19 Yaşındaki Genç İlk Grip Aşısından Sonra Ölüyor

19 Yaşındaki Genç İlk Grip Aşısından Sonra Ölüyor

“Öyle sağlıklıydı ki. Saf ve temizdi. Gribi atlatabilirdi. Keşke aşıyı olacağına grip olsaydı,” diyor gencin annesi.

Chandler Webb, ekimde hayatının ilk grip aşısını olduğunun ertesi günü ağır hastalanıyor. Annesi, Lori Webb, oğlunun aşıdan sonra kusmaya ve sarsılmaya başladığını, bu yüzden de Salt Lake City’deki hastaneye götürdüğünü söylüyor.

Bundan bir gün sonra ise Chandler komaya giriyor ve aradan geçen 28 günün sonunda da yaşam ünitesi kapatılıyor.

İlgili videoyu Türkçe altyazılı olarak izleyebilirsiniz.

http://www.youtube.com/watch?v=0Clvh40A6hM#t=45

Polio’nun Gerçek Tarihi – Dr. Suzanne Humphries

Polio’nun Gerçek Tarihi – Dr. Suzanne Humphries

Screenshot from 2013-11-24 16:20:29“Toplu aşılama programı insanları gütmeye temayüllüdür. İnsanlar sığır veya koyun sürüsü değildir oysa. Sürü gibi güdülmemeleri gerekir. Toplu aşılama programı doğası gereği problemi fazlasıyla baside indirgemek ister hep; faydalarını abartır; doğabilecek tehlikeleri minimize eder ve hatta tümden yok sayar; bilimsel düzeyde belirli bir ihtiyatla yükseltilmiş karşıt sesler istemez karşısında ve mümkünse bunları susturur; ortada bir neden yokken bir acil durum havası yaratır; vatandaşları öyle bir şevke getirir ki neredeyse sabırsızlanırlar, hatta tahammülleri kalmaz aşıyı beklemeye; karantina durumunda devletin kolluk güçlerinin yetki sınırını fazlasıyla aşmasına olanak verir; kompleks olayları baside indirger; itibarsızlaşmış bir aşıyı tutar yıllar yılı savunmaya ve desteklemeye devam eder;… dürüst ve aydınlatılmış rıza konseptini alaya alır.[1]

Aşı konusunda kafa karışıklığı had safhada, özellikle de okudukları fakülteye itimadı tam, beyni yıkanmış doktorlar arasında. Bakıyorsunuz hiçbir şeyden haberi olmayan halk da bu doktorlara güveniyor…işin en doğrusunu tıpçılar bilir çünkü, öyle değil mi? Hem doktorlar da iyi insanlar sonuçta, bizim iyiliğimiz için çalışıyorlar. Doğrudur. Bir zamanlar ben de medikal sistemin himmetine inanan o beyni yıkanmış doktorlardan biriydim ve öğrendiğim her şeyin modern zamanların sunabileceğinin en iyisi olduğuna inanırdım. Oysa şimdi, tıp fakültesinde öğretilenlerin büyük çoğunluğunu ne kadar kısıtlı bilgiden ibaret olduğu gün gibi aşikar benim için. Artık doktorların çoğunun, kendilerine öğretilen dogmayı sorgusuz sualsiz, harfiyen yerine getirmekle mükellef ve gözlerinin önünde cereyan eden gerçekler aksini gösterse dahi sadakatle tekrar tekrar gösterdikleri kör itaatin karşılığında mükafatını alan köle teknisyenlerden pek farkı olmadığını biliyorum.

Doktorların çoğunun bilmediği bir gerçek var; Salk aşısındaki ölümcül canlı poliovirüsü yüzlerce çocuğu ve etraflarındaki temaslı bireyleri paralize ederken, toplum sağlığı yetkililerinin kapsamlı bir makyajlama çalışmasıyla aşının tarihini baştan yazdıkları. 1955 – 1961 yılları arasında polio insidansını azalttığı iddia edilen aşılardan bahsediyoruz burada! Oysa o yıllarda polio insidansındaki “düşüş”ün ardında yatan başka bir meşhum neden var; 1955’te poliovirüsü enfeksiyonları oldukça yaratıcı bir şekilde yeniden tanımlanıyor, nedeni de çoğu “polio” paralizisi olgusunun sisteminde poliovirüsü filan bulunmadığı gerçeğini “gizlemek”. Salk aşısının itibarı bu şekilde korunurken, tarihin suları fazlasıyla bulandırılmış oluyor.

En büyük salgınlarda bile uzun süreli paraliziye yol açan tek faktörlü poilovirüsü enfeksiyonu oldukça düşük insidansa sahip olmasına rağmen[2], Basil O’Connor’ın “March of Dimes” (Metelik Geçit Töreni) adlı reklam kampanyaları bunu yanlış bir şekilde sanki dört bir yanda kol gezip insaları kötürüm bırakan amansız bir hastalık olarak yansıtıyor. Basil O’Connor, Salk’un aşısını fonlamak için bu kampanyayla yılda 45 milyon dolar toplayadursun, dönemin bilimadamları Coxsackie, echo ve enterovirüsler gibi başka virüslerin de polio’ya yol açabildiğini farketmeye başlıyorlar. Bilimadamları ayrıca kurşun, arsenik, DDT ve kullanımı yaygın diğer nörotoksinlerin de polio’yla birebir aynı lezyonları oluşturduğunu ifade etmeye başlıyorlar. ABD’deki büyük salgınlar süresince alternatif hekimler, o günün koşullarında mevcut detoks protokolleri ile büyük bir başarıyla hastalık patolojisini tersine çevirmeyi başarıyor, ancak bu tedavi yöntemleri ve elde edilen başarı koşulsuz şekilde yok sayılıyor[3].

Bugün artık tıp literatüründe polio’ya başka virüslerin de yol açabileceği kabul edilmişken, genel kamuoyunun bundan haberi dahi yok.

1954’ten önce Transvers Miyelit, viral veya “aseptik” menenjit, (Franklin, D. Roosevelt’in muzdarip olduğu) Guillain-Barre Sendromu (GBS)[4], Çin Paralitik Sendromu, Kronik Yorgunluk Sendromu, epidemik kolera, kolera morbus, spinal menenjit, spinal apopleksi, inhibitör palsi, aralıklı ateş, tifüs (lekeli humma), worm fever, safra çıkışlı remitan ateş, ergotizm, post-polio sendromu, akut flask paralizi (AFP) gibi hastalıkların “poliomiyelit” (polio sekeli) adı ardına saklandığına hiç şüphe yok.

“Akut Flask Paralizi” şemsiye terimi altında ise Poliomiyelit, Transvers Miyelit, Guillain-Barre sendromu, enteroviral ensefalopati, travmatik nörit, Reye’s sendromu vb hastalıklar toplanıyor.

Polio’nun eradike edildiğine inanmadan önce şu AFP ve Polio grafiğine bir bakın. 1996 öncesine ait veri niye yok diye merak edecek olursanız da, DSÖ’nün websitesinde AFP sayfasına gidebilir, burada 1996 öncesine ait veri bulunmadığını ancak AFP’nin bugün 2011’de dahi yükselişte olduğunu görebilirsiniz. Akut Flask Paralizi (AFP), 1955’te adı polio olan ve aniden gelişen felç durumunu anlatmak için kullanılan bir isim sadece. Akut polio’ya dair en sık görülen belirti ve polio salgınlarında sürveyansta kullanılıyor. AFP bundan başka enterovirüsler, echovirüsler, adenovirüsler ve diğer bazı patojenik ajanlarla da ilişkilendiriliyor. Ancak 1955’te AFP olgularında polio haricinde bir şey saptamak için herhangi bir çaba görmüyoruz. Aşı kitlesel pazarlamaya geçtiği andan itibaren ise oyun değişiyor.
Screenshot from 2013-11-24 16:24:13

İnsanlar bana ‘peki ama tüm o demir ciğerdeki çocuklar bugün nerede’ diye sorduklarında ise John Hopkins’ten Dr. Douglas Kerr’e gidip sormaları gerektiğini söylüyorum. Dr. Kerr, Donna Jackson Nakazawa’nın “The Autoimmune Epidemic” (“Otoimmün Hastalık Salgını”) adlı kitabının sayfa xv’deki önsözünde şöyle diyor:

“Beş aylık bebeklerde bile Transvers Miyelit görülebiliyor ve bunlardan bir kısmı kalıcı felç geçirip ömür boyu nefes alabilmek için solunum cihazına bağımlı hale geliyor… John Hopkins Hastanesi’ndeki meslektaşlarım ve ben her yıl yüzlerce yeni vaka görüyor veya duyuyoruz.”  

