Aşıların Karanlık Yüzü – KONTAMİNASYON

Aşıların Karanlık Yüzü – KONTAMİNASYON

Screenshot from 2013-09-04 09:42:31

İnsan Fötüsü DNA’sı ve Retrovirüs kontaminantları taşıyan aşıların [KKK, su çiçeği örneği verilmiş] kullanıma sokulduğu yıllar ile Otizm görülme sıklığında yaşanan değişimler örtüşüyor.

Bugün bilimadamı, hekim, hemşire ve toplum sağlığı eğitmenlerinin büyük çoğunluğu aşı içeriğindeki maddelerin bireysel ve sinerjetik olarak güvenlik ve etkinliğinin kanıtlanmış olduğunu düşünür. Toplum bu aşıların, hastalık virüsü(leri) dışında, üreticinin ürün bilgisine dahil etmediği başka herhangi bir istenmeyen kirleticinin karışmış olamayacağı, steril solüsyonlar olduğuna inanır. Çocuk doktoru aşıyı çocuğun kasına zerk ettiğinde halkın bunun böyle olduğuna inancı tamdır, sorgulamaz bile. Başka bir deyişle, aşıların çocuklarımız ve bizlerin güvenliği için mükemmel koşullarda üretilmiş olduğuna inanmak isteriz.

Yaptığımız araştırmada gördük ki çoğu kişi aşıların içinde gerçekte neler olduğunu bilmiyor bile; aşı etiketinde yer alan etkin ve etkin olmayan maddeler ve en önemlisi de içerikteki gizli maddelerden haberdar değiller. Zaman ayırıp konuyu araştırmış, bilimsel literatürü inceleyip gerçeği kendi keşfetmiş birine rastlama ihtimali ise daha da düşük. Oysa gerçeğe ulaşmak şaşılacak kadar kolay. Ancak karşılaşacağınız gerçek kabusunuz olacak kadar da korkunç.

Diyelim kaşarlı dana rozbif ısmarladınız, ama önünüze pişmiş yemek yerine tarifin gerçek yaşam videosu konuldu; minik süt danasının hayatının her adımını gördünüz, doğduğu andan üzerine konulmuş peynirle son haline gelene kadar… Doğal besinlerden nasıl mahrum bırakıldığını, daracık bir ahır bölmesine kapatılışını, yetersiz beslenmeden dolayı aldığı deforme hali, bedenine yüklenen ilaçları antibiyotikleri ve sefalet içinde o bölmede yaşadığı mahrumiyet hayatını izledikten sonra kesimhane görüntülerine geçse görüntü, oradan dilimlenişine ve en son da pişirilip önünüzdeki tabağa konuluşunu görseniz. O tabağa aynı iştahla bakabilir miydiniz? Hala kaşarlı rozbif yemek ister miydiniz? Neyse ki zaten hemen hiç sorgulamıyoruz, bu yediklerimiz acaba nereden geliyor, nerede ve nasıl yetiştirildi, bize ulaşmadan önce üzerine neler sıkıldı… İşte bu yüzden de şimdi burada aşılar konusunda çoğu sağlıkçının ve kanaat önderinin bile bilmediği bir şeyi yeniden kayda geçireceğiz. Aşılar yapılırken içine neler giriyor ve bu konuda sizi durup bir düşündürtmesi lazım gelen başka neler var sizden gizlenen, bunu anlatacağız. Okuduktan sonra bir kendinize sorun bakalım, hala vücudunuza aşı girmesini istiyor musunuz?

Aşıların ve gizli içeriğinin hazırlanış yöntemleri konusunda en derinlikli, dürüst, akademik seviyede ve objektif bilgiyi almak üzere de tıbbi konularda araştırmalarıyla tanınan ödüllü gazeteci Janine Roberts’a dönüyoruz. Kendisi şişenin üstünde yazmasa da içinde barındırdığı cehennemi karanlıkla ilgili tamamen farklı bir tablo çizecek bizlere. Janine Roberts’ı dünyanın gündemine ‘kanlı elmas’ vakası, Kongo’daki soykırım ve Avustralya devletinin aborijin kültürleri yok ediş hikayesini getiren kişi olarak da hatırlayacaksınız.

Roberts’ın, herhangi bir aşının onay alıp almayacağına karar veren veren merciler olan Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve federal sağlık ajanslarından üst düzey yetkililer ile aşı konusunda uzman biliminsanları arasında geçen konuşmalarla ilgili aktarımları gerçekten ürkütücü. Resmi toplantı tutanaklarına ve bizzat katıldığı aşılarla ilgili acil toplantılara dayanan araştırmaları bir kez daha bir gerçeği teyit ediyor; dünyadaki aşı ve sağlık uzmanları, aşılarda saklı bu maddelerin getireceği potansiyel ve belirsiz tehditlere karşı bir çözüm yolu olmadığı konusunda hemfikirler.(1)

Hikayemiz aşı endüstriyel kompleksinin üretim maliyetlerini azaltmak amacıyla Amerikan devletinden aşı geliştirmede ‘kanseröz hücre çizgileri’ni kullanma izni kopartmaya çalışmasıyla başlıyor. Rasyonelleri şu; kanser hücreleri ‘ölümsüz’ hücreler. Mevcut aşı metodolojisi, kültürde çarçabuk ölen fertilize edilmiş tavuk embriyoları ve maymun böbrekleri gibi hayvan hücrelerine bel bağlamış durumda. Kanseröz hücre çizgilerini kullanmak elbette aşı substratları için başta maymun olmak üzere birtakım hayvanların satın alınması sonra da öldürülmesi yöntemine göre çok daha hesaplı.

Roberts, iki ayrı toplantıdan bahsediyor; 9 Kasım 1998’de toplanan Aşı ve İlgili Biyolojik Ürünler Danışma Konseyi ve bundan bir seneden az bir zaman sonra düzenlenen Gelişen Bilimsel ve İdari Perspektif Çalıştayı. FDA (Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi), CBER (FDA’e bağlı Biyolojik Ürün Değerlendirme ve Araştırma Kurumu), Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Ulusal Enstitüsü (NIAID), DSÖ ve benzer kurumlardan üst düzey yetkililer ve uzman bilimadamları arasında bilimsel düzeyde yürütülen görüşmelerde ortaya konan delillerin hepsi, tüm aşıların tehlikeli düzeyde kontamine olduğu gerçeğini teyit ediyor.

Görüşmelerin odağı, virüs kültürleme aşamasında döllenmiş tavuk yumurtası kullanılmakta olan influenza (grip), KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) ve sarı humma aşıları oluyor. Döllenmiş tavuk yumurtası, KKK ve influenza (grip) gibi aşıların virüslerinin kültürlenmesi için ideal bir ortam aslında, ancak bir taraftan da bunlar, hayvanlar aleminde varlığı bilinen veya henüz bilinmeyen çok sayıda virüs için de canlı birer inkübatör görevi görüyor. Bu virüsler doğal yoldan hayvandan insana geçmeyecek virüsler, ancak yine de bunlar biribirini takip eden genetik kodlar ve insan vücuduna enjekte edildiğinde, insan hücresi kodlarıyla karışabilir veya birleşebilir, bu da tahmin bile edilemeyecek sayısız istenmeyen etkiye yol açabilir. Aşı araştırmaları nereden bakılacak olursa bilimsel açıdan oldukça ilkel, çünkü insan kan dolaşımına doğal yoldan girmeyecek bir dolu yabancı madde, kimyasal ve genetik materyali enjekte ediyorsunuz. Denkleme aşılarla vücuda sokulan muazzam miktarda ‘bilinen/bilinmeyen’ genetik materyal ile yabancı proteini de ekleyip, sonra Amerikan popülasyonunda hızla yükselişe geçen salgınları;

– çocuklarda görülen yetişkin tipi diyabet,
– çok sayıda ve çeşitte enflamatuvar ve immün yetmezliği rahatsızlıkarı,
– astım ve yeni alerjiler,
– ağır mide-barsak rahatsızlıkları (örn. Sızıntılı bağırsak sendromu ve Crohn hastalığı),
– kronik yorgunluk sendromu
– ve çok sayıda farklı nörolojik bozukluk (örn. Otizm, ADD ve ADHD, Parkinson’s, Alzheimer’s vb.)

düşündüğümüzde, şöyle bir durup bunun nedenleri hakkında yeniden bir değerlendirme yapmamız gerekir. Ancak bunu yaparken, olaya aşı endüstrisine özgü genetik materyalizmin determinist ve indirgeyici bakış açısıyla yaklaşıp, doğumdan hemen kısa bir süre sonra başlayıp ta yaşlılık dönemimize kadar vücudumuzu aşılardaki adjuvan ve koruyucular, harici genetik materyal ile patojenik organizmalar ve yabancı genetik fragmanlarla tuttuğumuz bombardımanı hesaba katmamazlık etmemeliyiz.

Son haline getirilmiş aşı solüsyonlarında ‘ters transkriptaz enzimi’ (enzyme reverse transcriptase (RT)) bulunduğu öteden beri bilinir. RT de retrovirüs mevcudiyetini gösterir. Ancak bu toplantıda Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), bu türden genetik kontaminasyonla ilgili, ki bu durumda sözkonusu olan KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısındaki kontaminasyondur, kamuoyuna bilgilendirme yapılmaması ve aşının piyasadan çekilmemesi, ancak bir yandan da aşı üzerinde farklı laboratuvarlarda güvenlik çalışmalarının sürdürülmesi kararını veriyor.

Roberts, FDA’den Dr. Arifa Kahn’ın konuyla ilgili açıklamasını aktarıyor:

Khan, aşıdaki RT aktivitesinin iki ayrı viral suştan-Avian Leukosis Virus (ALV) [Kanatlı/Kuş Lökozu Virüsü] ve Equine Arteritis Virus (EAV) [At Arterit Virüsü]- retrovirüs partikülleri ile ilişkili olduğunu söylüyor. Bunlardan ilki özellikle can sıkıcı, zira ALV bir lösemi kanseridir. Dr. Kan şöyle diyor: “Bu virüsün [ALV], insan hücresini enfekte etmesi teorik olarak mümkün.” Yani özetle burada denilmeye çalışılan, ALV genetik kodu insan DNA’sına entegre olabilir ve bir tür kansere yol açabilir.

FDA’in bu ALV RT aktivitesinin güvenli olduğuna dair verdiği güvence ise, laboratuvar ortamında “tam 48 saat boyunca” herhangi bir viral-insan DNA’sı birleşme aktivitesi gözlemlenmemiş olmasına dayanıyor. Böylesine saçmasapan bir güvence bilimin mantığına da aykırı, zira kanser oluşumu seneler alabiliyor!

Ek bilgi notu olarak şunu da verelim; ters transkriptaz aktivitesi HIV/AIDS hipotezinin önemli bileşenlerindendir. Kanadalı Aşı Riskleri Farkındalık Platformu tarafından yayınlanan “Influenza (grip) Aşısının Güvenlik ve Etkinliğine Dair Ciddi Sorular” başlıklı bir makalede, bazı bilimsel çalışmalar ve hatta bazı aşı prospektüslerinde “aşıların HIV viral replikasyonunu arttırdığının yazdığı” belirtilmekte.(2) Bu da tüm aşıların bağışıklık sistemi üzerinde güçlü bir baskılayıcı etkisi olduğunu gösterir. Stres altında bu virüsler hiperaktif düzeye geçiyor ve replikasyon kabiliyetleri de artıyor.

FDA yetkilisinin bahsettiği bir diğer risk de ALV sekansının kızamık virüsü ile birleşerek ortaya yepyeni bir mutant ve tehlikeli virüs çıkarma olasılığı. (Bu olasılık aynı derecede H1N1 domuz gribi ve diğer grip aşıları için de geçerli). Burada şunu da ekleyelim, İngiltere’nin Toplumda Bilim Enstitüsü çalışanlarından dünyaca ünlü genetikçi Dr. Mae-Wan Ho, kaleme aldığı bir makalede “Aşılar bizzat kendileri tehlikeli olabilmekte, özellikle de canlı, attenüe (zayıflatılmış) viral aşılar veyahut da yeni rekombinant nükleik asit aşıları, rekombinasyon yoluyla virülan virüsler oluşturma potansiyelleri var ve rekombinant nükleik asitler de otoimmün hastalıklara yol açabilir.” diyor.(3)

Toplantıda, o dönem Viral Ürünler Departmanı’ndaki DNA Virüsü Laboratuvarının başındaki Dr. Andrew Lewis’ten şu açıklama geliyor: “Yumurta bazlı tüm aşılar kontamine haldedir…. Bu döllenmiş tavuk yumurtalarında çok çeşitli virüsler barınabilmektedir.” Katılımcılar ayrıca bu kontaminantların yalnızca çok küçük bir bölümünün şimdiye kadar belirlenebilmiş olduğunu ve büyük ihtimalle daha keşfedilecek yüzlercesinin olduğunu öğreniyorlar.

Roberts, 2001 tarihli bir CDC raporunda KKK aşısı olmuş 100 hasta üzerinde ALV ve EAV retrovirüslerinin araştırıldığı çalışmalara rastlıyor. Bu çalışmalarda, “test edilen farklı üreticilere ait tüm kızamık aşısı partilerinde istenmeyen RT aktivitesi” bulunuyor. Çalışmanın sonuç bölümünde ise “bu oluşumlar sporadik halde değildir ve aşılanmış kişilerin hepsi aynı şekilde bu [tavuk] retroviral partiküllerine maruz kalmış olabilir.” deniyor. Bir başka toplantının Ulusal Sağlık Enstitüsü’ne ait transkriptinde ise, Dünya Sağlık Örgütü’nden Dr. Conroy’un tüm döllenmiş tavuk yumurtalarında EAV virüsleri bulunduğuna yönelik açıklaması yer alıyor. Influenza, KKK ve sarı humma aşılarının yapımında kullanılan bilimsel protokolde belli ki çok fazla bir değişiklik yok. Global pazara yönelik hazırlanan kas içine zerk edilecek H1N1 aşıları da döllenmiş tavuk embriyolarında kültürlenmiştir. Buna CSL, Medimmune, Novartis, Sanofi-Pasteur ve GlaxoSmithKlines’ın onay almış her aşısı dahildir.

