Gündüz Aşı, Gece Tecavüz Hapı Yaparken Yakalanan Merck Biyokimyageri

Gündüz Aşı, Gece Tecavüz Hapı Yaparken Yakalanan Merck Biyokimyageri

Merck’ten ilaç mümessilleri neden firmalarının aşılarını kendi çocuklarına yaptırmaz diye haberler paylaşırken, ipucu olabilecek bir haber daha düştü gündeme.

Merck’ün üst düzey biyokimyagerlerinden 44 yaşındaki Kurt Romondt, evinde tecavüz hapı olarak da bilinen bir hapın hammaddesi ile yakalanıyor.

kurt Haberin detayları için tıklayınız.

Polio Aşılarının Kanser Virüsü SV40 ile Kontaminasyonu

Polio Aşılarının Kanser Virüsü SV40 ile Kontaminasyonu

Aşı tarihinin gelmiş geçmiş en ünlü ve nüfuz sahibi bilimadamlarından, Merck firması için kızamık, kabakulak ve kızamıkçık aşılarının geliştirilmesinde rol almış Dr. Maurice Hilleman‘ın verdiği görüntülü bir röportajda başta polio aşısı olmak üzere diğer pekçok aşıda (örn. Sarı Humma aşısındaki lösemi virüsü gibi) ve dönemin polio aşılarında SV40, AIDS ve kanser virüslerinin cirit attığını itirafını izleyin:
Dr Hilleman bu açıklamaları yaparken meslektaşları kahkahaya boğuluyor, belli ki aşılardaki bu ölümcül kontaminasyonu fazlasıyla komik buluyorlar. Polio aşısındaki SV40 virüsünü (ve tabii 40. numaraya geliceye kadar diğer 39 ayrı virüsü) kendi aralarında tartışırken Hilleman’ın meslektaşları, o dönem Sabin’in bu aşısının [SV40 virüsü ile kontamine olduğu bilinmesine rağmen!!] saha çalışması deneyleri Rusya’da yapılmakta olduğundan, “tümörle dolu” Rus atletlere karşı Amerika’nın Olimpiyatları kazanma şansının artmış olacağını(!) söyleyip eğleniyorlar! Bu aşıların kansere yol açacağını biliyorlar! SV40 ile enfekte ettikleri deney farelerinden 2-3 hafta içinde tümör fışkırıyor.

Bu bildirimler öyle komplo teorisi filan değil, bizzat Merck’ün en yetkin aşı bilimadamlarından birinin sözleri. Bu söyleşinin yapıldığı dönemde öyle internet filan yok, bu videonun dolaşıma gireceğini belli ki aklına bile getirmemiş Hilleman. Bunun bilim camiası içinde bir sır olarak kalacağını düşünüyordu herhalde. Bu olayın basına niye yansımadığı kendisine sorulduğunda ise Hilleman, buna “Eh, herhalde gidip bunu anons edecek haliniz yok, bu bilim camiası içinde kalması gereken bilimsel bir mevzu”(!) yanıtını veriyor.

Buradan aşılar üzerinde çalışan bilimadamlarının bu denli önemli bir sorunda bile meslektaşları bilimadamlarını (bu durumda, Sabin) nasıl koruduğunu görebiliyoruz. Tüm kirli sırlar kendi sessizlik çemberlerinin dışına çıkmıyor, aşılarındaki kontaminasyonla ilgili gerçeği halka(!) açıklama gereği duymuyorlar.

Açılışta çok enteresan, Ebola’nın atası olan virüsün de yıllar evvel bir aşı üretim tesisinde salgına yol açtığından bahsediyor.

İzleyiniz.

Sizin Çocuğunuz da Aşı Malulü, Tıpkı Benimki Gibi

Sizin Çocuğunuz da Aşı Malulü, Tıpkı Benimki Gibi

Robyn ve oğlu

Robyn ve oğlu

Aşı konusunda düşünüp taşınma işi bebeğin doğumuna bırakıldığı takdirde oluşacak aşı maluliyetini fark etmek sizin için neredeyse imkansız olacak.  Aşılar çocuğunuzu vurduğunda yorgunluktan ölüyor olacaksınız.  Minik detaylardan gözünüzü alıp da resmin bütününü görecek haliniz olmayacak.  Beliren semptomlara yara bandı yapıştırmakla meşgul olduğunuzdan ortadaki sendromu göremeyeceksiniz bile.  Size hassas, biraz fazla ilgi isteyen bir bebeğiniz olduğu söylenecek belki ve bebeğinizin bu hassasiyeti kendini kolik, reflü, baş vurma, gıda alerjileri veya ciltte temas gören yerde oluşan kızarıklıklar şeklinde gösterecek.  Size ‘aa bunların hepsi normal şeyler canım’ denecek ki aslında yalan da değil, bugünlerde “normal” addedilen şeylere bakacak olursak…  Şimdi etrafta bu belirtileri gördüğüm bebek olduğunda müdahale etmeye çalışıyorum.  Anne-babalarına bu hassasiyetlerin doktorlarının kendilerine söylediğinden çok daha derin anlamları olduğunu anlatmaya çalışıyorum.  Bu insanların ne olup bittiğini anlayamayacak denli bir koşuşturmaca içinde olduğunu biliyorum.