Acaba bir zamanlar adı polio olan bir hastalıktan bugün yüzlerce çocuğun muzdarip olduğunu ve bunların bir kısmının da ‘demir ciğer’ cihazının modern versiyonuna bağımlı yaşadığına dair halkın herhangi bir fikri var mı? Hayır. Bugün ebeveynler, korku yaratmak için gözlerine habire demir ciğerlere sokulmuş çocukların fotoğrafları sokulmadığı için Salk’un aşısının solunum cihazlarına gereksinimi tamamen ortadan kaldırdığına inanıyor. Üstelik, bugünün “demir ciğer”leri öyle denizaltı prototipi gibi de gözükmüyor. Bunların bugünün “solunum cihazları” olduğu hemen hiç fark edilmiyor bile.

Polio aşısı, FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) tarihinin en hızlı ruhsatlandırılmış ilacı olma özelliğine sahip. Ticari üretim iznini Ruhsatlandırma Komitesi’nin baskı altında yürütülen yalnızca 2 saatlik toplantısının ardından alıveriyor. Bu komitede görevli bilimadamları; akademisyen veya hastane hekimleri aşının güvenlik çalışmalarına dair yayımlanmış herhangi bir raporu okuma fırsatı dahi bulamadan ve yürütülen büyük polio deneyinin sonuçları daha herhangi bir tp dergisinde yayımlanmamışken aşının piyasaya sürülüşüne şahit oluyor. Şayet bu bilimadamlarına daha fazla sözhakkı verilmiş olsaydı, herikisi de aşının alelacele ruhsatlandırılmasından sadece bir iki hafta sonra aşılananlarda felç ve ölüme yol açan “Cutter” Felaketi ve “Wyeth” Problemi gibi olaylar muhtemelen yaşanmayacaktı.

“Toplantıya kadar aşının dağıtımı deneysel ürün kategorisinde yapılmıştı, ruhsatlı ürün olarak değil…komiteden ivedilikle bir karara varması istendi…Dr. Francis’in verdiği rapor üzerinde biraz tartışıldı ancak bunu derinlemesine tartışacak pozisyonda değildik zira raporu o sabahtan önce görmemiştik bile, sunumun ardından dağıtıldı bize…üzerimizde şu manada bir baskı vardı, bize süratin hayati önem taşıdığı söylendi ve akşam saat 5 olduğunda bazılarımız meseleyi biraz daha tartışma ihtiyacı hissettiğimizi bildirdik. Bize konunun daha fazla tartışılmasının toplantının bir sonraki haftaya kayması demek olduğu ve bu durumda Washington veya Besthesda’ya gitmemiz gerekeceği söylendi, ki çoğu üye bunu yapmak istemiyordu. Yani aslına bakılırsa, normalde yapacağımızdan daha erken karara varmamız için baskı oluşturuldu. …Kararda yaşanan olayların payı vardı anlayacağınız.[5]

Ve modern zamanların aşılamaya olan inancının temelini oluşturan polio hikayesinin daha sadece başı bu.

Güvenli aşı yoktur. Aşı “etkilidir” dendiğinde bu sadece vücutta antikor yanıtı oluşturduğu anlamına gelir, sizi hastalıktan koruduğu anlamına değil. Çocukları sağlık tutmanın, kan beyin bariyerlerinde yangı oluşturup zayıflatan ve potansiyel olarak enflamasyon ve başka problemlere yol açan hastalık mikrobu, kimyasallar, hayvan DNA’sı, hayvan proteinleri, deterjanlar ve sürfaktanlar zerk etmekten başka birçok yolu var.

Doktorlara tıp fakültesinde aşılarla ilgili verilen eğitim neden ibarettir biliyor musunuz? Pediyatri eğitimimiz sırasında aşıların takvime uygun verilmesi gerektiğini öğreniriz. Çiçek ve polio’nun kökünün aşılarla kurutulmuş olduğunu öğreniriz. Difteri tedavisini öğrenmemize gerek olmadığını, çünkü zaten hiç görmeyeceğimizi öğreniriz. “Aşılar güvenli ve etkilidir” mantrası ile endoktrine oluruz – kaldı ki her iki önerme de gerçek dışıdır.

Doktorlar bugün “tereddütlü” ebeveynlerle nasıl konuşmaları gerektiğine–doğal enfeksiyon risklerini ziyadesiyle şişirip nasıl korkutacaklarına– dair sıkı bir eğitimden geçerler. Anne-babaları aşıya razı etmek için baskı ve zor kullanımının veya çocuğun tıbbi bakımının üslenilmemesiyle tehdit etmenin gerekliliği üzerine eğitilirler. Doktorlara hiçbir aşı hakkında katiyen TEK BİR kötü şey söylenmemesi gerektiği öğretilir.

Tarihsel olarak, ölüm saçan çiçek aşısı zamanından beri toplu aşılama uygulamalarına karşı duruş sergileyen aklı başında, derin, akademik boyutta tartışmalara imkan verilmemiş, susturulma yoluna gidilmiştir. Bu olup bitenler gayet açık ve net şekilde, yandaşçılık ve korporatizmin işgali altındaki sağlık endüstrisinde dönen politik entrikalardan ibarettir.

CNN, Fox haber bültenlerinde veya anaakım literatürde aşılamaya karşı çıkan ciddi anlamda bilgili, saygın doktorların fikirleri yasaklıdır. Bu tip medya kanallarında sesleri duyulduğu takdirde, bugüne kadar saf saf kendilerini dinleyen halk yüzseksen derece dönüş yapar diye herhalde. Oysa anaakım medyanın aşı konusuna uygun bulduğu tanıtım şekli şudur; çoğunlukla, çocuğu aşıdan zarar gördükten sonra aşıya karşıt tavır alan bir anne ya da babanın karşısına TV’de program yapan meşhur bir doktor çıkartılır. Dr. Stork örneğin, Jenny McCarthy’yi konuk ettiği programda JB Handley lafını keserek yanlışını yüzüne vurup seyircilerden de destek alınca tam bir öfke nöbetine tutuluyor.

Dr. Sears’ın aşılamanın tarihi ve bulaşıcı hastalıklarda yaşanan düşüşle ilgili yaptığı düpedüz delüzyonel bildirimleri şimdilik bir tarafa bırakalım. JB Handley’nin programda seyirciden alkış alması ve buna rağmen editlenmemesi televizyonda türüne az rastlanır bir olaydı. Ticari televizyon kanallarındaki standart yaklaşım, medyatik doktora veya Paul Offit gibilere denk aşı-karşıtı bir hekim yokmuş gibi davranmaktır oysa. Bu şekilde, salt küçümsedikleri ve herkesin önünde alt edebilecekleri kişileri alabiliyorlar programlara ancak. JB’yi altta kalmadığı ve bu medyatik doktora haddini bildirdiği için tebrik ediyorum. Aşı oyunu tarih boyunca hep böyle oynanmıştır işte: bilgili, donanımlı doktor ve bilimadamlarının görüşlerini kameralar yansıtmasın, hakemli dergilerde yer bulamasın bu görüşler ve aşı-karşıtı pozisyonu sadece kısıtlı bir perspektifle temsil edilsin.

Eğer aşılamanın güvenlik ve etkinliği ile ilgili şüphelerimiz varsa lütfen merakınızı yitirmeyin, zira çocuklarınızın hayatı buna bağlı olabilir. Muhtemelen pek çoğumuz gibi sizin de bu süreçte öğrenilmişliklerden kurtulma yolunda oldukça yol almanız gerekecek.

[1] Clinton R. Miller’ın beyanı, İntensif İmmünizasyon Programları, 15 ve 16 Mayıs, 1962. Eyaletlerarası ve Dış Ticaret Temsilciler Meclisi’nde yürütülen duruşmalar, 87. kongre, ikinci oturum; H. R. 10541.

[2] Meier, P. 1978. “Dünyanın en büyük toplum sağlığı deneyi: Salk poliomiyelit aşısının 1954 deneyi.”  İstatistik: Bilinmeyen için Rehber, Ed. J. M. Tanur, ve arkadaşları, sf. 3-15. San Francisco: Holden Day.

[3] Scobey, R. 1952.  “Poliomiyelit ile zehir bağlantısı ve araştırmaların engellenişi.”  Arch.  Pediatr.  April;69(4):172-93.

[4] Goldman.2003.”Franklin Delano Roosevelt’in paralitik hastalığının nedeni neydi?” J Med Biog, 11:233-240.

[5] Opening brief of Defendant and Appellant Cutter Laboratories Gottsdanker v. Cutter Laboratories (1960) 182 Cal. App.2d 602 sf. 31-33.

 

 

Kızamık Geçirmenin Faydaları

Kızamık Geçirmenin Faydaları

Screenshot from 2013-09-25 20:18:08Doğru tedavi edildiği takdirde doğal enfeksiyonlar çocuklar için faydalıdır.

Çocuklukta geçirilen enfeksiyonel hastalıklarda antibiyotik kullanımı veya ateşin düşürülmeye çalışılması gibi yanlış yöntemler uygulanmadığı takdirde gelişimsel birer kilometre taşı olan bu hastalıklar bağışıklık sistemini çalıştıracak ve olgunlaşmasını sağlayacaktır.

