Alman Doktordan Gündem Değerlendirmesi

Alman Doktordan Gündem Değerlendirmesi

https://youtu.be/elmO6S7CGh4


Göğüs Hastalıkları Uzmanı, Dr. Wolfgang Wodarg

Şu anda yaşanmakta olduğu iddia edilen “korona salgını” ile ilgili birkaç birşey söylemek istiyorum.

Bu seferki yaygara da geçer gider nasıl olsa diye düşünüyordum başta ama durum öyle bir noktaya taşındı ki artık neyin ne olduğunu anlamak için yakından bakmak farz oldu.
Mesleğim doktorluk, bir sağlık biriminin başhekimliğini yürütmüşlüğüm var geçmişte ve hatta gribal hastalıkların izlemesini yaptığım kendi medikal sentinelim bile vardı. Buradan, 150 binlik bir yerleşim biriminde her sene kaç kişinin hastalandığına bakıp takibini yapıyordum.

Dünya genelinde her sene yeni virüslerin ortaya çıktığını görürüz, keza değişime uğraması şarttır virüsün.
Ertesi sene yeniden gelse bağışıklık sistemimiz tanıyacak çünkü bunu ve bizi enfekte etmesini engelleyecek, vücutta çoğalamayacaklar -ki istedikleri de bu; çoğalmak. O yüzden sürekli ufak ufak değişime uğramak zorundalar ki virüslerin her sene farklı bir tipini görmemizin sebebi de bu.

[Grip] virüslerinin neredeyse 100 değişik tipi var ve bunlar sürekli değişim halindeler.
Şu ana kadar pek kimsenin umrunda değildi bu gribal hastalığa (ya da ismine ne demek istiyorsanız artık bunun) tam olarak hangi virüslerin yol açtığı.
Ancak Glasgow’da son birkaç yıldır yapılan çalışmalar da yok değil bunun üzerinde.
Mevcut testlerle (!) baktı Glasgow’dakiler bu virüslere tabii.
Bu da ne demek? 100 çeşit virüse bakılmadı, elde hangisi için test varsa ancak onlara bakıldı demek!
Yani en fazla 8 veya 10 farklı virüse baktı Glasgow ekibi ve korona virüsü de hep bu bakılanlar arasındaydı zaten.
Glasgow’daki araştırma ekibinden gelen rakamları görüyorsunuz.
2005’ten 2013’e kadar, izleme aldıkları solunum sistemi hastalık vakalarında hangi virüsler çıkmış, onu görüyoruz burada.
Bu renkli bölümler virüsleri temsil ediyor.
Aradaki YEŞİLLER “gripte” her sene illa gördüğümüz KORONA virüsü.
Yıllık Akut Solunum Yolu hastalıklarının %7 ila %15’ini normalde korona virüsleri oluşturur zaten, oranlar seneden seneye biraz oynar sadece.
Yani, şu an bakılanlar arasında birsürü korona virüs olması gayet normal.

Çin’de, Wuhan’da olan ise şu:
Çin’in en büyük, virüslerle çalışan güvenlikli laboratuvarı burada.
Yat kalk virüsle uğraşan bir dolu uzman var yani orada.
Wuhan büyük bir şehir; 11 milyonluk nüfusu var, koca hastaneleri, geniş yoğun bakım üniteleri…
Ne zaman baksanız ventilasyona alınmış yahut zatürreli birilerini görüyorsunuz zaten, hem de yüzlercesini.
Böyle bir yerde tutup 50’yi bile bulmayan sayıda hastayı test ediyorlar, virüs taraması yapıp laboratuarda virüslerin RNA’larını inceliyorlar ve aralarından yeni bir tanesi çıkıyor.
İlgilerini çekiyor bu…
Ve tabii virologsanız, böyle bir şey bulduğunuzda bilgiyi global veritababanına girersiniz.
Ve bu veritabanı da tüm dünyadaki, örneğin bizim Berlin’deki bilimadamlarının da erişimine açıktır.
Berlin’den birileri veritabanına yapılan bu yeni girişi görüp kontrol ediyor ve buna yönelik bir TEST geliştirmek istiyor.
Korona virüsünün saptanmış bu yeni çeşidinin ölçümünü yapmak amaç.
Drosten bey bunun için DSÖ’ye bir protokol sunuyor ve göz açıp kapayıcaya dek kabul ediliyor test.
Normalde bu tarz testler tıbbi ürün kategorisinde kabul edildiğinden geçerliliği olup olmadığına bakılması gerekiyor, yani ÇOK SIKI kontrol edilemesi gerekiyor.
Bu test NEYİ gösteriyor, NEYİ ölçüyor, bakılıyor normalde.
Bahsi geçen test, Charite Klinik’in kendi bünyesinde kullanım için geliştirilmiş bir test aslında.
Fakat [bu yeni virüs varyantı için] geçerliliği kontrol edilmiş başka test olmayınca ve birden bir panik havası oluşunca, bunu kullanalım bari deniyor.
Drosten bey testi iletiyor kendilerine.
Ve fakat, virolog virüs tehlikeli midir değil midir, bunu söyleyebilecek kişi değildir.
Virolog sadece, “Bu virüs farklı” veya “Bunun için testimiz var veya yok” diyebilir.
Ama “Sn. Drosten, bu tehlikeli bir virüs mü?” diye sorsanız,
nereden bilecek virolog bunu?
Daha sonra insanların bununla geçirdikleri hastalıklarının şiddetini ortaya koyan epidemiyolojik veriler olacak ki bir yorumda bulunsun size.
Ne kadar sürede iyileşmiş insanlar, öncekilere göre daha mı az insan hastalanmış?
O yüzden GEÇMİŞ SENELERE AİT VERİLERLE MUKAYESE çok önemli burada.
Can kaybı oranları neymiş, virüsten kaç kişi ölmüş, bakıp karşılaştıracaksınız.
Belirli bir virüs, diyelim korona virüsü arıyorsam, bunun için NÜFUSUN GENELİNE bakabilirim mesela.
Nüfus genelinde, takribi bir %8 ila %10’luk kesimde bir çeşit virüs ve buna bağlı hastalık çıkar karşıma.
Fakat gider aile hekimliklerini araştırırsam, kim hasta diye testleri burada yaparsam, çok daha fazla çıkar pozitifler tabii.
Gidip hastaneleri inceler, buradan aldığım numunelerde Korona ararsam, korona ile enfekte kişi sayısı daha da artar.
Baktığınız nüfus grubunun ölçeğine bağlı olarak– tüm nüfus veya bekleme odasındaki hastalar yahut hastanedekiler
veyahut da YOĞUN BAKIM ünitesindeki durumu kritik, ölmek üzere olan hastalara gidip test için örnek aldığınızda,
oranlar takribi olarak %7 ila %15 arasında değişir değişmesine, ancak HER SEFERİNDE çıkar korona, HER SEFERİNDE bulursunuz bu virüsü.
Fakat koronadan öldü diyelim kişi, yahut korona da taşırken bir başka virüsten ölüm gerçekleşti,
bu testle kesin bir değerlendirme yapmanız mümkün değil.

O yüzden, İtalya’daki ölüm oranları karşınıza çıktığında, testler nerede yapılmış, bilmek istiyorsunuz.
Eldeki avuçtaki az sayıdaki testi nerede ve kimler için kullandılar?
Hastanede ölüm döşeğindeki vakalarda kullandılarsa “korona” ölüm oranları tabii (!) yüksek çıkar.
Koronaya benziyor diye, test için seçilen grup da belliyken sonucun böyle çıkması şaşırtıcı değil.

[Sonuçlar, veri toplamada ve ölçümlerde sistemik hatalar (bias/taraflılık) göstermekte]
Mortalite (ölüm), hastalığa özel mortalite, bu hastalıkla enfekte insanlar arasından ölenlerin oranı demek.
Sezonluk akut respiratuar hastalıkta -GRİP olarak bilinir bu çokça- normalde beklenen ölüm oranı %0.1’dir
ve bu oluşabilecek maksimum (!) ölüm oranıdır.

Bu da her (!) kış, grip geçiren 1000 kişiden birinin yaşamını yitirdiği anlamına gelir.
Şimdi bu rakamlar korona virüsleri yüzünden artmış mı artmamış mı, onu görmemiz lazım.
Almanya için yapılan tahmin, grip haricinde FAZLADAN bir 20.000 ila 30.000’lik ölüm olduğu yönünde, ki buna da ‘fazladan yaşanmış ölümler’ denmekte.
Korona virüslerinin gribe yol açan tüm virüslerin illa bir %5 ila %14’ünü teşkil ettiğini biliyoruz, hadi ortalama %10 diyelim buna.
Geçmiş yıllarda hastanede yatıp da durumu kritik seyreden hastaların hepsine korona testi yapılmış olsaydı,
ki böyle bir şey yapılmış değil elbette, o zaman her yıl grip dediğimiz hastalıktan ölen -fakat aynı zamanda korona virüsü de taşımakta olan- 2.000 – 3.000 kişi çıkardı.
Bu rakamların yanına bile yaklaşılmış değil üstelik şu anda Almanya’da.

Virologlar bir şey buldu, bundan da ilginç bir hikaye çıkardılar ortaya, buluşlarından Çin de belli ki hayli etkilendi.
Çin hakikaten iyice büyüttü bu meseleyi.
Öyle olunca olay birden siyasi önem de kazandı ve iş virolojinin tamamen dışına çıktı.
Ne olduğunu anlamadan havaalanlarında her köşeye yüz tanıma sistemleri yerleştirildi, insanların ateşi ölçülmeye başlandı…
Ateş ölçen termometre Çin’de trafiği kontrol eder hale geldi Çin’de.

Bunca büyütülünce iş, ululararası sonuçları da oldu tabii, siyasilerin bu gelişmelere karşı bir duruş sergilemeleri gerekti.
Ve virologlar yeniden sahneye çıktı, hükümetler kendi virologlarına danıştılar tabii, onlar da “tehlikeli bir virüs bu, evet”, diye onayladılar ve ardından Çin’in yaptığı gibi biz size hemen bir test geliştirilelim virüsü bulmak için dendi.

Bu virüs etrafına birsürü şey örülmeye başlandı; bilgi iletişim ağları kuruldu, birtakım uzman kurulları fikirler üretmeye başladı
ve siyasiler de tüm bu olayları başlatan aynı kişilere, bu “uzman kurul üyeleri”ne dönüp danışır oldular.
Bu şebekeyle bütünleşti siyasiler, bu ağ içinde hareket eder oldular.
Şimdi icraatlerinin tek dayanak noktası da bu kurulların argümanları.
Yardıma ihtiyacı olanlar da, alınacak güvenlik önlemleri de, neye izin verilip neye kısıtlama getirileceği de hep bu argümanlara dayanılarak belirlendi.
Tüm bu kararların çıkış noktası bu argümanlardır.
Bu yüzden kritiklerin şimdi çıkıp “Durun bir dakika. Olan biten bir şey yok ortada?!”, demeleri de hayli zorlaşmıştır.

‘Kral Çıplak!’ masalını andırıyor bu durum.
Çıkıp “Hey, kral çıplak!” diyebilen bir tek küçük bir çocuk oluyor orada.
Divana doluşmuş diğer herkes; hükümet bilir, ne yapılacağını ona danışalım diyen kalabalıklar, hepsi oyuna katılmış oynuyor, yaygaraya kaptırmış kendini.
Aynen bu şekilde, devlet kapısı ve siyasilerin etrafı da dalkavukluk eden birsürü bilimadamıyla çevrili.
Kurumlarına para kazandırmanın yolunu arayan, bunun için siyasi erk kazanmaya bakan bilimadamları bunlar.
Hakim görüşün güçlü akıntısına bırakmış kendini giden,
“Biz de yardımcı olabiliriz!”, “Bakın bir Uygulama yaptık!”, “Veri programı geliştirdik!” diyenler bunlar…
“Biz de yardımcı olalım!” diyen sürüyle insan…
Para kazanmanın ve mevki sahibi olmanın peşindeler de ondan.
Olaylara akılcı bir şekilde yaklaşım yok maalesef ortada.

Kimse çıkıp sormuyor: “Bu virüsün tehlikeli olduğunu nasıl anladınız?”
“Bundan önce durum nasıldı?”
“Geçtiğimiz sene de aynını yaşamadık mı biz?”, “Bu şey YENİ mi gerçekten?”

Yok bunları soran…

Oysa gerçek şu ki; Kral Çıplak…

Virüs!…

Virüs!…

Varış noktasının ne olduğunu bilmeden yol üstüne karşılaşılacak olaylara mana vermenin zorluğu ile mi kıvranıyoruz?

Bir ton bilginin içinde aslında ne kadar bilgisiz mi yaşıyoruz?

2 paragrafın üzerinde yazı okuduğumuzda yılıyor, okuduğumuzu anlamıyor, kolay yoldan ‘herhalde komplo teorisidir’ mi diyoruz?

Oysa yılmadan kazıp, parçaları birleştirmeye çalışanlar var. Tarihi dokümanları görmeden, bilim ve tıp tarihinin karanlık derinliklerine inmeden bugünün olayları yalnızca şaşırtır ve çözüm için de ilmiği boynunuza geçirenlerden medet umar hale gelirsiniz.

Problem – Reaction – Solution

Çözümü önerenler ya en başta o problemi yaratanlarsa?

Prof. Dr. Alişan Yıldıran hocamızın yeni yazısını sunuyoruz…

İntihal kralı, Nobellik şarlatan, saray yanaşması Pastör efendinin canlı canlı kazığa köpek geçirerek beynine “virüs” tanıttığı yıllardan beridir devam eden ‘vivisection’ merakının doğurduğu korkunç sonuçlara (hayvandan insana virüs/retrovirüs/patojen bulaşı – nedeni açıklanamayan salgınlar/ kanser?) “ÇÖZÜM” üretenlerin kökenini ve “felsefe”lerini ifşa ediyor hocamız.

Okuyalım mı?



‘Geçmişi kontrol eden, geleceği de kontrol eder…’ George Orwell.

Yirminci asrı şekillendiren en mühim yapılardan biri olan, kuzu postuna bürünmüş kurt logolu Fabian Cemiyeti (1) mensubu, Orwell’in yukardaki sözü bugünlerde yaşadığımız ve muhtemelen bundan sonraki hayatımızı tamamen farklı kılacak koronavirüs salgını dolayısı ile yaşanan hadiselerin benzerleri daha evvel de olmuş olabilir mi?’ sorusunu akla getirmekdedir.

