İnsan Fötüsü DNA’sı ve Retrovirüs kontaminantları taşıyan aşıların [KKK, su çiçeği örneği verilmiş] kullanıma sokulduğu yıllar ile Otizm görülme sıklığında yaşanan değişimler örtüşüyor.
Bugün bilimadamı, hekim, hemşire ve toplum sağlığı eğitmenlerinin büyük çoğunluğu aşı içeriğindeki maddelerin bireysel ve sinerjetik olarak güvenlik ve etkinliğinin kanıtlanmış olduğunu düşünür. Toplum bu aşıların, hastalık virüsü(leri) dışında, üreticinin ürün bilgisine dahil etmediği başka herhangi bir istenmeyen kirleticinin karışmış olamayacağı, steril solüsyonlar olduğuna inanır. Çocuk doktoru aşıyı çocuğun kasına zerk ettiğinde halkın bunun böyle olduğuna inancı tamdır, sorgulamaz bile. Başka bir deyişle, aşıların çocuklarımız ve bizlerin güvenliği için mükemmel koşullarda üretilmiş olduğuna inanmak isteriz.
Yaptığımız araştırmada gördük ki çoğu kişi aşıların içinde gerçekte neler olduğunu bilmiyor bile; aşı etiketinde yer alan etkin ve etkin olmayan maddeler ve en önemlisi de içerikteki gizli maddelerden haberdar değiller. Zaman ayırıp konuyu araştırmış, bilimsel literatürü inceleyip gerçeği kendi keşfetmiş birine rastlama ihtimali ise daha da düşük. Oysa gerçeğe ulaşmak şaşılacak kadar kolay. Ancak karşılaşacağınız gerçek kabusunuz olacak kadar da korkunç.
Diyelim kaşarlı dana rozbif ısmarladınız, ama önünüze pişmiş yemek yerine tarifin gerçek yaşam videosu konuldu; minik süt danasının hayatının her adımını gördünüz, doğduğu andan üzerine konulmuş peynirle son haline gelene kadar… Doğal besinlerden nasıl mahrum bırakıldığını, daracık bir ahır bölmesine kapatılışını, yetersiz beslenmeden dolayı aldığı deforme hali, bedenine yüklenen ilaçları antibiyotikleri ve sefalet içinde o bölmede yaşadığı mahrumiyet hayatını izledikten sonra kesimhane görüntülerine geçse görüntü, oradan dilimlenişine ve en son da pişirilip önünüzdeki tabağa konuluşunu görseniz. O tabağa aynı iştahla bakabilir miydiniz? Hala kaşarlı rozbif yemek ister miydiniz? Neyse ki zaten hemen hiç sorgulamıyoruz, bu yediklerimiz acaba nereden geliyor, nerede ve nasıl yetiştirildi, bize ulaşmadan önce üzerine neler sıkıldı… İşte bu yüzden de şimdi burada aşılar konusunda çoğu sağlıkçının ve kanaat önderinin bile bilmediği bir şeyi yeniden kayda geçireceğiz. Aşılar yapılırken içine neler giriyor ve bu konuda sizi durup bir düşündürtmesi lazım gelen başka neler var sizden gizlenen, bunu anlatacağız. Okuduktan sonra bir kendinize sorun bakalım, hala vücudunuza aşı girmesini istiyor musunuz?
Aşıların ve gizli içeriğinin hazırlanış yöntemleri konusunda en derinlikli, dürüst, akademik seviyede ve objektif bilgiyi almak üzere de tıbbi konularda araştırmalarıyla tanınan ödüllü gazeteci Janine Roberts’a dönüyoruz. Kendisi şişenin üstünde yazmasa da içinde barındırdığı cehennemi karanlıkla ilgili tamamen farklı bir tablo çizecek bizlere. Janine Roberts’ı dünyanın gündemine ‘kanlı elmas’ vakası, Kongo’daki soykırım ve Avustralya devletinin aborijin kültürleri yok ediş hikayesini getiren kişi olarak da hatırlayacaksınız.