Kızamık geçirdiğinizde hem ömür boyu bu hastalığa karşı bağışıklanmış hem de Ronne (1985) tarafından ortaya konulduğu gibi yine bir ömür boyu dejeneratif kemik ve kıkırdak hastalıkları, sebasöz cilt hastalıkları, immünoreaktif hastalıklar ve bazı tümörlere karşı bağışıklık kazanmış olacaksınız.

Kabakulak, yumurtalık kanserinden korur (West 1969).

Araştırılması ve elde edilen sonuçlara itibar edilmesi gereken alan budur, imkansızın peşinde koşmak, yani enfeksiyonel hastalıkları ortadan kaldırmaya çalışmak değil.

Çocukluk çağı hastalıklarına sağduyu ve mantıkla yaklaşmak.

Önceki yazılarımızda bahsini ettiğimiz, sağlık bakanlıklarının KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısı ile toplu aşılamaya geçme politikasını sorgulamak üzere aralarında komisyon oluşturan 500 kişilik İsviçreli hekim grubu, 1969 yılına kadar Basel Üniversitesi Pediyatri Kliniği’nde kızamıkla suni enfeksiyon oluşturma yönteminin nefrotik sendrom* tedavisinde başarıyla kullanıldığını yazmıştır (Albonico ve arkadaşları 1990).

*Nefrotik Sendrom: Böbrek glomerüllerindeki işlev bozukluğu sonucu gelişen, yaygın ödem, ağır proteinim, hipoalbüminemi ve hiperlipemi ile belirgin klinik tablo. 

Doğal kızamık, astım ve alerijleri önlüyor.

Shaheen ve arkadaşları (1996) tarafından gösterildiği üzere, gelişmekte olan ülkelerde bile kızamık geçirmenin faydası var: atopiyi** önlüyor: “Anne sütü alma ve diğer değişkenlere göre düzenleme yapıldıktan sonra kızamık enfeksiyonu, ‘ev tozu akarı’na alerjik deri pozitifliği riskinde büyük düşüşle ilişkilendirilmiştir  . . . Kızamık geçirmiş 133 katılımcıdan 17’si (%12.8’si) atopik çıkarken, aşılanmış ve kızamık geçirmemiş 129 kişiden 33’ü (%25.6’sı) atopik çıkmıştır”.

**Atopi: Kişide, bazı allerjenlere karşı aniden gelişen-kalıtsal nitelikte- aşırı duyarlılık hali.

Alm ve arkadaşları (1999), çocuklarda artan oranlarda görülmeye başlanan atopik bozuklukların, çocukluk çağı enfeksiyon tiplerindeki değişim, aşılama programları ve barsak mikroflorasıyla alakalı olabileceğini yazıyor.

Çalışmalarında, İsveç’teki Steiner okullarındaki çocukların %52’sinin geçmişte antibiyotik kullanmışken, kontrol grubu olarak kullanılan okullarda bu oran %90 çıkıyor… Bu çocukların sırasıyla %18’i ve %93’ü kızamık, kabakulak ve kızamıkçık için aşılanmışken Steiner okullarındaki çocukların %61’inde kızamık geçmişi var.

“Steiner okullarında, canlı laktik asit bakterileri ihtiva eden fermente sebzeleri tüketen %63’lük bir grup, kontrol okullarındaki %4.5’lik grupla karşılaştırılıyor….Deri prik testleri ve kan tahlilleri, Steiner okullarındaki çocuklarda kontrol grubuna göre daha az atopi bulunduğunu gösteriyor”.

Anti-kanser terapisi olarak ‘işlenmiş kızamık virüsü’ kullanımı.

Carmona Mota (1973), bir bebekte doğal kızamık enfeksiyonu ardından remisyona giren Hodgkin Hastalığı*** olgusundan bahseder. “23 aylık beyaz bir çocukta ilk olarak 1970 nisan ayında sol servikal lenf bezlerindeki aşırı büyümeye bağlı olarak boynunda oluşmuş büyük bir kitle tespit edildi. Daha radyoterapiye geçilemeden çocuk kızamık geçirdi. Hayret içinde gördük ki koca servikal kütle başka herhangi bir terapi olmadan kendiliğinden yok oldu”.

***Hodgkin hastalığı: Lenf dokusundan gelişen kötü huylu tümör; lenf düğümü kanseri; lenfom [Lenfom’lar klinik olarak 1- Hodgkin hastalığı (Hodgkin lenfomu), 2- Hodgkin-dışı lenfom (non-Hodgkin lenfom) olmak üzere iki gruba ayrılırlar]

Bunun üzerine diğer pekçok hekim kızamık virüsünün onkolitik (tümör hücrelerini eriterek ortadan kaldıran) etkisini araştırmaya başlamıştır.

Msaouel ve arkadaşları (2009), işlenmiş onkolitik kızamık virüsü suşlarının kanser tedavisindeki etkilerini araştırmak üzere klinik deneyler yürütür. Kullandıkları virüs aşı tipi virüs olmasına rağmen, laboratuvar ortamındaki deneyde virüs doğrudan tümöre enjekte edilmiştir. Bulguları şu şekildedir: “attenüe (zayıflatılmış) canlı kızamık virüsü Edmonston (MV-Edm) aşı suşunun bazı türevleri de dahil olmak üzere birtakım viral suşların kanserli dokuyu enfekte ettiği, burada ürediği ve kanserli dokuyu yok ettiği görülmüştür”. 

Modfiye edilmiş virüslerin kullanım nedeni olarak, “doğal tipteki virüslerin ağır yan etkilere yol açma potansiyeli, klinik kullanım için yüksek püritede viral partilerin imalatıyla ilgili teknik yetersizlikler ile o dönemde yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan kemoterapi yaklaşımının yarattığı aşırı heyecan ve ateşli bir şekilde desteklenmesinden ötürü alternatif stratejiler üzerinde yapılacak araştırmalanın yavaşlaması” veriliyor.

Tabii burada, doğal kızamık virüsü yerine aşı virüsü (işlenmiş kızamık virüsü) kullanılmasının ardında aynı zamanda politik nedenler yattığını da kolaylıkla söyleyebiliriz, zira mantıken bunu takip edecek soru, o zaman çocukları neden bırakmıyoruz ki kızamıklarını geçirsinler, böylelikle pekçok kanser türüne karşı uzun vadeli bağışıklık da kazanmış olurlar, olacaktı.

Hastalık bakımında tıbbi müdahalenin zararları.

Geçmişte olduğu gibi bugünün doktorlarının bile halen standart tıbbi tedavinin bir parçası olarak amansız bir şekilde ateşi baskılamaları ve antibiyotik kullanmaları oldukça endişe vericidir. Oysa bir yandan antibiyotik (ve başka ilaçlar) verilirken aynı anda ateşin baskılanmasının patojenleri büyümeye teşvik ettiği, genel görünürlüklerini arttırdığı ve bu tip ilaçlara karşı dayanıklılık kazanarak ileride virülanslarını arttırabileceği tıbbi literatürde açıkça gösterilmiştir (Mackowiak (1981).

Maalesef geçmişte herkesin kulağını tıkadığı, ancak modern tıbbi uygulamalar için halen geçerliliğini koruyan, tarihten önemli bir mesajla noktayı koymak istiyorum.

İleride İngiltere tahtına oturacak 1. George’un annesi, 14. Louis’in küçük kardeşinden dul kalmış Orleans Düşesi Prenses Elizabeth Charlotte (Liselotte) von der Pfalz’ın Düşes Sophia’ya yazdığı mektupta şöyle deniyor:

Kötü talihimiz peşimizi bırakmıyor. Doktorlar annesi Dauphiness’te yaptıkları gibi küçük Dauphin’in tedavisinde de aynı yanlışı yaptılar. Çocuğun döküntüsü iyice ilerleyip bol terlemeye başladığında tutup damardan kan aldılar ve güçlü kusturucu ilaçlar verdiler; çocuk bu işlemler sırasında öldü. Herkes çocuğun ölümüne doktorların neden olduğunu biliyor, zira bu 9 doktor abiyle meşgulken genç hizmetliler aynı hastalıktan muzdarip küçük kardeşini doktorlardan saklamışlar, bisküviyle biraz da şarap vermişler. 

Dün çocuğun ateşi yükseldiğinde doktorlar gelip yine kan almak istedi ama iki bakıcısı da buna şiddetle karşı çıktı, onun yerine çocuğu sıcak tutsun diye sarıp sarmaladılar. Doktorlar işe karışsaydı bu da kesin ölürdü.  

Niye tecrübelerinden bir şey öğrenmiyorlar anlamıyorum. Kan alıp da Dauphiness’in öldüğünü gördükten sonra bari çocuğuna aynını yapmamayı akıl edemeyecek kadar vicdansız mı bunlar?

Koprowski (1962) bugün aynı şekilde geçerliliğini koruyan bu tarihi mesajı şöyle özetliyor: ”Hekim eline düşmezseniz kesin iyileşirsiniz”.

