Doğumdan hemen sonra vurulan Hep-B aşısının dışında, bugün artık rutin olarak yapılan K vitamini enjeksiyonu çoğu ailenin radarından kaçıyor maalesef ve hatta ne Hep-B aşısının vurulduğundan ne de bu diğer iğnenin yapıldığından haberdar dahi edilmeyen anne-babalar var.

K vitamini kanı koyulaşturmak ve hemorajı önlemek için yapılıyor evet, fakat dikkatten kaçan pekçok nokta var bu uygulamada.

1. Hemen her bebeğin doğumdan sonraki ilk 7 gün boyunca kanı son derece incedir, 8. günde kan koyuluğu “normal”e (yetişkinlerin düzeyine) döner. Ancak bu maalesef tıp camiasınca tüm bebeklerde doğuştan “K vitamini eksikliği” olduğu şeklinde düşünülmekte. Acaba doğumda bebeğin kanının ince olmasının altında ne gibi bir neden yatar ve doğa bunu niye öngörmüş, bu ne işe yarar diye düşünülmez. Bunu daha sonra açıklayacağım.

2. Doğumdan hemen sonra bebeklere uygulanan bu tip acı verici işlemlerin bebeklerin duyusal sistemlerinde ve bunu müteakip psikolojilerinde yarattığı travma hiç gözönüne alınmaz. Bebeklere yaşatılan bu fiziksel acı içeren travmaların kısa ve uzun dönemde yarattığı olumsuz etkileri incelemiş önemli araştırma ve makaleler var, ancak hekimlerimiz bunlardan ne kadar haberdar bilemiyorum.

3. Yapılan iğnedeki K vitamini oranı yenidoğanın kanındaki oranın 20,000 katıdır. Bu dozu tutup yetişkin insan kanındaki düzeye göre ayarlıyorlar. Yani yenidoğanların kanındaki K-vit oranı yetişkinlerin düzeyinde değil diye bunu “anormal” bir durum olarak kabul ediyorlar. Sürekli atlanılan nokta; yenidoğan ve bebekler, yetişkinlerin küçük birer kopyası değildir.

1985 yılından beri tıp dünyası ‘oral K vitamini’nin bebekteki K-vit seviyesini 300 ila 4,000 kat arttırdığını, iğne şeklindekinin ise bebeğin kanını bir yetişkinin kanından 9,000 kat daha fazla koyulaştırdığını biliyor. Tanrının hatalı dizaynı sonucu bu bebeklerde K-vit eksikliği tespit etmiş hekimler kanı pıhtılaşmaz, hemoraja götürür diye düşünüp müdahale etme zorunluluğu hissediyorlar.

4. İğnelerde kullanılan birtakım koruyucular, bebeğe zarar vereceği tıbben kabul görmüş toksinlerden oluşuyor: Fenol, benzil alkol, asetik asit, hidroklorik asit, lesitin, hintyağı vb.

5. Bu tip büyük dozda K vitamini ayrıca ‘yenidoğan sarılığı’na yol açan faktörlerden. Bir tarafı düzeltelim derken bir başka yeri bozmak modern tıbbın birtürlü kurtulamadığı çıkmazı maalesef…

6. Anne sütünden önce gelen kolostrumda K vitamini bulunuyor, bebeklerin doğar doğmaz meme almasının önemini vurgulamaları gerek kadın doğumcu ve ebelerin.

7. Normalde K vitaminini yediğimiz gıdalardan alıyoruz, sindirim sisteminden emilimi gerçekleşiyor. Ancak iğne kas arasına enjekte ediliyor ki bu da vücudun almaya alışık olmadığı bir yol vitamini. Bu noktada, K vitamini gerektiren durumlarda anne-babaların ‘oral vitamin’i tercih etmeleri çok daha yerinde olacaktır.

8. Enjeksiyon ayrıca hastane gibi tehlikeli mikroplar açısından oldukça zengin bir ortamda enfeksiyon riskini de beraberinde getiriyor yenidoğan için.

