Hepatit B Aşısı

Hepatit B Aşısı

Hepatit B Nedir?

Hepatit B viral bir enfeksiyondur. Belirtileri arasında gribi andırabilecek halsizlik, iştah kaybı, bulantı, kusma, düşük ateş, ishal, kas ve eklem ağrısı bulunur(1). Hepatit B virüsü ile temaslı kişilerin ancak yaklaşık %20’sinde tanının konulmasını sağlayan en belirgin semptom, yani ciltte ve gözlerde sarılık görülür. Sarılık 3 ila 10 gün sürer. Destekleyici ve semptomatik tedavi uygulanır; burada önemli nokta, çoğu kez 4 ila 8 hafta içinde enfeksiyondan iyileşmenin sağlandığıdır(2). Bazı hallerde bu hastalığı kapmış kişiler virüsü taşıdıkları halde bu belirtilen pek azını, hatta hiçbirini göstermez. Akut Hepatit B genelikle birkaç ay içinde vücuttan kendi kendine temizlenir. Çoğu hastanın hastane yatışı gerekmez ve %95’i tamamen iyileşir; hastalığa karşı ömür boyu bağışıklık kazanmış olurlar(3). Virüsle temaslı kişilerin yaklaşık %30‘u sadece grip benzeri belirtiler geliştirir ve tam iyileşme sağlanır; sonuç yine ömür boyu bağışıklıktır. Uzun süreli veya kronik Hepatit B enfeksiyonları tehlikeli olabilir. Tüm belirtileriyle Hepatit B enfeksiyonuna yakalanmış kişilerin yalnızca %3‘ü kronik olarak virüsü vücutlarında taşımaya devam eder. Kişi akut episoddan 6 ay sonra yapılan testlerde kanda virüs saptanmışsa “kronik taşıyıcı” olarak kabul edilir. Taşıyıcı olarak kişi bilmeden virüsü başkalarına bulaştırabilir. Hepatit B tanısı almış kişilerin 6 ay zarfında test yaptırarak taşıyıcı olup olmadıklarını öğrenmeleri gerekir.

Hepatit B virüsü ile enfekte kişilerin oldukça küçük bir bölümü, aktif taşıyıcı olanların ancak yaklaşık %1.25‘i karaciğer hastalığına (siroz) ve kansere çevirir. CDC (American Centres for Disease Control and Prevention/Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi) verilerine göre Hepatit B’ye bağlı yıllık kanserden ölüm vaka sayısı 175 ila 3,700 arasında değişmektedir. Burada belirtilmesi gereken bir nokta da, karaciğer kanserinin akut enfeksiyon episodunu takiben 10 ila 30 sene içinde oluştuğunun düşünüldüğüdür(4).

Hepatit B Hastalığının Gerçek Risk Oranları:

  • Hastalığı kapanların %50’si belirti geliştirmez; iyileşerek ömür boyu bağışıklık kazanır (bu kişiler hastalığı geçirdiğini bile fark etmez),
  • Hastalığı kapanların %30’u sadece grip benzeri belirtilerle hastalığı atlatır; ömür boyu bağışıklık kazanır,
  • Hastalığı kapanların %20’si Hepatit B tanısı almalarına neden olacak belirtileri (bulantı, kusma, sarılık, artmış karaciğer enzim değerleri) gösterir, yani kendini doktora gidecek kadar hasta hisseder,

Belirti geliştiren bu %20’lik kesimin %95‘i hastalıktan tamamen iyileşir; ömür boyu bağışıklık kazanır. 

Sonuç olarak, Hepatit B geçirmiş kişilerin yalnızca %5’ten az bir bölümü hastalık rezervuarı olarak adlandırılabilecek duruma, yani kronik taşıyıcılık durumuna geçer. Bunların ise,

  • %75’i (toplam Hepatit B’li hastaların %3.75’i) asemptomatik (inaktif) enfeksiyonla yaşamlarını sürdürür
  • %25’i (toplam Hepatit B’li hastaların %1.25‘i) karaciğer rahatsızlığı ve kanser geliştirir; bu rahatsızlıklar ise akut epizoddan 10 ila 30 sene sonra başgöstermektedir.

Bu verilerden sonra, üniversal olarak uygulanan Hep-B aşılaması hakkında kişilerin gerçek manada aydınlatılmış onam haklarını kullanabilmeleri için yapılması gereken, ancak sağlık yetkililerinin ve aşı üreticilerinin aşı promosyonu kapsamında hastalığın gerçek prevelansı ve riskleri hakkında belirtmedikleri diğer bazı bilgilere geçelim. Bu bilgileri değerlendirirken de, Dünya Sağlık Örgütü yönergelerine göre yeni bir aşının ülke ulusal aşı takvimine ekleme kararı verilebilmesi için gerekli şu koşulları da aklımızda tutalım:

  1. Hastalık bir toplum sağlığı sorunu mudur?
  2. Hastalıkla ilgili en iyi kontrol yöntemi aşılama mıdır?
  3. Varolan aşılama programı yeni bir aşının yükünü kaldıracak kadar iyi çalışmakta mıdır?
  4. Aşının etkinliği, güvenilirliği ve gideri nedir?
  5. Aşıdan beklenen tam yarar nedir?
  6. Yeni aşı programa nasıl yerleştirilecektir?

– Hepatit B aşılamasının yapılmasının asıl ve esas nedeni, toplumdaki Hepatit B vakalarının ileride siroz veya kansere çevirme potansiyelinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu potansiyelin ise tüm hastalık olgularının ancak %1.25’i kadar olduğunu belirtmiştik.

– Dünya çapında yaklaşık 350 milyon kişinin (dünya nüfusunun yaklaşık %5’i) HBV ile kronik olarak enfekte olduğu bildirilmekte, halen dünyada her yıl 250.000 kadar kişinin Hepatit B’nin akut veya kronik komplikasyonları nedeniyle öldüğü tahmin edilmektedir(5). Hastalığın yayılmasında en büyük etmen, dünyadaki bu 350 milyonluk rezervuar olan taşıyıcılardır(6). Ancak burada önemli olan nokta, Hepatit B virüs taşıyıcılarının %90’ından fazlasının Asya, Sahra altı ve Afrika ülkeleri gibi temel sağlık hizmetlerinin yetersiz olduğu, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşadıklarıdır(7). Bahsi geçen bölgelerdeki çoğu ülkede seks turizmi ve uyuşturucu kullanımının yasal olduğu, hijyen koşullarının ise yok denecek kadar az olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır. Bu ülkelerde Hepatit B süt çocukluğu ve erken çocukluk çağının hastalığı olup ya anneden bebeğe perinatal dönemde ( vertikal geçiş ) ya da HBsAg pozitifliği olan bireylerle yakın temas (horizontal geçiş) ile bulaşmaktadır(8). Türkiye’de ise 0-5 yaş grubu çalışmalar oldukça kısıtlı olmasına rağmen, ülkemizde anneden bebeğe vertikal HBV bulaşının önemli oranda olmadığı belirtilmektedir(9).

– Hepatit B insidansının dünya genelinde %70 gibi bir oranla sadece riskli gruplarda görüldüğü bilinmekte, %10’un üzerinde yüksek endemite gösteren bölgeler haricinde HBV enfeksiyonunun bebek ve çocuklar için yüksek risk taşımadığı bilinmektedir. Ülkemizde HBV için riskli gruplar aşağıdaki gibi olmasına ve bölgeler arasında oldukça farklı endemite oranları bulunmasına rağmen, 1998 yılından itibaren annenin taşıyıcı olup olmadığına bakılmaksızın Türkiye’de ülke çapında tüm yenidoğanların 3 doz Hepatit B aşısı ile aşılanması gibi üniversal bir uygulamaya geçilmiştir.

Screenshot from 2012-12-31 15:30:22

– Hepatit B’ye yakalanma riski en büyük gruplar çoklu partner ile korunmadan cinsel ilişkiye giren heteroseksüller, hayat kadınları, cinsel olarak aktif eşcinsel erkekler, damardan uyuşturucu madde alanlar, enfekte olmuş vücut sıvılarıyla temas halindeki sağlık çalışanları ve kronik hepatit B enfeksiyonu olan kişilerle aynı evde yaşayanlardır(10). Enfekte annelerden doğan bebeklerin bu hastalığa yakalanma riski sağlıklı annelerden doğan bebeklere göre daha fazladır. Hasta olup olmadığını anlamak için gebeler gerekirse test yaptırabilirler(11). Ancak bu hastalık çocuklarda nadiren görülür.

– Hepatit B ile sürekli temas halinin birtakım faydaları da mevcuttur. Örneğin, American Journal of Epidemiology (Amerikan Epidemiyoloji Dergisi)‘nin yayınladığı bir araştırmaya göre sağlık çalışanlarının kanla temas sıklığında dolayı Hepatit B kapma riski artıyor, hastalarla temas sıklığından dolayı değil. Araştırma yazarlarının vardığı sonuç, sağlık çalışanları düşük dereceli Hepatit B’ye sürekli maruz kalmak suretiyle hastalığa yakalanmaktan ziyade pasif bağışıklık geliştirmekteler(12).

– Bir başka kaynak, Türkiye’de Hepatit B enfeksiyonunun daha sık görüldüğü özel nüfus gruplarını işitme engelliler, temizlikçiler, kuaförler, kasaplar, kafe-restoran çalışanları ve mahkumlar olarak vermiştir(13).

– Türkiye’de HBV enfeksiyonu ile ilgili yapılan çalışmaların çoğu kesin ve sağlıklı epidemiyolojik yorumlar yapmak için yeterli düzeyde değildir. Çalışmalarda kullanılan test yöntemleri farklı, sayıları az, özellikleri farklıdır; bu yüzden çelişkili sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Gerçek prevelansı belirlemek için istatistik prensiplerine bağlı kalınarak ciddi ve büyük çaplı, iyi planlanmış, tek elden yönetilen çok merkezli çalışmalar yapılmalıdır(14).

– Ülkemizde Kızılay Kan Merkezi (KKM) ve GATA Kan Merkezi’nde yapılan taramalarda ağırlıklı olarak asker donörlerin kan örnekleri kullanılmaktadır, kaldı ki asker donörlerde HBsAg pozitifliği sivil nüfusa göre daha yüksektir. Bunda da Doğu ve Güneydoğu’dan gelen askerlerin yoğunluğu dikkate alınmalıdır. Ayrıca, donörler içinde asker, mahkum ve paralı donörlerin sayısının artmasıyla istatistiklere yansıyan HBsAg oranı da artmaktadır(15).

– Donör dışı normal popülasyon çalışmaları arasında da bir standardizasyon yoktur. Bu çalışmaların çoğu kentlerde yaşayan erişkinlerde yapılmıştır. Halbuki toplumdaki normal popülasyona ait gerçek insidansı bulabilmek için kentler ve kırsal kesimdeki tüm yaş gruplarının taranması gerekir. Çocuk yaş grubunda yapılmış çalışma çok azdır. Bu çalışmalara bakarak ülkemizde HBV enfeksiyonunun hangi yaşlarda alındığını ve bulaşma kalıbını söylemek zordur(16).

– Yukarıdaki çıkarımları yapan Prof. Dr. İsmail Balık’ın 1997 yılında yayımlanmış “Türkiye’de Hepatit B’nin Epidemiyolojisi” adlı makalesi, Türkiye’de her 3 kişiden 1’inin HBV enfeksiyonu geçirmiş olduğu “varsayımı” için referans verilen kaynak olduğu için bu hesabın neye dayandığını irdelemek gerekir. Kendisi şöyle diyor: “HBV infeksiyonu prevelansını saptamak için HBsAg ile birlikte anti-HBs’nin [kişinin HBV enfeksiyonu geçirerek bağışıklık kazandığını belirten kandaki antikor göstergesi] taranması gerekir. Anti-HBs fazla çalışılmamıştır. %20.6 – 52.3 arasında değişen oranlar elde edilmiştir (Tablo 4). Buna göre toplam seropozitivite oranı (HBsAG + Anti-HBs) %26.2 – 68.8‘dir. Yani ülkemizde en azından 3 kişiden 1’i HBV ile infekte olmuştur.”

Tablo 4’e bakıldığında, 1976 – 1994 yılları arasında, ağırlık 1990 öncesi dönemde olmak üzere, hassasiyetleri arasında 100 katlık değişimlerin görüldüğü 9 değişik ölçüm tekniği kullanılarak irili ufaklı [52 ila 2 milyon kişilik gruplarda yapılmış] toplam 42 HBV enfeksiyonu çalışması yapıldığını ve bunlardan yalnızca 8‘inde aynı zamanda seropozitivitenin çalışılmış olduğunu görüyoruz. Bunlar:

  1. Ankara: 1200 + bilimeyen sayıdaki “gebe” ve “donör”lerden oluşan nüfus gruplarında, 1988-89 yıllarında yapılmış 2 çalışma,
  2. İstanbul: Toplam 1186 kişilik “kırsal kesim” ve “donör” gruplarında 1990 yılında yapılmış 2 çalışma,
  3. Diyarbakır: 1985-87 yıllarında toplam 2852 kişilik “kırsal kesim” ve “donör” grubunda yapılmış 3 çalışma,
  4. Elazığ: 1990 yılında toplam 90 kişilik “donör” grubunda yapılmış 1 çalışmadan oluşuyor.

Yani, bugün hala Türkiye nüfusundaki HBV prevelansı için ilki 1990 yılında İstanbul’da 500 kişilik “kırsal kesim” grubunda, diğeri 1987 yılında Diyarbakır’daki 464 kişilik “kırsal kesim” grubu HBsAg ve Anti-HBs pozitivitesine bakılarak yapılmış 2 çalışmanın verilerine göre “tahmin” yapılmakta. Ölçüm yapılan grubun genişliği, etnisisite, yaş, cinsiyet, sosyo-ekonomik durum, beslenme, coğrafi konum, kullanılan test ve ölçüm metodu, ölçüm yılı vb ölçütler bakımından bu veriler ne o günün şartlarında sağlıklı bir değerlendirme yapmak için yeterlidir ne de 20 yılı aşkın bir süre sonra günümüz Türkiye’sinin genel nüfus ve sağlık durumuyla ilişkilendirilebilir. Oysa bu sağlıksız veriler tıpkı bir mantra gibi günümüzdeki HBV prevelansı için tekrarlanmaktadır. Çeşitli uzmanların da belirttiği gibi Türkiye’de şu anki gerçek HBV enfeksiyonu oranlarının belirlenebilmesi için Türkiye’nin her bölgesinde, tüm yaş gruplarından yeterli sayıda denek üzerinde tek merkezden yürütülen ve standardizasyonu sağlanmış tarama çalışması yapılması gereklidir. Bu yapılana dek, Türkiye’de her 3 kişiden birinin HBV ile enfekte olmuş olduğu bilgisinin bilimsel bir geçerliliği olmayacaktır.

– Anne kronik taşıyıcı olmadığı müddetçe yenidoğanlar için risk, ancak ve ancak kontamine kan transfüzyonu olması veya Hepatit B’nin endemik olduğu; sosyo-ekenomik gelişmişliği düşük, hijyenin olmadığı ve kalabalık yaşam koşullarının hüküm sürdüğü bölgelerde aktif taşıyıcı bir veya daha fazla aile bireyiyle sürekli ve uzun kişisel temas olması durumunda sözkonusudur [horizontal bulaş]. Ülkemizde özellikle 1998 sonrası Hep-B aşılamasına geçilmesinin ardından yayımlanan çalışmalarda horizontal bulaşın Türkiye’de önemli bir orana sahip olduğu, bu yüzden de bebek ve çocukların mutlaka aşılanması gerektiği yönünde bildirimler kol gezmekte. Ancak bilinmesi gereken nokta,  hepatit B virüsü (HBV) ve hepatit C virüsü (HCV) sağlam deriden geçemez, bütünlüğü bozulmuş deriden bulaşır. Bulaşma yolu, kan miktarı ve kandaki virüs miktarı ile; bulaşma oranı, bulaştan sonra antikor gelişmesi ve bu antikorun saptanabilmesi için geçen süre değişmektedir(17).

– Hepatit B’nin yaygınlığı ülkemizde değişik yörelerde değişik oranlarda karşımıza çıkmakta, kabaca batıdan doğuya doğru gidildikçe prevelansın arttığı görülmektedir. Ancak yine de yöresel farklılıkların daha ağır bastığı, HBsAg pozitifliğinin Eskişehir, Antalya, Diyarbakır, Adana, Elazığ, Sivas ve Erzurum’da en yüksek oranlarda bulunması ile anlaşılmaktadır. Yüksek endemisite bölgesi hiç kuşkusuz %10’lara varan HBsAg oranıyla Diyarbakır bölgesidir(18).

– Viral Hepatitlerden A, B, C, ve D için 2009 yılında Türkiye’nin en kapsamlı prevelans çalışması yürüten araştırmacıların da belirttiği gibi “Türkiye’de viral hepatitlerin gerçek prevelans ve bulaşma yolları bilinmemektedir”.

Screenshot from 2012-12-31 16:43:00

Bu durumda,

  • Türkiye’nin her bölgesi HBV enfeksiyonu riski bakımından eşit olmadığı gibi Hepatit B kişilerin sağlık durumları gözetilmeksizin ulusal çapta, riskli gruplar haricinde özellikle yenidoğanları aşılamayı gerektirecek bir sağlık sorunu değildir. Diğer pekçok gelişmiş Avrupa ülkesi gibi hamilelikte annenin, eşinin HBv taşıyıcısı olup olmadığının saptanması ve eğer gerekiyorsa bebeğin doğum sonrası aşılanması gereksiz aşılanmayı ve beraberinde getirebileceği sağlık sorunlarını önlemek açısından elzemdir. Annelere, HBsAg (yüzey antijeni) dışında bulaşıcı özellikteki “core DNA”nın varlığının bebeklerine Hepatit B’yi geçirip geçirmemelerinde belirleyici faktör olduğu anlatılmalıdır.
  • Hamilelere, şayet core enfektöz antijeni taşıyorlarsa bunu bebeklerine geçirme potansiyelinin mevcut olduğu, bu durumda immünoglobulin ve aşı seçeneklerinin uygulanabileceği, ancak aşı ve immünoglobulin uygulamasının bebeklerini yine de korumama olasılığının bulunduğu anlatılmalıdır(19).
  • Tüm bunların yanısıra hiç bahsi geçmeyen temel bilgiler, yani aşının içeriği ve aşı üreticisinin yan etkiler konusunda prospektüse koyduğu bilgiler anne-babalara objektif ve eksiksiz şekilde anlatılmalıdır ki aileleri için gerçek risk/fayda değerlendirmesini yapabilsinler.
  • Anne-babalara söylenmesi gereken bir başka önemli şey de “SELENYUM EKSİKLİĞİ”nin Hepatit B enfeksiyonu ve karaciğer kanseri riskini büyük ölçüde arttırdığıdır. Çin’de toprağının selenyum bakımından fakir olduğu bilinen şehirlerdeki deneklerin diyeti selenyumla desteklendiğinde viral hepatitlere ve karaciğer kanserine karşı önemli ölçüde koruma sağladığı tespit edilmiştir(20). Çin’de yapılan bir diğer çalışmada da şöyle denilmektedir: “Epidemiyolojik çalışmalar, toprakta düşük Se içeriğinin yöresel olarak yüksek Hepatit B enfeksiyonu ile ilişkisini ortaya koymaktadır”. Türkiye’nin 7 coğrafi bölgesinde yapılan toprak ve ürün analizlerinde de selenyum eksikliği ortaya konulmuştur(21); benzer şekilde İspanya ve Yunanistan Avrupa’da selenyum eksikliğinin en fazla olduğu ülkelerdir(22). Türkiye HBV enfeksiyonu açısından orta endemisite gösteren bir ülke olmasına rağmen Hepatit B enfeksiyonun yüksek endemisite gösterdiği Çin’de selenyumla ilgili yapılan çalışmalar basit bir gıda takviyesiyle enfeksiyonun büyük oranda önlenebileceğini ortaya koymuşken yetkililerin doğrudan üniversal aşılamaya geçmesi ve halkı bu tip bilimsel bulgulardan haberdar etmemesi son derece düşündürücüdür.
  • Anne-babalara Hepatit B için verilen mesaj şudur: “Korunmasız (aşısız) bebekler hastalığa yakalandıkları takdirde karaciğer yetmezliği geliştirebilir ve ölebilirler”. Yine yanlış bir önerme: anne herhangi bir şekilde taşıyıcı değilse ve bebek enfekte kanla perkütan yolla temas etmemişse bu risk yok denecek kadar azdır. Özellikle 1998 yılından sonra sağlık yetkililerinden duyulan şey ise, 0-5 yaş grubu üzerinde çalışmalar yok denecek kadar azken, Türkiye’de aile içi yakın temas yoluyla HBV bulaşının ne kadar yüksek bir risk faktörü olduğudur ve tabii Türkiye’de her 3 kişiden birinin HBV ile enfekte olduğu gibi bilimsel temeli zayıf varsayımlar ile birleştiğinde aileler hastalığın gerçek bulaşma riski hakkında gerçek bilimsel bilgilerden mahrum edilmektedir. Burada bahsi edilmeyen bir ikinci şey ise iki tip taşıyıcı olduğudur; enfektöz özelliği olmayan yüzey antijeni taşıyıcıları ve potansiyel olarak bulaşıcı özellik taşıyan core DNA taşıyıcıları(23). HBV kanda ve seröz sıvılarda yüksek konsantrasyonlarda bulunur. Yapılan çalışmalarda bulaş oranı HBeAg pozitif kaynaklardan %19-40, HBeAg negatiflerden %5-6 olarak tespit edilmiştir(24). Ayrıca, kronik taşıyıcıların çoğunluğu siroz geliştirmemekte, sirozlu olanların ise yine çoğu primer karaciğer kanserine çevirmemektedir(25). Aşı promosyonu ile verilen intiba sanki kronik hepatite bağlı tüm kanser vakalarının bu aşıyla ortadan kaldırılabileceğidir, ki bu doğru bir önerme değildir.