Roberts’ın, herhangi bir aşının onay alıp almayacağına karar veren veren merciler olan Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve federal sağlık ajanslarından üst düzey yetkililer ile aşı konusunda uzman biliminsanları arasında geçen konuşmalarla ilgili aktarımları gerçekten ürkütücü. Resmi toplantı tutanaklarına ve bizzat katıldığı aşılarla ilgili acil toplantılara dayanan araştırmaları bir kez daha bir gerçeği teyit ediyor; dünyadaki aşı ve sağlık uzmanları, aşılarda saklı bu maddelerin getireceği potansiyel ve belirsiz tehditlere karşı bir çözüm yolu olmadığı konusunda hemfikirler.(1)
Hikayemiz aşı endüstriyel kompleksinin üretim maliyetlerini azaltmak amacıyla Amerikan devletinden aşı geliştirmede ‘kanseröz hücre çizgileri’ni kullanma izni kopartmaya çalışmasıyla başlıyor. Rasyonelleri şu; kanser hücreleri ‘ölümsüz’ hücreler. Mevcut aşı metodolojisi, kültürde çarçabuk ölen fertilize edilmiş tavuk embriyoları ve maymun böbrekleri gibi hayvan hücrelerine bel bağlamış durumda. Kanseröz hücre çizgilerini kullanmak elbette aşı substratları için başta maymun olmak üzere birtakım hayvanların satın alınması sonra da öldürülmesi yöntemine göre çok daha hesaplı.
Roberts, iki ayrı toplantıdan bahsediyor; 9 Kasım 1998’de toplanan Aşı ve İlgili Biyolojik Ürünler Danışma Konseyi ve bundan bir seneden az bir zaman sonra düzenlenen Gelişen Bilimsel ve İdari Perspektif Çalıştayı. FDA (Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi), CBER (FDA’e bağlı Biyolojik Ürün Değerlendirme ve Araştırma Kurumu), Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Ulusal Enstitüsü (NIAID), DSÖ ve benzer kurumlardan üst düzey yetkililer ve uzman bilimadamları arasında bilimsel düzeyde yürütülen görüşmelerde ortaya konan delillerin hepsi, tüm aşıların tehlikeli düzeyde kontamine olduğu gerçeğini teyit ediyor.
Görüşmelerin odağı, virüs kültürleme aşamasında döllenmiş tavuk yumurtası kullanılmakta olan influenza (grip), KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) ve sarı humma aşıları oluyor. Döllenmiş tavuk yumurtası, KKK ve influenza (grip) gibi aşıların virüslerinin kültürlenmesi için ideal bir ortam aslında, ancak bir taraftan da bunlar, hayvanlar aleminde varlığı bilinen veya henüz bilinmeyen çok sayıda virüs için de canlı birer inkübatör görevi görüyor. Bu virüsler doğal yoldan hayvandan insana geçmeyecek virüsler, ancak yine de bunlar biribirini takip eden genetik kodlar ve insan vücuduna enjekte edildiğinde, insan hücresi kodlarıyla karışabilir veya birleşebilir, bu da tahmin bile edilemeyecek sayısız istenmeyen etkiye yol açabilir. Aşı araştırmaları nereden bakılacak olursa bilimsel açıdan oldukça ilkel, çünkü insan kan dolaşımına doğal yoldan girmeyecek bir dolu yabancı madde, kimyasal ve genetik materyali enjekte ediyorsunuz. Denkleme aşılarla vücuda sokulan muazzam miktarda ‘bilinen/bilinmeyen’ genetik materyal ile yabancı proteini de ekleyip, sonra Amerikan popülasyonunda hızla yükselişe geçen salgınları;
– çocuklarda görülen yetişkin tipi diyabet,
– çok sayıda ve çeşitte enflamatuvar ve immün yetmezliği rahatsızlıkarı,
– astım ve yeni alerjiler,
– ağır mide-barsak rahatsızlıkları (örn. Sızıntılı bağırsak sendromu ve Crohn hastalığı),
– kronik yorgunluk sendromu
– ve çok sayıda farklı nörolojik bozukluk (örn. Otizm, ADD ve ADHD, Parkinson’s, Alzheimer’s vb.)
düşündüğümüzde, şöyle bir durup bunun nedenleri hakkında yeniden bir değerlendirme yapmamız gerekir. Ancak bunu yaparken, olaya aşı endüstrisine özgü genetik materyalizmin determinist ve indirgeyici bakış açısıyla yaklaşıp, doğumdan hemen kısa bir süre sonra başlayıp ta yaşlılık dönemimize kadar vücudumuzu aşılardaki adjuvan ve koruyucular, harici genetik materyal ile patojenik organizmalar ve yabancı genetik fragmanlarla tuttuğumuz bombardımanı hesaba katmamazlık etmemeliyiz.