FDA’in Bilimsel ve İdari Perspektif Çalıştayı, “Batı’nın en büyük toplum sağlığı kuruluşlarının temsilcileri”nin katılımıyla 7 Eylül 1999’da, Washington’da geç saatlerde toplanıyor. Aşağıdaki bölümde Janine Roberts’ın pahabiçilmez kitabı “Fear of the Invisible”da yer verildiği şekliyle, bu toplantının ana konu başlıkları ve yapılan açıklamalardan bir özet bulacaksınız:

– Bu toplantılarda aşıların “viral ve DNA genetik kodu fragmanları, pekçok virüs ve proteinle yoğun şekilde kontamine olduğu” yeniden teyit ediliyor. Katılımcılar bu kontaminantlar arasında ‘prion’ denilen hayvanlarda ve insanlarda tedavisi mümkün olmayan amansız hastalıklara ve nörolojik rahatsızlıklara yol açan çok küçük proteinler ve normal hücreleri kanserli hücreye dönüştüren bir çeşit gen olan onkojenlerin de olabileceğinden duydukları endişeyi dile getiriyor. Katılımcılardan Dr. Goldberg şöyle diyor: “Henüz keşfedilmemiş sayısız virüs, protein ve benzer partikül var. Mikrop dünyasının henüz yalnızca çok küçük bir bölümünden haberdarız ve tabii [aşılarda da] ancak tespit edebildiğimiz bu az sayıdaki mikrobun bulunup bulunmadığını kontrol edebiliyoruz. Yani, aşı kültürlerinde daha bilmediğimiz pekçok partikül olabilir.”

– FDA’den Dr. Andrew Lewis, adenovirüs-SV40 hibrid virüsleri kullanılmak suretiyle bir adenovirüs [İnsanda solunum yolları, göz ve boğaz enfeksiyonlarına sebep olan bir DNA virüsleri grubu] aşısı geliştirilmeye çalışılırken ortaya yepyeni bir maymun-insan mutant virüsün çıkarıldığını söylüyor. Dr Lewis ayrıca çocuk aşılarında bulunan ‘yabancı hücre DNA’ları arasında kanser yapma özelliğine sahip “viral onkojenler” bulunabileceği yönündeki endişesini dile getiriyor.

Bilimadamları aralarında tartışırken şöyle bir soru ortaya çıkıyor; acaba attenüe (zayıflatılmış) aşı suşları olur da AIDS’le sonuçlanacak kadar hızlı replike olan varyant bir virüse dönüşebilir mi? Bu sorunun yanıtını bilmediklerinde hemfikir oluyorlar.

– Aşıdan sonra çocuklarda mutasyon durumuyla karşılaşılıp karşılaşılamayacağı konusunda ise cevap, “bir dizi [kirletici olarak karışmış] virüs ile doku kültüründe koenfekte olan hücrelerin çapraz gen oluşturması az rastlanan bir durum değildir.” Bunun manası şudur; kontaminant virüsler ve yaşayan hücrelerin genetik kodlarının birleşerek çapraz gen oluşturması ve laboratuvar ortamındaki kültürlerde mutasyon oluşturması “az rastlanır bir durum olmadığından”, çocukların vücudunda da aşıdan sonra bittabii ki meydana gelebilir!

– CBER Retrovirüs Araştırmaları Laboratuvarı müdürü Dr. Hana Golding ise bir başka korkutucu olasılığa dikkat çekiyor; “aşılardaki DNA fragmanı kirleticilerinin muhtemelen ölü olduğu düşünülecek olsa dahi, aktif halde kalma ve tehlike oluşturma ihtimalleri mevcut.” Yani, bu kirleticilerin kodları aşı içinde birleşerek yeni, mutant patojen suşları oluşturabilir.

– Hem Stanford hem de San Francisco’daki Kaliforniya Üniversitesi’nde çalışan virolog Dr. Leonard Hayflick, aşı yapımı için hayvan ve kuş embriyoları kullanılarak hazırlanan primer kültürler konusunda, “bu hücrelerin bir kısmı insanlar için ölümcül olan pekçok istenmeyen virüsle dolu olduğu”nu dile getiriyor. Bu durum tabii, polio (çocuk felci virüsü) aşısı gibi, yapımında bugüne kadar çok geniş ölüm ve hastalığa neden olmuş maymun böbreği hücreleri kullanımı devam etmekte olan aşılar için özellikle endişe verici bulunuyor.

– İngiltere’nin önde gelen aşı uzmanlarından, Ulusal Biyolojik Standartlar ve Teftiş Kurumu üyesi Dr. Phil Minor, bazı aşı partilerinde poliovirüsünün kendisinden çok, maymunlarda görülen SV40 virüsünün olduğunu belirtiyor. Aşılarla ilgili kapalı kapılar ardında icra edilen bilimsel çalışmalar konusunda henüz fikir sahibi olmayanlar tabii bu toplantının yapıldığı tarihte artık polio aşılarında SV40 yoktur diye düşünmüş olabilirler, ancak konuşmalara bakılacak olursa polio aşılarında o tarihte de SV40 virüsünün mevcut olduğu anlaşılıyor. Bu da aşı endüstriyel kompleksi dahilindeki aldatmacanın ve devletlerin üst düzey sağlık yetkililerinin halkın sağlığını doğrudan etkileyen bu tip konularda bilgi saklama alışkanlığının örneklerinden sadece biri.

– CBER’in aşı güvenliği izlem laboratuvarından Dr. Rebecca Sheets, devletlerin ulusal sağlık kurumlarının aşıların yapımıyla ilgili hiçbir yetki ve kontrole sahip olmadığını belirtiyor. Yani kısacası, birtakım tavsiyelerde bulunabiliyor bu kurumlar, ancak aşı endüstriyel kompleksi istediğini yapmakta serbest!

– DNA kontaminantlarını aşılardan temizlemek imkansız! Kontaminant olarak kabul edilecek DNA ağırlığına dair sınır değerler FDA tarafından ta 1986’da belirlenmiş olmasına rağmen, aşı üreticileri hiçbir zaman bu değerleri yakalayamamışlardır bile. CDC kanseröz hücre çizgilerinde kontaminasyon olmaması için tavsiye edilen ağırlık değerlerini aşağı çekerken, sonrasında kalkıp diğer DNA kontaminasyonları için kabul edilebilir alt değerleri tam 100 kat yukarı çekmiştir. Tabii bu sınır değerler yalnızca bir “tavsiye” olduğundan FDA bunları üreticilere şart koşamıyor. Üretici firmalar sadece istediğinde aşılardaki kirleticileri azaltmak için bilimsel olarak önlem alma özgürlüğüne halen sahip.

– Sınır olarak belirlenen 10 nanogramlık kontaminasyon seviyesinin sadece vurulacak tek bir aşı için geçerli olduğu da unutulmamalı. Bugün çocuklara okul çağına gelene kadar çok sayıda aşı vuruluyor ve bunların her biri de o spesifik aşının üretiminde kullanılan özel hücre substratından kaynaklı benzersiz yapıda DNA ve viral kirleticiler ile yüklü. İşte bu toksik genetik çorba dolaşıp duruyor aşılı bir insanın vücudunda.

– Toplantıdaki bir resmi sağlık yetkilisi şöyle diyor: “Su çiçeği aşısına ruhsat veren komisyonun başkanıydım ve o dönemde bu DNA kalıntısı konusunu ele almıştık. Aşıyı olanlarda içindeki DNA’ya bağlı olarak herhangi bir otoimmün tepki oluşup oluşmadığına baktık….. Aslında biz bakmadık, firmaya bakmasını söyledik ve onlar da bakıp yok dediler.” Ancak elbette zorunlu olmadığı halde aşı firması gerçekten de böyle bir çalışma yapmışsa bu tip sözlü güvencelerin bir geçerliliği olabilir. Burada yetkilinin asıl söylediği şey şu, sağlık yetkililerinin elinde böyle bir çalışmanın hakikaten yapıldığını kanıtlayacak herhangi bir belge filan yok!

– Aşılardaki DNA kontaminasyonu kanser veya otoimmün hastalığa yol açar mı? Katılımcılardan biri bu soruya şu yanıtı veriyor: “bu aşıların hemen hepsinin doğrudan doku içine zerk edildiğini düşünecek olursanız….bana kalırsa DNA’nın insan hücrelerine ekspresyonu için şimdiki uygulamada olduğu gibi bunu tutup doğrudan kas içine enjekte etmekten daha iyi bir yöntem olamaz.”

– Yine, CBER’den Dr. Rebecca Sheets’in bir yorumu: “Amerika’dan ruhsat almış aşıların büyük çoğunluğunun içinde DNA kalıntısı olup olmadığına bakılmadığını düşünüyorum.”

– Toplantıda daha da ürkütücü bir soru soruluyor; acaba aşılarda hiç ‘foamy virüs’e rastlandı mı? Foamy virüs (İnsan foamy virüsü (HFV) ve daha yaygın formu olan maymun foamy virüsü (SFV)) bulaşıcı değil, ancak ölümcül bir kanserojen. Toplantıdakilerin bildiği kadarıyla, o güne kadar aşı preparatlarında bu virüsün olup olmadığına bakan tek bir laboratuvar bile olmadığı ortaya çıkıyor.

– Toplantıda, “birçok durumda neoplastik [tümör yapıcı] özellikte olduğu” belirtilen bir hücrenin Amerika, Tayland, Belçika ve Fransa’da hem iğne hem de oral polio aşısı üretiminde kullanılmak üzere ruhsatlandırıldığı teyit ediliyor. Yani bu aşıların kansere sebebiyet veren onkojenler ihtiva etme riski hayli yüksek. 

Aşılardaki kontaminasyon sorununun büyüklüğünü belki şu şekilde daha iyi kavrayabiliriz; aşı filtreleme prosesi esnasında, aşının hedeflediği hastalığa ait virüsün aşıda kalabilmesi için geçebilmesi gerekiyor filtreden. Bu esnada, aşı virüsünden daha küçük boyuttaki diğer partikül ve patojenler, örneğin üretim aşamasında kullanılan diğer organizmalara (ve patojenlere) ait DNA ve RNA fragmanlarıhücre substratları ve viral proteinler de (filtreden geçerek) aşıda kalmış oluyor.

Yukarıda bahsedilen toplantıdan çıkaracağımız sonuç belki de en iyi yine bir katılımcıdan, Dr. Minor’dan gelen şu açıklamayla özetlenebilir: “Yani anlaşılıyor ki bugün bile, üretilen aşıların büyük bölümünün, adventif ajan açısından ele alınacak olursa ayrıştırılmamış, oldukça kaba ve ham malzemeden yapıldığını akılda tutmak durumundayız. Bu ehemmiyeti olmayan bir konu değildir. Hatta, bugünlerde aşıların nelerden yapıldığını düşünecek olursak, bunların bazı açılardan oldukça ilkel kaldıklarını da söyleyebiliriz.”  Kitabın yazarı Janine Roberts araştırmalarını şu şikeişlde ustalıkla özetliyor:

“Çocuklarımıza vurdurduğumuz bu aşılar, çoğunluğu tavuk, maymun gibi kaynaklardan gelen insan-dışı hücreler ve hatta kanser hücrelerinden oluşan, bir dolu ne idüğü belirsiz partükülle dolu sıvılar. İşin gerçeği ne ne yaptığımızı ne de bunların uzun dönemde doğuracağı sonuçları biliyoruz. Kesin olarak bilenen tek şey, aşıların, devletin bizlere çocuklarımızın güvenliğine gerçekten de ne kadar önem vermekte olduklarını gösterme yolu olarak kullandığı son derece ucuz ilaçlar olduğu.”

Aşı bilimi ve güvenliği ile meşgul bilimadamı ve yetkililerin bu tip toplantılardaki söylemlerinden, aşıların özellikle de dünya genelinde tüm çocuk popülasyonuna vurulduğu düşünülürse, büyük çapta hücresel tahribata yol açma kapasitesine sahip genetik bir deney olduğu anlaşılıyor ve aşı bilimi ile ilgili cevapsız pekçok soru var hala.

Hayran olunup saygı duyulması gereken bir şey varsa o da doğanın bize bahşettiği bağışıklık sistemi ve onun bu aşı karışımlarına karşı kendini koruma kabiliyeti olmalı. Devletin sağlık yetkilileri, aşı endüstirisi ve bunlara inananların dillerine pelesenk ettiği gibi aşılar bilimin mucizesi filan değildir. Esas mucize vücudumuzun bu aşıların amansız saldırısından kendini koruyabiliyor oluşudur. Kaldı ki, bugünlerde tüm yaş gruplarında birden patlak veren birtakım hastalıklar ve enflamatuvar sorunlara bakıldığında bu mucizenin de sonuna yaklaşıyoruz gibi gözüküyor.