Oğlum dünyaya geldiğinde diğer pekçok kişi gibi biz de bebek odasının rengine aşılardan daha fazla kafa yormuştuk itiraf etmek gerekirse.  Ondan herhalde bir 10 sene önce tek bir kişi biliyordum çocuğunu aşılatmayan, o da bana “çocuklarımızın vücuduna o iğrenç şeyleri sokmuyoruz biz” demişti.  Ürkmüştüm açıkçası adamdan.  Bana komplo teorileriyle uğraşan biri gibi gelmişti.  Asla onun yaptığını yapmayacaktım.

Çocuğumuzun hayata gelişinin üçüncü gününde, hastaneden çıkmadan hemen önce Hepatit B aşısı ile ilgili evrak getirildi önümüze.  Biyoloji üzerine yüksek lisansım var ama Hep B nedir bilmiyorum o dönem.  Okuduğum çocuk yetiştirme kitaplarından hiçbirinde, verilen ağrı kesicilerden kafamın iyi olduğu bir anda hiçbir fikrimin olmadığı bir konuda benden karar vermemin isteneceği yazmıyordu ki.  Eğer bilmiyorsanız, Hepatit B enfekte kişinin kanından kirli iğne paylaşımıyla da bulaşabilecek esas itibariyle zührevi bir hastalık.  Çocukların oyun bahçelerinden, hapşırıktan veya içtikleri sudan Hepatit B kapma olasılıkları yok yani.  Çocuk cinsel ilişkiye girme yaşına geldiğinde doğumunda vurdukları aşının etkisi çoktan geçip gitmiş olacak.  Anne Hep-B pozitifse, gebelik döneminde yapılan tahlillerde bu mutlaka ortaya çıkar, anne durumunu öğrenir zaten.  Öyleyse hastanelerde yenidoğanların hepsine birden niye vuruluyor bu aşı?  Yapabiliyorlar da ondan.  Çünkü kimse kendilerine “Hayır.” demiyor da ondan.  Bu kadar basit işte.

Hepimiz doktorumuza güvenmek isteriz.  Kimse CDC veya Amerikan Pediyatri Birliği’nin çocuklarımızın yararına çalışmadığına inanmak istemez.  Kimse geriye dönüp baktığında bebeğine kendi eliyle zarar vermiş olduğunu görmek istemez.  Kimse çocuğununun doktoruyla anlaşmazlığa düşmek istemez.  Kimse eşiyle bu yüzden mücadele halinde olmak da istemez.

O gün Hep-B aşısının yapılmasına izin verdik.  Kendi kendimize, “Çok mühim bir şey olmalı yoksa böyle sayfa sayfa muvafakatname evrağıyla gelmezlerdi,” diye de düşündük ama yine de imzayı attık.  O akşam bebeğimizi alıp eve çıktık ve histerik şekilde ağlayıp duran bu bebeği yeniden karnıma sokmanın bir yolu olsa keşke diye diye sabahı ettik.  İki olayı birbirine hiç bağlamadık bile.  Dedim ya, doğum sonrasının yoğunluğunda kendimizi kaybetmiştik bir kere…

Bir hafta sonra durumumuz hala içler acısıydı.  Eşim bana yardımcı olmak için işten fırlayıp doğru eve geliyordu.  Ben hala üstümde pijamalar, kusmuk ve mememden sızmış sütle üstüm başım batmış halde öylece oturuyor oluyordum.  Bebeğimiz ağlıyordu.  Ben ağlıyordum.  Ne bir şey yemiş, ne dişimi fırçalamış ne de iki çamaşır katlamış oluyordum.  İki haftalıkken oğlumuza “klasik kolik” teşhisi konuldu ve sonraki beş ay boyunca da geçmedi kolik.  Çevremizdekilerin gördüğü en ağır kolik vakasını yaşıyorduk.  Evliliğimizi kurtarmak adına çareyi antispazmodik bir ilaç vermekte bulduk.

