Prof. Dr. Alişan Yıldıran’ın aşılar ve bağışıklanma ile ilgili tabu yıkan bildirimleri

Prof. Dr. Alişan Yıldıran’ın aşılar ve bağışıklanma ile ilgili tabu yıkan bildirimleri

alişan hoca

Çocuk İmmünoloji-Allerji Uzmanı, Prof. Dr. Alişan Yıldıran, Medimagazin adlı, sağlık çalışanlarına yönelik online dergide çıkan “Ülkemizde Zorla Aşı Yapılabilir mi?” adlı makaleye bıraktığı aşağıdaki yorumla, Türkiye’de aşılama ile ilgili yaygın ve aynı zamanda yanlış kanaatleri bilimsel referanslar ve sahada konunun uzmanı olarak edinilen tecrübe ışığında çürütüyor.

Ülkemizde gayribilimsel ve etik dışı bir anlayışla Amerika’dan birebir kopya edilmekte olan yüklü aşı programı ve bunun yine tıpkı ABD’de olduğu şekliyle halka birtakım hukuksuz yaptırımlar yoluyla zorla dayatılması, ebeveynlerin ‘aydınlatılmış rıza’ hakkının yok sayılması, bu etkinliği ve güvenliği garanti edilemeyen “koruyucu” tıp uygulamasının sonuçlarını bugün küçük çocuklarda epidemik boyuta oluşan alerji, gıda intoleransları, astım, diyabet ve diğer otoimmün hastalıkların yanısıra çığ gibi artan otizm vakaları olarak karşımıza çıkarıyor. Sözü şimdi ehline bırakalım …

 

 

Prof. Dr. Alişan Yıldıran:

Aşılar immünoloji biliminin başlangıcı ve lokomotifidir, immün sistem hakkında pek çok bilgi aşı geliştirme çalışmaları ile elde edilmişdir (1).

Aşılar koruyucu tıbbın ikinci önemli enstrümanıdır, birincisi temizlikdir (1).

Houweling ve ark.’nın 2004’de aşılar ile ilgili en önemli dergi olan Vaccine’de yayınladıkları makalede, toplumsal aşılama ile ilgili belirledikleri 7 ilkeden birincisi ‘toplumsal sağlığı tehdid eden hastalıkların hedef alınması’dır (2).

 

Çocuk aşı takvimindeki aşıların çoğunun bu ilkeye uymadığı kanaatindeyim (mortalite ve mortalite %0.1’den fazla olmalı).

Yenidoğan ve süt çocuklarının (2 yaş altı) immün sistem özellikleri, aşılara ve çoklu aşı uygulamalarına verdikleri cevap ile ilgili bilgiler oldukça sınırlıdır (3, 4).

Aşılar konusunda en önemli uzmanlardan biri olan Dr. Siegrist mevcut aşıların antikor bağımlı ve kısa süreli koruma sağlayabileceğini, immün sistem ve sağlık üzerine uzun dönemdeki etkilerinin bilinmediğini belirtmekdedir (5).

 

Aşılar immün sistemin, sapmış immün cevaplar oluşturmasına, otoimmün hastalıklar oluşturmasına yol açabilirler (6).

 

Sinir sistemi matürasyonunu ancak iki yaşında tamamlar (yürüme ve konuşma ancak bundan sonra mümkün olmakdadır), gelişimine daha sonra da devam eder. Bu bakımdan aşıların sinir sistemi üzerindeki muhtemel otoimmün etkileri göz ardı edilemez (7).

İnsan organizması ağırlığının yarısını oluşturan ve simbioz yapdığı bir mikrobik evren (mikrobiom) oluşturmakdadır ve aşıların bu evren ile ilişkisi hakkında bilgimiz yok gibidir (8, 9).

İngiltere, Fransa gibi bazı gelişmiş ülkelerde mecburi (mandatory, compulsory) aşılama yokdur (7).

 

Dört yıldır bu konuyu araştırıyorum, laboratuarımda ve polikliniğimde aşıya bağlı olduğunu düşündüğüm pek çok vaka ile karşılaşıyorum, maalesef bunu doğrudan gösterebilecek laboratuar tetkiki yokdur.

Ülkemizde aşı yan etkileri ile ilgili ABD’deki VAERS muadili bir sistem henüz yokdur.

[ED-NOT: Türkiye’de kağıt üzerinde de olsa var olduğunu bildiğimiz bir Aşı Sonrası İstenmeyen Etki (ASİE) Bildirim Sistemi mevcut. Ancak ortaya çıkan reaksiyonların (ölüm de dahil olmak üzere) nedense aşıyla hiçbir zaman bağlantılı olamayacağı inancıyla görev yapan sağlık görevlilerimizce ne derece aktif olarak kullanılıyor bilemiyoruz. Belki Sağlık Bakanlığı bu ailelerin de bildirimde bulunabileceği sistemi, hazırlayacakları kamu spotlarıyla veya Twitter’dan yürüttükleri aşı bilgilendirme çalışmalarında en azından bahsini ederek kamuoyuyla paylaşabilir ve tıpkı Amerika’da olduğu gibi online olarak herkesin erişebilmesi ve yan etki çeşitlerinin ve oranlarının takibini yapabilmesini sağlayabilir?]

Ülkemizde akraba evlilikleri ¼ oranında olduğu için immün yetmezlikler açısından çok geniş bir havuz oluşturmakdadır (10). Bu popülasyona çocuk aşı takvimi uygulaması konusunda ciddi endişelerim vardır. Bu temel bilgiler dikkate alındığında, kendini korumakdan aciz bir bebeğe, biyolojik ve hukuki olarak velisi-vasisi olan anne-babasının aydınlatılmış muvafakati alınmaksızın aşı yapılmasının ahlaki, vicdani ve tıbbi olmadığı aşikardır.

Muhterem Hakan Hakeri hocam konunun hukuki değerlendirmesini vukuf ile yapmışdır. Kendisine şükranlarımı sunarım.

‘Sağlık Bakanlığı’ ve ‘Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlıkları’nın bu yanlış uygulamadan vazgeçmeleri gerekmekdedir.

 

 

 

1. Katkı Pediatri Dergisi, 2006.

2. Houweling H, Verweij M, Ruitenberg EJ. Criteria for inclusion of vaccinations in public programmes. Vaccine 2010, 28: 2924-2931.

3. Hodgins DC, Shewen PE. Vaccination of neonates: problem and issues. Vaccine 2012, 30: 1541-59.

4. Fisker AB, Ravn H, Rodrigues A, Ostergaard MD, Bale C, Benn CS, Aaby P. Co-administration of live measles and yellow fever vaccines and inactivated pentavalent vaccines is associated with increased mortality compared with measles and yellow fever vaccines only. An observational study from Guinea-Bissau. Vaccine 2014, 32(5): 598-605.

5. Siegrist CA. Vaccine immunology. In: Vaccines. 5th Ed. Philadelphia: Saunders. Eds. Plotkin SA, Orenstein WA, Offit PA. 2008, Pp. 18-36.

6. Shoenfeld Y, Agmon-Levin N. ‘ASIA’ – autoimmune/inflammatory syndrome induced by adjuvants. J Autoimmun 2011, 36: 4-8.

7. http://iospress.metapress.com/content/e78n0861qlv220x7/

8. Round JL, Mazmanian SK. The gut microbiota shapes intestinal immune responses during health and disease. Nat Rev Immunol 2009, 9: 313-23.

9. Ferreira RB, Antunes LC, Finlay BB. Should the human microbiome be considered when developing vaccines? PLoS Pathog. 2010 Nov 18;6(11):e1001190. 10. Keles S, Artac H, Kara R, Gokturk B, Ozen A, Reisli I. Transient hypogammaglobulinemia and unclassified hypogammaglobulinemia: ‘similarities and differences’. Pediatr Allergy Immunol 2010, 21(5): 843-51.

“Mehtap”ın Aşılarla İmtihanı – Bölüm 1

“Mehtap”ın Aşılarla İmtihanı – Bölüm 1

“Öyküden hikayeler” adlı blogdaki “Başka bir bebek mümkün” adlı yazı başlığı altında aşılarla ilgili gelişen tartışmada karşımıza “Mehtap” karakteriyle çıkan arkadaşımızın birbiriyle çelişkili bildirimleri üzerine son cevabımı buradan paylaşıyorum. Oldukça uzun bir yazı, evet, ancak çocuğunuzun sağlığı ve hayatıyla ilgili vereceğiniz belki de en önemli karar olan aşılarla ilgili büyük resmin tamamını görmek ve internette hangi ağızlardan ne tür dezenformasyonun yayılmaya çalışıldığını anlamak istiyorsanız ayıracağınız zamana fazlasıyla değer bu bilgiler. Ancak buradaki açıklamalara geçmeden önce, ilgili linkte geçen yorumları okumanızı tavsiye ediyorum.

İşe öncelikle aşı sahnesindeki oyuncuları tanımakla başlayalım.

a) Çıkar gruplarının gizli/açık ilişkiler ağı

Türkiye’de takvime giderek daha fazla aşı eklendikçe ve buna bağlı olarak yaşanan yan etkiler kendini gösterdikçe anne-babaların çekinceleri de artıyor. Bu yeni bir olgu değil. Amerika, İngiltere başta olmak üzere aynı gerilim dünya genelinde uzun süredir yaşanıyor ve ilaç firmaları muazzam maddi kaynakları ve halkla ilişkiler kollarıyla, kendilerinin de çok iyi tespit etmiş olduğu gibi bilgiye erişimin en rahatlıkla sağlandığı internette gayet profesyonel şekilde büyük bir gözetleme, takip ve dezenformasyon çalışması yürütüyor. Bill Gates’in başını çektiği bu gözetleme, takip ve karşı tedbir uygulamalarından daha sonra bahsedeceğim.

İnternette “aşı” ile ilgili olumsuz ne yorum/yazı/grup/forum varsa orada yoğun şekilde bu ilaç firmalarının PR’ını yapan birçoğu kimliksiz (çeşitli takma isimler altında) kimileri ise kimliğini ortaya koyarak yorum yapan adanmış(!) “toplum gönüllüleri”ni işbaşında görebilirsiniz.

Amerika menşeyli bu örgütlenmenin merkez üssü kendilerini “sceptics” (şüpheciler) olarak adlandıran ve yoğun olarak ‘science-based-medicine” adlı, sözümona bilimsel konuları masaya yatırıp kendi aralarında fikir alışverşi yapmak üzere biraraya gelmiş hekim ve biliminsanlarının oluşturduğu bir gruptur. İlaç firmaları tarafında fonlanan bu oluşumun dünyanın her yerinde devşirdikleri, periyodik olarak seminerlerle eğittikleri, birtakım “logical fallacies” (mantık yanılgıları) kalıplarını karşılarındakinin her iddasını çürütmek ve konuyu esasından uzaklaştırarak ayrıntılarda boğmak üzere yetiştirdikleri ayak takımları vardır. Bunlar genel olarak ilaç firmalarının modern tıbba kazandırdığı çeşitli tedavi yöntemlerini ve özellikle son yıllarda aşı-otizm tartışmalarıyla ön plana çıkan, ilaç firmalarının can damarı aşı konusunda internette gerek açtıkları sayısız ve hemen hepsi birbirinin aynı bloglar, gerekse diğer blog ve forumlarda isimsiz ‘yorumcu’ kisvesi altında militarist dezenformasyon ve hatta karalama kampanyaları düzenlerler.

Mehtap’ın ‘önyargı’, ‘yanlılık’, ‘tarafsızlık’, ‘güvenilirlik’ konularındaki hassasiyeti sadece(!) aşıları sorgulayan kesime yönelikken, kalkıp bizzat referans olarak bu ilaç firmasının paralı askerlerini vermesi, 4 yıldır okuduğu sayısız kaynağın hangi ağızların dezenformasyonu olduğunu, 4 yıldır hangi eğitimden geçtiğini gayet açık ortaya koyuyor.

Bu tek yönlü olarak ‘ilaç ve sağlık endüstrisine yontan’ şüpheciliklerine ise bilimi kalkan etmekten geri durmuyorlar. Kendilerini ‘bilim’in savunucusu ilan ederken bloglarında bilimsel(miş) gibi gözüken iğneleliyici, istihzalı ve doğrudan kişileri hedef alan yazılara mesai harcıyorlar.

Gelelim bu ‘bilim’le ilgili büyük açığı Türkçe dilde kapatmaya çalışan gönüllü Türk skeptiklere. Yalansavar adlı oluşumun çatısı altında biraraya gelmiş bu bilim fedaileri internette aşılar, otizm, homeopati, holistik/alternatif sağlıkla ilgili Türkçe çıkmış ne yazı/haber/yorum varsa buradalar. Bu bilim gönüllülerinin ise yazıp çizdikleri ile ilgili bilgileri çokça ‘Science-based-medicine’da Gorski/Novella ve çetesinin çürütücü tezleri ve kendi konumlarını destekleyen yanlı/kusurlu bilimsel çalışmalarla sınırlı.

Twitter’da, çeşitli online bilim dergilerinde [Açık Bilim], ekşi sözlükte, çeşitli bloglarda, birtakım radyo ve podcast yayınlarıyla medyada hayli aktifler. Esasına bakılacak olursa herbiri işgüç sahibi, yoğun mesaisi olan bu insanların internette ilaç sanayiini ve büyük çıkar gruplarını savunmak adına bu denli yoğun mesai harcamaları oldukça özveri gerektirir. Ancak bizimkilerin ilaç firmalarından doğrudan para almadıklarını varsayacak olursak, vasatın üstünde bir google rating’i ve biraz da sanal şöhret adına canla başla çalışmalarını hafif tebessümle izlemek yeterli olacaktır.

GDO’nun, cep-telefonları/mikrodalga gibi elektromanyetik dalga yayan cihazların zararsızlığını bu arkadaşlarımız “biimsel” olarak kanıtlar bize. Alternatif tıp icra eden, aşının zararlarına da dikkat çeken, vitamin, doğal destek öneren hekimler neden “şarlatan”dır ve nasıl bu “sözde-bilim” akımına kapılmış tehlikeli kişilerdir yine bu arkadaşlarımızdan öğreniriz. Yeni bir akım zannettikleri doğallık, doğal ebevenylik onlara göre bir “doğallık safsatası”ndan ibarettir. Organik beslenmenin hiçbir getirisi yoktur.

Bir de safsata kılavuzları vardır; Amerikan skeptiklerinin propaganda amaçlı oluşturduğu “safsata/logical fallacies sözlüğü”nü Türkçeye kazandırmışlardır kendileri. Hiçbirinin ele aldıkları konuda bir uzmanlıkları olmamasına rağmen, sırtlarını Amerikan skeptiklerin hazır çürütmelerine dayar, krediyi de utanmadan kendileri alırlar. Çok parlak, zeki, bilime gönül vermiş, hazırcevap ve hatta kendilerini (bence patolojik bir durum olan) “geek” sıfatıyla tanımlayan, çoğu çoluk çocuk sahibi bile olmayan heyecanlı ‘genç’lerdir bunlar. Bize kimi okuyup kimi okumamamız gerektiğini, nasıl ‘düşünmemiz'(!) gerektiğini, kimin yanlı kimin yansız olduğunu, hangisine inanmamızın doğru olacağını gönüllü olarak “öğretir”, anlatırlar.

