Bilmeye Hakkı Olduğu Bazı Gerçekler:

  • İngiltere’de okul çağındaki 7.1 milyon çocuğunun aşılandığı benzer bir kampanya, Dawbarns adlı bir avukatlık firmasının ([email protected]), aşağıdaki vakalar için İngiltere Sağlık Bakanlığı’na dava açmasıyla sonuçlandı:

Otizm (202),
Crohn’s hastalığı ve diğer ağır kronik mide problemleri (110)
Epilepsi (97)
İşitme ve görme sorunları (40)
Artrit (42)
Kronik Yorgunluk Sendromu (24)
Diyabet (9)
Guillain-Barre sendromu (9)
Kronik Trombositopeni (5)
Subakut Sklerozan Panensefalit (SSPE) {3)
Wegener Granülomatozu (2)
Multipl Skleroz (1)
Ölüm (14)

KAYNAK: Dawnbarns bilgi formu

  • Çocukların aile doktorları ve gördükleri diğer uzman hekimler basın önünde çocuklara destek verdiklerini açıkladılar.
  • Yeni Zelanda ve İngiltere Sağlık Bakanlıkları bu vakaların mevcudiyetini inkar etmekte (YZ Sağlık B. basın açıklaması, ve BMJ’de yayımlanmış makale) ve giriştikleri KORUMA HAREKATI’nın (operation safeguard) İngiltere’de kızamığı ortadan kaldırdığını ileri sürmekte. 1996 ekim ayında İngiltere bir KKK pekiştirme dozu kampanyasına daha başladı.
  • Aşı daha kullanıma girmeden önce gelişmiş ülkelerin hepsinde kızamık ölümleri neredeyse tümden ortadan kalkmıştı – hastalık insidansındaki düşüş grafikleri için buraya bakınız.
  • Sağlık Bakanlığının aşılanmış 540,000 çocukta tuttuğu kayıtlara bakacak olursak:

81,000 döküntü çıkarma ve ateşlenme vakası,

5,400 parotid/kulakaltı tükürük bezi şişiği (kabakulak),

216 febril konvülsiyon (ateşli havale),

18 trombositopeni (kırmızı kan hücresi tahribatı),

Kronik trombositopeni vakaları,

5 Aseptik Menenjit,

1 Merkezi Sinir Sistemi hasarı,

Bazıları kronikleşmeye giden 15,420 geçici eklem ağrısı (artralji) vakası görülmüştür. (sf 95, Sağlık Bakanlığı Elkitabı)

  • Almanya, raporlama sistemine gelen aşılanan her 2,500 kişide 1 nörolojik komplikasyon ve 17,500 aşılamada 1 abortif ensefalopati bildirimlerinden dolayı kızamık için rutin aşılama uygulamamıştır. (FDA Teknik Raporu, 1980)

Almanlar, aşılamadan bağımsız olarak hastalığın şiddetinde ve ölüm oranlarındaki gerçekleşen düşüşün ışığında aşılamanın getireceği riski fazla bulmuşlardır. Aynı şey Yeni Zelanda için de geçerli olmasına rağmen ebeveynlere bu söylenmemektedir. (ED-NOT: KKK karma aşısı yine de bugün Alman çocukluk çağı aşı takviminde yer almaktadır. İsviçre’de, üç canlı virüsün tek enjeksiyonda verildiği bu karma aşının çocuklar için fazla riskli olduğu gerekçesiyle 500 kişilik bir hekim topluluğu dernek oluşturarak hükümetin KKK aşısını takvime almaması için çalışmalarda bulunmuştur.)