2. ay aşılarından bir gün önce

2. ay aşılarından bir gün önce

Dokuz haftalık olduğunda ağlak bebeğimi alıp 2. ay kontrolüne götürdüm ve üstüme yine birtakım evraklarla geldiler.  Bu kontrollerde ne olup biteceğine ilişkin pek bir bilgim yoktu, hazırlıksızdım.  “Burayı, burayı ve burayı imzalayın. Aşılarını olması lazım.”  Üç enjeksiyon ve iki de ağızdan damlaydı aşıları, yedi hastalık için veriyorlardı. “Bir zararı olmaz, eminsiniz değil mi? Niye bu kadar çoklar?”  Soru sormanızı istemiyorlar.  Sorularınıza verecek bir cevapları yok.  Aşı prospektüsünde birtakım yan etki listeleri var, ancak bunu size göstermiyorlar.  Acele ettiriliyorsunuz, oldu bittiye getiriliyor her şey.

Doğum sonrasında en hassas ve zorlu zamanınızda annelik içgüdülerinizden tamamen arındırmaya çalışıyorlar sizi.

Doğum sonrası anksiyetem tavana vurmuş haldeydim o ara.  Eski benden eser kalmamış, uykusuzum, ruh gibi dolaşıyorum.  Acılar içinde kıvranan bir bebeğin saatlerce bitmek bilmeyen ağlayışları, haykırışlarıyla geçiyor günler. Başka hiçbir şey düşünemeyecek haldeyim.

Aşıları ben emzirirken vurmaları mümkün mü diye soracak oldum, reddedildim.  İmzaları verdim ve aşıları vurdular.  20 dakika geçmeden öyle derin bir uykuya daldı ki uyandırmak mümkün değil.  Bizim kolikli oğlan etrafta bunca gürültü, insan varken öyle kolay kolay uyuyacak bir bebek hiç değil.  Daha araba koltuğuna koyar koymaz uyuduğu görülmüş şey değil.  Eşimi arayıp ters bir şeyler var diyorum. Eve geliyoruz, arabadan alıp beşiğine koyuyorum, hala uyanmıyor.  O beşikte ben başında saatlerce uyudu öyle, daha önce hiç olmamıştı bu.

En sonunda uyandığında öyle bir çığlık çığlığa ağlamaya başladı ki ne öncesinde ne de sonrasında böyle bir ağlama duymuşluğum yok.

Elimde telefon odasına dalıp hemşireye ağlayışını dinlettiğimi hatırlıyorum.  Bana ısrarla bu histerinin “enjeksiyon yerindeki acı/sızı”dan olduğunu ve biraz daha Tylenol vermem gerektiğini söylüyor. İnanmıyorum dediğine.  Çıkarken elime tutuşturdukları notta çığlık şeklinde ağlama olursa sağlık merkezini derhal aramam gerektiği yazıyor, ama aradığımda bana bunun normal olduğu söyleniyor?!

Kucağa alınmak istemiyor. Ona dokunumamı istemiyor.  15 dakika boyunca kulakları yırtan çığlık çığlığa ağlamadan sonra emzirip yeniden uyutabiliyorum.  Sadece bir karış ötesinde oturmuş uyumasını seyrederken ikinci kez uyanıyor.  Kollarının kaskatı havaya fırlayıp da çığlık çığlığa ağlamaya başlayışını ömrüm oldukça unutmayacağım.  Gözleri sımsıkı yumulu, bütün enerjisini o mini minnacık bedeninden o korkunç sesleri çıkarmaya harcıyor gibi.  Bana bakmıyor.  Benim orada olduğumun bile farkında değil.  Yeniden uyuya kalıyor, çığlıklar susuyor.

Bütün geceyi ta 2 ay önce yapmış olmam gereken araştırmayı yapmakla geçiriyorum.  Attığı çığlığa “cry-encephalitis” yani ensefalit ağlaması deniyormuş, aynı zamanda DTaB çığlığı olarak da bilinirmiş.  Beyin iltihaplanması bu.  Tamı tamına beyinde aşıya bağlı oluşan alerjik bir reaksiyon.  Nadir görülen bir şey de değil.  Tutup acile götürsem bir EEG ile belgelenecek bir şey hem de.  Oysa bana pediyatristimizin ofisi tarafından yalan söylendiği için olay geçmiş, belgeleme şansı yitirilmiş oluyor.

İşte bu olay bizim için aşı dosyasının kapanmasına giden yolun başlangıcı oldu.

Çocukların sinir sistemi yollarını kaplayan miyelin kılıfları henüz oluşmamış olduğundan bütün bu virüsler, alüminyum, cıva, formaldehid, MSG ve hayvan DNA’sının bombardımanına karşı korunmasızlar.  Miyelin kılıfı olmayan sinirler hasar gördüğünde buna otizm diyoruz.  Asperger’s diyoruz.  Epilepsi diyoruz.  Astım diyoruz.  Kafa yaralanmalarında miyelin kılıfına gelecek zararın fiziksel ve zihinsel olarak özür oluşturucu boyutta olabileceği literatürde gayet iyi dokümente edilmiş ve anaakım medya tarafından da kabul edilmiş bir gerçek.  Ancak iş otizme gelince bağıntı görmezden geliniyor.

