Aşı Efsanesi – Söylence 7: “Çocuğum aşılara herhangi bir olumsuz reaksiyon geliştirmedi, o halde endişelenecek bir şey yok demektir”

Aşı Efsanesi – Söylence 7: “Çocuğum aşılara herhangi bir olumsuz reaksiyon geliştirmedi, o halde endişelenecek bir şey yok demektir”

AŞI SÖYLENCESİ 7:

Çocuğum aşılara herhangi bir olumsuz reaksiyon geliştirmedi, o halde endişelenecek bir şey yok demektir…”

…gerçekten öyle midir?

 Aşıların kayıtlardaki uzun dönem yan etkileri arasında otizm, hiperaktivite, dikkat eksikliği bozuklukları, disleksi, alerjiler, kanser ve diğerleri gibi kitle aşılama programlarından önce varlıkları pek az bilinen kronik immünolojik ve nörolojik rahatsızlıklar bulunmaktadır. Aşılarda thimerosal (bir cıva türevi), alüminyum fosfat, formaldehid (Avustralya Zehir Bilgilendirme Merkezi tarafından insan vücuduna zerk edildiğinde güvenli olarak kabul edilebilecek bir miktarı olmadığını açıklamıştır) ve phenoxyethanol (antifriz olarak bilinir) gibi toksik ve kanserojen etkisi bilinen maddeler kullanılmaktadır. Bu maddelerden bazılarının vücutta mide-bağırsak, karaciğer, solunum yolları, sinir sistemi, kalp-damar ve kan, üreme organları ve gelişimsel mekanizmayı zehirleyici etkisi bilimsel olarak tanınmaktadır. Kimyasal madde sıralamasında aşı içerisindeki pekçok madde en tehlikeli maddeler sınıfında yer alır ve bu maddeler aynı zamanda tehlikeli etkilerinden dolayı sıkı bir şekilde regüle edilmektedir. Bu maddelerden bazılarının mikroskopik ölçüdeki dozlarının dahi ciddi hasara yol açabildiği bilinmektedir. Bunların yanısıra aşılar, bilindiği takdirde pekçok insanın aşı kararını etkileyebilecek bir uygulama, yani kürtajla alınan fötal dokudan elde edilmiş insan diploid hücrelerinde kültürlenmektedir.

Tıp tarihçisi, araştırmacı ve yazar Harris Coulter (Ph.D.), yürüttüğü geniş çaplı araştırmalar sonucunda aşılama programlarının bebeklerde halk sağlığı yetkililerinin kabul etmek isteyeceklerinin çok üzerinde oranlarda, tüm çocukların %15-20’sini kapsayacak şekilde, düşük dereceli ensefalit, yani beyin iltihabına yol açtığını saptamıştır. Coulter, otizm, öğrenme bozuklukları, minimal veya orta dereceli beyin özrü, nöbetler, epilepsi, uyku ve yeme bozuklukları, cinsel işlev bozuklukları, astım, ani bebek ölümü, diyabet, obezite ve impulsif (dürtüsel) şiddet gibi  ensefalit [aşıların kayda geçen yan etkisi] sekellerininin [bir hastalıktan sonra yerleşip kalan işlev veya doku bozukluğu] bugün tam da modern toplumu istila eden rahatsızlıklar olduğuna dikkat çekiyor. Eskiden göreceli olarak az rastlanan bu rahatsızlıklar, çocukluk dönemi aşı sayısı arttıkça daha yaygın hale gelmiştir. Coulter ayrıca pertussis toksoidinin (zehirleyici özelliği ortadan kaldırılmış boğmaca toksini) laboratuvar deneylerinde hayvanlarda ensefalit oluşturmak için kullanıldığını da belirtiyor. Boğmaca (pertussis) aşısının beyinde hasar oluşturma kabiliyeti bilinmekle kalmıyor, aynı zamanda beyin hastalıkları üzerinde klinik araştırma yapan bilimadamlarının da çalışmaları için olmazsa olmazlarından birini teşkil ediyor.