İster yabanda doğal bir habitat ister gezegenin yaşam desteği olan iklim sistemi veyahut da vücudumuzun bağışıklık sistemi olsun, tüm yaşam sistemleri er geç bardağın taştığı son damla aşamasına gelir. Bugün, toplumun büyük çoğunluğu hala aşıların işe yaradığı ve güvenli olduğu kandırmacasına inanıyorken, aşı endüstriyel kompleksi de inanılmaz karlı bir iş olma özelliğini sürdürmekte. Halihazırda resmi olarak 18 aya kadar tam 36 aşılama öngörülen çocuklar başta olmak üzere, bu aşırı aşı yüklemesine maruz kalan halka gün geçmiyor ki bir başka hastalık veya enfeksiyon için yeni bir aşı daha önerilmesin; örneğin Chlamydiaherpes simpex tip 2Batı Nil virüsüEpstein-Barr virüsü ve diğerleri… Ülkelerin ulusal aşı programlarına bu tip yeni genetik zehirler de eklendikçe, çok geçmeden bardak taşma noktasına gelebilir ve çok daha ciddi bir pandemiyle, aşılanmış her bir insanın genetik predispoziyonu ve bağışıklık sisteminin gücüne göre değişecek sayısız çeşitte hastalık olarak kendini gösterecek ‘Aşı Hastalığı’ salgınıyla karşı karşıya kalabiliriz. Böyle bir salgın ise, günümüzün bu “gelişmiş ve hijyenik” toplumununun H1N1 domuz gribi de dahil olmak üzere bugüne kadar karşılaştığı her nevi doğal enfeksiyöz patojenin oluşturduğu tehditten çok daha ağır sonuçlara sahip olacaktır.

 

Ed-Not: Bu yazı Richard Gale ve Dr. Gary Null tarafından kaleme alınmıştır.

NOTLAR

(1) Burada verilen alıntı ve olaylar, Janine Roberts’ın Fear of the Invisible: How Scared Should We Be of Viruses and Vaccines, HIV and AIDS Impact Investigative Media Productions: Bristol UK, 2009 kitabından ve kendisiyle Gary Null tarafından 19 Ağustos 2009 tarihinde The Progressive Radio Network ‘te yapılan bir radyo söyleşisinden alınmıştır.

(2) “Serious Questions Regarding the Safety and Efficacy of the Influenza Vaccine” Vaccine Risk Awareness Network.  http://vran.org/about-vaccines/specific-vaccines/influenza-vaccine-flu-shot/influenza-nursing-home-deaths/

(3) Ho, Mae-Wan, Cummins, Joe. “The vaccines are far more deadly than the swine flu”. Global Research. August 21, 2009.  http://www.google.com/search?hl=en&source=hp&q=mae+wan+ho+global+research&aq=o&oq=&aqi=g10

 

THE GREATER GOOD – VİDEO ÖZETİ

THE GREATER GOOD – VİDEO ÖZETİ

The Greater Good videosunun tanıtım filmini buradan görebilirsiniz. Burada yazılanları okuduğunuzda, Türkiye’de de aynı denetim, baskı, ikna ve korkutma mekanizmalarının devreye sokulduğunu, sağlık çalışanlarının birebir Amerikan otoritelerinin ağzıyla tez ve antitezleri anne-babalara sıraladığını, Türkiye’deki aşı bilim/danışma kurulunda da tıpkı Amerika ve dünyanın geri kalan ülkelerinde olduğu gibi ilaç firması temsilcilerinin yer aldığını, televizyon programları ile düzenli olarak devlet tarafından aşı için halkla ilişkiler programları yürütüldüğünü ve diğer çarpıcı benzerlikleri görebilirsiniz.

Amerika ve İngiltere başta olmak üzere tüm dünyada onyıllardır aşıların zararlarına en ağır şekilde uyanmış ailelerin başkaldırısı ve haklı isyanı, bu konuda hak mücadelesi sürerken, bizler Türkiye’de malesef Amerika’yı yeniden keşfetme yolunda sorgusuz sualsiz ilerliyoruz. Nörolojik bozukluklarla ömür boyu sakat bırakılmış, kronik hastalıklarla yüklü bir nesil yavaş yavaş Türkiye’de de kendini göstermeye başladı. Ancak korkarım, iş işten geçmeden; otizm, astım, diyabet ve otoimmün hastalıkların oranı artık medikal çevrenin saklayamayacağı ve inkar edemiyeceği seviyeye yükselmeden, Türk kamuoyu Amerika’dan ithal çarpıtılmış veriler ve propaganda unsurlarıyla geleceğini, çocuklarını sakatlamayı sürdürecek gibi gözüküyor.

 

AŞI GÜVENLİĞİ

 

Resmi Söylem (CDC-FDA-İlaç Firmaları):

Dr. Paul Offit [rotavirüsü aşısı patenti sahibi; Merck İlaç şirketi ve devletin Aşı Danışma Kurulu’na danışmanlık geçmişi var]

-Aşılar hayat kurtarır.

-Aşılar güvenlidir ve hastalıktan korurlar; aşıların ciddi bir probleme yol açtığı son derece ender görülmüştür, yan etkileri hemen hemen hiç yoktur.

-Çocuk felci ve çiçek gibi hastalıkların aşılar sayesinde kökü kurutulmuştur.

-Aşılar kendi başarılarının kurbanı olmuştur; ortadan kaldırdıkları hastalıkları artık yaşamıyoruz diye insanlar aşıların rolünü hafife almaktadır.

-Aşıyı üretene,sisteme ve hekime insanlar bu yüzyılda eskisi gibi saygı göstermiyorlar. İşin uzmanı biziz, onların iyiliği için araştırıyoruz geliştiriyoruz, bize güvenin biz bu işin uzmanıyız diyoruz, dinlemiyorlar.

-Anne-babalar ortaya koyulan verileri duygusallığa kapılmadan değerlendirip doğru kararı verebilecek kapasitede mi peki? Hayır, çoğu anne-baba için denilebilir ki konuyla ilgili gerekli bilgi birikimleri (uzmanlıkları) yok.

-[Dr. Bob Sears ve diğer doktorların alternatif aşı takvimi sunmasına karşılık] Bu kadar yanlış ve temelsiz bir uygulama daha olamaz. Aşıları geciktirmek veya aralarını açmak diye bir şey sözkonusu olamaz, bunu yapanlar çocuklarının sağlığını riske atıyorlar.

-Çıkar çatışması (conflict of interest) mevzusu canımızı yakıyor, ancak insanların anlamadığı şey, aşıyla ilgili kararları alanlar da insan, biz de insanız ve kendi çocuklarımıza da aynı aşıları yapıyoruz. Üstelik de işin içinde olanlar olarak bile bile çocuklara zarar verir miyiz?

CDC (American Centres for Disease Control/Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi):  

-Her çocuk için en iyi seçim aşıdır.

-Bulaşıcı hastalıkları aşıyla yendik.

-Toplumun genelinin sağlığı düşünülmeli, sisteme güvenilmelidir.


Resmi Söylemi Eleştiren Doktor, Biliminsanları ve Aileler:

Lawrence Palewski (pediyatrist/çocuk doktoru):

-Tıp fakültesinde bize öğretilen aşıların güvenli ve etkili olduğudur. Aşı ile bağışıklığın temeli antikor teorisine dayanır ve hastalıktan korunmanın tek yolunun aşılar olduğu okutulur.

-Aşıların güvenli olduğu, bir varsayım olmanın ötesinde tıp camiasında neredeyse bir kanundur.

-Aşı güvenliği konusu siyah-beyaz netliğinde bir mevzu değildir, arada pekçok griler de vardır.

-Aşıların güvenliği bugün çok daha fazla insan tarafından sorgulanmaktadır ve çok daha haklıdırlar sorgulamakta, çünkü aşıların gerçekten güvenli olduğunu iddia edebilmek için gerekli bilimsel kanıttan tıp camiası yoksundur.

 

Dr Palewski’nin aşı güvenliği ile ilgili ilk şüphelerinin ortaya çıkmasını sağlayan gelişme, Hepatit B aşısının risk taşımasalar dahi tüm bebeklere doğar doğmaz verilmesini öngören aşı programı değişikliği oluyor. The New York Times gazetesinin konuyla ilgili başlığıı: “[Sarılık kapmış] yetişkinleri aşılayamıyorsak, biz de bebekleri aşılarız”  

-Tıp fakültelerinde bizlere salgın hastalıkların aşılanmayla ortadan kaldırıldığı öğretiliyor, ancak hastalıkların azalmasında aşılar tek aktör değil [sanitasyon ve hijyen kural/uygulama/ yasalarından bahsediyor].

-[Bir tıp kongresinde, Pediatrics adlı tıp dergisinde yayımlanmış makalede verilen tarihi bulaşıcı hastalık vaka/ölüm oranlarından çıkarılan sonuç:] “Sonuç olarak, yüzyılın ilk yarısında görülen ölüm oranlarındaki muazzam düşüşten tek başına ‘aşılar’ mesul değildir.”

-Bu çalışma aşılar işe yaramaz demiyor, sadece hastalıkların yenilmesinde bize öğretilenden çok daha fazla faktörün rol oynamış olduğunu söylüyor.

-Tıp hekimleri olarak bizler insan hayatı kurtarmaya kendini adamış insanlarız. Ancak maalesef, pediatristler çoğu kez, aşıya bağlı bir reaksiyon geliştiğinde bunu tanımayacaktır, çünkü okulda bunları öğrenmezler; eğitimlerinin bir parçası değildir.

-Aşılarla ilgili araştırma çalışmalarının büyük çoğunluğu aşı üreticileri tarafında finanse ediliyor. Yani aşıları onaylayacak olanlar, ilaç firmalarının sözüne güvenerek karar vermiş oluyor.

 

Dr. Bob Sears [pediatrist, The Vaccine Book kitabının yazarı]:

-Pekçok doktor ebeveynleri aşıların %100 güvenli olduğuna, endişelenecek hiçbir şey olmadığına ve sisteme güvenmeleri gerektiğine ikna etmeye çalışıyor.

-FDA’in (Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi) insan yavrularına vurulacak aşıların içeriğini tek tek güvenlik açısından test etmiş olmasını beklersiniz. Ancak bu maddeler üzerinde, aşılardaki miktarları göz önüne alınarak güvenli mi değil mi diye hiçbir bilimsel araştırma yapılmamıştır.

-Örneğin aşılarda adjuvan (uzun süreli antikor oluşumu sağlamak için kullanılan yardımcı madde) olarak kullanılan alüminyumun insanlarda güvenle kullanılıp kullanılamayacağını bilmiyoruz; bilimde her şey sorgulanabilir!

-15 sene önce kendi çocuklarım için aşıları araştırmaya başladım. O zamanlar aşı güvenliği ile ilgii bilgiye ulaşmakta ve hastalarımın yönelttiği soruları cevaplamakta zorlanıyordum.

-Medikal sistemin beklediği hastaların soru sormadan kendisine önerilen yöntemi kabul etmesi, ancak artık devir değişti, hastalar sorularına cevap istiyorlar.

-Hertür tıbbi müdahalede olduğu gibi aşılarda da herzaman muhtemel reaksiyon riski bulunur.

-Ben aşılanmayı daha güvenli hale getirecek bir yol sunuyorum hastalarıma; aşıya başlama yaşını geciktirmek ve iki aşı arasını mümkün olduğunca açmak.

-Bu kitabı yazmamam için pekçok arkadaşım uyardı, seni aşı karşıtı ilan ederler dedi. Ancak kitabım aşı karşıtı filan değil, tam tersine oldukça aşı yanlısı bir kitap. Bugün kendilerine bir alternatif sunulmadığı için, ya aşıları yaptırırsın ya da çocuğuna bakmayız dendiği için hiç aşılatmayan aile çok. Ben bu ailelere alternatif sunuyorum ve aşıları güvenle yaptırmalarını sağlıyorum.

-ACIP [Aşı Programı Danışma Kurulu] adlı hangi aşının takvime alınacağına karar veren bu komitede, ilaç firmalarıyla doğrudan finansal bağı olan doktorlar var. Yani bu doktorlar onay verecekleri aşılardan kişisel maddi çıkar elde ediyor.

 Dr. Diane Harper [MPH, MS – Gardasil (HPV/Genital Siğil/Rahim Ağzı Kanseri aşısı) Klinik deneyleri Baş Araştırmacısı]:

– Genel popülasyona milyonlarca doz Gardasil verildiğinde [yan etkilerinin] ne olacağını bilmiyoruz.

Dr. Shaw:

Alüminyum gıdalardan alındığında ve vücuda zerk edildiğinde oluşacak farkları fareler üzerinde deneyerek araştırıyor.

-Yiyecek olarak alınan alüminyum sindirim sistemi vasıtasıyla vücuttan kısa sürede atılıyor.

-Alüminyum farelere enjekte edildiğinde ise davranış bozuklukları, motor (hareket) ve bilişsel  fonksiyonlarda bozulma yaşanıyor.

-Dr. Shaw, alüminyumun etkilerinin hemen bugün değil ama 15-20 yıl gibi uzun vadede Parkinson ve Alzheimer’s oluşum mekanizmasına katkı sağladığını düşünüyor.

-Bilim camiasından bu çalışmaya büyük tepki beklerken tamamen sessizlikle karşılaşılmasını ise ilaç firmalarının konuya dikkat çekmeme taktiği olarak görüyor. Çalışmayı ne kınıyorlar ne hatalıdır diyorlar ne de kendileri aksini ortaya koyacak yeni bir çalışma yapıyorlar, sadece bu çalışma ve bulguları görmezden geliniyor.

Kızını aşı sonrası yitiren psikiyatrist anne:

[8 ve 3 yaşlarında aşılanmış iki oğlu ve aşılardan sonra kaybettiği bir kızı var. Büyük oğlunda öğrenme bozukluğu, küçüğünde de ciddi konuşma geriliği var. İkisinde de aşıları takiben 4 hafta içinde saatle kurulmuş gibi daha önce sağlıklı olan çocukların burunda akıntı, astım, alerjiler, kulak enfeksiyonu, solunum yolları enfeksiyonu vb. nedenlerle doktor ziyaretleri başlıyor. Kanunen anne-babaya verilmesi zorunlu olan Aşı Bilgilendirme Formu’nun hiçbir çocuğunda kendisine verilmediğini ve ailenin tıbbi öyküsünün alınmadığını söylüyor. Kızı 2. ay aşılarını olduktan sonra 1 hafta içinde değişiyor, huzursuzlaşıyor, yemek istemiyor ve ağlamalar artıyor. Bir ara nefesi duruyor ve ambulans geliyor, fakat sorun kendiliğinden geçtiğinden hastane yatışı veya tetkik olmuyor. 1-2 hafta sonra diğer rutin aşılarını oluyor ve ardından ölüyor.]