Samimi söylüyorum çocuğumu aşılatmamayı düşündükçe mideme ağrılar giriyordu o dönem. Sürekli fikir değiştirip durdum. Tamam dedim, bir sonraki aşı turunda gider acilin otoparkında bekleriz herhangi bir şey olursa diye.  Sonra dedim bu nasıl bir deliliktir, hangi anne çocuğunu acilllik etme ihtimali olan bir şeyin yapılmasına göz yumar?  4. ay kontrolüne bir gün kala ancak kendimde doktoruna bir yaşına gelinceye dek aşıları ertelemeye karar verdiğimizi söyleme cesaretini bulabiliyorum. Doktor kararı öyle iyi karşılıyor ki bunca vesveseyi boşuna yapmışım diye düşünüyorum.

Bu arada bebeğimizde geçmeyen egzema peyda oluyor.  4. ayda daha ilk kez ağzına koyduğu bir kaşık muzdan vücudu tepeden tırnağa kızarıklıklarla kaplanıyor.  Ek gıdaya geçmek için 2 ay daha bekleyelim diyoruz.  6. ayda yediği tatlı patatesten yüzünde temas kızarıklığı oluşuyor bu defa.  Doktoru sıkıştırıyorum, nedenini bulun bana diyorum ve kan tahlili sonuçları yerfıstığına alerji gösteriyor.

6 ay emmiş oğlumun ölümcül bir fıstık alerjisi var.  Bağlantı filan görmüyorum.  Hiçbir şey göremeyecek kadar derde batmıştım artık.

12. ayda bize “CDC takvimi bağnazı” olmadığına dair sözler vermiş çocuk doktorumuz aşılara başlamayacağımız için bizi kovuveriyor.  “Çocuğunuzu aşılamıyor olmak beni strese sokuyor” diyor bize.  Bebeğim kucağımda, ona korku ve endişelerimizden bahsetmeye çalışıyorum, on ay önce yaşadıklarımızın ne denli korkunç olduğunu anlatıyorum.  Ona bu defa acillik olmaktan korktuğumuzu söylüyorum.  Karşılığında aşağılanıyorum.  Meğersem tüm ekibine o gün kliniğiyle ilişiğimizin kesileceğine dair bilgi geçmiş bile.  Gözyaşları içinde ayrılıyorum oradan.  Aylarca keşke bunları da söyleseydim doktora diye aklımda kurup duruyorum.

O günden sonra bir daha aşı yaptırmıyoruz.  Karardan dolayı kendimize güvenmemiz ise zaman alıyor.  İkimiz de o ara ne yaptığımızı tam bilmesek de ve aslında korkudan ölsek de eşim aşı yaptırmama konusunda bana yine de destek çıkıyor.

Bugün, 4 yaşında

Bugün, 4 yaşında

13. ayda oğlumuz bir doğumgününde ısırık aldığı köftedeki cevizden kurdeşen döküyor.  16. ayda artık canımıza tak ediyor ve 600 dolarlık deri testi için alerji uzmanına gidiyoruz.  Buğday, yumurta, kavun, kedi, kanaryaotu, çimen, hertürlü ağaç yemişine alerjinin yanısıra yerfıstığına ölümcül alerjisi çıkıyor.  Sonra sonra mısır veya patates de yiyemediğini öğreniyoruz ve bügün bile hala muz yiyemiyor.  Bebeğimin bir düzine alerjisi çıkıyor.

Nasıl besleyeceğimi yeni baştan öğrenmek zorunda kalıyorum çocuğumu.  Diyetinden sorunlu gıdaları çıkara çıkara sonunda organik Paleo/Taş Devri diyeti uygular oluyoruz ve hatta altı ay sonra eşimle ben de aynı diyete geçiyoruz.

Çocuğuma 16 aylıkken bir dolu alerji teşhisi konuluyor ve ben hala bunun aşılardan gördüğü zararla ilişkisini göremiyorum, düşünün.  Tam manasıyla şaşkına dönmüşüm artık.  Alerji uzmanına sorunların neden kaynaklandığını soruyorum ve bana verdiği cevap: “Az aşı olmaktan. Yiyecekleri vücudumuz saldırıya geçmeden yiyebilmemiz için immün sistemimizi aşılarla uyarmamız, çalışmaya zorlamamız lazım.”