Geçen asırdaki poliovirüs (çocuk felci) ile başlayan ‘virüs avcılığı’nın bugünkü koronavirüs ile ilgili olabilir mi? Bakalım siz ne düşüneceksiniz?

Evvela, kısa bir bilgi:

  • Virüs (biyolojik olanı) ancak canlı bir hücrede çoğalabilen bir DNA veya RNA parçacığıdır.
  • Baltimore tasnifine göre picornaviridae ailesinden polio ve koronavirüs positive sense ssRNA virüsleridir, influenza (grip) virüsleri ise orthomyxoviridae ailesinden olup koronavirüslerle belirgin yakınlıkları vardır (Şekil 1) (2).

Şekil 1 (2).

Bu yazıda, çocuk felcinin ne olduğu, nasıl bulaşdığı, sakatlık bırakma oranını düşüklüğü, nelerle karışdığı, hangi çevresel faktörlerin hastalığın ortaya çıkmasına yol açdığı, aşısının gelişdirilmesi ile ilgili yarışı ve skandalları (Dr. Salk’a Nobel verilmesi, Kennedy suikatı ile* ve AIDS ile alakası), aşıya bağlı vakaların durumu, aşı zorlaması için kullanılmasını konu etmeyeceğiz. Ama, virüs nasıl ortaya çıkmış, kim tesbit etmiş, kim ne demiş, alakası olan kimlermiş, ABD’deki salgınlar nasıl ortaya çıkmış gözden geçirmeye çalışacağız.
Unutmadan, ülkemizde polio salgın/lar/ı (vakası değil) hangi yıllarda olmuşdu?

Zannedilenin aksine polio 20. Asıra kadar bilinmeyen/görülmeyen bir hastalık olup, ABD’de ilk defa 1907’de daha sonra 1916’da ve 1950’lerde büyük salgınlar yapmış, inanılmaz bir endişe husule getirmişdi (3, 4, 5). Şekil 2’de bu durum ve çok kısa bir süre içinde hastalığın ortadan kalkması (afedersiniz amiyane tabiri ile yerseniz, aşı sayesinde) görülmekdedir.

Şekil 2 (4).

Aniden ortadan kalkmasını anladık diyelim, peki ne oldu da aniden ortaya çıkdı?!

Daha sonra Rockefeller enstitüsüne transfer edilecek olan Karl Landsteiner ve Erwin Popper Viyana’da 1908’de poliovirüsü, ilk defa bir çocukdan bir maymuna geçmesini sağlayarak (transfection) dolaylı olarak gösterdiler (acaba?). Aynı yıllarda yine bu konuda çalışan diğer bir ekip ise Rockefeller Enstitü’sünden Simon Flexner ve Paul A. Lewis idi (5). Flexner, Rockefeller enstitüsünün müdürlüğünü 35 yıl yapdı ve Landsteiner’i o davet etmişdi. Kardeşi Abraham ise meşhur Flexner raporunu hazırlayan, tıbbı ve tıp eğitimini Rockefeller’in malı haline getiren kişi idi (6). Ne tuhaf değil mi tarihdeki ilk salgın aynı virüsün üzerinde insan ve hayvan deneyleri yapılırken ortaya çıkıyor! Bu esnada elde edilen poliovirüsü ihtiva etdiği düşünülen tabiri caiz ise virüs çorbasına ‘MV: Mixed Virus’ deniliyor (5).

Burada hemen bir hatırlatma daha yapalım, Rockefeller Enstitüsü 1901’de kurulduktan hemen sonra Somerset County’deki Clyde çiftliğindeki hayvan katliamlarının protesto edilmesi (vivisection) ile gündem olmuş (7).

Gelelim tarihdeki ilk büyük polio salgınına! Bu salgın 1916 yılında, New York ve etrafındaki eyaletlerde ortaya çıkmış ve 23000 vaka ve 5000 civarında ölüm bildirilmişdir, bunların yarısına yakını New York’da ve bunların da ekserisi Brooklyn’de idi. Bu bilgileri edindiğimiz makalenin yazarı Harold V. Wyatt makalesine çok ilginç bir giriş yazmış! ‘…çok geniş epidemiyolojik çalışmalar olmasına rağmen virüsün kaynağı konusunda hiç fikir teatisi yapılmamışdır’!
Kat’i olarak isbat edemese de, vakaların konsantrik yayılmasını gösterdiği grafikdeki merkez Rockefeller enstitüsünün hemen biraz aşağısına isabet ediyor, (Şekil 3) (8). Virüsün buradan yayılmış olabileceğini ima ediyor yani…

Şekil 3 (8).

Poliovirüs üzerine başka makaleleri de bulunan Wyatt’in bir diğer yazısı da fakirin çok alakasını cezbetdi. ‘Poliomiyelitin unutulmuş bir cephesi: genetik yatkınlık’ başlığını taşıyan bu makalede felç gelişen o %0.5’lik bahtsız çocukların ekserisinin aynı ailelerden olduğunu, bu ailelerin ekserisinin de akraba evliliği olduğunu yani genetik yatkınlığın (dolayısı ile primer immün yetmezliğin) daha o zaman bile bilindiğini, bunu da John R. Paul’un 1971 tarihi ‘Poliomyelitin hikayesi’ kitabında anlatdığını ifade ediyor (9).

Adamcağız bir de çok ilginç bir cümle daha sarfediyor: ‘Polio or similar viruses may escape from unsuspected sources in laboratories, may be deliberately manufactured, may mutate from other enteroviruses or may have lain dormant in the environment’ Mealen laboratuvardan kaçmış KASDEN üretilmiş ve değiştirilmiş virüslerden bahsediyor!
Daha 1934’de kalp gözü açık bir doktor olan W. Lloyd Aycock, tonsillektominin (Sekonder immün yetmezlik!) bulber poliomiyelite (polionun ölümcül şekli) yol açdığını ve çocuklara polio aşısı yapmanın çok tehlikeli olduğunu söylediğini de öğreniyoruz (10, 11).

Bugünkü koronavirüs gibi boğularak (farklı olarak gençlerde) ölüme yol açan 1918 grip (flu) salgını virüsü ile polio salgını arasında bir alaka var mı? Neden olmasın? Torsten Engelbrect’e göre o dönemde bilhassa askerlere yapılan yoğun aşılama (kontaminasyon=bulaşma) ile alakası olabilir, çünkü deneylerde solunum yolu ile bulaşmadığı görülmüş (12). Bu virüsün H1N1 olduğunu o dönemde ölmüş kişilerin biopsi örneklerinden virüs genomunu çıkaran Jeffrey Taubenberger bunlardan bahsetmese de virüsün anormal şekilde öldürücü (mortalite %2.5, adi gripde %0.1) olmasını ilgi çekici buluyor (13).

Bütün bunları bilmeden veya farklı şekilde öğrenerek (buna endoktrinizasyon denir) hakikate ulaşılabilir mi? Soruna çare bulunabilir mi? Tersinden soralım sorun üretilebilir mi, Üretilen bu sorunların çözülmesi önlenebilir mi?

Ne demişdi meşhur Orwell ‘Geçmişi kontrol eden, geleceği de kontrol eder’!

Onlar tuzak kurdular, Allah da tuzak kurdu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır (3:54).

(1) https://en.wikipedia.org/wiki/Fabian_Society
(2) Human Virology 5th ed.  Pp 88. Oxforford University Press, 2016
(3) https://en.wikipedia.org/wiki/History_of_polio
(4) https://ourworldindata.org/polio
(5) https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC112492/
(6) A history of the Rockefeller Institute, 1901-1953: Origins and Growth. 1965, Rockefeller Univ Press
(7) Brown Richard. Rockefeller Medicine Men. 1980.
(8) https://www.researchgate.net/publication/273483081_The_1916_New_York_City_Epidemic_of_Poliomyelitis_Where_did_the_Virus_Come_From
(9) https://www.omicsonline.org/open-access/genetic-susceptibility-a-forgotten-aspect-of-poliomyelitis-1747-0862-1000131.php?aid=33379
(10) PMID: 1522807
(11) https://www.nytimes.com/1934/08/20/archives/paralysis-vaccine-doubted-as-a-curb-dr-wl-aycock-harvard-expert.html
(12) http://www.whale.to/c/Virus-Mania55tt66.pdf
(13) https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC2720273/

*Dr. Mary’s Monkey: How the unsolved murder of a doctor, a secret laboratory in New Orleans and cancer-causing monkey viruses are linked to Lee Harvey Oswald, the JFK assasination and emerging global epidemics. Edward T. Haslam, TrineDay, 2014.


Ed Not: Fabian Cemiyeti, sosyalizm maskesi altında teknokratik totaliteryen idare şeklinin dünyaya dayatılması hakkında geniş bilgi için izlenilmesi önerilen mini-belgeseller:

WOLVES IN SHEEP’S CLOTHING: How the public was duped into socialism, but got totalitarianism

Bertrand Russell: World Government or ‘Extinction of Humanity’

Fabian Society: Pay for Permission to Use the Earth

Understanding the Fabian Window


2019 MMR / KKK – Otizm Araştırması Gerçekte Ne Diyor?

2019 MMR / KKK – Otizm Araştırması Gerçekte Ne Diyor?

Thorsen, Hviid, Madsen.

CDC’nin 2000’lerin başlarında toplu olarak görülen Aşı-Otizm duruşmasında aşıları ve halka kendi dayattıkları aşı programını aklamak için sipariş ettikleri ele alınmayacak denli kusurlu epidemiyolojik araştırmaların Danimarkalı mimarları.

Geçtiğimiz günlerde tetanoz aşılaması özelinde çıkan yeni bir araştırmanın bulgularını [çocuklar ilk aşılandıklarından sonra bir daha tetanoz ve difteri aşısı olmadan 30 sene korunuyorlar diyor çalışma!] paylaştığımızda yükselen bir itirazı hatırlıyoruz bu noktada:

Bu eleştiri önemli, tek yönlü işletilmeyecek kadar hem de.

Acaba sosyal medya ortamı ve birtakım dergi/gazete köşelerinde “makalenin doğruluk düzeyine bakmadan, aaa bu böyleymiş diye bir sürü bilgi yayan” doktorlarımız ve ismi önünde alfabe çorbası ünvan taşıyan, bu yüzden kendinde konu hakkında söz söyleme hakkı bulan bazı akademisyenlerimiz olabilir mi?

Bunun son örneğine 2019’da aynı tanıdık Danimarkalı kiralık kalemlerin yaptığı MMR / KKK aşısı ile otizm ilişkisine bakmış paçavra epidemiyoloji araştırmasını salt başlığına bakıp daha sonra bayrak gibi sallamaya başlayan doktor, hemşire ve varlığından yeni haberdar olduğumuz, Cem Say isimli, konuyla dış kapının mandalı kadar bile alakası olmayan isimlerin medya şovları ile şahit olduk.

“Burada yakındığım bilimsel kuşkuculuk değil, cahillik, bilim düşmanlığı ve düz geri zekâlılığın birleşimi,” demiş Cem Say. Katılıyoruz; bilim ve bilim-miş gibi duran çalışmaları ayırt edemeyecek, çıkan yayını okuyamayacak zeka ve bilgi seviyesindeki kullanışlı-aptalların taşıdıkları ünvana bakılmaksızın sosyal medyadan temizlenmeleri gerek. Halk sağlığını tehlikeye atıyorlar zira.

Twitter kuşu beyninin taşıyabileceği ölçüde ilim ve irfan yüklü bu destansı(!) gayr-ı bilimsel yazısında sözlerine şöyle devam ediyor Say ve bakınız, hangi oku-ma-dı-ğı “bilimsel çalışma”ya atıfta bulunuyor? Okumuş da anlayamamışsa, bunun taşıdığı ünvan ve yaptığı çıkışla ilgili değerlendirmesini “Twitter bilimcileri”nin takdirine bırakıyoruz.

Bakalım say say bitmeyecek usulsüzlükler, bilimsel sahtekarlıklar, hile ve suçtan hüküm giymiş “bu bilim insanları”nın zaten çürük araştırmalarını okumadan-anlamadan-bil-me-den halka empoze etmeye çalışmanın, “yerlisi gibi gez”en kuşkuculukları çolak arkadaşlarımız nezdinde değerlendirmesi ne olacak?

Filmin ana karakterlerini tanımadan ve bahsi geçen araştırmanın gerçek bilimadamlarınca yapılmış çözümlemelerini sunmadan önce sayın Say’a anlayacağı şekilde biz de izah etmiş olalım:

Bu dev araştırmanın sonucu “kızamık aşısı otizm yapmıyor” değil. Niye mi? Bar bilimcilerinin anlayacağı bir benzetmeyle açıklayalım:

Efendim okumadığı ve okusa da anlayacağından epey şüpheli olduğumuz bu araştırmada “aşı olmayanlar” diye belirtilen kategorideki çocuklar aslen “MMR / KKK” aşısı dışındaki, takvimde MMR’a sıra gelene kadar bir dolu aşıyı (Say Bey biliyor mu takvimdeki aşıların hangileri olduğunu?) olmuş, sadece MMR’ı olmamış çocuklar. Bu çocuklar ile, MMR ve buna gelene kadar vurulması öngörülen diğer aşıları olmuş çocuklar karşılaştırılıyor ve arada fark olmadığından değil, özenle yaptıkları hesaplı ayakoyunları neticesinde o farkı “istatistiksel önemi kalmayacak” seviyeye indirebildikleri için “MMR aşısının otizme yol açtığını ispatlayamadık” diyorlar!

Yani, sayın Say Bey…

Siz ve diğer bilimperver dostlarınız bilimsel bir deney yürütmek üzere akşam bara gittiniz.
Aranızdan bazılarınız başladı şarap, rakı, konyak, cin, bira, kokteyl, tekila içmeye…
Diğer bir kısmınız ise şarap, rakı, konyak, cin, bira, kokteyli içti… ama tekilayı almadı.
Kafalar hepinizde kıyak tabii (aşı olmuş tüm çocuklar az veya çok nörolojik hasar taşır), ama aranızda bazılarınız pert olmuş (otizm) durumda. Anlamaya çalışıyorsunuz, bu pert olanlar acaba Tekila (MMR/KKK) yüzünden mi devrildi kaldı?

Bakıyorsunuz, Tekila içen grupta (diğer tüm aşılar +MMR görmüş) 5 kişi pert olmuş (otistik kalmış), Tekila içmeyen (diğer tüm aşılar – MMR almış) grupta ise 3.