-Bir kızım oldu; kurallara uyduk, aşılattık ve ölüm noktasına getirinceye kadar çocuğumuza zarar verdik.

-Bize tıp fakültesinde aşılar hiç öğretilmedi; güvenlik çalışmaları nasıl yapılır, klinik deneylerde yan etki izlemi, protokolleri nelerdir, aşıların içindekiler nelerdir, bunları hiç görmedik.

-Kızımı kaybettikten sonra aşı güvenliği ile ilgili literatürde ne varsa okudum, google’da araştırdım, ders kitapları edindim çalıştım. Öğrendiklerim beni şok etti: ta çiçek aşısından [ilk aşı] beri aşıların beyin iltihabı, ölüm ve kalıcı nörolojik sakatlıklara yol açtığı; multiple sclerosis, astım, artrit gibi kronik otoimmün sorunlarla ilişkili olduğu biliniyormuş meğer. Aşıların güvenlik çalışmalarında placebo olarak etkisiz ve zararsız bir madde değil, cıva, alüminyum veya bir başka aşı kullanıldığını şimdi öğrendim. Bilimsel veriler ortada duruyor, ama insanlar bakmamayı tercih ediyor.

-3 çocuğuma da aşı yaptırırken bana aşılarla ilgili bilgilendirme formunu vermediler, kanunen zorunlu olduğu halde. Ailedeki hastalık öyküsü alınmadı.

-Medikal sistem tarafından ihanete uğradığımı düşünüyorum. Ortada bir sorun olduğunu bile kabul etmiyorlar. Sorun olduğunu kabul etmezsen düzeltmek için de hiçbir şey yapmazsın tabii.

-[Eşi konuşuyor] İstatistikler artık görmezden gelinecek gibi değil. Bunca aşı fazla, ne gerek var? Yetkililerin artık aşı politikalarını yeniden değerlendirmesinin vaktidir.

NVIC – Barbara Loe-Fisher [National Vaccine Information Centre adlı kar amacı gütmeyen aşı bilgilendirme kuruluşu başkanı; oğlu DPT aşısı mağduru, zihinsel özürlü; devletin aşı danışma kurumunda ve aşı tazminat programının oluşturulması aşamasında kongrede görev almış bir anne]

– 1982’de kurulduğundan beri NVIC, polarize olmuş aşı tartışmalarında kendine merkezi bir konum seçmiştir. ‘Aşıların ya karşısındasındır ya da yanında’ dayatması sağlıksızdır; biz aşıların herkes için daha güvenli hale getirilmesi için çalışıyoruz.

-Çocukları aşıdan zarar görmüş anne-babalara destek oluyor, onlara yalnız olmadıklarını hissettiriyor ve olmayan şeyleri hayal eden birer kaçık olmadıklarını gösteriyoruz.

-Amerika’da aşıyı üreten ilaç firmasını yan etki için dava etme hakkı, araya özel olarak oluşturulmuş Aşı Mahkemesi sokularak engellenmiş, aileler aşıdan zarar gördüklerini bu mahkemede kanıtlayamadıkları takdirde firmayı dava etme hakkını kaybetmişlerdir.

-Bu özel mahkeme kurulmadan önce ilaç firmaları kendilerine açılan bireysel davalarda 4.3 milyon, 15 milyon, 18 milyon dolar gibi meblağlar ödemeye başlamışlar ve bu durumda hükümete, bu işten kar sağlayamadıkları için aşı üretimini bırakacaklarını söyleyerek [bir nevi şantaj yoluyla] koruma talep etmişlerdir.

-Kongre de aşısız kalmaktansa ilaç firmalarını davalardan koruyacak şekilde tampon bir Vaccine Injury Compensation Program’i hayata geçirmiştir.

-İlaç firmalarının ürettiği ilaçlar için olmayan bu koruma, aşılar için aynı firmalara sağlanmış, böylelikle aşı üreticileri hiçbir koşulda kimseye hesap vermeyecek denetimsiz bir konuma yerleşmiştir.

–Ölüm de dahil olmak üzere ciddi aşı yan etkileri için 1986’dan bu yana Aşı Tazminat Programı ailelere 2 milyar dolar ödemiş, kasasında da halktan topladığı vergilerle daha 3 milyar doları kalmıştır.

-Aşıdan zarar görenlere tazminat bizzat kendi ödedikleri vergilerden sağlanırken, diğer yandan ilaç firmaları aşılardan yıllık gelirlerini 21.5 milyar dolara çıkarmışlardır.

-Gördüğümüz manzara şudur: Hiçbir caydırıcı tedbirin bulunmadığı ve yaptırım görmeyecek ilaç firmalarının geliştireceği 30-40 veya 50 farklı aşıyı ileride devlet takvime koyabilir, eyaletler de bunları yasa yoluyla halka dayatabilir. İşte bu tam da felakete davetiye çıkartmaktır. Oldu da aşılardan biri sorunlu çıktı, mahkemeye verip hesap dahi soramayacaksınız müsebbiblere.

-Amerikan halkı güvenlidir diye FDA’dan lisans alarak piyasaya sürülmüş pekçok ilacın milyonlarca kişi tarafından kullanıldıktan sonra güvenli olmadığının ortaya çıktığını ve toplatıldığını gayet iyi biliyor. Ancak iş aşılara gelince müthiş bir ayrımcılık var; hekimlerin genel anlayışı aşıların durumu katiyen ilaçlar gibi olamaz şeklinde ve üstelik ilaçların aksine aşılar kanunen zorunlu tutuluyor.

-İşin gerçeği, aşıları üreten ilaç firmalarının devletin karar alıcı ve denetleyici sağlık kurumlarında fazla yer alıyor oluşudur. Devletin karar alıcı organlarıyla ilaç firmaları arasına bir set çekilmelidir.

Aşı Tazmin Davalarında Görev Almış Avukat:

-Devletin zarar görmüş kişilere bu “bu işin sorumlusu her şey olabilir ama aşılar olamaz” yaklaşımı yanlıştır.

-Devletin çıkış noktası, bulaşıcı hastalıkların mutlak surette önlenmesi gibi halkın çıkarını gözeten iyi niyete dayanıyor olabilir, bu anlaşılır bir şeydir. Ancak, halk aşı programına güvenini yitirir diye adaleti engellemek, suç işlemek için değil belki ama bu defa da iyilik yapmak adına yine de fesata karışmaktır.


OTİZM – AŞI BAĞLANTISI
(kişi görüşlerine video akışındaki gibi yer verildi)

11 yaşında otistik çocuk sahibi aile:

Jordan, “regressive autism”den muzdarip, yani sağlıklı doğuyor, normal gelişim gösteriyor, hatta bazı yetenekleri yaşıtlarından önce gösteriyor. Aşılardan sonra konuşma yetisi kayboluyor, parmak ucunda yürüme, özellikle heyecanlandığında el çırpma hareketleri başlıyor [aile bunları video kayıtlarından gösteriyor].

Bugün 11 yaşında, konuşamıyor ve 3-4 yaşında bir çocuğun gelişim aşamasında.

Kendisinden küçük bir de kız kardeşi var, videoda Jordan annesiyle birlikte tren setiyle oynarken (küçük bir çocuk gibi), diğer tarafta küçük kız kardeşi keman çalarken gösteriliyor.

Annesinin anlattığına göre Jordan’a otistik teşhisini koyan pediyatrist aileye “çocuğunuz otistik, otistik çocuklar böyledir, gözlemlediğiniz haller doğuştandır” diyor. Fakat anne-baba Jordan’ın sağlığında tıbbi manada bir bozulma olduğunu, bir şeylerin ters gittiğini düşünüyor ve testler yaptırıyor. Yapılan ağır-metal testinde cıva değerlerinin fırlamış olduğu görülüyor ve cıva zehirlenmesi yaşandığı anlaşılıyor. Aile iyi de nerden aldı bu cıvayı diye evdeki çevredeki her şeyi analiz ettiriyor, kaynağı bulmaya çalışıyor, fakat sonuç elde edemiyor. Bu arada edindikleri yeni pediyatrist [yaşlıca, daha deneyimli bir hekim] boşuna aramamalarını, Jordan’ın cıvayı aşılardan aldığını söylüyor.

 

Yaşlı hekim, kariyerinin başlangıcında, 1975 yılında muayenehanesine sadece 1 otistik çocuğun geldiğini, 1980’lerde ve 90’ların başında yine 1’er çocuk gördüğünü, ancak 90’ların sonunda muayenehanesinin birden otistik çocukla dolup taştığını anlatıyor.

Aşılarla çocukların aldığı cıva miktarının EPA’in belirlediği miktarın çok üzerinde olduğunu, normal çocukların aşıyla sakatlandıklarını söylüyor.  

 

Dr. Paul Offit:

-Bilim bu konuda çok net, cıva ve otizm arasında bağlantı bulunamamıştır.

-Bağlantı olmadığını gösteren 6 bilimsel çalışma var. Bu çalışmalarda ufak tefek eksikler tabii ki vardır, ancak yapılan çalışmalar ardı ardına ancak negatif bağlantı gösteriyorsa, o zaman güvenle, “hayır, bir bağlantı yoktur” diyebiliriz.

 

Barbara Loe-Fisher (NVIC):

-Bağlantı olmadığını gösteren tüm çalışmalar epidemiyolojik çalışmalardır; yani geniş insan topluluklarının birbiriyle karşılaştırıldığı çalışmalardır bunlar.

-Konuyla ilgili ”bench science” denilen, moleküler ve hücre düzeyinde vücutta neler olduğuna bakan çalışmalar ise hemen hemen yok denecek kadar azdır.

-Nedensellik ilişkisini anlamak için her iki türde çalışmanın da yapılması gerekir; araştırma eksiktir; kanıt olarak ortaya konulan araştırmalar bilimsellikten uzaktır.

 

Dr. Palewski:

– 1999’da Amerikan Pediatri Akademisi ve aşı üreticileri anlaşarak ihtiyati tedbir olarak aşılarda kullanılan Thimerosal’ün (etil-cıva) dereceli olarak azaltılması veya tamamen çıkartılması gerektiği kararına vardılar.

-Ancak thimerosal halen birtakım aşılarda kullanılmaktadır (çoğu grip aşısında vardır).

-Cıvanın her formunun toksik olduğu ve zarara yol açabileceği bilimsel olarak bilinen bir gerçektir.

-Aşı programı herkesi tek tip gömleğe sokuyor [“one size fits all”]; herkes aynıdır diyor.

-Oysa her çocuk aynı değildir; genetik yapıları nedir, nelere hassaslar bilmiyoruz.

-Bazı çocuklar toksinleri vücuttan diğerleri gibi atamıyor ve o yüzden daha çok etkileniyorlar.

 

Dr Paul Offit:

-Ortada epidemik boyutta bir otizm salgını var mıdır? Hayır, yoktur. 1990’larda otizm tanımlaması genişletilmiş, Asperger’s sendromlular vb. de otizm tanımına ilave edilmiştir; rakamlarda gerçek bir artış yoktur.

 

Dr. Palewski:

-Otistik çocuklarda artış var mı diye anlamak için okullardaki rehber danışmanlara, öğretmenlere sorulması yeterli.

Barbara Loe-Fisher:

– Bugün her 110 çocuktan 1’inde otizm [2012 yılı itibariyele Amerika’da bu oran 88’te 1 olarak resmi kayıtlara geçmiştir], 6 çocuktan 1’inde nörogelişimsel bozukluk görülmektedir ve daha önce çocuklarda görülmeyen hastalıklardan Tip 2 diyabet artışta olduğu gibi astım, asit reflüsü, artrit, alerjiler, yetişkin tipi akne, ADHD (dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite) gibi kronik hastalıklardan muzdarip milyonlarca çocuk vardır.

-Hastalıklardaki artışla ilgili olarak, sayısı 3 kattan fazla artmış aşıları eşçarpan (co-factor) olarak denkleme almamak sorumsuzca bir davranıştır.

-Aşı güvenliği konusu sadece otizmden ibaret değildir. Otizm, aşıya bağlı gelişen immün ve nörolojik rahatsızlıklardan yalnızca biridir!

Dr. Palewski [anne-babaları aşı hakkında bilgilendirme toplantısında anlatıyor]:

-10 yıl önce internken bir hastam bana “aşılarda cıva olduğunu biliyor muydunuz?” dediğinde, cevabım, “valla, hiçbir fikrim yok.” olmuştu.

-Aşıların içinde ne olduğunu öğrenmek için aşı prospektüslerini okumaya başladım. Baktım ki aşılarda cıva, cıvanın yanında alüminyum, formaldehid, antibiyotikler, Polysorbate 80 [anafilaktik şoka yol açtığı belirlenmiş] gibi koruyucular varmış. Hemen pediatrist meslektaşıma sordum, peki bu maddeler vücutta nasıl işleniyor diye, bir cevap veremedi. Bilim camiasından kimse bu soruya yanıt veremez, çünkü üzerinde hiçbir araştırma yok!

Jordan’ın annesi:

-Otizm camiasında pekçok kişiyle tanışıyor ve konuşuyorsunuz. Mektuplar alıyorum destek amaçlı ve insanlar otistik çocuk sahibi olmanın kendileri için tanrının bir lütfu olduğunu, bu “özel” çocuklar sayesinde pekçok şeye göğüs germeyi, zorluklarla başa çıkmayı öğrendiklerini anlatıyorlar..