Böylesi temelden yoksun bir şeye inandığımdan değil, ancak dedim ya, o zaman semptomlara yara bandı yapıştırmaktan sendromu göremeyecek durumdayım. Malum aşı hadisesinden neredeyse 2 yıl sonra, The Greater Good adlı belgesel yayımlanıyor ve kafamdan aşağı kaynar sular boşalıyor.  Her şey yerli yerine oturuyor bir anda.  Kolik, ensefalit ağlaması, kızarıklıklar, mast hücresi sorunları, aşırı tepki veren immün sistem…

Şimdi, hassas çocuğumuzu aşılatmaya devam etseydik onu zorla nasıl bir yola sokmuş olacağımızdan en ufak şüphemiz bile yok.  Kalben biliyorum, oğlum aşıları kaldırabilen bir çocuk değil ve şayet devam etseydik bugün otizmliydi.  Bütün işaretler mevcuttu çünkü.  İstatistiksel olarak DNA’sının yarısını paylaştığı ikinci çocuğum bambaşka, kesinlikle böyle değil.  Kızımın vücuduna iğne değmiş değil.  Her şeyi yiyebiliyor.  Temas kızarıklıkları yok.  Hiç koliği olmadı.  Egzeması yok.

En çok ağırıma gidense şu yalnız: En hararetli aşı savunucularına bakıyorsunuz.  Bunlar sosyal paylaşım alanlarında başımın etini yiyip, bana çocuğumu aşılatmadığım için ne denli kötü bir ebeveyn olduğumu söyleyip duran diğer anne-babalar.  Fakat aylar sonra, belki yıllar sonra ve illa ki özelden ne öğreniyorum dersiniz?

Çocuklarının gıda alerjileri var.  Çocuklarında öğrenme özrü var.  Çocukları DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu) için ilaç alıyor.  Çocukları ağır astımlı.  Çocukları otizm spektrumunda.

Özelde tüm bu sorunları yaşarken nasıl oluyor da sosyal paylaşım alanlarında uluorta çıkıp “Biz tüm aşılarını yaptırdık ve hiç sorun yaşamadık çok şükür!” diyebiliyorlar?

Yeni çağın normaline hoş geldiniz.  Çocuğunuz sağlıklı filan değil.  Çocuğunuz aşı malulü—tıpkı benimki gibi.

 

Robyn biyoloji üzerine yüksek lisans sahibi, deneyimli bir laboratuvar teknisyeni. Önceleri The Robyn Nest adlı halka açık blogunda yazarken güvenlik nedenlerinden dolayı blogunu gizliye almış bulunuyor. Ne yazık ki gerçeği paylaşan anneler baskıya uğruyor günümüzde.

Kendisinin aşılar ve fıstık alerjileri bağıntısı üzerine yazılmış kitaplardan derlediği bilgileri paylaştığı makalesi için buraya bakabilirsiniz.

Aşılar Otizme Yol Açmaz

Aşılar Otizme Yol Açmaz

Tamam pes!
Aşılar otizme filan yol açmıyor.

Otizm dediğimiz şey davranışa bakılıp konulan bir tanı. “Otizm” tanısı alabilmesi için çocuğun belli birtakım davranışları belli bir yaş aralığında göstermesi lazım. Yok, göstermiyorsa bu davranışları o zaman “otizm” tanısı almıyor.

Bu “otizm” denilen şey öyle herhangi bir kan tahlilinden filan anlaşılmıyor.
“Otizm”i laboratuvar analiziyle teyit filan ettiremiyorsunuz veya olmadığını gösteremiyorsunuz. Tamamen davranış kriterlerine göre verilen bir teşhis bu.
O yüzden de, fizyolojik hasara neden olan hiçbir şeyin doğrudan otizme “yol açtığı” söylenemez.

Bu da demektir ki… aşılar “otizm” “yapamaz”.

Aşılar başka şeylere yol açar ama.
Aşılar havale ve nöbete yol açar.
Aşılar ensefalite (beyin iltihabına) yol açar.
Aşılar immün sistem yetmezliğine yol açar.
Aşılar gastro-entestenal (mide-bağırsak) sorunlara yol açar.

Ensefalit ruh halinde dalgalanmalara yol açar.
Ensefalit aşırı ağrı ve acıya neden olur.
Ensefalit dikkat dağınıklığı ve dürtüsel davranış, yani düşüncesizce, kontrolsüz hareket etme eğilimi yaratır.

Ensefalit agresyon, yani saldırganlık yapar.
Ensefalit denge problemlerine yol açar ve kişinin çevresiyle ilişki kurabilmesine engel olur.