Prof. Dr. Çakaloğlu, 15’inci Gastroenteroloji Kongresi’nde, enfeksiyonu ‘sessizce’ geçirmenin [yani toplam Hepatit B’li hastaların %3.75‘ini oluşturan inaktif kronik Hepatit B taşıyıcılığı] ileride yarattığı büyük sağlık riskine dikkat çekerek, ‘‘Türkiye’de karaciğer sirozu vakalarının yüzde 50’si, karaciğer kanseri vakalarının da yüzde 40′ından Hepatit B virüsü sorumlu” diye belirtmiş. Demek ki ne siroz ne de karaciğer kanseri için tek neden HBV enfeksiyonu değilmiş. Peki siroz için geri kalan %50, karaciğer kanseri için de geri kalan %60’lık orandan ne sorumludur? Amerika’dan örnek verelim:

“Amerika Birleşik Devletleri’nde primer hepatik kansere kronik Hepatit B enfeksiyonundan ziyade alkol nedeniyle oluşan siroz yol açmaktadır.”(26)

Ve bir diğer makaleden alıntı:

“Semptomatik Hepatit B taşıyıcılarının alkol kullandıkları takdirde çok daha yüksek oranda hepatoselüler anomali geliştirdikleri açık bir şekilde gösterilmiştir . . . hepatotoksik maddelerin karaciğerde sinerjik etkiye sahip oldukları ve karaciğer hücre tahribatının kronik taşıyıcılık durumunda görülme şansının daha yüksek olduğu düşünülmektedir”(27).

Harrison’s Principles of Internal Medicine‘ın 14. baskısında, aralarında oral doğum kontrol hapları da olmak üzere karaciğer kanserine yol açan toksin ve ilaçlara dair uzun bir liste bulunmaktadır. Bir başka kitapta ise kişilerin virüsü vücutlarından temizleyebilmelerini önleyen ve böylelikle  karaciğer kanseri riskini arttıran bir bağışıklık sistemi kusurundan bahsedilmektedir. Yürütülen bir aşı deneyinde de aşıya immün yanıt geliştirmemiş kişilerde benzer bir kusurdan bahsedilmektedir(28).

O halde, Hepatit B aşısından sonra vücudunda antikor oluşmayan kişilerde immün sistemi bozukluğu var diyebilir miyiz? Acaba toplumda Hepatit B enfeksiyonu dışındaki pekçok diğer kaynaktan karaciğerler kanseri geliştirme riski çok daha yüksek olanlar da bu kişiler midir? Peki nedir bu risk faktörleri acaba?

Örneğin 1986’da yayınlanan bir makalede, “tek bir besin öğesi eksikliğinin olması durumunda bile bağışıklık sistemin işleyişinin bütünüyle zarar gördüğü” belirtilmiş. Yazıda atıfta bulunulan bilimsel çalışmada ise Amerika’daki hastanelerden yatan hastaların %88‘inde en az bir besin öğesi eksikliği, hastaların %59‘unda ise iki veya daha fazla besin öğesi eksikliği olduğu belirtilmiş(29).

Türkiye’deki gıdalarda yeterli düzeyde selenyum olmadığından bahsetmiştik, ancak tam olarak kaç kişinin bundan haberi var acaba? Selenyum eksikliğinin bağışıklık sistemi işleyişinde bozukluklara yol açtığı, prostat kanseri ve diğer pekçok sağlık sorununda etkin rolü olduğu biliniyorken acaba karaciğer kanseriyle de ilişkisi olabilir mi? Çin’de yapılan bilimsel araştırmalara göre, evet.

Hepatit B kapmış kişilerin %80’i belirtisiz veya çok hafif belirtilerle bu hastalığı atlatıyor ve doğrudan bağışıklık kazanıyorken, hastalığı ağır geçirenlerde asıl sorun beslenme zaafiyeti ve buna bağlı bağışıklık sistemi zayıflığı ile alakalı olabilir mi?

Tabii buna bir diğer faktör, yani sigaranın da etkilerini de eklemek lazım; 1988’de yayımlanan bir makalede “Tütün ürünlerindeki nikotinin kanser hücreleri için bir tur rehberi gibi çalışabileceği ve hastalığın vücutta yayılmasına neden olabileceği” belirtilmiş. Bu noktada birtakım soruların sorulması gerekmez mi, zira dünya genelinde yüksek risk grubundaki taşıyıcı ve karaciğer kanserlilerde alkol, sigara ve karaciğer tahribatında etkisi kanıtlanmış reçeteli ilaç kullanımının yaygın olması neredeyse genel bir kural değil midir?

Peki Türkiye’de her yenidoğanın aşılanması yoluna gidilmeden önce taşıyıcılık oranlarında etkisi olan bu değişkenler veya diyet, alkol, sigara ve ilaç kullanımının bağışıklık, karaciğer fonksiyonu ve kanserle ilişkisine dair mevcut bilimsel veriler gündeme getirilmiş ve tartışılmış mıdır? Görülen o ki, hayır.

– Riskli gruplar olarak belirtilen evsizler, çoklu partnerle cinsel ilişkide bulunanlar, hapishane mahkumları, damar içi uyuşturucu müptelaları ile sigara ve alkol bağımlılarında akut Hepatit B enfeksiyonu sonrası 10 ila 30 yıl gibi bir süreden sonra siroz veya kanser oluşumu gözlemlenmesi ise bizlere bu kötü yaşam koşullarının hastalığın ağırlaşmasındaki büyük etkisini göstermektedir. Kanser oluşumundaki tüm bu risk etmenlerine rağmen CDC gibi resmi sağlık kurumlarının Hepatit B aşısını bizlere ilk kanser aşısı olarak lanse etmesi bilimsel geçerliliği sorgulanması gereken, oldukça yanıltıcı bir promosyon taktiği olmaktan öteye geçememektedir.

Hepatit B Bulaş Yolları

1. Parenteral (kan ve kan ürünleri aktarımı ve damardan uyuşturucu kullanımı sırasında)

2. Perinatal (doğum sürecinde, HBV taşıyıcısı anneden bebeğe vertikal/dikey geçiş yoluyla; yüksek endemite görülen bölgelerde daha sık rastlanır. Türkiye’de HBV için önemli bir bulaş yolu olmadığı gösterilmiştir)

3. Cinsel

4. Horizontal (gösterilebilir parenteral, cinsel veya perinatal temas olmamasına karşın meydana gelen, insandan insana zedelenmiş deri ya da mukoza aracılığıyla ve ortak kullanım alanları nedeniyle meydana geldiği düşünülen bulaş şekli)

Amerika Birleşik Devletleri’nde yetişkinler arasındaki yeni olguların yaklaşık yarısı cinsel ilişki yoluyla gerçekleşmektedir. Virüs enfekte kişinin kan, tükrük ve meni gibi vücut sıvılarıyla temas yoluyla bulaşır. (Virüs vücut dışında 1 hafta süreyle bulaşıcılığını korur.) İnkübasyon (kuluçka) süresi – yani, virüs vücuda girdikten sonra hastalık belirtilerinin ortaya çıkımına kadar geçen süre- 6 hafta ila 6 ay arasında değişir. Yeni olguların %15 gibi bir bölümünü de uyuşturucu enjekte eden kişiler arasında enfekte bir kişiyle iğne paylaşanlar oluşturur. Kullanılmış bir iğnenin batması, düzgün test edilmemiş kan transfüzyonu veya doğum esnasında enfekte anneden bebeğe geçmesi gibi yollardan da hastalık bulaşabilir(30).

HBV’nin bulaşmasında, HBsAg pozitif kişiler dışında kronik hastalar ve akut enfeksiyonu geçirmekte olan bireylerin kan ve vücut sıvıları önemli rol oynar. Enfeksiyöz HBV partikülleri yalnızca serum, tükrük ve menide kesin olarak gösterilebilmiştir(31).

Hepatit B’nin Parenteral Bulaş Yolları:

  • Kan ve kan ürünleriyle temas ve transfüzyon (kan nakli)
  • Kontamine iğne, enjektör, bistürü, sonda, endoskop vs.
  • Hemodiyaliz,
  • Damardan uyuşturucu kullanımı
  • Oral veya diş cerrahisi
  • Akapunktur, dövme, kulak delme, traş, diş fırçası, manikür vs.

Prof. Dr. Reşit Mıstık’ın “Ülkemizde Kronik Viral Hepatitlerin Epidemiyolojisi” adlı çalışmasında belirttiği gibi “Kan donör çalışmaları HBsAg pozitifliğinin ülkemizde yıllar içinde azaldığını göstermektedir (%5.2’den %2.97’ye). Bu azalmanın donör tarama programlarının iyileştirilmesi, aşılama veya belki de daha önemlisi 1986’dan itibaren tek kullanımlık tıbbi malzeme kullanımı ve artan toplum bilinci ile oluştuğu düşünülebilir”.

Bu noktada, kan donörü tarama programlarındaki iyileşmeye bir örnek olarak, Ocak-Aralık 2007 tarihinde Çapa Kızılay Kan Merkezi Müdürlüğü’nde EIA cihazıyla seropozitif bulunmuş kan örneklerinin 2. kez sağlama taramalarının yapıldığı HBsAg çalışmasını verebiliriz. Bu çalışmaya göre toplam 72,695 kan bağışçısından 1,377’sinde ilk tarama sonucunda HBsAg pozitifliği bulunmuş, bu kanlar ikinci kez çalışıldığında da tekrarlayan pozitiflik oranı %92.8 olarak bulunmuş. Tarama testi sonuçlarına göre HBsAg seropozitiflik oranı %1.76 olarak kaydedilmiştir.

En son teknoloji kullanılarak ve sağlama maksadıyla kanların tekrarlı olarak çalışıldığı bu denli geniş kapsamlı çalışmalar gerçek HBsAg prevelansı için daha sağlıklı epidemiyolojik yorumlar yapılmasına olanak sağlayacaktır. Ancak maliyeti oldukça yüksek bu çalışmanın Türkiye’nin her bölgesinde uygulanabilirliği soru işaretidir.

1998’de üniversal yenidoğan aşılamasına geçilmeden önce yalnızca riskli yetişkin grupları için aşılama seçeneği mevcut ve bunun kapsayıcılığı da hem toplum genelinde hem de hastalığın yoğun olarak görüldüğü doğu ve güneydoğu bölgeleri düşünüldüğünde oldukça düşükken, yıllar içerisinde HBsAG pozitifliğinin düşüş göstermesinde belli ki aşı baş faktör değildir. En önemli bulaş yolu doğrudan enfekte kan ve kan ürünleriyle temas olan bu hastalık için,

  • özellikle Kızılay Kan Merkezi ve hastanelerin kan merkezlerinde 2000’li yılların ortalarına kadar ağırlıklı olarak paralı donör, asker ve mahkumlardan toplanan kanların kullanılması(32),
  • bu grupların HBV enfeksiyonunun yüksek oranda görüldüğü gruplar olması(33),
  • 1983 yılında, 2857 sayılı “Kan ve Kan Ürünleri” kanununun çıkmasıyla HBsAG, RPR ve sıtma için kalın damla taraması zorunlu testler olarak kabul edilmesine rağmen, ülkemizde ancak Nisan 1992‘de Hepatit B yüzey antijeni (HBsAg) taramasının sistematik olarak uygulamaya girmesi(34),
  • Ancak HBV’nin aylar süren inkübasyon döneminin olması, serolojik testlerin negatif kaldığı bir pencere döneminin olması, depolanan kan ürünlerinde uzun süre kalabilmeleri nedeni ile transfüzyon ile bulaşma riskinin ortadan kalkmamış olması(35),
  • 1980’lerin başında dünyada HIV salgını başgöstermeden önce yukarıda da belirtildiği gibi ülkemizde “tek kullanımlık tıbbi malzeme” kullanımının olmaması,
  • Prof. Dr. Reşit Mıstık’ın belirttiği gibi bulaş yolu dağınık bir profil izleyen Türkiye erişkin grubunda hastanelerde veya sağlık kurumlarında uygulanan asepsi, antisepsi, dezinfeksiyon ve sterilizasyonun yeterli olmaması nedenleriyle bulaş riskinin cinsel temas ve sağlık personeli gibi risklerdeki sorundan daha fazla olduğunun görülmesi,
  • Türkiye’de 1996 yılında Kan Merkezleri ve Transfüzyon Derneği’nin (KMTD) kurulmasının ardından ancak 1997‘de “bağışçı sorgulama formu” oluşturularak kullanımının zorunlu hale getirilmesi(36),
  • Toplanan kanlarda HBsAG taraması yönetmelik ve genelgelerle zorunlu testler kapsamına alınmış olmasına rağmen bu testlerin %100 güvenli kabul edilemeyeceği; en gelişmiş tekniklerde bile yetersizlik sözkonusu olup güvenli kanın sağlanmasında yapılması gerekenin bağışta bulunan kişilerin bilinçlendirilmesi olduğunun belirtilmesi ve bu amaçla 1 Haziran 2005′te, gönüllülerden alınan kanın usulüne uygun alınması, gerekli testlerden geçirilip sağlık kuruluşuna iletilmesi ve tüm aşamaların otomasyon altında izlenerek ve kaydedilerek yapılmasının amaçlandığı “Güvenli Kan Temini Projesi” nin hayata geçirilmesi(37),
  • Dünya genelinde kan ve kan ürünlerinin rutin HBsAG taramasından önce, HBV bulaşının en sık nedeninin kan transfüzyonu olması(38),
  • Türkiye’de rutin taramaların yasal zorunluluk haline getirilmesi ve profesyonel kan vericilerinden gönüllü kan vericiliğine geçişin HBV bulaşını önemli ölçüde azaltmış olması(39),
  • Günümüzde kullanılan EIA tarama testlerinin çok hassas olup 0,1 ng/ml yoğunluktaki HBsAg’nin tespit edilebiliyor olması, ancak bununla birlikte, kullanılan kitlerin duyarlılık farkları, laboratuvar hataları, gizli HBV enfeksiyonu, akut hepatitin pencere dönemleri, mutant suşlarla enfeksiyon gibi nedenlerle transfüzyon sonrası hepatitlerle halen karşılaşılıyor olması(40),
  • Ülkemizde Kızılay Kan Merkezi tarafından 5 milyon ünite kanda yapılan seroprevelans değerlendirmesi sonucunda HBsAg oranının %5.1 bulunmuş olması (41),
  • Transfüzyonla HBV infeksiyon bulaşının post transfüzyonel infeksiyonların %5-10’unu oluşturduğunun kaydedilmesi (42),

gibi gerçekler gözönüne alındığında, Türkiye’de HBsAg prevelansının sağlık sistemindeki iyileşmeye paralel olarak gösterdiği düşüş daha anlaşılır hale gelmektedir. Aynı şekilde Türkiye’deki HBV enfeksiyonunda bölgelere göre neden büyük oranda farklılıklar yaşanıyor olduğu da bu perspektiften değerlendirildiğinde anlam kazanmaktadır.

Türkiye’de Hepatit B prevelansına dair istatistiksel veriler

Türk Tabipler Birliği’nin 2006 sağlık istatistikleri raporuna göre 1990-94 yılları arasında Hepatit B morbidite hızı yüzbinde 4.38; 1995-99 yılları arası yüzbinde 5.78; 2000-2004 yılları arasında ise yüzbinde 7.88‘dir. Burada gözlemlenen artış, özellikle 1998’te aşı devreye sokulduktan sonra hastalık bildirimlerinin daha sıkı takip edilmesi olabilir. 2009 yılında yürütülen ve bütçesi ilaç firmalarının katılımı ile oluşturulan şimdiye kadarki en geniş kapsamlı araştırma TÜRKHEP 2010 (Türkiye Hepatit Prevelansı) çalışması ile Türkiye genelinde 23 ayrı bölgeden kırsal ve şehiriçi alanlardan 5471 kişi üzerinde tarama yapılmıştır. Çalışmaya 18 yaş üstü kişiler dahil edilmiştir. Türkiye’nin tümünde değerlendirildiğinde Hepatit B taşıyıcılığı (HBS ag+) %4, Hep B virüsü ile karşılaşan ve bağışıklık kazananların oranı ise %32‘dir.  Hep-B taşıyıcılığı kadınlarda erkeklere oranla daha az çıkmıştır.

Türkiye’de beklenilenin aksine Hepatit B’nin orta endemik sıklıkta bulunduğu, gençlerde (18-30 yaş arası) %2.7 oranı ile Batılı toplumlar ile benzer bir sıklığa gerilediği gözlemlenmiştir(43).

HBsAg taşıyıcılığı Türkiye genelinde ortalama %4-5 civarında, batı bölgelerde %2-4, doğu ve güneydoğu anadolu bölgelerinde ise sırasıyla %4-8 ve %3.9-12.5‘tur. Özellikle Diyarbakır ve çevresinde bu oran %10’un üzerinde olarak tahmin edilmektedir.