Bu insanları öldürmek istiyorum.. Otistik çocuk sahibi olmak çok zor bir şey. Çocuğun kendisi için isteyeceği bir şey hiç değil .. Tamam daha dirayetli hale geliyorsun ama bu kesinlikle tanrının bir lütfu filan deği. Bu çocuklar bizden uzun yaşayacak, peki biz ölünce bu çocuklara ne olacak? Özürlüler için oluşturulmuş grup evlerine mi kapatılacaklar? Otistik nesil yaş olarak büyüyor, çoğu birkaç sene içinde yetişkin olarak topluma karışacak, bunların sorunları ne olacak?

[Jordan King, aynı zamanda anne-babaların devlete açtığı toplu aşı-otizm davasındaki 5600 vakadan mahkemenin örnek olarak seçip değerlendirdiği çocuklardan biri.]

-Devlet dava sonucunda aşıların güvenli olmadığı yönünde bir karar çıkarsa diye korkuyor. Dava sonucunda devlet “o” harfiyle başlayan hastalığı iddia dosyasına eklemeyen 1322 kişiye tazminat ödedi, başka kimse de tazminat alamadı.

-Otizm meselesi politize edildi, sansasyonel hale getirildi. Bu konuda taraf olmuş herkes elindeki silahı indirip bu hastalığa neyin neden olduğunu bulmalı.

Dr. Paul Offit:

-Otizm meselesinde ortaya sürülen hipotezler sürekli değişiyor; önce KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısından denildi, sonra yok thimerosal’düre gelindi, şimdi de çok erken yaşta çok fazla aşı vurululduğundan deniliyor. Bu iddalar bilimsel çalışmalarla çürütülmüşse de medyada hala yer buluyor; doğru olduklarından mı, hayır, enteresan olduklarından.

 

Barbara Loe-Fisher:

-Odak aşı güvenliğinden kaydırılıp otizme kitli hale getirildi. Böylelikle de birileri için salt aşı-otizm ilişkisinden yola çıkarak aşı güvenliğiyle ilgili diğer tüm eleştiri ve endişeleri savuşturmak fazlasıyla kolaylaşmış oldu.

 

Jordan’ın tecrübeli doktoru:

-Aşı-otizm ilişkisinde bilimsel tartışma sona ermiş değil. Aşıların içindeki her tür madde çalışılmalı, araştırılmalı.

 

DR. Shaw:

– Gerçek şu ki bir toksik çorba içinde yüzüyoruz. Çevresel kirleticiler ve toksinler insan olarak kaldırabileceğimizin çok üzerinde ve bu toksinlerden doğal olarak arınma mekanizmasından yoksun çocuklar var. İçinde yüzdüğümüz toksik çorbaya bir de aşılardaki nörotoksinleri eklemiş oluyoruz.

 

Dr Palewski:

-1980’lerde hocamdan “herzaman çocuğun annesini dinleyeceksin” düsturunu öğrendim. Anne çocuğunu bilir.

-Anneler biliyor evet.. çocuğunu getiren anneler evlatlarının aşıdan zarar gördüğünü biliyor.

-Ama bu bilgi sadece bir anekdottan ibaret bilimin gözünde. O zaman biz de bilimsel çalışma yapıp aşılanmış ve aşılamamış çocukların sağlıklarını plasebo kontrollü deneylerle karşılaştıralım?

 

CDC yetkilisi:

-Bu devirde bir çalışma için 50,000 aşılanmamış çocuğu bulmak zor, o yüzden yapamıyoruz bu karşılaştırma çalışmasını.

FDA yetkilisi:

-İnsanların hayatı sözkonusu, o yüzden kaynaklarımızı daha fazla otizm araştırması için değil, yeni nesil aşı geliştirmek için kullanmalıyız.

 

Otistik Jordan’ın babası:

– Otizm yüzünden hayatımız kaygıyla geçiyor. Aşıdan hasar gören bu otistik çocuklar artık büyüdü ve ergen, genç yetişkin haline geldiler. Ancak toplum bu çocukları anlamıyor ve tehdit olarak algılayabiliyor. Örneğin bizim yaşadığımız yerde polis tarafından hareketleri şüpheli bulunan otistik gençleri etkisiz hale getirmek için elektrik şoku verildiği oldu. Bu çocuklar polisin uyarısına veya çağrısına normal tepki veremez ki..

 

Güvenlik mekanizması mutlaka aşıyı yapanlardan ve FDA, CDC gibi görevi aşılanmayı sağlamak olan kurumlardan ayrılmalı. Aşı güvenliğini devlet veya ilaç firmalarıyla ilişiği olmayan, ideolojik veya finansal hiçbir bağı bulunmayan bağımsız kişiler değerlendirmeli.

 

HPV Aşısı (GARDASIL)   –  Aydınlatılmış Rıza

Kansas’tan Gabby’nin (15) hikayesi çerçevesinde ele alınıyor. Amigo kız Gabby önerilen 3 dozu da olduktan sonra görme kaybı, nöbetler, aşırı halsizlik ve kas ağrıları nedeniyle okulda tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kalıyor ve son zamanlarda da okula devam edemeyip evden öğrenimini devam ettirmeye çalışıyor.

2006 yılında Merck ilaç firması GARDASIL aşısını ‘human papillomavirüsü’nün bazı tiplerine karşı korusun diye piyasaya çıkarıyor.

Gabby ilk olarak MTV seyrederken karşılaşıyor HPV aşısı reklamıyla. Televizyonlarda gençlerin seyrettiği programlar arasında sürekli çıkan HPV reklamlarından örnekler veriliyor.  Her etnik gruptan havalısı, sportmeni, güzeli pekçok genç kız reklamlarda “I could be 1 less cancer case” diyerek aşıya teşvik ediyor yaşıtlarını.

Merck, aşıyı çıkardığı ilk yılda reklama 100 milyon dolar yatırıyor.

Bir uzman, Amerika’nın Yeni Zelanda ile birlikte ilaç ve ecza ürünlerinin halka TV reklamları yoluyla direkt reklamının yapılabildiği tek ülke olduğunu söylüyor ve bu reklamlarda her sağlık durumu için halka bir hap sunulduğunu, bu hapları doktorlarınızdan talep ediniz diye halkın koşullandığını anlatıyor.

Gabby de aynı şekilde TV reklamını gördükten sonra, henüz cinsel olarak aktif olmamasına ve yakın bir zamanda da başlama gibi bir düşüncesi olmamasına rağmen, annesine “kanserden ölmek istemiyorum” diyerek bu aşıyı olmam lazım diyor. HPV aşısı bir anda okulda tüm kızlar arasında konuşulan, aşıyı yaptırmanın havalı olduğu bir akıma dönüşüyor. Tamamen usta bir pazarlama yöntemiyle, reklamla çocuklar ve gençler etki altına alınarak aşıyı talep eder hale getiriliyor.


Dr. Diane Harper
(MPH, MS), Gardasil klinik deneylerinde baş araştırmacı:

– Aşı yaptıran genç kızlar bana rastladıklarında aynı reklamdaki gibi sürekli “I’m one less” diyerek kanser vaka sayısını birer birer azaltıyor olmalarından duydukları gurur ve memnuniyeti dile getiriyorlar. Ben de onlara, “pap smear’larını olursan zaten kanserden ölmezsin!” diyorum.

– Amerika’da rahim ağzı kanserine bağlı ölüm oranı 100,000 kişide 3’tür; genç kızlarımızın her birinin sırasını bekleyen kanser ölüm vakası olduğu projeksiyonu doğru değildir. Otomobil kazasından ölme riski bile bu kanser tipine göre daha yüksektir.

– Merck’ün agresif reklam kampanyalarında kullandığı bilgilerin hiçbiri yanlış değil, ancak bu bilgilerle oluşturduğu genel izlenim yanlış.

– Merck, Gardasil için, aşı araştırmaları için normal süre olan 4 sene yerine 15. ayda FDA’ye giderek aşımızı onaylar mısınız dedi. FDA de “fast-track” denilen yöntemle aşı onay sürecini hızlandırdı ve 6 ay içinde Merck’ün aşısına lisans verildi.

– Lisansı alan Merck, onay aldığımıza göre tamamlamamıza gerek yok diyerek güvenlik deneyini sonlandırdı.

– Bu durumda, Gardasil’i milyonlarca kişiye verdiğimizde yan etkilerinin ne olacağını bilmiyoruz.

– Sistem iyi çalışmıyor. Aşı güvenliği ne politik ne de finansal öncelik taşımıyor devlet için. Daha düzgün bilimsel çalışmalar yapılmalı.

 

Gabby’nin Nöroloğu:

– Başka her olasılığı elimine ettik, Gabby’nin rahatsızlıklarının Gardasil’e bağlı olduğuna şüphe yok. Gabby her doz aşıdan sonra daha da kötüye gitti. Gardasil bence piyasadan çekilmeli.

 

Barbara Loe-Fisher:

– Hiçbir aşının onay süreci hızlandırılmamalıdır.

– Gardasil 16 yaşındaki yanızca 1200 kız üzerinde denenmiş ve daha sonra 9 yaşından itibaren milyonlarca kız ve erkek çocuğa uygundur denilerek aşı takvimine alınmıştır.

 

Merck: Gardasil 11 – 26 yaş arası tüm kızlara önerilmektedir.

            Doktor tavsiyesiyle 9 yaşındakilere de uygulanabilir.

2009 yılında FDA, Gardasil’in 9-26 yaş arasındaki erkek çocuklar için kullanımını onaylıyor.

 

– Amerika’da aşıları devlet aşı takvimine alarak yapılmasını önerir, ancak zorunlu tutulup tutulmayacağına tek tek eyalet yöneticileri karar verir.

– Texas eyalet valisi Rick Perry örneğinde olduğu gibi Merck’ten para aldığı bilinen valilerin anne-babaları hapis cezası tehdidiyle çocuklarını aşılatmaya mecbur tutmaları bilim değil, politikadır!

Bizim tek karşı olduğumuz zorla aşılama, yani ‘aydınlatılmış rıza’ hakkının çiğnenmesidir.

 

[Görüntüye çeşitli vali ve senatörlerin televizyonlarda, “Ya güzellikle yaptırırsınız ya da zorla yaparız, her iki şekilde de bu aşılar yapılacak!” açıklamaları ve mahkeme salonu dışında çocukları ile birlikte sıra olmuş aşılanmayı bekleyen anne-babaların görüntüleri geliyor. Halka, polis köpekleri ile birlikte eli silahlı polisler eşlik ediyor.]

Dr. Paul Offit:

– Maalesef insanlar bazen zorunlu tutulmadıkları müddetçe kendileri için yararlı olan şeyi yapmıyor. Mesela bakın çocuklar için araba koltuklarının kullanılması şart koşuldu ve ne kadar çok insan hayatı kurtarıldı.

-” Zorunlu” deyince tabii Amerika gibi kişisel hak ve özgürlüklerine düşkün bir ülkede bu insanların tersine gidiyor. O yüzden bence “zorunlu” aşı [mandate] yerine “sağlığı koruma yükümlülüğü” [good health requirement] gibi yeni bir kavram kullanılmalı.

Gabby’nin tıbbi sorunları ile ilgili görüntüler geliyor ekrana. Vasculitis (damarlarda iltihaplanma) nedeniyle kan akışında problemler oluşuyor, sık sık nöbet ve kriz geçiriyor. Nöbetler için aldığı ilacın yan etkisi olarak böbrek taşı düşürüyor ve acile kaldırılması gerektiğinden aynı gece olan mezuniyet balosunu kaçırıyor.

Kullandığı ilaçların oluşturduğu yan etkiler için de hap kullanması gerekince 40’ı buluyor alması gereken ilaç sayısı ve ayda 1000 dolar tutuyor. Aile maddi güçlük çekiyor ve ameliyatlar, testler, tetkikler derken ödeyemedikleri tıbbi gider tutarı 100 bin doları buluyor. Borçlanan aile bulundukları evden çıkıp daha küçük bir eve geçiyorlar. Bu arada, annesi ve babası boşanma kararı alıyor.

Barbara Loe-Fisher:

– VAERS’e Gardasil için bugüne kadar 18,000 ciddi yan etki bildirimi yapılmıştır.

– Devlet bu bildirimlere cevaben yayımladığı raporda, ölüm de dahil olmak üzere yapılan ciddi yan etki bildirimlerinin HEPSi tesadüftür diyor.

 

Dr. Palewski:

– O zaman anne-baba da diyor ki, madem ilk aşıdan sonra yaşananların aşıyla bir bağlantısı yoktu, o zaman çocuğumun aşının sonraki dozlarını olmasında da bir sakınca yok.

 

MERCK üst düzey yöneticisi:

– İnsanlar aşıdan sonra CDC’ye VAERS (aşı sonrası istenmeyen etki izleme sistemi) yoluyla yaşamış oldukları potansiyel sorunları bildirebilir, ancak bu sorunlara birçok başka şey yol açmış olabileceğinden aşıyla alakası olduğunu söyleyemeyiz.

 

Dr. Paul Offit:

– Aşılanma sonrası semptom oluşması bunun aşıdan kaynaklandığını göstermez.

– Bu ciddi reaksiyonlara Gardasil’in neden olduğunu gösteren hiçbir kanıt yok. Güzelim aşı hem güvenli hem de etkilidir [It’s a beautiful vaccine; safe and effective]. İnsanların ne dediğinin bir önemi yok. İnsanların ne düşündüğünün de bir önemi yok. Eldeki verilere bakacaksınız. Veriler size probleme nasıl yaklaşmanız gerektiğini söyler..

2010 itibariyle VAERS’e Gardasil sonrası yaşanan 85 ölüm vakası bildirilmiştir.