İnternette endüstrinin aleyhinde bir haber, yorum varsa ‘ekip’ olarak görebilirsiniz bu arkadaşları. Yalnız tepki aldıklarından ve saçmaladıkları defalarca yüzlerine vurulmuş olmasından mıdır yoksa pirleri David Gorski’nin mi izindedirler de saklanırlar bilinmez ama çoklukla ‘takma isimler’le, kimliklerini gizleyerek internette eğlenirken görebilirsiniz bu arkadaşları.

Bunları yorumlarından tespit etmek çok kolay:

  • Konu endüstrinin aleyhine ve çıkarlarına dokunuyorsa bizim skeptikler neden ortada böyle bir sorun olmadığını, niye gözümüzü kapatıp endüstiye biat etmemiz gerektiğini mutlaka “bilimsel kanıtlar”la anlatırlar. Karşıt fikirse sadece bir “komplo teorisi”ne indirgenir.
  • Otoriterdirler. Kesin yargılarla konuşular. Son noktayı mutlaka onlar koyar. Skeptik hocaları Novella, tartışmalarda nasıl bir dil kullanmaları gerektiğini, bloglarında yazıları hangi uzunlukta yazacaklarını, ne tür görseller kullanacaklarını anlatmıştır.
  • Yorumlarında mutlaka müridi oldukları “science-based medicine”dan fikirler görürsünüz ve hatta doğrudan sizi buraya yönlendirirler.
  • Sözde bilim”, “hurafe”, “bilim karşıtlığı”, “aşı karşıtı”, “bilimsel kanıt”, “safsata”, “confirmation bias/onaylama önyargısı” ve diğer mantık yanılgısı kalıpları bunların ‘buzzword’üdür, adeta imzasıdır.
  • Dini inanca sahip değillerdir; olanları küçümser, aşağılar ve bilim düşmanı ilan ederler. Kendileri için tek inanç sistemi vardır o da “bilim”. Bilimin onların savunmasına/korunmaya ihtiyacı vardır, hiçbiri biliminsanı olmamasına rağmen(!) birtek onlar bilimden anlar.
  • Sizi eleştirel düşünmeye davet ederler. Mutlaka neden yanlış düşündüğünüzü size mantık yanılgısı kalıplarıyla açıklarlar.
  • Sizin verdiğiniz referanslar kaynaklar HEP yanlıdır, güvenilir değildir. Bir tek ‘science-based medicine’da ya da devlet kurumlarının web sitelerinde yer verilen kaynaklar güvenilirdir ve kesin(!) doğrudur. Boşuna aksini kanıtlamaya çalışmayın, siz gözümle gördüm yaşadım deseniz bile bunu altın standartlı bilimsel çalışmalarla kanıtlamanızı beklerler. Onların hükümleri kesin, kararları bağlayıcıdır. Kendinizden bile şüphe etmeli ama onların şaşmaz ve yenilmez mantık ve bilgisine hürmet edip, inanmalı, güvenmelisinizdir.
  • Onlar düzeni temsil eder. Uzmanlar bilmeyecek de siz mi bileceksinizdir.
  • Karşıt fikrin savunulduğu bir blog yazısında topluca, bir ekip halinde yorum yaparlar. Sayıca üstünlük sağlanması onlar için önemlidir. Herbiri ayrı bir bilimsel çalışma atar ortaya, çullanma ve yıldırma operasyonuna maruz kalırsınız.

Yalansavar ekibinin toplu taarruzunu şu sayfadan inceleyerek yukarıda verilen yöntemlerin icra edilişini bizzat görebilirsiniz.

Sahnedeki oyuncular:

– Adı ekip arkadaşınca ifşa edilince gerçek ismiyle ortaya çıkmayı deneyen Bahadır;

– Daha ziyade marginis takma ismiyle görmeye alıştığımız Kerem bey;

– Kimdir nedir pek bilinmez bir Serdar bey;

– Ekip arkadaşlarının icraatlerini kumanda ederken onları yalnız bırakmama adına hep böyle tıp terminolojisine bürünmüş yorumlarıyla gördüğümüz, ya menenjitten ya kızamıktan çocuğunu kaybettiği iddiası ile internette boy gösteren ekip başı, burada “Mom of Two” (hep de iki çocuklu anne vurgusu var nedense) olarak boy göstermiş.

Peki kimdir bu skeptikler? Ne tür faaliyetleri vardır? Daha önce homeopatiyle ilgili bir yazı üzerinden gelişen tartışmada bu konuyla ilgili verdiğim bilgileri aktarmak istiyorum:


 

Bahadır [Uzun süre “Nalıncı Keseri” mahlasıyla yazmış ve yine “Marginis” mahlaslı arkadaşının ifşa etmesiyle gerçek ismi ortaya çıkmıştır],

Sana hitaben yapacağım son yorumlarımı ve aylardır sitede yapılan haberlerinizdeki eksik bırakılmış ve çarpıtılmış yönleri başka bir platformda ele alacağım, zira epey rahatsız olmuş durumdasınız “uzuuun” yorumlardan. Ele alınan konuların büyüklüğüne oldukça ters orantılı kısalıkta yazılar çıkıyor ve belli ki bilgi eksikliği de kronik.

Öncelikle Işıl’la birebir aynı ifadeleri kullanarak aynı kaynak ve çalışmaları göstermiş, pek gizemli ekip arkadaşınız Kerem’in hafiyeliğini Işıl’la karıştırmış olmamdan ötürü Işıl’a özür borcum var. Belki Kerem Bey ileride internette yapacağı yorumlarda biraz daha özgün bir dil kullanır ve mahlaslar altında başkalarının fikirlerini yaymaya çalışmazsa böyle yanlış anlaşılmalar olmaz.

Işıl’ın [ekip arkadaşları kendisine REİS diye hitap eder] İngilizce bırakılan kısımlarla ilgili eleştirisine gelince.. Tüm yazılarında verdiği kaynaklar İngilizce. Bunları okuyamayacak seviyede bir kitleye hitap ettiği inancındaysa Türkçe kaynaklar kullansın. Ya da kendi bizzat anlaşılmayacağını bildiği İngilizce kaynaklar ardına sığınmasın ve metin içinde kaynaklarını işaretlesin.

İyi bir doktor olup olmadığını Işıl’ın anlamak için icraate bakmak, baktığı ve iyileştirdiği hastalara sormak gerekir. Var mı? Tecrübe tıpta hayati önem taşır. Otorite olarak kendini ortaya koyan bir kişinin otoritesini neye dayandırdığı sorgulanmalıdır. Benden ona birkaç Türkçe link, belli ki tıptan ve Türkiye gündeminden uzak kalmış:

Prof. Dr. F. Cankat Tulunay’ın “İlaç Sanayiinin Süs Köpekleri ve Medyatik Maymunları” başlıklı yazısından: 

“Acaba sayın Bakan son TUS imtihanında kaç kişinin %50 den az not aldığını, veya % 0-20 arasında not aldığını açıklar mı? Herhangi bir meslek dalında temel bilgilerin bırakın %50 den azını %80 den azını bilenler o mesleği icra edebilirler mi? Burası Türkiye, her şey olabilir.”

“Dr. Harriet Fraad’a göre ilaç üreticileri rahatsızlıkları manipüle ederek ve bazen de hastalık üreterek kişilerin ruh sağlıklarını bozmakta ve onları ilaç kullanmaya yönlendirmekte. Bunun için doktorlara hediye, rüşvet, kendi ilaçlarının araştırılması için para vermekten çekinmemekte. Diğer taraftan bol miktarda süs köpeği yetiştirerek, rüşvetle eğitemediği (!!!) doktorları sözde toplantılarda eğitmekte ve onların beynini yıkamakta.”

“Hayalet yazarların doktorları ve sağlık otoritelerini kandırmak için yazdıkları makalelere örnekler. Umarım Türk doktorlar bunları referans olarak almamıştır!:”

http://www.felsefeforumu.com/viewtopic.php?f=130&t=3463

“Tıp bilimi en hızla değişen ve gelişen bir bilimdir. Farmakoloji gibi bazı tıbbi bilim dallarında bilimin yarı ömrü 6 aydır. Bilim yobazları bunları biliyor mu? Bilim tartışma demektir, yobaz olanlar bilim adamı olamaz.

KELLİM KELLİM LAYENFA (ANLAT ANLAT HEPSİ BOŞ), İNSAN NE KADAR AKILLI OLURSA OLSUN CAHİLLERİN YANINDA CAHİLDİR” (vurgu orijinal metindedir)”

Senin yorumlarımın anlam eksikliğine olan eleştirine gelelim.. ..

Eleştirileri anlayabilmek için konu hakkında geniş bilgiye sahip olmak, yazılanları ‘tarafsız’ bir bölgeden derinlemesine okumak, karşıt fikri illa çürütmek/arkadaşını kollamak motifiyle değil de gerçekten ne denildiğine bakarak düşünmek gerekir. Aksi takdirde bu gerçek skeptisizm değil, ‘Group Thinking’ olur, ki bu da mantık yanılgılarından biridir.

Gerçek “Skeptism” henüz ikna edici kesinlikte delil(ler) ortaya konmamış, tartışmalı ve kesin sonuca ulaşmamış olan konularda ‘kategorik ret’, inkar veya karşıt görüşün doğruluğuna işaret eden bulguları bilinçli veya biliçsiz bir şekilde görmezden gelme (cherry-picking) değil, tarafsız inançsızlık yani agnostik duruşa karşılık gelir. Verilen bilgileri salt karşıt olarak algıladığın gruptan geliyor diye okumayı bile reddetmek, doğruluğunu veya geçerliliğini bizzat kendin(!) araştırıp değerlendirmeden yanlış olacağına hükmetmek tam da bu retçi davranış şeklidir; yanlılık, önyargı göstergesidir.

Neden bu kadar tepkili olduğumu sormuşsunuz. Şöyle ki:

Yazıların tarafsız ve kaynaklarınızın güvenilir olduğu ve bizzat bunun sağlamasını yaptığınız iddasındasınız ve insanlara da aynını yapmayı öneriyorsunuz. Kaynak ve bilirkişi görüşü olarak özellikle Işıl’ın yazılarına aldığı ve sitenin bağlantıları arasında gözüken isimler hakkındaki şu bilgileri istersen incele ve sonra kararını ver; sence bu kişiler tarafsız ve güvenilir mi ve bunları kaynak olarak kulanmak ne kadar etik bir davranış?

Stephen Barret (quackwatch.com, Chirowatch.com., ratbags.com)

Skeptik hareketin kurucusu; Quackwatch, National Council Against Health Fraud (Quackbuster’ların zararlı ürünlere karşı tüketici haklarını savundukları iddasındaki kardeş kurumu), Quackbusters ve diğer skeptik site sahipleri birbiriyle bağlantılı. Yöneticileri, üyeleri, ve görüşleri ortak. Dr. Steven Novella ayrıca Quackwatch’ın tıbbi konulardaki danışmanı.

Alternatif sağlık uygulaması yapan doktor ve kuruluşlara karşı saldırıları, açtığı çoklu davalar ve bunları kaybetmiş olmasıyla tanınıyor; kendisini pekçok alanda uzman olarak tanıtan bu kişi uzun süre davalarda bilirkişilik yapıp bundan kişisel gelir elde etmiş bir kişi.

Psikiyatri dalında “Board Certified” olabilmek için gerekli sınavları geçemediğinden kariyeri boyunca sadece alt düzey yarı-zamanlı işlerde çalışabilmiş ve çalıştığı hastane kontratını feshettikten sonra başka herhangi bir hastanede iş bulamayan Barret, son 5 sene boyunca yalnızca 9 özel hasta edinebildiği için 1993′te kendini emekliye ayırmak zorunda kalmış.

Böylelikle tıptan kendini azad eden Barrett “quackbusting”e [şarlatan avı] el atmış ve Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA-Food and Drug Administration) ile koordineli olarak(!), medicopharmanın ilaç ve tedavi yöntemlerini kullanmayan “alternatif” sağlık profesyonellerinin şarlatanlıklarını ortaya çıkarmaya kendini adamış ve bu sayede beklediği ilgiyi çekmeyi başarmış.

Bu noktada, ne yenip içileceğine ve hangi ilaçların piyasaya sürüleceğine karar veren merci olan FDA’in uyguladığı sistematik baskı ve usulsüzlükleri değerlendirebilmen için şu linklere bakmanı öneririm ve ardından da lütfen FDA onaylı olarak piyasaya sürülen kaç ilaç ve aşının sonradan toplatıldığını da araştır ve bir de “codex alimentarius”a bak:

http://www.democracynow.org/2012/7/17/spying_on_scientists_how_the_fda

http://www.redorbit.com/news/science/1112656688/fda-caught-spying-on-whistleblowers/

http://www.whistleblowers.org/index.php?option=com_content&task=view&id=1231&Itemid=104

Mahkemeden mahkemeye koşan Barret’in bu devletle koordineli maskaralığı Kaliforniya’daki 39 Alternatif Tıp uygulayıcısı ve üreticisine (homeopatlar) birden açtığı davaya kadar sürüyor. “Yaptıklarının bilimsel olarak kanıtlanmamış” olması nedeniyle sahtekarlık yaptıklarını ve tüketiciyi yanılttıklarını iddia eden davaların hepsini kaybediyor.

Yayınlanan mahkeme kararındaki açıklama:

“The trial court concluded NCAHF failed to prove a false or misleading statement. King Bio’s expert testified the products were safe and effective. The products were included in the Homeopathic Pharmacopoeia and complied with FDA guidelines. NCAHF presented no evidence that King Bio’s products were not safe and effective, relying instead on a general ATTACK on HOMEOPATHY, made by witnesses [Barrett ve Sampson ] who had NO knowledge of, or experience with, King Bio’s products, and who were found to be BIASED and UNWORTHY OF CREDIBILITY.”

Bu ne demek? Resmi olarak bu kişinin Hoöeopati hakkında mahkemede söyleyeceği hiçbir şeyin yasal geçerliliği olamaz ve bu karar örnek oluşturucu bir karar olduğu için de mahkemede Barrett’in yazılarını kaynak gösteren bir avukat şikayet edildiği takdirde barodan ihraç ettirilebilir! İşte kaynak kontrolü böyle yapılır Bahadır, Novella veya Gorski’nin gösterdiği kaynakları aynen kullanarak değil.

Kaliforniya Yüksek Mahkemesi ayrıca, Barrett ve Sampson’un davayı kazanmaları halinde bundan kişisel kazanç elde edecekleri belirlendiğinden mahkeme kanallarını kişisel çıkar sağlamak amacıyla kullanmaya çalışmalarından ötürü kınıyor.

Buradan ne öğreniyoruz? Bu iki kendini “uzman” ilan etmiş doktor, arkalarına ilaç şirketlerinin müşterisi konumundaki devlet kurumu, FDA’i de alarak kendi finansal çıkarları için alternatif sağlık uygulayıcılarının itibarlarını beşpara etmeye ve yaşam kaynaklarını söndürmeye çalışıyorlar. Komplo, Türkçe’si ‘fesat’ budur işte.

Barrett ve bir diğer gözden düşmüş skeptik B. Baratz’ın Kanada’da açtıkları davaya karşı açılan ve iddianamesi yüzlerce sayfaya ulaşan dava sonucunda Barret ve Baratz davacının şu iddalarını mahkemede kabul etmek zorunda kalıyor:

“The sole purpose of the activities of Barrett & Baratz are to discredit and cause damage and harm to health care practitioners, businesses that make alternative health therapies or products available, and advocates of non-allopathic therapies and HEALTH FREEDOM.

Barrett has strategically orchestrated the filing of legal actions in improper jurisdictions for the purpose of frustrating the victims of such lawsuits and increasing his victims costs.