Almanya’da yapılan bir bilimsel çalışmada aşılar ile dikkat eksikliği ve epilepsi de aralarında olmak üzere tam 22 nörolojik bozukluk arasında korelasyon saptanmıştır. Bir diğer açmaz da, aşılardaki viral elementlerin insan vücudunda senelerce kalarak zamanla mutasyona uğrayabilecek olmasıdır ki bu durumun sonuçları bilimadamaları için bilinmezliğini korumaktadır. Milyonlarca çocuk devasa ve oldukça kaba usullerle yürütülen bir deneyin parçası haline getirilirken tıp camiasından bu deneyin istenmeyen etkilerini izleme veya uzun vadedeki sonuçlarını araştırma yönünde samimi ve organize herhangi bir çaba göremiyoruz. Uzun dönem yan etkileri konusunda ortada bir çalışma olmadığına göre, aşıların “aydınlatılmış rıza” ve yeterli güvenlik çalışması olmadan yaygın şekilde kullanımı tıbbi bir deney sayılır. Amerikan Hekimler ve Cerrahlar Birliği (AAPS) ve Ulusal Aşı Bilgilendirme Merkezi (NVIC) tarafından da belirtildiği üzere bu uygulama, “modern biyoetiğin temel ilkeleri” olarak kabul edilen Nürnberg İlkeleri‘nin (Nuremberg Code) ilk ilkesine aykırıdır(53,54).

Aynı zamanda aşı teknolojileri de geliştiren Classen Immunotherapies’in kurucusu, bilimadamı ve tıp hekimi Bart Classen dünya çağında yürüttüğü epidemiyolojik çalışmalar sonucu aşıların 10 yaş altı çocuklarda görülen Tip 1 Diyabet‘in %79‘undan sorumlu olduğunu bulmuştur. Tip 1 diyabet oranında artış riski difteri aşısı sonrası gözlemlenen %9‘luk değer ile Hepatit B aşısına bağlı %50‘lik değer arasında değişiyor. Classen, CDC (Centres for Disease Control / Hastalıklarla Mücadele Merkezi) verilerinin bulgularını teyit eder nitelikte olduğunu belirtiyor. Ne var ki Classen’ın bulgularının diyabetin çok ötesinde alanlarda da geçerli olduğunu 1999 yılında British Medical Journal’da yer alan şu ifadelerinden anlıyoruz: “Astım, alerjiler ve bağışıklık sistemi işlevine bağlı gelişen kanserler de dahil olmak üzere diğer pekçok kronik immünolojik hastalıkta hızlı bir artış yaşanmakta ve bu artış bağışıklama programlarına bağlı olabilir.”. Diyabetle ilgili bulgular belki de buzdağının yalnızca görünen kısmı.

A.B.D. ve İngiltere’de son yıllarda yapılan çalışmalar aşıların otizme yol açtığını gösterir yönde(56,57,58). Cıva zehirlenmesi ve otizm neredeyse aynı belirtilere sahip(59) ve bir günde olunucak aşılar ile zarara yol açtığı bilinen ölçünün 41 kat üzerinde cıva alınması mümkün(60). 1980’lerin başında aşı takivime giren kızamık-kabakulak-kızamıkçık (KKK ya da “measles-mums-rubella (MMR)) aşısından sonra Kaliforniya’da otizm oranları son 20 yılda %1000’lik bir patlama yaşamıştır. İngiltere’de de 1990’larda takvime giren KKK aşısından sonra otizm oranlarında hızlı artış görülmüştür. Bazı bebekler aşılar yoluyla EPA (Environment Protection Agency) ajansının cıva için belirlediği güvenlik limitinin 100 kat üzerinde cıva almaktadır. Ocak 2000’de İlaç Yan Etkileri Dergisi (Journal of Adverse Drug Reactions) KKK aşısının güvenlik çalışmalarının yeterli düzeyde olmadığı ve lisans verilmemesi gerektiği yönünde açıklama yapmıştır. Aşı-otizm bağlantısı şüphelerini güçlendiren bir başka faktör de, otistik hastalarında sistematik cıva arındırma rejimenleri kullanan hekimlerin hastalarının genel sağlık durumlarında ve davranışlarında belirgin iyileşme kaydetmeleridir(61). Bugün, [Amerika’da] 150 çocuktan 1’i [bu oran, 2012 yılı itibariyle 88’de 1’dir] otizm teşhisi taşımaktadır. 1940’lı yılların başında, bugün kullanılan aşıların pekçoğu henüz piyasada yokken, otizm oldukça ender görülen ve ancak birkaç doktorun hizmet yılları boyunca rastlayacağı bir sağlık durumuydu.