Prof. Dr. Hilal Özcebe’nin editörlüğünde hazırlanmış, “Türkiye’de Çocuk Sağlığının Durumu” adlı raporda TC.Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Bağışıklama Şubesi’nin basılmamış verilerine göre Hepatit B’nin Türkiye’de 5 yaş altı çocuklarda görülme oranı 2010 yılında yüzbinde 0,5’tir (yani milyonda 5 çocuk). Yani, bir daha altı çizilerek ifade etmek gerekirse, Türkiye’de 0 – 5 yaş arası bebek ve çocuklarda Hepatit B bir halk sağlığı önceliği değildir ve yenidoğanların ulusal çapta aşılanmasını gerektirmemektedir!

HBV enfeksiyonunun Türkiye’de yaş gruplarına göre dağılımı:

 

Türkiyede Hepatit B virüsü sıklığının yaşa göre dağılımı

Türkiyede Hepatit B virüsü sıklığının yaşa göre dağılımı

TÜRKHEP 2010 çalışmasından elde edilen veriler HepB virüsünün görülme sıklığının %5.3 ile tepe noktasının 50-59 yaş aralığı olduğunu, %2.7‘lik oranla 18-29 yaş arası genç nüfusta HBV (Hepatit B Virüsü) insidansının Batılı toplumlar ile benzer sıklıkta olduğunu ortaya koyuyor. Aynı çalışmada Türkiye genelinde Hepatit C enfeksiyonun da ileriki yaşlarda artış gösterdiği, 18-30 yaş grubunda %0.5’lik orana gerilediği belirtiliyor. Peki aşısı bulunmayan ve bulaş yolu Hepatit B ile aynı olan HCV’nin aynı HBV gibi düşüş eğilimi göstermesinin nedeni ne olabilir? Araştırmacılar bunu toplumun gösterdiği gelişme ve hastanelerde düzelmekte olan koşullara bağlıyor(asena); demek ki aynı yollarla bulaşıcılık gösteren bu iki viral hepatitin insidansında aşılama tek ve en önemli etken değildir.

Türkiye’de 18-29 yaş aralığındaki gençlerde aynı Batılı toplumlardaki gibi düşük düzeyde HBV enfeksiyonu görülmesinde acaba aşılamanın etkisi olabilir mi?

Yenidoğanların Hepatit B aşısı ile 3 doz aşılanmasına 1998 yılında geçildiği; aşı kapsayıcılığının 1999 için %65 olarak verilmesi (kaldı ki bu oranda aşı dozu ayrımı yapılmamış, yani yalnızca tek veya iki doz almış olanların da aşılı kategorisine alınıp alınmadığını bilmiyoruz; bu ayrım önemli, zira ancak 3 doz aşı almış olanlarda “koruyuculuğun” %90’ın üzerine çıktığı biliniyor); 3 doz aşı almış olanlarda 7 yıl içinde aşının koruyucu etkisini büyük oranda yitirdiği, en iyi ihtimalle aşının 8 ila 10 yıl gibi bir koruma sağladığı düşünülürse, 2009 yılında gerçekleştirilen TÜRKHEP2010 çalışmasında tarama yapılan 18 yaş grubunda HBV insidansının bu denli düşük çıkmasında, sadece 3 doz aşıyı almış bebeklerin 2009’daki yaşına bakılarak bile aşının herhangi bir rolü olmadığı rahatlıkla görülebilir.

Screenshot from 2013-01-05 16:59:18

Yıllara Göre Türkiye’de Hepatit-B Aşılama Oranları (%),
(1999-2004)

Hepatit B aşılarının yapısı, içeriği ve yan etkilerine geçmeden önce, T.C. Sağlık Bakanlığı’nın aşı onay ve tavsiye kararları ile aşılama politikaları için bilimsel dayanak olarak kullandığı CDC (Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi) makamının açıklamasına bakalım: “Hepatit B aşılaması ile muhtemel olarak ilişkilendirilebilecek herhangi bir istenmeyen etkinin riski, akut ve kronik karaciğer rahatsızlığı riski baz alınarak değerlendirilmelidir“. (MMWR 40 (RR-13); sf10, 11.22.1991).

Şimdi, Türkiye’de yıllık olarak bildirimi yapılan (tüm yaş gruplarındaki) yeni akut Hepatit B olgu sayısını baz alarak Hepatit B enfeksiyonuna bağlı ciddi rahatsızlık ve ölüm riski aşağı yukarı nedir bakalım:

             En Kötü Senaryo       En İyi Senaryo               HBV Enfeksiyon Yüzdesi  
TR’de yıllık akut Hep-B olgu sayısı 100,000** 15,000* (toplam nüfusun*** 10bin’de 2.12’si)
İyileşen Olgu Sayısı 95,000+ 14,250+ %95
Sağlıklı Kronik Taşıyıcı Sayısı  3,750+ 562.5+ %3.75 Bu sayıda kişi şayet kan ürünlerini paylaşmıyor ise hastalığı yayma riskleri yalnızca gebelik durumunda doğacak bebek(ler) ve cinsel beraberlik yaşadıkları kişiler ile sınırlı kalacaktır
Siroz ve Kanser Olgusu Sayısı 1,250+ 187.5+ %1.25 2003 yılında toplam 1,174,831 canlı doğum üzerinden hesaplandığında, bundan 10 ila 30 yıl sonra 187.5+ kronik karaciğer rahatsızlığını önlemek için haftada 22,593 bebeğin aşılanması öngörülmektedir.

*Dr. Füsun Zeynep Akçam’ın 2003 yılında yayımlanan “Hepatit B Virüsü Enfeksiyonu” makalesinden alınmış veridir. Sağlık Bakanlığı’nın 2000-2004 yılı aralığındaki resmi Hep-B insidansı verilerinden (yüzbinde 7.88) oldukça yüksek bir değer olmasına rağmen, Türkçe yayınlanan pekçok makalede birbirini referans vererek kullanılan bir değer olduğu için alınmıştır.

**Hepatit B enfeksyonlarının ancak %20’lik bir bölümü doktor kontrolü gerektirecek klinik semptom oluşturduğundan, buna göre 20,000 bildirimi yapılan olgu üzerinden hesaplanmıştır.

***2003 yılı sonunda Türkiye nüfusu 70 milyon 847 bin kişidir.

Hepatit B’ye karşı kullanılan aşılar

1981 yılında Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) plazma bazlı bir aşıya ruhsat vermiştir. Bu aşıda Hepatit B ile enfekte kişilerden elde edilen Hep-B antijenleri (hastalık yapıcı madde) kullanılmaktaydı. İnsan kanından elde edilen aşılar önceden tahmin edilemeyecek ve potansiyel olarak tehlikeli virüslerin bulaşmasına neden olabildiğinden bu aşı daha sonra piyasadan kaldırılmıştır. 1986’da genel popülasyonda kullanıma uygun, genetik mühendisliği ile üretilmiş (sentetik rekombinant) birkaç aşıdan ilki ruhsat almıştır.  Rekombinant hepatit B aşısı, hepatit B virüsünün genetik materyalinin çok küçük bir parçasının ekmek mayası veya Chinese Hamster over hücresinde çoğaltılması ve daha sonra saflaştırılması ile elde edilmektedir. Bu gün dünyada kullanılan 2 Hepatit B aşısı vardır: Merck’ün Recombivax HB aşısı (fosfat tamponda formaldehid ile işlemden geçirilmiş 5 mcg Hepatit B yüzey antijeni ile 200-500mcg alüminyum içeren viral aşı); ve ülkemizde de kullanılmakta olan GlaxoSmithKline’ın Engerix-B aşısı (alüminyum, sodyum klorür ve “eser miktarda timerosal” içerir). Hepatit B içeren kombine (karma) aşılar da mevcuttur.

Hepatit B aşısı ne kadar güvenlidir?

Institute of Medicine ve New England Journal of Medicine’de yayımlananlar da dahil olmak üzere birkaç bilimsel çalışmada plazma bazlı Hepatit B aşısını olanların kontrollerde gözden kaçan birtakım virüslerle, özellikle de AIDS’in öncülü HIV virüsü ile kontamine olmuş aşıları alıp almamış oldukları araştırılmıştır(44,45). Kullanımdan kaldırılan bu aşılarla ilgili bilgi ilerleyen bölümlerde verilecek.

İlaç ve aşı üreticisi Merck‘ün RECOMBIVAX HB® aşısı:

  • Genetik mühendisliği ile üretilmiş ilk aşıdır; virüsün HBsAg geni mayaya klonlanmıştır. Mayada kültürlenen HBsAg, formaldehid ve benzeri çeşitli kimyasallarla işlem görerek mayadan ayrıştırılmışsa da kullanılan maya proteinlerinin yaklaşık %1’inin aşının son halinde bulunduğu bildirilmektedir. Bu yüzden aşı, mayaya alerjisi olanlara önerilmemektedir.
  • Isıya hassas olan bu aşıda, 2 – 8ºC’ta saklanmadığı takdirde potans kaybı oluşmakta, aşı dondurulduğu takdirde koruyucu gücünü tamamen yitirmektedir.
  • Bebek ve çocuklarda güvenli olup olmadığını test etmek için aşı 3 klinik araştırmada tamamen sağlıklı toplam 147 bebek ve (10 yaşa kadar) çocukta denenmiş ve çocuklar her aşı sonrasında sadece 5 gün gözlem altında tutulmuş. Bu ne yeterince geniş bir denek sayısıdır ne de gerçek yan etki oranlarının bilinebilmesi için yeterli uzunlukta bir izlem süresidir. Hatta aşı üreticisi prospektüsünde “aşının geniş kapsamlı kullanımında klinik deneylerde gözlemlenmemiş yan etkiler ortaya çıkabilir” uyarısı ile bu durumu itiraf etmektedir.

Dünya çapında her yıl aralarında farklı sağlık sorunlarına sahip olanları da dahil on milyonlarca bebek, çocuk ve adölesana uygulanacak, ancak herhangi bir sağlık sorunu olmadığı teyit edilmiş topu topu 147 bebek ve çocukta denenmiş aşının bu küçük klinik çalışmalarda, sadece 5 gün içinde, ortaya çıkan sistemik yan etkileri şunlar:

  • huzursuzluk/huysuzluk, ateş (≥38°C), ishal, halsizlik/güçsüzlük, iştah kaybı ve rinit (burun mukozası iltihabı)

Adölesanlar için 3’er ve 2’şer doz Recombivax HB uygulaması arasındaki farka bakılmış, her ikisinde de yan etkiler benzer bulunduğundan güvenli kabul edilmiş.

  • Toplam 1252 kişilik sağlıklı yetişkin denek de aynı şekilde her aşı dozu sonrası sadece 5 gün müşahade altında tutulmuş. Buna rağmen, ilk dozdan sonra %17, ikincisinden sonra %15 oranında sistemik şikayet bildirilmiştir. Bu şikayetler şunlar:

Toplam enjeksiyonların %1 ve üstünde oranlarda görülen reaksiyonlar:

Lokal Reaksiyon (enjeksiyon yerinde): enjeksiyon yerinde hassasiyet, ağrı, kaşıntı, eritem (kızarıklık), ekimoz (alttaki bir kanama nedeniyle cildin morarması; çürük), şişme, sıcaklık ve nodül oluşumu.

Vücut Genelinde: halsizlik/zayıflık, baş ağrısı, ateş (38 ºC ve üzeri) ve kırıklık. 

Sindirim Sistemi: Bulantı, ishal

Solunum Sistemi: Farenjit ve üst solunum yolları enfeksiyonu

İnsidansı toplam enjeksiyon sayısının %1 ve altında kalan reaksiyonlar:

Vücut Genelinde: Terleme, vücutta kırıklık/ağrı, sıcaklık hissi, baş dönmesi/sersemlik, ürperti ve yüz kızarıklığı

Sindirim Sistemi: Kusma, karın ağrıları/kramplar, hazımsızlık (dispepsi) ve iştah kaybı

Solunum Sistemi: Rinit, influenza (grip) ve öksürük

Sinir Sistemi: Vertigo/başdönmesi ve karıncalanma/uyuşma/yanma hissi (parestezi)

Deri Sistemi: Kaşıntı, pembe/kırmızıntrak kabartı oluşumu (raş), anjiyoödem ve ürtiker (kurdeşen)

Kas-iskelet Sistemi: Monoartiküler de dahil olmak üzere eklem ağrısı (artralji), kas ağrısı (miyalji), sırt ağrısı, boyun ağrısı, omuz ağrısı, boyun tutukluğu

Kan ve Lenf Sistemi: lenfadenopati (lenf düğümü hastalığı)

Psikiyatrik/Davranışsal: İnsomnia (uyku tutmama/uykusuzluk hali), uykuda bozukluk 

Özel Duyular: Kulak ağrısı

Boşaltım-Üreme Sistemi: idrara çıkmada sancı, ağrı (disüri)

Kalp-Damar Sistemi: Tansiyon düşüklüğü

Üretici tarafından Hepatit B aşısı ruhsat alıp dünya çapında kullanıma girdikten sonra bildirilen birtakım ciddi reaksiyonlar da prospektüste verilmektedir. “Tümünün aşıyla ilişkisi olup olmadığı bilinmemektedir” notu düşülmesine rağmen, dünyanın dört bir yanından istatistiksel olarak önem arz edecek oranlarda belirtilen ciddi reaksiyonlar şunlardır:

Hipersensitivite (Aşırı Duyarlılık) Reaksiyonları:Anafilaksi ve aşılanmadan hemen sonra ortaya çıkan ciltte kızarıklık/kabarıklık, kaşıntı, ürtiker, ödem, anjiyoödem, solunum güçlüğü, göğüs sıkışması, bronşiyal spazm, kalp çarpıntısı gibi aşırı duyarlılık reaksiyonları veya aşılanmadan sonraki ilk birkaç saat içinde görülen kan basıncını düşürücü (hipotansif) epizod olduğunu gösterir belirtiler bildirilmiştir. Aşılanmadan sonraki gün veya haftalarda gecikmeli olarak ortaya çıkan (serum hastalıpı benzeri) aşırı duyarlılık sendromu belirtileri şunlardır: artralji/artrit (genellikle geçici olduğu görülmüştür), ateş ve ürtiker, mültiform eritem, çürük ile eritema nodosum gibi dermatolojik reaksiyonlar.

Sindirim Sistemi: Karaciğer enzim yüksekliği, kabızlık

Sinir Sistemi:Guillain-Barré Sendromu [Ayak ve bacak kaslarından başlayarak kısa sürede karın, göğüs, kol ve yüz kaslarına yayılan, kaslarda -bazen felce uzanabilen- kuvvet azalması ve his kaybı ile belirgin polinevrit; Landry felci; Guillain-Barre sendromu (Sendrom, genellikle bakteriyel veya viral enfeksiyonu ya da aşılanmayı takiben gelişir. Periferik sinirlerde yer yer miyelin kaybı ve iltihaplanma söz konusudur. Bazı hastalar nüks göstermeksizin 20-25 gün içinde iyileşirler; diğer hastalarda ise iyileşme -bir yıl gibi- daha uzun bir süreyi kapsar)]; multipl sklerozomurilik iltihabı (miyelit), transvers miyelit; konvülsiyonel nöbet; ateşli nöbet; periferal nöropati, Bell paralizisi (Bell’s Palsy); radikülopati; zona hastalığı (herpes zoster); migren; kas güçsüzlüğü; hipestezi (deride duyarlılık kaybı); ansefalit (beyin iltihabı)

Deri Sistemi:Stevens-Johnson sendromu; saç dökülmesi (alopesi); peteşiler (Yüzeysel kan damarlarının yırtılması sonucunda nokta şeklinde deri kanaması); egzema

Kas-İskelet Sistemi: Artrit ( parmak, diz ya da kalça eklemlerinde ağrı, şişme ve sertleşmeyle ilgili bir grup hastalığı ifade eden genel bir terim); ekstremitede ağrı

Hematolojik (Kan, kan yapıcı organlar ve kan hastalıkları ile ilgili tıp dalı): Eritrosit sedimentasyon hızında yükselme [Özel tüp (sedimantasyon/çökeltme tübü) içine konan kan numunesinde, eritrositlerin/alyuvarların -belli bir zaman sonra- dibe çökmesi]; trombosi-topeni (Kanda trombosit sayısının-kanamaya uzanmak üzere- ileri derecede azalışı)

Bağışıklık Sistemi: Sistemik lupus eritematozus (SLE) [Kılcal damarlarda iltihaplanma, telanjiyektazi gibi patolojik değişiklikler, deri üzerinde geniş kırmızı lekeler, özellikle yüzde -kelebek şeklini andıran- iki taraflı eritem, ateş, yorgunluk, kilo kaybı, fotofobi, merkezi sinir sistemi ve başta böbrekler olmak üzere çeşitli organlarda patolojik değişikliklerle belirgin, zaman zaman gerileme ve alevlenme dönemleriyle seyreden lupus eritematozus tipi; Sistemik Lupus Eritematozus (SLE), sebebi bilinmeyen cilt, eklem, böbrek, kalp zarı, akciğer zarı gibi bir çok doku ve organ iltihabına bağlı çok sayıda bulgularla giden, değişik seyir gösteren ve çeşitli bağışıklık sistemi (immünolojik) anormalliklerle karakterize otoimmun, kronik sistemik bir hastalıktır.]; lupus benzeri sendrom [“ilaca bağlı lupus” olarak da bilinir; ateş, lupus benzeri deri ve mukoz membran değişiklikleri, eklemlerde şişme ve ağrı içerir]; vasklilit (kan veya lenf damarı iltihabı); poliarteritis nodosa [çeşitli organların küçük ve orta çapta damarlarının nekrotizan arteriti (damar iltihabı) ile karakterize bir immün kompleks hastalığı] 

Psikiyatrik/Davranışsal Problemler:huzursuzluk (irritable), uyaranlara aşırı duyarlılık hali; ajitasyon [ruhsal gerilim içinde durmaksızın hareket etme hali; aşırı huzursuzluk hali; titreme; sarsılma; silkinme];somnolans [bilinç uyuşukluğu ile belirgin uykulu hali, uyuklama hali]

Özel Duyular:optik nevrit (görme siniri iltihabı) ; tinnutus (kulakta uğultu, çınlama); konjunktivit (göz dış zarı iltihabı); görme zorluğu/görüş bozuklukları; uvea (göz orta tabakası) iltihabı

Kalp-Damar Sistemi: Senkop [beynin kansız kalışı nedeniyle gelişen geçici bilinç kaybı; bayılma hali; baygınlık]; taşikardi [dakikadaki kalp atım sayısının, normalin üstüne, özellikle 100′ün üstüne çıkması]

Hepatitit B aşısıyla ilgili resmi bilgi broşürlerinde ciddi reaksiyonlar minimize ve hatta inkar edilse de, dünyanın dört bir yanındaki tıp ve bilim dergilerinde yayımlanmış pekçok bilimsel çalışma(46), ve üzerine FDA’nın Aşı Sonrası İstenmeyen Etkiler Sistemi’ne (ASİE/VAERS) sıklıkla bildirilen şikayetler(47) tüm bunları ve başka bir takım rahatsızlıkları da teyit eder niteliktedir.

Hepatit B Aşısı İstenmeyen Etki Şeması

Arterit
Bağışıklık Sistemi Hasarı
Nörolojik Hasar
Duyusal Bozukluklar
İstemeyen Etkiler Kan Bozuklukları
Cilt Bozuklukları
Diyabet
Karaciğer ve Böbrek Tahribatı
Diğer hastalıklar

 


Kaynakça:

1. ABD İnsan ve Sağlık Hizmetleri Bakanlığı. “Hepatit B aşısı: Bilinmesi Gerekenler.” CDC (11 Temmuz 2001).

2. Clinical Infectious Disease, 20, 992-1000. 1995. “Risks of chronicity following acute hapatitis B virus infection: A review.”

3. Immunization Action Coalition. “Vaccine information for the public and health professionals: hepatitis B disease.” www.vaccineinformation.org (CDC tarafından gözden geçirildiği tarih, Ağustos 2005).

