Aşılanma Bağışıklanma Demek Değildir – İmmünolog Dr. Tetyana Obukhanych ile Söyleşi – 3. Bölüm
CJF: Vaccine Illusion kitabı Tetyana’nın San Francisco Sahil Kesimi dışında kalan ailelere alacakları aşı kararları için derslerindekiyle benzer mesaj ve bilgileri iletebilme yolu. Bunun yanında, modern biyomedikal araştırmaların yapılış şekliyle ilgili ivedilikle yapılması gerekli değişiklikler konusunda da insanları bilinçlendirmeye çabalamakta. Vaccine Illusion kitabını e-kitap olarak edinmek isterseniz Amazon.com’dan Kindle versiyonuna erişebilir veya kitaptan birkaç sayfa okuyup incelemek isterseniz kitabın kendi websitesine uğrayabilirsiniz.(https://sites.google.com/site/vaccineillusion).
Doğal beslenme eğitimi alırken üzerinde en fazla araştırma yaptığımız konu doğumöncesi beslenme ve yenidoğan beslenmesi idi. Sizce tıp bilmi şimdi neden bir bebek için ana antikor kaynağı olan anne sütünü itibarsızlaştırmaya çalışıyor? Sonuçta bebek 9 ayı annesinin karnında, onun iç ekosisteminde geçirmedi mi ve sütünü almaya da tamamen hazır ve istekli değil mi? Çocuğu anne sütünün faydalarından niye mahrum ediyoruz ki?
DR O: Emzirmenin hem beslenme hem de hastalıktan koruma yönünden faydalarını teyit eden pekçok bilimsel çalışma olduğunu biliyorum. Aksi nasıl düşünülebilir ki, memelilerin binlerce yıllık evrim sürecinde anne sütü ve emzirmeyle bugüne gelmişiz.
CJF: İnsan sütünün immünoglobülin [Serumda bulunan antikor özelliğine sahip proteinler (Beş ayrı cins ayırt edilmiştir: IgA, IgG, IgM, IgD, IgE)] açısından zengin olduğu görüşüne katılıyor musunuz? Bunlar yeterli bağışıklanma sağlamıyor mu? Anne sütünde bakteri, virüs ve mantar öldürücü makrofajlar [Büyük fagosit hücresi] var, o zaman immünoloji niye Doğa Ana’nın işine burnunu sokmak istiyor?
DR. O: Bilimde bayanların rolü biraz daha artmış olsa belki Doğa Ana’ya daha fazla saygı duyulurdu. Doğa Ana’nın bizi hastalıktan nasıl koruduğunu çalışır, işler ters gittiğinde bu süreci desteklemeye, takviye etmeye çalışırdık. Oysa biz, son derece kısa dönemli ve kısıtlı fayda sağlayan kendi icadımız suni birtakım uygulamalarla bu doğal prosesi tamamen bir kenara itiyor, çiğneyip geçiyoruz ve bu uğurda uzun dönemde oluşacak zararları hesaba katmıyoruz.
CJF: Çok iyi ifade ettiniz doktor hanım.
İmmünoloji alanında yürüttüğünüz araştırmalar esnasında bugün genelin haberdar olmadığı ancak açığa çıkması gerek diye düşündüğünüz bir keşfiniz oldu mu? Bu konuda bize ne gibi açıklamalarda bulunabilirsiniz?
Dr. O: Bilmin kendisi bir yana, bilimsel araştırmaların sunuluş biçimini hangi güçlerin belirlediğini “keşfettim”.
İmmünologlar da dahil olmak üzere günümüzün tipik biliminsanının kariyeri, kısa dönem araştırma fonu alabilmek için kariyerinin hemen başında kendini ispat edecek bir başarıya imza atması; fon alımının garantilenmesi için ilk başarının hemen ardından ardı ardına bilimsel yayın çıkarmak yoluyla kendini ispatın devamı şeklinde sürüp giden bir döngüdür. Sırf yayın çıkarmış olmak için fon peşinde koşma ve daha fazla fon alabilmek uğruna çıkarılmış yayınlar. Bu oyunun şartı başarı göstermen, zira sadece başarıya mükafat var. Ancak insanların başarılı gözükmek için bu denli yüksek baskı altında olması yanlış birtakım güdülerle hareket edilmesine yol açabiliyor.
Üzerlerindeki bu baskı biliminsanlarını oldukça zor durumda bırakabilir: ya elde ettikleri verilerin ortaya koyduğu gerçekler, çalışmanın yayınlanmasını sağlayacak pek öyle ahım şahım sonuçlar vermediyse (zira yayına ancak başarı öyküleri kabul edilir), ve bilim camiasında kalabilmeleri, laboratuvarlarını koruyabilmelerinin olmazsa olmazı, bir sonraki hibe alımını tehlikeye atıyorsa? Başarısız bulguları hakkındaki tüm gerçeği gözler önüne serip hem kendi kariyerlerini hem de geçimi onların kariyerine bağlı insanların geleceğini tehlikeye atarlar mı?