Son haline getirilmiş aşı solüsyonlarında ‘ters transkriptaz enzimi’ (enzyme reverse transcriptase (RT)) bulunduğu öteden beri bilinir. RT de retrovirüs mevcudiyetini gösterir. Ancak bu toplantıda Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), bu türden genetik kontaminasyonla ilgili, ki bu durumda sözkonusu olan KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısındaki kontaminasyondur, kamuoyuna bilgilendirme yapılmaması ve aşının piyasadan çekilmemesi, ancak bir yandan da aşı üzerinde farklı laboratuvarlarda güvenlik çalışmalarının sürdürülmesi kararını veriyor.
Roberts, FDA’den Dr. Arifa Kahn’ın konuyla ilgili açıklamasını aktarıyor:
Khan, aşıdaki RT aktivitesinin iki ayrı viral suştan-Avian Leukosis Virus (ALV) [Kanatlı/Kuş Lökozu Virüsü] ve Equine Arteritis Virus (EAV) [At Arterit Virüsü]- retrovirüs partikülleri ile ilişkili olduğunu söylüyor. Bunlardan ilki özellikle can sıkıcı, zira ALV bir lösemi kanseridir. Dr. Kan şöyle diyor: “Bu virüsün [ALV], insan hücresini enfekte etmesi teorik olarak mümkün.” Yani özetle burada denilmeye çalışılan, ALV genetik kodu insan DNA’sına entegre olabilir ve bir tür kansere yol açabilir.
FDA’in bu ALV RT aktivitesinin güvenli olduğuna dair verdiği güvence ise, laboratuvar ortamında “tam 48 saat boyunca” herhangi bir viral-insan DNA’sı birleşme aktivitesi gözlemlenmemiş olmasına dayanıyor. Böylesine saçmasapan bir güvence bilimin mantığına da aykırı, zira kanser oluşumu seneler alabiliyor!
Ek bilgi notu olarak şunu da verelim; ters transkriptaz aktivitesi HIV/AIDS hipotezinin önemli bileşenlerindendir. Kanadalı Aşı Riskleri Farkındalık Platformu tarafından yayınlanan “Influenza (grip) Aşısının Güvenlik ve Etkinliğine Dair Ciddi Sorular” başlıklı bir makalede, bazı bilimsel çalışmalar ve hatta bazı aşı prospektüslerinde “aşıların HIV viral replikasyonunu arttırdığının yazdığı” belirtilmekte.(2) Bu da tüm aşıların bağışıklık sistemi üzerinde güçlü bir baskılayıcı etkisi olduğunu gösterir. Stres altında bu virüsler hiperaktif düzeye geçiyor ve replikasyon kabiliyetleri de artıyor.
FDA yetkilisinin bahsettiği bir diğer risk de ALV sekansının kızamık virüsü ile birleşerek ortaya yepyeni bir mutant ve tehlikeli virüs çıkarma olasılığı. (Bu olasılık aynı derecede H1N1 domuz gribi ve diğer grip aşıları için de geçerli). Burada şunu da ekleyelim, İngiltere’nin Toplumda Bilim Enstitüsü çalışanlarından dünyaca ünlü genetikçi Dr. Mae-Wan Ho, kaleme aldığı bir makalede “Aşılar bizzat kendileri tehlikeli olabilmekte, özellikle de canlı, attenüe (zayıflatılmış) viral aşılar veyahut da yeni rekombinant nükleik asit aşıları, rekombinasyon yoluyla virülan virüsler oluşturma potansiyelleri var ve rekombinant nükleik asitler de otoimmün hastalıklara yol açabilir.” diyor.(3)
Toplantıda, o dönem Viral Ürünler Departmanı’ndaki DNA Virüsü Laboratuvarının başındaki Dr. Andrew Lewis’ten şu açıklama geliyor: “Yumurta bazlı tüm aşılar kontamine haldedir…. Bu döllenmiş tavuk yumurtalarında çok çeşitli virüsler barınabilmektedir.” Katılımcılar ayrıca bu kontaminantların yalnızca çok küçük bir bölümünün şimdiye kadar belirlenebilmiş olduğunu ve büyük ihtimalle daha keşfedilecek yüzlercesinin olduğunu öğreniyorlar.