Barrett failed the exams he was required to pass to become a Board Certified Medical Doctor.“

Aynı anda en az 14 farklı (ve pahalı) dava açmışlığı var Barrett’in. Avukat masrafları, takibi ve süresini düşündüğünde nereden baksan herbiri en az 100.000 dolar para eder. Oregon’daki federal mahkemede Barrett’in geliri sorgulanıyor ve 2 senelik gelirinin $54,000 olduğunu beyan etmek zorunda kalıyor.

Sen olsan “şüphe”lenmez misin aynı anda bunca pahalı davayı açacak parayı nerden bulduğunu? BigPharma ve BigMedicine’inin ortaklaşa hertür rakibini yasaklamalar(!) yoluyla piyasadan silme çalışmalarında kullandığı frontman’lerden yalnızca biri Barrett.

Tıp tarihini ve özellikle Amerika’daki gelişimini, kurum ve kuruluşları, kanunları bilmeden tüm bu münferitmiş gibi gözüken olaylar arasındaki bağlantıyı kuramazsın. Ortada koskoca bir fesat varken sen her şeyi komplo teorisi der geçersin.

1976′da Amerikan Tıp Birliği (American Medical Association (AMA)), -hani şu kendi ailesi homeopatik remedy’ler kullanırken kendi yarattığı ilaç ve kanser sanayinin gelişebilmesi için bu birliği, kendisinden daha önce oluşmuş ve halk arasında büyük kabul gören homeopati birliğine karşı kuran Rockefeller’in her dönemde “alternatif” ilan ettiği sağlık uygulamalarına karşı silah olarak kullandığı birlik- Amerika’daki “chiropractic”i bitirmek için açtığı savaşı kaybediyor.

Bir federal mahkeme AMA’nın şiropraktörlere karşı gizli operasyon yürüttüğü ve bu faaliyetlerine son vermeleri gerektiği kararına varıyor.

AMA’nın toparladığı bilgi dosyaları her nasılsa Stephen Barrett’te mevcut.

Quackbusterlar/Sözde-skeptikler hemen hepsi birbiriyle bağlantılı bir dizi websitesi açma furyası başlatıp bunların da teknik ayak oyunlarıyla Google’da da hep ilk sayfaya yerleşmesini sağlıyorlar.

Bu sitelerden bazıları: NCAHF, Quackwatch, Acupuncturewatch, Allergywatch, Autismwatch, Bioethicswatch, Cancer Treatment Watch, Casewatch, Chelationwatch, Chirobase, Credentialwatch, Dentalwatch, Device Watch, Diet Scam Watch, Homeowatch, Infomercialwatch, Internet Health Pilot, Mental Health Watch, MLMwatch, Naturowatch, NCCAMwatch, Nutriwatch, Pharmwatch, ve Quackwatch.

Google’da “aşı-karşıtı” site taraması yapmışsın, yukarıdaki sitelere de tek tek bir bak istersen; hepsinin sayfa düzeni, ana sayfada kullandığı “ördek doktor” imgesi aynıdır. (sizin “mis’vak’ the rock” da pek manidardır.) Bunlarda hep başka sitelerden apartılmış metinler bulunur, bunun için çoğunlukla da devletin resmi kuruluşlarının sitelerini kullanırlar. Orijinal herhangi bir bilgiye rastlayabilirsen şanslısındır. Bu sitelerin çoğu güncellenmez ya da kırk yılda bir güncelleme olur. Başka yerlerde yayımlanmış makalelerin toparlandığı yerlerdir. Bu güncellenmeyen siteler orda, Google’da ilk sırada kalır da kalırlar, oltaya takılan adam sayısı arttıkça şöhretleri büyür. Bu siteleri okuyan insanlar da bunlardan muteber bilgi edindiklerini sanırlar..

David Gorski ve Steven NovellaRespectful Insolence, Science-Based Medicine, NeuroLogica

İlaç endüstrisi sponsorluğundaki Science Blogs yazarlarından, biri ağzı bozukluğuyla ünlü diğeri biraz daha saygın ve “bilimsel” gözüktüğü için sahneye çıkarılmış propagandistler, ahbap çavuşlar. Aşı güvenilirliğini ve sağlıkta seçim özgürlüğünü savunan insanları “Aşı-karşıtı” ilan edip savaş açmışlardır.

Gorski’yi nasıl tanımlamam gerektiğini bilmiyorum; tek kelimeyle belki “zavallı” denilebilecek, sade insanlara ve meslektaşlarına dümdüz sövüp sayıp hakaret etmekte beis görmeyen, bu sayede skeptik akımın Barrett’ten sonra tahtına oturmuş, ilaç ve sağlık endüstrisinin çıkarına ters düşecek hertür buluş, çalışma ve özellikle aşılar ve otizm konusunda aktif rol oynayan, bağlantılı skeptik çetesiyle aşılanmış ve aşılanmamış çocukların sağlık durumunun karşılaştırmasını yapmak üzere oluşturulmuş bir çalışmaya örgütlü şekilde veritabanını çarpıtıcı bilgiler girip bu şekilde sonsuz eğlenen bir “biliminsanı”dır..

Gorski, “Respectful Insolence” [Saygılı Terbiyesizlik] adlı propaganda ve dezenformasyon blogunda “Orac” mahlası adında yazmaya başlar, aşılar ve genel olarak kendi alanı olan kansere çare olabilecek tedavi yöntemleri ortaya koyan “alternatif”ler kaleme aldığı saldırgan yazılarındaki çıkar ilişkilerini ortaya koyacak bağlantılarını gizlemeye çalışır, ancak sonunda yakayı ele verir ve kimliği teşhir edilir.

Kendisi dünyanın en büyük aşı üreticisi olan Sanofi-Aventis ilaç firmasına çalışan, bir başka aşısever ve Işıl’ın çok sevdiği ve yakından tanıdığını belirttiği, makalelerini kaynak olarak gösterdiği aşı patenti sahibi, “otizm otoritesi” Paul Offit’e desteğini esirgemeyen, artık yaşı kemale ermekte ancak hala bekar [Güncelleme: 50’sine varmadan evlenmeyi başarabilmiştir], çocuksuz ve aşılar-otizm bağlantısını örtbas etmeye yarayan çalışmalarıyla milyonlarca kişinin nefretini kazanmış doktordur. Kanser ilaçları geliştirmeye çalışmakla meşguldür..

Bu insanın BigPharma bağlantılarını, Asperger’s sendromlu Jack Crosby açığa çıkarmıştır.

Novella hakkında kendin araştırma yaparsın, ancak benim bildiğim kadarıyla yeni yetme skeptik internet çetesine hangi iddiaları nasıl ve hangi savlarla, bol bol logical fallacy kalıbı da kullanmayı ihmal etmeyerek çürütmeleri gerektiğini öğreten [örn. Skeptical Inquirer’da yayınlanan 1 Kasım 2007 tarihli “Vaccines and Autism: Myths and Misconceptions” makalesi), uzmanlık alanları dışında bilimselmiş görüntüsü altında yalan yanlış yaydığı bigiler çürütülmüş başöğretmen, mentor’dur. Kendi sitesinde yalan ve yanlışlarını ortaya çıkaran bilim adamlarından gelen yorumları sansürlemeleriyle her ikisi de ünlüdür. Seminerden seminere koşar, skeptik mürit yetiştirir! Sağ kolu Gorski ile birlikte SciencebasedMedicine blogunu çıkarır.

Kendisi ile eleştirel yazıya şuradan ulaşılabilir.

Bu ikili arasındaki fark, Novella’nın skeptiklerin oyun alanı Wikipedia’da biyografisi yer alırken Gorski’den eser olmamasıdır. Gorski’nin Wikipedia’da “MastCell” mahlası altında alternatif ve tamamlayıcı tıp karşıtı dezenformasyonunu yandaş skeptikleriyle yaymaya çalışırken yine kimliği ortaya çıkarılmış ve kendini daha ziyade bloguna vermiştir.

Işıl’ın da yazılarında yine bol bol, “aşı-karşıtı” doktorların biyografik bilgilerini sık sık girip değiştiren, çarpıtan, alternatif tıp konusunda da kesinlikle karalayıcı yanlı yayınlar yapan, bu önüne gelenin editör olabileceği wikipedia ve rationalwiki kaynaklarına dayanması tesadüf müdür? Bildiğimiz kadarıyla kendisi de türkçe viki’ye aynen örnek aldığı bu skeptik babaları gibi katkıda bulunmak üzere başvurmuştur..

Dr. Paul Offit

Uzatmamak adına en son Paul Offit’le lgili kısaca söylenmemişleri yazıp kapatalım.

Enfeksiyonel hastalıklar uzmanı bir pediyatristtir. BigPharma’nın Amerika’daki en ünlü ve air-time’ı en yüksek propagandistidir. Aşılar ve otizm konusunun kapandığını, bilimin bağlantı yoktur kesin(!) sonucuna ulaştığını buyurmuştur.

MERCK ilaç şirketine danışmanlık yapar, aynı zamanda Merck’ün kendi çalıştığı hastanesindeki milyon dolarlık kürsünün başkanıdır ve Merck’ten çıkardığı Rotateq aşısının [rotavirüsü aşısı] patentini paylaşır.

CDC’ye bağlı ACIP: The Advisory Committee on Immunizations Practices (aşı takvimine hangi aşıların alınacağına karar veren devlet kuruluşu) kurulunda üyedir. Halihazırda kendisi rotavirüsü için aşı geliştirmeye çalışırken bir başka rotavirüsü aşısının aşı takvimine alınması için oy kullanmış, onayladıkları bu aşı 1 sene içinde bağırsak tıkanması ve ölüme yol açtığı için toplatılmış ve bir iki sene sonra yerine Offit’in aşısı piyasaya sürülmüştür. Işıl ise tüm bunlarda, çıkar çatışması oluşturacak bir şey olarak görmüyor ve ne var canım, dünya kadar insanın aşı patenti var diyor?! Peki bu dünya kadar insanın kaç tanesi aynı zamanda kendi aşısını onaylayacak kurumda yer alıyor??

Aşıların güvenilirliğini sorgulayan ve Offit’çe “aşı-karşıtı” ilan edilmiş kitlenin endişelerini gidermek için kaleme aldığı makalesinde, “DO VACCINES “OVERWHELM” THE IMMUNE SYSTEM?” bölümüne bakılacak), endişeye mahal yok, “bebekler “teorik”(!) olarak aynı anda 10.000 aşı olabilir” buyurmuş, ancak bilim dünyasından bu hesaplamayı destekleyecek bir başka açıklama gelmemiştir.

Işıl ise Offit’in bu talihsiz açıklamasını savunmak amacıyla: “Zira benim gördüğüm, genelde aşı karşıtı web siteleri adamcağızın(!) konuşmalarından bir cümleyi cımbızlayıp yayınlıyorlar. Genel akış içinden kopunca cümle son derece manipulatif bir hale geliyor.” şeklinde yorum yapmıştı. Buyursun bağlamında değerlendirebilmesi için araba markasına kadar bildiği ancak makalelerini okumadığı Offit’in “bilimsel” açıklamalarını görsün ve madem çok iyi bir doktor desin ki evet, bu teorik hesap her çocukta aynen çalışır.

Offit’ten son inci ise, insanların kanun yoluyla kendilerine dayatılan aşıları olmamak için kullanabilecekleri felsefi ve dini ret haklarının yasaklanması yönündeki çağrısıdır. Çünkü Amerika’da aşılanma oranlarınının artık ayyuka çıkan rezaletlerle düşüşe geçtiği görülmektedir.

Offit’in radyo programına çıkarak ezberden aynı beylik PR repliklerini anlattığı Dr. Öz’ün ‘alternatif akımların faydalı yönlerine de eğilmek gerek’ tavrını son derece yanlış bulan Offit, bir başka cephede daha “savaş”maya karar vermiş ve alternatif tıp hakkında da kitap hazırlığında olduğunu söylemiştir. Ne tesadüftür ki Dr Öz, Işıl’ın bitkisel destek ürünler konulu yazısında kötü adam olarak işaret edilmiştir.

Işıl’ın yine aşılar ve komplo teorileri yazısında “hayırsever işadamı” olarak gösterdiği, içinde bulunduğumuz onyılı “aşı onyılı” ilan etmiş, dünyada aşılanmamış çocuk bırakmayacağız düsturuyla Afrika’daki çocukları silah zoruyla aşılamaya başlamış Bill Gates’in Monsanto ve büyük petrol şirketleriyle ilişkisini bir araştır istersen, ne kadar hayırsever görelim. Babasının geçmişini de araştır, Rockefeller’ların hangi kurumunda çalışmışlığı vardır ve bu kurumun ideolojisi nedir? [Öjenist “Aile Planlaması Derneği”/Planned Parenthood]

Yazılarınızın dayandığı kaynaklarla ilgili resim bu.. Tepkim, belki de farkında olmadan bilimi savunmak adına (bilim de skeptiklerin tekelinde çünkü) kapılıp gittiğiniz bandwagon’un farklı bir ajandası olduğunun idrakindendir. Propaganda’nın tanımına bir bak lütfen ve tekniklerini incele. Sonra isim takmalar, alaya almalar, yaftalama, karalama ile tek yönlü yayın yapmanın hangi kapıya çıktığını ve KİME HİZMET ETTİĞİNİ düşün lütfen; simetrik skeptisizmi elden bırakma.

Soros’un Türkiye’de Açık Toplum Enstitüsü’nün artık bir Türk malı(!) vakıf haline getirildiğini biliyorsun sanırım. Desteklediği üniversiteler, akademisyenler, gazeteciler, sivil toplum örgütlerini ve düşünce kuruluşlarını araştır lütfen (ör. Açık Radyo, Açık Site, Bianet). Soros’un dünyanın her yerinde kitle iletişim araçlarını ve devşirebildiği genç beyinleri kullanarak ülkeleri Amerikan kapitalizminin pazarı haline getirdiğini düşün.

Açık bilim hareketindeki [Yalansavar yazarlarının birçoğu Türkçe online Açık Bilim dergisinde yazardır] gelişimi irdeleyen şu ilginç yazıyı mutlaka okumanı tavsiye ederim; buradaki farmakoloji, ilaç tekelleri ve yine Soros’un desteklediği oluşumlar konusunda belki daha sonra daha derinlemesine araştırmak isteyeceğin ipuçları yakalarsın. http://haber.sol.org.tr/bilim-teknoloji/elsevier-boykotundan-sonrasi-haberi-51739

Homeopati konusunda biraz daha “bireysel” araştırma yaparsan, yaşanan olayın tamamen kendi ilaçlarını ve tedavi yöntem ve cihazlarını tekelleştirmek isteyen ve bunun karşısındaki en büyük tehdidin de giderek genişleyen kitlesiyle homeopati olduğunu görürsün. Quizdeki sorular daha çok bu konuyu düşünmenizi sağlamak içindi.