Kendi çalıştığım laboratuvarlardan birinde şahit olduğum, immün yanıt oluşturmada yeni bir metodun araştırıldığı deneyden örnek vereyim. Sözkonusu metod, yeni aşı geliştirme stratejilerinde kullanılabileceği gizli beklentisiyle prestijli bir immünoloji dergisinde yayınlandı. Ancak gelin görün ki, bu bağışıklama metodunun yapılan deneylerde hayvanları enfeksiyondan korumamış olduğuna dair veriler bilerek çalışma metnine konulmadı. Bu verilerin konulmaması nasıl mazur gösterildi? Açıkçası hiç bir fikrim yok ve açıklama talep edecek pozisyonda da değildim o sırada.
CJF: Ben buna bilim sahteciliği derim. CDC ve FDA ilaç ve ecza sanayisinin araştırmalarını koruyup kollamak yerine neden görevlerini yapıp halkın, tüketicinin hakkını ve sağlığını korumuyor?
Dr. O: Çalışma verilerindeki bu bilinçli eksiklik nasıl ödüllendirildi peki? Üçüncü Dünya Ülkeleri’ne aşı sponsorluğu yapan oldukça tanınmış özel bir vakıf [Bill ve Melinda Gates Vakfı??] tarafından akıl almaz miktarda paralar akıtılarak. Bana söylenen, bu paranın bir kısmının, sözkonusu immünizasyon yönteminin insanlarda kullanılmak üzere yeni bir aşılama stratejisi olarak geliştirilmesine ayrılmış olduğuydu.
Yeterince açık ifade ettim sanırım?
CJF: Bence de.
Günümüz immünologlarının büyük kısmının ve hatta belki de tümünün laboratuvarlarının dışında kalan ve aşılardan zarar görmüş insanlardan oluşan dünyaya gözlerini kapatmalarını, görmemelerini sağlayan şey nedir, nasıl bir gerçeklikleri var immünologların? Ben buna bilimsel araştırmanın “politik” yönü diyorum, katılır mısınız?
DR. O: Okuyuculara immünoloji alanına mensup olmanın nasıl bir duygu olduğunu biraz anlatayım.
Temel imünoloji mensupları, ki ben de uzun süre bu şekildeydim, genel olarak meşgul oldukları dar araştırma alanı dışında kalan hiçbir şeyle ilgili kendilerini eğitmezler; aşıların işe yaramadığı durumları belgeleyen bir dünya epidemiyolojik araştırmayı bile okumazlar. İmmünologlar aşıların hastalıktan korumama gibi bir ihtimali olduğunu bile “bilmez”. Ya da belki de kollektif mesleki gururları, bütün bir yaşamlarını adadıkları araştırma çalışmalarının kutsal meyvesi, aşılamanın, doğal bağışıklanmayla karşılaştırıldığında ne denli eksik ve kusurlu kaldığını görmelerine engel oluyordur.
Aşılamayla ilgili toplumsal veya kişisel endişeleri dile getirmek tabudur. Bu konuları herhangi bir şekilde ele almaya çalışmak; aşı güvenliği, etkinliği veya gerekliliğine dair yapılmış bilimsel çalışmaların yetersizliği ve kusurları ile ilgili en ufak bir imada bile bulunmak meslekdaşlarınızın öfke ve gazabına uğramanız için yeterlidir. ‘Aşılar zararsızdır ve hastalıklardan korur’ ve ‘aşılar hayat kurtarır’ mantrası hiçbir şekilde üzerine ikinci bir kez düşünülme gereği duyulmadan kabul edilmiş, dini inanışın da ötesine taşınmıştır.
CJF: O halde aşıları sorgulamaya kalkmak demek, bilim dininde affedilmez günahı işlemek demek olsa gerek.
DR. O: Yani, bir yandan temel immünologlar kullanılan araç gerece bağlı hata payı yüksek teorileriyle kendilerini meşgul ederken, bu teorilerinin aşı şeklinde genel insan popülasyonuna verildiğinde açığa çıkarttığı sonuçlara bakma zahmetine bile girmiyorlar. Diğer yandan da epidemiyologlar ve toplum sağlığı görevlileri bu girift immünolojik teori hakkında yeterli bilgiye sahip olmaktan oldukça uzak olduklarından aşıların teorik olarak hesaplanan performansı göstermediğini anlayamıyorlar. Bu durumda n’apıyorlar, işe yaramadığı bariz şekilde ortaya çıkmış aşılar için kısa yoldan takvime ardı ardına yeni rapel doz aşıları ekliyorlar.
İşte bu kompartmantalizasyon ve görüş alanının darlığından kaynaklanan sınırlı perspektif bugün herhangi bir uzmanın çıkıp da aşılar hakkında büyük resmi görmeye çalışmasının ve bu arayışın ortaya çıkaracağı şeylerden dehşete düşmesinin önünde engeldir. Aradıkları takdirde görecekleri şey, aşıların fazilet ve meziyetlerine dair anlatılanlarda tutarsızlık olduğudur. Ancak tabii anaakım bilim dünyasında aşılama konusunu geniş perspektiften incelemek için herhangi bir teşvik sözkonusu olmadığı gibi, aksine, başınızı kuma gömülü tutmanız için muazzam bir baskı var.