4. Bkz. not 2.

5. Viral Hepatit Dergisi.Kırsal Kesimde Gebelerde HBV ve HBC Sıklığı”. 

6. Dr. Burçin Nalbantoğlu, Uzmanlık Tezi, 9 AY- 8 YAŞ ARASI ÇOCUKLARDA HEPATİT B SEROPREVALANSI VE AŞILANMA DURUMLARI”, 2008.

7. ibid.

8. ibid.

9. ibid.

10. Bkz not 1 ve 3.

11. Neustaedter, R. The Vaccine Guide. (Berkeley, Califiornia: North Atlantic Books, 1996):171.

12. Dienstag, JL., et al. “Occupational exposure to hepatitis B virus in hospital personnel: infection or immunization?” American Journal of Epidemiology 1982;115(1):26-39.

13.

14. Prof. Dr. İsmail Balık, Türkiye’de Hepatit B’nin Epidemiyolojisi, 1997.

15. ibid.

16. ibid.

17. Dr. Ayhan Akbulut, “Kan Yoluyla Bulaşan İnfeksiyonlar”Hastane İnfeksiyonları Dergisi.

18. Türk Karaciğer Araştırmaları Derneği, Türkiye Hepatit B Yol Haritası” 

19. Farmer, K. 1987. “A combination of hepatitis B vaccine and immunoglobulin does not protect all infants born to hepatitis B e antigen mothers“. New Zealand Medical Journal, July 8,; 100(827): 412-4.

20. Yu, S.Y. et al. 1997. “Protective role of selenium against hepatitis B Virus and primary liver cancer in Qidong”Biol Trace Elem Res. january: 56(1): 17-124.

21. Tübitak Projesi, Sabancı Üniversitesi, “Buğdayların ve Toprakların Selenyum Konsantrasyonu”.  

22. Food-Info.net, Wageningen University, The Netherlands

23. Simmons, G.C. et al. 1983. “The association of Hepatitis B infection and hepatocellular cancer in New Zealand“. New Zealand Medical Journal, Sept 14; 96(739): 669-71.

24. Bkz. not 17.

25. Blumberg, B.S. and London, W.T. 1980.In Essex, M. et al. (eds). “Viruses in naturally occuring cancer, Book A, Cold Spring Harbour Conferences on Cell Proliferation.”, sf 403. “Kronik taşıyıcıların bir kısmı kronik aktif hepatit geliştirirken büyük çoğunluğu geliştirmemektedir; kronik aktif hepatitli bireylerin bir bölümü siroz geliştirirken çoğunluğu geliştirmemektedir; ve son olarak, sirozlu olguların bir kısmı PHC’ye (karaciğer kanseri) çevirirken yine çoğunluk (Japonya’da yürütülen çalışmada gösterildiği gibi yaklaşık %70’i) kanser geliştirmemektedir. Bu nedenle bir aşamadan diğerine geçişte etkili faktörler ile hastalık ilerleyişini durduran ve hatta geriye çeviren faktörlerin belirlenmesi önem taşımaktadır.”

26. Murray, B.J., 1986. “The Hepatitis B carrier state”. American Family Physician, Apr; 33(4): 127-33.

27. ibid.

28. Ryder, R.W. et al. 1985. “Response of Children of Patients with Primary Hepatocellular Carcinoma to Hepatitis B virus vaccine“. Journal of Infectious Diseases, January: 151(1):187-91.

29. 1988. New Zealand Herald 23 Nisan: sf 3.

30. Bkz. not 1 ve 3.

31. Dr. Füsun Zeynep Akçam, “Hepatit B Virüsü Enfeksiyonu”, 2003.

32. Bkz. not 14.

33. ibid.

34. Dr. Ramazan Uluhan, “Kan Bankacılığı ve Transfüzyon Tarihi”, Aralık 2011.

35. Selda Karakadıoğlu Bali ve arkadaşları. “SAĞLIKLI KAN BAĞIŞÇILARINDA NÜKLEİK ASİT AMPLİFİKASYON TEKNOLOJİSİ YÖNTEMİ İLE HEPATİT B VİRUS DNA’SININ ARAŞTIRILMASI”, İnfeksiyon Dergisi (Turkish Journal of Infection) 2008; 22 (3): 131-134

36. Bkz. not 34.

37. T.C. Sağlık Bakanlığı, “Ulusal Kan ve Kan Ürünleri Rehberi”. 2011

38. Ali Acar, “Kan Bağışçılarında HBV, HCV, HIV Tarama Testlerinin Doğrulanması:Tarama Testlerinin Pozitif Prediktivitesi ve Doğrulama Testlerinin Maliyeti”, Ankara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü.

39. ibid.

40. ibid.

41. ibid.

42. Bkz. not 35.

43. Türk Karaciğer Araştırmaları Derneği, Ulusal Hepatit Sıklığı Çalışması (TÜRKHEP 2010)

44. Jacobson, I M. et al. “Lack of effect of Hepatitis B vaccine of T-cell phenotypes.” NEJM 1984;311(16):1030-1032.

45. Institute of Medicine, Adverse Events Associated with Childhood Vaccines: Evidence Bearing on Causality (Washington, DC: National Academy Press, 1994).

46. Bkz. 48 – 150 numaralı notlar.

47. Vaccine Adverse Event Reporting System VAERS. Rockville, MD.

48. Rogerson, SJ., et al. “Hepatitis B vaccine associated with erythema nodosum and polyarthritis.BMJ 1990;301-345.

49. Hachulla, E., et al. “Reactive arthritis after hepatitis B vaccination.” Journal of Rheumatology 1990; 17:1250-1251.

50. Vautier, G., et al. “Acute sero-positive rheumatoid arthritis occurring after hepatitis vaccination.” 1994 Oct;33(10):991.

51. Hassan, W., et al. “Reiter’s syndrome and reactive arthritis in health care workers after vaccination.” BMJ 1994 July 9; 309(6947): 94.

52. Fraser, PA., et al. “Reiter’s syndrome attributed to hepatitis B immunisation.” BMJ 1994 December 3; 309(6967): 1513.

53. Birley, HD., et al. “Hepatitis B immunisation and reactive arthritis.” BMJ 1994 December 3; 309(6967): 1514.

54. Gross, K., et al. “Arthritis after hepatitis B vaccination. Report of three cases.” Scand J Rheumatol. 1995;24(1):50-2.

55. Biasi, D., et al. “Rheumatological manifestations following hepatitis B vaccination. A report of 2 clinical cases.” Recenti Prog Med. 1994 Sep;85(9):438-40.

56. Aherne, P., et al. “Psoriatic arthropathy.” Irish medical journal 88(2):72.

57. Harrison, BJ., et al. “Patients who develop inflammatory polyarthritis (IP) after immunization are clinically indistinguishable from other patients with IP.” Br J Rheumatol. 1997 Mar;36(3):366-9.

58. Bracci, M., et al. “Polyarthritis associated with hepatitis B vaccination.” Br J Rheumatol. 1997 Feb;36(2):300-1.

59. Pope, JE., et al. “The development of rheumatoid arthritis after recombinant hepatitis B vaccination.” J Rheumatol. 1998 Sep;25(9):1687-93.

60. Grasland, A., et al. “Adult-onset Still’s disease after hepatitis A and B vaccination?” Rev Med Interne. 1998 Feb;19(2):134-6.

61. Maillefert, JF., et al. “Rheumatic disorders developed after hepatitis B vaccination.” Rheumatology (Oxford). 1999 Oct;38(10):978-83.

62. Toussirot, E., et al. “Sjögren’s syndrome occurring after hepatitis B vaccination.” Arthritis Rheum. 2000 Sep;43(9):2139-40.

63. Ribera, EF., et al. “Polyneuropathy associated with administration of hepatitis B vaccine.” N Engl J Med. 1983 Sep 8;309(10):614-5.

64. Shaw, FE Jr., et al. “Postmarketing surveillance for neurologic adverse events reported after hepatitis B vaccination. Experience of the first three years.” Am J Epidemiol. 1988 Feb;127(2):337-52.

65. Biron, P., et al. “Myasthenia gravis after general anesthesia and hepatitis B vaccine.” Arch Intern Med. 1988 Dec;148(12):2685.

66. Herroelen, L., et al. “Central-nervous-system demyelination after immunisation with recombinant hepatitis B vaccine.” Lancet. 1991 Nov 9;338(8776):1174-5.

67. Tudela, P., et al. “Systemic lupus erythematosus and vaccination against hepatitis B.” Nephron. 1992;62(2):236.

68. Martinez. E., et al. “Evans’s Syndrome Triggered by Recombinant Hepatitis B Vaccine” Clin Infect Dis. (1992) 15(6): 1051

69. Ganry, O., et al. “Peripheral facial paralysis following vaccination against hepatitis B. Apropos of a case.” Therapie. 1992 Sep-Oct;47(5):437-8.

70. Waisbren, BA. “Other Side of the Coin (letter).” Inf Dis News 1992;5:2.

71. Trevisani, F., et al. “Transverse myelitis following hepatitis B vaccination.” J Hepatol. 1993 Sep;19(2):317-8.

72. Mahassin, F., et al. “Acute myelitis after vaccination against hepatitis B.” Presse Med. 1993 Dec 18;22(40):1997-8.

73. Nadler, JP. “Multiple sclerosis and hepatitis B vaccination.” Clin Infect Dis. 1993 Nov;17(5):928-9.

74. Mamoux, V., et al. “Lupus erythematosus disseminatus and vaccination against hepatitis B virus.” Arch Pediatr. 1994 Mar;1(3):307-8.

75. Deisenhammer, F., et al. “Acute cerebellar ataxia after immunisation with recombinant hepatitis B vaccine.” Acta Neurol Scand. 1994 Jun;89(6):462-3.

76. Kaplanski, G., et al. “Central nervous system demyelination after vaccination against hepatitis B and HLA haplotype.” J Neurol Neurosurg Psychiatry. 1995 June; 58(6): 758–759.

77. Tartaglino, LM., et al. “MR imaging in a case of postvaccination myelitis.” AJNR Am J Neuroradiol. 1995 Mar;16(3):581-2.

78. Guiserix, J. “Systemic lupus erythematosus following hepatitis B vaccine.” Nephron 1996;74(2):441.

79. Grezard, P. et al. “Cutaneous lupus erythematosus and buccal aphtosis after hepatitis B vaccination in a 6-year old child.” Ann Dermatol Venereol 1996; 123(10):657-9.

80. Manna, R., et al. “Leukoencephalitis after recombinant hepatitis B vaccine.” J Hepatol. 1996 Jun;24(6):764-5.

81. Mathieu, E., et al. “Cryoglobulinemia after hepatitis B vaccination.” N Engl J Med. 1996 Aug 1;335(5):355.

82. Cohen, AD., et al. “Vaccine-induced autoimmunity.” J Autoimmun. 1996 Dec;9(6):699-703.

83. Kakar, A., et al. “Guillain Barre syndrome associated with hepatitis B vaccination.” Indian J Pediatr. 1997 Sep-Oct;64(5):710-2.

84. Song, HK., et al. “Acute Myelitis after hepatitis B vaccination.” J Korean Med Sci. 1997 June; 12(3): 249–251.

85. Maillefert, JF., et al. “Mental nerve neuropathy as a result of hepatitis B vaccination.” Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol Endod. 1997 Jun;83(6):663-4.

86. Wise, RP., et al. “Hair loss after routine immunizations.” JAMA. 1997 Oct 8;278(14):1176-8.

87. Finielz, P., et al. “Systemic lupus erythematosus and thrombocytopenic purpura in two members of the same family followinghepatitis B vaccine.” Nephrol Dial Transplant. 1998 Sep;13(9):2420-1.

88. Flemmer, M., et al. “The bald truth.” Am J Gastroenterol. 1999 Apr;94(4):1104.

89. Creange, A., et al. “Lumbosacral acute demyelinating polyneuropathy following hepatitis B vaccination.” Autoimmunity. 1999;30(3):143-6.

90. Tourbah, A., et al. “Encephalitis after hepatitis B vaccination: recurrent disseminated encephalitis or MS?” Neurology. 1999 Jul 22;53(2):396-401.

91. Renard, JL., et al. “Acute transverse cervical myelitis following hepatitis B vaccination. Evolution of anti-HBs antibodies.” Presse Med. 1999 Jul 3-10;28(24):1290-2.

92. Gran, B., et al. “Development of multiple sclerosis after hepatitis B vaccination”. Neurology 2000;54(suppl 3):A164.

93. Sinsawaiwong, S., et al. “Guillain – Barre’ syndrome following recombinant hepatitis B vaccine and literature review.” J Med Assoc Thai. 2000 Sep;83(9):1124-6.

94. Konstantinou, D., et al. “Two Episodes of Leukoencephalitis Associated with Recombinant Hepatitis B Vaccination in a Single Patient

95. Hernan, MA., et al. “Recombinant hepatitis B vaccine and the risk of multiple sclerosis: A prospective study.” Neurology  2004; 63:838-842.

96. Terney, D., et al. “Multiple sclerosis after hepatitis B vaccination in a 16-year-old patient.” Chinese Medical Journal 2006; 119(1):77-79.

97. Mikaelof, Y., et al. “Hepatitis B vaccine and the risk of CNS inflammatory demyelination in childhood.” Neurology. 2009 Mar 10;72(10):873-80. doi: 10.1212/01.wnl.0000335762.42177.07. Epub 2008 Oct 8. “COCLUSIONS: Hepatitis B vaccination does not generally increase the risk of CNS inflammatory demyelination in childhood. However, the Engerix B vaccine appears to increase this risk, particularly for confirmed multiple sclerosis, in the longer term. Our results require confirmation in future studies.”

98. Ness, JM., et al. “Hepatitis vaccines and pediatric multiple sclerosis: does timing or type matter?” Neurology. 2009 Mar 10;72(10):870-1. doi: 10.1212/01.wnl.0000339450.71918.54. Epub 2008 Dec 17.

99. Fried, M., et al. “UVEITIS AFTER HEPATITIS B VACCINATION.” The Lancet, Volume 330, Issue 8559, Pages 631 – 632, 12 September 1987

100. Brezin, A., et al. “Visual loss and eosinophilia after recombinant hepatitis B vaccine.” Lancet. 1993 Aug 28;342(8870):563-4.

101. Achiron, LR., et al. “Postinfectious hepatitis B optic neuritis.” Optom Vis Sci. 1994 Jan;71(1):53-6.

102. Brezin, AP., et al. “Acute posterior multifocal placoid pigment epitheliopathy after hepatitis B vaccine.” Arch Ophthalmol. 1995 Mar;113(3):297-300.

103. Devin, F., et al. “Occlusion of central retinal vein after hepatitis B vaccination.” Lancet. 1996 Jun 8;347(9015):1626.

104. Baglivo, E., et al. “Multiple evanescent white dot syndrome after hepatitis B vaccine.” Am J Ophthalmol. 1996 Sep;122(3):431-2.

105. Berkman, N., et al. “Bilateral neuro-papillitis after hepatitis B vaccination.” Presse Med. 1996 Sep 28;25(28):1301.

106. Bonfils, P., et al. “Fluctuant perception hearing loss after hepatitis B vaccine.” Ann Otolaryngol Chir Cervicofac. 1996;113(6):359-61.

 

 

 

 

 

Kızamık Aşısı Kampanyası – Batan Geminin Malları Bunlar!

Kızamık Aşısı Kampanyası – Batan Geminin Malları Bunlar!

4 Aralık 2012 tarihinde İstanbul’daki Aile Sağlığı Merkezleri, Sağlık Bakanlığından resmi bir yazı aldılar. Yazıda, “Kızamık Bilim Danışma Kurulu”nun İstanbul ili ile ilgili kararları gereğince İstanbul’daki 6 aydan büyük ve 12 aydan küçük “tüm” bebeklere bir doz kızamık aşısı uygulanacağı belirtilmiştir. Uygulamanın 6 aydan büyük ve 9 aydan küçük bebeklere bir doz Kızamık aşısı, 9 aydan büyük ve 12 aydan küçük bebeklere ise bir doz KKK aşısı eklinde yapılacağı ve 1-5 yaş arası aşılanmamış veya aşılanma durumu bilinmeyen çocuklara da bir doz KKK aşısı uygulanacağı belirtilmiştir. Yazıda ayrıca, bu dozun rutin aşı şeması içerisindeki doz yerine geçmediği de belirtilmektedir. (Bakınız Ek 1) Sağlık çalışanlarına bu yazı gönderilirken halka konuyla ilgili hiçbir açıklama yapılmamıştır. Oluşabilecek herhangi bir salgın durumu için alınabilecek basit ve bireysel önlemler hakkında bilgilendirme yapılmamıştır.

Sözkonusu yeni uygulamanın bir salgın durumundan dolayı mı öngörüldüğü kesin olarak bilinmemekle birlikte, kızamık vakası görülen 3 kişiden birinin Suriyeli bir mülteci, diğerinin ise 6 Kasım 2012 tarihinde kızamık aşısı olmuş Muğla’nın Ula ilçesinde yaşayan 14 aylık bir bebek olduğu bilinmektedir.

Aile Sağlığı Merkezlerine dağıtılan M-VAC isimli kızamık aşılarının salgın konusu gündeme gelmeden önce, böyle bir talep olmamasına rağmen dağıtımının yapıldığı da bilinmektedir. Teslim edilen aşılardan bir kısmının son kullanma tarihinin geçtiği ve imha edildiği, bir kısmının da Mart 2013 tarihinde son kullanma süresinin dolacağı bilinmektedir.

M-VAC isimli kızamık aşısının aşı prospektüsünde (Bakınız Ek 2) “12 aydan büyük bebekler, çocuklar” için kullanılacağı yazmaktadır. Ayrıca 12 aydan önce aşılanmış çocukların 15. aylarını geçtikten sonra yine aşılanmaları salık verilmektedir. Bu da 12 aydan önce yapılan kızamık aşılarının etkinliğine dair şüpheleri beraberinde getirmektedir. Uygulamanın prospektüsteki açık ifadeye mugayir bir uygulama olacağı aşikardır. Hem sağlık çalışanları hem de ilgililer sözkonusu Kurulun bu kararı neye dayanarak aldığına yönelik açıklama yapmasını beklemektedirler. 6 aylık bebeklerin bir tanesi beşli karma aşı olmak üzere toplamda 8 aşı [Hep-B, DaBT-IPV-Hib, OPV, KPA + M-VAC] oldukları da göz önüne alınarak buna bir de kızamık aşısının eklenmesinin ne derece doğru olduğu da açıklanması gereken diğer bir konu olarak ciddiyetini korumaktadır. Çünkü M-VAC aşısının pediyatrik popülasyona ilişkin hiçbir klinik etkileşim çalışması yürütülmemiştir.

 Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ise, ülkemizde kullanılacakEdmonston-Zagrepsuşu içeren tekli M-VAC kızamık aşısının 9. ayda yapılmasını önermekte ancak özel bazı koşullarda 6. ayda başlatılabileceğini belirtmektedir. DSÖ sadece ve sadece 9 aydan küçük bebeklerde ciddi oranda ölüme sebebiyet veren kızamık salgını durumunda 6. aydan itibaren aşılama önermektedir. (Bakınız Ek 3) Böyle bir durum ülkemizde yaşanmamaktadır.