Roberts, 2001 tarihli bir CDC raporunda KKK aşısı olmuş 100 hasta üzerinde ALV ve EAV retrovirüslerinin araştırıldığı çalışmalara rastlıyor. Bu çalışmalarda, “test edilen farklı üreticilere ait tüm kızamık aşısı partilerinde istenmeyen RT aktivitesi” bulunuyor. Çalışmanın sonuç bölümünde ise “bu oluşumlar sporadik halde değildir ve aşılanmış kişilerin hepsi aynı şekilde bu [tavuk] retroviral partiküllerine maruz kalmış olabilir.” deniyor. Bir başka toplantının Ulusal Sağlık Enstitüsü’ne ait transkriptinde ise, Dünya Sağlık Örgütü’nden Dr. Conroy’un tüm döllenmiş tavuk yumurtalarında EAV virüsleri bulunduğuna yönelik açıklaması yer alıyor. Influenza, KKK ve sarı humma aşılarının yapımında kullanılan bilimsel protokolde belli ki çok fazla bir değişiklik yok. Global pazara yönelik hazırlanan kas içine zerk edilecek H1N1 aşıları da döllenmiş tavuk embriyolarında kültürlenmiştir. Buna CSL, Medimmune, Novartis, Sanofi-Pasteur ve GlaxoSmithKlines’ın onay almış her aşısı dahildir.
FDA’in Bilimsel ve İdari Perspektif Çalıştayı, “Batı’nın en büyük toplum sağlığı kuruluşlarının temsilcileri”nin katılımıyla 7 Eylül 1999’da, Washington’da geç saatlerde toplanıyor. Aşağıdaki bölümde Janine Roberts’ın pahabiçilmez kitabı “Fear of the Invisible”da yer verildiği şekliyle, bu toplantının ana konu başlıkları ve yapılan açıklamalardan bir özet bulacaksınız:
– Bu toplantılarda aşıların “viral ve DNA genetik kodu fragmanları, pekçok virüs ve proteinle yoğun şekilde kontamine olduğu” yeniden teyit ediliyor. Katılımcılar bu kontaminantlar arasında ‘prion’ denilen hayvanlarda ve insanlarda tedavisi mümkün olmayan amansız hastalıklara ve nörolojik rahatsızlıklara yol açan çok küçük proteinler ve normal hücreleri kanserli hücreye dönüştüren bir çeşit gen olan onkojenlerin de olabileceğinden duydukları endişeyi dile getiriyor. Katılımcılardan Dr. Goldberg şöyle diyor: “Henüz keşfedilmemiş sayısız virüs, protein ve benzer partikül var. Mikrop dünyasının henüz yalnızca çok küçük bir bölümünden haberdarız ve tabii [aşılarda da] ancak tespit edebildiğimiz bu az sayıdaki mikrobun bulunup bulunmadığını kontrol edebiliyoruz. Yani, aşı kültürlerinde daha bilmediğimiz pekçok partikül olabilir.”
– FDA’den Dr. Andrew Lewis, adenovirüs-SV40 hibrid virüsleri kullanılmak suretiyle bir adenovirüs [İnsanda solunum yolları, göz ve boğaz enfeksiyonlarına sebep olan bir DNA virüsleri grubu] aşısı geliştirilmeye çalışılırken ortaya yepyeni bir maymun-insan mutant virüsün çıkarıldığını söylüyor. Dr Lewis ayrıca çocuk aşılarında bulunan ‘yabancı hücre DNA’ları arasında kanser yapma özelliğine sahip “viral onkojenler” bulunabileceği yönündeki endişesini dile getiriyor.
Bilimadamları aralarında tartışırken şöyle bir soru ortaya çıkıyor; acaba attenüe (zayıflatılmış) aşı suşları olur da AIDS’le sonuçlanacak kadar hızlı replike olan varyant bir virüse dönüşebilir mi? Bu sorunun yanıtını bilmediklerinde hemfikir oluyorlar.
– Aşıdan sonra çocuklarda mutasyon durumuyla karşılaşılıp karşılaşılamayacağı konusunda ise cevap, “bir dizi [kirletici olarak karışmış] virüs ile doku kültüründe koenfekte olan hücrelerin çapraz gen oluşturması az rastlanan bir durum değildir.” Bunun manası şudur; kontaminant virüsler ve yaşayan hücrelerin genetik kodlarının birleşerek çapraz gen oluşturması ve laboratuvar ortamındaki kültürlerde mutasyon oluşturması “az rastlanır bir durum olmadığından”, çocukların vücudunda da aşıdan sonra bittabii ki meydana gelebilir!