 

AŞI GERÇEĞİ 7:

“Pekçok ciddi kronik hastalıkla ikna edici düzeyde korelasyon saptanmış olmasına rağmen aşıların uzun dönemde yol açacağı yan etkiler üzerinde durulmamaktadır. Hekimler bu hastalıkların çoğunda gözlemlenen muazzam artışı açıklayamamaktadır.” 

 


 

Kaynaklar:

53.  NVIC Vaccine Conference Program Guide, 1997.

54. Unanimous resolution of the AAPS, 57th Annual Meeting, St. Louis, MO, October, 2000; seehttp://www.aapsonline.org/.

55. British Medical Journal, 1999, 318:193, 16 (January).

56.Singh V, Yang V. Serological association of measles virus and human herpes virus-6 with brain autoantibodies in autism. Clinical Immunology and Immunopathology 1998;88(l):105-108.

57. Wakefield AJ, et al. Ileal-lymphoid-nodular hyperplasia, non-specific colitis, and pervasive developmental disorder in children. Lancet 1998;351:637-641. 

[Ed Not: Dr Wakefield ve diğer 12 meslektaşının bu araştırması, çocuklar üzerinde etik olmayan çalışma yürütülmüş olması gerekçesiyle geri çekilmiştir.]

 

58. Wakefield AJ, Anthony A, Murch SH, Thomson M, Montgomery SM, et al. Enterocolitis in Children With Developmental Disorders. Am JGastroenterol September; 95:2285-2295.

59. Stephanie Cave, MD, NVIC Vaccine Conference, September, 2000; see http://www.909shot.com  for conference transcripts and information.

60. Congressman Dan Burton, House Committee on Government Reform, Hearing on Mercury and Medicine, 6/18/2000.

61.Press Release, Feb. 12, 2001; see http://www.autism.com/ari/press1.html

Aşı Efsanesi – Söylence 5 ve 6: “Çocukluk Çağı Hastalıkları Son Derece Tehlikelidir”; “Çocuk Felci, Aşılama Tarihinin Tartışmasız En Parlak Başarı Öykülerinden Biridir”

Aşı Efsanesi – Söylence 5 ve 6: “Çocukluk Çağı Hastalıkları Son Derece Tehlikelidir”; “Çocuk Felci, Aşılama Tarihinin Tartışmasız En Parlak Başarı Öykülerinden Biridir”

SÖYLENCE 5:

“Çocukluk çağı hastalıkları son derece tehlikelidir…”

…gerçekten öyle midir? 

Çocukluk döneminde geçirilen bulaşıcı hastalıkların günümüz modern dünyasında ciddi sayılabilecek sonuçları tektüktür. CDC’nin muhafazakar istatikleri bile örneğin boğmaca için hastalıktan iyileşme oranını 1992-94 yılları için %98.8 olarak göstermektedir. 1993 sonbaharında Ohio ve Şikago’da başgösteren yüzlerce boğmaca vakasında Cincinnati Çocuk Hastanesi’nde görevli bir enfeksiyonel hastalıklar uzmanı, “Görülen boğmaca vakaları oldukça hafif seyirli; ölen yok, yoğun bakıma kaldırılan yok.” açıklamasında bulunmuştu.