Aşağıdaki linki incele lütfen ve Homeopatinin yaygın olarak tıp fakultelerinde okutulup uygulandığı Avrupa ülkelerindeki (Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere, İspanya) durgunlaşmadan nasıl tedirginlik duyulduğunu gör. İleriye dönük pazar arayışı ve karlılık artırımında Türkiye’ye biçilen rolü de lütfen incele. Tek başına bu kaynak bile büyük resmi görmek için yeterli aslında.

http://www.myhealthnwellness.com/index.php/more/ipbd/global-pharma-market/151-global-pharmas-market

Dünyada CAM [Complementary Alternative Medicine / Tamamlayıcı/Bütünleyici Tıp] çerçevesi altında, tüm tedavi çeşitlerinin, insanların istedikleri tedaviyi seçme hakları engellenmeden, iyi yanlarının klasik tıpla birlikte tamamlayıcı olarak kullanılması önerilirken ve doğru olanın bu olması gerekirken, “zararlı” diye yasaklayamadıkları homeopatiyi, işe yaramıyor, o zaman bu hastaları kandırmaya yönelik bir health fraud’durdan hareketle “yasak”lamaya çalışan BigMedicoPharma’nın takipçisi olduğunuz noktada insanların gönüllerini de kazanırsınız.

Bilim kimsenin tekelinde değildir ve herhangi bir çıkar grubunun bu yolda bir girişimi varsa ki var, en başta biliminsanlarının buna karşı durması gerekir. Bundan sonraki yazılarınızda zaten GDO’yu filan da savunmaya başlarsanız, post tamamen düşecek ve kurt görünecek gibi geliyor bana.

Bahsettiğin kitapları da listeye aldım, teşekkürler, ancak ben genel anlamda insanlara nasıl ve ne düşünmeleri gerektiğini öğretmeye çalışan kaynaklara da şüpheyle bakmayı tercih ederim; yine de kitap bu şekilde yazılmış olmayabilir, bakıcaz artık..

Son söz şu olsun: “the road to hell is paved with good intentions” [Cehenneme giden yolun taşları iyilik taşlarıyla döşenir.].


Aşı sahnesindeki diğer oyuncularla devam edelim şimdi de…

GAVI (The Global Alliance for Vaccines and Immunization):

Global İmmünizasyon çalışması yürüten kuruluşların biraraya gelmesiyle oluşmuştur Global Aşı ve İmmünizasyon Paktı (GAVI) adındaki bu kuruluş. Partnerleri arasında çokuluslu kuruluşlar, uluslararası kalkınma bankaları, vakıflar, ilaç sanayii, STK’lar ve hepsinden önemlisi devletlerin ulusal sağlık programları bulunur.

GAVI Yönetim Kurulu şu örgüt ve kuruluşlardan oluşur:

4 yenilebilir üyesi: DSÖ, UNICEF, Dünya Bankası ve Bill & Melinda Gates Vakfı.

11 rotasyonlu üyesi:

– Vakıf: Rockefeller Vakfı

– Gelişmekte olan ülke hükümetleri (iki adet): Bhutan ve Mali

– Gelişmiş ülke hükümetleri (3 adet): Kanada, Hollanda, Norveç

– Sivil Toplum Kuruluşu (STK): Bill Gates’in PATH kurumundaki ‘Gates Children’s Vaccines Program’ adlı çocukluk dönemi aşıları programı

– Gelişmiş ülke İlaç sanayii: Aventis Pasteur

– Gelişmekte olan ülke ilaç sanayii: Gen Mühendisliği ve Biyoteknoloji Merkezi (Centre for Genetic Engineering and Biotechnology (CIGB))

– Araştırma Enstitüsü: ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü (National Institutes of Health/NIH) ve

– Teknik Sağlık enstitüsü: Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (Centers For Disease Control/CDC)

– GAVI’de başkanlık görevini ilk yerine getiren DSÖ Genel Başkanı Dr. Gro Harlem Brundhand, ardından yerini UNICEF’in idari başkanı Carol Bellamy’ye bırakıyor.

GAVI Çalışma Grubu:

DSÖ, UNICEF, Dünya Bankası, GAVI Sekreteryası, Global Çocuk Aşıları Fonu (Global Fund for Children’s Vaccines), PATH bünyesindeki Gates Çocuk Aşıları Programı, Maryland Üniversitesi Tıp Fakültesi, USAID ve Wyeth-Ayerst Laboratuvarları.

PATH (Program for Appropriate Technology in Health)

Merkezi ABD’de Seattle’da olan ‘Sağlıkta Uygun Teknoloji’ adlı bu kar amacı gütmeyen kuruluşun sloganı “global sağlık katalistiyiz”dir.

1977’de bakınız yine “aile planlaması” odaklı çalışmalar yürütürken zamanla yelpaze genişlemiş ve sağlık teknolojileri, anne ve çocuk sağlığı, üreme sistemleri sağlığı, aşılar ve “bağışıklama” çalışmalarına geçmişlerdir.

22 ülkede(!) çalışan 1.200 personeli vardır, bütçesi yaklaşık 305 milyon dolardır ve merkezleri tıpkı Bill & Melinda Gates Vakfı gibi South Lake Union’dadır.

Menenjit ve pnömoni (zatürre) aşıları geliştirmek üzere biyoteknoloji ve ilaç firmalarıyla çalışır ve bir yandan da ülkelerin rotavirüsü [Paul Offit’in aşısı] ve Japon Ensefaliti gibi çocukluk çağı aşıları takvime alıp uygulamasına yardımcı olur.

Çeşitli vakıflardan, Amerikan devletinden, başka devletlerden, STK’lardan ve bireylerden bağış alır.

Bill Gates’in vakfından da Hindistan‘da yenidoğan ve anne sağlığı projesi geliştirmek için 24.3 milyon dolar bağış almıştır.

Yürüttüğü ‘Children’s Vaccine Program’ (Çocuk Aşıları Programı) için de 2003’te 27 milyon dolar bağış almıştır.

Amerikan MERCK ve İngiliz GSK firmalarına milyonlar kazandıracak olan HPV (genital siğil) aşısıHindistan hükümeti rutin aşı takvimine alsın diye uğraşırlarken tıp etiğine aykırı deneyler yürütmüş, kişilerin “aydınlatılmış rızaları” alınmadan bu şaibeli aşıyı yoksul köylerdeki kız çocuklarında denemiş ve bunu yaparken bir dizi kanunu da çiğnemiştir. Bu etik dışı aşı deneyleri sırasında 7 kız çocuğunun ölümü üzerine Hindistan parlamentosu Sağlık Bakanlığını soruşturma yürütmekle görevlendirmiş, ancak Sağlık Bakanlığı kurulan komisyona doğrudan çıkar çatışması olan bireyleri atamıştır. Bunlardan biri, Merck‘ün Bill Gates’le birlikte Sağlık Bakanı Ghulan Nubi Azad’ı etki altına almak üzere fonladığı bir kişidir. Hindistan parlamentosu, Bill & Melinda Gates Vakfı tarafından fonlanan bu aşı deneyinin soruşturulmasını talep etmiştir. [KAYNAK]

PATH’ın “sağlığa katalist” etkisinden diğer bir örnek de 2012‘de Afrika’da Çad‘da denediği yeni menenjit aşısı MenAfriVac‘ın yol açtığı felç vakaları.

MenAfriVac, Hindistan’ın Serum Institute of India Limited ilaç firması [hani 2013’te Türkiye’deki salgında Türkiye Sağlık Bakanlığı’nın son kullanım tarihi geçmek üzere olan tekli kızamık aşılarını sağladığı firma] tarafından üretilmiş ve ‘soğuk zincir’ önlemlerine (soğutucu ve buz paketleri ile transportasyon ve saklama) olmadan 4 güne kadar taşınabildiği gerekçesiyle onay almış bu aşı, Menenjit Aşı Projesi kapsamında yaklaşık 500 çocuğa vurulmuş, ancak bunlardan 7 ve 18 yaşları arasındaki 40‘ı paralizi geçirmiş yani felç olmuş, aynı zamanda halüsinasyonlar ve konvülsiyonlar (nöbet) geçirmiştir.

571 milyon dolar bütçeli bu ‘Menenjit Aşı Projesi’nin websitesinde aşının 40 derece sıcaklığa kadar ‘kontrollü ısı zinciri’ ile 4 güne kadar saklanabileceği, bunun özellikle Afrika’da soğuk zincire harcanan paralardan tasarruf sağlayacağı belirtilmiş.

Afrika’nın sıcağında bu son teknoloji harikası aşının nasıl işe yarayacağı bizzat DSÖ ve Bill & Melinda Gates Vakfı tarafından da dile getirilmiş, övülmüştür.

Oysa, üretici firmanın ürün bilgisinde açıkça aşının 2-8 derece arasında saklanması ve ışıkla temasından kaçınılması gerektiği yazıyor.

Ülkenin cumhurbaşkanı Idris Deby Itno, kampanya öncesinde vatandaşlarına bu aşının zararsız olduğuna, güvenli şekilde muhafaza edildiğine ve olanları 10 yıla kadar menenjitten koruyacağına dair teminat veriyor.

Projenin ortakları GAVI Paktı, PATH, DSÖ, UNICEF ve Bill & Melinda Gates Vakfı.

Ancak yaşanan skandaldan sonra bu kuruluşların hiçbirinden bir açıklama gelmediği gibi medyada da bu haber hiçbir şekilde yer bulmuyor nedense. Hatta devletin hiçbir resmi sitesinde de bu olayla ilgili hiçbir bildirim yok! Aşı programı askıya dahi alınmamış!

Aşıya tam 571 milyon dolar harcarken acaba bu kuruluşlardan hiçbiri Afrika’da temiz su erişimi, gıdaya erişim gibi alanlara yatırım yapılsaydı daha fazla insanın hayatta kalması sağlanabilirdi diye düşünmüş müdür?!

Gelelim Türkiye’ye… Özellikle Türkiye’de 2013 yılı sonu itibariyle menenjit aşılaması büyük bir korku propagandası eşliğinde çocuklarımıza önerilmeye başlandı biliyoruz ki. Sağlık Bakanlığımıza bağlı ‘Aşı Danışma Kurulu’muzun bunu da rutin aşı takvimine ekleme çalışmaları ve Türkiye’de kulanılan aşının Guillaln-Barre sendromu, yani felçle ilişkisi için şuradaki inceleme yazıma bakabilirsiniz.

BILL GATES ve POLIO AŞILAMASI

Gezegenin en hayırsever(!) işadamı ve dünyanın en zengin özel vakfının [Bill &Melinda Gates Vakfı] sahibi Bill Gates, Hindistan’da polio’nun eradike edilmesi için açılan kampanyaya tam 1.9 MİLYAR dolar bağışlamıştı ve bu uluslararası koordinasyonla yönettikleri programla polio’yu eradike edemediler, ancak pekçok çocuğu eradike etmeyi başardılar!

1988 yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Uluslararası Rotaryenler Derneği, UNICEF ve Amerikan CDC kurumu tarafından kurulan Global Polio Eradikasyon İnsiyatifi adlı kurum, yürüttükleri kampanya ile 2010’da Hindistan’da sadece 42 doğal polio virüsü ile enfeksyion vakası görüldüğünü duyurdu.

Bu başarıya imza atan aşımız OPA, yani ağzıdan damla olarak verilen Oral Polio aşısı.

Önce polio’nun özelliklerini biraz tanımakta fayda var.

Polio, kontamine dışkı (kaka) ile temasla (örneğin enfekte olmuş bir bebeğin altını değiştirirken) veya havadaki zerreciklerle, yiyecek veya suyla yayılan bulaşıcı, viral bir hastalık. Virüs vücuda burun ve ağız yoluyla giriyor, buradan barsaklara geçerek inkübe ediyor.

Sonrasında, barsaklardan kana geçiyor ve anti-polio antikorları oluşuyor. Çoğu durumda bu noktada virüsün ilerlemesi duruyor ve birey polio’ya kalıcı bağışıklık kazanmış oluyor. KAYNAK: Okonek BM, et al. Development of polio vaccines. Access Excellence Classic Collection, February 16, 2001:1. www.accessexcellence.org/AE/AEC

/CC/polio.html#

Birçoğumuz yanlış şekilde polio kapan herkes felç olur veya ölür diye düşünürüz. Bunda elbette devletlerin sağlık birimlerinin bizlere aşılanabilir herhangi bir hastalıkta korkutma amacıyla ÖNCElikle en kötü senaryoyu sunmasının büyük katkı payı var. Ancak, polio enfeksiyonlarının çoğunda ancak birkaç belirgin semptom ortaya çıkıyor.

KAYNAK: Volk WA, et al. Basic Microbiology, 4th edition. Philadelphia, PA: J.B. Lippincott Co., 1980:455.

Hatta esasına bakılacak olursa, doğal polio virüsüne maruz kalan kişilerin %95’i salgın durumunda bile hiçbir belirti göstermiyor!

KAYNAK: Physician’s Desk Reference (PDR); 55th edition. Montvale, NJ: Medical Economics, 2001:778.

ve Burnet, M., et al. The Natural History of Infectious Disease New York, NY: Cambridge University Press, 1972:16.

Enfekte kişilerin sadece %5‘inde hafif belirtiler, yani boğaz ağrısı, boyun tutukluğu, başağrısı ve ateş gibi belirtiler görülüyor ki bu da çoğu kez basit bir soğuk algınlığı veya grip teşhisi alabiliyor.

KAYNAK: a) Physician’s Desk Reference (PDR); 55th edition. Montvale, NJ: Medical Economics, 2001:778.

b) Neustaedter R. The Vaccine Guide. Berkeley, California: North Atlantic Books, 1996:107–8

Kas paralizisinin hastalığa yakalanmış her 1.000 kişide 1 gibi bir oranda seyrettiği tahmin ediliyor

KAYNAK: Physician’s Desk Reference (PDR); 55th edition. Montvale, NJ: Medical Economics, 2001:778. ve Baby Center. The Polio Vaccine (0-12 months). www.babycenter.

com/refcap/155.html?CP_bid=

Bu durum bazı araştırmacı bilimadamlarına ‘paralitik polio’ [felç] geliştiren bu az sayıda insanda hastalığa anatomik yatkınlık olabileceğini, nüfusun geri kalan ezici çoğunluğunun ise polio virüsüne doğal olarak bağışık olabileceğini düşündürtmüş.

KAYNAK: Moskowitz R. Immunizations: The Other Side.Mothering Spring 1984:36.

Paralitik polio nadiren kalıcı üstelik, çoğu kez felçten tam iyileşme sağlanıyor

KAYNAK: Harry NM. The recovery period in anterior poliomyelitis. British Medical Journal 1938; 1:164–7. ve Ramlow, J., et al. Epidemiology of the post-polio syndrome. American Journal of Epidemiology 1992;136:783.

Birkaç gün içinde kas gücü yerine gelmeye başlıyor ve sonraki 12-24 ay içinde iyileşme devam ediyor. [bkz bir öncekii kaynaklar]

Vakaların çok düşük bir yüzdesinde paralizi kalıntısı görülüyor.

Çok nadir olarak da solunum kaslarında paralizi nedeniyle ölüm gerçekleşiyor. [bkz. Yukarıdaki kaynak]

Tedavi için hastanın yatakta istırahati sağlanıyor ve tutulan uzvun tamamen rahatlaması sağlanıyor. Şayet kişi nefes almakta zorlanıyorsa bir solunum cihazı veya eskilerin ‘demir ciğeri’ kullanılıyor. Gerekirse fizik tedavi uygulanıyor.

Bu arada, polio mevzubahis olduğunda mutlaka yanına iliştiriliverilen demir ciğerlerdeki çocuk fotoğraflarına baktığımızda sanki o dönem herkes felç geçirmiş de demir ciğere sokulmuş sanırız. Hayır, bu resimlerde gösterilen yerler Amerika’daki “referral center”lar, yani ülkenin dört bir yanından solunumda sıkıntısı olanların yönlendirildiği az sayıdaki sağlık merkezinin fotoğrafı bunlar. O dönemde de yollarda polio’dan düşüp ölen çocuklar filan yok yani. Bu da propaganda tekniklerinin en işe yarayanlarından biridir ve yetkililer de bunun gayet iyi farkında.