Aradaki farka bakıp, yok canım, Tekila içmeyenlerimiz de küfelik, o zaman Tekilanın suçu yok, haftaya yine toplanıyoruz diyorsunuz.

Tamam?

Anlaşıldıysa biz gerçekleri ve Say Bey ve benzerlerinin bilmediği halde yalan-yanlış, aşı gibi hayati tehlikesi olan tıbbi ürünleri ikinci el araba pazarlayıcısı taktikleriyle topluma pazarlamamaları için anlamaları gereken bilimsel detayları aktarmaya devam edelim. Belki cesaret edebilirler bunları da yayınlamaya? 🙂

Thorsen, Otizm araştırmaları için CDC’nin verdiği kaynaklardan 1 milyon doları özel harcamalarında kullanıyor, 2011’de hakkında İnterpol arama kararı çıkartılıyor ve hala Danimarka’dan Amerika’ya getirtilmesi bekleniyor?

İnterpolce aranan kanun kaçakları listesinde arz-ı endam ederken görelim “Resmi Otizm Bilmi”nin kriminal suçlu kiralık epidemiyoluğunu:

Ünlü avukat Robert F. Kennedy’nin Thorsen hakkında hazırlattığı dosyayı okumak isteyen meraklılarımızı (Sn. Say?) buraya alalım. Kriminal suçlu Thorsen’in, otizm diyagnostik kriterlerinin düzenlendiği Psikiyatri kılavuzunda çalışmasına da müsaade ediliyor! CDC ve Danimarka’dan hakikaten Hamlet’in bile beklemediği derecede berbat kokular yükseliyor! Boğaziçi… Duyuyor musun kokuyu?

Diğer 2 kafadarımız: Madsen ve Hviid.

Buradaki yazımızda “gayr-ı bilimsel” faaliyetleri hakkında özet bilgilendirme yaptığımız bu iki kafadar hatırlayınız, 2000’lerin başında CDC’nin ‘aşılardan sadece MMR ve içeriklerden de sadece thimerosal’i çalışıp nasıl oluyorsa bütün aşıları aklayıverdiği ve çocukları aşıdan sakatlanmış/ölmüş aileleri yüzüstü bıraktığı çalışmaların yazarları.

Bu ekip CDC’ye hem MMR hem de Thimerosal’le ilgili nereden tutsanız elinizde kalacak araştırmaları yetiştiren ilaç firması (Statens Serum Institut) çalışanları 🙂 Niye mi burası seçilmiş? E çünkü ABD’nin kullandığı cıvalı (thimerosal) difteri-tetanoz toksoid aşısı ile aselüler boğmaca aşısını (DtaB) tedarik ettiği yer burası!

CDC diyor ki, biz senin müşteriniziz, gel hem kendini hem bizi akla şimdi!

Yazılarımızda detaylı açıklamalarını yaptığımız, cıvanın otizmden koruduğu(!) sonucunu bile çıkartabilecek düzeyde bilimsel sahtekarlık ürünü bu skandal araştırmaların yazarlarının 2019’da ısıtıp sunduğu “yeni” MMR / KKK araştırmasının arkaplanı bu.

“Saygın” profesörlerimizin dikkatinden kaçmış olabilir mi bu detaylar? Yoksa biliyor ve özellikle mi susuyorlar? Ahlaklı/ahlaksız bilim arasındaki büyük kapışmada Türkiye’deki taraflar gördüğümüz gibi, saflarını almış durumdalar. Medyanın propaganda gücünü arkalarına alıp firmalara dokunulmazlık zırhı örmekle meşgul, hergün binlerce çocuğun aşılardan sakat kalmasının yolunu yapmaktan keyif duyan bu isimlerin tarihe kayıtlarını düşmüş olalım.

Görmek istemedikleri gerçekler ortada ve bu canla başla (kirli parayla) örülen sır perdesi kalktığında, burada kaydını tuttuğumuz bu isimlerden toplum elbette hesap soracaktır.

Ve şimdi Vitamingiller sitemizde 2 bölüm halinde yayımladığımız, Say Bey’in atıfta bulunduğu Hviid (ilaç firması diye okuyunuz) mahsulü son MMR ( KKK) araştırması ile ilgili iki ayrı analizi veriyoruz.

Bilgilenin, her konuyu kendiniz araştırın, medyanın gözünüze soktuğu şarlatanların dezenformasyonundan kendinizi ve çocuklarınızı özellikle sakının lütfen:

1.

Karma kızamık-kabakulak-kızamıkçık aşısının (MMR/KKK) otizmle ilintisi olup olmadığına dair sinyal arayan (CDC’nin siparişi üzere eskiden de aynı aşılar üzerinde aynı sonuçları çıkaran yayınlara imza atmış bulunan Danimarkalı eski kadrodan) yeni bir epidemiyolojik kohort araştırmasının değerlendirmesini ilk olarak ‘Aydınlatılmış Onam Taraftarı Hekimler Topluluğu’nun (PIC) hazırlamış olduğu prezanstasyondan aktarıyoruz.

S: ‘Aydınlatılmış Onam Taraftarı Hekimler Topluluğu (PIC), Hiviid ve arkadaşlarının 2019 tarihli kızamık, kabalkulak, kızamıkçık (MMR/KKK) aşılaması ve otizm ilintisine yönelik araştırmasını Kızamık Aşısı Risk Bildirgesi’ne (ARB) neden almadı?

C:
Hviid ve ark’nın 2019 tarihli araştırması(!), ARB‘de yer verdiğimiz Madsen ve ark.’nın araştırmasından(2) da zayıf bir araştırma olduğu için. Şöyle ki:

1) Hviid ve ark.’nın araştırmasındaki aşılanmamış çocuk sayısı Madsen’ınkinden az.
PIC’nin Kızamık ARB’sinde yer verilen Madsen ve ark.’nın araştırmasında, çalışmaya alınan toplam 537.303 kişiden 96.648’ini aşıyı olmamış olanlar oluşturuyor. Hviid ve ark’nın araştırmasındaki toplam kişi sayısı 657.461, fakat bunların sadece 31.619’u aşıyı olmamış olanlar, bu da her 20.8 denekten 1’ine tekabül ediyor. Hviid ve ark’nın araştırmasının aşıyı olmamış grubun temsilinde 4 kat daha zayıf kaldığını görüyoruz.

2) Hviid ve ark.’nın çıkardığı çalışmanın istatistiksel gücü, MMR/KKK aşısının enfeksiyonun kendisinden (kızamıktan) daha az kalıcı hasar oluşturduğunu kanıtlamaya da yetmiyor.

Hviid ve arkadaşları araştırmalarında “0.93’lük bir ayarlı otizm tehlikesi oranı (güven aralığı (GA) %95, 0.85 – 1.02) ” bulduklarına göre, buradan aşının (yani MMR/KKK’nın) otizm riskinde 0.02 katlık artış yaratma ihtimalini inkar etmediklerini anlıyoruz. Araştırma “aşılanmamışlarda” (aşılar arasında sadece MMR/KKK almamış olanlarda) otizm riskini 31.619’da 525 olarak bulmuş. Bunu 0.02 ile çarparsanız aşağı yukarı 3000’de 1’lik bir oran elde edersiniz. Resmi otoritelerin kızamıktan ölüm riski olarak kabul ettiği 10.000’de 1’lik oranın 3 katı üstendedir yani otizm geliştirme ihtimali. Bu tarz araştırmalarda hep görüldüğü üzere, araştırmanın istatistik güç kısıtları dahilinde “MMR/KKK aşılaması sonrası otizm riskinde artış bulunmadığı” sonucu çıkmış. Oysa bu istatistik güçteki bir araştırmanın, kızamık ölümleri seviyesinde düşük seyreden otizm insidansını yakalama ihtimali zaten yok.

3) Hviid ve ark.’nın vardıkları sonuç niteliğindeki bulgular, tanı alma yaşında yapılan yanlı seçim dolayısıyla hatalıdır (bias).
Araştırmada deniyor ki, “Çocuklarda otizm tanısı konulma yaşının ortalaması 7.22 (Standart Sapma (SS), 2.86) olup, otistik bozukluktan mustarip vakalar arasındaki ortalama yaş 6.17  (SS, 2.65) olarak bulunmuştur”. Oysa yukarıda 2 no’lu maddede geçen bulgular, yalnız 3 yaşına kadar takibi yapılmış çocuklar da hesaplamaya dahil edilmek suretiyle ortaya konmuş sonuçlar. Araştırmada deniyor ki, “İzlem 3 yaşa kadar tutulduğunda hafif daha düşük HR (hazard (tehlike) oranı) değeri ortaya çıkmış (0.73 [GA, 0.53 – 1.00]) … izlemi kesme yaşı 10’a çekildiğinde ise … oran 0.97 olarak kaydedilmiştir [GA, 0.87 – 1.07]”.

Demek ki araştırmada, çocuklar 10 yaşa kadar takip edildiğinde aşının otizm riskini 0.07 kat artırma olasılığı reddedilmiyor. MMR/KKK aşısı olmamış çocuklardan çalışma sonunda yaşı 10 ve üzerinde olanlarda (yani 1999 – 2004 yılları arasında doğmuş olanlarda) araştırma her 15.876 vakada 418 otizm olgusu saptamış. Bunu 0.07 ile çarptığınızda yaklaşık 540’ta 1’e tekabül eder. Bu da, kızamıktan 10.000’de 1’lik ölme şansından tam 18.5 kat yüksek bir risk oranıdır.

4) Hviid ve ark.’nın araştırmasında yer alan az sayıdaki aşısız (MMR/KKK almamış) çocuk grubunun otizm riski olağandışı yüksek çıkıyor.

Araştırma, aşılanma durumundan bağımsız olarak hangi çocukların otizme önceden yatkınlık taşıdığını ortaya çıkarabilmek için “hastalık risk faktörü” hesaplaması yapıyor. Aşılı grupta 625.842 kişiden 61.296’sının (%10’unun) puanı yüksek risk gösteriyor.  Buna mukabil, çalışmaya alınmış 31.619 aşısız çocuğun 4.465’inin (%14’ünün) puanı yüksek çıkıyor, yani aşılı grubtakilerin 1.4 katı fazla çocuk var otizm riski yüksek olan.

Şekil 3’e göre, çalışmaya yalnız otizm riski çok düşük seyredenler alındığında RR (rölatif risk) 0.93 (GA 0.74 – 1.16) çıkıyor, bu da bu çalışmaya göre otizm riski çok düşük seyreden çocuklarda aşının otizmi riskini 0.16 kat artırma ihtimalini ortaya koyuyor. Otizm riski çok düşük olan aşılanmamış [sadece MMR/KKK almamış] çocuklarda ise bu araştırmaya göre her 7.590 çocuktan 91’inde otizm görülmüş. Bunu 0.16 ile çarparsanız 520’de 1 eder. Kızamıktan 10.000’de 1’lik ölüm riskiyle kıyaslandığında 19 kat yüksek olduğunu görüyoruz.

5) Hviid ve ark.’nın çalışmasında “aşısız” grubuna alınmış çocukların ağırlıklı kısmı aşılanmaya başlayıp daha sonra bırakmış çocuklar. 

MMR/KKK aşısını olmamış 31.619 denekten 26.890’ı (%85’i) daha önce başka bir aşı olup sonrasında MMR/KKK aşısını yaptırmama kararı almış olanlardan olşuyor. Araştırma, bu çocukların önemli bölümünün KKK’yı önceki bir aşıda yaşamış oldukları ağır bir reaksiyondan dolayı olmamış olabileceklerini, yahut aşılanmaya kontraendikasyon sayılabilecek bir sağlık sorunu nedeniyle aşıyı geri çevirmiş olabileceklerini göz ardı etmiyor. Şekil 3’e göre, araştırmaya yalnız DTaB-IPA/Hib karma aşısını olmamışlar alındığında RR değeri 1.09 (GA, 0.77 – 1.56) çıkıyor ve araştırma yine,  KKK aşısının DTaB-IPA/Hib karma aşısını olmamış çocuklarda otizm riskini 0.56 kat artırdığını gösteriyor.  DTaB-IPA/Hib aşısını olmamış “aşısız” [KKK aşısını olmamış] çocuklar arasında araştırma 4.729 kişide 64 otizm vakası bulmuş. Bunu 0.56 ile çarptığınızda 130’da 1 eder. Demek ki kızamıktan 10.000’de 1’lik ölüm riskinden 77 kat fazlaymış risk.

Sonuç
Hviid ve arkadaşlarının çalışması MMR/KKK aşısının her 100 kişide 1 otizm vakasına yol açmadığı yönünde güçlü kanıt ortaya koymuşsa da, MMR/KKK’nın 10.000’de 1’lik oranın (kızamık vaka/ölüm oranının) üstünde otizm vakası yaratmadığına dair herhangi bir kanıt sunmuyor. Bilakis, bu çalışmaya göre MMR/KKK aşısının total kohortta her 3.000 çocukta 1’inde, otizm için düşük risk grubunda yer alan çocukların her 520’sinin 1’inde ve son olarak da, önceden DTaB-IPA/Hib karma aşısını olmuş olanlar arasında her 130 çocuktan 1’inde otizme yol açma ihtimali olduğu gözüküyor.


Kullanılan Terimler

aHR: Autism hazard ratio / Otizm tehlikesi oranı
CI / GA: Confidence interval / Güven Aralığı
DTaB-IPA/Hib: Difteri, tetanoz, hücresiz boğmaca – inaktive polio virüsü/Hemofilus influenza tip B
MMR / KKK: Kızamık, kabakulak, kızamıkçık
RR: Rölatif risk
SD / SS: Standard deviation / Standart sapma


Kaynakça

1. Hviid A, Hansen JV, Frisch M, Melbye M. Measles, mumps, rubella vaccination and autism: a nationwide cohort study. Ann Intern Med. 2019 Apr 16;170(8):513-20.
2. Physicians for Informed Consent. Measles – vaccine risk statement (VRS). Aralık 2017.

PIC grubuna üye hekimlerden kızamık enfeksiyonu ile MMR / KKK aşısına risk kıyaslamasını görmek için buraya tıklayınız.


2.

Bir bilimadamınca Danimarka’dan çıkan son MMR / KKK araştırmasının kusurları nasıl ortaya konulmuş, hep birlikte bakıyoruz.

Biyokimyager Brian S. Hooker

Hviid ve ark.’nın 2019 tarihli ve Annals of Internal Medicine dergisinde yayımlanmış MMR / KKK aşısı araştırması “Kızamık, Kabakulak, Kızamıkçık Aşılaması ve Otizm: Ülke Genelinde Yapılmış Kohort Araştırması”, kesin sonuçlar ortaya koymaktan ziyade akıllarda fazlasıyla mühim soru işaretleri bırakan bir çalışma.