NVIC’ın “Bize Bilimi Göster ve Seçme Hakkı Ver” (Show Us the Science and Give Us the Choice) adlı toplantısında Gabby’nin başka hiçbir kızın benim çektiklerimi çekmesini istemiyorum diyerek, bir nevi ölümünün boşa gitmemesi için hazırladığı kısa görsel yayınlanıyor. Annesi de yaptığı konuşmada, “bana doğru seçimi yapabilmem için gerekli bilgilendirme yapılmadı; kızım serviks kanseri olsa yeğlerdim” diyor ve grup devleti protesto için otobüslere dağılıyor.

TOPLUMSAL BAĞIŞIKLIK/SÜRÜ BAĞIŞIKLIĞI

FDA ve CDC yetkilileri:

– Unutmamız gerekir ki daha çok küçük olduğu için aşılanamayacak ya da hastalıklarından dolayı immün sistemi bastırılmış insanlar var. Bu kişileri korumak için toplumda herkesin aşılanması gerekir.

– Her ecza ürününün olduğu gibi aşıların da bazı riskleri vardır. Bu yüzden de aşıların zarardan çok fayda getirip getirmediğine bakılmalıdır.

 

Barbara Loe-Fisher:

– Yani yetkililerin burada bize demek istediği, toplumun genelini korumak gibi daha ulvi bir amaç için arada bazı insanların feda edilmesi ahlaki açıdan kabul edilebilirdir, mübahtır. Ancak, bu ahlaki gerekçeyi kabul etseniz bile, bu mantık sahipleri tutup da hiçbir zaman tam olarak kaç kişinin feda edilmekte olduğuna bakma zahmetine girmiyorlar bile. Kaç kişiyi feda ediyoruz? 500 mü, 5000 mi, 500 000 mi?!

CDC’nin VAERS sistemi gönüllülük esasına göre çalışıyor ve kendi sitesinde aşı sonrası istenmeyen etki bildiriminin yetersizliğinden bahsedilip, sisteme yapılan bildirimlerin gerçek oranların sadece %1 ila 10 gibi küçük bir bölümünü yansıttığı belirtiliyor.

AŞILAR ve MEDYA

Amerikan medyasında konuyu “Aşı Savaşı” olarak lanse eden haber başlıkları gösteriliyor.

Barbara Loe-Fisher:

– 1990’larda medyada çok daha fazla yer alıyordum ve aşı güvenliği ile ilgili endişeleri dile getiriyordum, ancak bu aralar maalesef medya daha ziyade aşıların güvenliğini sorgulayan bizleri şeytanlaştırıcı yayınlara yer veriyor.

[Görüntüye profesyonel sihirbaz ve komedyen ikili, Penn & Teller’ın hakaret içerikli TV şovundan örnek sahneler geliyor. Videonun tamamı için bkz. http://id-ea.org/penn-teller-de-construct-the-anti-vaccination-movement/]

Jordan’ın deneyimli doktoru:

Ortada bilimsel kanıt var, ancak korku yüzünden medyaya yansıtılmıyor.

– Ben ve diğer akademisyen ve bilimadamı meslektaşlarımla otizm ve aşılar konusunda yarım günümüzü alan bir röportaj yapıldı, ancak daha sonra bu röportajın tek kelimesi bile yayımlanmadı.

Medya bilimsel tartışmalara yer vermek yerine, kasıtlı olarak histerik anne-babalar ve diğer tarafta da anlı-şanlı beyaz gömlekli uzmanları karşı karşıya getiriyor ekranlarda.

– Muayenehanemde hergün aşıdan sakatlanmış çocukları görüyorum, bu durum artık beni hasta ediyor, dayanamıyorum!

 

Jordan’ın annesi:

Medya ilaç firmalarının halkla ilişkiler makinesi haline geldi. Bizlere “aşı-karşıtı” damgasını vurup etiketliyorlar. Orta yol sunan yok, her şey siyah-beyaz, ya bizim dediğimiz gibi aşılatırsınız çocukları ya da aşı karşıtısınız dayatması var.

 

Bob Sears:

Hükümetin kızamık şişirmecesinden örnek veriyor. Medyadaki kızamık felaketi haberleri görüntüye geliyor peş peşe.

– Amerika’da diyelim geçen seneden 10 fazla kızamık vakası görüldü. Devletin yayımladığı raporlar ve medyada çıkan haberlere baktığınızda sanki binlerce kişilik bir salgın varmış gibi sürekli ölüm vurguları, felaket tellallığı yapılıyor.

Aşısız Çocukları Hastalıktan Koruma Yolları

Aşısız Çocukları Hastalıktan Koruma Yolları

[Ed Not: Bu yazı, ‘Modern Alternative Mama’ blogunun “aşılar”la ilgili dizisinin 14. yazısıdır. Yazının orijinali, aşılarla ilgili diğer yazılar, metin içinde verilen dış bağlantılar ve yazıya gelen yorumları görmek için  http://www.modernalternativemama.com/blog/2012/05/09/how-to-protect-unvaccinated-kids/#.UKI7VFXA8ak]

Yapılan bilimsel çalışmalardan elde edilen ilk veriler aşılanmamış çocukların genel olarak daha sağlıklı olduğunu ortaya koysa da (bağışıklık sistemleri doğal yoldan stimüle edilip kimyasal müdahale görmemiş çocuklar genelde daha sağlıklılar), yine de bir miktar risk sözkonusu.

Aşılanmamış Çocuklardaki Risk

Çoğu ebeveyn bu konuda konuşmayı sevmez, ancak konuşulması lazım. Aşılatmadığınız takdirde çocuğunuz kızamık, kabakulak, boğmaca veya diğer hastalıklardan herhangi birine yakalanabilir.

(Aşılatıldığı takdirde de bu hastalıkları kapabilir). Çocuğunuz aşılılara göre her ne kadar daha güçlü ve sağlıklı, vücudunun hastalıklara direnci de daha yüksek olsa da hastalanması mümkün.

Henüz yapmadıysanız her hastalık için risk-fayda analizinin yapıldığı yazılarımızı okuyun. Ayrıca, bahsi geçen hastalıkların işaret ve belirtilerini de tanımak gerekir. Hastalıkların çoğu –-kabakulak veya kızamıkçık gibi– tehlikeli değildir, ancak aralarından (difteri veya tetanoz gibi) birkaçı tehlikeli ve anında tıbbi müdahale gerektirir türdedir. Çocuğunuzun tehlikeli bir hastalığa yakalandığını düşünüyorsanız tıbbi yardım alın.

Bu bulaşıcı hastalıkların çoğu bugün pek dolaşımda olmadığından yakalanma şansı öyle fazla yüksek değil. Ve bunların çoğu evde bakımla geçecek, kalıcı zarara da neden olamayacak türden hastalıklar. Bizzat kendi ailenizin durumuna göre aşılatmanın taşıdığı risk ve getireceği faydayı tartmanız önemli.

Allahtan çocuğunuzu korumanın yolları var.

Çocuklar için koruma

Bir çok yönden, aşılanmamış olmak kendi içinde bir koruma sağlanmış olması demektir; çocuklar aşı muhteviyatındaki tehlikeli maddelere maruz kalmamış olurlar, bağışıklık sistemleri soğuk algınlıkları ve diğer hafif hastalıklara yakalanmış olmakla doğal yoldan gelişir, vücutlarında aşırı enflamasyon (iltihap, yangı) yoktur.

Ancak onlar için yapabileceğimiz ve hatta yapmamız gereken daha pekçok şey var.

Emzirme

Emzirmenin önemi anlatmakla bitmez. Anne sütü, daha bağışıklık sistemi oluşmamış bebek için komple bağışıklık sistemi görevi görür. İçinde canlı hücreler, kök hücreler, antikorlar ve anlamadığımız daha pekçok şey olan dinamik bir yiyecektir. Bebeğin bağırsaklarını Immunoglobulin A (IgA) ile kaplar, bu da henüz olgunlaşmamış bağırsakları patojenlere karşı korur (ve ayrıca sindirilmemiş gıda proteinlerinin bağırsakları sensitize etmesini önler).

Bebek emerken memede bıraktığı salyadan, karşılaştığı her ne varsa (patojen, mikrop, bakteri) annenin derisinden vücuda emilir. Anne vücudu buna karşı antikor oluşturur ve sonraki beslenmede yine anne sütü aracılığıyla bebek bu antikorları alır. Bu prosesin yerini alacak hiçbir şey yoktur, başka hiçbir şey ile bu korumayı sağlayamazsınız.

Eğer emziremiyorsanız evde kendi formülanızı yapmanızı öneririm. Bağışıklık sistemi açısından aynı katkıyı sağlamaz ancak yine de bebeğinize sağlıklı, tam gıda vermiş olursunuz.

Bebeğin sağlıklı ilk yiyecekleri

Bebek katı gıdaya geçtiğinde sağlıklı, yoğun besleyici özelliği olan seçeneklere yönelmek şart. Bebek büyüdüğünde de aynı kural geçerli. Karaciğer, avakado, yumurta sarısı, sade yoğurt vb gıdalar oldukça sağlıklıdır. Diyete (yoğurt, kefir gibi) probiyotikler de eklenmelidir. [yazar burada bebeklerin katı gıdaya ne zaman, hangi yiyeceklerle geçirileceğine dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere “Breast to Bib” adlı kitabını öneriyor.]

Yağ

Yağ, diyetin önemli bir bileşenidir. Hindistancevizi yağı, bağışıklık sisteminde koruyucu etkisi olan lauric asit kaynağıdır. Anneler emzirirken, bebekler de katı gıdaya geçtiklerinde bu yağı tüketmelidir. Açık çayırda otlatılmış hayvandan elde edilen tereyağı ile doymuş yağ kaynağı diğerleri de sağlık için gereklidir. Bebeğin vücudunun ve beyninin büyük bölümü doymuş yağ ve kolesterolden oluşur, yani bu yağların diyetinde bulunması bebeğin düzgün bir şekilde gelişip serpilmesine yardımcı olacağı gibi bağışıklık sistemini de güçlendirir.

Probiyotikler

İdeal olan probiyotikleri hergün gıda yoluyla almaktır. Bunlar arasında süt kefiri, su kefiri, kombucha, yoğurt, fermente turşu vb bulunur. Eğer yiyecek olarak alamıyorsanız da iyi kalite probiyotik desteği almalısınız. Probiyotikler bağırsak sağlığını artırır ve koruyucu etkisi vardır.

Balık Yağı (karaciğerden elde edilmiş olanı)

Her şekilde önereceğim tek bir besin desteği var, o da fermente balık yağı. Biliyorum kulağa garip geliyor ve ayrıca çok da pahalı. Ancak en iyi D ve A vitamini kaynağı, aynı zamanda EPA, DHA kaynağı da bu. Bağışıklığı ciddi anlamda güçlendiriyor (bu şahsen tecrübe ettiğimiz bir şey). Emmek yerine formüla alan bebeklerin hepsi günde bir doz almalı, hatta ek gıdaya geçmiş olan bebekler de kullanmalıdır. Emzirilen bebekler bunu anne sütüyle alacaklar. Bebekler için benim önerdiğim doz başlangıç için 1 çaykaşığının 1/8’i, daha sonra çocuk 18 aylık olana kadar da kademeli olarak dozun ½ çay kaşığına çekilmesi. Emziren anneler günde 1 çorba kaşığı almalılar.

Güneş ışığı

Güneşe çıkmak sağlık açısından elzemdir. Bebekler üzerlerinde mümkün olduğunca az giysi olacak şekilde (ideali üzerinde sadece bezinin olmasıdır) hergün öğle vakti 15-30 dakika gün ışığı almalılar. Bebeğiniz oldukça açık tenli olsa dahi (benimkiler gibi), gıdalarından yeterli kolesterol ve doymuş yağ alıyorsa 15 – 30 dakikalık güneş onu yakmayacaktır. (Benim çocuklarım olabilecek en açık tende çocuklar, ancak öğlenleri dışarıda 2 saatin üzerinde de kalsalar pembeleşme dahi olmaz ciltlerinde.) En iyisi öğle güneşidir çünkü Dr Mercola’ya göre vücutta D vitamini oluşturacak UVB ışınlarının en kuvvetli olduğu ve citte hasara neden olacak UVA ışınlarının daha zayıf olduğu vakittir. Alacağınız besin destekleri, aynı D vitamini formu olmadıklarından güneş ışığının yerini tutamaz. Güneşe çıkıldığında oluşan D vitamini sülfatı çok daha iyi abzorbe edilir ve vücutta çok daha fazla işlevi vardır. D vitamini cilt yüzeyindeki yağlarda üretildiğinden güneşlenme sonrası bir iki gün banyo yapmaktan kaçının. Bebekler ve küçük çocukların zaten haftada 1 veya 2 kereden fazla banyo yapmasına gerek de yoktur ve sabun kullanımı da genellikle gerekmez.

Bitkisel İlaçlar

Çocuğunuzun bağışıklığını kuvvetlendirecek çok çeşitli bitki ve bitkisel ilaçlar mevcut. Bunların arasında echinacea (ekinezya) (ambrosia/ragweed alerjisi varsa kullanmayın ve ancak ve ancak çocuğunuz hastalanmak üzereyken veya hastalanmış olduğunda kullanın. 2 haftadan sonra etkinliğini yitirir.), mürver meyve surubu (elderberry) ve diğerleri yer alır. [Yazar burada evde hazırlanmış bitkisel kür tariflerini ve bir başka siteyi link olarak veriyor; ingilizce olduklarından buraya koymuyorum]

Kalabalık ortamlarda bulunma

Küçük çocuğunuzu kalabalık ortamlara sokarken dikkatli olun. Çok küçük bebekler mümkün mertebe evde tutulmalı ve dışarı çıkıldığında da bebeğin yüzüne dokunulmasını önlemek amacıyla üstte (taşıyıcı veya bezle sarılmış olarak) taşınmalıdır. Ortada salgın hastalık varsa çocuklarınızı evde tutun, özellikle de henüz küçüklerse veya evde küçük kardeş varsa. Hastalanıyor gibiyseniz belirli bir süre evde kalıp gerçekten hastalanıp hastalanmadığınıza bakın (bazı hastalıkların kuluçka süresi hayli uzundur). Hastaysanız evde kalın. Hasta olduğumuzu ve başkalarına bulaştırabileceğimizi bile bile dışarı çıkmamamız gerektiğine inanıyorum. Tabii bu ister aşılı ister aşısız olsun, herkes için geçerli!