Özet

Başarısızlıklarla dolu uzun geçmişleri ve bağışıklık sistemi üzerindeki raydan çıkarıcı etkileri nedeniyle sebep oldukları trajedilere rağmen, gerek aşılama gibi hastalık önleyici prosedürler, gerekse antibiyotik ve antipretikler gibi vücudun savunma sistemlerine hasmane tedavi yöntemlerinin modası geçmiş prosedürleri bakım standartları olarak bugüne değin gelmiştir. Verilen zarar, gelecekteki pekçok nesli daha uzun bir süre etkilemeye devam edecek.

Bu bilimdışı bakım standartları terkedilmeli, doğal süreçlere ve bağışıklık sisteminin kalıtsal zekasına saygılı olunmalıdır. Çocukların uzun vadedeki iyiliği için tıbbın, doğal enfeksiyonel hastalıklara ve bağışıklık sisteminin gelişip olgunlaşmasında oynadıkları hayati role sağ duyuyla yaklaşma vakti gelmiştir.

KAYNAK

İlgili Yayınlar

Ronne T. 1985. Measles virus infection without rash in childhood is related to diseases in adult life. Lancet; 5 Jan: 1-5.

West RO. 1966. Epidemiologic studies of malignancies of the ovaries. Cancer; 1001-1007.

Albonico H et al 1990. Vaccination campaign against measles, mumps and rubella, A constraining project for a dubious future? Working group of doctors for selective MMR vaccination.18 pages, self-published.

Sheheen et al. 1996. Measles and atopy in Guinea-Bissau. Lancet; 347: 1792-1796.

Alm et al. (1999). Atopy in children of families with an anthroposophic lifestyle. Lancet; 353: 1485-1488.

Carmon Mota H. 1973. Infantile Hodgkins’disease: remission after measles. BMJ; 19May: 423.

Msaouel P, et al. 2009. Clinical testing of engineered oncolytic measles virus strains in the treatment of cancer: An overview. Curr Opin Mol Ther; February; 11(1): 43-53.

Mackowiak PA. 1981. Direct effects of hyperthermia on pathogenic microorganisms: teleologic implications with regard to fever. Rev Infect Dis; 3(3).

Koprowski H. 1962. The role of hyperergy in measles encephalitis. Am J Dis Child; 103:103-108.

 

Kızamık Gerçekleri – Bilim Doktoru Viera Scheibner

Kızamık Gerçekleri – Bilim Doktoru Viera Scheibner

Screenshot from 2013-09-25 14:44:30

 

İşe Yaramayan Kızamık Aşıları ve Doğurduğu İstenmeyen Sonuçlar, 18 Ocak 2013

Kızamık aşılamasının başlangıcı

Amerika Birleşik Devletleri ve diğer pekçok ülkede kızamık aşılamasına, hastalığın doğal olarak azalma seyrinde olduğu ve son 18 yılın en düşük insidansının görüldüğü 1960’lı yılların başında geçilmiştir. Aşının hastalığın görülme sıklığını düşürmüş gözükmesinin nedeni budur; oysa bu aşının devreye girdiği tarihin kızamığın doğal dinamiklerinin sonucu olan azalmaya denk gelmesinden ibarettir.

Çocukluk çağı enfeksiyonel hastalıklarına karşı geliştirilmiş her aşıda örneği pekçok defa görüldüğü gibi, kızamık aşısı da devreye girdiği ve kitlelere toplu halde uygulanmaya başladığı andan itibaren %100 aşılı popülasyonlarda bile başgöstermiş, epidemi (salgın) bildirimleri tıp dergilerinin sayfalarını doldurmaya başlamıştır.

Buna mukabil, ölüm de dahil olmak üzere gittikçe artan sıklıkta ağır reaksiyon bildirimleri de yine sayfalarda yer bulmuştur. Bunlar ayrı bir yazının konusudur.

Atipik kızamık – yalnız aşılılarda görülen yeni bir fenomen

Kızamık aşılarının deleteriyöz etkisi nedeniyle canlının verdiği immün yanıtta meydana getirdiği değişikliklere bağlı olarak aşılı çocukların kızamığın özellikle ağır bir çeşidini geçirdiklerini genel kamuoyu pek bilmez. Mevcut tüm geleneksel tedavi yöntemlerine dirençli bu hastalık yüksek ölüm oranına sahipti.

Bu hastalık, atipik kızamık (ATK) olarak literatüre geçti.

Rauh ve Schmidt (1965), Cincinnati’de 1963’te görülen bir kızamık salgınında karşılaşılan dokuz ATK olgusundan bahseder. Yazarlar, 1961’de üç dozluk öldürülmüş kızamık aşısını olmuş 386 çocuğu takibe alır. Bu 386  çocuktan 125’i kızamık mikrobuyla karşılaşmış ve 54’ü hastalığı kapmıştır.

Aşılılarda görülen bu yeni, atipik kızamık yüksek ateş, olağandışı döküntü ve pnömoni (zatürre) ile kendini göstermekte ve çoğu kez sağlık öyküsünde ölü kızamık aşısı bulunmaktaydı.

Rauh ve Schmidt (1965) çalışmalarının sonuç bölümünde şöyle der: “Belli ki öldürülmüş virüsten oluşmuş üç doz aşı çocukların büyük bir bölümüne, aşılamadan sonraki iki buçuk yıl içinde hastalık etmeniyle karşılaşılması durumunda koruma sağlamamıştır.”

Fulginiti (1967) de beş-altı yıl önce inaktive (ölü) kızamık virüsü taşıyan aşıyı olmuş on çocukta atipik kızamık gelişimini anlatır.

Nichols (1979), atipik kızamığın daha önce öldürülmüş kızamık virüsü aşısını olmuş bireylerin doğal kızamık enfeksiyonuna gösterdikleri hiperduyarlılık yanıtı olduğunun hakim inanış olduğunu, ancak çeşitli araştırmacılar tarafından yalnız canlı virüs aşısını olmuş çocuklarda da ATK benzeri bir hastalık görüldüğünü yazar.

Nichols, Kuzey Kaliforniya’da 1974-1975’te meydana gelen bir kızamık salgınında hekimlerden ATK teşhisiyle uyumlu semptomlar gösteren laboratuvar teyitli kızamık hastaları olduğunun bildirildiğinden bahsediyor…”Seroloji, döküntü dağılımı ve morfoloji bazında olgu kriterleri oluşturduk. Tipik kızamıkta önce saç bitimi hattında makulopapüler bir döküntü oluşur, bu kaudal olarak ilerler, yüzde ve gövdede yoğunlaşmıştır ve çoğu kez Koplik benekleri olguya eşlik eder. ATK’da ise döküntü morfolojik olarak makulopapüler, petişiyal, veziküler ve ürtikaryal bileşenlerin karışımından oluşur. Çoğunlukla ekstremitelerde başlar ve burada yoğunlaşmıştır, başa doğru ilerler ve Koplik benekleri görülmez. Hastalarda 1) dağılım ve morfolojik olarak ATK özellikleri gösteren döküntü varsa ve 2) kompleman bağlayıcı kızamık antikoru [Antijen’le reaksiyona girdiği zaman, kompleman’ı da uyararak antijen’in erimesine sebep olan antikor] titresinde dört kat veya daha yüksek oranda bir artış gözlemlenmiş veya konvalesan [nekahat devresindeki] titresi 256 ise bu olgular ATK olarak sınıflandırılmıştır.”

Süregelen kızamık salgınları, aşı öncesi devirle uyumlu şekilde insidansın arttığını göstermektedir.

Bu arada da aşılı çocuklarda kızamık görülmeye artarak devam etmiştir. Günümüzde aşının etkisizliğine dair gözlemler bana kızamığın görülme sıklığının (insidansının) artmakta olduğunu ve bundan bir 100 yıl öncesinde daha ortada herhangi bir kızamık aşısı yokken sahip olduğu azalma eğilimini kaybettiğini gösteriyor.

Conrad ve arkadaşları (1971), Amerika’da geçmiş dört sene içerisinde kızamığın dinamiklerini araştırıyor ve sonuç olarak kızamığın yükselişte olduğunu ve “eradikasyonun, tabii şayet böyle bir şey mümkünse, şu an için oldukça uzak bir gelecekte mümkün olabileceğini” söylüyor.

Barratta ve arkadaşları (1970), Florida’da 1968 Aralık ayından 1969 Şubat ayına kadar süren kızamık salgınını araştırıyor ve bunun sonucunda aşılı ve aşısız çocuklarda kızamık görülme sıklığı arasında belirgin bir fark bulmuyor.

Amerika’da ve dünyada yüksek aşılama oranlarına sahip diğer tüm ülkelerde 1980’li yıllar boyunca da tam doz aşılanmış çocuklarda kızamık görülmeye devam ediyor.

Robertson ve arkadaşları (1992) bunu 1985 ve 1986’da yayımladıkları çalışmalarında belirtiyor. Amerika’da daha önce kızamık aşısı vurulmuş okul çağındaki çocuklarda tam 152 kızamık salgını başgösteriyor. “Her 2-3 senede bir, aşı kapsayıcılığından bağımsız olarak kızamık olgularında ani artışlar yaşanmaktadır.”