Edmonston-Zagrep suşu ihtiva eden aşıların 2. ve 3. dünya ülkelerinde yürütülen saha çalışmalarında 5. ve 6. ayda uygulanan aşılamadan sonra yüksek oranda bebek ölümü yaşanması ve aşı etkinliğinin beklenilenin altında olması gibi faktörler Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından 1992 yılında yüksek titerli aşı suşlarının rutin bağışıklama programlarından çıkartılarak 9 aydan küçük bebeklere uygulanmaması gerektiği yönündeki tavsiye kararına yol açmıştır. (Bakınız. http://www.who.int/vaccines-documents/DocsPDF-IBI-e/mod7_e.pd)f)

EKLER

Ek 1. Sağlık Bakanlığı’nın Gönderdiği Resmi Yazı

T.C Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumunun

İlgi:04.12.2012 tarih 23554 sayılı yazısı

04.12.2012 tarih 2581 sayılı yazısı

Kızamık Bilim Danışma kurulunun ilgili yazılarda yer alan İstanbul ili ile ilgili kararları gereğince ilimizdeki 6 aydan büyük ve 12 aydan küçük TÜM bebeklere bir doz kızamık aşısı uygulanacaktır. Uygulama 6 aydan büyük ve 9 aydan küçük bebeklere bir doz Kızamık aşısı, 9 aydan büyük ve 12 aydan küçük bebeklere ise bir doz KKK aşısı şeklinde yapılacaktır. Bu doz rutin aşı şeması içerisindeki doz yerine geçmediğinden (kızamık aşısı uygulamasından en az dört hafta sonra olacak şekilde) 12. ay dolduktan sonra doz KKK aşısı ile tekrarlanmalıdır.
1-5 yaş arası aşılanmamış veya aşılanma durumu bilinmeyen çocuklara da bir doz KKK aşısı uygulanacaktır.

Gereğini rica ederiz.

Ek 2: M-VAC Marka Kızamık Aşısının Türkçe Prospektüsü

http://www.iegm.gov.tr./Folders/KubKT/Biyolojik%20%C3%9Cr%C3%BCnler%20%C5%9Eube%20M%C3%BCd%C3%BCrl%C3%BC%C4%9F%C3%BC/M-VAC%20KT%20RENKLI%20201010_0f45406.pdf

http://www.iegm.gov.tr/Showing.aspx?q=m-vac&lang=tr-TR&process=search

KULLANMA TALİMATI

M-VAC 0.5 mL SC enjeksiyonluk çözelti için liyofilize toz içeren flakon

Kızamık Asısı Canlı, Atenüe (Dondurulmus-Kurutulmus)

Cilt altına uygulanır.

Etkin madde:

Sulandırıldıktan sonra her 0.5 mL´lik tek doz içerisinde,

1000 CCID50’den az olmamak üzere canlı atenüe kızamık virüsü içerir.

İnsan diploid hücrelerinde (HDC) 22 pasajda atenüe edilen Edmonston Zagrep susu kızamık

virüsünden hazırlanmıstır.

Yardımcı maddeler:

Kısmi hidrolize jelatin, sorbitol (E420), L-histidin, L-alanin, trisin, L-arjinin hidroklorür,

laktalbumin hidrolizat, minimum esansiyel vasat.

Çözücü ampulde; enjeksiyonluk su.

Bu asıyı kullanmaya baslamadan önce bu KULLANMA TALİMATINI dikkatlice okuyunuz,

çünkü sizin için önemli bilgiler içermektedir.

Bu kullanma talimatını saklayınız. Daha sonra tekrar okumaya ihtiyaç duyabilirsiniz.

Eger ilave sorularınız olursa, lütfen doktorunuza veya eczacınıza danısınız.

Bu ası kisisel olarak sizin için reçete edilmistir, baskalarına vermeyiniz.

Bu asının kullanımı sırasında, doktora veya hastaneye gittiginizde doktorunuza bu asıyı

kullandıgınızı söyleyiniz.

Bu talimatta yazılanlara aynen uyunuz. Ası hakkında size önerilen dozun dısında yüksek

veya düsük doz kullanmayınız.

Bu Kullanma Talimatında:

1. M-VAC nedir ve ne için kullanılır?

2. M-VAC’ı kullanmadan önce dikkat edilmesi gerekenler

3. M-VAC nasıl kullanılır?

4. Olası yan etkiler nelerdir?

  1. M-VAC’ın saklanması

Baslıkları yer almaktadır.

1. M-VAC nedir ve ne için kullanılır?

M-VAC tek dozluk ambalajda, flakonda toz ve çözücü olarak 0.5 mL enjeksiyonluk su ile

sulandırılarak kullanılan kızamık asısıdır.

M-VAC 12 aydan büyük bebekler, çocuklar ve ergenlerde (adölesan) kızamık hastalıgına karsı aktif bagısıklama için kullanılır.

2. M-VAC’ı kullanmadan önce dikkat edilmesi gerekenler

M-VAC’ı asagıdaki durumlarda KULLANMAYINIZ

Eger çocugunuzun veya sizin:

_ Asının içerdigi etkin maddeye, yardımcı maddelerden herhangi birine, etkin maddenin üretim isleminde kullanılan neomisin´e ve/veya jelatine karsı gelisen aşırı duyarlılıgınız var ise,

_ Atesli hastalıklar, akut iltihap olusturan mikrobik hastalıklar (akut enfeksiyonlu hastalıklar), kan hücreleri kanseri (lösemi), siddetli kansızlık (anemi) ve diger ciddi kan sistemi vakaları, ciddi böbrek yetmezligi, kalbin dokuların gereksinimlerini, özellikle de oksijen gereksinimlerini karsılamada yetersiz kalma hali (dekompanse kalp hastalıgı), bir tür kan proteini olan gammaglobulin veya kan nakli halinde,

_ Gebelik döneminde kullanılmamalıdır.

_ Kortikosteroid tedavisi, diger bagısıklık sistemini baskılayan ilaçlar ile tedavi ve kanserde ısın tedavisi (radyoterapi) gören hastalarda ideal bagısık yanıt gelismeyebilir.

M-VAC’ı asagıdaki durumlarda DİKKATLİ KULLANINIZ

Eger çocugunuzun veya sizin:

_ Genetik bir bozukluk (örn. Down Sendromu) veya İnsan İmmün Yetmezlik Virüsü (HIV) enfeksiyonu nedeni ile bagısıklık sisteminiz zayıflamıs ise,

_ Kanama bozuklugu ve koldan enjeksiyon yapılamaması durumu var ise,

_ Alerjik yatkınlık var ise, dikkatli kullanınız.

Atesli hastalıklar ve akut enfeksiyonlu hastalarda asılama ertelenmelidir.

Bu uyarılar, geçmisteki herhangi bir dönemde dahi olsa sizin için geçerliyse lütfen doktorunuza danısınız.

M-VAC’ın yiyecek ve içecek ile kullanılması

Uygulama yöntemi açısından yiyecek ve içeceklerle etkilesimi yoktur.

Hamilelik

Asıyı kullanmadan önce doktorunuza veya eczacınıza danısınız.

_ M-VAC gebelik döneminde kullanılmamalıdır.

_ Çocuk dogurma potansiyeli olan kadınlar M-VAC ile asılandıktan sonra 12 haftaya kadar etkili dogum kontrolü uygulamak zorundadırlar.

Asılama döneminde hamile oldugunuzu fark ederseniz doktorunuza veya eczacınıza danısınız.

Emzirme

Asıyı kullanmadan önce doktorunuza veya eczacınıza danısınız.

Emzirmenin durdurulup durdurulmayacagına ya da M-VAC ile asılamanın yapılıp yapılmayacagına iliskin karar verirken, emzirmenin çocuk açısından faydası ve M-VAC ile asılamanın emziren anne açısından faydası dikkate alınmalıdır.

Araç ve makine kullanımı

Asının araç sürme ve makine kullanımı becerisi üzerinde bir etki meydana getirmesi beklenmemektedir.

M-VAC’ın içeriginde bulunan bazı yardımcı maddeler hakkında önemli bilgiler

Bu tıbbi ürün sorbitol içermektedir. Eger daha önceden doktorunuz tarafından bazı sekerlere karsı dayanıksızlıgınız oldugu söylenmisse bu tıbbi ürünü almadan önce doktorunuzla temasa geçiniz.

Diger ilaçlar ile birlikte kullanımı

Diger asılar ile birlikte kullanım: M-VAC, Difteri-Tetanoz-Bogmaca asısı, Difteri-Tetanoz asısı, BCG asısı, Çocuk Felci asısı (OPV ve IPV), Hepatit-B asısı ve Sarı Humma asısı ile

aynı anda emniyetle (ayrı enjeksiyon bölgesinde ve ayrı enjeksiyonlarda) verilebilir. Eger aynı gün yapılmamıslarsa, BCG ve kızamık asısı arasında 4 hafta zaman bırakılmalıdır.

Diger ilaçlar ile birlikte kullanım:

_ Kızamık asısı güvenle ve etkili olarak vitamin A destegi ile beraber verilebilir.

_ Kortikosteroid ilaç alanlarda ideal bagısık yanıt gelismeyebilir. Bu ilaçlar ile birlikte kullanılmamalıdır.

_ İmmün sistemi baskılayıcı ilaçlar (kortikosteroidler, antimetabolitler, alkilleyici ajanlar, sitotoksik ajanların sistemik dozları) ile tedavi edilen bireyler aktif bagısıklamaya ideal yanıt vermeyebilir.

_ Etkisizlesme riskinden dolayı ası, mümkünse immünglobülinlerle (bağışıklık saglamada rol oynayan kan proteinleri) veya immünglobülin içeren kan ürünleri (kan, plazma) ile enjeksiyon yapıldıktan 3 ay sonra verilmelidir. Aynı sebepten dolayı immünglobülinler de asılamadan sonraki 2 hafta içinde verilmemelidir.

_ Canlı virüs asıları, verem bulasıp bulasmadıgını belirlemek için yapılan tüberkülin cilt testini (PPD testi) bozabilecegi için kızamık asısı ile aynı gün ya da 4-6 hafta sonra yapılmalıdır.

Eger reçeteli yada reçetesiz herhangi bir ilacı su anda kullanıyorsanız veya son zamanlarda

kullandınız ise veya son zamanlarda bu ası dısında herhangi bir asılama yapıldıysa lütfen

doktorunuza veya eczacınıza bunlar hakkında bilgi veriniz.

3. M-VAC nasıl kullanılır?

Uygun kullanım ve doz/uygulama sıklıgı için talimatlar

M-VAC, 0.5 mL tek doz uygulanır.

Uygulama yolu ve metodu:

_ Bebeklerde uylugun üst arka yan yüzüne, çocuklar ve yetiskinlerde kolun üst kısmına cilt altı (subkütan) enjeksiyon olarak uygulanır.

_ Asının tam etkisinin olusabilmesi için ası flakonu birlikte verilen enjeksiyonluk su ile sulandırıldıktan sonra hafifçe sallanarak kuru kitle çözülür.

Asılama tek doz olarak yapılmalıdır. İdeal ası takvimi:

_ Hayatın ilk yılında M-VAC 12. aydan itibaren en kısa zamanda yapılabilir.

Doktorunuz ayrı bir tavsiyede bulunmadıkça bu takvimi takip ediniz. Bu, M-VAC’tan tam yarar görülmesini saglar.

Bu ası hiçbir zaman damar içi (intravasküler) uygulanmamalıdır.

Degisik yas grupları:

Çocuklarda kullanımı:

M-VAC 12.-15. ayını tamamlamıs çocuklara uygulanır. 12 aydan önce asılanmıs çocuklar (örn. lokal salgın, endemik bölgelere uluslararası seyahat) 15. aylarını geçtikten sonra yine asılanmalıdırlar. 5-6 yasta (okul öncesi) rapel doz uygulaması önerilir.

M-VAC 0.5 mL tek doz uygulanır.

Yaslılarda kullanımı:

Kızamık asısı ile gerçeklestirilen klinik çalısmalar, M-VAC’ın 65 yas ve üzeri popülasyonda etkinlik ve güvenliligine dair yeterli bilgi bulunmamakla birlikte yaslılar ve gençler arasında asıya yanıtta bir farklılık olmadıgını göstermektedir.

Özel kullanım durumları:

Karaciger/Böbrek yetmezligi: M-VAC’ın böbrek ve karaciger yetmezligi olan kişilerdeki güvenliligi ve etkinligi tam olarak bilinmedigi için bu kisilerde kullanımı önerilmemektedir.

İnsan İmmün Yetmezlik Virüsü (HIV) Enfeksiyonu: M-VAC HIV enfeksiyonu olan veya oldugundan süphelenilen çocuklarda kullanılabilir. Her ne kadar veriler sınırlı olsa da, kızamık asısının semptomatik ve asemptomatik HIV-enfekte çocuklardaki kullanımı ile bugüne kadar yan etkilerde bir artıs olmamıstır. Diger hücre kaynaklı immün yetmezliği durumlarında (çesitli bagısıklık yetersizligi durumları) kızamık asısı kullanımından kaçınılmalıdır.

Eger M-VAC’ın etkisinin çok güçlü veya zayıf olduguna dair bir izleniminiz var ise doktorunuz veya eczacınız ile konusunuz.

Kullanmanız gerekenden daha fazla M-VAC kullandıysanız:

M-VAC’tan kullanmanız gerekenden daha fazla kullanmıssanız bir doktor veya eczacı ile konusunuz.

4. Olası yan etkiler nelerdir?

Tüm ilaçlar gibi, M-VAC’ın içeriginde bulunan maddelere duyarlı olan kisilerde yan etkiler olabilir.

Yan etkiler asagıdaki kategorilerde gösterildigi sekilde sıralanmıstır:

Çok yaygın : 10 hastanın en az 1´inde görülebilir.

Yaygın : 10 hastanın birinden az, fakat 100 hastanın birinden fazla görülebilir.

Yaygın olmayan : 100 hastanın birinden az, fakat 1000 hastanın birinden fazla görülebilir.

Seyrek : 1000 hastanın birinden az görülebilir.

Çok seyrek : 10000 hastanın birinden az görülebilir.

Bilinmiyor : Eldeki verilerden hareketle tahmin edilemiyor.

Sinir sistemi hastalıkları

Seyrek : Hastalık sonrası islev/doku bozuklugu olmaksızın havale (konvülsiyon)

Çok seyrek : Beyin iltihabı (ensefalit)

Solunum sistemi hastalıkları

Çok seyrek : Bronsların daralması (bronkospazm)

Deri ve deri altı doku hastalıkları

Seyrek : Kurdesen, kızarıklık, sislik

Genel bozukluklar ve uygulama bölgesine iliskin hastalıklar

Çok yaygın : Tüm vücudu etkileyen reaksiyonlar (Ates)

Yaygın : Hafif ates, öksürük, ishal, havale (konvülsiyon), döküntü

Seyrek : Enjeksiyon bölgesinde agrı

Eger yan etkilerden herhangi biri ciddilesirse, lütfen doktorunuzu veya eczacınızı bilgilendiriniz.

Eger bu kullanma talimatında bahsi geçmeyen herhangi bir yan etki ile karsılasırsanız, doktorunuzu veya eczacınızı bilgilendiriniz.

5. M-VAC’ın saklanması

M-VAC’ı çocukların göremeyecegi, erisemeyecegi yerlerde ve ambalajında saklayınız.

M-VAC´ı 2°C-8°C arasında (buzdolabında) ısıktan koruyarak saklayınız.

M-VAC sulandırıldıktan sonra hemen kullanılmalıdır.

Son kullanma tarihiyle uyumlu olarak kullanınız.

Ambalajdaki son kullanma tarihinden sonra M-VAC’ı kullanmayınız / son kullanma tarihinden önce kullanınız. Asıda renk degisikligi olması veya çözücü içinde yabancı maddeler bulunması durumunda kullanmayınız.

Çevreyi korumak amacıyla, kullanmadıgınız M-VAC´ı sehir suyuna veya çöpe atmayınız. Bu konuda eczacınıza danısınız.

Ruhsat Sahibi: KEYMEN _LAÇ SAN. ve T_C. LTD. ST_.

Sehit Gaffar Okkan Cad. No: 40

Gölbası 06830 Ankara

Tel : 0312 485 37 60

Faks : 0312 485 37 61

e-posta : [email protected]

Üretim yeri : Serum Institute of India Ltd.

212/2 Hadapsar, Pune Hindistan

Bu kullanma talimatı 02/12/2010´da onaylanmıstır.

ASAGIDAKİ BİLGİLER BU ASIYI UYGULAYACAK OLAN SAGLIK PERSONELİ

İÇİNDİR.

M-VAC 0.5 mL tek doz uygulanır.

Kolun üst kısmında delta (deltoid) kasına uyan bölgeye uygulanır. Kol dirsekten 45° içe bükülür, enjektör 45° egimle cildi geçerek, cilt altına (subkütan, SC) uygulanır.

Asının tam etkisinin olusabilmesi için ası flakonu enjeksiyonluk su ile sulandırıldıktan sonra hafifçe çalkalanarak liyofilize toz çözülür ve berrak çözelti elde edilir.

M-VAC sadece beraberinde tedarik edilen enjeksiyonluk su ile sulandırılarak, steril enjektör ve igne kullanılarak uygulanmalıdır. Baska sulandırıcılarla değiştirilerek kullanılmamalıdır. Sulandırılan ası hemen kullanılmalıdır.

Bu ası hiçbir zaman damar içi (intravasküler) uygulanmamalıdır.

 

Ek 3. Dünya Sağlık Örgütü Yayını (The Immunological Basis for Immunization Series Module 7: Measles)

http://www.who.int/vaccines-documents/DocsPDF-IBI-e/mod7_e.pdf (sayfa 15)

Aşılanma Bağışıklanma Demek Değildir – İmmünolog Dr. Tetyana Obukhanych ile Söyleşi – 3. Bölüm

Aşılanma Bağışıklanma Demek Değildir – İmmünolog Dr. Tetyana Obukhanych ile Söyleşi – 3. Bölüm

CJF: Vaccine Illusion kitabı Tetyana’nın San Francisco Sahil Kesimi dışında kalan ailelere alacakları aşı kararları için derslerindekiyle benzer mesaj ve bilgileri iletebilme yolu. Bunun yanında, modern biyomedikal araştırmaların yapılış şekliyle ilgili ivedilikle yapılması gerekli değişiklikler konusunda da insanları bilinçlendirmeye çabalamakta. Vaccine Illusion kitabını e-kitap olarak edinmek isterseniz Amazon.com’dan Kindle versiyonuna erişebilir veya kitaptan birkaç sayfa okuyup incelemek isterseniz kitabın kendi websitesine uğrayabilirsiniz.(https://sites.google.com/site/vaccineillusion).

Doğal beslenme eğitimi alırken üzerinde en fazla araştırma yaptığımız konu doğumöncesi beslenme ve yenidoğan beslenmesi idi. Sizce tıp bilmi şimdi neden bir bebek için ana antikor kaynağı olan anne sütünü itibarsızlaştırmaya çalışıyor? Sonuçta bebek 9 ayı annesinin karnında, onun iç ekosisteminde geçirmedi mi ve sütünü almaya da tamamen hazır ve istekli değil mi? Çocuğu anne sütünün faydalarından niye mahrum ediyoruz ki?

DR O: Emzirmenin hem beslenme hem de hastalıktan koruma yönünden faydalarını teyit eden pekçok bilimsel çalışma olduğunu biliyorum. Aksi nasıl düşünülebilir ki, memelilerin binlerce yıllık evrim sürecinde anne sütü ve emzirmeyle bugüne gelmişiz.