Esansiyel Yağ kullanımı

Bazı insanlar antibakteriyel ve antiviral özelikleri olan çay ağacı, tarçın, naneruhu, kekik gibi uçucu yağların etkinliğine yürekten inanıyor. Bunlar taşıyıcı yağ denilen bitkisel yağlarla karıştırılıp (daima bu şekilde seyrelterek kullanın) cilde sürülebiliyor veya bir kaba (diffuser) konulup esansının odaya dolması sağlanabiliyor. Bazı kimseler bu iki yöntemle pekçok hastalığın önlenebileceğine dair yeminler veriyor. Seyreltilmiş de olsa bebeğinizin cildine mutlak surette gerekmediği sürece uçucu yağ sürmek istemeyeceğinizden bebekler için diffuser kullanımı çok daha pratik olacaktır.

Basit hastalıklar geçirilmelidir

Çocuklarınız “ağır hastalıklar”la savaşmayı ancak “hafif hastalıklar”la savaşıp atlattıkça öğrenecektir. Bırakın hafif soğuk algınlıklarını, mide virüslerini ve başka hafif hastalıkları olsunlar. Evet hoş değil hasta olmak, ancak çocuğunuzun ileride maruz kalacağı büyük hastalıklara karşı immün sistemini eğittiğini unutmayın bu hastalıkların. Çoğu kez çocuklarınız büyüdükçe giderek daha az hastalandıklarını fark edeceksiniz.

 

Dikkat edilmesi gerekenler

Çocuklarınızı korumak için bunları yaparken, bir yandan da yapmamaya gayret etmeniz gerekenleri verelim.

Tylenol

Tylenol ABD’de karaciğer yetmezliğine yol açan faktörlerin başında geliyor. Vücudun hastalıkla mücadelede mutlak surette ihtiyaç duyduğu glutathione adlı amino asit rezervini boşaltıyor. Mümkünse hiçbir şekilde Tylenol almayın ve ağrıyı dindirecek başka çözümlere başvurun. Ateş düşürücülere ihtiyacınız yok.

Gıdalardaki Katkı Maddeleri

Bazı katkı maddeleri bağışıklığı da zayıflatabiliyor. Özellikle hastayken diyetinizin katkı maddelerinden mümkün olduğunca arındırılmış olmasına dikkat edin. Bol bol yağ, kemikli et suyu, meyve ve sebze tüketin. Paketlenmiş ürünlerden uzak durun.

Kapalı Oyun Alanları

Pekçok anne-baba çocuğu hastayken de getirdiğinden bu tip yerler maalesef mikrop yuvası haline gelebilmekte. Bebeğiniz henüz çok küçükse, kapalı oyun alanlarına götürmeyin!

Alkollü El Antiseptiği

Kul-lan-ma-yın. Çok lazımsa uçucu yağ bazlı olanını bulun. Alkol bazlı olanlar kötüler yanında iyi bakterileri de öldürüyor, kaldı ki bu bağırsak sisteminiz için faydalı bir şey değil (bağışıklığınızı da düşürür) ve ayrıca “kötü mikroplar”dan arınmada bildiğimiz gerçek sabun ve su kadar etkili de değiller. Bir lavabo bulup elinizi düzgün şekilde yıkayın, çocuklarınıza da yıkatın; özellikle de dışarıdan oyundan geldiklerinde ve yemek yemeden önce.

Canlı Virüs Aşılarına Dikkat Edin

Tanıdıklarınızdan biri daha yeni “canlı vürüs aşısı” olmuşsa kendisiyle görüşmek için bir süre beklemeniz, özellikle küçük bebeğiniz veya evde sağlık sorunları yaşayan biri varsa yerinde olacaktır. Canlı virüs taşıyan aşılar ara sıra hastalığın çevredekilere geçmesine neden olabiliyor (vaccine shedding: aşı olunduktan sonra virüs çocuğun dışkısı veya tükrüğü/salyası yoluyla çevresindekilere bulaşabiliyor). Çocuğunuzu yeni aşı olmuş kişilerin yanında bulundurmayın.

 

Son sözler:

Verdiğimiz ipuçları ve kendi analık içgüdüleriniz ile çocuklarınızı olabilecek her şeyden koruyamasanız bile (ki her şeyden korumaya çalışmayın da zaten), hastalıklar nedeniyle oluşabilecek komplikasyonların en ağırlarından bile koruyabilirsiniz.

Mucize değil. Kendini kandırmaca değil. Aşı savunucuları sağlıklı kalmanın tek yolunun aşılanmak olduğuna sizi inandırmak istese de bu gerçek değil. Hastalık, özellikle de ağır hastalık vücutta vitamin eksikliği ve diğer test edilebilir sorunlara bağlı olarak oluşur veya gidişatı ağırlaşır. Yetersizlik oluşmaması için siz sağlıklı yiyecekler tüketirseniz düzgün çalışan bir bağışıklık sisteminiz olur ve hastalık veya sorun yaşama ihtimaliniz de azalır.

(Beni en çok rahatsız eden düşünce şekli de şu; çocuğunu sağlıklı besleyerek hastalıklardan koruyabileceğini düşünüyorsan eğer büyüye, sihre, mucizeye inanıyor oluyorsun. Olay gayet basit: çocuğunda vitamin veya mineral eksikliği var mı yok mu anlamak için gidip test yaptırabilirsin. Magnezyum, A vitamini ve D vitamini başta olmak üzere vitamin eksikliği olanların komplikasyon riski çok daha yüksektir. Sen çocuğuna sağlıklı bir diyet uygular ve bu eksikliklerin önüne geçersen çocuğun hastalıklara karşı direnci artacak, daha az hastalanacaktır. Bu bilimsel bir gerçektir, büyü veya mucize değil!

 

Babasının aşısından ‘çiçek’ kapan çocuk

Babasının aşısından ‘çiçek’ kapan çocuk

Reuters Haber Ajansı’nın haberine göre Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) tarafından Perşembe günü yapılan açıklamada, babasının olduğu çiçek aşısına bağlı olarak ağır bir reaksiyon geliştiren iki yaşındaki çocuk iyileşiyor, ancak ‘hastalık dedektifleri tarafından evlerinde yapılan incelemede evin her yerinin bulaşıcı özellikteki virüsle kaplı olduğu tespit ediliyor.

Chicago Üniversitesi’nden Dr. John Marcinak ve CDC’den uzmanların açıklamasına göre İndiana’lı küçük çocukta, Irak’taki görevi gereği çiçek aşısı vurulan asker babasıyla oynadıktan sonra ‘egzema vaksinatum’ olarak bilinen nadir bir döküntü oluşuyor.

Chicago Üniversitesi’nden Dr. John Marcinak ve CDC’den uzmanların açıklamasına göre İndiana’lı küçük çocukta, Irak’taki görevi gereği çiçek aşısı vurulan asker babasıyla oynadıktan sonra ‘egzema vaksinatum’ olarak bilinen nadir bir döküntü oluşuyor.

Uygulanan deneysel tedaviler etki gösteriyor ancak CDC yetkilileri bu vakanın, çiçek aşısı olmuş kişilerin dikkatli olması gerektiğini gösterdiğini belirtiyor.

CDC’ye göre bu, 1988’den beri ABD’de görülen ilk egzema vaksinatum vakası. CDC’nin yayınladığı haftalık ulusal hastalık ve ölüm raporunda çocuğun 48 saat hastanede yattığı, ancak ileride muhtemel yara izleri dışında başka bir yan etki beklenmediği belirtiliyor.

Poks virüsleri cansız objeler üzerinde varlıklarını sürdürebildiklerinden uzmanlar ailenin evini test ediyor.

Evden alınan sürüntü örneklerinde (örn. banyo havlusu, terlik, oyuncak davul, şifonyer, arabadaki çocuk koltuğu, kozmetik şişesinden alınan örneklerde) ve çocuğun hastane odasına getirilmiş eşyalardan (örn. Bebek maşrapası ve çocuk oto koltuğu) alınan örneklerde ‘vaksiniya’ virüsü DNA’sına rastlanmıştır,” diye rapor ediyor araştırmacılar.

Evi buharla temizleyip, giysi ve örtüleri asit uygulamasının ardından yıkıyorlar.

Dünya Sağlık Örgütü, 1979 yılında doğal çiçek hastalığının ortadan kalktığını ilan etmişti.Amerikan hükümeti, muhtemel bir biyolojik saldırıda virüsün kullanılma ihtimaline karşı askeri personel ve seçilmiş bazı sağlık çalışanları için çiçek aşılamasını yeniden uygulamaya alıyor.

Raporda, “Amerikan Savunma Bakanlığı, 2007 Mart ayından itibaren yaklaşık 1.2 milyon kişiyi aşılamıştır,” denmekte.

Çiçek (smallpox) aşısında yine poks ailesinden, çoğu defa zararsız ‘vaksiniya’ adlı virüs kullanılmakta. Deri kazınarak cilde tatbik ediliyor, zamanla kabuk bağlayıp düşecek bir püstül (kabarcık) oluşturuyor.

Egzema veya immün sistemi problemleri olan kişiler aşılandıkları veya aşılı bir kimsenin vezikülleri ( İçinde seröz sıvı bulunan küçük deri kabarcığı) ile temas ettikleri takdirde ağır reaksiyon geçirebiliyor.

Buradaki asker, sağlık öyküsünde cilt alerjileri olmasına rağmen aşılanmış.

Raporda, Görev yerine sevki ertelendiğinden asker daha önce planlanmamış bir şekilde Indiana’daki ailesini görmeye gitmiştir,” diyor. “Oğluyla girdiği rutin münasabetler ‘kucaklaşma, boğuşma, uyuma ve banyo alma’dan oluşmaktadır.” denmiş.

Çocukta önce döküntüler beliriyor, akabinde durumu ağırlaşıyor. Bir haftalık deneysel tedavilerden sonra düzelmeye başlıyor.

Uygulanan tedaviler arasında Siga Technologies Inc. tarafından üretilen bir antiviral ilaç, vaksiniya immün globulini ve bir de Gilead Sciences Inc tarafından üretilen ‘cidofir’ adlı antiviral bir ilaç bulunuyor.

Çocuğun annesinde de kırmızı döküntüler oluşuyor, ancak aşılı insanların kanından temin edilen immün globulin verildikten sonra döküntü geçiyor.

Perşembe günü toplanan FDA danışma kurulu tarafından, Acambis Plc şirketince üretilmekte olan ve eskisine oranla daha güvenli olduğu düşünülen yeni çiçek aşısının onayı için tavsiye kararı çıkarılıyor.

E4VI’dan Ed-not: CDC 2013 Mart’ında Kaliforniya’da yine aşıya bağlı çiçek salgını kaydediyor. Demek ki yeni aşı da o kadar güvenilir değilmiş.


 

8 aşıdan günler sonra ölen 5 aylık bebek – Bebeğini öldürmekle suçlanan anne-baba

8 aşıdan günler sonra ölen 5 aylık bebek – Bebeğini öldürmekle suçlanan anne-baba

Vactruth.com sitesinden Christina England’ın haberidir.

"Baby A" died shortly after being given multiple vaccines. Her parents are now being charged with murder.Güney Afrikalı anne-baba, olduğu rutin aşılardan sadece günler sonra kaybettikleri bebeklerini öldürmekle suçlanmakta ve ömür boyu hapis cezasıyla karşı karşıya. Bebekleri tüm aşılarını zamanında olmuş. 25 Eylül 2012’de, bebek beş aylıkken götürdükleri mahalle kliniğinde çocuğa toplam 8 aşı birden yapılıyor.

Vactruth’a konuşan anne, aşıların aşırı sert bir biçimde uygulandığını, hemşirenin iğneleri bebeğe adeta bıçaklar gibi sapladığını ifade ediyor. Bebeğe o gün yapılan aşılar şu şekilde:

– Difteri, tetanoz, aselüler boğmaca, Hib ve polio (çocuk felci) aşılarını ihtiva eden 5’li karma aşı Pentaxim;

– Hepatit-B aşısı;

– Rotavirüsü aşısı;

– bebekleri pnömokok ve atipik hemofilüs influenza hastalıklarına karşı koruduğu söylenen Prevenar aşısı.

Bu acılı aşılanma seansından sonra anne, bebeğinin gün için huzursuzlanıp ağladığını ve kolay kolay teskin edilemediğini söylüyor. Ertesi gün ise iğne yerleri sertleşip şişiyor ve bebek bacaklarını kımıldatamaz hale geliyor; bu durum birkaç gün sürüyor.

Ancak bebek A bu yan etkileri ilk defa geçirmiyor. Annesinin ifadesine göre önceki aşıları sonrasında da bacakları şişimiş ve birkaç hafta boyunca da şişikler geçmemiş. O zaman kliniğin hemşiresine bebeklerinin bacaklarının neden şiştiğini sorduklarında kendilerine bunun aşınun uygulanma tekniğinden kaynaklanabileceği söylenmiş.

Hemşireler Bebek A’nın aşı kartına bu yan etkiyi işleyerek annesine ısıtılmış bir el havlusuyla bacaklara masaj yapmasını salık vermişler. Bebek A, 25 Eylül 2012’deki aşılardan sonra da aynı yan etkiyi yaşayınca anne derhal bacaklarına ılık el havlusuyla müdahale edip şişikleri indirmeye çalışıyor.