  • Aşı öncesi dönemde bebeğin anneden aldığı antikorlar 15 aya kadar koruma sağlar, kızamık daha ziyade 5 – 9 yaşları arası geçirilir ve 15 yaş civarı kızamık geçirip kanında koruyucu antikor taşıyan çocukların oranı %99‘u bulurdu. (YZ Tıp Dergisi 27 Mayıs 1987) Şimdilerde bu seviye kaçlardadır kimse bilmiyor, ancak Amerika’ya bakılacak olursa oldukça ağır seyredebilen ‘yetişkin kızamığı’ artık oldukça sık görülüyor.
  • Aşılanmış anneler bebeklerine koruyucu antikor aktaramıyor, bu yüzden de kızamığın riskli olduğu küçük bebekler artık korumasız. (Washington Post, 22 Kasım 1992, Pazar)
  • 1991’de ABD’de görülen kızamık salgınında ölenlerin yarıdan fazlası aşılıydı ve ölümlerin çoğu immün yetmezliği olan kişilerde görüldü. (Washington Post 14 Haziran 1991, BMJ, 11 Mayıs 1991)
  • Yeni Zelanda’da doktorlar veya hastaneler kızamık tedavisi için A Vitamini kullanmadıklarından vakaların çoğu olması gerektiğinden çok daha ağır seyrediyor.
  • Afrika’da, doğal yoldan kızamık geçirmiş  çocuklarda aşılı yaşıtlarına oranla yüzde elli daha az astım, alerji ve egzema görülüyor.  (Lancet, 29 Haziran 1996)
  • Hafif veya orta şiddette sedef hastalığından (psoryaz) muzdarip çocuklar doğal yoldan kızamık geçirdiklerinde çoğu kez psoryaz ortadan kalkıyor. (3 adet tıbbi çalışma)
  • Vücudunda maternal antikorlar olduğu halde aşılanmış bebeklerde veya kızamığı gama globülinle baskılanmış kişilerde immünoreaktif hastalıklar, sebasöz (yağ bezi salgısı (sebum) ile ilgili) cilt hastalıkları, dejeneratif kıkırdak doku ve kemik hastalıkları ile belirli bazı tümörler daha sık görülmektedir. (Lancet, 5 Ocak 1985)

Soru: Antikor taşıdığı halde yeniden aşı vurulan çocukların başına acaba ileride neler gelebilir?

  • Kanunen aşı ürün bilgisini alıp eve götürebilir ve herhangi bir karra vermeden önce dikkatlice okuyabilirsiniz..
  • Yeni Zelenda’da [ve Türkiye’de] ebeveynler çocuklarına aşı yaptırıp yaptırmama konusunda seçim özgürlüğüne sahipitir.

 

Çocuğunuza KKK aşısını yaptırmaya karar verip de çocuğunuzda normal olmadığını kesinkez bildiğiniz herhangi bir sorunla karşılaşırsanız çok acele doktorunuza veya hastaneye gitmelisiniz. Yeni Zelenda için ebeveynler bir H 1574 formu doldurmalı, doğru tıbbi kayıtları dosyaya dahil ettiğinden emin olmalı, bizzat kendi imzalayıp ve mutlaka fotokopisini alıp CARM’a göndermelidir. Kalıcı herhangi bir hasar oluşması durumunda bu belgeler olmadan aşı tazminatı hakkından yararlanamazsınız.

(ED-NOT: Türkiye’de aşıya bağlı komplikasyon ve ölümler için benzer bir tazminat programı olmadığını biliyoruz ancak yine de anne-babalar geçirilen aşı reaksiyonunu doktorun Türkiye ASİE- Aşı sonrası istenmeyen etki bildirim sistemine mutlaka bildirmesini sağlamalı, bildirmiyorsa bizzat kendileri ASİE’ye bildirimde bulunmalıdır.)

Hilary Butler’ın ‘Kızamık: Hakiki Gerçekler’ başlıklı yazısından bölümler kullanılmıştır.

 

Kızamık Gerçekleri – Dr. Mendelsohn

Kızamık Gerçekleri – Dr. Mendelsohn

Screenshot from 2013-09-19 21:32:24

Dr Mendelsohn’un geniş kitlelerin beğenisini kazanmış, kesinlikle tavsiye ettiğimiz kitabıyla ilgili bilgi için buraya tıklayınız.