CJF: İnsan sütünün immünoglobülin [Serumda bulunan antikor özelliğine sahip proteinler (Beş ayrı cins ayırt edilmiştir: IgA, IgG, IgM, IgD, IgE)] açısından zengin olduğu görüşüne katılıyor musunuz? Bunlar yeterli bağışıklanma sağlamıyor mu? Anne sütünde bakteri, virüs ve mantar öldürücü makrofajlar [Büyük fagosit hücresi] var, o zaman immünoloji niye Doğa Ana’nın işine burnunu sokmak istiyor?

DR. O: Bilimde bayanların rolü biraz daha artmış olsa belki Doğa Ana’ya daha fazla saygı duyulurdu. Doğa Ana’nın bizi hastalıktan nasıl koruduğunu çalışır, işler ters gittiğinde bu süreci desteklemeye, takviye etmeye çalışırdık. Oysa biz, son derece kısa dönemli ve kısıtlı fayda sağlayan kendi icadımız suni birtakım uygulamalarla bu doğal prosesi tamamen bir kenara itiyor, çiğneyip geçiyoruz ve bu uğurda uzun dönemde oluşacak zararları hesaba katmıyoruz.

CJF: Çok iyi ifade ettiniz doktor hanım.

İmmünoloji alanında yürüttüğünüz araştırmalar esnasında bugün genelin haberdar olmadığı ancak açığa çıkması gerek diye düşündüğünüz bir keşfiniz oldu mu? Bu konuda bize ne gibi açıklamalarda bulunabilirsiniz?

Dr. O: Bilmin kendisi bir yana, bilimsel araştırmaların sunuluş biçimini hangi güçlerin belirlediğini “keşfettim”.

İmmünologlar da dahil olmak üzere günümüzün tipik biliminsanının kariyeri, kısa dönem araştırma fonu alabilmek için kariyerinin hemen başında kendini ispat edecek bir başarıya imza atması; fon alımının garantilenmesi için ilk başarının hemen ardından ardı ardına bilimsel yayın çıkarmak yoluyla kendini ispatın devamı şeklinde sürüp giden bir döngüdür. Sırf yayın çıkarmış olmak için fon peşinde koşma ve daha fazla fon alabilmek uğruna çıkarılmış yayınlar. Bu oyunun şartı başarı göstermen, zira sadece başarıya mükafat var. Ancak insanların başarılı gözükmek için bu denli yüksek baskı altında olması yanlış birtakım güdülerle hareket edilmesine yol açabiliyor.

Üzerlerindeki bu baskı biliminsanlarını oldukça zor durumda bırakabilir: ya elde ettikleri verilerin ortaya koyduğu gerçekler, çalışmanın yayınlanmasını sağlayacak pek öyle ahım şahım sonuçlar vermediyse (zira yayına ancak başarı öyküleri kabul edilir), ve bilim camiasında kalabilmeleri, laboratuvarlarını koruyabilmelerinin olmazsa olmazı, bir sonraki hibe alımını tehlikeye atıyorsa? Başarısız bulguları hakkındaki tüm gerçeği gözler önüne serip hem kendi kariyerlerini hem de geçimi onların kariyerine bağlı insanların geleceğini tehlikeye atarlar mı?

Kendi çalıştığım laboratuvarlardan birinde şahit olduğum, immün yanıt oluşturmada yeni bir metodun araştırıldığı deneyden örnek vereyim. Sözkonusu metod, yeni aşı geliştirme stratejilerinde kullanılabileceği gizli beklentisiyle prestijli bir immünoloji dergisinde yayınlandı. Ancak gelin görün ki, bu bağışıklama metodunun yapılan deneylerde hayvanları enfeksiyondan korumamış olduğuna dair veriler bilerek çalışma metnine konulmadı. Bu verilerin konulmaması nasıl mazur gösterildi? Açıkçası hiç bir fikrim yok ve açıklama talep edecek pozisyonda da değildim o sırada.

CJF: Ben buna bilim sahteciliği derim. CDC ve FDA ilaç ve ecza sanayisinin araştırmalarını koruyup kollamak yerine neden görevlerini yapıp halkın, tüketicinin hakkını ve sağlığını korumuyor?

Dr. O: Çalışma verilerindeki bu bilinçli eksiklik nasıl ödüllendirildi peki? Üçüncü Dünya Ülkeleri’ne aşı sponsorluğu yapan oldukça tanınmış özel bir vakıf [Bill ve Melinda Gates Vakfı??] tarafından akıl almaz miktarda paralar akıtılarak. Bana söylenen, bu paranın bir kısmının, sözkonusu immünizasyon yönteminin insanlarda kullanılmak üzere yeni bir aşılama stratejisi olarak geliştirilmesine ayrılmış olduğuydu.

Yeterince açık ifade ettim sanırım?

CJF: Bence de.

Günümüz immünologlarının büyük kısmının ve hatta belki de tümünün laboratuvarlarının dışında kalan ve aşılardan zarar görmüş insanlardan oluşan dünyaya gözlerini kapatmalarını, görmemelerini sağlayan şey nedir, nasıl bir gerçeklikleri var immünologların? Ben buna bilimsel araştırmanın “politik” yönü diyorum, katılır mısınız?

DR. O: Okuyuculara immünoloji alanına mensup olmanın nasıl bir duygu olduğunu biraz anlatayım.

Temel imünoloji mensupları, ki ben de uzun süre bu şekildeydim, genel olarak meşgul oldukları dar araştırma alanı dışında kalan hiçbir şeyle ilgili kendilerini eğitmezler; aşıların işe yaramadığı durumları belgeleyen bir dünya epidemiyolojik araştırmayı bile okumazlar. İmmünologlar aşıların hastalıktan korumama gibi bir ihtimali olduğunu bile “bilmez”. Ya da belki de kollektif mesleki gururları, bütün bir yaşamlarını adadıkları araştırma çalışmalarının kutsal meyvesi, aşılamanın, doğal bağışıklanmayla karşılaştırıldığında ne denli eksik ve kusurlu kaldığını görmelerine engel oluyordur.

Aşılamayla ilgili toplumsal veya kişisel endişeleri dile getirmek tabudur. Bu konuları herhangi bir şekilde ele almaya çalışmak; aşı güvenliği, etkinliği veya gerekliliğine dair yapılmış bilimsel çalışmaların yetersizliği ve kusurları ile ilgili en ufak bir imada bile bulunmak meslekdaşlarınızın öfke ve gazabına uğramanız için yeterlidir. ‘Aşılar zararsızdır ve hastalıklardan korur’ ve ‘aşılar hayat kurtarır’ mantrası hiçbir şekilde üzerine ikinci bir kez düşünülme gereği duyulmadan kabul edilmiş, dini inanışın da ötesine taşınmıştır.

CJF: O halde aşıları sorgulamaya kalkmak demek, bilim dininde affedilmez günahı işlemek demek olsa gerek.

DR. O: Yani, bir yandan temel immünologlar kullanılan araç gerece bağlı hata payı yüksek teorileriyle kendilerini meşgul ederken, bu teorilerinin aşı şeklinde genel insan popülasyonuna verildiğinde açığa çıkarttığı sonuçlara bakma zahmetine bile girmiyorlar. Diğer yandan da epidemiyologlar ve toplum sağlığı görevlileri bu girift immünolojik teori hakkında yeterli bilgiye sahip olmaktan oldukça uzak olduklarından aşıların teorik olarak hesaplanan performansı göstermediğini anlayamıyorlar. Bu durumda n’apıyorlar, işe yaramadığı bariz şekilde ortaya çıkmış aşılar için kısa yoldan takvime ardı ardına yeni rapel doz aşıları ekliyorlar.

İşte bu kompartmantalizasyon ve görüş alanının darlığından kaynaklanan sınırlı perspektif bugün herhangi bir uzmanın çıkıp da aşılar hakkında büyük resmi görmeye çalışmasının ve bu arayışın ortaya çıkaracağı şeylerden dehşete düşmesinin önünde engeldir. Aradıkları takdirde görecekleri şey, aşıların fazilet ve meziyetlerine dair anlatılanlarda tutarsızlık olduğudur. Ancak tabii anaakım bilim dünyasında aşılama konusunu geniş perspektiften incelemek için herhangi bir teşvik sözkonusu olmadığı gibi, aksine, başınızı kuma gömülü tutmanız için muazzam bir baskı var.

CJF: Şaka yapıyor olmalısınız! Duyduklarım inanılır gibi değil, zira biz bilmi güya daha iyi, daha yeni bilimsel gerçeklere ulaşılabilmesi adına fikirlerin açıkça tartışılabildiği bir alan olarak biliyoruz.

Okuyucularımızla paylaşmak istediğiniz özel bir bilgi var mı?

DR. O: Okuyucularla bilim icra etme şeklimizi neden değiştirmemiz gerektiğine dair görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Aşı konusunu gerçekten tam manasıyla elimize yüzümüze bulaştırmış durumdayız, fakat ilelebet bu karmaşada kalmamız gerekmiyor. Ancak öncelikle okuyucuların bu karmaşadan bir türlü çıkamayışımızın müsebbibi bilim tarzını sürekli kılan şeyin ne olduğunu anlamasını istiyorum.

Amerika’da bilimadamları Düzen’in kölesinden başka bir şey değildir, sadece kendilerine fon sağlanan konuyu araştırabilirler. Salt araştırma için verilen paradan bahsetmiyoruz, kariyerlerinin ilerleyip ilerlemeyeceği ve alacakları maaş da bu hibelere bağlı, özellikle de kariyerlerinin başında. Bilimadamlarının fon kaynaklarını sağlayan ve en temel geçim kaynaklarını destekleyenlerin ajandasıyla bağdaşmayan konuları araştıramamasına veya kendilerini güvende hissetmemelerine kim şaşırabilir ki?

Biyomedikal araştırmaların büyük çoğunluğuna devlet, ilaç sanayii veya oldukça güçlü ilaç-yanlısı veya aşı yanlısı ajandaya sahip özel vakıflarca fon sağlandığı sır değil. Bu durum biyomedikal araştırmalarda öncelikleri ve odaklanılacak konuları öyle bir şekilde etkiliyor ki tüm güç fon sağlayan kaynakların eline geçiyor, kişilere ise aydınlatılmış rıza prensibi dahilinde kendi kararlarını verebilmeleri için pek az bir imkan kalıyor.

Neden ebeveynlerin aşılarla ilgili çekincelerini sistematik şekilde ve yeterli düzeyde ele alıp yanıtlayacak bir bilme sahip değiliz?

Neden herhangi bir bulaşıcı hastalığın hafif mi yoksa ağır mı seyredeceğini belirleyecek doğal etkenlerin ne olduğunu veya “hastalığa yatkınlık” nedir bunu sistematik ve yeterli düzeyde çalışan bir bilim anlayışımız yok?

Neden doğal bağışıklanmanın ne olduğunu anlamamızı sağlayacak bir bilim yok ortada?

Bu tip bilgiler birey olarak bizlerin işine yaramaz mıydı, istifade etmez miydik?

Biliminsanı olarak ben şahsen hizmet ettiğim topluma doğrudan hesap verme konumunda olmayı tercih ederim ve toplumla biliminsanları arasına devlet/ilaç sanayi’nin ajandaları tarafından konulan filtreler olmadan toplumun bilimsel olarak araştırılabilecek endişelerini/ihtiyaçlarını yanıtlayabilmek/giderebilmek isterim.

Biliminsanları ve toplum arasında bu şekilde doğrudan bir ilişkinin varolabilmesi isteniyorsa, bilimadamlarının maddi olarak şu an olandan farklı bir şekilde desteklenmesi lazım. İlaç sanayii ve devletin gücü ellerinden alacak tarzda bilimsel çalışmaları desteklemesini bekleyemeyiz değil mi? Bilimadamlarının da kendilerine fon ve terfi sağlamayacak araştırmaları ille yapacağım derken ailelerini açlığa terk etmelerini bekleyemeyiz değil mi?

O halde bilginin sağlayacağı gücü Düzen’in eline bırakmayıp kendi elimize almamızı sağlayacak tarzda araştırmaların yapılabilmesi için bilimadamı ve toplum arasında bu doğrudan ilişkiyi kurabilir miyiz?

Amerikan anayasasındaki güçler ayrılığı ilkesi gereğince din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmış olması nasıl bize muazzam bir refah sağladıysa, bir de bilim ve devlet işleri birbirinden ayrılınca neler olabileceğini düşünün.

Herkesi bir anlığına durup bunu nasıl sağlayabileceğimizi düşünmeye davet ediyorum.

CJF: Dr. Obukhanych, doğal bağışıklanmanın ne olduğu ve ilaç sanayii ürünü aşıların bunu değiştirmedeki rolü hakkında bizleri aydınlatttığınız için çok teşekkür ederiz. Keşke sizinle aynı düşüncede ve aynı ahlaki değerlere sahip daha fazla araştırmacı biiminsanımız olsaydı. Tekrardan, tüm yaptıklarınız için size teşekkürlerimizi sunuyoruz.

 

Aşılanma Bağışıklanma Demek Değildir – İmmünolog Dr. Tetyana Obukhanych ile Söyleşi – 2. Bölüm

Aşılanma Bağışıklanma Demek Değildir – İmmünolog Dr. Tetyana Obukhanych ile Söyleşi – 2. Bölüm

İmmünolog Dr. Tetyana Obukhanych ile Söyleşi – 2. Bölüm

 

Dr. Obukhanych’in tutkusu kendini ve başkalarını bağışıklık konusunda eğitmek. Bunun için Tetyana’nın uyguladığı yöntemlerden biri de Kaliforniya, Menlo Park’ta ebeveynlere aşılar konusundaki kararlarını bilgiye dayanarak vermelerine yardımcı olmak için verdiği küçük, birebir ders şeklindeki eğitimler (http://naturalimmunity.blogspot.com).

Bu eğitimlerde aşıların hastalıkları a) önleyip önlemediği; hangi durumlarda önlediği hangi durumlarda önlemediği, b) pekçok kişi tarafından da tartışılan “aşının zararları” konusu; özellikle de çoğu aşıda adjuvan olarak kullanılan bir nörotoksin, alüminyumun sensitizasyon yolu ile çocuklarda alerji gelişimini tetikleyici etkisi, c) aşı dizaynının prensipleri ve kusurlu yanları, d) doğal bağışıklıklanma ile ilgili bilimsel bilgi açığı (ki bu söyleşinin önemli bir bölümünü oluşturuyor), e) hastalanma eğilimini azaltmada beslenmenin önemi gibi konular işleniyor.

 

Dr. O:Aşıların zararlarına değineceğimi söylemiştim. Bu noktada konuya giriş yapalım.

Aşılanacak kişilerin aşıdan zarar görme potansiyeli haklı bir endişedir. Aşı sonrası istenmeyen etkilerin toplandığı veritabanı sistemleri (ABD’deki VAERS ve diğer ülkelerdeki benzer sistemler gibi) aşı uygulamasından sonraki kısa bir zaman aralığı içinde oluşmuş komplikasyon bildirimleriyle doludur. Sözkonusu istenmeyen etkiler enjeksiyon yerinde enflamasyon veya ateş gibi görünürde basit fakat sıklıkla karşılaşılan durumlardan, alerjik reaksiyonlar veya Guillain-Barré sendromu gibi nadir görülmekle birlikte daha ağır veya geriçevrilemez reaksiyonlara ve hatta daha da ender olmakla birlikte ölümle sonuçlanan olgulara kadar çok geniş bir yelpazededir.

Peki halk sağlığı yetkililerinin vatandaşların aşı güvenliği ile ilgili endişelerine genel yaklaşımı nasıl? Aşı tahribatının saptandığı olgu sunumlarından yola çıkılarak yapılması öngörülen ancak bir türlü sözkonusı aşı ile yol açtığından şüphenilen sorun arasında istatistiksel ilişki bulunamadığı iddiasındaki bilimsel yayınları halkın önüne sunar yetkililer.

Belirli bir aşı ve istenmeyen etki arasında ilişki olup olmadığına bakan tipik bir istatistiksel çalışmayla ancak şu sorunun yanıtı alınabilir: eldeki genel popülasyondan rastgele seçilmiş az sayıda kişiden oluşan gruba bakarak aşıyla istenmeyen etki arasında ilişki bulabildik mi? Alınacak yanıt, tahmin edilebileceği üzere şudur: istatistiksel açıdan önem arzeden bir ilişki bulunamamıştır. Ancak bu, yanlış soruya verilmiş doğru cevap olmanın ötesine geçmez.

Yanıtı aranacak soru şu olmalı: aşı sonrası istenmeyen etki yaşamış kişiyle (genetik yapı, beslenme düzeyi, metabolik, immünilojik vb açılardan) benzer bir grup insanda ilişki saptanabilecek mi?

Bu tarz bir çalışmanın yürütülmesi oldukça pahalıya mal olmakta, devlet veya aşı satışıyla elde ettikleri servete rağmen aşılar konusunda farklı ajandası olan kaynaklar tarafından fonlanmamaktadır. Bu yüzden de asıl olması gereken bu tip çalışmalar yapılmamaktadır.

 

CJF: Toplumun aşı güvenliği ile ilgili endişe yaratan konularda yürütülen yanlış tipte bilimsel çalışmalara dayanılarak yönlendirilmesi ne gibi sonuçlar doğurabilir?

 

Dr. O: Sonuç şudur; bir yandan “kanıt yetersizliği” gösteren bu çalışmalar konuyla ilgili farklı düşünenleri susturmada yanlış bir şekilde koz olarak kullanılırken, diğer yandan aşıya bağlı gelişen rahatsızlıkların önemli moderatörlerinin (yani predispozan faktörlerin) ne olduğu zamanında ortaya çıkarılamadığından popülasyonun zarar görmeye müsait bir bölümü gereksiz şekilde aşılardan zarar görmeye devam ediyor.

Aşıya bağlı rahatsızlıklarla ilgili halihazırda yürütülen araştırmaların durumu buyken ben şunu tekrar ve tekrar söylüyorum: kanıt bulunamamış olması, sözkonusu hasara ilişkin aşıyla bağlantı olmadığı anlamına gelmez.

Diyelim Düzen, o ana kadar yapılmış bildirim sıklığını baz alarak size aşıdan sonra belirli bir sendromu geliştirme ihtimalinizin milyonda bir olduğunu söylüyor. Eğer bu verilen istatistiği anlıyorsanız, o zaman trafik kazası geçirme, yıldırım çarpması veya piyangodan büyük ikramiye kazanma ihtimalinizin bundan daha yüksek olduğunu da anlarsınız diyor.

Ancak sistemin size burada söylemediği şey şu; sırf istatistik değil de biyolojiden de anlıyorsanız, o zaman sahip olabileceğiniz veya olmayacağınız predispozan faktörlere (kaldı ki bu faktörlerin ne olduğunu ortaya çıkaracak bilimsel çalışma yapılmadığından bunların ne olduğunu size söyleyemiyorlar bile) bağlı olarak aşı sonrası belirli bir rahatsızlığı geçirme riskiniz sıfıra da inebilir yüzde 100’e de çıkabilir.

Şu an itibariyle bilim kimin hangi aşıdan ağır şekilde zarar görüp kimin görmeyeceğini hiçbir şekilde bilmiyor. Bu konuda hiçbir garanti verilemez. Aşılanıyorsanız her türlü riski göze aldığınızı kabul ediyorsunuz demektir.

 

CJF: Bebeklere vurulan pekçok aşıda mevcut alüminyumun kan-beyin-bariyerini aştığı ve merkezi sinir sistemi üzerinde toksik etkisi olduğu yönündeki suçlamalarla ilgili bize bilgi verebilir misiniz?

 

Dr. O: Sizi nörobilimci Dr. Chris Shaw ve çalışma arkadaşlarının çalışmalarına yönlendirebilirim; çalışmaları alüminyumun nörotoksik etkileri ile ilgili endişeleri teyit eder nitelikte . Bu konu doğrudan immünolojinin alanında olmadığından uzman görüşü sunamam.