Peki ama bu aşı reaksiyonu karşısında sağlıkçılar neden endişelenmediler?

 

“Rengi maviye döndü ve kalp masajı yapmaya çalıştık”

9 Ekim 2012’de Bebek A gayet normal bir şekilde oynuyor, tekmeliyor, gülümsüyor, ancak ertesi gün her şey bir anda değişiyor. Anne o gün yaşananları anlatıyor:

“Bebek A o gün uyandığında oldukça huysuzdu ve yüksek ateşi vardı. Bir tek kucağımızda gezdirirken rahatlıyordu. O gün bebeğime bir Panado verdim ve nemli bir el beziyle yüzüne hafifçe dokunarak ateşini almaya çalıştım. Saat 15:30 gibi emmesi bitti ve gazını çıkarması için bebeği eşime verdim. Eşim gazını çıkarırken bebeğin sanki bir an soluğu kesilmiş ve nefes almaya çalışıyormuşçasına bir ses çıkardığını duyunca bebeğe baktım; eşimin omzuna başı düşmüştü ve nefes almıyordu. Rengi maviye döndü, biz de ona kalp masajı yapmaya çalıştık, ancak biz masaj yaparken kusuyor ve hala nefes almıyordu.

Hemen onu en yakın hastaneye götürmeye karar verdik ancak maalesef trafik vardı ve hastaneye ancak saat 16.00 sularında ulaşabildik. Tam kaç dakika sürdüğünü şimdi tam hatırlamıyorum. Bebeği hemen acil servisin travma ünitesine götürdük, elimizden alıp bize başka bir odada beklememizi söylediler. Tekrar nefes alarak hayata dönmesini sağladılar ve yenidoğan yoğun bakım ünitesine geçti, sonrasında oradan alarak tomografi çektiler ve röntgen de çekmeleri gerektiğini söylediler.”

Bir ömür gibi gözüken bir zamandan sonra doktor gelip endişeli anne-babaya, bebeklerinin beyninde kan bulunduğunu ve bebeklerinin sarsılmışa benzediğini söylüyor. Küçük kız bebeğin vücudundaki uzun kemiklerde çoklu çatlaklar var diyor.

Anne-baba kızlarına ne olduğunu sorunca da doktor ters bir şekilde, “Bilmiyorum, ben orda değildim, size sormalı neler olduğunu!” diyor.

Anne VacTruth’a, doktorun bu şekildeki gereksiz çıkışına bir türlü anlam veremediğini, kendilerini aşağılanmış hissettiklerini söylüyor. Anne şöyle diyor: “Biz orada perişan durumdayız, nasıl bize böyle bir şey söyler? Ne demeye çalışıyordu yani? Oradaki bizim bebeğimiz ve ne olup bittiğini bilmiyoruz.”

Anne doktora dönüp şöyle diyor:

“Doktor olan sizsiniz, sizin bize yardımcı olmanız gerekmiyor mu? Birden dünyamız tersyüz oldu, elimizden her şeyimiz, yaşamımız alındı, oturup bebeğimiz neden orada yatıyor sorusuna bir cevap bulmaya çalışmaktan başka yapabileceğimiz bir şey kalmadı. Bu sarsılmış bebek sendromu nedir bilmiyorum ben, kimse bebeğimizi sarsmadı bizim. Biz ordaydık, bu bir cevap değil, biri bize olanları açıklasın.”


“Solunum desteğini kapatmaya karar verdik”

"Baby A" before being vaccinated.

Ne yazık ki Bebek A’nın anne-babası aradıkları cevabı hiçbir zaman alamıyorlar ve üç gün sonra kızlarının el, ayak, baş ve gözlerinde şişlikler oluştuğunu fark ediyorlar. Endişelenen anne-baba hemşirelere sorunun ne olduğunu soruyor ve kendilerine şişlerin beyne az oksijen gitmesiyle alakalı olduğu söyleniyor.

Annenin ifadesine göre o ara pediyatrist ‘cam kemik hastalığı’ olup olmadığını anlamak için kolajen testi öncesinde biyopsi istiyor. Bu testin sonuçları ne oldu bilinmiyor, zira Bebek A’nın medikal kayıtları o zamandan beri kayıp.

Ertesi gün doktor anne-babaya solunum cihazını artık kapatmak isteyebileceklerini söylüyor. Onlara Bebek A’nın bir daha uyanmayacağını açıklıyor ve organ bağışı düşünüp düşünmediklerini soruyor ki anne baba da bunu dini gerekçelerle reddediyor.

Beşinci gün, şişikler çok daha ağırlaşıyor ve Bebek A hastaneye yattığından beri hastane ekibi ilk defa küçük kızın göz kapaklarını kaldıramıyor. İşte bu noktada anne-baba, birtanecik kızlarının artık daha fazla acı çekmemesi gerektiğine kanaat getiriyor. Anne bize şunları söylüyor:

“Vantilatörü kapatıp evladımızın huzura kavuşmasına karar verdik. Hemşire ve doktorlarla bir toplantı yapıp onlara ertesi sabah saat 7’de cihazı kapatacağımızı söyledik. Hemşireler otopsi yapılması gerek dediler, bunun üzerine pediyatrist gerek olmadığını söyledi, ancak hemşireler ısrar etiler.

7. gün, 17 Ekim 2012’de biz gelir gelmez Bebek A’yı yatağından alıp, bize de oturmamızı söyleyip kızımızı kucağımıza verdiler ve vantilatörü kapatıverdiler. Kızımıza veda edebilmemiz için bize onunla başbaşa bir beş dakika dahi vermediler.

Kızımız hakkın rahmetine kavuştuktan sonra ancak onunla başbaşa kalabildik ve sonrasında da naaşı vermeleri için bekleme salonunda oturduk. 2 veya 3 saat beklemiştik ki görevliler bize polisin gelip naaşı otopsi için morga götürmesini beklediklerini söyledi.”

 

Doktorlar aşı yüzünden oluşmuş tıbbi rahatsızlıklar için anne-babayı suçluyor

"Baby A's" vaccine records.

Bu da maalesef muhtemelen aşı nedeniyle oluşmuş rahatsızlıklar için bizzat anne-babanın bebeği sarsmakla itham edildiği trajik vakalardan biri. Bebek A’nın aşı kartına bakıldığında, daha beş aylıkken toplam 21 rutin aşının yapılmış olduğunu görüyoruz. Bu korkunç yüksek bir aşı oranı ve bu yaştaki pekçok bebeğin bu denli yüksek toksin, kimyasal ve zehir yükünü kaldıramadığı gün geçtikçe daha aşikar hale gelmekte.

Bazı anne-babaların çocuklarını fiziksel olarak istismar ettiği gerçeğini yadsımıyoruz ve bunun kabul edilemez olduğunu söylüyoruz elbette, ancak doktorların da her tıbbi rahatsızlığın çocuk istismarından kaynaklanmadığını kabul etmeleri lazım.

Son senelerde, çocuğu muhtemel bir aşı kurbanı olduğu halde ‘sarsılmış bebek sendromu’ ile suçlanan ebeveynlerin sayısında muazzam bir artış yaşanmakta. 1998’de Dr. Viera Scheibner, yaşanan bu artış için “epidemi” (salgın) demiştir. Nexus’ta yayımlanan makalesinde Dr. Scheibner şöyle diyor:

“Bundan bir vakit önce avukatlardan veya suçlanan ebeveynlerin bizzat kendisinden uzman görüşü için rapor talepleri almaya başladım. Vakaların tıbbi öyküsü yakından incelendiğinde meş’um bir tabloyla karşılaşıyorsunuz: vakaların hepsinde belirtiler bebek aşılandıktan kısa süre sonra ortaya çıkmaya başlıyor.” [1]

Ben Dr. Scheibner’den de bir adım öteye giderek, bu salgının artık “sarsılmış bebek sendromu pandemisi” haline geldiğini iddia ediyorum.

Bebek A’nın aşı kartında 25 Eylül’de, aralarında konvülsiyon; nefes darlığı; yüz, el ve ayaklarda şişiklik ile ölüm gibi istenmeyen reaksiyonlara neden olduğu bilinen bir aşı, yani Prevenar aşısını olduğu yazıyor. [2]

Bebek A’nın el, ayak ve gözlerindeki şişlikler esasen aşıya bağlı bir reaksiyon geçirdiğine delalet olabilir mi acaba?

 

Bu Tehlikeli Aşının Getirdiği Diğer Bebek Ölümleri

 

Şişliklerin aşıdan iki hafta sonra oluştuğu itirazını getirenlere ben de aşıdan sonra reaksiyon oluşumu için tıbben konulmuş bir mühlet olmadığını söylemek isterim. Unutulmamalı ki Bebek A’nın bacakları aşıdan kısa bir süre sonra şişmiş ve birkaç hafta boyunca da şişlikler geçmemiştir.

Reuters haber ajansına göre 2009’da Hollandalı yetkililer, Prevenar aşısından sonraki iki hafta içinde üç bebek ölünce aşıyı yasaklamıştı. Bebek A’nın durumunda da aşının olunması ve ölüm aynı zaman çerçevesinde gerçekleşmiştir.

Hollanda sağlık enstitüsü RIVM sözcüsünün açıklaması şöyledir:

“Aşılardan sonra yılda ortalama beş ila on bebek ölümü bildirilmektedir. Oysa şimdi elimizde kısa sürede meydana gelmiş üç vaka var; bu normal bir oluşum değil, o yüzden de aşı partisinin kullanımı durdurulmuştur.” [3]

Hollanda’daki ölümlerin dışında da ölüm bildirimleri mevcut.

2000’de, Michael Horwin, (MA), Prevenar’ın klinik deneyleri esansında da on iki çocuğun öldüğünü söylemektedir.

Yeni Bir Çocukluk Çağı Aşısı, Prevnar Hakkında Eleştiri Yazısı başlıklı makalesinin 3. bölümünde Horwin şöyle diyor:

“Ayrıca aşı prospektüsünde, “Prevnar’ı olan denekler arasında on iki ölüm (5 ani ölüm sendromu vakası ve 7 tane de başka nedenlere bağlı ölüm) gerçekleşmiştir” denmektedir. Bu sayı, kontrol grubundaki ’21 ölüm (8 AÖS, 12 başka nedenlerden ölüm ve bir adet de daha büyük bir çocukta meydana gelen AÖS benzeri ölüm)’den daha azdır. Ancak, her iki grup (Prevnar ve kontrol grubu) da deney aşamasındaki bir aşıyı olmuştur. O bakımdan esasen bildiğimiz tek şey, en az 13’ü AÖS olmak üzere 33 çocuğun öldüğüdür.” [4] (vurgu sonradan eklenmiştir)

Bu çalışma aynı zamanda, klinik çalışmaları yürüten doktorlardan birkaçının çıkar çatışması olduğunu da ortaya koyuyor. Şayet bu doğruysa, bu aşının etkinliği daha onay almadan önce şaibeliydi demektir ve aynı kanaate ‘Flu Prevention and Treatments – Naturally’ (Grip için Doğal Önlem ve Tedaviler) adlı websitesinde de rastlıyoruz. Websitesinde, Aşıya Bağlı İstenmeyen Etki Bildirim Sistemi (Amerika’nın ASİE sistemi/VAERS)’nde arama yapıldığında, aşı 2000 yılında onaylandıktan sonra, aralarında aşağıda belirtilenler de olmak üzere toplam 28,317 istenmeyen etki (reaksiyon) bildirimi yapıldığı yazıyor:

  • 558 ölüm
  • 555 hayati risk taşıyan rahatsızlık
  • 238 kalıcı özür
  • 2,584 hastane yatışı
  • 101 uzun süreli hastane yatışı
  • 8,166 acil servis vakası
  • 16,155 “ağır olmayan” vaka [5]

Sonuç

Bu tip vakaların diğer pekçoğunda olduğu gibi Bebek A da salt bir aşı olmamıştır, bu yüzden de tam olarak hangi aşının, tabii eğer aşıdansa, bebeğin ölümüne yol açtığını belirlemek zor. Ancak bu vaka ile ilgili doktorların, diğer tüm vakalarda da olduğu gibi, aşının bu sonuçtaki muhtemel etkenlerden biri olduğunu gözönünde tutmaları elzemdir.

Ne yazık ki bu anne-baba, ortada cinayet şüphesini oluşturacak elle tutulur herhangi bir kanıt olmamasına rağmen kızlarını öldürmekle suçlanıyor. Bebek A’nın sarsıldığını gösterecek başa ne dışarıdan bir darbe izi ne de üst gövdede herhangi bir çürük bulunmaktadır.

Bu çocuk sarsılmış olsaydı sırtta veya boyunda incinmeye dair bir iz olması gerekirdi diye düşünüyorum, çünkü daha beş aylık bir bebeğin boyun ve baş kontrolü henüz tam oluşmamıştır.

Tüm aşı ve ilaçlarda reaksiyon riski vardır 21 aşı olduktan sonra Bebek A’nın toksik zehirlenmeden ölmüş olma olasılığı hayli yüksektir. Eğer böyleyse, Bebek A’nın ölümüne anne-babası değil, devlet tarafından yapılması öngörülen bunca aşı ve bunun yanında da bu küçük kızın muhtemel bir aşı reaksiyonu geçirdiği ihtimalini dikkate dahi almamış hastane yol açmıştır.

ED-Not: İsimler dava nedeniyle değiştirilmiştir.

 

KAYNAKÇA:

 

1. Sarsılmış Bebekler: Aşı Bağlantısı 

2. Prevenar Aşı Insert’ü

3. Güncelleme 3 – Bebek ölümlerinden sonra Hollanda Pfizer aşı partisini çekiyor

4. Prevnar, A Critical Review of a New Childhood Vaccine

5. Prevnar Aşısının Tehlikeleri