Polio ile tarihi ve tıbbi gerçekleri öğrenmek istiyorsanız, Dr. Suzanne Humphries’in sunumuyla şu linkteki videoyu Türkçe altyazılı olarak izleyebilirsiniz. O dönem polio olarak adlandırılan “hastalıklar”ın nedenlerini, daha sonra hangi ayak oyunlarıyla polio’nun eradike edilmiş gibi gösterildiğini ve bugün hala yaşanan felç vakalarına neden artık “polio” denmediğini öğrenebilirsiniz. Videonun özeti denilebilecek yazıya da şuradan ulaşabilirsiniz.

Tabii, “Mehtap” ve internetteki diğer “Mehtaplar”ın bizlere hep saygın, güvenilir kuruluş olarak gösterdiği, bol bol kaynaklar sunduğu, Türkiye’de hekimlere seminerlerde dayatılan propagandanın da kaynağı CDC’nin polio aşılamasıyla ilgili de sicili hiç parlak değil.

Örneğin, bizzat kendi websitesinde yaptıkları polio aşılamasıyla yaklaşık 98 milyon Amerikalıya kanserle ilişkilendilmiş maymun virüsü SV40’yi bulaştırdıklarını tam 50 yıl sonra(!) itiraf ettikleri şu sayfaya bakalım:

Kanser, Simian Virus 40 (SV40) [40 no.lu Maymun Virüsü] Bilgilendirme Sayfası

– SV40, bazı maymun türlerinde bulunan bir virüstür.

– SV40, 1960’da keşfedilmiştir. Kısa süre sonra bu virüs polio aşılarında bulunmuştur.

– Bir bölümü SV40 ile kontamine haldeki polio aşısı 1955’ten 1963’e kadar 98 milyondan fazla Amerikalı bir veya daha fazla(!) dozda polio aşısı olmuştur; 10 ila 30 milyon Amerikalının SV40 ile kontamine aşıdan olmuş olabileceği tahmin edilmektedir.

– SV40 virüsü insanlardaki bazı kanser türlerinde tespit edilmiştir, ancak bu kanserlere SV40’nin yol açıp açmadığı tam bilinmemektedir.

– Mevcut bilimsel kanıtlar ağırlıklı olarak SV40 ile kontamine aşının kansere yol açmadığını gösterecek yöndedir; ancak, bunun aksini gösteren bazı araştırmalar da olduğundan bu konuda daha fazla bilimsel çalışmaya ihtiyaç vardır.

– Bugün kullanımda olan polio aşılarında SV40 yoktur. Eldeki mevcut tüm kanıtlar polio aşılarında 1963’ten beri SV40 bulunmadığını göstermektedir.

Wikipedia da tabii CDC’den alıntı yapıyor polio aşıları sayfasında, “Kontaminasyona dair kaygılar” başlığı altında. Bakalım ne diyor?

“1955-1963 arasında kullanımda olan iğne şeklindeki polio aşısının (IPV) stoklarında SV40 olduğu tespit edilmiştir. [53] OPV aşısında yoktur. [53] Bir bölümü SV40 ile kontamine haldeki polio aşısı 1955’ten 1963’e kadar 98 milyondan fazla Amerikalı bir veya daha fazla dozda polio aşısı olmuştur; 10 ila 30 milyon Amerikalının SV40 ile kontamine aşıdan olmuş olabileceği tahmin edilmektedir. [53] Daha sonra yapılan analizler, 1980’lerin sonuna kadar eski Sovyetler Birliği ülkelerinde üretilen ve SSCB, Çin, Japonya ve bazı Afrika ülkelerinde kullanılan aşıların kontamine olabileceğini göstermektedir ki bu da yüzlerce milyon kişinin daha SV40 virüsü almış olabileceğini gösterir. [58]”

Bu noktada, aşı tarihinin gelmiş geçmiş en ünlü ve nüfuz sahibi bilimadamlarından, Merck firması için kızamık, kabakulak ve kızamıkçık aşılarının geliştirilmesinde rol almış Dr. Maurice Hilleman‘ın verdiği görüntülü bir röportajda başta polio aşısı olmak üzere diğer pekçok aşıda (örn. Sarı Humma aşısındaki lösemi virüsü gibi) ve dönemin polio aşılarında SV40, AIDS ve kanser virüslerinin cirit attığını itirafını izleyin.

Dr Hilleman bu açıklamaları yaparken meslektaşları kahkahaya boğuluyor, belli ki aşılardaki bu ölümcül kontaminasyonu fazlasıyla komik buluyorlar. Polio aşısındaki SV40 virüsünü (ve tabii 40. numaraya geliceye kadar diğer 39 ayrı virüsü) kendi aralarında tartışırken Hilleman’ın meslektaşları, o dönem Sabin‘in bu aşısının [SV40 virüsü ile kontamine olduğu bilinmesine rağmen!!] saha çalışması deneyleri Rusya’da yapılmakta olduğundan, “tümörle dolu” Rus atletlere karşı Amerika’nın Olimpiyatları kazanma şansının artmış olacağını(!) söyleyip eğleniyorlar! Bu aşıların kansere yol açacağını biliyorlar! SV40 ile enfekte ettikleri deney farelerinden 2-3 hafta içinde tümör fışkırıyor.

Bu bildirimler öyle komplo teorisi filan değil, bizzat Merck’ün en yetkin aşı bilimadamlarından birinin sözleri. Bu söyleşinin yapıldığı dönemde öyle internet filan yok, bu videonun dolaşıma gireceğini belli ki aklına bile getirmemiş Hilleman. Bunun bilim camiası içinde bir sır olarak kalacağını düşünüyordu herhalde. Bu olayın basına niye yansımadığı kendisine sorulduğunda ise verdiği cevap, Mehtap’ın verem aşısıyla ilgili tutumunu düşünecek olursak oldukça düşündürücü. Hilleman, buna “Eh, herhalde gidip bunu anons edecek haliniz yok, bu bilim camiası içinde kalması gereken bilimsel bir mevzu”(!) yanıtını veriyor.

Buradan aşılar üzerinde çalışan bilimadamlarının bu denli önemli bir sorunda bile meslektaşları bilimadamlarını (bu durumda, Sabin) nasıl koruduğunu görebiliyoruz. Tüm kirli sırlar kendi sessizlik çemberlerinin dışına çıkmıyor, aşılarındaki kontaminasyonla ilgili gerçeği halka(!) açıklama gereği duymuyorlar.

Mehtap da verem aşısının son derece nadir görülen bir komplikasyonu için yapıldığını öne sürdüğü Türkiye’deki verem aşılaması için “Ancak kabul etmek gerekir ki, “bu asi veremden korumaz” dendiginde o anneyi nasil ikna edeceksiniz.” diyerek hekimlerin kasıtlı olarak aşının fayda ve risklerini çarpıttığını, açıkça yalan söylediğini ve bunun da mazur görülmesi gerektiğini lafın arasına katıveriyor. Hiçbir tıbbi müdahalenin yapılma amacını, yarar ve zararlarını hekimlerin çarpıtma, danışanına eksik ya da abartılı şekilde açıklama ve özellikle de korkutma amacıyla yalan söyleme hakkı yoktur. Tıp etiğinde buna yer hiçbir şekilde yoktur ve hatta bu bir suçtur! Blogda aşılarla ilgili yazmaya başlarken en ön sırada “Aydınlatılmış rıza” konseptine ve hakkına yer vermişltim. Belli ki sistemdeki bu sorunun ehemmiyeti konusunda yanılmamışım. Lütfen herkes hasta/danışan olarak haklarının ne olduğunu araştırıp öğrensin, kendilerini aldatmaya çalışan hekim veya sağlık personelini doğrudan şikayet etsin.

Biz yine CDC’nin polio aşılarındaki SV40 kontaminasyonu ile ilgili bildirimlerine dönelim.

Kamuoyuna sürekli “güvenli” ve “etkili” olduğu söylemiyle dayattıkları ve her geçen gün sayısını arttırdıkları aşıların bizzat hastalığa, hatta ve hatta kanser gibi feci bir hastalığa yol açtığının kabulü CDC’nin yaratmaya çalıştığı kurşun geçirmez aşı güvenliği mitine bir de aşı ret hakkını tümden yasaklamak için kampanya yürüttükleri bir zamanda büyük bir halkla ilişkiler darbesi indiriyor.

Peki ama acaba bu SV40 ve polio aşılarıyla sınırlı kalmış talihsiz ve münferit bir olay mıdır yoksa adına da “adventitious viruses” [dışarıdan tesadüfen karışmış olan virüsler] dedikleri, aralarında farelerdeki meme tümörü virüsü gibi “içkökenli retrovirüsler” ve daha bulunmamış nice virüsün olduğu geniş skalada kirletici bugün dahi aşı üretimi için kullanılan ‘seed stock’ (tohum virüs stoğu) ve ‘hücre substrat’larını kirletmeye devam etmekte midir, asıl soru bu. Düşünecek olursak, Hilleman’ın da videoda söylediği gibi SV40 sonuç itibariyle aşılarda buldukları 40. virüsün adı ve bu daha 50 sene önceki vaka. Vaksinolog ve virologlar kimbilir daha hangi gün ışığına çıkmamış hastalık vektörleri buldular aşılarda ve bizim haberimiz bile olmadı!

Üstelik, CDC’nin sitesinde verdiği bilgiler oldukça yanıltıcı. Örneğin CDC diyor ki:

“SV40 virüsü insanlardaki bazı kanser türlerinde tespit edilmiştir, ancak bu kanserlere SV40’nin yol açıp açmadığı tam bilinmemektedir.”

Oysa SV-40’nin karsinojenite mekanizması gayet iyi bilinmekte tıp dünyasında. Bu virüs, insanlardaki tümör baskılayıcı p53 proteininin, ki bu protein insan genomunda instabiliteyi ve kanser oluşumunu önlemedeki kritik rolü dolayısıyla “genom muhafızı” olarak tanımlanan bir gen ürünüdür, transkripsiyonel özelliğini düşürüyor. [KAYNAK: Read, A. P.; Strachan, T.. Human molecular genetics 2. New York: Wiley; 1999.ISBN 0-471-33061-2. Chapter 18: Cancer Genetics.]

p53 devre dışı kaldığında, programlı hücre ölümü (apoptosis) ve hücre siklusu aresti işlev göremez hale geliyor ve bu da kontrol dışı (ölümsüzleştirilmiş) hücre çoğalışına ve tümör oluşumuna neden oluyor. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler SV40’nin tümör oluşturma özelliğini teyit etmiş durumda [KAYNAK: M Carbone, R Stach, I Di Resta, H I Pass, P Rizzo. Simian virus 40 oncogenesis in hamsters.Dev Biol Stand. 1998 ;94:273-9. PMID: 9776247], ki bu da çeşitli insan tümörlerindeki SV40 mevcudiyetinin kanserle tesadüfi bir korelasyondan ziyade nedensel ilişkisini destekler yöndedir.

KAYNAKLAR:

Regis A Vilchez, Claudia A Kozinetz, Amy S Arrington, Charles R Madden, Janet S Butel. Simian virus 40 in human cancers. Am J Med. 2003 Jun 1 ;114(8):675-84. PMID: 12798456

Narayan Shivapurkar, Takao Takahashi, Jyotsna Reddy, Yingye Zheng, Victor Stastny, Robert Collins, Shinichi Toyooka, Makato Suzuki, Gunjan Parikh, Sheryl Asplund, Steven H Kroft, Charles Timmons, Robert W McKenna, Ziding Feng, Adi F Gazdar. Presence of simian virus 40 DNA sequences in human lymphoid and hematopoietic malignancies and their relationship to aberrant promoter methylation of multiple genes. Cancer Res. 2004 Jun 1;64(11):3757-60. PMID: 15172980

Fernanda Martini, Alfredo Corallini, Veronica Balatti, Silvia Sabbioni, Cecilia Pancaldi, Mauro Tognon. Simian virus 40 in humans. Infect Agent Cancer. 2007 ;2:13. Epub 2007 Jul 9. PMID:17620119

Regis A Vilchez, Claudia A Kozinetz, Amy S Arrington, Charles R Madden, Janet S Butel. Simian virus 40 in human cancers. Am J Med. 2003 Jun 1 ;114(8):675-84. PMID: 12798456

P Rizzo, I Di Resta, R Stach, L Mutti, P Picci, W M Kast, H I Pass, M Carbone. Evidence for and implications of SV40-like sequences in human mesotheliomas and osteosarcomas. Dev Biol Stand. 1998 ;94:33-40. PMID: 9776223

D S Schrump, I Waheed. Strategies to circumvent SV40 oncoprotein expression in malignant pleural mesotheliomas.Semin Cancer Biol. 2001 Feb;11(1):73-80. PMID:11243901

Khaled Amara, Mounir Trimeche, Sonia Ziadi, Adnene Laatiri, Mohamed Hachana, Badreddine Sriha, Moncef Mokni, Sadok Korbi. Presence of simian virus 40 DNA sequences in diffuse large B-cell lymphomas in Tunisia correlates with aberrant promoter hypermethylation of multiple tumor suppressor genes. Int J

S G Fisher, L Weber, M Carbone. Cancer risk associated with simian virus 40 contaminated polio vaccine. Anticancer Res. 1999 May-Jun;19(3B):2173-80. PMID: 10472327

Kristin K Deeb, Aleksandra M Michalowska, Cheol-Yong Yoon, Scott M Krummey, Mark J Hoenerhoff, Claudine Kavanaugh, Ming-Chung Li, Francesco J Demayo, Ilona Linnoila, Chu-Xia Deng, Eva Y-H P Lee, Daniel Medina, Joanna H Shih, Jeffrey E Green.Identification of an integrated SV40 T/t-antigen cancer signature in aggressive human breast, prostate, and lung carcinomas with poor prognosis. Cancer Res. 2007 Sep 1;67(17):8065-80. PMID:17804718

Giuseppe Barbanti-Brodano, Silvia Sabbioni, Fernanda Martini, Massimo Negrini, Alfredo Corallini, Mauro Tognon. Simian virus 40 infection in humans and association with human diseases: results and hypotheses. Virology. 2004 Jan 5;318(1):1-9. PMID:15015494

CDC’nin ayrıca SV40 virüsünün kansere sebebiyet verdiğinin henüz kanıtlanmamış olmadığını söylemesi de yanıltıcı, zira hangi kanser türü olursa olsun bunun tek bir sebepten kaynaklandığı zaten söylenemez. SV40’nin birtakım tümörlerin patojenezinde eşetkenlerden biri olduğu gayet iyi biliniyor [Fang Qi, Michele Carbone, Haining Yang, Giovanni Gaudino. Simian virus 40 transformation, malignant mesothelioma and brain tumors. Expert Rev Respir Med. 2011 Oct ;5(5):683-97. PMID: 21955238 ve Lynn M Crosby, Tanya M Moore, Michael George, Lawrence W Yoon, Marilyn J Easton, Hong Ni, Kevin T Morgan, Anthony B DeAngelo. Transformation of SV40-immortalized human uroepithelial cells by 3-methylcholanthrene increases IFN- and Large T Antigen-induced transcripts. Cancer Cell Int. 2010;10:4. Epub 2010 Feb 23. PMID: 20178601]. O yüzden de baştan savmacı bir şekilde hiçbir alakasının olmadığı izleniminin verilmesi veya etkisinin minimize edilmeye çalışılması yanlış.