Çoğu kez çocukluk dönemi bulaşıcı hastalıklarının seyri kısıtlı olup tehlike oluşturmayacak şekilde geçirilir. Çoğu durumda ömür boyu bağışıklık sağlayan bu hastalıkların yanında aşının sağlayacağı bağışıklık (koruma) geçicidir. Aşının geçici yapıdaki koruyuculuğu ise çocuğun ileriki yıllarda sağlığına tehdit oluşturulabilir. Örneğin, yeni su çiçeği aşısının koruyuculuğunun 6 – 10 yıl arası olduğu düşünülmektedir. Koruyuculuk sağladığı takdirde çocuğun hastalığa maruziyetini yetişkinlik yıllarına çekecek ve her ne kadar bu yıllarda da nadir bir sonuç olsa da su çiçeğinden ölüm riskini 20 kat arttırmış olacaktır. İngiltere’de eskiden “kızamık partileri” yapılırdı; kızamık çıkaran bir çocuk varsa civar komşular çocuklarını kapıp hasta çocukla oynatmaya gelirlerdi, amaç çocukların hastalığı kapıp bağışıklık kazanmalarını sağlamaktı. Böylelikle hastalığın gecikerek daha tehlikeli seyrettiği yetişkinlik yıllarına sarkması önlenir ve aynı zamanda da doğal hastalık sürecinin bağışıklık sistemini güçlendirici etkisinden faydalanılırdı.

1980’lerin sonuna doğru başgösteren kızamık vakalarının yarıya yakını çocukken aşılanmış ergen ve erişkinlerden oluşuyordu(48) ve önerilen ek aşı dozlarının ise koruyuculuğu 6 aydan kısa olarak belirtilmektedir(49). Bazı sağlıkçılar su çiçeği aşısındaki virüsün ileriki yıllarda reaktive olarak “zona” (herpes zoster) veya diğer immün sistemi hastalıklarına yol açabileceğinden endişe etmekteler(50). Cleveland, Ohio’daki  St. Luke’s Medical Center’in pediyatri bölümü üyesi Dr. A. Lavin, “genetik yapıya [çocuklara] mutasyona uğramış DNA [aşı suşundaki herpes zoster] zerk etmenin taşıdığı risklerin ne olduğu … tam olarak anlaşılana kadar” yeni aşıya lisans verilmesine şiddetle karşı çıkmıştı(51). İşin aslı, bu işlemin sonuçlarının ne olacağını kimse bilmiyor, ancak aşıya lisans verildi ve şu anda sağlık otoriteleri tarafından önerilen bu aşı eyaletler tarafından zorunlu tutulan aşılar arasında hızla yerini almaya başladı.

Bulaşıcı hastalıkların büyük çoğunluğu tehlikeli olmadığı gibi, güçlü ve sağlıklı bir bağışıklık sistemi için son derece önemli bir rol de oynarlar. Kızamık geçirmemiş kişilerde belirli bazı cilt hastalıkları, kemik ve kıkırdak dokularda görülen dejeneratif hastalıklar ile bazı tümör çeşitleri daha sık görülürken, kabakulak geçirilmemiş olmasının da yumurtalık kanseri riskini arttırdığı tespit edilmiştir. Antroposofik tıp hekimleri yalnızca tetanoz ve çocuk felci aşılarını önerirler; diğer çocukluk dönemi hastalıklarını geçirmenin ise bağışıklık sistemini olgunlaştırıcı ve güçlendirici etkisinden dolayı faydalı olduğu inancını taşırlar.

 

AŞI GERÇEĞİ 5:

“Çocukluk çağı hastalıklarının tehlikeleri, anne-babaların şüpheli ancak oldukça karlı bir tıbbi prosedüre rıza göstermelerini sağlamak için olduğundan çok daha tehlikeli gösterilmektedir.”

 


 

SÖYLENCE 6:

“Çocuk felci, aşılama tarihinin tartışmasız en parlak başarı öykülerinden biridir…”

…gerçekten öyle midir?