Nöbet ruh hali değişikliği yapar.
Nöbet dikkat dağınıklığı ve impulsif/düşünmeden davranışa yol açar.
Nöbet şuurda gelgitlere yol açar.

İmmün sistem yetmezlikleri çocukların daha sık bakteriyel enfeksiyon geçirmesine sebep olur. Nedir bunlardan bazıları? Diyelim kulak enfeksiyonları, üst solunum yolları enfeksiyonları, sinüzit ve streptokok enfeksiyonlar…
İmmün sistem yetmezlikleri çocukların daha sık viral enfeksiyon geçirmesine sebep olur. Nedir bunlardan bazıları? Diyelim stomatit (ağız iltihabı), “sebebi bilinmeyen ateşlenmeler”, “viral döküntüler/kabarıkçık ve kızartılar”, ürtiker, konjunktivit ile kusma ve ishale neden olan gastroentestenal virüsler…
İmmün sistem yetmezlikleri çocukların “ortalıkta her ne dolaşıyorsa” kapmasına ve yaşıtlarına oranla daha zor atlatmasına neden olur.

Aşı kaynaklı gastro-entestenal hasar ishal yapar.
Aşı kaynaklı gastro-entestenal hasar mide bulantısı, reflü, kusma yaptığı gibi son zamanlarda yeni keşfedilen bir “hastalık”, Mide Özofagus Reflü – GERD– Hastalığına yol açar.
Aşı kaynaklı gastro-entestenal hasar virüs ve bakterilere karşı bünyenin dayanıklılığını kırar, bu da daha fazla antibiyotik kullanımı anlamına gelir, ki bu da patojenik maya ve mantarların aşırı çoğalmasına neden olur.

Patojenik mantarlar aşırı çoğaldığında bağısaklarda hiper-geçirgenlik oluşturur, yani “sızıntılı bağırsak sendromu” başlar.
Patojenik mantarlar aşırı çoğaldığında çocuk kabız olur.
Patojenik mantarlar aşırı çoğaldığında gıda alerjileri başlar.
Patojenik mantarlar aşırı çoğaldığında ciltte kızarıklık ve döküntüler başlar, “sarhoş gibi aptalca davranış”lar ortaya çıkar, dikkatini toplayamama ve aklına eseni yapma eğilimine girer çocuk ve elbette ekmeğe, şekere, dondurmaya, süte ve karbonhidratlara (hamur işlerine) aşırı düşkünlük baş gösterir.

Teknik olarak bakınız aşılar otizme yol açmadı, çünkü teknik olarak otizm diye bir şey yok zaten.
Aşılar, hepsi biraraya gelerek “otizm” teşhisiyle sonuçlanacak davranış belirtilerini ortaya çıkaran tüm bu ağrı sızı, nörolojik hasar, immün sistem bozuklukları, gastro-entestenal hasar ve maya/mantar çoğalımına yol açan fiziksel sorunların yolunu döşedi sadece.

GB

 

Aşının yarattığı hasarın en belirgin olanı gastro-entestenal hasardır.
Daha önce hiçbir şikayeti olmayan sağlıklı bir çocuk birden günde çoklu kereler sulu ve aşırı kötü kokulu ishal kaka yapmaya başlamışsa ve bu durum aşılamadan kısa süre sonra ortaya çıkmışsa çocuk “aşıdan zarar görmüş” demektir. Ancak burada çok dikkat edilmesi gereken ve genellikle gözden kaçan nokta şu; çocuğun bağırsakları bu şekilde kalıcı şekilde zarar gördüğünde artık yediği içtiğinden beslenemez olur; çocuğun beyninin düzgün çalışabilmesi için gerekli nörotransmitterlerin yapılabilmesi için gerekli besin öğeleri bağırsaklardan emilemiyordur artık. O yüzden, birkaç ay sonra çocuğun mood’u, ruh hali değişip de uyku sorunları başgösterdiğinde, öğrenme özürleri ortaya çıktığında [hepsi nörotransmitter üretimine bağlı bunların!!] kimse bunları aşıyla bağdaştırmayacaktır, çünkü ilk hasar ta aylar önce olmuştur.

Lütfen üstteki parağrafı bir kez daha okuyun.

İşte karalanan Dr. Andrew Wakefield’ın farmasötik endüstri için bu denli büyük tehdit oluşturmasının nedeni budur.

Dr. Wakefield HİÇBİR ZAMAN aşılar otizme yol açar dememiştir.

Dr. Wakefield bir gastroenterolog (yani mide bağırsak hastalıkları mütehassısı).

Kendisine mide-bağırsak sorunları nedeniyle gelen, ancak aynı zamanda otizm teşhisi de taşıyan çocuklara bakıyor sadece ve gözlemlerini aktarıyor. Hiçbir vakit KKK aşısı otizme “yol açmıştır” demiyor.