KIZAMIK – Dr. Robert S. Mendelsohn

Rubeola veya İngiliz kızamığı olarak da bilinir, bulaşıcı viral bir hastalıktır. Hastalığın başlangıcında kişi kendini yorgun hisseder, hafif ateşle birlikte baş ve sırtta ağrı vardır. Gözlerde kızarıklık oluşur ve ışığa hassasiyet oluşabilir. Üçüncü veya dördüncü güne kadar ateş yükselerek yaklaşık 40°C’ye ulaşır (Dr. Mendelsohn’un yukarıda tanıttığımız şahane kitabında, ateşin enfeksiyonlara karşı mücadeledeki rolü ve önemi ile Tylenol/Paracetamol gibi ateş düşürücü ilaçların bu sürece zararlı etkileri üzerine ayrı bir bölüm bulunmaktadır.) Bazen ağız içinde küçük beyaz noktacıklar görülebilir, aynı zamanda saç çizgisinin altında ve kulak arkalarında küçük pembe benekler ortaya çıkar. Bu kabarcıklar yaklaşık 36 saat içinde aşağıya doğru tüm vücudu kaplayacak şekilde yayılır. Pembe benekler kümeli halde görülebilir ancak üç ila dört gün içinde azalarak kaybolurlar.

 

Screenshot from 2013-09-19 21:56:46

Kızamık, döküntü ortaya çıkmadan evvelki üç ila dört günlük süre de dahil olmak üzere toplamda yedi veya sekiz gün bulaşıcı özelliktedir. Yani bu durumda, çocuklarınızdan biri kızamığı kaptıysa, diğerlerinin siz daha birincisinin hasta olduğunu anlamadan kızamık virüsüne maruz kalması muhtemeldir.

Kızamık yatak istirahati, ateşe bağlı dehidrasyonu önlemek için sıvı takviyesi ve kaşıntıyı almak için de kalamin losyon veya mısır nişastası banyosu haricinde bir tedavi gerektirmez. Çocukta fotofobi, yani ışık korkusu oluşursa yatak odasının perdeleri örtülmek suretiyle ortam karartılır. Ancak, yaygın efsanenin aksine, bu hastalıkta kalıcı körlük tehlikesi yoktur.

Kızamığı önlemek için verilen aşı KKK inokülasyonun bir bileşenidir.  Hekimler, 1,000 vakada 1 oranında görüldüğünü söyledikleri kızamığa bağlı ensefaliti önlemek için aşılamanın gerekli olduğunu savunur. Onyıllardır kızamık vakaları ile haşırneşir olmuş bir hekim olarak ben ve benimle birlikte pekçok diğer pediyatrist meslektaşım bu istatistiği şüpheyle karşılıyoruz. 1/1000’lik insidans belki yoksul bir çevre ve malnütrisyon koşullarında yaşayan çocuklar için geçerli olabilir, ancak orta ve üst gelir düzeyindeki katmanlarda, kızamığın kendisinden kaynaklı uyku halini saymazsak, gerçek ensefelati insidansı muhtemelen daha ziyade 1/10,000 veya 1/100,000 oranlarındadır.

Kızamık ensefelatiyle sizi korkutacak bir doktorun size bunu önlemek için kullanılacak aşının taşıdığı tehlikelerden bahsetmesini pek bekleyemezsiniz. Kızamık aşısı ensefalopati [beyin dokusunda dejeneratif değişikliklerle belirgin herhangi bir beyin hastalığı] ve beynin sertleşmesine neden olup kesin ölümcül olan SSPE (subakut sklerozan panensefalit) gibi bir dizi başka komplikasyonla ilişkilendirilmiştir.

Kızamık aşısıyla ilişkilendirilmiş diğer nörolojik ve bazen ölümcül hastalıklar arasında ataksi (kas hareketlerini koordine edememe hali), zeka geriliğiaseptik menenjitnöbet bozuklukları (epilepsi) ve hemiparezi (vücudun bir taraf kaslarında görülen güç azlığı; tek taraflı parazi) bulunur. Aşıya bağlı sekonder komplikasyonlar ise bundan daha da ürkütücü olabilmektedir. Bunlar ensefalit (beyin iltihabı)genç diyabeti (jüvenil diyabet), Reye sendromu ve multipl skleroz‘dur.