Sonuç olarak: büyük ölçüde aşısız bireylerden oluşan Amişlerde (dini gerekçelerle aşıyı reddediyorlar), 1970’ten 1987 Aralık ayına kadar tam 18 yıl boyunca tek bir kızamık vakası dahi bildirilmiyor (Sutter ve arkadaşları 1991). Şayet aşılama olmasaydı Amişler dışındaki topluluklarda da büyük ihtimalle benzer bir durum gözlenecekti ve hatta kızamığı ayakta tutup yaşatan şey bizzat aşıları olmuştur. Hedrich’e (1933) göre, kızamık oluşumunun 2-3 yıl ila 18 yıla uzanan periyodlar halinde bir dizi dinamiği bulunmaktadır, kaldı ki bu saptama daha sonra aşısız Amişlerde de aynen görülmüştür.

MMWR (2009) [Amerikan CDC kurumu tarafından haftalık olarak tutulan morbidite ve mortalite raporunda] hekimlere CDC (Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi) tarafından Amerika’da görülmekte olan kızamık salgınlarıyla mücadelede aşının önemini bir kez daha hatırlatıldığı yazar. 2008 yılında 1 Ocak ve 15 Nisan tarihleri arasında 64 kızamık vakası kaydedilir.

9 Temmuz 2010 tarihli Voice of America dergisi “Afrika’daki kızamık salgınlarının kazanımları tehdit ettiğini” yazar. “…Sahraaltı Afrika’da 2009 haziranından bu yana yaklaşık 90,000 kızamık vakası görülmüş ve 1,400 ölüm yaşanmıştır.”

Shi ve arkadaşları (2011) Çin’deki kızamık insidans oranları ve kızamık suşlarının çağdaş H1 genotipinin filogenetik araştırmasını sunarlar, zira geçmiş 10 sene içinde Çin’de kızamık insidansı artmıştır.

Avrupa Bağışıklama Haftası süresince (25 Nisan 2011) Avrupa çapında geniş bir kızamık salgını ortaya çıkar. DSÖ’nün basın açıklamasına göre 30 ülkede 6,500 kızamık olgusu bildirilmiştir.

MMWR Haftalık Raporu 2012; 61: 253-257’e göre 2011‘de kızamık insidansında dört katlık bir artış yaşanmıştır. Bu raporda verilen rakamlar küçükmüş gibi gözükse de gerçek rakamların çok daha yüksek olduğundan şüphem yok. Burada suç yurtdışından ülkeye girenlerin taşıdığı kızamığa atılmıştır. [Aşı kızamıklı biriyle temasta korusun diye yapılmıyor muydu?]

Çalışmadığı ortada, hatta tehlikeli olan bu aşıları vurmaktan vazgeçmek yerine rapel doz aşıları, yani bir işe yaramayan kızamık aşılarından birkaç doz daha vurulması ve yeni aşı geliştirilmesi öneriliyor.

Linnemann ve arkadaşları (1973), yaptıkları araştırmanın sonucunda kızamık aşılarının çocuklarda düzgün immünolojik yanıt oluşturmadığına hükmediyor.

Black ve arkadaşları (1984), yeniden aşılamanın etkisizliği üzerine farklı yazarlar tarafından yayımlanmış çalışmalardaki verileri özetliyor. Bu yazarlar “tekrar aşılanan çocuklarda “antikor tirelerinin birkaç ay sonra oldukça düşük seviyelere düşebildiğini ve iki kez aşılanmış çocukların çok daha hafif de olsa klinik tanı alacak şekilde kızamık geçirebildiğini” göstermiştir. Yazarlar sonuç olarak, “bu şekilde çocuğun immünolojik olarak sensitize edilmiş (hassaslaştırılmış) olması, ancak enfeksiyona karşı bağışık olmaması durumuna ‘yetersiz bağışıklanma’ diyoruz” demiştir.

ABD’de 1 Ekim 1982’de kızamık eradikasyonu için temelden yoksun iyimserlik

Screenshot from 2013-09-25 16:03:19Kızamık aşılamasının başarısızlığı ortada olmasına rağmen 1978 ekiminde Sağlık Bakanı joseph A. Califano Jr.’dan şu açıklama geliyor: “Amerika Birleşik Devletleri’nde 1 Ekim 1982 tarhine kadar kızamığı ortadan kaldıracak bir seferlik ilan ediyoruz.”

Tahmin edilebileceği gibi, gerçekçi olmaktan uzak bu plan yüzüstü yere çakılıyor: 1982’yi takip eden yıllarda ABD, ağırlıklı olarak aşılanmış popülasyonlarda olmak üzere tekrar tekrar büyük ve hatta daha uzun süreli kızamık salgınlarıyla vuruluyor. Önce “1963’ten 1967’ye kadar yüzbinlerce çocuğa vurulmuş olan etkisiz, formalinle inaktive edilmiş (öldürülmüş) kızamık aşısı” suçlanıyor. Oysa bu ilk aşı yerine iki doz ‘canlı’ kızamık virüsü aşısı’ vurulmaya başlanmasına ve aşının vurulma yaşı değiştirilmesine rağmen kızamık başgöstermeye ve salgınlar oluşturmaya devam ediyor.

Gelen bu uyarılar dikkate alınmıyor. İsviçreli doktorların (Albonico ve arkadaşları 1990) ifade ettiği gibi, “çocuk hastalıklarına karşı eskiden beri hakim olan sağduyulu ve mantıklı yaklaşımımızı kaybettik. Bugünkü uygulamada organizmanın savunma mekanizmasını güçlendirmek yerine ateş ve semptomlar umarsızca bastırılmakta. Bunun da olumsuz sonuçları gözlemlenmektedir”.

Transplasental bağışıklık geçişinin aşılama ile yok edilmesi

Amerika’da kızamık aşısı devreye girer girmez pekçok araştırmacı, çocukluklarında aşılanmış annelerden doğacak gelecek nesilllerin, anneden bebeğe transplasental yoldan geçen bağışıklıktan mahrum kalacağını ve kızamık ve diğer hastalıkları fazla erken yaşta kapacağını söylemiş, bu konuda yetkilileri uyarmıştır.

Lennon ve Black (1986), “aşı çağında doğmuş kadınlarda, yaşça daha büyük kadınlara oranla hemaglütanasyon önleyici ve nötralize edici antikor titrelerinin daha düşük olduğu”nu göstermişti. Aynı şey boğmaca için de geçerliydi. Bu bulgu daha aşılama yaşına gelmeden neden bu kadar çok bebeğin bu hastalıkları, özellikle de dillerden düşürmedikleri boğmacayı geçirmeye başladığını açıklıyor.

Kızamık aşılamasına bağlı dengesiz kolesterol değerleri

Toplu kızamık aşılamasına geçilmesinden kısa süre sonra tıbbi yayınların sayfalarını, küçük çocuklarda görülmeye başlanan yüksek kolesterol değerleri ile lipidlerde yüksek-düşük densite oranlarındaki dengesizlikle ilgili dile getirilen endişeler doldurmaya başladı.

Vikari ve arkadaşları (1979. Kızamık ve kızamık aşısının serum kolesterolüne etkisi. Lancet; Şubat 10: 326), yayınlarında Dr. Matthews ve Dr. Feery’nin (1978) “influenza (grip) aşısından sonra serum toplam kolesterolünde artış ile HDL kolesterolde düşüş gözüktüğü” bildirimine yer veriyor. Viral antijenlerle aşılama veya doğal virüs enfeksiyonlarının lipid seviyelerindeki değişimde rolü olabileceğini söylüyorlar.

Ayrıca çalışmalarında şu bildirim yer alıyor: “(Ortalama yaşı 2 olan) 97 çocukta kızamık aşılamasından (Rimevax, R.I.T, Belçika) önce  ve aşıdan 6 hafta sonra olmak üzere kandaki serum toplam kolesterol değerlerini ölçtük. Çocuklar kendi isteklerine göre beslendi. Antikor titrelerine hemaglütinasyon önleme işlevine göre bakıldı, serum kolesterolü Leppilnen metodu ile ölçüldü.  Çocuklardan alınan numuneler aynı seri içinde ölçüldü.”.