İtiraf etmeliyim ki immünoloji oldukça kompartmantalize olmuş bir bilim dalı. Şahsen ben “temel” immünoloji dediğimiz alana mensubum. Temel İmmünoloji, hayvanlar üzerinde yapılan deneylere dayanarak immün sistemin vücuda enjeksiyon yoluyla verilmiş yabancı antijenlerle karşılaşması durumunda nasıl çalıştığına dair teorik bilgi sağlar. Ana ilgi alanı ve uzmanlığımız yapay bağışıklık yanıtı ve antikor üretiminin hücresel ve moleküler mekanizmalarını anlamakla sınırlı. Hepsi bu. İmmünologların bu konuda söyleyebilecekleri tek şey, alüminyum tuzlarının bağışıklık sistemini kandırarak antikor üretmesini sağlamak amacıyla birtakım aşılara adjuvan olarak katıldığından ibarettir. Alüminyumdan “beklenilen” etki budur ve immünologları bunun dışında bir şey ilgilendirmez.

İmmünologlar alüminyumun nörotoksisitesini “bizmez”, çünkühayvanda (vaya insanda) genel olarak oluşacak etkinin ne olduğunu, diğer sistemlerin, özellikle de beynin immünizasyon veya özel olarak alüminyumdan nasıl etkilendiğini araştırmak için gerekli metodolojik donanımları yoktur. Bu diğer dalların uzmanlık alanıdır. Acı ama bilimde kompartmantalizasyonun gerçeği budur.

 

CJF: Aşılarda kullanılan adjuvanlar bağışıklık sistemini nasıl oyuna getiriyor? Bu bilimsel hokkabazlığın sonuçları nedir?

 

DR. O: Aluminyumun adjuvan (güçlendirici) etkisi, 1920’lerden beri kullanımda olmasına rağmen ancak son 5-10 yıldır derinlemesine araştırılıyor. Görüldüğü kadarıyla alüminyumun adjuvan etkisi hücre öldürme kabiliyetine, yani “sitotoksik” özelliğine dayanmakta. Hücreye verilen bu tahribattan dolayı hücredışı alana DNA ve ürik asit gibi hücre içi maddelerin çıkışı sağlanır ki immün sistem hücreleri bu maddelere karşı harekete geçebilsin. Yaratılan hücre tahribatını bağışıklık sistemi algılar ve daha sonra da bu tahribat bağlamında ortaya çıkmış “yabancı” proteine karşı immün yanıt başlatır. Alüminyum ve yarattığı tahribat olmadan immün sistem enjekte edilmiş yabancı proteini zararlı olarak algılamayacak ve buna karşı antikor üretmeyecektir. Ancak tabii aşılama salt antikor üretimi sağlamak için yapıldığından, alüminyum her ne şekilde bunu sağlıyor olursa olsun mübah sayılmakta.

 

CJF: Doktor hanım, bu nasıl bir sahtekarlık, ne büyük bir rezalettir!

 

DR. O: Diğer adjuvanların çalışma mekanizması hakkında güncel bilgiye sahip değilim. Deney hayvanlarında kullandığımız yağ bazlı adjuvanların çoğunun, aşırı enflamatuvar tepkiye yol açtığı için insanlarda kullanımı yasak. Ancak insanlarda kullanıma girecek yeni adjuvanların yolda olduğuna eminim ve illaantikor üretimi sağlayacağız diye kullanıma alınacak bu yeni adjuvanların yan etkilerinin ne olduğunu da bekleyip göreceğiz.

 

CJF: Bize antikorlar ve immünolojinin neden antikor üretimi sağlıyor diye aşılara sözde koruyucu etkinlik etiketi yapıştırdığını basit bir şekilde anlatabilir misiniz?

 

Dr. O:Antikor konsepti difteri ve tetanoz gibi toksinler üzerinde yapılan araştırmalardan çıkmıştır. İlk başta antikorlara ‘anti-toksin’ deniyordu; vücuduna toksin enjekte edilmiş deney hayvanlarının kanında ortaya çıkarak sözkonusu toksinlerin patolojik etkilerini nötralize eden esrarengiz birtakım entitelerdi bunlar.

Dr. Thomas Levy’nin, “Curing the Incurable” adlı kitabında geçen klinik araştırmaya göre askorbik asidin [C vitamini] “anti-toksin” tanımıyla örtüştüğünü de belirtmek isterim, zira damardan [entravenöz şekilde] büyük dozlarda verildiği takdirde çoğu toksine bağlı hastalığın yanısıra enfeksiyonel hastalıklarda da belirtileri durdurduğu bilinmektedir.

Ancak anti-toksinler üzerinde immünolojik araştırma oldukça dar bir yola girmiş ve anti-toksik kabiliyetin yalnızca bugün antikor dediğimiz belirli bir immünoglobülin sınıfıyla sınırlı olduğu görüşüne yol açmıştır.

İmmünologlar daha sonra bu “antikorlar”ın salt toksinlere karşı değil, aynı zamanda immün sisteme belirli bir şekilde sunulacak hemen her tür maddeye karşı da oluşturulabileceğini fark ettiler. Bu tarz“immünojenite” (antikor üretimi sağlama kabiliyeti) yaratma koşullarından bazıları şunlar:

  1. verilen madde vücuda yabancı (“non-self” kaynaklı) olacak.
  2. bu maddeye bir “tehlike” sinyali eşlik edecek; bu çoğu kez adjuvan dediğimiz iritasyon oluşturucu veya hücre tahribatı sağlayan bir madde veyahut da bakteriyel ya da viral kaynaklı patojen ilintili moleküllerle sağlanmakta.

İmmünoloji bilimi daha sonra kendini antikor üretimi sürecininin inanılmaz derecede ince ayrıntılarını keşfetmeye adamıştır ki immünolog olmayanların bu detayları bilmesine gerek bile yok. Gelin görün ki temel immünoloji araştırmalarında 20. yüzyılın büyük kısmı bu detayların araştırılmasına adanmıış, çok sayıda Nobel Ödülü ile de mükafatlandırılıp teşvik edilmiştir.Bu da antikorların önemini pekiştirici etmen olmuş ve immünolojide antikor merkezli paradigmayı yaratmıştır.

Söylemeye bile gerek yok, aşıların tek amacı, antikor merkezli koruma paradigmasına uygun şekilde mikroorganizma ve toksinleri birbirine bağlayacak antikor oluşumunu sağlamak. Ancak gerekli şekilde aşılanmış bireylerde hastalık oluşumunu ortaya koyan pekçok rapor ile aynı şekilde aşılı ve yapılan sayımda kanında yüksek antikor titeri saptanmış bireylerde de hastalık görülmesi bu antikor merkezli paradigmanın büyük bir dikkatle yeniden gözden geçirilmesi gerektiği inancımı pekiştiriyor.

 

CJF: Değerlendirmenize aynen katılıyorum doktor hanım ve bu gözden geçirme ne kadar erken yapılırsa o kadar iyi olur.

Peki, pertussis (boğmaca) bir virüs değil de bakteri olduğuna göre bu aşı paradigmasındaki yeri nedir? Çoğu aşı virüsler için formüle edilmiyor mu?

 

Dr. O: Ah, böylesi küçük ayrıntılara takılmayın lütfen. Ben size istediğiniz şeyin aşısını yapabilirim; yerfıstığına karşı mı aşı istiyorsunuz, hemen yaparız.

Şaka bir yana, “aşı” kelimesi (“vaccine”) Latince “cowpox” [ineklerde çiçek hastalığı] anlamına gelen “vaccinia” kelimesinden gelir ve orijinal olarak yalnızca sağlıklı bir bireyin, cowpox kapmış bir bireyden alınan cerahatle inokulasyonu [transplantasyonu] için kullanılmaktaydı. Daha sonra bu terim, karşılık gelen mikroorganizma veya toksinlere karşı antikor üretmek için zayıflatılmış virüs veya adjuvanla desteklenmiş viral veya bakteriyel protein ya da toksoidlerin enjeksiyonunu belirtmek için kullanılmaya başlandı. Pertussis (boğmaca) aşısı da bu tanıma girer, zira adjuvanla karıştırılmış pertussis toksini ve bir iki diğer bakteriyel proteinden oluşmaktadır.

Yaşadığımız modern çağda aşı kelimesinin kullanım alanı daha da genişlemiştir. Artık aşı, “her derde deva ilaç” [“panacea”] anlamında kullanılıyor. İmmünologlar bugün kanser, otoimmünite veya alerjiye karşı aşılama stratejileri uyduruyor. Biri tutup da yarın öbür gün Alzheimer’s hastalığı ve hatta otizme karşı da aşı geliştirmeye kalkarsa hiç şaşmam.

 

İkinci bölüm sonu.

Aşılanma Bağışıklanma Demek Değildir – İmmünolog Dr. Tetyana Obukhanych ile Söyleşi – 1. Bölüm

Aşılanma Bağışıklanma Demek Değildir – İmmünolog Dr. Tetyana Obukhanych ile Söyleşi – 1. Bölüm

  • İmmünolog Dr. Tetyana Obukhanych ile Söyleşi – 1. Bölüm

     

    “Vaccine İllusion” (Aşı İlüzyonu) adlı kitabın yazarı Dr. Tetyana Obukhanych dünyanın en prestijli tıp kuruluşlarında immünoloji eğitimi görmüştür. İmmünoloji dalında doktorasını New York’taki Rockefeller Üniversitesi’nde, doktora sonrası çalışmalarını ise Boston’daki Harvard Tıp Okulu ile Kaliforniya’daki Stanford Üniversitesi’nde gerçekleştirmiştir. Catherine J. Frompovich’in Dr Obukhanych ile yaptığı 3 bölüm halinde yayınlanan söyleşinin metnidir.

     

    Birinci Bölüm:

     

    CJF: Dr. Obukhanych, Aşı İlüzyonu: Aşılamanın Doğal Bağışıklık Sistemimize Olumsuz Etkileri ve Tekrar Sağlığımıza Kavuşmak İçin Neler Yapabiliriz (Vaccine Illusion: How Vaccination Compromises Our Natural Immunity and What We Can Do to Regain Our Health) kitabının yazarı. Kitabında aşılama ile ilgili anaakım teorilerden radikal şekilde ayrılan bir görüş ortaya koyuyor. Şahsen benim için en inanılmazı da Tetyana’nın aşılama kampanyalarının doğal bağışıklanma prosesine zarar verdiği ve bebeklerin hayatını tehlikeye attığını düşünmesi. İtiraf etmeliyim ki, bir doğal beslenme uzmanı ve tüketici sağlığı araştırmacısı olarak sürdürdüğüm 35 yıllık mesleki tecrübe sonucu ben de tıpkı Tetyana gibi düşünüyorum. O yüzden kendisiyle söyleşi talebinde bulundum. Konuyu kendisiyle derinlemesine konuşup verdiği bilgileri okuyucuya aktarmak istedim.

    Sorulara geçmeden önce ele almak istediğim bir konu var: Aşıların diploid hücreler (aborte insan fetüslerinden elde edilen hücreler), tavuk yumurtaları, maymun böbrekleri, fare beyinleri, domuz akciğeri, böcekler ve şimdi de İngiltere’de Haziran/Temmuz 2012’de kullanıma sokulacak yeni bir aşı için kullanılan köpek böbrekleri gibi çeşitli hayvan organlarında kültürlenmesinin sence ne tip implikasyonları olabilir? [Rotavirüsü için kullanılan] Rotarix aşısında domuz viral DNA’sı (porcine circovirus (PCV)); 1950’lerden 1970’lerin başına kadar kullanılan ilk polio [Çocuk felci] aşısında SV40 kanser virüsü tespit edildiğini; Hepatit A, kızamıkçık ve varicella (su çiçeği) aşılarının insan diploid hücreleri WI-38 ve MRC-5’te kültürlendiğini; ve HPV [rahimağzı kanseri] aşısı Gardasil®’de rekombine DNA’nın bulunduğunu biliyoruz. Pazarlama sonrası ortaya çıkan bu tip bulgular bir immünolog olarak senin perspektifinden bakıldığında ne tip sorunlara dalalettir?

     

    DR. O: Bir immünolog olarak beni endişelendiren aşıların maya, yumurta, hayvan ve hatta insan fötal hücreleri kullanılarak üretiliyor olmasının, aşılarda bu üretim işleminin bir gereği olarak bu hücre veya hücrelerin içinde kültürlendiği ortamlardan az miktarda bulunacağı anlamına gelmesidir. Aşı üreticilerinin kullanım için son aşamaya gelmiş ürünlerini bu belirtilmemiş aşı “içeriği”ne karşı test edip etmediklerini veya ne derece düzgün test edebildiklerini ve ne oranda kontaminasyon bulduklarını gerçekten bilmek isterdim.

    Bu tarz kontaminasyonla ilgili beni endişelendiren immünojenik (antikor oluşturucu) stimülasyon kapsamında düşündüğünüzde maya, yumurta, hayvan veya insan proteinlerine maruzat bu proteinlere karşı sensitizasyon [antijen niteliğindeki madde (bakteri, ilaç, yabancı protein, çiçek tozu vb.)’ye karşı, ikinci defa vücuda girişinde şiddetli reaksiyona sebep olacak şekilde duyarlılık oluşması; duyarlı hale gelme veya getirilme] oluşturma ve hatta insanın “kendine” immünolojik toleransını kırma potansiyeline sahip olmasıdır. Bu ikinci bahsedilen durum özellikle bebekler için geçerlidir, zira immün sistemleri “kendi”nin ve “yabancı” olanın ayırdını daha yeni yeni yapmaya başlamaktadır. Daha işin başında bu ayrımın yanlış yapılması bana göre alerjik veya otoimmün rahatsızlıkların yolunu açar.

     

    CJF: Doğrudan işin can alıcı kısmına hitap eden ve benim de tamamen hemfikir olduğum bu mükemmel yanıt için teşekkürler Dr. Obukhanych.

    Bize doğal bağışıklanmanın ne olduğunu açıklayabilir misiniz, doktor?

     

    DR. O: Bağışıklanma, insanların pekçok akut enfeksiyonel hastalığı ömründe yalnız bir kez, o da çoğu kez çocukluk çağında olacak şekilde geçirmekte olduğu gözleminden hareketle oluşmuş çok eski çağlara dayanan bir konseptir. Kızamık, kabakulak, kızamıkçık veya boğmaca bu tarz hatalıklardan bazılarıdır.

    Doğal bağışıklanma bir anlamda totolojik [Açıklamak ya da kanıtlamak üzere verilmiş bir önermenin, gerçekte, söylenmiş olanı özdeş ya da eşdeğerde terimlerle yinelemesi] bir ifade çünkü bu noktada bağışıklık yalnızca doğal yolla, sadece enfekte bir kişiyle temas halinde edinilebilecek bir şey; arada sırada bu tarzda maruzat asemptomatik [belirtisiz] seyretse bile yine de bağışıklık oluşturur. Ancak tabii ortada aşıların da bağışıklanma sağladığı gibi genel bir yanılgı olduğundan bazen bağışıklanmayı aşı bazlı korumadan ayırdetmek için başına “doğal” sıfatını eklemek gerekebiliyor.

     

    CJF: Ah! Bağışıklanma yerine “aşı bazlı koruma” kavramını kullanıp meşruiyet kazandırdığınız için teşekkürler gerçekten.

    Aşılı çocuklar, korunsunlar diye tam doz aşılarını oldukları enfeksiyonel hastalıkları aynen geçiriyorlar. Sizce aşı ‘bağışıklaması’nın–tabii bu ismi verebilir miyiz bilmiyorum ama—ömrü niye bu kadar kısa ve neden yetersiz?

     

    DR. O: Aşılanmış bireylerin herhangi bir salgın durumunda aşısını oldukları enfeksiyonel hastalıkların hiçbirine yakalanmamalarını (veya hastalanma oranının minimal seviyede olmasını) bekleriz. Ancak yaşanan salgınlar analiz edildiğinde çoğu kez bunun doğru olmadığını görüyoruz. Aşılı bireyler hakikaten de yüksek sıklıkta hastalık kapıyor ve hastalık insidansında yüksek bir paya sahipler.

    Bana kalırsa bu durum, aşılamanın hakiki bağışıklık mekanizmalarını harekete geçirmemesinden kaynaklanıyor. Aşılama normalde immün yanıtı—yani immünologların teorik olarak immün sistemde çalışmasını “arzu ettikleri” tek şeyi—oluşturur. Ancak görülen o ki bu, doğal bağışıklanmanın sağlayacağına eşdeğer güçte bir koruma sağlamamaktadır. Bağışıklık sistemi hakkında bilmediğimiz daha pek çok şey var.

     

    CJF: Aşılar ömür boyu bağışıklık sağlamıyor, tamam. Peki bizim aşılardan beklentimiz ne olmalı koruyuculuk açısından?

     

    DR. O: Bulaşıcı hastalıklara karşı kullanılan attenüe [zayıflatılmış] canlı virüs aşıları için beklentimiz oldukça kısa bir dönem (3-5) yıl olacaktır. Bu dolaylı bir tahmindir ve aşılı bireylerde hastalık oluşumunun aşılama zamanına göre yapılmış istatistiksel analizlerine dayanır. Belirli bazı aşıların ne kadar süreyle koruma sağladığına dair elimizdeki tek ampirik kanıt budur.

    Koruma süresinin ampirik olarak hiçbir şekilde tahmin edilemeyeceği, örn. tetanoz gibi bulaşıcı olmayan toksin mediasyonlu hastalıklar veya kuduz gibi hayvan ısırığıyla geçecek viral hastalıklar için olanlar, veyahut da Hepatit B ve Gardasil [rahim ağzı kanseri aşısı] gibi aşılar da var. Bu aşıların ne süreyle koruduğunu anlayamıyoruz çünkü elimizde bu tahmini yapmamızı sağlayacak bilimsel olarak anlam taşıyan veri yok.

     

    CJF: İmmünoloji biliminin üzerine yoğunlaştığı nokta ile doğal bağışıklanma arasıdaki fark nedir?

     

    DR. O: İmmünoloji bağışıklanmayı çalışmaz. İmmünoloji, bağışıklık sisteminin immünizasyona—yani “yabancı” bir potein veya partikülün (virüs veya bakterinin) vücuda enjekte edilmesine– verdiği tepkiyi inceler. İmmünolojik araştırmaların odaklandığı başlıca nokta, immünizasyon sonrası immünolojik organ ve vücut sıvılarında uzun dönemde meydana gelecek değişikliklerdir. Bu tip değişikliklere kollektif olarak “immünolojik hafıza” diyoruz.

    Ancak soru şu: İmmünologlar, ‘immünolojik hafıza’nın bağışıklanmanın temeli olduğunu nereden biliyorlar? İmmünoloji alanında yapılmış çalışmalara baktığınızda bu sonucu çıkartmamızı sağlayacak herhangi bir kanıta rastlayamazsınız. Ben immünolojik hafızayı bağışıklanmanın değil, en fazla sensitizasyonun temeli olarak görüyorum. İmmünolojik hafızanın bize faydalı olup olmadığı konusunda ise şüphelerim var.

     

    CJF: Bana kalırsa, immünolojinin insanın doğal bağışıklığından ziyade kendi icadını, yani aşılamayı çalıştığını düşünüyorsunuz. Doğru mu? İmmünoloji dalında doktora yapmış biri olarak sizi bu sonuca iten şey ne oldu?