Salk aşısının kullanıma girmesinden 1 yıl sonra Vermont’taki iki katın üzerindeki artıştan Massachusetts’teki %642’lik muazzam artışa kadar altı New England eyaletinde çocuk felci vakalarında artış bildirilmiştir. Wisconsin’de 5 faktörlük vaka artışı görülmüş, Idaho ve Utah ise artan çocuk felci ve ölüm vakaları nedeniyle aşılamayı durdurmuştur. 1959’da, Massachusetts’teki paralizi vakalarının %77.5’ini 3 doz IPV (enjekte çocuk felci aşısı) olmuş kişiler oluşturuyordu. 1962 yılında Amerikan Kongresi’nde yapılan duruşmalarda North Carolina School of Public Health Üniversitesi’nden, Biyoistatistik Bölüm Başkanı Dr. Bernard Greenberg, zorunlu aşılamanın ardından çocuk felci vakalarında (1957’den 1958’e %50; 1958’den 1959’a %80’lik) önemli artışın yanısıra Halk Sağlığı Hizmetleri birimi tarafından istatistiklerin tam tersi izlenim yaratmak amacıyla kasıtlı olarak manipüle edildiği yönünde ifade vermiştir(52). Burada önemli nokta, çocuk felci aşısının en azından ilk etapta tüm dünyada uygulamaya alınmamış olmasıdır. Buna rağmen çocuk felci vakaları, kitle aşılamasını reddeden Avrupa ülkelerinde tıpkı aşılama yapan ülkelerdeki gibi düşüşe geçmiştir.

Araştırmacı-yazar Dr. Viera Scheibner’a göre gerçekte ortada doğal virüsten kaynaklı salgın olmadığı halde çocuk felci (Salk) aşısı yüzünden birkaç ülkede birden paralitik çocuk felci vakaları yaşanmaktayken, bu vakalarının %90’ı sağlık otoritelerince aşının kullanıma girmesiyle birlikte hastalık tanımında yapılan değişikliklerle istatistiki olarak elimine edilmiştir. Örneğin, çocuk felciyle benzer belirtilere sahip viral ve aseptik menenjit vakalarına aşı kullanıma girmeden önceki dönemde rutin olarak çocuk felci tanısı konulup kayıtlara bu şekilde geçirilirken, aşının kullanıma alınmasıyla birlikte bunlar ayrı hastalıklar olarak kabul edilip çocuk felci istatistiklerine alınmamıştır. Ayrıca salgın (epidemi) ilanı için gerekli hastalık vaka sayısı 20’den 35’e yükseltilmiş ve hastalığın paralizi istatistiklerine alınabilmesi için belirtilerin önceki gibi 24 saat sürmesi yerine 60 gün süreklilik kaydı koşulmuştur (çocuk felci geçirenlerin çoğunda paralizi geçicidir). Bu durumda, kağıt üstünde de olsa çocuk felci vakalarında aşıdan sonra yaşanan keskin düşüşe şaşırmamak gerekir. 1985 yılında CDC, Amerika’da 1973 ve 1983 yılları arasında görülen çocuk felci vakalarının %87‘sinin, daha sonra ise yurtdışı ülkelerden gelen bir iki vaka dışındaki tüm çocuk felci vakalarının aşıdan kaynaklandığını açıklamıştır (yurtdışındayken çocuk felcine yakalananların da aşıları tam olan bireyler olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır).

IPV aşısının mucidi Jonas Salk, Amerikan senatosu altkomitesindeki yeminli ifadesinde 1961’den beri yaşanan çocuk felci salgınlarının hemen hepsinin ağız yoluyla alınan (oral) çocuk felci aşısından (OPV) kaynaklandığını belirtmiştir. Centres for Disease Control and Pevention (CDC) ve Institute of Medicine (IOM) sponsorluğunda düzenlenen bir çocuk felci aşıları atölyesinde, Duke Üniversitesi’nden Dr. Samuel Katz Amerika’da oral çocuk felci aşısı almış kişiler arasında görülen yıllık 8-10 aşıya bağlı paralitik çocuk felci vakasından ve doğal çocuk felci virüsünün Batı Yerküre’de [4 yıldır] görülmemiş olduğundan bahsetmiştir. Washington’daki Ulusal Rehabilitasyon Hastanesi Araştırma Merkezi’nden Jessica Scheer, Amerika’daki çocuk felci aşılamasının “her sene az sayıda insanın kurban edilmesi” ile sonuçlandığından anne-babaların haberdar olmadığına dikkat çekiyor. Bu tezata ek olarak aşıya bağlı istenmeyen etki bildiriminin düşüklüğü ve National Vaccine Information Centre (NVIC) örgütünün aşı reaksiyonu teyidi ve aşıya bağlı reaksiyonlara hekimler tarafından konulan yanlış teşhisleri düzeltme çalışmaları “aşıya bağlı paralitik çocuk felci”ne “kurban edilenler”in sayısının CDC tarafından verilen rakamların 10, hatta 100 katı üstünde olabileceğini göstermektedir. Bu nedenlerden dolayı da canlı çocuk felci virüsü kullanılan aşılar bugün yaygın kullanımdan kalkmıştır.