CDC: “Eldeki mevcut tüm kanıtlar polio aşılarında 1963’ten beri SV40 bulunmadığını göstermektedir.”

Acaba öyle mi? 2005’te, Cancer Research (Kanser Araştırmaları) dergisinde şu başlıkla bir makale yayımlandı: “Bazı oral polio aşıları 1961’den sonra enfeksiyöz SV-40 ile kontamine olmuştur.”  Bu çalışmanın yapılmasındaki amaç ise insanlarda görülen çok sayıda tümörde SV40’ye rastlanmış olması ve DSÖ‘nün 2000 yılında, 1961’den sonra üretilmiş polio aşılarının test edilmesi yönünde tavsiye kararı yayımlamış olmasıdır. Yapılan testlerde, doğu Avrupa’dan büyük bir üreticinin (EEVM) 1960’ların başından aşağı yukarı 1978‘e kadar ürettiği ve dünya çapında kullanılmış olan aşılarında SV40 virüsü bulunmuş. 3 ayrı teknikle yaptıkları testlerde EEVM’de 2 ayrı enfeksiyöz SV40 suşu bulmuşlar.

Araştırmacıların bu bulguyla ilgili yorumu şöyle:

“Test ettiğimiz EEVM numuneleri 1966 ve 1969 yıllarında üretilmiş olduğundan en azından o döneme kadar bazı polio aşılarının SV40 ile kontamine olduğunu göstermiş bulunuyoruz. Test edilen EEVN aşı numuneleri (Tablo 1), 1978’e kadar kullanımda kalan aynı ‘tohum virüs’ten üretilmiş aşılar olup belli ki SV40’den temizlemek için başka herhangi bir saflaştırma işlemi (pürifikasyon) yapılmadığı görülmektedir. Dolayısıyla, 1978’de yeni bir ‘tohum virüs’e geçilinceye kadar üretilmiş EEVM aşılarının SV40 barındırdığı düşünülebilir. Sözkonusu tohum virüsü veya bundan üretilmiş aşılarla ilgili bilgi mevcut değildir. Bu yüzden, elde ettiğimiz verilerden yola çıkarak EEVM aşılarının tam olarak ne zaman SV40’den arındırılmış olduğunu tespit edebilmiş değiliz, ancak bunun DSÖ’nün sağladığı ve testlerimizde temiz çıkan tohum virüsü stoğunun kullanılmaya başlandığı 1980’li yıllara tekabül ettiğini söylemek mümkün.”

Bu noktada, bugün hala Türkiye’de kullanımda olan oral polio aşılarının (OPA) Amerika’da gayet iyi bilinen tehlikelerinden dolayı kullanımdan kaldırıldığını ve yerine iğne şeklindeki inaltive edilmiş (öldürülmüş) aşılara (IPV) geçildiğini belirtelim.

1961’den beri görülen polio salgınlarının neredeyse tümü oral polio aşısından kaynaklanmıştır.” – IPV aşısının mucidi Jonas Salk‘un Amerikan senatosu altkomitesine verdiği ifadede geçen itiraftır.

Amerika gibi gelişmiş ülkelerde 1973’ten beri doğal polio virüsünden ziyade bizzat aşı (OPA) yüzünden gelişen polio vakaları nedeniyle paralizi (aşıya bağlı polio paralizisi/vaccine-associated polio paralysis/VAPP) ortaya çıktığı tıp literatürüne geçmiş durumda. Hatta bu yüzden, CDC’ye bağlı Amerikan ‘Bağışıklama Uygulamaları Danışma Kurulu’ (ACIP), 2000 yılında OPA’yı tamamen kullanımdan kaldırıp IPV aşısına geçiyor. Daha sonra 2004’te de CDC çıkıp bakın ne güzel, yaptığımız bu aşı değişikliğiyle artık aşıdan kaynaklanan polio vakası görmüyoruz, bu Amerika’da halk sağlığı adına büyük bir başarıdır(!) açıklaması yapıyor, kendi kendini tebrik ediyor! Hakikaten devletin 1990’dan 2003’e kadar olan verilerine bakılınca, Amerika’da en son görülen aşıya bağlı polio vakasının 1999’da olduğu görülüyor.

Peki ama, 30 yıl boyunca bu zayıflatılmış canlı virüs aşısının, bizzat aşıyı olmuş kişilerde ve etraflarındaki temaslı kişilerde SHEDDING dediğimiz, dışarıya canlı organizma yayma yoluyla polio’ya yol açtığı bilinmesine rağmen(!) devlet neden ısrarla bu aşıyı önermiş?

Cevap: Temas bağışıklığı! (Contact Immunity)

Canlı ve zayıflatılmış virüs aşılarını olan kişilerin dışkıları veya vücut sıvılarıyla temas eden aşılanmamış kişilerin bu yolla “bağışıklanması” sağlanıyor.

Ve devlet, 30 sene boyunca halka ‘çocuğunuzun olduğu aşıdan polio kapabilir ve bazı durumlarda felç olabilirsiniz” bilgilendirmesini yapmadan(!), kendi aklınca bebekler vasıtasıyla toplumdaki yetişkin popülasyonu da pasif olarak bağışıklıyor!

Ucuz ve uygulanması kolay olmasının yanında OPA’nın en büyük tercih sebebi işte bu! ‘Aydınlatılmış rıza’ hakkını çöpe atabilirsiniz, sizin bilginiz dahi olmadan devlet sizi bağışıklıyor! OPA ile aşılanmış bebeğinin altını değiştirirken polio kapıp felç geçiren yetişkinlere defalarca tazminat ödediklerini Amerika’nın bizim gibi ülkelerde yaşayan halk biliyor mu? HAYIR.

“Mehtap”ın CDC’den verdiği linke bakalım:

Bir doz OPA almış çocukların dışkısından 6 haftaya kadar aşıdaki canlı polio virüsü yayılabiliyor [SHEDDING]. Maksimum ‘shedding’, aşılamadan sonraki 1-2 hafta içinde görülüyor, özellkle de de ilk dozdan sonra oluşuyor bu. Aşıyı olan bireylerden, bunlarla temas halindeki kişilere aşı virüsü geçebiliyor. Aşılı kişinin kakasıyla temas eden bireyler aşı virüsü ile enfekte olabiliyor.“

Bu aşıları olmuş kişilerle temas eden kişilerin %25‘inin(!) bu yolla “bağışıklandığını” belirtiyor meşhur Paul Offit (for profit). [KAYNAK: Offit, Paul A. (June 2010). “Polio Vaccine”. The Children’s Hospital of Philadelphia. Retrieved 18 August 2010.] Ancak pasif yolla kazanılmış bu bağışıklığın, sürü bağışıklaması ile korumaya çalıştıklarını iddia ettikleri vücut mukavemeti düşük, bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde çok ağır, hatta ölümcül sonuçlara yol açabileceğini halka söyleme gereği duymuyorlar!

ACIP’in 2000’de terk ettiği bu tehlikeli aşı (OPA), bugün 3. dünya ülkeleri ile birlikte Türkiye’de de kullanılıyor.

“Mehtap” da anlamakta zorluk çekmiş neden Türkiye’de OPA kullanıldığını, muhtemelen “bir test aşamasıdır” buyurmuş. Oysa engin aşı bilgisiyle bunun nedenini çözümleyebilmesini beklerdik. Haklı olduğu bir nokta var, o da hakikaten Türkiye’deki insanlar üzerinde bu aşıyla gizli ve hukuksuz bir “temas bağışıklığı deneyi” yapıldığı. Sağlık Bakanlığı’nın OPA aşılamasının bu yönü ile ilgili kamuoyuna hiçbir açıklaması olduğunu zannetmiyorum. Bilen, duyan varsa lütfen göstersin! O zamana kadar, devlet halkı üzerinde yürüttüğü bu uzun süreden beri devam eden deneyde insanları kobay faresi yerine koymaya devam edecek!

Bugün Türkiye’de çocuklar 2 yaşın altında DaBT-IPA-Hib 5’li karma aşı ile tam 4 doz Inaktive polio aşısı, bunun üzerine 6. 18. aylarda 2 doz da OPV aşısı oluyorlar! [KAYNAK: http://www.asidunyasi.com/bagisiklama/saglik-bakanligi.aspx]

E peki 2013’ün sonunda, Suriye’deki küçük çaplı polio salgınını bahane edip Sağlık Bakanlığı Türkiye genelinde 5 yaş altı çocuklara 2 doz daha OPA uygulama kararı almadı mı?! [KAYNAK: http://www.medimagazin.com.tr/ana-sayfa/guncel/tr-cocuk-felcine-karsi-5-yas-alti-cocuklara-ek-asi-yapilacak-1-11-54483.html]

Mehtap’ın IPV için çok uzun süre, OPA için de muhtemelen ömür boyu koruyor bilgisine haiz değil mi bizim Sağlık Bakanlığı? 2 yaş altında toplam 6 doz polio aşısı olmuş çocukların 5 yaşına kadar bile korunmayacağını mı düşünüyorlar yoksa, bu kadar mı güvensizler bu ömür boyu koruyan aşılarına karşı?! Yoksa 6 doz verdikleri aşı 3 sene bile korumazken bir 7.si veya 8.isi mi koruyacak?!

Mehtap’ın verdiği CDC aşı bilgilendirme formunda tam olarak ne yazıyor bir de ona bakalım:

IPV, OPA’ya göre daha az lokal mide-barsak bağışıklığı sağlıyor gibi gözüküyormuş, o yüzden IPV alanlar OPV alanlara oranla doğal polio virüsünü kapmaya daha müsaitmiş.

E bizim çocuklar ikisini de oluyor, 4 ondan 2 bundan? Mehtap’ın verdiği CDC linkine göre de bu şekilde aşılanan çocuklar polio için komple aşı dizisini almış ve bağışıklanmış(!) sayılıyormuş? Madem bağışıklar artık, daha neden ek doz alıyorlar?

IPV’nin sağladığı bağışıklığın süresi kesin olarak bilinmiyormuş?! Ancak, önerilen tüm dozlar [4 doz] alındığı takdirde uzun yıllar koruduğu tahmin ediliyormuş?!

OPA için ise poliovirüsüne karşı bağışıklık sağlamada son derece etkili diyor CDC. OPV’nin tek dozu, aşılananların %50’sinde her 3 virüs tipine de “bağışıklık” oluşturuyormuş [burada bağışıklık kazandırmanın, kendilerince belirledikleri bir oranın üzerinde antikor üretimi anlamına geldiğini hatırlatalım; yani, tutup aşıyı olan kişiyi doğal virüse maruz bırakıp bu kişi gerçekten hastalığı kapıyor mu kapmıyor mu diye bakılmıyor, sadece aşıyı vurduk, ne kadar antikor oluştu diye bakılıyor! Antikor mevcudiyetini bağışıklık manasına gelmediği ise tıpta uzun yıllardır bilinen bir olgu aslında!]

3 doz alanların %95’inden fazlasının her 3 virüs tipine “bağışıklandığı”nı tespit etmişler. Diğer canlı virüs aşılarında olduğu gibi, oral polio virüsü aşısı da MUHTEMELEN kişiye ömür boyu bağışıklık kazandırırmış. OPA ayrıca mükemmel barsak bağışıklığı sağlarmış bu da sizi doğal virüsle enfeksiyondan korurmuş.

Mehtap ne diyordu bizlere?

“Altinci sayfa. IPV icin uzun yillar, ancak OPV icin muhtemelen omur boyu deniyor. Ayni zamanda “As with other live-virus vaccines, immunity from oral poliovirus vaccine is probably lifelong” cumlesine de dikkat cekerim.“

Mehtap hala arkaik ve YANLIŞ “antikor=bağışıklık” bilgisinde kaldığı için dikkatimizi canlı aşıların nasıl ömür boyu koruduğuna çekiyor 🙂

Hala anlamıyor; şayet bu gerçek olsaydı, her 10 senede bir “hedefimiz şu yılda kızamığı, polio’yu eradike etmek” deyip, bu hedeflere 40-50 yıldır bunca yüksek aşılanma oranlarına rağmen ulaşamayıp, tekrar tekrar hedefi bir sonraki onyıla çekmek zorunda kalmazlardı. Ömür boyu koruyan aşılarıyla şu ana kadar diledikleri enfeksiyonel hastalığı eradike etmişlerdi!

Tabii, Mehtap burada dikkatleri başka yöne çalışmakta haklı.

Sürekli başvurduğu “eksik bilgilendirme” (half-truth fallacy!) yöntemiyle IPV’nin koruyuculuk süresi ile ilgili uçuruverdiği ‘IPV’nin sağladığı bağışıklığın süresinin kesin olarak bilinmediği’ bilgisi kendisinin verdiği “uzun yıllar korur” bilgisiyle pek örtüşmüyor? Aşının uzun yıllar koruduğu sadece bir “tahmin”den ibaret oysa!

CDC, bilgilendirme formundaki bunca bilgi için topu topu 5 referans göstermiş, şaşılacak şey, 5’i de yine CDC’nin kendi sitesinden.

Oysa aşı etkinliği/koruma süresi için burada verilen bildirimlerin geçerliliğini, doğruluğunu araştırmak isteyenler için bu bilgilerin hangi aşı üreticisinin kaç kişi üzerinde, ne kadar süreyle yaptığı deneylerin sonuçlarına dayandığını belirtmesi gerekmez miydi? Belli ki hayır. Ve belli ki aramızdan pek araştırmacı olan bazı arkadaşlar, resmi kaynaklarda geçiyorsa bu kesin doğrudur şeklinde geçirmiş “sayısız kaynak okudukları” uzun yılları.

CDC’nin bilgilerini bizzat biz kaynağına giderek araştıralım bakalım neler çıkıyor?

Verdiği linkte Amerika’da Sanofi-Pasteur‘ün IPOL adlı IPV aşısının kullanımda olduğu yazılmış. Aşı her üç tipini ihtiva ediyor polio virüsünün, pek güzel. Virüsler maymun böbreği doku kültüründe büyütülmüş (Vero cell line) ve formaldehidle inaktive edilmiş! Hilleman’ın videosunda maymunlar ve ihtiva ettikleri sayısız virüsle ilgili kısmı bir daha izleyin derim bu noktada. Hani şu FDA’in kanserojen maddeler klasmanına aldığı formaldehid. Daha mı neler var aşıda: koruyucu olarak 2-phenoxyethanol (antifriz etken maddesi!) ve eser miktarda neomycin, streptomycin ve polymyxin B. Ne güzel, bebekler aşılarla hayatlarındaki ilk antibiyotik turlarını da almış oluyorlar böylelikle!

[Aşılardaki kontaminasyon sorunu ile ilgili olarak şu linki, aşı içeriğindeki maddelerin sağlığa etkileri ile ilgili olarak şu linki ve Paul Offit’in aşısında da bulunan domuz virüsleri ve diğer kontaminantlarla ilgili kısa bilgi için şu linki inceleyebilirsiniz.]

Bakalım üreticinin bilgilendirme formu ne diyor aşılarının etkinliği (vurulduktan sonra kişiyi hastalıktan koruma gücü (efficacy) hakkında…

Ve fakat o da ne? Firma bu bilgileri vermemiş bile. Onun yerine verilen bilgilere geçmeden önce “effectiveness” ve “efficacy” terimleri arasındaki ayrımı da bu noktada bilmemiz gerekiyor.

İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü , İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Gülbin Gökçay anlatmış bizlere bu ayrmı:

Aşının koruyuculuğu (Vaccine efficacy): İdeal koşullarda aşının yarattığı koruyucu etki;

Aşının etkinliği (Vaccine effectiveness): saha uygulamalarında aşının yarattığı koruyucu etki

Aşı prospektüsünde şu bilgilere yer verilmiş:

İnaktive polio virüsü aşısı, virüsün her üç tipine de nötralize edici antikor üretimi sağlar ki bu da koruyucu etkiyle alakalıdır.

Ve

ABD’de aşı için onay, aşının sağladığı immünojenesite [bağışıklık sağlayıcılık] ve güvenlik profiline bakılarak verilmiştir.

İmmünojenesite dediğimiz şey basit bir şekilde, vücudumuzun yabancı bir maddeyi tespit edebilme ve buna bağlı olarak immün yanıt oluşturabilme [antikor üretebilme] kapasitesidir oysa.

Üretici firmanın verdiği serokonversiyon oranları da şöyle:

Yapılan çalışmalara göre, hayatın ilk yılında aşıdan 2 doz alan bebeklerde, tespit edilebilir serum nötralize edici antikor (nötralize edici titer ³1:4) için seroprevelans oranları (Virüs tip 1 için) %88 ila %100 arasında; (Virüs tip 2 için) %84 ila %100 arasında; ve (virüs tip 3 için) %94 ila %100 arasındadır.

Serokonversiyon denilen şey kanda antikor bulunması demek, bunların hastalığı önlemesi demek değil.

Ve can alıcı nokta .. IPOL aşısı için tedavülden kaldırılan, geri çekilen 1950’nin Salk aşısı verileri kullanılmış!

Yukarıdaki bildirimler için verilen referanslara baktığınızda gördüğümüz şey şu:

8. Salk J, et al. Antigen content of inactivated poliovirus vaccine for use in a one- or two-dose regimen. Ann Clin Res 14: 204-212, 1982

9. Salk J, et al. Killed poliovirus antigen titration in humans. Develop Biol Standard 41: 119-132, 1978

10. Salk J, et al. Theoretical and practical considerations in the application of killed poliovirus vaccine for the control of paralytic

poliomyelitis. Develop Biol Standard 47: 181-198, 1981

11. Unpublished data available from Sanofi Pasteur SA

12. Unpublished data available from Sanofi Pasteur Inc.

SONUÇ: eIPV (veya IPOL)’ün koruyucu etkisi, kör ve kontrollü bir deneyle bilimsel olarak gösterilebilmiş değil! Aşının etkinliği (sahada sizi ne kadar koruyacağı) bilinmiyor!

Bırakmayalım IPOL prospektüsünü ve devam edelim. Şöyle deniyor:

Poliovirüsü enfeksiyonlarının %90 ila %95’i asemptomatikdir [belirtisiz seyreder]. Enfeksiyonların %4 ila %8′inde düşük ateş ve boğaz ağrısının eşlik ettiği non-spesifik hastalık (hafif hastalık) oluşur.”

Bize polio’dan çocuğun ölür, felç olur deniyordu oysa?! Peki Illinois Tıp Dergisi’nin “Polio Aşılarının Mevcut Durumu” adlı makalesinde ne deniyor:

“Polio enfeksiyonu ile klinik hastalık arasındaki farkı ortaya koymamız gerekir. Burada kullanılması gereken prototip, bildirimi yapılması gereken klinik tüberküloz hastalığına karşı, tüberkülin reaktörünün enfeksiyona işaret ettiği tüberküloz enfeksiyonudur. Bilinen her bir paralitik polio vakasına karşı elimizde yaklaşık bin adet subklinik polio enfeksiyonu vardır. Bu subklinik polio enfeksiyonları, yetişkinlerde yüksek orandaki doğal bağışıklığı gösterir. Günümüzdeki aşı problemini anlamada en önemli faktör, hastalık ortaya çıksa da çıkmasa da barsaklarda enfeksiyon yaşanabilecek olmasıdır.”

Ve şöyle devam ediyor makale:

“Öldürülmüş [inaktive] aşı teorisi şu şekildedir: dolaşımdaki yeterli miktarda antikor, poliovirüsünü merkezi sinir sistemine ulaşmadan nötralize edecektir. Öldürülmüş aşılarla ilgili yaşanan en büyük hayal kırıklıklarından biri de kan dolaşımındaki antikorların tek başlarına alimenter enfeksiyona [sindirim sistemindeki enfeksiyona] karşı koruma sağlamıyor oluşudur. Ancak ve ancak alimenter enfeksiyonu lokal immünite takip ettiği takdirde hastalığa karşı daha tutarlı bir bağışıklık sağlayabiliriz.”

Buraya kadarki bilgileri bir özetleyelim, neler öğrenmişiz:

1. Polio aşı üreticileri aşılarının etkinlik değerini bundan 30-40 sene önce yapılmış, bilimsel araştırma derecelendirme kriterlerine göre “düşük kalite” kabul edilen 2 veya 3 ‘observational study’ (gözlem çalışması)’na dayandırıyor, kendi aşı deneylerinin sonucunu nedense(!) yayımlamıyormuş!

2. Amerika’da kullanılan Sanofi-Pasteur’ün IPOL aşısının gerçek hayatta kişiyi poliodan ne derece koruyacağı bilinmiyormuş!

3. Buna rağmen Mehtap arkadaşımızın güvenilir kaynağı, CDC, bu aşı için uzun süre korur herhalde diyormuş!

4. Kanda virüse özel antikor mevcudiyeti kişinin hastalığa karşı korunduğu manasına gelmiyormuş, Mehtap arkadaşımız bu tıbbi bilgiden bihabermiş.

5. OPA aşısından kişi bizzat polio kapabiliyor ve felce uzanan tablolar görülebiliyormuş.

6. Hem IPA hem de OPA ile aşılanan kişiler polio virüsünü temaslı kişilere bulaştırabiliyor ve burada da ağır hastalık tablosu ile karşılaşılabiliyormuş.

7. Shedding riskini, bugün 6 dozluk polio aşılamsı yürüten sağlık görevlilieri danışanlarına yükümlü oldukları halde(!) bildirmiyormuş.

8. Türkiye devleti, tıpkı Amerika gibi halkı üzerinde etkinlik ve güvenliği kanıtlanmamış polio aşıları ile büyük çapta deney yürütüyormuş.

Güvenilir kaynak CDC’nin eteğinden başka hangi taşları dökmüş olduğuna bakalım çabucak:

2012‘de CDC, “Aşı kaynaklı polio virüsleri hakkında güncelleme – dünya çapında, Nisan 2011-Haziran 2012” başlıklı bir basın açıklaması yapıyor. Açıklama şu şekilde:

1988‘de Dünya Sağlık Asemblesi dünya genelinde polio’yu eradike etme kararı almıştır. Polio eradikasyonu için kullanılagelmiş en büyük araçlardan biri canlı, attenüe (zayıflatılmış) oral polivirüsü aşısıdır (OPA). Maliyeti düşük bu aşı ağızdan kolaylıkla uygulanabilmekte, aşıyı alanları doğal polio virüslerine (DPV) dirençli hale getirmekte ve sağladığı dayanıklı hümoral bağışıklıkla paralitik hastalığa karşı uzun vadeli koruma sağlamaktadır. Buna karşın, ‘aşıya bağlı paralitik poliomiyelit’ (VAPP-vaccine-associated paralytic poliomylitis) vakaları hem OPA’yı almış bağışıklık sistemi normal düzeyde çalışan kişilerde hem bunların temaslı olduğu kişilerde hem de bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde görülebilmektedir. Ayrıca, OPA aşısı kapsayıcılığının düşük olduğu bölgelerde ‘aşı kaynaklı polio virüsleri’ (VDPVs – vaccine-derives polioviruses) ortaya çıkarak polio salgınlarına yol açabilmekte ve immün yetersizliği olan kişiler bu virüsleri yıllarca replike edebilmektedir.” (vurgular bana ait)

Devam ediyor CDC:

“Aşı kaynaklı polio virüsleri insanlarda paralitik polio‘ya [felç] yol açabildiği gibi bu virüslerin sirkülasyonda kalma potansiyelleri de mevcuttur. AKPV’ler biyolojik bakımdan doğal polio virüslerine (DPV’leri) benzer ve çoğu ‘aşıya bağlı polio virüsü’ izolatından farkları, uzun süreli replikasyon veya transmisyonla [bulaşla] uyumlu genetik özelliklere sahip olmalarıdır. AKPV’ler ilk defa poliovirüsü izolatlarının sekans analizleri [DNA dizim analizi] yapılmak suretiyle tespit edilmiştir.  (köşeli parantezle verilen bilgiler ve vurgu bana aittir)

Şimdi, CDC, aşılama ile ilgili bu probleme nasıl bir çözüm önerisi getiriyor dersiniz? Tahmin ettiğimiz gibi, aşıya bağlı felç vakalarını ve virülan aşı virüslerinin yayılmasını engellemek için CDC’ye göre çözüm, ‘kitlesel halde aşılama’!

Aynen şöyle diyorlar:

“Aşı kaynaklı polio virüsünün ortaya çıkışını ve yayılmasını önlemek için tüm ülkeler, her üç polio virüsü serotipine karşı yüksek aşılama oranı sağlamalıdır.”

İmmün yetersizliği bozuklukları, vücudun bağışıklık yanıtında azalma olması veya hiç yanıt oluşmaması durumunda ortaya çıkıyor. Bir başka deyişle, dünya genelinde devletler aktif olarak, milyonlarca hasta ve immün yetersizliği bulunan çocuğa aşı-kaynaklı-polio geçirteceğini bildikleri bir aşıyı dayatıyorlar!

Şimdi, yeniden bıraktığımız yerden, Bill Gates‘in, Hindistan’da ilahlaştırılan Bollywood aktörleri ile elele yürüttüğü polio eradikasyon programının gerçeklerinden devam edelim.

Dünya genelinde devletler kitlesel aşılamalarını daha etkin yürütmek için Bill ve Melinda Gates’in vakfına tam destek sağlıyor. Çünkü bu vakfın hedefi gezegenden polio’yu temizlemek. Ancak Gates belli ki bu gözü dönmüş aşılama programlarıyla, immün yetersizliği bulunan veya hasta onbinlerce çocuğa bizzat bu aşılardan polio geçirteceğinden bihaber. Ya da bunu işin maliyeti hesabına yazıyor kendi fayda/zarar çetelesinde! Gates, hertürlü işini bırakmış, Bollywood aktörleriyle aşı halkla ilişkiler kampanyaları yürütmekle meşgul.

2010‘da Polio Global Eradikayon İnisiyatifi’nin Hindistan’da sadece 42 doğal polio vakası bildirdiğini büyük fun-fare’le açıkladığından bahsetmiştik. Bu yıldızlı aferinlik başarı öyküsünün üstünü şöyle bir kazıyınca bakalım altından hangi korkunç gerçekler çıkıyor.

Hindistan’daki halk sağlığı yetkilileri, her yıl 100 ila 180 çocukta ‘aşıya bağlı polio paralizi’nin (VAPP) görüldüğünü tahmin ediyor. Demek ki, yılda 100-180 aşı kaynaklı felç vakası, doğal polio vakalarının nereden baksanız 3 veya 4 katı üzerinde! Hadi diyelim PGEİ görülmekte olan doğal polio ve aşıya bağlı polio vakalrını düzgün rapor ediyor, yine de ardında Birleşmiş Milletler altında çalışan UNICEF, Amerikan CDC’si, Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlar olan PGEİ gibi bir kuruluşun, yürüttüğü “bağışıklama” kampanyasının gerçek hayattaki etkilerini iyisiyle ve kötüsüyle bildirmesi gerekmez mi başarısını kendi kendine kutlamadan önce? Her Allah’ın yılı aşıya bağlı paralizi geliştiren düzinelerce Hintli çocuk için PGEİ’nin Hindistan’ı nerdeyse “polio’suz” ilanı hem samimiyetten uzak hem de polio’yu doğal bir hastalık vektöründen çıkartıp insan eliyle yaratılmış (İATROJENİK) bir hastalığa dönüştürmelerindeki rollerini minimize etme çabasından, ortadaki bariz SUÇlarını örtbas etme gayretinden başka bir şey değildir.

Önümüzdeki vahim tablo böyleyken yine, bu halk sağlığı “uzman”larının verdikleri rakamlara biraz daha yakından bakmak istediğimizde tablo daha da vahimleşiyor.

Oxford Journal’ın Clinical Infectious Diseases dergisine göre görülen vakalar bu bildirilenlerin çok üzerinde. Dergide şöyle deniyor:

2005 yılında, ABD’nin küçük bir köyünde çocukların aşı-kaynaklı polio kaptıkları bildirildi. 70’ten fazla vaka bildirimi de Nijerya’da var. 2006’da, Hindistan Tıp Birliği İmmünizasyon altkomitesi’nin Polio Eradikasyon İnisiyatifi raporuna göre Hindistan’da 1600 aşı-kaynaklı polio görüldü. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, bildirilen bu vakaların, çoklu kereler OPV aşısının uygulandığı kitle aşılama kampanyaları esnasında bildirilmiş olmasıdır. 2008’de Pakistan’dan, çoklu kereler OPA aşısı uygulamasının yapıldığı kitle aşılama kampanyalarının devam ettiği tüm illerden pekçok polio vakası bildirimi alınmıştır.”

Yıllar geçtikçe rakamlar da giderek artıyor ve kısa süre önce yayımlanan bir makaleye göre aşıdan polio kapan çocukların sayısı artık epidemik boyutta.

Neetu Vashishi ve Jacob Puliyel’in Medical Journal of Medical Ethics (Tıp Etiği Dergisi)’nde yayımlanan makalelerinde şöyle deniyor:

“… Hindistan’da bir yıldır polio görülmezken, ‘non-polio akut flask paralizi’ (NPAFP) vakalarında korkunç bir artış gözlemlenmiştir. 2011’de bu rakamlara fazladan bir 47,500 yeni NPAFP vakası daha eklenmiştir. Klinik açıdan polio paralizisinden farksız, ancak 2 kat daha ölümcül olan NPAFP’nın insidansı, alınan oral polio aşı dozuyla doğrudan orantılıdır. Bu veriler polio sürveyans sisteminde kayıtlı olmasına rağmen konuyla ilgili hiçbir soruşturma yürütülmemiştir. Tıbbın ‘primum-non-nocere’ [öncelikle zarar vermeyeceksin] ilkesi çiğnenmiştir.”

Aşıdan kaynaklanan polio vakalarıyla ilgili bildirimlerin sayısı bunca yüklüyken bir yerlerde birilerinin bu yıkımı durdurmaya çalışmasını beklersiniz ancak boşuna. Aşı programını durdurmak şöyle dursun, Bill Gates adlı “hayırsever” kişiliği bir dizginleyen çıkmadığı gibi dünya genelinde devletler dilediğini yapması için bu adama yeşil ışık yakmış gözüküyorlar.

Aşı-kaynaklı polio geçiren çocuklardan birçoğu hayatını kaybedecek. Bu polio eradikasyonu filan değil, düpedüz Hintli çocuk eradikasyonudur! Gayet net! Siz bir hastalığı eradike edeyim derken yerine bir başka hastalığı koyuyorsanız bu eradikasyon filan değildir. Hastalıksız, sağlıklı çocuklar görüyorsak ortada ancak eradikasyondan bahsedilebilir!