Söylediği şey sadece kendisine gelen bazı çocukların HEM gastroentestenal sorunları HEM DE otizm teşhisi olduğu ve ailelerin bildirimine göre de bu sorunların çocuklar KKK aşısını olduktan kısa süre sonra ortaya çıktığı.

Yine soruyoruz… Dr. Wakefield farmasötik endüstri için niye bu denli büyük bir tehditmiş?

İpucu: Aşılar otizme yol açtığı için değil – yol açmıyorlar dedik zaten.

Aşılar gastroentestenal hasara yol açıyor.

Gastroentestenal hasar beynin düzgün çalışabilmesi için gerekli besleyici öğelerin emilimini sekteye uğratıyor.

Esansiyel (olmazsa olmaz, elzem) besleyici öğelerin emilememesi immün sistem bozukluklarını, ensefalopati ve diğer saydığımız sorunları yaratıyor. Ve … işte ipin ucunda çocuğun “otizm” teşhisi almasına sebep olan şey tam olarak BU.

Dr. Wakefield’ın gözlemleri doğruysa şayet, BİRİLERİ, BİR YERLERDE elbet aşılar ve “otizm” teşhisine giden bu domino etkisi arasındaki bağlantıyı kuracaktır. Farmasötik endüstri ne düşünüyor? Biz “yılanın başını küçükken ezersek”, yani Dr. Wakefiled’ı şimdiden itibarsızlaştırır ve devre dışı bırakırsak, bir daha kimse bu bilimsel bulguların izini sürmez.

Bu plan tuttu mu peki?

Ben şahsen bu oyuna gelmedim. Tanıdığım pekçok zeki ebeveyn de gelmedi. Bir şeyleri değiştirecek kadar mı sayımız, bunu ancak zaman gösterecek.

 

Aşılar ve ensefalopati bağıntısı hakkında daha fazla bilgi için: http://www.whale.to/v/buttram.html

Aşılar ve havale/nöbet bağıntısı için: https://childhealthsafety.wordpress.com/2013/02/03/australia-bans-flu-vaccine-child-in-coma-others-hospitalised/

Aşılar ve immün sistem yetmezlikleri bağıntısı için:  http://articles.mercola.com/sites/articles/archive/2008/04/01/the-dangers-of-excessive-childhood-vaccinations.aspx

Hakemli dergilerde yayımlanmış tıp literatürü için:
CNS Recruitment of CD8+ T Lymphocytes Specific for a Peripheral Virus Infection Triggers Neuropathogenesis during Polymicrobial Challenge
Epidemiologic Characteristics of 500 Patients with Inflammatory Bowel Disease in Iran Studied from 2004 through 2007
Phenotypic expression of autoimmune autistic disorder (AAD): a major subset of autism.
Interaction of free radicals, matrix metalloproteinases and caveolin-1 impacts blood-brain barrier permeability.
Consumption of mercury-contaminated rice induces oxidative stress and free radical aggravation in rats.
Toxicity of nano gamma alumina to neural stem cells.
Abnormal measles-mumps-rubella antibodies and CNS autoimmunity in children with autism.

Yukarıda verilen linlerin yanlı kaynaklardan alınmış olduğunu düşünen olursa, doğrudan ilaç firmalarının aşı ürün bilgilerini okuyabilirler.

Link:  http://www.vaccinesafety.edu/package_inserts.htm

Yazının orijinali için: Vaccines Do Not Cause Autism

İnternette Sözde-Skeptik Tespit ve Sopalama Kiti

İnternette Sözde-Skeptik Tespit ve Sopalama Kiti

Yakın geçmişte bu endüstri muhafızı, az bilim çok istihza, bolca da laf olsun diye gerçek insanların gerçek sorunlarını alaya alma, yok sayma ve bundan da müthiş keyif duyma özellikleriyle nam salmış internetin kimi beyaz önlüklü kimiyse beyaz önlüklüye hayran laf cambazlarını kendi oyunlarında mat etmiş fenomen kişilik Hoofnagle’dan nefis derleme.

Bizlerin saatler, günler ve sayfalar dolusu anlattığımızı tek sayfada özetlemiş, tek kelimesi boşa gitmemiş bu yazısını arşive alalım, bu tipleri tanıyalım, takdiklerini bilelim, neden ciddiye dahi alınmamaları gerektiğini anlayalım.

GÜNCELLEME: İite müthiş “bilim blogları”nın yazarları, müdavimlerinin “kendilerine alternatif” gördükleri her konsepte taktıkları isim “woo woo”nun, geleneksel Las Vegas toplantılarında icrası. Biri mikrofonu eline alıp bir oda dolusu skeptiğe “HOMEOPATİ” diyor ve bakın görün sonrasında bizim “biliminsanı” skeptiklere neler oluyor:


What is Narcisscientism? Why Do You Need To Know?