Çalışma yazarları yayınlarının “MMR / KKK aşılamasının otizm riskini artırmadığı, duyarlı çocuklarda otizmi tetiklemediği ve aşılama sonrasında otizm vaka öbeklenmelerine yol açmadığı yönünde güçlü kanıtlar ortaya koyduğu”nu öne sürmekte.

Maalesef ortaya koydukları kanıtlarca desteklenmeyen, haddinden fazla iddialı bir önerme bu. Çıkarmış oldukları sonuçların doğruluğunu şüpheye düşüren sekiz hayati yanlışı barındırmakta bu araştırma.

1. Çalışma örneklemine alınmamış çocuklar sözkonusu:

Göze çarpan en önemli sorun, otizmlilerin çalışma veri kümesindeki düşük temsili. Çalışma yazarları ülke genelinde Danimarkalı anneden dünyaya gelmiş çocukların nüfus kayıtlarını kullanmış olduğundan, çalışmalarındaki otizm insidansının şu an Danimarka için açıklanmış olan %1.65 olmasını bekliyoruz (Schendel et al. 2018, JAMA). Oysa Hviid ve ark.’nın yayınındaki örneklem %0.98’lik otizm insidansı yansıtıyor, bu da yaklaşık 4.400 otistik çocuk çalışmaya alınmamış demek. Yazarların aradaki bu farka dair herhangi bir açıklaması yok yayınlarında.

2. Çalışmaya dahil edilmiş çocukların önemli kısmı otizm teşhisi alamayacak yaşta:

Otizm insidansına dair rakamların birbirini tutmamasının nedeni büyük ihtimalle Hviid ve ark.’nın çalışmaya dahil ettikleri kohortun yaşça fazla küçük olması dolayısıyla henüz otizm teşhisi taşımayanlardan oluşması. Araştırmadaki örneklemin yaş ortalaması 8.64, standart sapma da 3.48 yıl. Danimarka’da otizm tanısı alma yaşının ortalaması ise 2.86 yıllık standart sapmayla 7.22 olarak verilmiş. Tanı alma yaşının standart bir çan eğrisini takip ettiğini varsayarsak, araştırmaya alınanların %31.5’inin henüz otizm tanısı alamayacak kadar küçük olduğu anlaşılır. Analizde eksik kalmış fazladan 3.400 vaka anlamına gelen bu durum, MMR / KKK aşısı ile otizm arasında ilinti bulunamamasına neden olacak şekilde çalışmaya bias (taraflılık hatası) katmış oluyor.

3. Genetik durum nedeniyle oluşmuş otizm vakaları örneklemden ayıklanmamış:

Ayrıca, genetik ko-morbidite (eşlikçi hastalık) tanısı olan ve 1 yaşından sonra bunun otizm tanısıyla sonuçlanacağı bilinen bireyler “sansür” yemiş; yani sadece tanı alınıncaya dek takip edilmiş bu vakalar çalışmadan çıkarılmamış. Yani bu aslında çoğu genetik sorun nedeniyle otistik kalmış bireyler de araştırma örnekleminden sayılmış. Oysa bunlar, araştırma örneklemine alınmaması gereken olgular.

4. İki (2) ayrı MMR / KKK aşısı kullanımı:

Çalışma kapsamında iki farklı MMR / KKK aşısı kullanımı sözkonusu. 2000’den 2007’ye kadar Danimarka GlaxoSmithKline’ın Prolix® formülasyonunu, 2008’den 2013’e kadar da Merck’ün MMR®II formülasyonunu kullanıyor. Prolix®’teki kızamık suşu Schwarz iken, MMR®II’daki Ender’in Edmonston’ı. Merck formülasyonlu aşıyı olmuş çocuklar henüz otizm teşhisi dahi alamayacak yaştalar, tarihlere bakılacak olursa aralarından en büyükleri bile çalışmanın yapıldığı dönemde en fazla 6 yaşındalar. Bu çalışmaya bakıp ABD gibi (çalışma dönemi boyunca) salt Merck formülasyonlu aşı kullanan ülkelerle kıyaslama yapmaya kalkacaksanız, bu ayrıntı önem kazanıyor.

5. “Doz etkisi” hesaba katılmıyor:

Tüm bunların yanısıra, Danimarka’da çocuklara vurulacak 2. doz MMR’ın yaşı 2008 yılında 12. yaştan 4’e çekiliyor. Bu da, 2004 sonrası doğan çocukların ortalama otizm tanısı alma yaşına kadar 2, daha büyük çocukların ise yalnız 1 doz MMR / KKK aşısı almaları demek. Şayet MMR / KKK aşısının kaç kez vurulduğunun otizm gelişip gelişmemesinde herhangi bir rolü (etkisi) varsa (diyelim iki doz MMR / KKK almanın otizmle nedensel ilişkisi varsa / 2 doz MMR otizme yol açıyorsa), bunu bu araştırma örneklemine bakıp bulamazsınız ve yine, bu durum sonuçların hatalı şekilde arada ilişki bulmayacak şekilde çarpıtılmasına (bias) yol açmakta.

6. Araştırmada kullanılan istatistiksel metod, otizm teşhisini gecikmeli almış çocukları yakalamaktan aciz:

Çalışma yazarları şeffaf bir biçimde açıklamadıkları bir istatistiksel metod kullanarak, otizm tanısı almada MMR / KKK aşısını olduktan sonraki “insan yılı”nın hesaba katıldığı bir yöntemle çalışıyor, ancak böyle yapıldığında aşının birinci dozundan kısa süre sonra otizm teşhisi almış olanlar yakalanıp, teşhisi daha geç gelmiş çocuklar kaçırılmış oluyor. Böyle bir yöntemle çalışmanın izah edilebilir tarafı yok, zira popülasyondan popülasyona otizm tanısı alma yaşı sağlık hizmetlerine ulaşılabilirlik, otizm belirtilerinin ağırlığı ve benzeri pekçok etmene göre değişiklik gösteriyor. Bilindiği gibi bu, hastalık etmeniyle temastan hemen kısa süre sonra enfeksiyonel hastalığın (örneğin su çiçeği) ortaya çıktığı enfeksiyon hastalık epidemiyolojisinden “ödünç alınmış” bir yöntem. Lakin aşılama sonrasında doğru tanının yıllar sonra bile gelebileceği kronik bir sekel çalışılırken bu yöntemin hiçbir şekilde işi olamaz.

7. Otizmli çocukların aşılı erkek kardeşleri arasında otizm daha fazla görülüyor:

Çalışmanın ek bölümünde verili Şekil 2’de, aşılı grupta yer alan ve otistik kardeşe sahip erkek çocuklarda otizm insidansının yüksek olması dikkate değer bir durum. “Hayatta kalma eğrisi”nin sonuna doğru gözlemlenen artış, (otistik kardeşe sahip olup da) MMR / KKK ile aşılanmış erkek çocuklarda otizmin, MMR / KKK aşısını olmamış olanlara göre daha fazla olduğunu gösteriyor. Aradaki fark istatistiksel mana taşımayacak denli küçük gözüküyor, ancak bunun da nedeni analize alınmış bu altkümedeki oğlan çocuklarının sayıca çok az olmasıyla açıklanabilir.

Çalışmanın yazarları ayrıca CDC’nin 2004 tarihli Destefano ve ark.’nın yayınına atıfta bulunmuş, ancak aslında bu, MMR / KKK aşısını olma yaşıyla otizm insidansı arasında istatistiksel olarak manalı ilişki bulmuş bir çalışmadır. American Physicians and Surgeons dergisinde yayımlanmış çalışmada CDC’ye ait veriler yeniden analiz edilmek suretiyle bu konu aktarılmıştır (Hooker, 2018).

8. Çalışma yazarlarının çıkar çatışmaları

Çalışmayı yürüten üç kişinin de Danimarka’daki Statens Serum Institut adlı kar-amaçlı aşı üreticisi firmanın çalışanı olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır. Dahası, bu araştırmada bir de Novo Nordisk vakfınca verilen hibe kullanılmıştır. Novo Nordisk, Danimarka’daki çokuluslu bir ilaç şirketidir. Bunlar ziyadesiyle ciddi çıkar ilişkileridir.

Çalışma baş yazarı Anders Hviid, 2002 yılında New England Journal of Medicine dergisinde yayımlanmış MMR / KKK otizm çalışmasının da ikinci yazarı idi (Madsen et al. 2002). Bahsi geçen bu çalışma, araştırmacıların çalışmayı tamamlamak için gerekli etik onayı hiçbir zaman almamış olmalarına rağmen bitirilip yayına verilmiştir. Bu konuyla ilgili detaylı analiz Children’s Health Defense websitesinden görülebilir.

Tüm bu sorunlara sahip böyle bir araştırma, MMR / KKK aşısının otizme yol açmadığına dair kanıt sayılamaz.

Vitamingiller’den Ekleme:
Çalışmayı yayınlayan dergi editörlerinin bildirimini yaptığı, endüstri ile menfaat ihtilafı yaratan ilişkileri ise şöyle:




Merck’ün MMR aşısı tarihe mi karışıyor?

Merck’ün MMR aşısı tarihe mi karışıyor?

Merck’ün aşısı global pazarda yerini GSK‘nın yeni kızamık-kabakulak-kızamıkçık aşısına bırakmaya hazırlanırken, aşının türlü başarısızlıklarını, yol açtığı yığınla sakatlık (Otizm dahil) ve ölümü ve tabii daha ilk başta onay sürecinde Amerikan FDA’inin görevi ihmal suçu işlemiş olduğu ve bu aşının ortada doğru dürüst bir güvenlik deneyi dahi olmadan global pazara dayatılmasının önünün açıldığı gibi gerçekler ifşa oldukça, gözümüze birden Kongo’daki, Samoa’daki (ama Tonga’daki değil!) kızamık salgınları sokuluyor ve endüstrinin büyük bir titizlikle hazırlamış olduğu toplumu ayrıştırıcı ve aşıların zorunlu hale getirilebilmesine zemin hazırlayıcı dezenformasyonu bakın hangi kalemlerce toplum bilincine zerk ediliyor:

Karasu hakikaten eksiksiz bir “aşı-karşıtı düşmanlığı” metni hazırlamış, Pharma’nın hayalet kalemleri olsa ancak bu kadarını yazabilirlerdi herhalde 😉

Bu biraz fazla başarılı (!) dezenformasyon çalışması örneğini bırakıp rotamızı hemen gerçeklere çevirelim:

KABAKULAK VİRÜSÜ EVRİLİYORAŞI ETKİSİZ & ÇARESİZ

2007- Yeni(!) fenomen: Vaccine-induced pathogen strain replacement”, yani aşılama programları ile oluşturulan doğal seçilim baskısı yüzünden, insanda hastalık yapma kabiliyetine sahip patojen (mikrop/virüs/bakteri) suşları (alttipleri) arasında iktidarın el değiştirmesi olayı. Aşılar “perfect”, yani vurulduğu her insanı mikrobun bütün tiplerine karşı %100 koruyacak dahi olsa aynı fenomene yol açıyor, kaçış yok. Siz hangi tipini hedef alıp vurursanız, bir diğer tipi baskın hale geçip sizi daha beter hasta ediyor.

Adaptasyon üstadı mikrop dünyasını çelimsiz aşıları ile alt edebileceğini, ortadan kaldırabileceğini gerçekten düşünebiliyor insanoğlu, alın size Aşil’in topuğu… İnsanlığın bu gözkarartıcı kibridir aslında en büyük ve sonunu getirecek olan zaafı.

İnek memesinden cerahat toplayan Jenner’dan beri süregelen, 200 yıllık yanlıştır aşı çılgınlığı. Bilim ise çoktan bu yanlışı ortaya koymuş olduğuna göre, yanlışta ısrarcı olunmasının ve hatta zorla dayatılmaya çalışılmasının ardında başka sebepler olmalı, zira bu işin hayır getirmeyeceğini bilim söylüyor, biz değil.

2012 – ABD’de (ve gelişmiş dünya ülkelerinde) kızamık aşısını tekelinde bulunduran, aşısı MMR’ın (KKK/kızamık-kabakulak-kızamıkçık) otizm ile bağıntısını gizlemede işbirliği yaptığı dönemin CDC şefini daha sonra işe alarak ödüllendiren Merck ilaç firmasının, MMR aşısının ABD lisansını elinde tutabilmesi için gerekli kabakulak özelinde %95 etkinlik (serokonversiyon) değerini yakalayabilmek için kan örneklerine deney tavşanlarının kanından antikor katmak suretiyle hile yapılmış olduğu ve Amerikan devleti ve tüketici bu şekilde yanıltılarak suç işlenmiş olduğu için, bu suça iştirak etmeyen istemeyen iki Merck viroloğu firmayı dava ediyor. 2020’ye gireceğimiz şu günler, davanın Merck aleyhine sonuçlanmasının beklendiği günler esasen.

Sayın Karasu da eminiz biliyordur ve gözleri yaşlı şekilde aktaracaktır köşesinden ama, ABD’de hemen her sene binlerce kabakulak vakası ortaya çıkıyor. Üstelik bunlar ağırlıklı olarak enfeksiyonun riskli olduğu ergenlik ve yetişkinlik dönemindekilerde olmasına (ve üniversite yahut askerlik döneminde kabakulak geçirenler devletin önerdiği 2 ve bazen üniversite girişte de olmak üzere 3 doz kabakulak (Merck/MMR) aşısını almış olanlar olmasına) rağmen medya sadece 3-5 kişilik kızamık vakalarını dünyanın sonu gelmişçesine bir havada duyuruyor. Medyanın amansız algı operasyonlarının yardımıyla MMR’ın başarısızlığı ve yarattığı tehlike böylelikle kamuoyunun gözünden kaçırılmış oluyor.