CJF: Şaka yapıyor olmalısınız! Duyduklarım inanılır gibi değil, zira biz bilmi güya daha iyi, daha yeni bilimsel gerçeklere ulaşılabilmesi adına fikirlerin açıkça tartışılabildiği bir alan olarak biliyoruz.
Okuyucularımızla paylaşmak istediğiniz özel bir bilgi var mı?
DR. O: Okuyucularla bilim icra etme şeklimizi neden değiştirmemiz gerektiğine dair görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Aşı konusunu gerçekten tam manasıyla elimize yüzümüze bulaştırmış durumdayız, fakat ilelebet bu karmaşada kalmamız gerekmiyor. Ancak öncelikle okuyucuların bu karmaşadan bir türlü çıkamayışımızın müsebbibi bilim tarzını sürekli kılan şeyin ne olduğunu anlamasını istiyorum.
Amerika’da bilimadamları Düzen’in kölesinden başka bir şey değildir, sadece kendilerine fon sağlanan konuyu araştırabilirler. Salt araştırma için verilen paradan bahsetmiyoruz, kariyerlerinin ilerleyip ilerlemeyeceği ve alacakları maaş da bu hibelere bağlı, özellikle de kariyerlerinin başında. Bilimadamlarının fon kaynaklarını sağlayan ve en temel geçim kaynaklarını destekleyenlerin ajandasıyla bağdaşmayan konuları araştıramamasına veya kendilerini güvende hissetmemelerine kim şaşırabilir ki?
Biyomedikal araştırmaların büyük çoğunluğuna devlet, ilaç sanayii veya oldukça güçlü ilaç-yanlısı veya aşı yanlısı ajandaya sahip özel vakıflarca fon sağlandığı sır değil. Bu durum biyomedikal araştırmalarda öncelikleri ve odaklanılacak konuları öyle bir şekilde etkiliyor ki tüm güç fon sağlayan kaynakların eline geçiyor, kişilere ise aydınlatılmış rıza prensibi dahilinde kendi kararlarını verebilmeleri için pek az bir imkan kalıyor.
Neden ebeveynlerin aşılarla ilgili çekincelerini sistematik şekilde ve yeterli düzeyde ele alıp yanıtlayacak bir bilme sahip değiliz?
Neden herhangi bir bulaşıcı hastalığın hafif mi yoksa ağır mı seyredeceğini belirleyecek doğal etkenlerin ne olduğunu veya “hastalığa yatkınlık” nedir bunu sistematik ve yeterli düzeyde çalışan bir bilim anlayışımız yok?
Neden doğal bağışıklanmanın ne olduğunu anlamamızı sağlayacak bir bilim yok ortada?
Bu tip bilgiler birey olarak bizlerin işine yaramaz mıydı, istifade etmez miydik?
Biliminsanı olarak ben şahsen hizmet ettiğim topluma doğrudan hesap verme konumunda olmayı tercih ederim ve toplumla biliminsanları arasına devlet/ilaç sanayi’nin ajandaları tarafından konulan filtreler olmadan toplumun bilimsel olarak araştırılabilecek endişelerini/ihtiyaçlarını yanıtlayabilmek/giderebilmek isterim.
Biliminsanları ve toplum arasında bu şekilde doğrudan bir ilişkinin varolabilmesi isteniyorsa, bilimadamlarının maddi olarak şu an olandan farklı bir şekilde desteklenmesi lazım. İlaç sanayii ve devletin gücü ellerinden alacak tarzda bilimsel çalışmaları desteklemesini bekleyemeyiz değil mi? Bilimadamlarının da kendilerine fon ve terfi sağlamayacak araştırmaları ille yapacağım derken ailelerini açlığa terk etmelerini bekleyemeyiz değil mi?
O halde bilginin sağlayacağı gücü Düzen’in eline bırakmayıp kendi elimize almamızı sağlayacak tarzda araştırmaların yapılabilmesi için bilimadamı ve toplum arasında bu doğrudan ilişkiyi kurabilir miyiz?
Amerikan anayasasındaki güçler ayrılığı ilkesi gereğince din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmış olması nasıl bize muazzam bir refah sağladıysa, bir de bilim ve devlet işleri birbirinden ayrılınca neler olabileceğini düşünün.
Herkesi bir anlığına durup bunu nasıl sağlayabileceğimizi düşünmeye davet ediyorum.
CJF: Dr. Obukhanych, doğal bağışıklanmanın ne olduğu ve ilaç sanayii ürünü aşıların bunu değiştirmedeki rolü hakkında bizleri aydınlatttığınız için çok teşekkür ederiz. Keşke sizinle aynı düşüncede ve aynı ahlaki değerlere sahip daha fazla araştırmacı biiminsanımız olsaydı. Tekrardan, tüm yaptıklarınız için size teşekkürlerimizi sunuyoruz.