“Beş çocukta aşılama sonrası serum kolesterolünde olağandışı yüksek rölatif artış (%40 veya üzeri) tespit edildi, ancak mutlak değerlerin normal sınırlar içinde kaldığı gözlendi. İlk kolesterol değerleri veya kolesterol değerlerindeki değişim ile kızamık antikoru yanıtları arasında herhangi bir korelasyon bulunmadı. 2 çocukta aşılamadan 8 ve 10 ay sonra yapılan ölçümlerde serum kolesterolündeki rölatif artışın halen sürdüğü görüldü. Doğal kızamık enfeksiyonundan sonraki ortalama serum kolesterolü, belirtiler ortaya çıktıktan 1 ila 7 gün sonra alınmış numunelerde düşük çıktı…”

Vikari ve arkadaşları (1979) şu sonuca varıyor: “Elde ettiğimiz veriler, doğal kızamık enfeksiyonunun hastalığın akut evresinde serum kolesterolü değerlerini düşürdüğünü göstermektedir. Bu bulgu, tatarcık virüsü ile deneysel enfeksiyonun en az 10 gün süreyle serum kolesterolü değerlerini düşürdüğünü tespit eden Lees ve arkadaşlarının gözlemleriyle uyuşmaktadır. Kızamık aşılaması ve başka virüs aşılamalarından sonra da kolesterol seviyesinde aynı tip bir düşüş oluşup oluşmadığı netleştirilmelidir. Bizim gözlemlerimiz Matthews ve Feery’nin 1978’te yaptıkları, doğal virüs enfeksiyonu veya viral antijenlerle aşılamanın insanda serum lipid seviyelerinde değişime yol açtığı görüşünü desteklemektedir”.

Bell ve arkadaşları (2012) şöyle diyor: “Avustralya’da okul çağı çocukları arasında yaptığımız geniş çaplı araştırmada, Amerikan verileriyle karşılaştırıldığında daha yüksek oranda anormal lipid profiline rastladık. Ayrıca çoğu çocuk, Avustralya’da çocuklar için belirlenmiş sağlık normlarının dışında seviyelere sahip. Bu seviyelerin ileride karşılaşılacak kardiyovasküler riskle ilişkisini anlayabilmek için Avustralyalı çocukların yetişkinliğe uzanan lipid profillerini takip edecek bir çalışmaya ihtiyaç vardır”.

72 sayfalık doktora tezinde Louise Strandberg (2009), beslenme, obezite ve bağışıklık sistemi arasındaki etkileşimi son derece ayrıntılı bir şekilde çalışmıştır.

Tezindeki şu ifadelere dikkat etmek gerekir: “1950’li yıllarda Batı dünyasında gıdadan alınan yağın kardiyovasküler hastalıklara yol açabileceği ilk defa kabul görmüştür. Oysa Grönland eskimolarının yüksek miktarda yağ tükettiği ve buna rağmen kardiyovasküler hastalık insidansının çok düşük olduğu bilinmekteydi. 1970’lerde Bang ve Dyerberg, eskimolarda “iyi kolesterol” olarak bilinen yüksek yoğunlukta lipoprotenler haricindeki kolesterol ve lipoproteinlerin düşük seviyelerde olduğunu tespit etti…kardiyovasküler hastalık gelişiminde besinlerden alınan yağın niceliği değil, niteliği önemlidir”.

Bu tespitler aşısız eskimo neslini temsil ediyor.

Tıp araştırmaları baz alındığında mantıken çıkarılacak sonuç, çocuklarda gözlemlenen anormal kolesterol ve trigliserid seviyelerinin önemli primer nedenlerinden birinin invasif bir tıbbi müdahale olan aşılama olabileceğidir.

Screenshot from 2013-09-25 15:14:22

 

İlgili Makaleler

Rauh LW, and Schmidt R. 1965. Measles immunization with killed virus vaccine. Am J Dis Child; 109: 232-237.

Fulginiti VA, Eller JJ, Downie AW, and Kempe CH. 1967. Altered reactivity to measles virus. Atypical measles in children previously inoculated with killed-virus vaccines. JAMA; 202 (12): 1075-1080.

Scott TF, and Bonanno DE 1967. Reactions to live-measles-virus vaccine in children previously inoculated with killed-virus vaccine. NEJM; 277 (5): 248-251.

Barratta RO, Ginter MC, Price MA, Walker JW, Skinner RG. et al. 1970. Measles (Rubeola) in previously immunized children. Pediatrics; 46 (3): 397-402.

Conrad JL, Wallace R, and Witte JJ. 1971. The epidemiologic rationale for the failure to eradicate measles in the United States. Am J Publ Health; 61 (11):2304-2310.

Linnemann CC, Hegg ME Rotte TC et al. 1973. Measles MgE response during re-infection of previously vaccinated children. J Pediatrics; 82: 798-801.

Gustafson TL, Lievens AW, Brunell PA, Moellenberg RG, Christopher BS et al. 1987. Measles outbreak in a fully immunized secondary-school population. NEJM; 316 (13): 771-774.

Black EI, Berman LL, Reichelt CA, de Pinheiro P et al. 1984. Inadequate immunity to measles in children vaccinated at an early age: effect of revacination. BULL WHO; 62 (92): 315-319.

Robertson SE, Markowitz LE, Dini EF, and Orenstein WA. 1992. A million dollar measles outbreak: epidemiology, risk factors, and selective revaccination strategy. Publ Health Reports; 197 (1): 24-31.

Sutter RW, Markowitz LE, Bennetch JM, Morris W, Zell ER and Preblud WSR. 1991. Measles among the Amish: a comparative study of measles severity in primary and secondary cases in households. J Infect Dis; 163: 12-16.

Hedrich AW. 1933. Monthly estimates of the child population “susceptible” to measles, 1900-1931, Baltimore, MD. Am J Hygiene: 613- 635.

Lennon and Black 1986. Maternally derived measles immunity in era of vaccine-protected mothers. J Pediatr; 108 (1): 671-676.

Matthews and Feery 1978, Lancet ii: 1212-1213.

Bell et al. (2012. Lipids in Australian children: cause for concern? 2005-2007 Busselton Health Study. J Paediatr & Child Health; Oct 2012: 863-953).

Kızamık Gerçekleri – Hilary Butler

Kızamık Gerçekleri – Hilary Butler

Screenshot from 2013-09-21 20:39:52

 

Öksürük, burun akması ve ateşlenmenin ilk safhalarında kızamıklı bir çocukta mavimsi-beyaz tuz granülüne benzer KOPLİK LEKELERİ görülür. Bunlar en belirgin şekilde yanak içlerinde, üst azı dişleri hizasında çıkar, ancak dişetlerinin herhangi bir yerinde de oluşabilir. Birkaç gün boyunca kalacak bu lekeler sadece kızamıkta görülür. (Medicine International, 1984, sf 20, İnsanda Viral Hastalıklar, 83. Baskı, sf 412.) Teşhis için bunca basit ve spesifik bir belirti dururken eziyetli kan tahlillerini niye yaptırasınız ki?

Screenshot from 2013-09-21 14:41:21

KOPLİK benekleri varsa çocuğunuzu hastalığın bu ilk aşamasında doktora götürmemelisiniz, zira hastalığın en bulaşıcı safhasıdır bu. Çok gerekiyorsa doktorunuzu telefonla arayabilirsiniz, ancak bu noktada doktorun tıbben yapabileceği hiçbir şey olmadığı gibi verebileceği bir ilaç da yok. Yapılan çalışmalar bulaşıcılığın en yüksek olduğu bu evrede hasta sağlık ocağına, muayenehaneye veya hastaneye götürüldüğü takdirde, kızamığın esas tehlikeli olduğu popülasyon grubu, yani hastalar, immün yetersizlikten muzdarip yetişkinler, bebekler ve diğer çocukların sağlığının riske sokulacağını gösteriyor.  (Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları, Aralık 95; Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları, Ocak 93; Maryland Tıp Dergisi, Ekim 91.)

Kızamığa bir “çare” var. Adına A vitamini diyoruz…Morina balığı karaciğer yağı (cod-liver oil). Ta 1932’de doktorlar bu yağla hastane ölümlerini %57 oranında aşağı çekebiliyorken, antibiyotiklerin moda olmasıyla beraber A vitamininin pabucu 80’lerin ortasına dek dama atılmış oldu.

Screenshot from 2013-09-21 15:01:09

Yakın zamanda yayımlanmış bilimsel çalışmalar Amerika’da hastane yatışı gerektiren kızamık olgularının %72‘sinde A vitamini eksikliği bulunduğunu, eksiklik ne derece ileriyse komplikasyon ve ölüm oranlarının da o derece ileri olduğunu ortaya koyuyor. (Pediatric Nursing, Eylül/Ekim 1996.) Ancak gelin görün ki Yeni Zelanda’da doktorlar ve hastaneler tedavide A vitamini kullanmıyor bile.

(ED-NOT: Kızamıklı çocuklarda gelişen ışığa hassasiyet veya göz ağrısı gibi şikayetler, vücudun enfeksiyonla mücadele etmek için rezervdeki tüm A vitaminini kullanıp bitirdiğini ve A vitamini desteğine ihtiyaç olduğunun belirtisidir.)

GERÇEK: Yıl 1991; 12 ayın altındaki 4 aşısız çocuk pnömoni/ensefalit’ten ölüyor. Aşılanmış 2 çocuk da ensefalitten ölüyor.

GERÇEK: Bu çocuklara A vitamini tedavisi uygulanmadı (Soru: Uygulanmış olsa kurtulma şansları olur muydu?) 