Yenidoğanlarda hemoraj riskini arttıran nedenlere bakalım:

  • Prematüre doğum
  • Düşük doğum ağırlığı
  • Doğumda forseps veya vakum kullanımı
  • Annenin gebelik esnasında antibiyotik, antikoagülan, antikonvülsan ve diğer bazı ilaçları kullanımı
  • Karaciğer rahatsızlığı
  • Özellikle doğumun itme safhasında bebeğin aşırı hızlı dışarı çıkması veya bu sürecin aşırı uzun sürmesi
  • Sezaryenle doğum

Doğumda epidural anestezi, damardan verilen narkotikler, ‘internal fetal monitoring’ denilen bebeğin başına elektrod takılarak takip, suni sancı veya forseps/vakum gibi yöntemler uygulanmadığı ve göbek kordonu ERKEN KLEMPLENMEDİĞİ sürece bebekte hemoraj riski oldukça azdır.

Gelelim yenidoğanlarda kanın neden bu denli ince olduğuna…

Yanıt: Kökhücreler!

Doğanın yenidoğan için öngördüğü ilk kökhücre transfüzyonu kordon kanı vasıtasıyla gerçekleşiyor.

Düne kadar tıbbi atık olarak görülen kordon kanı bugün artık dünya para verilerek özel kökhücre bankalarında saklanıyor ve ileride ortaya çıkabilecek kanser vb hastalıkların tedavisinde çocuk veya yetişkin için kullanılıyor. Ancak önemli olan nokta şu: kordondaki bu kan bankaya konmak için öngörülmemiş, yenidoğanın bu kanı ve ihtiva ettiği kükhücreleri almaya ihtiyacı var ve doğum sonrasında erkenden klemplenen göbek bağı yüzünden bebekler bu haktan ve mucize şifadan mahrum bırakılıyorlar!

Kordondaki bu kökhücreler vücudun her yerine ulaşabiliyor-kan-beyin bariyerini bile geçiyor- ve her şeyi yapmaya muktedir, çünkü tıptaki adıyla ‘pluripotent’ler. Bu özellikleri sayesinde vücutta hertürlü hücreyi onarma kabiliyetleri var. Ancak tabii bebek bu kökhücrelere sahipse mümkün bu, bankada saklanan kordon kanının bebeğe hiçbir faydası yok.

Doğal doğumla dünyaya gelen bebeklerin yüzde otuzunda, 10 santimlik bir aralıktan sıkışarak geçtikleri için ‘intrakraniyal hemoraj’ ve diğer sorunların oluştuğu biliniyor. Bu sorunların tamiri için ise en iyi yol kordon kanındaki kökhücrelerin sorunlu bölgeye anında intikal edip gerekli temizliği yapması. Bunu yapabilecek başka hiçbir şey yok, zira kolostrum ve süt [anne sütünde de kökhücreler bulunmaktadır] henüz gelmemiş.

Şimdi işin can alıcı kısmı… Bu kökhücrelerin vücudun herhangi bir yerine hızla intikali için içinden kolaylıkla geçip manevra yapabileceği, İNCE kana ihtiyaç var. Oysa siz yüklediğiniz K vitaminiyle güzelim akışkan kanı balçığa döndürdünüz, bu iyice koyulaşmış kanda kökhücrelerin görev yapması, gereken yere ulaşması çok zor artık.

Umuyorum tıp camiası birgün bu bankalarda saklanan kökhücrelerin, ki yararları yadsınamaz, esas olarak yenidoğanın hemen doğum sonrasında alması gerektiğini, erkenden klempledikleri kordonlarla bebekleri bu haktan mahrum bıraktıklarını [kordonda nabız bitene, kuruyup sertleşene dek kesilmemelidir!] ve doğal olarak önlenip giderilebilecek pekçok tıbbi sorunun da kapısını araladıklarını idrak ederler.