Bilinen şudur ki, 20. yüzyılın ilk yarısında görüldüğü şekliyle çocuk felcine günümüzde rastlanmamaktadır. Ancak, 1940’ların sonu ve 1950’lerin başında tepe yapan çocuk felci vakalarından sonraki düşüş ivmesinin başı aslen aşısı çıkmadan önceki dönemlere denk gelmektedir.

AŞI GERÇEĞİ 6:

“Çocuk felci aşısı, hastalığın aşı öncesi dönemde başladığı düşüş eğilimini geçici olarak tersine çevirmiş, bu gerçek ise sağlık otoritelerince kasıtlı olarak örtbas edilmiştir. Avrupa’da görülen çocuk felci vakalarında, aşıyı uygulayan ve uygulamayan ülkelerde aynı şekilde düşüş gözlenmiştir.”

 


 

Kaynaklar:

48. Reported by KM Severyn, R.Ph, Ph.D. in the Dayton Daily News, June 3, 1995.
49. Vaccine Information and Awareness (VIA), “Measles and Antibody Titre Levels,” from Vaccine Weekly, January 1996.
50. NVIC Press Release, “Consumer Group Warns use of New Chicken Pox Vaccine in all Healthy Children May Cause More Serious Disease”.
51. Id. [Reported by KM Severyn, R.Ph., Ph.D.]
52. Hearings before the Committee on Interstate and Foreign Commerce, House of Representatives, 87th Congress, Second Session on H.R. 10541, May 1962, at 94.

Aşı Efsanesi – Söylence 4: “Aşılamanın temeli sağlam immünolojik teori ve uygulamalarına dayanır”

Aşı Efsanesi – Söylence 4: “Aşılamanın temeli sağlam immünolojik teori ve uygulamalarına dayanır”

SÖYLENCE 4:

“Aşılamanın temeli sağlam immünolojik teori ve uygulamalarına dayanır…”

…mı acaba?

Aşıların işe yarayıp yaramadığını anlamakta aranan klinik kanıt, aşının vurulduğu kişide antikor üretimini stimüle edip etmediğidir; antikor üretimi sağlıyorsa işe yaradığı kabul edilir. Ancak burada belirsizliğe yol açan bir nokta var ki, o da bağışıklanmanın salt antikor oluşumundan ibaret olup olmadığıdır. Örneğin, kanda gama-globülin yokluğu anlamına gelen ‘agamaglobülinemi’den muzdarip çocukların kanında antikor üretimi olmamasına rağmen enfeksiyon hastalıklarından iyileşme hızları aynen diğer çocuklardaki gibidir(40). Ayrıca, 1950 yılında İngiltere Tıp Konseyi tarafından mevcut difteri salgını ile ilgili olarak yapılan bir çalışmada antikor sayımı ile hastalık oluşumu arasında herhangi bir bağlantı olmadığı belirtilmiştir; araştırmacılar bu sonuca, antikor sayımı son derece düşük olmasına rağmen hastalığa dirençli bireyler ile yüksek antikor sayımı olmasına rağmen hastalanmış kişilerden yola çıkarak ulaşmıştır(41). Doğal yoldan bağışıklanma, vücutta pekçok organ ve sistemin karşılıklı etkileşimi ile sağlanan son derece kompleks bir işlemdir; suni yoldan antikor stimülasyonu ile replike edilemez.