Aşının koruduğuna dair elimizde ikna edici kanıt olsaydı bile, ki yoktur, kızamık aşılamasının taşıdığı riskler benim için yine de kabul edilemezdir. Hastalığın görülme sıklığında belirli bir düşüş olmuştur, evet, ancak bu aşı ortaya çıkmadan çok önce başlamış bir durumdur. 1958’de ABD’de yaklaşık 800,000 kızamık vakası görüldü, ancak 1962’ye-aşı ortaya çıkmadan bir önceki seneye- gelindiğinde insidans 300,000 vaka azalmıştı bile. Bunu takip eden dört sene boyunca, çocuklar bir taraftan herhangi bir koruma sağlamayan ve hatta daha sonra uygulamasına son verilen “ölü virüs” aşısını olurken, kızamık insidansı bir 300,000 vaka daha düşüş gösterdi. 1900’de kızamıktan ölüm oranı 100,000 kişide 13.3’tü. İlk kızamık aşısı daha ortaya çıkmamışken, 1955’te, ölüm oranı yüzde 97.7 azalarak 100,000’de 0.03’e düşmüştü.

Screenshot from 2013-09-19 20:29:43Grafiğin alındığı KAYNAK  [ABD’de 1900 – 1984 arası 100,000 kişi başına düşen Kızamık Ölüm Oranları; kızamık aşısı 1963 yılında kullanılmaya başlanıyor]

Salt bu rakamlar bile kızamığın aşı devreye girmeden önce yok olma yoluna girdiğinin çarpıcı kanıtıdır. Bu size yeterince ikna edici gelmiyorsa bir de şunu düşünün; 1978’de otuz eyaleti kapsayan bir araştırmaya göre kızamık geçirmiş çocukların yarısından fazlasının gerekli dozda aşılanmış olduğu ortaya çıkmış. Dahası, Dünya Sağlık Örgütü‘ne göre, aşılanmamışlara oranla kızamık aşısını olmuş kişilerin kızamığa yakalanma şansı neredeyse on beş kat daha fazla.

Peki ama niye bu gerçeklere rağmen doktorlar bugün hala bu aşıyı yapıyorlar diye sorabilirsiniz. Kızamık aşısının piyasa sürülmesinden on dört sene sonra Kaliforniya’da yaşanmış bir olay sorunuzun yanıtı olabilir. O yıl Los Angeles’te ağır bir kızamık salgını görülüyor ve Toplum Sağlığı Merkezi’nin bir yaş altında kızamık aşılamasının hiçbir işe yaramadığı ve zararlı olabileceği yönündeki uyarısına rağmen ebeveynler altı ay ve üstündeki tüm çocukları aşılatmaya zorlanıyorlar.

Los Angeles’taki dotorlar ellerine geçirebildikleri her çocuğa rutin bir şekilde kızamık aşısı yapma yoluna giderken, immünolojik yanıtsızlık (vaccine failure) ve ‘geç etkili virüs’ (yavaş virüs/slow virus) gibi tehlikelerden haberdar birkaç yerli hekim kendi bebeklerini aşılamamayı seçiyor. Bu gerçeklerden haberdar edilmemiş hastalarının aksine bu hekimler tüm canlı virüs aşılarında, özellikle de kızamık aşısında bulunan “geç etkili virüsler”in insan dokusunda yıllarca saklanma kabiliyeti olduğunun farkındaydı. Dokulara yerleşmiş bu virüsler daha sonra ensefelati, multipl skleroz ve hatta kanser oluşumu ve ilerlemesine potansiyel kaynak olarak karşımıza çıkıyordu.

Kendi yedi aylık bebeğini aşılamayı reddeden Los Angeles’lı bir doktor şöyle diyordu: “Aşı virüsü fakir bir koruma sağladığı gibi bir de vücutta uzun süre kalıp da hakkında pek bir şey bilmediğimiz bir şekilde etki ederse diye korkuyorum.” Kendi çocuğu için bu taşıdığı bu endişeler ise doktorumuzun bakımındaki diğer bebeklere aşıyı vurmasına mani olmuyor. Bu çelişkili tutumu ise şöyle rasyonelize ediyor hekim: “Bir ebeveyn olarak kendi çocuğumla ilgili seçim yapma lüksüne sahibim. Bir hekim olarak ise… hem kanunen hem de meslek kuralları gereği yapmam gerektiği söyleneni kabul etmeye mecburum, tıpkı bütün şu Domuz Gribi işinde yapmaya mecbur kaldığımızda olduğu gibi.”

Belki artık sıradan ebeveynler ve çocuklarının da doktorların bu lüksüne sahip olmasının vakti gelmiştir.

KAYNAK