Sağlık Bakanlığı, aşılı çocukların korunması için aşılanmamış sağlıklı çocukların aşılılardan uzak tutulması gerektiğini söylüyor. Aynı bakanlık bize bir yandan aşıların çocukları koruduğunu da söylüyor, Öyleyse bu çocuklar zaten aşının “koruma”sı altında değil mi? Cevap, hayır. 1991’de görülen kızamık olgularının %60’tan fazlası “aşılı” çocuklardaydı.

Soru: Eskiden çocuklarda kızamık yaygın olarak görülmez miydi? Sağlık Bakanlığı’nın cevabı: “Evet görülürdü, çünkü eskiden bağışıklama çalışmaları yaygın değildi…. Kızamığa bağlı ölüm ve hastane yatışlarının kaydı tutulmazdı.”

GERÇEK: Aşılanmış çocuklar hala kızamık kapıyor. Ölüm ve hastane yatışı istatistikleri 120 seneden beri tutuluyor. Kızamık ölümlerindeki düşüşü gösteren grafikten anlaşılacağı gibi kızamık aşısının ölüm oranlarındaki düşüşle hiçbir ilgisi olmadığı gibi, kullanıma girdiğinden beri oluşan salgınlarda hastaneye kaldırılan çocuk sayısına da herhangi bir etkisi yok. (Parlamento Yayınları, Ekler, Resmi Almanak, “Sağlık Trendleri” ve Bağışıklama Elkitabı gibi Sağlık Bakanlığı yayınları. Ayrıca, Herald ve Metro’da daha önce yayımlanmış grafikler)

Ebeveynlerin Bilmeye Hakkı Olduğu Bazı Gerçekler:

  • İngiltere’de okul çağındaki 7.1 milyon çocuğunun aşılandığı benzer bir kampanya, Dawbarns adlı bir avukatlık firmasının ([email protected]), aşağıdaki vakalar için İngiltere Sağlık Bakanlığı’na dava açmasıyla sonuçlandı:

Otizm (202),
Crohn’s hastalığı ve diğer ağır kronik mide problemleri (110)
Epilepsi (97)
İşitme ve görme sorunları (40)
Artrit (42)
Kronik Yorgunluk Sendromu (24)
Diyabet (9)
Guillain-Barre sendromu (9)
Kronik Trombositopeni (5)
Subakut Sklerozan Panensefalit (SSPE) {3)
Wegener Granülomatozu (2)
Multipl Skleroz (1)
Ölüm (14)

KAYNAK: Dawnbarns bilgi formu

  • Çocukların aile doktorları ve gördükleri diğer uzman hekimler basın önünde çocuklara destek verdiklerini açıkladılar.
  • Yeni Zelanda ve İngiltere Sağlık Bakanlıkları bu vakaların mevcudiyetini inkar etmekte (YZ Sağlık B. basın açıklaması, ve BMJ’de yayımlanmış makale) ve giriştikleri KORUMA HAREKATI’nın (operation safeguard) İngiltere’de kızamığı ortadan kaldırdığını ileri sürmekte. 1996 ekim ayında İngiltere bir KKK pekiştirme dozu kampanyasına daha başladı.
  • Aşı daha kullanıma girmeden önce gelişmiş ülkelerin hepsinde kızamık ölümleri neredeyse tümden ortadan kalkmıştı – hastalık insidansındaki düşüş grafikleri için buraya bakınız.
  • Sağlık Bakanlığının aşılanmış 540,000 çocukta tuttuğu kayıtlara bakacak olursak:

81,000 döküntü çıkarma ve ateşlenme vakası,

5,400 parotid/kulakaltı tükürük bezi şişiği (kabakulak),

216 febril konvülsiyon (ateşli havale),

18 trombositopeni (kırmızı kan hücresi tahribatı),

Kronik trombositopeni vakaları,

5 Aseptik Menenjit,

1 Merkezi Sinir Sistemi hasarı,

Bazıları kronikleşmeye giden 15,420 geçici eklem ağrısı (artralji) vakası görülmüştür. (sf 95, Sağlık Bakanlığı Elkitabı)

  • Almanya, raporlama sistemine gelen aşılanan her 2,500 kişide 1 nörolojik komplikasyon ve 17,500 aşılamada 1 abortif ensefalopati bildirimlerinden dolayı kızamık için rutin aşılama uygulamamıştır. (FDA Teknik Raporu, 1980)

Almanlar, aşılamadan bağımsız olarak hastalığın şiddetinde ve ölüm oranlarındaki gerçekleşen düşüşün ışığında aşılamanın getireceği riski fazla bulmuşlardır. Aynı şey Yeni Zelanda için de geçerli olmasına rağmen ebeveynlere bu söylenmemektedir. (ED-NOT: KKK karma aşısı yine de bugün Alman çocukluk çağı aşı takviminde yer almaktadır. İsviçre’de, üç canlı virüsün tek enjeksiyonda verildiği bu karma aşının çocuklar için fazla riskli olduğu gerekçesiyle 500 kişilik bir hekim topluluğu dernek oluşturarak hükümetin KKK aşısını takvime almaması için çalışmalarda bulunmuştur.)

  • Aşı öncesi dönemde bebeğin anneden aldığı antikorlar 15 aya kadar koruma sağlar, kızamık daha ziyade 5 – 9 yaşları arası geçirilir ve 15 yaş civarı kızamık geçirip kanında koruyucu antikor taşıyan çocukların oranı %99‘u bulurdu. (YZ Tıp Dergisi 27 Mayıs 1987) Şimdilerde bu seviye kaçlardadır kimse bilmiyor, ancak Amerika’ya bakılacak olursa oldukça ağır seyredebilen ‘yetişkin kızamığı’ artık oldukça sık görülüyor.
  • Aşılanmış anneler bebeklerine koruyucu antikor aktaramıyor, bu yüzden de kızamığın riskli olduğu küçük bebekler artık korumasız. (Washington Post, 22 Kasım 1992, Pazar)
  • 1991’de ABD’de görülen kızamık salgınında ölenlerin yarıdan fazlası aşılıydı ve ölümlerin çoğu immün yetmezliği olan kişilerde görüldü. (Washington Post 14 Haziran 1991, BMJ, 11 Mayıs 1991)
  • Yeni Zelanda’da doktorlar veya hastaneler kızamık tedavisi için A Vitamini kullanmadıklarından vakaların çoğu olması gerektiğinden çok daha ağır seyrediyor.
  • Afrika’da, doğal yoldan kızamık geçirmiş  çocuklarda aşılı yaşıtlarına oranla yüzde elli daha az astım, alerji ve egzema görülüyor.  (Lancet, 29 Haziran 1996)
  • Hafif veya orta şiddette sedef hastalığından (psoryaz) muzdarip çocuklar doğal yoldan kızamık geçirdiklerinde çoğu kez psoryaz ortadan kalkıyor. (3 adet tıbbi çalışma)
  • Vücudunda maternal antikorlar olduğu halde aşılanmış bebeklerde veya kızamığı gama globülinle baskılanmış kişilerde immünoreaktif hastalıklar, sebasöz (yağ bezi salgısı (sebum) ile ilgili) cilt hastalıkları, dejeneratif kıkırdak doku ve kemik hastalıkları ile belirli bazı tümörler daha sık görülmektedir. (Lancet, 5 Ocak 1985)

Soru: Antikor taşıdığı halde yeniden aşı vurulan çocukların başına acaba ileride neler gelebilir?

  • Kanunen aşı ürün bilgisini alıp eve götürebilir ve herhangi bir karra vermeden önce dikkatlice okuyabilirsiniz..
  • Yeni Zelenda’da [ve Türkiye’de] ebeveynler çocuklarına aşı yaptırıp yaptırmama konusunda seçim özgürlüğüne sahipitir.

 

Çocuğunuza KKK aşısını yaptırmaya karar verip de çocuğunuzda normal olmadığını kesinkez bildiğiniz herhangi bir sorunla karşılaşırsanız çok acele doktorunuza veya hastaneye gitmelisiniz. Yeni Zelenda için ebeveynler bir H 1574 formu doldurmalı, doğru tıbbi kayıtları dosyaya dahil ettiğinden emin olmalı, bizzat kendi imzalayıp ve mutlaka fotokopisini alıp CARM’a göndermelidir. Kalıcı herhangi bir hasar oluşması durumunda bu belgeler olmadan aşı tazminatı hakkından yararlanamazsınız.

(ED-NOT: Türkiye’de aşıya bağlı komplikasyon ve ölümler için benzer bir tazminat programı olmadığını biliyoruz ancak yine de anne-babalar geçirilen aşı reaksiyonunu doktorun Türkiye ASİE- Aşı sonrası istenmeyen etki bildirim sistemine mutlaka bildirmesini sağlamalı, bildirmiyorsa bizzat kendileri ASİE’ye bildirimde bulunmalıdır.)

Hilary Butler’ın ‘Kızamık: Hakiki Gerçekler’ başlıklı yazısından bölümler kullanılmıştır.

 

Kızamık Gerçekleri – Dr. Mendelsohn

Kızamık Gerçekleri – Dr. Mendelsohn

Screenshot from 2013-09-19 21:32:24

Dr Mendelsohn’un geniş kitlelerin beğenisini kazanmış, kesinlikle tavsiye ettiğimiz kitabıyla ilgili bilgi için buraya tıklayınız.