KAYNAK

2015 Temmuz – Aşı üreticilerinin ve halk sağlığı çalışanlarının daha ancak yeni farkına varabildiği “Aşıyla mikropta suş değişimine yol açma” [“vaccine-induced strain replacement”] fenomeni çok ciddi sonuçları olan bir durum. Şu anda nasıl yoğun antibiyotik kullanımına bağlı, bilinen hiçbir ilaç tedavisine yanıt vermeyen “süpermikroplar” ortaya çıkarılmış ise, ortaya konulan yeni araştırmalar aynen “aşılamanın…” da “konakları patojenin bir veya iki tipine karşı dirençli hale getirdiğinde mikrobun alttipleri arasındaki seçilim yarışını kırbaçlayıp değişime uğrattığını, bunun da ortaya baskın hale geçmiş yeni patojen suşlarını (alttiplerini) çıkardığını” söylüyor.

https://journals.plos.org/plosbiology/article?id=10.1371/journal.pbio.1002198

PLOS Biology dergisinde 2015 Temmuz‘unda yayımlanmış bir diğer çalışma ile bu fenomen doğrulanıyor. Amerikan ve İngiliz akademisyenler tavuklarda Marek hastalığına yol açan bir herpes virüsünün değişik alttipleri ile deneylere başlıyor. Eskinin bu herhangi bir tehlike oluşturmayan hastalığı son 60 yıl içinde evrilerek, sinirlere saldırıp felç eden ve yaygın tümör oluşumuna neden olan ölümcül bir hastalığa dönüşüyor.

Çalışmada, hastalığa karşı aşılanmış tavukların etraftaki aşısız tavuklara virüs bulaştırdığı [shedding] ve bu yolla enfekte olmuş aşısız tavukların öldüğü gözlemleniyor.

Çalışmanın başyazarı Penn Devlet Üniversitesi’nden profesör Andrew Read, insan hastalıklarına karşı kullanılan aşılarda da bu tür “sızıntı”lar oluyorsa [‘leaky vaccines’ olarak nitelendiriyor bunları], patojenlerin evrimleşmeye giderek ortaya çok daha virülan (hastalık oluşturma kabiliyeti çok daha yüksek) tiplerinin çıkabileceğini söylüyor. Kısa bir literatür incelemesiyle ve özellikle de son kızamık salgınlarına bakılarak, Prof. Read’in bu öngörüsünün bugün aşı uygulanan hemen hemen bütün virüs ve bakteriyel enfeksiyonel hastalıklar için doğrulanmış durumda olduğu görülebilir. Kaynak: PubMed.

KAYNAK

2015 Ağustos – Kabakulak aşısına ait virüsün “genetik kararsızlığı” bir kez daha teyit ediliyor. Aşı üretiminde kullanılan hayvan hücreleri değiştikçe, RNA virüsü olan kabakulak virüsünün genlerinde ‘sapma’ / ‘kayma’ (drift) meydana geliyor. O yüzden de bir aşı partisinden diğerine, meydana gelen ağır aşı reaksiyonları arasında da büyük farklılıklar gözlemleniyor. Bir çeşit talih oyunu yani… Ama “bilimsel” versiyonu. Biz buna ‘pabucu yarım Jenner bilimi’ diyoruz 🙂

ABD’nin Arkansas şehrinde hemen 2016 Ağustosu’nda meydana gelen ve çoğunluğu aşılı kimseler arasında başgösteren 1600 kişilik kabakulak salgınında halk sağlığı yetkilileri aşının (Merck’ün MMR’ının) kabakulak virüsünün gelişen yeni tiplerine karşı korumadığını itiraf etmek zorunda kalıyor.

Merak edenler için: GSK, Merck ve Bill Gates’in hamisi olduğu Hintli firmanın kabakulak aşıları da Jeryl Lynn tipi kabakulak virüsü kullanır.

Bu kabakulak kompanentiydi aşının. Ve koruyucu etkinliğinin değerlendirmesiydi…

Peki ama bu MMR (KKK) aşısı nasıl vücut bulmuş, hangi güvenlik deneylerinden geçerek FDA karşısına çıkmış ve FDA tam olarak hangi çalışmalara bakarak ruhsat vermiş?

İDARİ KURUMLARIN BÜYÜK İHMALİ VE KLİNİK DENEYİ YAPILMADAN PİYASAYA ÇIKMIŞ MMR (KKK) AŞISI

Merck’ün tüm dünyada olduğu gibi şu an Türkiye’de de kullanılmakta olan MMR (KKK) aşısının birtek ‘tekli’ bileşenlerinin klinik deneylerinin olduğunu, bunlar birleştirilip tek bir karma aşı haline getirildiğinde etkisinin ne olduğuna dair neredeyse hiç çalışma olmadığını biliyor muyduk?

Öğrenelim:

MMR II aşısının prospektüsüne baktığınızda pekçok çalışmaya atıf görüyorsunuz, nevar ki bunların HEPSİ aşının tekli bileşenleri üzerinde yapılmış çalışmalar. Ve elbette hemen her aşıda olduğu gibi çalışmaların ana hedefi “etkinlik”, yani aşının vücutta ürettiği antikor seviyesine bakmak, güvenlik ve ortaya çıkan yan etki ve ölümler hep ikinci planda.

Tekli kızamık, tekli kızamıkçık, tekli kabakulak aşılarının koruyucu etkinliklerinin (oluşturdukları antikor yanıtının) çalışıldığı münferit deneyler kaynak olarak gösterilmiş.

Karma aşı (KKK) vurularak yürütülmüş tek bir çalışmaya rastlıyoruz prospektüste, fakat bunun da referansı yok?!

11 aylıktan 7 yaşa kadar topu topu 284 çocuğa MMR II aşısı vuruluyor, bunların da %1 ila 5’i dışındaki hepsinin virüslere karşı antikor ürettikleri, aşının da genel itibarıyla fena tolere edilmediği (yani aşırı bir zarar ziyan oluşturmadığı) bildiriliyor. [Fakat tabii “aşı bilmi”nde, aşılama sonrası çocuk ölse dahi bunun aşıyla ilişkisi hiçbir zaman olmuyor, onun notunu da düşelim.]


Efendim buraya kadar okuduklarımız “normal” mi, onu irdeleyelim.

Birincisi, fazlar halinde yürütülen klinik deneylerde (yani insan deneylerinde) çalışmaya alınan kişi sayısının gitgide artmasını beklersiniz. 1. fazda ürünü 20-100 sağlıklı gönüllüde denersiniz. 2. fazda ise hedef pazardan seçilmiş 100-300 gönüllüde denenir artık ürün. Son aşamada ise, ürünü toplumun hangi kesimine yönelik olarak çıkaracaksanız o gruptan 300-3000 arasında gönüllüyle bitirirsiniz çalışmayı. O yüzden, siz dünya genelinde yüzmilyonlarca çocuğa vuracağınız bir aşı çıkarıyorsanız piyasaya, bunun kesinlikle 1’den fazla klinik deneyi olmalı, o deneyde de kişi sayısı 200-300’de kalmamalı.

Bir yanlışlık vardır, kesinlikle tek deneyle çıkmamıştır bu aşı, dünyada bunca ülke takvimine alıyor, hiçbiri mi fark etmedi, hepsi birbirinden “uzman”, “ehil”, “çalışkan”…. doktorlar hele, böyle bir detayı gözden kaçırmış olabilir mi?

Eh hadi o zaman araştırmaya devam edelim, bari gidelim Merck’ün websitesine bakalım, işin aslı neymiş görelim dediğimizde, burada da aynı deneyden bahsedildiğini görüyoruz. Peki ama nerede referans, nereden girip bulacağız biz bu deneyi de diğerleri gibi vardıkları sonuçları inceleyebileceğiz derseniz eliniz boş kalıyor. Burada da hiçbir referans yok?!

Peki ama bu aşıyı ülke takvimine alan idari kurumlar, bunlara danışmanlık hizmeti veren “bilim kurulları”, aşı çalışma grupları katılımcıları ve nihayetinde doktorlar neye dayanarak bize bu aşının son derece güvenli olduğuna dair teminat verebiliyor?

Evet, ICAN Derneği ve Robert F. Kennedy, Amerikan FDA’ine yasal başvuruda bulunarak Merck’ün MMR (KKK) aşısını hangi güvenlik deneyleri temelinde ruhsatlandırmış olduğunu sormak zorunda kalıyor, zira bu bahsi edilen deneylere hiçbir şekilde ulaşılamıyor?!

2019 Nisan’ında ellerine geçen sonuçlar çok çarpıcı:

• Tüm dünyada yüz milyonlarca çocuğa vurulacak bu aşı için firma toplamı 1000’i bulmayan denek üzerinde 8 küçük klinik deney yürütmüş ve bu deneylerde piyasaya çıkartılacak aşı, yani MMR’ı vurdukları toplam çocuk sayısı 342. Aşının sadece 342 çocuktaki etkisine bakılarak verilmiş yani ruhsat!
• Enjeksiyon sonrası ‘yan etki’ izlem süresi 42 günle sınırlı tutulmuş!
• Yürütülen 8 deneyde de katılımcıların yarısından fazlası(!) yahut kapsamlı bölümünde mide-bağırsak rahatsızlıkları ve üst solunum yolları enfeksiyonları görülmüş.
• Ortaya çıkan istenmeyen etkilerin tümü için ‘başka virüsler’ şeklinde jenerik bir tanımlama kullanılmış ve bunlar aşı ruhsatlandırma sürecinde değerlendirme dışı bırakılmış.
• MMR’ın etkisinin karşılaştırıldığı ‘kontrol grubu’ndan kimse gerçek plasebo (salin su gibi vücutta biyolojik etki yaratmayacak bir madde) almamış, onun yerine MMR aşısını tekli kızamıkçık, yahut birleştirilmiş kızamık ve kızamıkçık aşılarıyla karşılaştırmışlar!

MMR aşısının Otizmle bağıntısı, Dr. Andrew Wakefield’ın bundan 20 sene önce işaret ettiği mide-bağırsak sorunları ve Otizm patogenezi arasındaki bağıntı, solunum yolları enfeksiyonu olan kızamık için vurduğunuz aşının insanların yarısından fazlasında aynen solunum yolları enfeksiyonuna yol açması….

Dünyada hiçbir ilaç için kabul ettiremeyeceğiniz, “plasebosuz” deneylerden geçen aşıların peynir ekmek gibi global popülasyona dağıtılması…

Aşı vücutta nelere yol açıyor diye görmek için 42 günün yeterli görülmesi?!

Aşı deneylerine katılacak çocukları seçerken sağlık kontrolünden geçmiş, hiçbir sağlık sorunu bulunmadığı bilinenler alınırken, her türlü veri tahrifatını yapabileceğin, tamamen kendi kontrolündeki deneylerin yan etki izleminin bir de 42 günle sınırlı tutulması, sonra bu 3-5 sapasağlam çocukta denenmiş “şey”lerin, türlü sağlık sorunlarından mustarip yüzmilyonlara “güvenlidir” diye vurulması?!


Sözün bittiği yerdeyiz…

Yapılmamış “güvenlik deneyi” aynen çocuklarımız üzerinde yapılıyor, olan o!
Test edilmemiş bu biyolojik ürünler için çocukların herbiri kobay.

Aşı FDA tarafından ruhsatlandırıldıktan sonra, genel popülasyonda yarattığı türlü ağır sorunlar bir bir prospektüse eklenmeye başlıyor. Bunlar kabul etmek zorunda kaldıkları “yan etki”ler. Bir de koca bir spektrum dolusu Otizmli çocuk var, hani o deneylerinde görüp de gizledikleri mide-bağırsak rahatsızlıkları hepsinde olan.

Henoch-Schonlein Purpura, bebekte akut hemorajik ödem, transvers miyelit [hani eskiden ismine polio (çocuk felci) dedikleri tanı klasmanlarından yalnızca biri], yürüme güçlüğü, ADEM (akut disemine ensefalomiyelit), epididimitis . . . hep bu deneysel aşılar genel popülasyonda vurulmaya başlandıktan sonra inkar edilemez boyutlara ulaştığında “yan etki” listesine girmeye hak kazanmış sorunlardan.

KAYNAK

FDA, CDC, HHS (Amerikan Sağlık Bakanlığı)… Hepsi şu an stresli günler geçiriyor zira Kennedy ve ICAN derneği bugüne kadar sakladıkları bütün resmi belgeleri yasal yoldan bir bir ele geçiriyor. İlaç şirketlerine 1986’da aşıları için sağladıkları kanuni güvenceyi ortadan kaldıracak asıl hamleye hazırlık var, biliyorlar.

O yüzden, bu davalar peşpeşe gelmeden bütün eyaletlerde kimvurduya getirip aşıları tümüyle ve sırf çocuklar değil tüm nüfusa zorunlu hale getirmek için sadece 2019’da 200’u aşkın yasa teklifi eyalet meclislerinde görüşmeye alındı ABD’de. Samoa kızamık salgınının bütün bu gelişmeler arasında son perdeden haber edilmesi, prototip olarak seçtikleri kukla devlette geçirdikleri medikal sıkıyönetim yasalarını gizlemeye gerek bile görmeden tüm dünya için öngördükleri mesajını vermeleri… Boşuna değil elbette.

Ve…
Satranç tahtasında bu şekilde karşılıklı hamleler yapılırken Türkiye’de GSK’nın aşısı devreye girdi bile 🙂

Piyasaya çıktıktan sonraki deneyinin biryerlerde yapılması lazım tabii, Türkiye neden olmasın? GSK’yla “duygusal” bağlarımız çok güçlü ne de olsa.

Peki… GSK’nın yeni MMR aşısı klinik deneylerinde hangi aşıyla karşılaştırılarak güvenli(!) ilan edilmiş dersiniz?

Merck’ün bu bahsettiğimiz MMR II aşısıyla!

Şimdi…

Bu noktada umuyoruz ülkenin aklı başında hukukçuları, doktorları, bilimadamları, gazetecileri bu akılalmaz ve affı da mümkün olmayan ihmal ve suçların Türkiye’deki sorumlularının ve bunların işbirlikçilerinin kanun önünde hesap vermesi için gerekli girişimlerde bulunur.

Anne-babalar…

Lütfen kimseye güvenmeyin ve çocuğunuzun sağlığı ile ilgili alınacak her türlü kararda kendi araştırmanızı yapın, haklarınızı bilin, çocuğunuzu koruyun.

Sağlıkla,

a.


Aşılı Popülasyonlarda Başgösteren Salgınlar – Kızamık / Samoa – 2

Aşılı Popülasyonlarda Başgösteren Salgınlar – Kızamık / Samoa – 2

Düşük gelirli, az gelişmiş, nüfusu kronik hastalık şampiyonu, çocukları malnutrisyolu, etnik bakımdan nüfusu oldukça homojen bir yapılanma gösteren küçük ada devleti Samoa’dayız.