NARCISSCIENTISMˈ [nahr-suh sahy-uhn tiz-uh m]

1. the dogmatic endorsement of scientific methodology and the reduction of all knowledge to only that which is measurable by a person who exhibits the behavior and traits of pathological narcissism

How to identify a believer in Narccisscientism or a Narcissiscientist

  • They will use all or any combination of the following words: Quack, Quackery, Crank, Woo or any silly variation like quackademia, crankosphere, etc. These words are specific to the Narcisscientist and is a part of their normal daily vernacular.
  • They will use rhetorical tactics to give the appearance of argument or legitimate debate, when in actuality there is none. They are not honest brokers in the debate and aren’t interested in truth, data, or informative discussion. They’re interested in their world view being the only one, and they’ll say anything to try to bring this about.
  • A narcisscientist will almost always engage in online attacks using predictable tactics that can be identified almost immediately to the trained eye.

TACTICS (usually, but not always in this order)

  • Tell you that you are wrong
  • Draw you into a debate about the science or lack of scientific evidence behind your claim. Any science you present will be inferior, flawed and or junk science no matter what its source.
  • They will beat you to death with a prickish analysis of your lack of debating skills and try to show you their superior ability to prove you wrong by pointing out one or more of the “logical fallacies” (this is like the bible to them) they have determined are in your beliefs and statements.
  • If they didn’t start off being a snide ass, eventually they will. They will call you names and insult your intelligence.
  • If you happen to be prepared and well versed in your topic, they will realize at some point that they can’t baffle you with their bullshit. In order to avoid a draw or impasse, they then will go to plan B:

Dismiss you as a waste of time because you are not worth their effort. Why? Because you just don’t get it and are incapable of understanding the truth.

  • They will then attempt to avoid further conversation or outright block you so that you can no longer debate them. They will then claim victory in the debate and chuckle with their skepduck friends about it. They slap each other on the back and give each other something called “Quacknowledgement” or “Daffirmation”. It’s a basic need for these guys.

So…why do you need to know this?

Well, because transparency is everything. Transparency is what these folks don’t want.

They are a fringe group of narcissists who at some point in their lives, saw an opportunity to exploit the respect and power that is given to leaders in the medical and scientific field and did what ıykthey had to do so they could wear the costume of a doctor or scientist and hide who they really are underneath. Narcissists of the pathological variety.

I’m not a doctor so it wouldn’t make sense for me to try and debate one of these guys on medical issues. I’m not a scientist so I’m not about to try and debate any of these guys on science. Thats the playing field they want you to be on. The higher education that I’ve obtained is through life experience. I’ve dealt with more douche-bags like them than I would care to admit. I’ve been around the block once or twice. I’m pretty rough around the edges and I know these types.

I guarantee that if I called out, say somebody like David Gorski, and challenged him to a debate, not on vaccines, not on GMOs, but a debate on the ethics of using your position as a medical professional to publicly be a jerk, he wouldn’t dare agree to that challenge. Why? Because he doesn’t have a leg to stand on. Who knows, maybe someday he might want to step out of his comfort zone and show what he’s got. I doubt it. As you will see in the coming days and weeks, David and his club of navel gazers only have power amongst themselves.
Oh…before I forget, here’s a perfect example of Gorski’s Narcisscientism on parade. Behold a recent quote from the Duck Commander:

…aiming some of that not-so-Respectful Insolence you know and love that I reserve for the most dangerous or plain ridiculous of quacks

Umm…ok. “not-so-Respectful Insolence?” This is the part where I really have to try and control my hysterical laughter as I attempt to read what he considers “not-so Respectful Insolence”.

Lets visit the actual definition of this word first. Insolence means “rude and disrespectful behavior.”

Now lets take a look at the ”not-so-Respectful Insolence” that apparently Gorski thinks his readers “know and love”. (Please refrain from drinking or eating during the following to avoid choking or creating a huge mess in front of you.)

This is from what he calls “Your Friday Dose of Woo.” Hide the children. This gets pretty bad.

Arizona is woocentral

The woo is truly strong in this one

Truly, it’s the Holy Trinity of woo!

the general woo-iness of the entire concept.

so utterly full of grade-A 100% nonsense

It sounds truly woo-ful.

Woo-iness? Woo-ful?  Wow. That was intense. Phew.

I think Dr. Evil would put it this way:

You’re quasi-insolent. You’re semi-insolent. You’re the margarine of insolent.

You’re the Diet Coke of insolent. Just 1 calorie…not insolent enough.

kedi