KIZAMIK – Dr. Robert S. Mendelsohn

Rubeola veya İngiliz kızamığı olarak da bilinir, bulaşıcı viral bir hastalıktır. Hastalığın başlangıcında kişi kendini yorgun hisseder, hafif ateşle birlikte baş ve sırtta ağrı vardır. Gözlerde kızarıklık oluşur ve ışığa hassasiyet oluşabilir. Üçüncü veya dördüncü güne kadar ateş yükselerek yaklaşık 40°C’ye ulaşır (Dr. Mendelsohn’un yukarıda tanıttığımız şahane kitabında, ateşin enfeksiyonlara karşı mücadeledeki rolü ve önemi ile Tylenol/Paracetamol gibi ateş düşürücü ilaçların bu sürece zararlı etkileri üzerine ayrı bir bölüm bulunmaktadır.) Bazen ağız içinde küçük beyaz noktacıklar görülebilir, aynı zamanda saç çizgisinin altında ve kulak arkalarında küçük pembe benekler ortaya çıkar. Bu kabarcıklar yaklaşık 36 saat içinde aşağıya doğru tüm vücudu kaplayacak şekilde yayılır. Pembe benekler kümeli halde görülebilir ancak üç ila dört gün içinde azalarak kaybolurlar.

 

Screenshot from 2013-09-19 21:56:46

Kızamık, döküntü ortaya çıkmadan evvelki üç ila dört günlük süre de dahil olmak üzere toplamda yedi veya sekiz gün bulaşıcı özelliktedir. Yani bu durumda, çocuklarınızdan biri kızamığı kaptıysa, diğerlerinin siz daha birincisinin hasta olduğunu anlamadan kızamık virüsüne maruz kalması muhtemeldir.

Kızamık yatak istirahati, ateşe bağlı dehidrasyonu önlemek için sıvı takviyesi ve kaşıntıyı almak için de kalamin losyon veya mısır nişastası banyosu haricinde bir tedavi gerektirmez. Çocukta fotofobi, yani ışık korkusu oluşursa yatak odasının perdeleri örtülmek suretiyle ortam karartılır. Ancak, yaygın efsanenin aksine, bu hastalıkta kalıcı körlük tehlikesi yoktur.

Kızamığı önlemek için verilen aşı KKK inokülasyonun bir bileşenidir.  Hekimler, 1,000 vakada 1 oranında görüldüğünü söyledikleri kızamığa bağlı ensefaliti önlemek için aşılamanın gerekli olduğunu savunur. Onyıllardır kızamık vakaları ile haşırneşir olmuş bir hekim olarak ben ve benimle birlikte pekçok diğer pediyatrist meslektaşım bu istatistiği şüpheyle karşılıyoruz. 1/1000’lik insidans belki yoksul bir çevre ve malnütrisyon koşullarında yaşayan çocuklar için geçerli olabilir, ancak orta ve üst gelir düzeyindeki katmanlarda, kızamığın kendisinden kaynaklı uyku halini saymazsak, gerçek ensefelati insidansı muhtemelen daha ziyade 1/10,000 veya 1/100,000 oranlarındadır.

Kızamık ensefelatiyle sizi korkutacak bir doktorun size bunu önlemek için kullanılacak aşının taşıdığı tehlikelerden bahsetmesini pek bekleyemezsiniz. Kızamık aşısı ensefalopati [beyin dokusunda dejeneratif değişikliklerle belirgin herhangi bir beyin hastalığı] ve beynin sertleşmesine neden olup kesin ölümcül olan SSPE (subakut sklerozan panensefalit) gibi bir dizi başka komplikasyonla ilişkilendirilmiştir.

Kızamık aşısıyla ilişkilendirilmiş diğer nörolojik ve bazen ölümcül hastalıklar arasında ataksi (kas hareketlerini koordine edememe hali), zeka geriliğiaseptik menenjitnöbet bozuklukları (epilepsi) ve hemiparezi (vücudun bir taraf kaslarında görülen güç azlığı; tek taraflı parazi) bulunur. Aşıya bağlı sekonder komplikasyonlar ise bundan daha da ürkütücü olabilmektedir. Bunlar ensefalit (beyin iltihabı)genç diyabeti (jüvenil diyabet), Reye sendromu ve multipl skleroz‘dur.

Aşının koruduğuna dair elimizde ikna edici kanıt olsaydı bile, ki yoktur, kızamık aşılamasının taşıdığı riskler benim için yine de kabul edilemezdir. Hastalığın görülme sıklığında belirli bir düşüş olmuştur, evet, ancak bu aşı ortaya çıkmadan çok önce başlamış bir durumdur. 1958’de ABD’de yaklaşık 800,000 kızamık vakası görüldü, ancak 1962’ye-aşı ortaya çıkmadan bir önceki seneye- gelindiğinde insidans 300,000 vaka azalmıştı bile. Bunu takip eden dört sene boyunca, çocuklar bir taraftan herhangi bir koruma sağlamayan ve hatta daha sonra uygulamasına son verilen “ölü virüs” aşısını olurken, kızamık insidansı bir 300,000 vaka daha düşüş gösterdi. 1900’de kızamıktan ölüm oranı 100,000 kişide 13.3’tü. İlk kızamık aşısı daha ortaya çıkmamışken, 1955’te, ölüm oranı yüzde 97.7 azalarak 100,000’de 0.03’e düşmüştü.

Screenshot from 2013-09-19 20:29:43Grafiğin alındığı KAYNAK  [ABD’de 1900 – 1984 arası 100,000 kişi başına düşen Kızamık Ölüm Oranları; kızamık aşısı 1963 yılında kullanılmaya başlanıyor]

Salt bu rakamlar bile kızamığın aşı devreye girmeden önce yok olma yoluna girdiğinin çarpıcı kanıtıdır. Bu size yeterince ikna edici gelmiyorsa bir de şunu düşünün; 1978’de otuz eyaleti kapsayan bir araştırmaya göre kızamık geçirmiş çocukların yarısından fazlasının gerekli dozda aşılanmış olduğu ortaya çıkmış. Dahası, Dünya Sağlık Örgütü‘ne göre, aşılanmamışlara oranla kızamık aşısını olmuş kişilerin kızamığa yakalanma şansı neredeyse on beş kat daha fazla.

Peki ama niye bu gerçeklere rağmen doktorlar bugün hala bu aşıyı yapıyorlar diye sorabilirsiniz. Kızamık aşısının piyasa sürülmesinden on dört sene sonra Kaliforniya’da yaşanmış bir olay sorunuzun yanıtı olabilir. O yıl Los Angeles’te ağır bir kızamık salgını görülüyor ve Toplum Sağlığı Merkezi’nin bir yaş altında kızamık aşılamasının hiçbir işe yaramadığı ve zararlı olabileceği yönündeki uyarısına rağmen ebeveynler altı ay ve üstündeki tüm çocukları aşılatmaya zorlanıyorlar.

Los Angeles’taki dotorlar ellerine geçirebildikleri her çocuğa rutin bir şekilde kızamık aşısı yapma yoluna giderken, immünolojik yanıtsızlık (vaccine failure) ve ‘geç etkili virüs’ (yavaş virüs/slow virus) gibi tehlikelerden haberdar birkaç yerli hekim kendi bebeklerini aşılamamayı seçiyor. Bu gerçeklerden haberdar edilmemiş hastalarının aksine bu hekimler tüm canlı virüs aşılarında, özellikle de kızamık aşısında bulunan “geç etkili virüsler”in insan dokusunda yıllarca saklanma kabiliyeti olduğunun farkındaydı. Dokulara yerleşmiş bu virüsler daha sonra ensefelati, multipl skleroz ve hatta kanser oluşumu ve ilerlemesine potansiyel kaynak olarak karşımıza çıkıyordu.

Kendi yedi aylık bebeğini aşılamayı reddeden Los Angeles’lı bir doktor şöyle diyordu: “Aşı virüsü fakir bir koruma sağladığı gibi bir de vücutta uzun süre kalıp da hakkında pek bir şey bilmediğimiz bir şekilde etki ederse diye korkuyorum.” Kendi çocuğu için bu taşıdığı bu endişeler ise doktorumuzun bakımındaki diğer bebeklere aşıyı vurmasına mani olmuyor. Bu çelişkili tutumu ise şöyle rasyonelize ediyor hekim: “Bir ebeveyn olarak kendi çocuğumla ilgili seçim yapma lüksüne sahibim. Bir hekim olarak ise… hem kanunen hem de meslek kuralları gereği yapmam gerektiği söyleneni kabul etmeye mecburum, tıpkı bütün şu Domuz Gribi işinde yapmaya mecbur kaldığımızda olduğu gibi.”

Belki artık sıradan ebeveynler ve çocuklarının da doktorların bu lüksüne sahip olmasının vakti gelmiştir.

KAYNAK