Tam manasıyla bir kaşık suda koparılan global fırtınanın tozu dumanı henüz yeni duruluyor ve biz sizlere medyanın büyük bir çabayla sansürlediği asıl gerçekleri aktarmaya hazırlanıyorken, sahnelenen bu ödüllük performansın asıl sebebi kendini 14 Aralık 2019 tarihi itibariyle belli etmiş bulunuyor.

2020 itibariyle global çapta geçilmesi planlanan Yeni Sağlık Düzeni’nin (Orwelce bilenlerimiz bunun asıl okunuşuna vakıflar) fişeği bu minicik kukla devletçikten ateşlenmiş ve bu PROVA ile globalistler büyük başarıya imza atmış durumda.

Aynı imza Türkiye Cumhuriyeti’nde bakalım kaç tarihinde atılacak, hep birlikte göreceğiz.

İşte 2 haftadır pompalanan “Katil Kızamık Salgını”, “halkın sağlığını korumak” adına ilan edilen olağanüstü haller, sokağa çıkma yasakları, resmi kurumlardan sosyal medyada paylaşıma yasak konulması çağrıları, yapılan yanlışları dile getirip o adada hayat kurtaran tek şeyi yapmakta olanları hapse atmalar, şeytanlaştırılan “aşı-karşıtlığı”nın meyveleri…

Samoa Sağlık Bakanlığı geçirdiği yeni kanunla kendine özel güçler kazandırıyor (aklı veren kimdi acaba?), dilediği zaman dilediği kişiyi tıbbi muayeneden geçirme, enfeksiyonel hastalığı olmadığı belirlene kadar kişileri karantinada tutma hakkını kendine kazandırıyor.

Karşı çıkanlar günlük 200 Amerikan doları cezaya çarptırılıyor, tutuklanıp hastaneye veya karantina alanına tıkıştırılma hakkı kolluk kuvvetlerine tanınıyor.

Bunlar dışında, ‘enfeksiyonel hastalıklar bağlamında suç(!) teşkil eden davranışlar’ için ayrıca cezalar da uygulanabiliyormuş. İstediğimiz gibi yorumlayabiliyoruz malum bu ucu açık, muğlak ifadeleri. Mesela sosyal medyada aşıdan sonra ölen veya sakat kalan çocuğunun acısını paylaşmak “suç” olabilir, yahut arkadaşlar A vitamini, C vitamini hastalığın şiddetini azaltıyor derseniz, patentlenemedikleri için tü kaka olması gereken bu doğal (Orwelcesi “tehlikeli”!) çarelerle halkı gerçek zehirlerden (pardon, ilaçlardan) mahrum bırakmaya çalıştığınız iddiası ile ‘halk düşmanı numero uno’ ilan edilebilirsiniz.

Başımızı kuma gömüp yaşamıyorduysak, bu yasalar bize epey tanıdık gelmeli? 2001 İkiz Kuleler Saldırılarının hemen ardından geçirilen ve aylar öncesinden hazırlandığı bilinen Ulusal Güvenlik ve Terörle Müccadele Yasaları kapsamında ABD’de çoktan yürürlüğe girmiş yasa içerikleri bunlar. Şimdi bu yasaları ‘virüs gibi yayma’, diğer ülkelere ve esasen tüm dünyaya bulaştırma zamanı.

Düğmeye basıldı. Ya akıllanır, aynı oyun Türkiye’de sergilendiğinde (şu anda olanlar tam olarak budur!) örüntüyü tanır ve karşı çıkarız, ya da evlerin kapısı işaretlenip zorla aşı uygulanacak dendiğinde ‘iyi vatandaş’ olup uslu uslu kolları sıvarız.

Kim ilgileniyor, kim okuyor, kimin umurunda bilmiyoruz. Ancak biz herzamanki gibi gerçekleri yine de belgelemeye devam ediyoruz.

Buyrun başlayalım.

MMR (KKK) Aşılamasının Samoa’daki Tarihçesi ve Güven Kaybı:

2003 Kızamıkçık Salgını ve Ölümler

KAYNAK

1990 – 2004 yılları arasında 1 yaşındaki Samoalı çocukların MMR (KKK – kızamık-kabakulaK-kızamıkçık) ile aşılanma oranlarını gördüğümüz tabloda 2002 ve 2003 yıllarda çocukların %99‘unun aşılanmış olmasına rağmen 2003 Haziran’ında Samoa büyük bir kızamıkçık salgını görüyor ve 3 çocuk hayatını kaybediyor. Büyük güven kaybı yaşayan MMR aşılamasının kapsayıcılığı ertesi sene %25‘e düşüyor. Dönemin gazeteleri Samoa hükümeti’nin kızamıkçık aşılamasını eline yüzüne bulaştırdığı yönünde haberler yapıyor. Haberin detaylarında maalesef o dönem sağlık bakanlığının MMR canlı virüs aşısını gebelere de önermekte olduğu anlaşılıyor. DSÖ‘nün 2003’te Pasifik Bölgesi’nde kızamığı bitirmek istiyoruz çağrısı uyarınca çocuklara 2 doz olarak uygulanmaya başlanan MMR/KKK aşısı %99’luk oranlarda uygulandığında belli ki ortaya ağır yan etkiler de çıkıyor, zira sağlık bakanlığı gazetenin haberine göre MMR aşısının yan etkileri olduğu yönünde kamuoyuna açıklama yapma gereği duyuyor. İhmaller birden fazla, halk kızgın. Aşılara güven dipte…

Ucuz Aşılar ve Güven Sorunu – Serum Institute of India

Bill Gates’in 10 sene süren Polio erasikasyon kampanyası, yanında yine Merck’ün Gardasil aşısı deneyleri gibi sebeplerden Hindistan’la yakın münasebeti biliniyor. Vergiden muaf vakfı Bill & Melinda Gates, özellikle dünyanın gelişmemiş veya az gelişmiş bölgelerinde aşı çalışmalarına GAVI ile birlikte yoğun destek veriyor.

Hintli Serum Institute of India firmasının sahipleri ve Bill Gates İşbirliği – 2012

2012 – Hayırsever Bill Gates’i, Hindistan’da ucuz aşı üreterek DSÖ, UNICEF, GAVI gibi kuruluşlara dozu 50 cent‘e satan Serum Institute of India firmasının sahibi iki doktor kardeşe İsviçre’de aynen şu sözlerle iltifatta ve teşekkürde bulunurken görüyoruz: “Bu ‘Aşı Kahramanları’ olağanüstü, mitolojik karakterler hakikaten.”

Oysa hemen bir sene öncesinde, 2011’de, 10 senelik Gates destekli yoğun polio eradikasyon programı ardından sonunda ülkenin polio’dan temizlendiğini ilan ettikleri yılda, ahlak sahibi doktorlar Hindistan’da sadece 2011’de aşılama yüzünden fazladan 47.500 non-polio akut flask paralizi gelişmiş olduğunu, bu vakaların doğal polio enfeksiyonundan 2 kat ölümcül seyrettiğini ve çocuk sakatlayıp öldüren bu programa 10 senede 8 milyar Amerikan doları harcanmış olduğunu, bu paranın insanların yaşam koşullarını iyileştirmeye çalışmak, sanitasyon çalışmalarına yatırım yaparak polio için kalıcı çözümler oluşturmak yerine aşıyla geçici “Pirüs Zaferi” kazanılmış olmasının sevinilecek ve ahlaki açıdan da doğru bir tarafının olmadığını ifade ediyor.

Dünyanın gelişmemiş ve az gelişmiş yörelerinde (TR dahil) herhangi bir salgın durumunda DSÖ bu firmanın ucuz tekli kızamık yahut kızamık-kızamıkçık (MR) aşılarını vurdurtuyor. 2019 sonunda Türkiye’de başlatılmış olan kızamık aşısı kampanyalarında kullanılan aşılar bu firmaya ait olup, bugün salgın var denilen Samoa ve Kongo gibi ülkelerde kullanılan karma MMR (KKK) aşısı da yine bu firmaya ait.

Tekli Kızamık Aşısı Prospektüs
MMR (Kızamık-Kabakulak-Kızamıkçık) Aşısı Prospektüsü

Samoalı tıp camiasının kızamıkçıktan insan öldürmeyi nasıl başarabildikleri kesinlikle muamma, fakat kızamıkçığa atfedilen ölümlerin bizzat aşı komplikasyonu olma olasılığı elbette çok yüksek. Halkın bir sonraki sene verdiği tepki de asıl suçluyu işaret ediyor gibi bizlere.

2018 Temmuz, MMR Aşılamasına Bağlı Ölümler

Samoa’da 1 yaş aşılarını olmak üzere hastaneye gelen iki bebek, Serum Institute of India‘nın karma MMR (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısını olduktan dakikalar sonra ölüyor.

İlk bebeğin ölümüne şahit olan diğer anne, çocuğuna aşıyı yaptırmak istemiyor, fakat hemşire ısrarcı olarak annenin itirazına rağmen aşıyı yapıyor ve 2. bebek de aynı dakika içinde hayatını yitiriyor.

1 yaş MMR/KKK aşılaması ardından dakiaklar içinde hayatını kaybeden Samoalı bebekler.

Aşılar firma tarafından sağlanan özel kitler halinde gelmesine rağmen bu kıdemli hemşirenin bir şekilde, aşıyı seyreltmek için kullanması gereken safsu yerine tarihi geçmiş bir kas gevşeticisi ilaç kullandığı, çocukların MMR aşısı yüzünden değil, bu hatalı uygulama yüzünden öldüğüne hükmedilip 2 Ağustos 2019’da hastanedeki 2 hemşireye 5 yıl hapis cezası veriliyor.

Bu kıdemli hemşirelerin, aşıyı safsu ile sulandırdıktan sonra çalkalayıp renk değişimini gözlemledikten sonra uygulaması gerekiyor. Aşıyı bambaşka bir ilaçla karıştırmış olduklarını nasıl anlayamadıkları anlaşılır gibi olmasa da, bildiğimiz tek şey varsa o da, sözkonusu olan aşıysa, kusurun hiçbir zaman onda olmayacağı.

Bu olay büyük haber oluyor, başbakan ülkedeki tüm MMR aşılarını toplatıyor ve soruşturma açıyor.

Başbakan yayınladığı taziye mesajında ailelere başsağlığı dilerken, torununun da çok eskiden bu aşıdan sonra benzer bir deneyim yaşadığını, ölümden döndüğünü, sağlığına kavuşmuş olsa da bu olaydan sonra konuşma yetisini yitirdiğini söylüyor.

MMR-Otizm skandalının kırmızı çizgilerinden (ya da bizim hekimlerimizin anlayacağı dilden söyleyecek olursak ‘Wakefield Vakası’ndan) belli ki haberdar olmayan Samoa başbakanı, bir de görevini yapıp MMR aşılamasını askıya alınca bu haritada nokta kadar dahi yer kaplamayan minik ada devleti kendi kendini ‘kırmızı bayrak’la işaretlemiş oluyor.

Bunu nereden mi anlıyoruz?

1 Nisan 2019‘da koskoca DSÖ’nün yeni Pasifik Bölge Müdürü kalkıp, bu hala MMR aşılamasını askıda tutan(!) minik ada devletini şahsen ziyarete geliyor ve ısrarla “salgınların görülebileceğini”, “bölgesinde Filipinler, Tayvan, Yeni Zelanda’da kızamık vakaları olduğunu”, “bunun nasıl da bulaşıcı bir virüs olduğunu”, “mutlaka aşılamaya geçilmesi gerektiğini” söylüyor [linkte en alttaki videoyu izleyiniz]. Yani esasında, Modern Tıp Dini’ne imanın şartlarından olan “Kutsal Su enjekte etme seromonisi”ni uygulamadan kaldırarak Tıbbın Vatikan’ının (DSÖ) radarına girmiş bu mini mini ülke, Papa’nın görevlendirdiği Başpikopos’un şahsi ziyareti ile işlemekte oldukları bu küfrün cezasının ağır olabileceği mesajı verilerek açıkça tekrar “dine davet” edilmiş oluyor. Bakan da karşılık olarak aşılarla ilgili herhangi bir problemin olmadığını, bunun insan hatası olduğunu, hastanelerde (niyeyse?) aşıların saklandığı buzdolaplarının yenilenip çoğaltılacağını ve aşılamaya yeniden başlanacağını söylüyor.

Sonuçta oldukça sıcak tropikal bir adada, 2-8 santigrat derecede tutulması şart aşılar bunlar. Hele daha uzun süre muhafaza edileceklerse derin dondurucuda tutulmaları gerek. Elektrik kesintisi hiç oluyor mudur adada? Elektrik kesintisi durumunda jeneratörleri var mıdır anında devreye girecek? Bunlar hep, sorulması gereken sorular.

DSÖ Bölge Direktörü Dr Takeshi Kasai, Sa’anapu Sağlık Kliniğ’nden kadın komitesi ile birlikte görülüyor

Dr. Kasai’nin açıklaması:

15 Nisan 2019‘da Samoa devleti yeniden MMR aşılamasını başlatıyor. Halk fazla ilgi göstermiyor. O (kibarcası) “uyduruk” Hint aşılarını vurdurmayız çocuğumuza diyorlar.
Haziran 2019 – Aslen Samoalı olan ve Avustralya’nın ünlü bir Amerikan Futbolu oyuncusuyla evli olup çocuklarını aşılatmayı tercih etmediği için Pharma ve emrindeki medyanın hışmına uğrayan Taylor Winterstein, ABD’de Monsanto’yu mahkemede dize getirmiş, ICAN derneği kurucusu ve Vaxxed prodüktörü Del Bigtree ile birlikte 2018 yılından bu yana Amerikan Sağlık Bakanlığı ve FDA’e üst üste davalar açıp soru önergeleri vererek özellikle MMR (KKK) aşısının ruhsatlandırma sürecindeki büyük çarpıklıkları ortaya çıkaran ve yeni ve daha büyük davalar için hazırlık aşamasında olan Robert F. Kennedy ile biraraya geliyor.

Ağustos 2019 – İki hemşireye adam öldürme suçundan 5’er yıl hapis cezası veriliyor.

Samoa’da bu noktada 1 senedir kızamık aşılaması düşük seyretmesine rağmen henüz vaka bildirimi yok, ancak gazeteler yaz boyunca ‘salgının kapıda olduğu’ tamtamlarını çalmaya devam ediyor.