     

    DR. O: İmmünoloji bir bilim olarak, daha bağışıklık sistemi bu şekilde tanımlanmamışken, aşının icadı (çiçek aşısı) ile birlikte ortaya çıkmıştır. O zamandan beri ve bugün hala, temel immünolojik araştırmalar doğal hastalık veya hastalığa karşı doğal yoldan edinilmiş bağışıklık durumundan ziyade denek hayvanına “yabancı” bir şeyler enjekte etme bağlamında yürütülmektedir.

    Belki laboratuvar ortamında doğal hastalık yerine bir enjeksiyonla deney kurmak daha kolay olduğu için. Belki de sırf bu şekilde daha rahat çalışılabiliyor diye. Nedeni her ne olursa olsun, doğal hastalık/bağışıklık yerine enjeksiyon (aşılama) çalışmalarının yapılmış olması, bir tek suni prosesle ilgili bilgi birikimine yol açmıştır.

    Tabii bu durumda da bugün “bağışıklık sistemi” dediğimizde, yabancı bir antijene yanıt oluşturan sistemden bahsediyoruz. Yani bağışıklık sistemi, esas itibariyle, doğal bağışıklanmaya göre değil, aşılama işlemine göre tanımlanmıştır. Peki gerçek “immün” sistemin amacı doğada hastalık geçirdikten sonra ömür boyu bağışıklık yaratmaksa, bunu gerçekleştiren sistem nedir, nasıl bir şeydir? Bahsettiğimiz yabancı antijen enjeksiyonuna yanıt oluşturan sistem midir bu, yoksa tamamen farklı bir sistem mi?

    Bana göre en büyük sorun da bu: immün sistemle ilgili enjeksiyon bağlamında keşfettiğimiz onca şeyden acaba herhangi birinin doğal bağışıklık haliyle alakası var mı? Var diyorsak, doğal bağışıklanmayı doğrudan hiçbir şekilde çalışmamışken neyin alakalı neyin alakasız olduğunu nereden biliyoruz?

    Bana immünoloji doktorasından sonra immünoloji biliminin “bağışıklık” sistemi yorumlamasındaki problemi neyin görmemi sağladığını soruyorsunuz. İmmünoloji doktorasına rağmen bu problemi görmemi hangi mucizeye borçluyum diye sormanız lazım aslında. İmmünoloji alanında çalışmaya kendinizi adadığınızda alanın “gerçeği”ne o denli büyük bir kişisel yatırım yapmış oluyorsunuz ki, daha en temel varsayımdaki sorunu görme şansınız sıfırlanıyor. Alanın koyduğu tanımlamalara duyulan “inanç” çok güçlü.

     

    CJF: İşte budur doktor! Entellektüel cesaretinize hayranım. O halde doğal bağışıklıklanma ile ilgili aradığımız cevaplar için immünolojiye güvenebilir miyiz?

     

    DR O: Hiç sanmıyorum.

    Daha önce de belirttiğim gibi immünoloji alanında yürütülen düzgün ve saygın araştırmaların hiçbiri doğrudan doğal süreci çalışmaz. Onun yerine deney hayvanlarında yapay bir şekilde oluşturulmuş (doğal olmayan) enfeksiyon/bağışıklanma modelleri kurulur ve bu ne doğal ne de nesnesi insan olan deneylerde bağışıklık yanıtları çalışılır.

    Bu tip araştırmaların doğal bağışıklanma sürecine uygulanabilirliğinden nasıl emin olabiliriz ki? Olamayız. Ama gelin görün ki, bu tarz araştırma yöntemi bağışıklık sisteminin hastalık prosesindeki rolü hakkında bize ancak kısmi ve hatta tamamen yanlış yönlendirici bilgi sağlayabileceği halde, sırf düzenlenen bu yapay araştırma modellerine uyuyor diye insan bağışıklık sistemini aşılarla kurcalayıp duruyoruz.

     

    CJF: Yanlış yönlendirilmiş ve kısmi bilgilerimize dayanarak doğayı bu şekilde kurcalamamız tehlikeli olabilir mi ve çocuklarımızın büyük bir oranının bugün yaşadığı sağlık sorunlarına yol açtığı düşünülebilir mi?

     

    DR O: Bu endişelere tamamen katılıyorum. Bağışıklanmayla ilgili kaygılarımın bir kısmını “Vaccine İllusion” kitabımda ele aldım ve bugün burada da bir özetini vereceğim.

    Endişelerimin başında adjuvan içeren aşıların sağladığı öne sürülen “immünolojik hafıza”nın esasen bağışıklanmanın değil, sensitizasyonun temeli olması geliyor.

    Ayrıca en büyük sorunlardan biri de, çocukluk yıllarında kullanılan zayıflatılmış canlı virüs aşılarının kısa dönem koruyucu etkisi ile çocukluk hastalıklarının “başarılı” şekilde önlenmiş olmasının, anneden çocuğa geçecek bağışıklık korumasını da kaybetmemize yol açmış olmasıdır ve böylelikle de hastalığa maruzat anında bebekler savunmasız kalmaktadır.

    Bir başka endişem de aşılama kampanyalarının popülasyona bağışıklık sağlamaktan ziyade, hastalığa maruzat riskini azaltacak şekilde bulaş örüntüsünü kesintiye uğratarak işlemesidir. Böyle yaparak aşılama kampanyaları popülasyonun çocukluk çağı hastalıklarına karşı bağışıklığını ortadan kaldırıyor, bağışıklığın sağlanmasına veya korunmasına yardım etmiyor. Geçmiş onyıllarda yetişkin popülasyonda çocukluk çağı hastalıklarına karşı oluşmuş bir toplumsal bağışıklık vardıysa da, korkarım aşılama kampanyaları ile bunu çoktan yok ettik.

    Tüm bunlar doğrudan, aşılama ile olması “istenen”, ancak kitlesel aşılamaya geçilmeden önce doğuracağı sonuçlar dikkatli bir şekilde düşünülmemiş sonuçların ürünü olarak karşımıza çıkmakta. Aşılar aynen doğal bağışıklık gibi çalışır zannettik. Belli ki bu doğru değil ve şimdi bunun ceremesini çekiyoruz.

    Şimdi, aşıların “istenmeyen” etkilerine (yani aşıya bağlı oluşan zararlara) geçeyim mi yoksa pandoranın kutusunu şimdilik açmayalım mı?

     

    CJF: O kutuda neler var bir görelim diyorum ben doktor hanım. Buyrun.

     

    DR O: Bahsettiğim kutuda anne-babaların aşılama sonrası çocuklarında gözlemledikleri istenmeyen etkiler ile bunların karşısında Düzen’in anne-babalara “şüpheleriniz tamamen yersiz; aşılar dolayısıyla oluşacak gerçek yan etkiler istatistiksel olarak çocuğunuzda ortaya çıkamayacak denli nadirdir; aşı korkunuz irrasyonel ve bilimsel gerçeklere dayanmıyor” yönündeki “bilimselmiş gibi gözüken” iddiaları var. Bu konuya isterseniz biraz sonra dönelim.

     

    CJF: İddiaya girecek olsanız bahsinizi hangi tarafa yatırırdınız: aşılar mı doğal bağışıklanma mı ve neden?

     

    DR O: Tam olarak ne elde etmek için aşıya veya doğal bağışıklanmaya oynayacağız? Elde edilmek istenen sonucun spesifik olarak belirtilmesi gerekiyor. Ancak ‘amaç insan neslini devam edemeyecek hale getirmek’ derseniz, o zaman paramı aşılara yatırırdım.

     

    CJF: Doktor hanım sanırım aklımdan geçenleri okudunuz.

     

    Birinci bölüm sonu ..

Kör İnancın Kör Bıçağı: Verem Aşısı

Kör İnancın Kör Bıçağı: Verem Aşısı

Verem aşısıyla ilgili ikinci bölümde, üyeleri bilimadamı, yazar, mühendis, kütüphaneci, araştırmacı bilimadamı, ebeveyn ve büyük anne-babalardan oluşan ve yazılarında sansasyondan ziyade mutlak doğrulara ve dengeli sunuma yer veren, verilerini CDC (Centres for Disease Control and Prevention / Amerikan Hastalıklarla Mücadele Merkezi) ve JAMA (Jourmal of the American Medical Association / Amerikan Tıp Birliği Dergisi) gibi resmi kaynaklara dayandıran Inside Vaccines grubunun özenle hazırlanmış yazısına yer vereceğim. Bloglarında paylaştıkları yazıların Türkçeleştirilmesi ile ilgili verdikleri destek ve izinden dolayı kendilerine teşekkür ediyorum.

Tuberculosis Vaccine Use Based on “Blind Faith” başlıklı yazılarının temelini, İngiltere’de yetkililerin başkent Londra’da veremin tekrar başgösterrmesi üzerine tüm yenidoğanlara BCG aşılaması yapılması planlarına bir gazete haberinde yer verilmesi oluşturuyor.

Habere göre, “Sağlık uzmanları başkentte rutin bağışıklama gerektiren ‘100,000’de 40 olgu’ eşiğine ulaşıldığını belirtiyor. Londra’da şu anki uygulama kendileri veya anne-babaları yurtdışında doğmuş çocukların aşılanması yönünde.(1)

Peki ama İspanya ve Amerika Birleşik Devletlerinde aşı hiç kullanılmamış olmasına rağmen tüberküloz insidansının oldukça düşük olmasını neye bağlıyoruz?

BCG aşısı dünyada kullanımı en yaygın olan aşı, ancak aynı zamanda da en tartışmalısı. BCG ile ilk aşılama denemesi büyük bir felaketle sonuçlanıyor ve aşının itibarını büyük ölçüde zedeleniyor:

“Lubeck felaketi bağışıklama tarihinin dönüm noktası olma özelliğini daima koruyacak. 1930 yazında, Almanya’nın Lubeck kentinde 240 bebek BCG ile aşılandı; bebeklerden 72’si tüberküloz geliştirerek hayatını kaybetti…

Yaşanan bu felaket halkın aşıya güvenini büyük ölçüde yitirmesine neden oldu ve çocukların kitlesel olarak aşılanmasına ancak 1932’den sonra, yeni ve daha güvenli üretim teknikleri devreye sokulduktan sonra geçilebildi. Aşının koruyucu etkisinin %0-80 arasında değiştiği tespit edildi. (2)

BCG aşısının koruyuculuğu hakkında büyük soru işaretleri olmasının yanısıra, aşının en yaygın tüberküloz suşlarına karşı etkili olmadığı da biliniyor.:

“BCG aşısı, dünyada veremin en çok görüldüğü bölgelerde yaygın olan tüberküloz suşlarını kapsamıyor.”(3)

Hollandalı tıp araştırmacıları, İngiltere’nin East Anglia Üniversitesi’nde ‘Genel Mikrobiyoloji Derneği’nin yılda iki kez düzenlenmekte olan toplantısında şunları söylüyor:

Hollanda, Bilthoven’daki Ulusal Halk Sağlığı ve Çevre Enstitütüsü’nden Dr. Dick van Soolingen:

“Asya, eski SSCB cumhuriyetleri ve diğer bölgelerde, Pekin tipi Mycobacterium tüberkülozunun verem salgınlarında rol oynadığını düşünüyoruz. Pekin suşlarına karşı çoğu zaman verem tedavisindeki en önemli ilaçların etksiz kalabildiğini görüyoruz.”(3)

Koruyucu özelliği bu kadar düşük bir aşı, üstelik de akciğer (pulmoner) tüberkülozuna karşı pek az koruma sağladığı bilimsel çalışmalarla gösterilmiş ve bağışıklık direnci düşük bireylerde ağır komplikasyonlara yol açabileceği de bilinmekteyken neden birçok ülkede yenidoğanlara rutin olarak uygulanıyor?

BCG aşısıyla ilgili Dünya Sağlık Örgütü‘nün (DSÖ) açıklamalarına bakalım:

“BCG dünyada yaygın olarak kullanılmaktadır ve yakın zamana kadar aşının güvenli olup olmadığının sorgulanmasını gerektirecek ciddi bir gelişme olmamıştır. Bağışıklık sistemi zayıf kişilerde kullanıldığı takdirde bizzat BCG’den verem kapılabileceği endişesi bulunmaktadır. Ayrıca, bağışıklık sistemi güçlü kişilerde bile enjeksiyon yerindeki ülserleşme de dahil olmak üzere görülebilecek diğer lokal reaksiyonlarda etrafa canlı organizma yayılması (shedding) sözkonusu olabilir ve hastalık bağışıklığı düşük kişilere bu yolla bulaştırılabilir.

. . .

Kullanımdaki BCG aşıları dünyanın birkaç [yedi?] farklı yerinde üretilmekte. Bu aşılar biribirinin aynı değildir. Şu an için sözkonusu aşıların insanlar üzerindeki kullanımda etkinlik ve güvenlik bakımından ne derece farklılık gösterdikleri bilinmemektedir. Moleküler ve genetik özelliklerde birtakım farklılıklar olduğu biliniyor. Bilinmeyen, belirli bir üreticinin “BCG”sinin bir diğer tesiste üretilmiş olandan “daha iyi” olup olmadığıdır.” [vurgular bana aittir](4)

Hindistan’dan bir diğer çalışmaya bakalım:

“BCG aşılamasının akciğerlerde doğal tüberküloz enfeksiyonu ve lokal komplikasyonlarını önleyemediği, ancak primer enfeksiyonun hematojen yayılma komplikasyonlarını azalttığı vurgulanmaktadır. Ancak bu durum BCG aşılamasına rağmen miliyer, menenjitik ve dissemine (yaygın) tüberküloz gibi tüberkülozun ağır ve çoğu zaman da ölümcül tiplerini geliştiren beslenme yetersizliğine sahip çocuklar için geçerli değildir. Beslenme yetersizliği olan çocuklardaki tüberkülin anerjisi [antijene tepki göstermeme durumu], görülen yüksek morbidite (hastalık) ve ölümlerin sorumlusudur. BCG ile aşılanmış, beslenmesi yerinde çocuklarda enfeksiyon sonrası değişik tüberküloz örüntüleri görülmektedir. Ortaya çıkan en önemli hastalık tablosu göğüsiçi (intratorakik) tüberküloz, çeşitli mediyastinal lenf bezlerinin genişlemesi ve bunların oluşturduğu lokal komplikasyonlardır. Bu ve bunun yanında nörotüberküloz ve dissemine tüberküloz gibi çok daha düşük insidansa sahip hematolojik* komplikasyonların nedeni, BCG aşılamasına bağlı olarak hastalığın T hücre immünitesi ile lokalizasyonudur. Bu çocuklarda görülen nörotüberkülozun klinik tablosu da değişiklik gösterir; daha çok lokalize olarak beyin ve beyin-omurilik zarlarının tutulumu görülür. Benzer şekilde, aşılanmış çocuklarda karaciğer büyümesi (hepatomegali), dalak büyümesi (splenomegali) veya tekli organ tutulumları görülebilmektedir. Aşılı, beslenme yetersizliği olmayan çocuklar ile beslenmesinde 1 ve 2. dereceden protein enerjisisi eksikliği (PEM) olan çocuklarda görülen yeni tüberküloz örüntülerinin yeniden öğrenilmesi önem taşımaktadır. BCG aşılamasının bu limitasyonları nedeniyle, ülkenin çeşitli bölgelerinden yüksek risk grubundaki çocuklar üzerinde kemoprofilaksi** gibi başka stratejilerin çok merkezli deney ve çalışmaları yapılması gerekir.

BCG aşılamasının etkilerine bakıldığında, beslenme yetersizliği olan BCG aşılı çocuklarda klasik veya genel tüberküloz menenjiti, miliyer TB***, dissemine tüberküloz**** ve primer enfeksiyonların diğer ağır komplikasyonlarının oluşmaya devam ettiği görülmüştür. Mevcut BCG aşısının insanlar üzerinde yapılmış farklı deneylerde gösterdiği değişken etkinlik derecesi, tüberkülozun dünyada kontrol altına alınabilmesi için immünoregülatör mekanizmalarla ilgili araştırmaların başlatılması ve yeni aşıların geliştirilmesi gerekliliğini ortaya koymuştur.”(5)

ABD gibi ülkelerde neden BCG aşısının hiç kullanılmamış olduğuna dair geçerli pekçok nedenden biri hakkında detaylı bilgi edindiğimiz (PDF dosyası olarak da indirilebileceğiniz) bu çalışmanın son paragrafı konuyu mükemmel bir şekilde özetliyor.

“Dünyada kullanılan BCG aşılarının bazı suşları tamamen işe yaramaz, bazıları orta derecede koruma sağlıyor ve bazıları, belki bir iki tanesi de yüksek potansa sahip gözüküyor. Hangisi hangisidir şu an söylemek mümkün değil. Birkaç ileri düzeyde gelişmiş ülke dışında kalan tüm ülkeler için BCG aşılaması tüberküloz kontrolünde ana yöntem olduğundan, ülkelerin zaten kısıtlı olan kaynaklarını yatırdıkları BCG aşılamasının halen daha kör bir inanca dayanılarak yapılıyor olması son derece trajik ve üzüntü vericidir.(6)

BCG aşısı Londra’daki bu çocukların doğumyeri olan ülkelerde işe yaramıyorsa, İngiliz enfeksiyonel hastalık uzmanlarına, aşı bu defa aynı çocuklara İngiltere’de vurulduğunda işe yarayacağını düşündürten nedir acaba?

*Hematoloji: Kan, kan yapıcı organlar ( kemik iliği, dalak) ve lenf bezlerinden kaynaklanan hastalıkları inceleyen bilim.

** Kemoprofilaksi: Sağlıklı bireylere belirli farmakolojik özellikleri olan maddeler vererek belirli hastalık etkenlerinin etki göstermesini, hastalığın ilerlemesini ya da istenmeyen sonuçlar doğurmasını önlemek.

***Miliyer TB: Tüberküloz basillerinin kan akımı ile yayılarak, çeşitli organ ve dokular üzerinde dan tanelerini andıran küçük sarımsı lezyonlar oluşturması ile belirgin tüberküloz; miliyer tüberküloz (Akut ya da kronik olabilir).

****Dissemine Tüberküloz: Bütün vücuda yayımış tüberküloz.

 


KAYNAK:

[1] Verem Vakalarının Artmasıyla Beraber Londralı Bebekler için TB Aşılaması Çağrısı, Rashid Razaq, London Evening Standard, 15 Temmuz 2010. http://www.thisislondon.co.uk/standard/article-23856346-call-to-give-london-babies-tb-jabs-as-cases-rise.do

[2] BCG Aşısının İcadı, Aşı Vizyonerleri, Tech Net 21, Accessed on November 2, 2010. http://technet21.org/Articles/BCG_vaccine.html

[3] En Sık Görülen TB Suşları BCG Aşısında Yer Almıyor, Daily University Science News, 11 Eylül 2001. http://cmbi.bjmu.edu.cn/news/0109/119.htm

[4] BCG – Tüberküloz Aşısı, Aşı Araştırmaları İnisiyatifi (IVR), Dünya Sağlık Örgütü, Son Erişim Tarihi 21 Kasım 2012. http://www.who.int/vaccine_research/diseases/tb/vaccine_development/bcg/en/index.html

[5] Hindistan’da BCG Aşılaması ve Çocuklarda Görülen Tüberküloz Vakalarının Yeni Yönleri, P.M. Udani, Hindistan Pediyatri Dergisi, 1994, Eylül-Ekim, (61) 5, 451-62. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/7744445

[6] Porto Riko’lu Çocuklarda BCG Aşılamasının Değerlendirmesi, George W. Comstock, Verna T. Livesay, Shirley F. Woolpert, Amerikan Halk Sağlığı Dergisi, Mart, 1974, (64) 3, 283-291. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1775430/pdf/amjph00803-0085.pdf