Yapılan araştırmalar ayrıca, aşılamanın vücudun bağışıklık hücrelerini aşıdaki spesifik antijenlere bağlayarak, bu hücrelerin oluşacak başka enfeksiyonlara yanıt veremez hale geldiğini göstermiştir. İmmünolojik rezervlerde bu yüzden yaşanacak düşüşe bağlı olarak vücut dayanıklılığı da genel olarak düşecektir(42).

Bağışıklık teorisinin bir diğer parçası da “toplumsal bağışıklık”, yani belirli bir toplumda yeterli sayıda kişi bağışıklanmışsa bunun toplumun bütününü koruyacağı düşüncesidir. Ancak 2 numaralı söylenceyi hatırlayacak olursak bunun tam tersinin, yani tamamen bağışıklanmış topluluklarda salgın oluşumunun kayda geçmiş pekçok örneği bulunmaktadır. Hatta kızamık için düşünürsek, salgın oluşumu aşılama oranlarının yüksek oluşunun doğrudan sonucu gibi gözükmektedir(43). Minesota’da devlette çalışan bir epidemiyolog, yapılan bir çalışmada aşılı çocukların aşısız çocuklara oranla menenjite yakalanma riskinin 5 kat fazla çıkması üzerine  Hib (B Tipi Haemophilus influenza) aşısının hastalık riskini arttırdığı sonucuna ulaşmıştır(44).

İşin şaşılacak tarafı, aşılamanın hiçbir zaman klinik ortamda herhangi bir hastalığı önlediğinin kanıtlanmamış olduğudur, bunun sebebi ise gayet basit bir şekilde hiçbir araştırmacının deney katılımcılarını doğrudan hastalık virüsü veya bakterisine maruz bırakmamış olmasıdır (kaldı ki zaten mesleki etik kuralları gereğince bunu yapamazlar da). Tıp camiasının altın standardı; çift kör, plasebo kontrollü bir çalışmayla da aşılı ve aşısız kişilerin sağlık durumu şimdiye kadar karşılaştırılmamış olduğundan aşı uygulaması bilimsel açıdan işe yararlığı kanıtlanmamış bir uygulama olma özelliğini korumaktadır. Ayrıca, bir hastalığa maruz kalan kişilerin hepsinin belirti geliştirmeyeceği gerçeği gözününde bulundurulmalıdır (esasına bakılacak olursa, bir hastalığın “salgın” olarak nitelenmesi için nüfusun çok küçük bir bölümünün etkilenmesi ve semptom geliştirmesi yeterlidir). Bu yüzden, aşılanmış bir kişi belirli bir hastalığa maruz kalıp da hastalanmadıysa onu aşının korumuş olup olmadığını anlayamak imkansızdır, zira aynı kişinin aşısızken de bu hastalığı kapıp kapmayacağını bilemezsiniz. Tabii son zamanlarda yaşanan salgınlara bakıldığında hastalıkların aşılı çocuklarda aşısızlara oranla daha fazla görülmesi de dikkate değerdir.

Aşılama programlarıyla ilgili bir diğer hayret verici nokta da bu tıbbi uygulamanın “herkesi tek tip gömleğe sokan” yönüdür. 4 kiloluk 2 aylık bir bebekle 18 kiloluk 5 yaşındaki çocuk aynı doz aşıyı olmaktadır. Kilolarıyla oranlandığında bağışıklık sistemi henüz olgunlaşmamış, tam gelişmemiş bebeklerin aldığı aşı dozu büyük çocuklara oranla 5 kat fazladır. Dahası, yapılan çeşitli testlerde aşı dozlarındaki “üniteler” etikette belirtilenin 1/2 ila 3 kat üzerinde çıkmıştır; üretim kalite kontrolünde belli ki oldukça geniş bir hata payına göz yumulmaktadır. Diğerlerine oranla çok daha fazla ölüm ve sakatlık oluşturduğu tespit edilmiş “hot lot” denilen aşı partileri National Vaccine Information Centre (NVIC) tarafından kayda alınmışsa da Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından bu gereksiz ölüm ve yaralanmalara yol açan aşılara müdahale bir türlü gelmemektedir. Daha fazla sayıda yan etkiye yol açtığı görülen aşı partilerinin devlet birimlerince geri çekildiği şimdiye kadar görülmemiş olsa da, rotavirüsü aşısı pekçok çocukta bağırsak düğümlenmesine yol açmasının ardında piyasaya sürüldükten birkaç ay sonra toplatılmıştır. İnanılmaz bir şekilde, FDA ve CDC (Centres for Disease Control) bu problemi lisanslama öncesinde bilmelerine rağmen oybirliği ile aşıya onay vermişlerdir(45).