Minvalde büyük Polinezya nüfusuna sahip Yeni Zelanda’da herzamanki gibi kızamık vakaları görülmeye devam ediliyor. Kızamık Yeni Zelanda’dan ‘elimine edildi’ diye ilan edilmiş olsa da ‘epizodik’ olarak vakalar hep görülmekte. Büyük Samoalı popülasyonuyla Auckland’ın bir kentinde kızamık vakaları Temmuz ayında yoğunlaşıveriyor. Kentin hastanesine ayağı kırıldığı için giden gençler bile orada kızamık kaparak hasta düşüyorlar. Sorun neden sonra anlaşılıyor, hastanenin oda havalandırma sistemleri negatif basınca değiştirilmediği için hastane salgın alanına dönüşüyor. Vakaların büyük bölümü Samoalı (Polinezyalı) çocuklarda ve ne gariptir ki bu etnik grup fakirliklerinden ötürü devletin özellikle en yoğun aşıladığı (%98.7’si aşılı) grup. İlginç. Ve bir diğer ilginç nokta, Yeni Zelanda’daki kızamık vakalarında hiç can kaybı olmamış olması.

Samoa’nın aksine, Yeni Zelanda’da kızamık şüpheli her vaka test ediliyor, PCR ile genotipine bakılıyor. Auckland’daki salgında doktorların kızamık zannettiği 6385 vakanın yalnız %23.5‘inin hakikaten kızamık olması ise hayli ilginç.

Bu noktada aklımıza gelen sorular:

1. Doktorların kızamık teşhisinde bu oranda yanılmaları alarm verici değil midir? Kızamık salgını var dendiğinde, PCR testi ile teyit olmayan durumlarda bu bildirime ne kadar güvenilebilir?
2. 6385 şüpheli vakadan 4885’i kızamık değilse, peki ya nedir?
3. Genotiplemede geçirilen enfeksiyonun ‘aşı tipi virüse bağlı’ olduğu anlaşıldığında bu vakalar ‘kızamık’ kategorisinde mi gösterilmektedir, yoksa “kızamık değildir” denilen vakaların bir bölümünü bizzat aşıdan kızamık kapanlar mı oluşturmaktadır?
4. Yeni Zelanda’da kızamık teşhisinde bunca büyük olan yanılma payı, acaba Samoa adası için nasıldır? Samoda’daki vakalardan PCR ile test edilen var mıdır?

Yeni Zelanda’nın Auckland bölgesinde test edilmiş kızamık şüpheli vakalardan büyük kısmı kızamık çıkmıyor.

Bir gazete haberinde kızamıklı birinin uçakla Yeni Zelanda’dan Samoa’ya uçtuğu yönünde bir bildirim haricinde bilgiye ulaşamasak da, genel kanaat Samoda’ki salgının Yeni Zelanda’daki yaşayan Samolalıların (Polinezya komünitesi) adaya uğraması ile buradan aktarıldığı yönünde.

Olayların bundan sonraki zamansal sıraması şöyle gelişiyor:

30 Eylül Pzt günü Samoa’daki 28 kızamık şüpheli bireyden alınan örnekler test ve teyit için Avustralya’ya gönderiliyor.
Haftasonuna kadar test edilen 12 örneğin yalnızca 4‘ünün (1 erişkin, 3 de çocuk) kızamık olduğu bildirimi geliyor.
Bu vakaların hepsi tedavi edilip sapasağlam taburcu ediliyor.

1 Ekim Salı – UNICEF kızamık salgının geleceğinden o kadar emin ki, hemen ertesi gün Samoa, Fiji ve Tonga Krallığı‘na 115.000’er aşı ve yeteri kadar da A vitamini gönderiyor. KAYNAK

2 Ekim Çarşamba – Samoa test için şüpheli 8 numuneyi daha gönderiyor. 16 Ekim itibariyle (2 hafta sonra) alınan sonuçlar da 3 vakayı kızamık olarak doğruluyor. Bu 3 vakanın 2’si 5 yaş tında çocuk, biri ise 22 yaşında erişkin.

Bunların da hepsi tedavi edilip sağ salim taburcu ediliyor.

16 Ekim itibariyle doğrulanmış toplam 7 kızamık vakası var Samoa’nın, can kaybı yok. Aynı gün Samoa, 7 kızamık vakası sebebiyle ülkede kızamık salgını olduğunu ilan ediyor. Ülke yalnız 1 ay içinde, 15 Kasım‘da Olağanüstü Hal ilan edinceye kadar neler yaşanmış ona da bakacağız.

BASIN TONGA’YA NİYE DOKUNMUYOR?
Minvalde, 1 Ekim Salı itibariyle civar adalar, Tonga ve Fiji’ye de UNICEF tarafından MR (Setum Institute of India’nın kızamık-kızamıkçık) aşıları gönderildiğini söylemişltik.

Birleşmiş Millerler’e bağlı çalışan UNICEF’in durum raporunu görelim:

Yeni Zelanda’ya maça giden lise Amerikan futbolu takımından bir gencin kızamıkla Tonga’ya dönmesi, daha sonra diğer 12 gencin de Tonga’da kızamık geliştirmesi üzerine Tonga’da bu çocuklar çocuklar karantinaya alınıyor, temaslılar aşılanıyor ve ilkokulu da tatil edilip bulaşı önleyici tedbirler alınıyor. Gayet güzel. UNICEF bunu nasıl öngördüyse, zaten 1 Ekim tarihi itibariyle bu adaya da 12.000 kızamık aşısı, 1500 kapsül de A vitamini yollamış bulunuyor. Daha da soğuk zincir için iki buzdolabı ile ekstradan 6.000 doz aşı daha yollayacağız diyor.

Her şey kontrol altındayken birden ikinci bir dalgayla kızamığın bu defa adadaki bütün köylerde ortaya çıktığı haberi geliyor. Vurulan canlı virüs aşılarının 1 hafta ila 14 gün arasında bulaşıcı kızamık enfeksiyonu oluşturabileceği bilindiğinde göre, bu pekçok farklı yerde birden ortaya çıkan yeni vaka kümelerinin nedenini insan merak ediyor.

Ve Tonga 22 Ekim‘de evet kızamık salgınımız var diyor. Vakaların çoğu 10-24 yaş arası gençlerde. Artık biliyoruz, teşhisi koyalım, sekonder aşı başarısızlığı (sönen bağışıklık yanıtı) diyorduk buna. Ömür boyu da aşılansanız, kaçarı yok, bir noktada enfeksiyonlara aynen açık kalacaksınız demektir. O vakte kadar aşı saldırısından öteki dünyaya göç etmediyseniz tabii. Belki de istenen odur, kimbilir?

3 Aralık itibariyle devlet 15.124 doz aşı vurmuş Tonga’da.
9 Aralık tarihine kadar (1.5 ay boyunca) kızamık şüpheliler ve kızamık olduğu doğrulanmışların toplamı 485 vaka, hiç ölüm yok.


İşte Tonga’dan yapılmış 27 Kasım tarihli resmi açıklama:

Tonga’daki kızamık şüpheli 380 vakanın 145’inin aşı karnesine ulaşılmış, diğer 235 vakanın kayıtları araştırılıyormuş.
Elde edilen 145 aşı karnesine göre, vakaların 119‘u (yani %82‘si) en az 2 doz aşı ile tam aşılanmış çıkıyor, 26‘sı (%18’i) de tek doz kızamık aşısı almış.

Tonga’ya kimsenin dokunmamasının sebebi bu işte: Salgın aşısızlıktan değil, aşılar korumadığı için başgösteriyor!

Tonga’da tutup “aşı-karşıtları” yüzünden salgınlar görülüyor da diyemiyoruz, bu öcü “aşı-karşıtları” çocuk öldürüyor diye karapropaganda da yapamıyoruz, hatta bu münasebetsiz gerçekleri mümkünse basında hiç duyurmamaya özel ihtimam gösteriyoruz. Ve görüyoruz, işini adam gibi yapan yerlerde, malpraktis de yoksa “katil kızamık”tan kimse ö-le-bi-le-mi-yor da…

Ve Tonga’dan 14 Kasım tarihli haber:

Tonga Sağlık Bakanlığı yetkilileri mevcut vaziyete bakıp, demek ki vurup durduğumuz aşılar işe dahi yaramamış, 2 dozda dahi koruma yetersiz kalıyormuş diyor ve fakat bu noktada artık, ergenlik ve erişkinlikte dahi geçirilse can kaybı filan yaratmayan kızamığı o halde bırakalım doğal döngüsünde, tek dokunuşta ömürlük bağışıklık sağlasın diyeceklerine, iman tazelemek için, işe yaramadığını gördükleri aşılarla biz yeniden bir aşılama yapalım bakalım diyorlar.

Nasreddin Hoca ne demiş? “Ya tutarsa…”

Trajikomik ama devam edelim.

DURUM ÖZETİ

Yeni Zelanda birçoğu aşılılarda olmak üzere 2000’in üzerinde test edilmiş ve doğrulanmış kızamık vakasına sahip – SIFIR ölüm.

Tonga‘da çoğu aşılılarda olmak üzere 500’e yakın vaka – SIFIR ölüm.

Samoa‘da (bunlardan kaçı gerçekten kızamık bilinmiyor ama) 4000’in üzerinde bildirilmiş vaka ve 72 ÖLÜM.

İlk başta test edilen 200 vaka var Samoa’da ve bunlardan kızamık doğrulaması alanların sayısı 42 (ilk başta kızamık teşhisi koyduklarının sadece %21’ini tutturabilmişler yani). Samoa 200 örnekten sonra test etmeyi bırakıyor. Neden?

Önemli bir ara bilgi daha:

DSÖ/UNICEF’in 10 Aralık tarihli Durum Özeti’nde Samoa, Amerikan Samoası, Tonga ve Fiji’de görülen kızamık vakalarının D8 tipi kızamık virüsünden kaynaklandığı açıklaması yapılıyor. Vakaların tümü mü yoksa bir kısmı mı D8 tipi virüs, bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey var; piyasadaki aşıların hiçbirinin D8 tipi virüse karşı koruma sağlamadığı! Hepsi A genotipinden virüslere karşı “koruyor” hesapta.

KAYNAK

Bakalım CDC kızamık genotipleri hakkında ne diyor:

https://www.cdc.gov/measles/lab-tools/genetic-analysis.html

1990’dan bu yana kızamık için A’dan H’ye kadar 19 genotip tespit edilmiş ve…. mevcut aşıların hepsi de A genotipindenmiş….

Sorular üşüşüyor yine beynimize:

1. A genotipinden zayıflatılmış aşı virüsü ile diğer 18 tip virüsü nötralize edebiliyor muyuz? Samoa örneğine ve tüm dünyada bol keseden aşılanmış popülasyonlarda habire başgösteren kızamık vakalarına bakacak olursak ı-ıh.

Ama biz ne bileceğiz, elbet bilim bilir. Bakalım “uzman”lardan ne yanıt gelecek.

2. Bu genotiplerin hepsi de 1990’dan sonra, yani aşılar iyiden iyiye yaygınlaştıktan sonra mı belirmiş yani? O zaman… Acaba suşlardaki bu kaymanın sebebi yaratılan yapay seçilim ortamı ile virüsün mutasyona gitmesi olabilir mi? Yani… acaba bu durumun sebebi aşılama ve aşıcılar olabilir mi? Üstün matematik modellemeleri bu durumu öngörememiş mi? Mutant kızamık virüsleriyle toplumları başbaşa bırakan ve toplumların immün sistemlerini de aşılarla sakatlayan sistem, boşuna “aşı-karşıtları” öcüsünü yaratmak zorunda kalmamış yani, öyle mi?

3. Türkiye’de hangi genotipte kızamık virüsleri dolaşıyormuş da, acaba bizim Vuducular, pardon Vaksinologlar A’ya ateş edip D’yi, B’yi de tutturabiliyorlar mıymış? İmandan yana eksiğimiz yok çok şükür de, yine de bu tür bilimsel mevzularda bizim Diyanet İşleri’nin de bir fetvasını filan görmeden içimiz rahat etmez vallahi. Malum, oluyor türlü domuzluklar bu aşı işinde… 😉

Samoalı iki öğrenci hemşire, kızamıktan dolayı hasta olduğu söylenen çocuğa kendilerince bakım sağlıyor.

BAŞKA YERDE ÖLDÜRMEYEN VİRÜS SAMOA’YI NEDEN KIRIP GEÇİRİYOR?

1. BM raporları Samoa’daki halkın, özellikle çocukların malnutrisyon sorununu belgelemiş, A vitamini eksikliği gayet net biçimde ortaya konmuş olmasına rağmen DSÖ’nün senede 2 doz A vitamini uygulaması yapılacak öncelikli ülkeler listesine dahi giremiyor. KAYNAK

Listede olmasına rağmen A vitamininden nasibini alamayan bir diğer ülke neresi mi? Aman kızamık ölümleri var denilen Kongo!

Aşı vurmak için Samoa’ya Belçika’dan İsrail’den, İngiltere’den anında uçup gelen gönüllü sağlık personeli, iş A vitamini dağıtmaya gelince parmaklarını kıpırdatmıyor demek ki?

Yardım yağıyor Samoa’ya, tutmayan aşıları ile sıcağın alnında bozulmayan(!) soğuk zincirle kimbilir kaç can yakıyor, pardon kurtarıyor beyaz adam.

Nisan başında salgın uyarısı ile gelen DSÖ şefi önlem olarak aşı önerirken, beslenme ve özellikle de A vitamini desteğine başlanması gerektiğinden hiç bahsetmiyor?

2. A vitamini Samoa’ya ulaşmış olmasına rağmen Samoalı ebeveynler çocukları için ne hastanelik olmadan önce A vitamini alabiliyorlar ne de hastane yatışı olanlara veriliyor vitamin.

Bu salgında Samoa sağlık personelince uygulanan standart protokol şu:

– Daha önce aşılanmış olsun olmasın yaşı tutan (6 aylıktan itibaren tüm bebek, çocuk ve yetişkinler) herkes aşılanıyor.
Aktif olarak kızamık enfeksiyonu geçirmekte olduğu için hastaneye getirilen bebek ve çocuklar hastaneye kabul edildikleri anda aşılanıyor!
– Ateş düşürücü olarak Panadol (parasetamol) uygulaması rutin.

-Profilaktik(!) olarak her vakaya antibiyotik veriliyor.

Merak edenler için felaketin reçetesi işte tam olarak buna benziyor!

Aktif olarak akut enfeksiyon geçiren bebek-çocuk ve erişkinlere canlı virüs aşısı vurmak da ne demek, böyle bir şey yapılabilir mi diyenlerimiz, DSÖ’yü hiç tanımıyor? Bakınız icazet ta 1997’de verilmiş.