– CBER Retrovirüs Araştırmaları Laboratuvarı müdürü Dr. Hana Golding ise bir başka korkutucu olasılığa dikkat çekiyor; “aşılardaki DNA fragmanı kirleticilerinin muhtemelen ölü olduğu düşünülecek olsa dahi, aktif halde kalma ve tehlike oluşturma ihtimalleri mevcut.” Yani, bu kirleticilerin kodları aşı içinde birleşerek yeni, mutant patojen suşları oluşturabilir.
– Hem Stanford hem de San Francisco’daki Kaliforniya Üniversitesi’nde çalışan virolog Dr. Leonard Hayflick, aşı yapımı için hayvan ve kuş embriyoları kullanılarak hazırlanan primer kültürler konusunda, “bu hücrelerin bir kısmı insanlar için ölümcül olan pekçok istenmeyen virüsle dolu olduğu”nu dile getiriyor. Bu durum tabii, polio (çocuk felci virüsü) aşısı gibi, yapımında bugüne kadar çok geniş ölüm ve hastalığa neden olmuş maymun böbreği hücreleri kullanımı devam etmekte olan aşılar için özellikle endişe verici bulunuyor.
– İngiltere’nin önde gelen aşı uzmanlarından, Ulusal Biyolojik Standartlar ve Teftiş Kurumu üyesi Dr. Phil Minor, bazı aşı partilerinde poliovirüsünün kendisinden çok, maymunlarda görülen SV40 virüsünün olduğunu belirtiyor. Aşılarla ilgili kapalı kapılar ardında icra edilen bilimsel çalışmalar konusunda henüz fikir sahibi olmayanlar tabii bu toplantının yapıldığı tarihte artık polio aşılarında SV40 yoktur diye düşünmüş olabilirler, ancak konuşmalara bakılacak olursa polio aşılarında o tarihte de SV40 virüsünün mevcut olduğu anlaşılıyor. Bu da aşı endüstriyel kompleksi dahilindeki aldatmacanın ve devletlerin üst düzey sağlık yetkililerinin halkın sağlığını doğrudan etkileyen bu tip konularda bilgi saklama alışkanlığının örneklerinden sadece biri.
– CBER’in aşı güvenliği izlem laboratuvarından Dr. Rebecca Sheets, devletlerin ulusal sağlık kurumlarının aşıların yapımıyla ilgili hiçbir yetki ve kontrole sahip olmadığını belirtiyor. Yani kısacası, birtakım tavsiyelerde bulunabiliyor bu kurumlar, ancak aşı endüstriyel kompleksi istediğini yapmakta serbest!
– DNA kontaminantlarını aşılardan temizlemek imkansız! Kontaminant olarak kabul edilecek DNA ağırlığına dair sınır değerler FDA tarafından ta 1986’da belirlenmiş olmasına rağmen, aşı üreticileri hiçbir zaman bu değerleri yakalayamamışlardır bile. CDC kanseröz hücre çizgilerinde kontaminasyon olmaması için tavsiye edilen ağırlık değerlerini aşağı çekerken, sonrasında kalkıp diğer DNA kontaminasyonları için kabul edilebilir alt değerleri tam 100 kat yukarı çekmiştir. Tabii bu sınır değerler yalnızca bir “tavsiye” olduğundan FDA bunları üreticilere şart koşamıyor. Üretici firmalar sadece istediğinde aşılardaki kirleticileri azaltmak için bilimsel olarak önlem alma özgürlüğüne halen sahip.
– Sınır olarak belirlenen 10 nanogramlık kontaminasyon seviyesinin sadece vurulacak tek bir aşı için geçerli olduğu da unutulmamalı. Bugün çocuklara okul çağına gelene kadar çok sayıda aşı vuruluyor ve bunların her biri de o spesifik aşının üretiminde kullanılan özel hücre substratından kaynaklı benzersiz yapıda DNA ve viral kirleticiler ile yüklü. İşte bu toksik genetik çorba dolaşıp duruyor aşılı bir insanın vücudunda.