Son olarak aşıların, aşının vurulduğu kişi veya toplulukların ırk, kültür, beslenme, genetik yapı, coğrafi lokasyon veya diğer başka özellikleri her ne olursa olsun aynı etkiyi sağlayacağı varsayılmaktadır. Bu varsayımın ne kadar yanlış olduğu belki de en iyi birkaç yıl önce Avustralya’nın kuzey bölgesinde yoğunlaştırılan aşılama programlarının aborijin kabilelerde bebek ölümlerini %50 gibi inanılmaz bir oranda arttırdığında ortaya çıkmıştır(46). Tabii bu noktada ölmeyip sağ kalanların da akıbetlerinin düşünülmesi gerekir; yarısını öldüren aşılardan diğer yarının hiç etkilenmeden kurtulduğunu düşünemeyiz.

Bir bu kadar düşündürücü bir diğer bulguya da New England Tıp Dergisi’nde kısa bir süre önce yayımlanmış ve Romanya’da çocuk felci aşısı vurulan çocukların önemli bir bölümünün aşıya bağlı çocuk felci geliştirdiğini gösteren çalışmada yer verilmiştir. Araştırmacılar, antibiyotik enjeksiyonları ile korelasyon saptamışlardır. Aşılamadan sonraki bir ay içerisinde vurulan tek doz antibiyotik iğnesinin çocuk felci riskini 8 kat, 2 ila 9 antibiyotik iğnesinin 27 kat, 10 veya üzerinde iğnenin ise riski tam 182 kat arttırdığı saptanmıştır(47).

Aşılama teorisinde daha önce gözönünde bulundurulmamış başka ne tip faktörler beklenmedik sonuçlar şeklinde kendini gösterecek acaba? Halk sağlığı yetkilileri gözlem sonuçlarını samimi şekilde ortaya koyup raporlamadığı takdirde oluşacak zararın çap ve derecesini tahmin bile edemeyiz. Ancak yaşamakta olduğumuz anın gerçeği, koskoca ülke popülasyonlarının, oyunun kuralları kendilerine önceden verilmiş olsa belki de katılmayı reddecekleri bir oyunda sağlıkları ve hatta hayatları ile kumar oynamakta olduklarıdır.

AŞI GERÇEĞİ 4:

“Bağışıklama teori ve pratiğinin dayandığı varsayımların çoğu ispat edilmemiş veya uygulamada yanlış olduğu ortaya çıkmış teorilerdir.”


Kaynaklar:

41. Id. at 21 (British Medical Council Publication 272, May 1950).
42. See Trevor Gunn, supra, note 29, at 21; see also Neil Miller, supra note 33 at 47 (Buttram, MD, Hoffman, Mothering Magazine, Winter 1985 at 30; Kalokerinos and Dettman, MDs, “The Dangers of Immunization,” Biological Research Inst. [Australia], 1979, at 49).
43. See Mayo Vaccine Research Group, supra note 27.
44. See Neil Miller, supra note 33 at 34.
45. Chairman/Congressman Dan Burton, Committee of Government Reform, Opening Statement, “FACA: Conflicts of Interest and Vaccine
Development, Preserving the Integrity of the Process,” June 2000. http://www.whale.to/v/conflict.html
46. Archie Kalolerinos, MD, Every Second Child, Keats Publishing, Inc. 1981.
47. Washington Post, February 22, 1995.