Modern Tıbbın Vatikanı DSÖ, 1997 bülteninde diyor ki,

Kızamık aşısı için kontraendikasyon diye bir şey sözkonusu olmadığından, kızamık aşısı hastanın sağlık durumu gözetilmeksizin uygulanmalıdır. Kızamık geçirdikleri takdirde komplikasyon geliştirme riskleri yüksek olduğundan, kızamık aşısı yapılması bilhassa malnutisyonlu çocuklar ve kronik hastalığı olanlar için ehemmiyet taşımaktadır. İstisnai tek durum, hastaneye geldiğinde ölmek üzere olan hastalar olabilir. Bu durumda kızamık aşısı uygulanmasının herhangi bir mahsuru yoksa da, ebeveynler yanlış şekilde ölümü aşıya bağlamasınlar diye uygulamamakta fayda vardır.”

“….kızamık salgınlarında 6 aylıktan 9 yaşa kadar olan çocukların tümü, daha önce aşılanmış olsun veya olmasınlar yeniden aşılanabilirler. Salgın olmadığı durumlarda da, aşı olduğuna dair resmi evrağı olmayan 9 aylıktan 2 yaşa kadar tüm çocukların aşılanması gerekir….”


İşte bu ahval ve şerait içinde, çocuklarını tedavi olsun diye hastaneye getiren ebeveynler, DSÖ destekli uygulamalardan sonra çocukları ölmeye yazınca, hatta ölünce, güvenlerini daha da yitiriyorlar.

Samoa’lı ailenin oğlu sabah kızamıktan öldü deniyor. Çocuk hasta ve evde, ancak kendi kendine oyun oynuyor ve yemek yiyebiliyor o noktada. Aile çocuğu hastaneye götürüyor, aşısı vuruluyor(!). üzerinden çok geçmeden çocuk ölüyor. Adada niye bazı çocuklar (dikkat, çoğul!) aşılandıktan sonra ölüyor diye sormuş bu kişi. Belli ki sadece aşılama sonrası açığa çıkan şu meşhur ‘Tesadüf Sendromu’ salgınını duymamış.

Kendilerine gelenlerin sağlam olanı hasta, hasta olanı ölü çıkmaya başlayınca, insanlar güvenlerini iyiden iyiye yitiriyor ve bu müthiş(!) tıbbi müdahale performanslarına rağmen (siz yüzünden diye okuyunuz) can kayıpları gelmeye başlayınca devlet çareyi 17 Kasım tarihinde olağanüstü hal ilan etmekte buluyor. Tam bir fiyasko, tam bir becereksizlik, teknik adı MALPRAKTİS. Üstelik bütün dünyanın gözleri üzerlerindeyken yaşanan felaket….

Siz kendinizi eve kitleyin, aşısızsanız da kırmızı bayrakla işaretleyin evinizi, biz gelip (etraftan ne mikrop varsa toplaya toplaya) sizi sıradan aşılayacağız (ameliyat maskemiz var, inan olsun bunu taktık mı evden eve mikrop taşımamış oluyoruz!), ne yaş ne aşı öyküsü ne hasta olup olmamanız fark etmez. İşimizi biliyoruz, hazır olun geliyoruz deniyor 🙂

Girişilen bu zeka dolu aşı operasyonu ilerledikçe, kızamık vaka sayıları azalacağına artıyor ama olsun… Vatikan/DSÖ vurun aşıları demiş, vuracaklar mecbur…

İNSAN İYİLEŞTİRDİĞİ İÇİN TUTUKLANAN SAMOALI

Derdest edilip hapse atılmadan önce 22 kişiye yardım ediyor, 22’si de hızla sağlığına kavuşuyor.

Edwin Tamasese.. Suçu, sağlık endüstrisinin ihmal, kusur ve beceriksizliğini ister istemez gözler önüne sermek.

Sosyal medya hesabı kapatılmış, deliller karartılmaya çalışılmışsa da, önceden elde edilmiş ekran görüntüleri ile hikaye gayet net anlaşılabiliyor.

Hawai ve ABD’den duyarlı vatandaşların gönderdiği vitaminler. Aynı anda medya’da Pharma trolleri tarafından ise bu alkışlanası durum, “katil aşı-karşıtları”nın çocukların hayatını tehlikeye atması şeklinde yansıtılıyor. Bu nefret söylemi içeren ve açıkça yanlış paylaşımlara ise sansür yok, açık destek var!

İşte Edwin’in uyguladığı “tehlikeli” “alternatif terapiler” ile belki de ölümden döndürdüğü çocuklar.

Sosyal medyadan çağrı ile civar ülkelerden yardım isteyen Edwin, devletin ayağına gelmiş olmasına rağmen insanlara vermediği A vitamini ve enfeksiyonlarda sayısız faydası tıp literatüründe belgeli basit C vitaminini insanlara ÜCRETSİZ dağıtıyor. Yukarıda, Edwin’in tavsiyesi ile ilk zamanlar karartılmış odada tutulması gereken minik bebeğin daha sonra kendine gelip muz yerkenki fotoğraflarını sosyal medyadan paylaşan bu anne, Modern Tıp Dini’nin ölümcül 7 günahından birini işlemiş bulunuyor.

Ya hastanelerde kızamıklı çocuğuna aşı basılıp, antibiyotik ve parasetamol de verildikten sonra çocuğu fenalaşan ve hatta ölenler arasından kalkıp bu “sakıncalı” paylaşımları gören olursa. Kimi suçlarlar sonra?

Zaten 5 Aralık‘ta, dünyanın aşı polisi UNICEF’in Pasifik Adaları şefi Amerikan Sheldon Yett isimli zat, bu sosyal medyada sesi çok çıkan “aşı-karşıtları”nın susturulması gerektiğini, sansürün sosyal medya şirketlerinin kurumsal görevi olduğunu söylüyor.

Bol ölüm çıkması gereken adadan 22 kişiyi sen tut iyileştir. İstatistiklerimiz için hiç iyi değil durum. Tehlike(!) büyük hakikaten. Ya bu önlenebilir ölümlerin kendi ihmalleri hatta suçu olduğunu dünya anlarsa?

O halde, sansür!

Sansürcü Sheldon Yett.
Birkaç gündür kızamıktan yatan oğlu Edwin’in yardımlarıyla kendine geliyor. Anne müteşekkir.
“Birtek A ve C vitamini ile evde istirahat yetti iyileşmemize. Mikrop yuvası hastaneye de gitmedi, zayıf vücuduna kimyasallar da enjekte edilmedi,” diyor günahkar(!) anne.
Edwin’den yardım alan bir de genç var…
Erken fark edip hemen Edwin’in sağladığı vitaminleri kızına veren anne çocuğunun toparlandığını söylüyor. Altta Edwin’in yardım ettiği bir başka aile var.

Edwin’in bir diğer paylaşımı:

Hastalara parasetamol verilmekte olduğunu, ancak kızamık gibi bir virüs için bunun ölümcül olduğunu yazmış. Vücut virüsü öldürmek için ateş yükseltir. Ateşi keserseniz virüsün öldürülmesine de müsaade etmemiş olursunuz diyor. Enfeksiyon çığrından çıkar, sonra hastayı öldürür bunu yaparsanız diye eklemiş. A ve C vitamini verilme gerekçelerinden bahsettikten sonra can alıcı ve yetkililerin kırmızı alarma geçmesine yol açan bildirimleri geliyor:

“Aşılamadan sonraki 4 – 8 gün içinde istikrarlı bir biçimde virüsün kendini belli ettiğini görüyoruz. Virüsün SEROTİPİNİ öğrenmek için ÇOK ACİL test edilmesi gerekiyor. Bu hangi tipiyse kızamığın, derhal müdahale edilmediği taktirde AŞIRI AGRESİF biçimde ilerliyor. Bunun aşı tipi virüs olmadığından kesinkez emin olmamız lazım.”

Mesajın son cümlesi yarım kalmış, fakat burada da, “önerilen 2 doz kızamık aşısını da olmuş kişilerde kızamık görüldüğüne dair belgelere sahip olduğu”nu söylüyor Edwin.

Artık kesinlikle tehlikeli sularda yüzüyor. Biz ne güzel bütün medya ordusunu mobilize etmişiz, “aşı-karşıtı” şeytanlaştırıyoruz burada, acilen geçirilecek yasalarımız var 2020’ye kadar, ölümü bol sağlam bir salgına ihtiyacımız var, sen kalk foyamızı açığa çıkarmaya çalış…

Ve Edwin’in tutuklanmadan önceki son paylaşımı:

Telefonu elinden alınmadan önce C ve A vitaminlerinin nasıl alınması gerektiğini paylaşıyor Edwin ve son sözleri şunlar oluyor:

“Çocuklarımızı kurtarın. Kimse ölmemeliydi. Kendi elimizle kendi insanımıza karşı işlediğimiz en büyük suçtur bu. Tanrı Samoa’yı esirgesin. Lütfen bu deliliği durdurun.”

Ve Edwin tutuklanıyor.

Bu insan iyileştiren azılı “aşı-karşıtı”, “pek bir öcü”, “tehlikeli suçlu” hapse atılıp alan temizlendikten sonra, sahneye artık son noktayı koymak ve ülke yönetimine halen daha kimlerle dans ettiklerini anlamadılarsa son bir mesaj iletmek üzere, Dr. Andrew Wakefield’ın kariyerini başlattığı cadı avıyla yakan, kriminal suçlu (İngiltere’nin, göstermiş olduğu bu üstün başarıdan dolayı iki ayrı basın ödülü verdiği) Brian Deer alıyor.

Murdoch Medyası’nın MMR Tetikçisi “Gazeteci” Brian Deer, basın toplantısından sonra Samoa başbakanı ile el sıkışırken

Özellikle Avustralya’da medya hakimiyeti büyük olan Murdoch‘un TV kanalları ve gazeteleri, Samoa’da yaşanan gelişmelerin suçunu aşı dışında her şey, en iyisi “aşı-karşıtları”na atmaya ant içmiş olduklarından sahneye “ağır silah”lar çıkıyor. Murdoch’un İngiliz Times gazetesinde kiralık itibar katilliği yapan ve Dr. Andrew Wakefield’ın haksız şekilde meslekten men edilmesi ile sona erecek sürecin mimarı “gazeteci” Brian Deer, gelişmeleri koklamak ve yine buradan da bir “büyük haber” çıkarmak üzere av köpeği olarak Samoa adasına intikal ettirilmekte gecikmiyor. Globalistlerin MMR’ı aklama ve savunmadan sorumlu maşası Deer, burada da Samoa Başbakanı ile sözlü tartışmaya giriyor ve aşılamaya herhangi bir şekilde ara verilmesini eleştirerek devletin halktan özür dilemesi gerektiğini ifade ediyor. 20 senedir ülkenin idaresini elinde bulunduran başbakan, çakalların sahneye çıkmasıyla başına gelecekleri anlamış olacak ki, o da suçu tabii ki “aşı-karşıtları”na atarak paçayı kurtarmaya çalışıyor.

Minvalde Dünya Bankası’ndan ülkede yaşanacak kıyım için “kan parası” olarak bağışlanan on milyonlarca dolar da, yolsuzluklarıyla ünlü başbakanın “ikna edilmesi”ni kolaylaştırıyor.

Yeri gelmişken Samoa’nın başbakanını da tanıyalım:

İnsan Haklarını Koruma Partisi başkanı ve Başbakan Usuga Tuilaepa Sailele Malielegaoi 20 yıldır yönetimde, 8 çocuğu var ve Katolik.

Ülkedeki çok sayıda bakanlığı bizzat kendisi yürüten başbakanın aile fertleri de kabinede yer alıyor. Anlaşılacağı üzere şov tek kişilik ve Samoalılar kendi torunu aşıdan dolayı otizm geliştirmiş başbakanlarının bu sene neredeyse silah zoruyla istemedikleri ve güvenmedikleri bir aşıyı çocuklarına ve kendilerine zorla uygulatmasına oldukça kızgın.

KAYNAK

Ancak artık şikayet etmek için çok geç. Ülke DSÖ, CDC, UNICEF, hayırsever Avrupalı medikal ekipler ve Deer gibi medya çakallarının işgali altında ve kan parası çoktan ödendi.

Baştan beri ölecek çocuklar kimsenin umru değildi, şov başarıyla sergilendi, kanun geçti.

Sistem yanlısı büyükbaşlar, eleştirel seslerden iyiden iyiye temizlenmiş sosyal medya ortamlarında, “Samoa’da yaşananlardan bütün dünya ders olmalı” diyorsa, aynı kanunlar er ya da geç kapımızda demektir.

Kapanışa geçmeden önce Samoa hükümetinin yayımladığı şu içleracısı tabloyu verelim. İşte yarım yüzyıldır aşıyla sağlanılmaya çalışılan kör-topal bağışıklığın sonuçları. Tarihte görülmemiş şekilde, maternal anitkorlar aşıyla elimine edilmiş olduğundan dolayı bebeklik çağına inmiş kızamık enfeksiyonları, yanında ergenler ve erişkinler… Eskinin çocukluk çağı hastalığı artık tanınmaz halde ve tehlikeli… Kimlere teşekkür etmemiz gerektiğini biliyoruz…

Ve son olarak, çocuklarının dakikalar içinde aşıdan ölümüne şahit olan iki Samoalı aileyle hemen geçtiğimiz hafta yapılmış bir röportajı veriyoruz. Devlete tazminat davası açacağını öğrendiğimiz ailelerden ilki 7 yıl uğraştan sonra sahip oldukları bebeklerini 1. yaşında aşıyla kaybediyor, ikinci ailede de anne, ilk bebeğin hastanede ölümüne şahit olduktan sonra hemşireye aşıyı istemediğini belirtiyor, hemşire “o bebek hastaydı zaten, aşıdan değildi ölümü” diyerek anneyi ikna ediyor ve daha aşıyı vurur vurmaz nöbet geçirmeye başlayan bebek fenalaşarak ölüyor. Annenin sağ bacağı ve kolu ile sol gözüne üzüntüden felç iniyor.

Umarız bu küçücük adada yaşanan akıl almaz ihmalkarlıklar, arka planda dönen dolaplar ve işin ucunun vardığı nokta Türkiye için hakikaten de “ders olur” ve aynı tuzağa düşmez, sağlık özgürlüğüne karşı açılan savaşta evlatlarımızı ve kendimizi teknokrasinin ilan etmeye hazırlandığı medikal sıkıyönetimin zehirli oklarından (bkz mecburi aşılar) koruyabiliriz.