– Toplantıdaki bir resmi sağlık yetkilisi şöyle diyor: “Su çiçeği aşısına ruhsat veren komisyonun başkanıydım ve o dönemde bu DNA kalıntısı konusunu ele almıştık. Aşıyı olanlarda içindeki DNA’ya bağlı olarak herhangi bir otoimmün tepki oluşup oluşmadığına baktık….. Aslında biz bakmadık, firmaya bakmasını söyledik ve onlar da bakıp yok dediler.” Ancak elbette zorunlu olmadığı halde aşı firması gerçekten de böyle bir çalışma yapmışsa bu tip sözlü güvencelerin bir geçerliliği olabilir. Burada yetkilinin asıl söylediği şey şu, sağlık yetkililerinin elinde böyle bir çalışmanın hakikaten yapıldığını kanıtlayacak herhangi bir belge filan yok!
– Aşılardaki DNA kontaminasyonu kanser veya otoimmün hastalığa yol açar mı? Katılımcılardan biri bu soruya şu yanıtı veriyor: “bu aşıların hemen hepsinin doğrudan doku içine zerk edildiğini düşünecek olursanız….bana kalırsa DNA’nın insan hücrelerine ekspresyonu için şimdiki uygulamada olduğu gibi bunu tutup doğrudan kas içine enjekte etmekten daha iyi bir yöntem olamaz.”
– Yine, CBER’den Dr. Rebecca Sheets’in bir yorumu: “Amerika’dan ruhsat almış aşıların büyük çoğunluğunun içinde DNA kalıntısı olup olmadığına bakılmadığını düşünüyorum.”
– Toplantıda daha da ürkütücü bir soru soruluyor; acaba aşılarda hiç ‘foamy virüs’e rastlandı mı? Foamy virüs (İnsan foamy virüsü (HFV) ve daha yaygın formu olan maymun foamy virüsü (SFV)) bulaşıcı değil, ancak ölümcül bir kanserojen. Toplantıdakilerin bildiği kadarıyla, o güne kadar aşı preparatlarında bu virüsün olup olmadığına bakan tek bir laboratuvar bile olmadığı ortaya çıkıyor.
– Toplantıda, “birçok durumda neoplastik [tümör yapıcı] özellikte olduğu” belirtilen bir hücrenin Amerika, Tayland, Belçika ve Fransa’da hem iğne hem de oral polio aşısı üretiminde kullanılmak üzere ruhsatlandırıldığı teyit ediliyor. Yani bu aşıların kansere sebebiyet veren onkojenler ihtiva etme riski hayli yüksek.
Aşılardaki kontaminasyon sorununun büyüklüğünü belki şu şekilde daha iyi kavrayabiliriz; aşı filtreleme prosesi esnasında, aşının hedeflediği hastalığa ait virüsün aşıda kalabilmesi için geçebilmesi gerekiyor filtreden. Bu esnada, aşı virüsünden daha küçük boyuttaki diğer partikül ve patojenler, örneğin üretim aşamasında kullanılan diğer organizmalara (ve patojenlere) ait DNA ve RNA fragmanları, hücre substratları ve viral proteinler de (filtreden geçerek) aşıda kalmış oluyor.
Yukarıda bahsedilen toplantıdan çıkaracağımız sonuç belki de en iyi yine bir katılımcıdan, Dr. Minor’dan gelen şu açıklamayla özetlenebilir: “Yani anlaşılıyor ki bugün bile, üretilen aşıların büyük bölümünün, adventif ajan açısından ele alınacak olursa ayrıştırılmamış, oldukça kaba ve ham malzemeden yapıldığını akılda tutmak durumundayız. Bu ehemmiyeti olmayan bir konu değildir. Hatta, bugünlerde aşıların nelerden yapıldığını düşünecek olursak, bunların bazı açılardan oldukça ilkel kaldıklarını da söyleyebiliriz.” Kitabın yazarı Janine Roberts araştırmalarını şu şikeişlde ustalıkla özetliyor:
“Çocuklarımıza vurdurduğumuz bu aşılar, çoğunluğu tavuk, maymun gibi kaynaklardan gelen insan-dışı hücreler ve hatta kanser hücrelerinden oluşan, bir dolu ne idüğü belirsiz partükülle dolu sıvılar. İşin gerçeği ne ne yaptığımızı ne de bunların uzun dönemde doğuracağı sonuçları biliyoruz. Kesin olarak bilenen tek şey, aşıların, devletin bizlere çocuklarımızın güvenliğine gerçekten de ne kadar önem vermekte olduklarını gösterme yolu olarak kullandığı son derece ucuz ilaçlar olduğu.”
Aşı bilimi ve güvenliği ile meşgul bilimadamı ve yetkililerin bu tip toplantılardaki söylemlerinden, aşıların özellikle de dünya genelinde tüm çocuk popülasyonuna vurulduğu düşünülürse, büyük çapta hücresel tahribata yol açma kapasitesine sahip genetik bir deney olduğu anlaşılıyor ve aşı bilimi ile ilgili cevapsız pekçok soru var hala.
Hayran olunup saygı duyulması gereken bir şey varsa o da doğanın bize bahşettiği bağışıklık sistemi ve onun bu aşı karışımlarına karşı kendini koruma kabiliyeti olmalı. Devletin sağlık yetkilileri, aşı endüstirisi ve bunlara inananların dillerine pelesenk ettiği gibi aşılar bilimin mucizesi filan değildir. Esas mucize vücudumuzun bu aşıların amansız saldırısından kendini koruyabiliyor oluşudur. Kaldı ki, bugünlerde tüm yaş gruplarında birden patlak veren birtakım hastalıklar ve enflamatuvar sorunlara bakıldığında bu mucizenin de sonuna yaklaşıyoruz gibi gözüküyor.
İster yabanda doğal bir habitat ister gezegenin yaşam desteği olan iklim sistemi veyahut da vücudumuzun bağışıklık sistemi olsun, tüm yaşam sistemleri er geç bardağın taştığı son damla aşamasına gelir. Bugün, toplumun büyük çoğunluğu hala aşıların işe yaradığı ve güvenli olduğu kandırmacasına inanıyorken, aşı endüstriyel kompleksi de inanılmaz karlı bir iş olma özelliğini sürdürmekte. Halihazırda resmi olarak 18 aya kadar tam 36 aşılama öngörülen çocuklar başta olmak üzere, bu aşırı aşı yüklemesine maruz kalan halka gün geçmiyor ki bir başka hastalık veya enfeksiyon için yeni bir aşı daha önerilmesin; örneğin Chlamydia, herpes simpex tip 2, Batı Nil virüsü, Epstein-Barr virüsü ve diğerleri… Ülkelerin ulusal aşı programlarına bu tip yeni genetik zehirler de eklendikçe, çok geçmeden bardak taşma noktasına gelebilir ve çok daha ciddi bir pandemiyle, aşılanmış her bir insanın genetik predispoziyonu ve bağışıklık sisteminin gücüne göre değişecek sayısız çeşitte hastalık olarak kendini gösterecek ‘Aşı Hastalığı’ salgınıyla karşı karşıya kalabiliriz. Böyle bir salgın ise, günümüzün bu “gelişmiş ve hijyenik” toplumununun H1N1 domuz gribi de dahil olmak üzere bugüne kadar karşılaştığı her nevi doğal enfeksiyöz patojenin oluşturduğu tehditten çok daha ağır sonuçlara sahip olacaktır.
Ed-Not: Bu yazı Richard Gale ve Dr. Gary Null tarafından kaleme alınmıştır.
NOTLAR
(1) Burada verilen alıntı ve olaylar, Janine Roberts’ın Fear of the Invisible: How Scared Should We Be of Viruses and Vaccines, HIV and AIDS Impact Investigative Media Productions: Bristol UK, 2009 kitabından ve kendisiyle Gary Null tarafından 19 Ağustos 2009 tarihinde The Progressive Radio Network ‘te yapılan bir radyo söyleşisinden alınmıştır.
(2) “Serious Questions Regarding the Safety and Efficacy of the Influenza Vaccine” Vaccine Risk Awareness Network. http://vran.org/about-vaccines/specific-vaccines/influenza-vaccine-flu-shot/influenza-nursing-home-deaths/
(3) Ho, Mae-Wan, Cummins, Joe. “The vaccines are far more deadly than the swine flu”. Global Research. August 21, 2009. http://www.google.com/search?hl=en&source=hp&q=mae+wan+ho+global+research&aq=o&oq=&aqi=g10
Demek ki sağlık dağıtıyoruz diye,insanların dna sını bozmak amaç bunun adına kaş yaparken göz çıkarma hatta gözü deşmek denir,dünya milleti yokluktan inim inim inlerken bu kadar kadim ilimlerden, bu kadar uzak kalmışken çok görmemek lazım bu biçilen kaderi ,kaderlerini tanrıya bırakanlar,asıl tanrının kendisi olduğunu bilseydi ne olurdu acaba,geni bozuk tanrı olurdu tabiiiiii