Hindistan’da yaşananlara bakarak insan Türkiye’deki polio sürveyansının ne durumda olduğunu merak etmeden duramıyor. 6 doz polio aşısı verilen çocuklarda acaba bu adına polio değil de bambaşka bir ad, ‘flask paralizi’ denilen ama polio’dan farksız ve 2 kat ölümcül olan kaç vaka var acaba?

Gelelim Bill Gates’in aşı karteline bir diğer önemli katkısına.

Gates Vakfı, ‘Aşı Karşıtı Grup Sürveyansı’ için kaynak sağlıyor!

Bill & Melinda Gates vakfı 2003 yılında Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü (National Institutes of Health) ile ortaklaşa ‘Global Sağlıkta Büyük Zorluklar’ (Grand Challenges in Global Health (GCGH)) adıyla bir program başlatıyor. GCGH’nin websitesine göre bu programın amacı “gelişmekte olan ülkelerde sağlığı radikal ölçüde iyileştirecek yeni araçlar yaratmak”.  Şimdiye kadar aralarında 30‘un üzerinde ülkeden bilimadamlarının da olduğu araştırma projelerine 458 milyon doları bulan toplam 45 hibede bulunulmuş. Peki bunca para gerçekte nereye gitmiş acaba? Gelişmekte olan ülkelerde su arıtma sistemleri kurulması veya sanitasyon sistemlerine mi? Veyahut da bağışıklık sisteminin optimum düzeyde çalışabilmesi için gerekli temel gıda gereksinimlerini mi karşılamaya çalışılmış? Yoksa evsizlere barınak ve tıbbi bakım imkanları mı sunulmuş? Hmm, bunlardan hiçbiri değil…

Örneğin, bakıyoruz, 100 bin dolarlık hibelerden biri kısa süre önce Connecticut Üniversitesi Psikoloji Departmanından Seth C. Kalichman adlı bir profesöre gitmiş. Ne için? “Global bağışıklama çalışmalarını desteklemek amacıyla, aşılar hakkında yanlış bilgilendirme yapan kampanyaları bulup analizini yapacak ve önleyecek(!) internet bazlı global bir izleme ve hızlı ikaz sistemi” kurmaya yönelik bir “Aşı Karşıtı Sürveyans ve İkaz Sistemi” geliştirmesi için!

Acaba bu “yanlış bilgilendirme (misinformation) iletişim kampanyası” yapıyor diye etiketlenecek kurumlar hangileri olabilir? Hani Bill Gates’in 2011 şubatında CNN’e verdiği bir mülakatta “aşı karşıtı gruplar çocuk öldürüyor” dediğini biliyoruz.

Bakalım tam olarak ne demiş çılgın Gates:

“Yani bu binlerce çocuğun ölümüne yol amış koca bir yalandır. Bu yalanı duyan annelerin birçoğu çocuklarına boğmaca (pertussis) veya kızamık aşısı yaptırmadığı için çocukları bugün ölü. Yani gidip bu aşı karşıtı aktivitelerde bulunan kişiler, bunlar, çocukları öldürüyorlar. Çok üzücü bir şey bu, çünkü bu aşılar önemli.”

Mehtap’ın deyimiyle, “Vay be”!

Üniversal olarak uygulanan aşı kampanyalarını desteklemediğiniz anda bir bakmışsınız ki bu “çocuk öldüren”(!), başkalarının hayatını potansiyel olarak tehlikeye atmakta olan biri olarak bu tür bir “sürveyans ve ikaz sistemi”ne takılmışsınız.

İyi de, Gates’in kendi vakfının desteklediği PGEİ’nin Hindistan’da sadece 2011’de doğal polionun iki kat ölümcül olan 47,500’ün üzerinde aşı-kaynaklı paraliziye yol açtığını düşünecek olursak bu fazlasıyla garip bir ironi olmuyor mu? Burada gerçekten çocukların sağlığını düşünen tam olarak kim acaba, Bill Gates mi?!

Üstelik de, Gates’in vakfının bu ‘Global Sağlıkta Büyük Zorluklar’ kolunun yürüttüğü projelerden bazılarına bakınca bu vakfın tamamen insani amaçla çalışan bir hayır kurumu olup olmadığından şüpheye düşüyoruz. Kendi sitelerinde yayımlandığı şekliyle fon aktarılmış çalışmalardan bazıları şöyle:

Sentetik Lenf Düğümleri: Aşı ve antijenleri bağışıklık sistemine iletmek için deri altına yerleştirilebilir bir cihaz geliştirmek üzere fonlar North Carolina Üniv’den Steven Meshnick ve Carla Hand’e gitmiş.

Nanopartükül haldeki aerosollerle iğnesiz aşılama: Burna çekilecek difteri ve tüberküloz aşıları için fonlar Dr. Edwards’a gitmiş.

Bitkilerde üretilen sentetik RNA aşıları: California Touro Üniversitesi’nden Alison McCormick, RNA malerya aşısında kullanılmak üzere maliyeti düşük bitki bazlı bir sentetik biyoloji yöntemi üzerinde çalışıyor. Başarabilirse, RNA aşıları çok daha ucuza üretilebilecek!

Yeni pazarlarda(!) karlı(!) aşı dağıtım sistemi: Amerikan Epsilon Therapeutics şirketinden Lisa Ganley-Leal ve Pauline Mwinzi, yeni pazarlarda eczane ve ilaç dükkanlarında aşı satışının aşı üreten firmalar ve küçük şirket sahiplerine kar sağlayacağı hipotezini test ediyor. Kar getirisi gösterilebilirse ilaç firmaları aşı geliştirme işine daha fazla yatırım yapar ve kar stratejileri için yerli ortaklar edinebilirlermiş!

Tuzlukta aşı; yeni, güvenli, maliyeti düşük bir yöntem: Shiladitya DasSarma, Amerika’daki Maryland Üniversitesi’nde invazif Salmonella hastalığı için gaz doldurulmuş bakteriyel veziküller kullanarak ucuz, güvenli ve etkili oral bir aşı geiştirmeye çalışıyormuş. Tuzla kaplı, soğutma sistemi gerektirmeyen ve böylelikle dünya genelinde dağıtımı yapılabilecek aşı geliştirmeye çalışıyorlar.

Attenüe canlı virüs aşılarını denemek üzere insanlaştırılmış fare modeli: Gen teknolojisiyle HIV, sıtma ve verem gibi en ölümcül hastalıklara karşı yeni geliştirilecek aşıların üzerinde güvenle denebileceği, bağışıklık sistemleri insanlara benzetilmiş fareler üretiyor Dr. Flavell. Çünkü bu tehlikeli virüslerin zayıflatılmış halleri bile deneklerde hastalığa yol açabildiğinden deneyleri insanlar üzerinde yapamıyor ilaç firmaları.

Bebeklere insan sütü proteinlerinin alternatif yolla verilmesi:  Arizona Devlet Üniversitesi’nden Qiang Chen, marul ve pirinç gibi yenilebilir bitkilerin insan sütünde bulunan yararlı proteinleri salgılaması için çalışıyor. Bebekler bu bitkileri doğrudan yiyebilecek veya bebek mamalarında kullanılabilecek.

Kadınlarda yumurtaya özel Metaloproteinaz’ı hedefleyen, hormonal olmayan kontraseptif (gebelik önleyici): Amerikan Virginia Üniversitesi’nden John Herr, hormonal olmayan bu yeni kadın kontraseptifi üzerinde çalışıyor. Bill Gates’in gezegendeki nüfus artışından ne denli rahatsız olduğunu ve bu yüzden de aile planlaması ve “üreme sağlığı”(!) teknolojilerine yatırımını hepimiz biliyoruz.

Gelişmekte olan ülkelere yönelik yenilebilir aşılar: Ohio Devlet Araştırma Vakfı’ndan Michael Chan, fasülye fermentasyonunda kullanılan bir bakteri türünde, tüberküloz bakterisi antijenini kullanmayı amaçlıyor. Bu, daha sonra bir tür Asya yiyeceği olan Natto yapmak için kullanılacak ve böylelikle güçlü bir immün yanıt oluşturması için bir tür oral aşı olarak kullanılabilecek. Başarırlarsa, bu yöntemle toplumların kendilerine özel yiyeceklerinde bir dizi hastalık antijeni kullanılabilecek. Aman dua edelim de GDO gibi etiketlerde belirtmemezlik etmesin devletler!

Nanoteknoloji bazlı doğum kontrolü: Amerikan Boston Çocuk Hastanesi’nden David Clapham, vajinal pH değişiklikleri veya prosttaik sıvı maruziyetine göre sperm inhibitörü salan nanopartükül halde bir kontraseptif geliştirmeye adamış kendini. Başarırsa bu nanopartiküller bir vajinal jele konabilecek. Üremeyi durdurmak için gitmeyeceğimiz mesafe yok görüldüğü gibi!

Afrika’da uygulanan geleneksel seromoniler için sünnet aleti: University of Michigan’dan Kathleen Sienko, Afrika için sinnet aleti prototipi geliştirmiş. Düşük maliyete seri üretimi yapılabilecek bu aletle sünnet oranları arttırılabilir ve bu da bölgede HIV bulaşını önleyebilirmiş?! Afrika’nın genital organlarına karşı müthiş bir ilgimiz var nedense!

Yeni bir tip kontraseptif olarak kemosensuar moleküller: University of California, Berkeley’den John Ngai ve Scott Laughlin yemiyor içmiyor, kadınların üreme sistemlerinde sperm hücrelerini yumurtaya yönlendiren kimyasal bileşikleri bulmaya çalışıyor. Bu “odorant”ları tespit edebilirlerse sentetik versiyonlarını üretip sperm navigasyonunu bozabilecek ve böylelikle döllenmeyi önleyebilecekler! Halbuki bunca uğraşacaklarına şöyle Çin gibi ‘tek çocuk’ kanunu filan çıkartsa ülkeler de bu “bilimadamları” da bir huzura kavuşsa. Yoksa tümden mi ürememizi istemiyorlar, orasını anlayabilmiş değiliz.

İnsan antimikrobiyal proteini ihtiva eden transgenik (gen aktarımlı) inek sütü: Amerika’daki University of Toledo’dan Hironori Matsushima, toz halindeki süt ürünlerine antimikrobiyal peptit koyarak enterik hastalıkları öneleyip önleyemeyeceklerini araştırıyormuş. Süt endüstrisi için heyecan verici bir gelişme bu tabii.

Erkeklerde uzun vadeli, geri çevrilebilir kontraseptif olarak ultrason: University of North Carolina’dan James Tsuruta ve Paul Dayton, terapi amaçlı kullanılan ultrasonla testisteki sperm sayısını düşürüp düşüremeyeceklerine bakıyormuş. Böylelikle erkekler için de düşük maliyetli, hormonal olmayan ve geri çevrilebilir bir kontraseptifimiz olacak, ne mutlu!

Fon alan bu çalışma örneklerinin hepsi de doğal sürecin veya doğal bir maddenin işleyişini değiştirmek/dönüştürmek suretiyle firmalara kar getirecek, henüz çalıştığı kanıtlanmamış teknolojilere yatırımı gösteriyor. Fonların büyük kısmının da gebelik önleyici teknolojilere gittiği gözlerden kaçmıyor. İyi de hani GCGH’nin misyonu “gelişmekte olan ülkelerde sağlığı iyileştirmek”ti? Gördüğümüz kadarıyla bu projelerin çoğu halihazırda hayatta olan ve yardıma ihtiyacı olan topluluklardan ziyade, gelişmiş ülkelerdeki nüfusu azaltmaya yönelik?!

Lütfen internetten Bill Gates, eugenics, planned parenthood, Rockefeller, population control gibi anahtar kelimelerle arama yapıp, Bill Gates’in inanılmaz bir bonkörlükle yatırım yaptığı aşılar da dahil olmak üzere tüm bu kontraseptif projelerin ardında nasıl bir felsefenin yattığını ve gerçek amacın ne olduğunu kendiniz bizzat araştırın.

Amerika’da, dünyada ve Türkiye’de işlerin nasıl yürüdüğünü, hangi devlet kurumları ve kişilerin ilaç sanayisiyle doğrudan çıkar ilişkisinin olduğunu açıklamaya çalıştığım yazının 2. bölümüne buradan ulaşabilirsiniz. 

Türkiye’den bir anne 21 aylık meleğinin aşı ve hastalık deneyimlerini paylaşıyor

Türkiye’den bir anne 21 aylık meleğinin aşı ve hastalık deneyimlerini paylaşıyor

Kızım şu an 21 aylık. 6 ay bitene kadar bütün aşıları yapıldı malesef. Daha sonrakileri yaptırmadık. Her şey kızım 4 aylık iken yüzünde ve sonrasında bütün vücudunda çıkan pullanmalar ile başladı. Doktora gitmeden ön bilgim olsun diye araştırmaya başladım. Ve atopik dermatit olabileceği kanaatine vardım. Bir kaç gün sonra doktorumuza gittiğimizde atopik dermatit yani bebek egzaması teşhisi koyuldu.

İnternetteki bebeklerin görüntülerinden dehşete düştüm. Tam o günlerde evimize gelen bir misafirin çocuğunda da aynısı vardı. Ve annesi hiç bir çare bulamamış olduğunu ve haricen sürülen hiç bir krem ve merhemin de işe yaramadığını anlattı. En sonunda çözümü doğal beslenmede bulduğunu söyleyince ben bu sefer de doğal beslenmeyi araştırmaya başladım. Doğal beslenmeyi araştırırken de aşı ve ilaçların zararları ile yüzleştim. Ben ki özel yapılan aşıları para ile alıp gününde yaptırmış olan bir anneydim. Ve kuzucuğum her aşıdan sonra günlerce hastalandığı halde aşılara hiç toz kondurmamıştım. En son rota aşısını eşim yaptırmak istememiş ve “bunlar ilaç firmalarinin oyunu” demişti de ben “sen doktorlardan daha iyi mi bileceksin” demiştim. Sonrasında kızım tam 15 gün ishal oldu ve sürekli ağladı. Doktorumuzu her aradığımda ve gittiğimizde bunu dile getirdim ama susturuldum. Bana aşıdan olsa olsa olsa 3 gün sürer dedi. 6 ay bitene kadar doktora gittiğimiz sayıyı ve değiştirdiğimiz doktor sayısını hatırlamıyorum bile.

6. ayda yapılacak aşı vakti yaklaştıkça daha çok araştırmaya ve sürekli okumaya başladım. Kendimi çok yalnız ve bir o kadar da suçlu hissettiğim o günlerde Asena Devlet ve Araştıran Anne ile tanıştım ve onlara sormaya başladım. Her sorduğum ve cevap aldığım bilgiyi bir kez daha araştırıp tez ve anti tez bir arada görmek istedim. Nihayet aşı vakti geldiğinde aile hekimiyle konuşacak kadar bilgi edinmiştim. Gittim konuştum imza atıp çıktım. Ve doğal beslenmeye başladık. Önce kızım için doğal olanları almaya başladım. Sonra ailecek doğal olmaya karar verdik. Deterjan, meyve, sebze vb. aklınıza ne gelirse. Hayatımızdan kimyasal olan herşeyi çıkarttık.

Kizim 6.hastalık geçirdi. 4 gün ateşlendi. 39.5 ateşi vardı. Ama ateş düşürücü vermeden yemeden içmeden sadece emerek atlattı.

Halbuki ben bir zamanlar 36.5 ateşi var diye doktoro götürmüş ve ateş düşürücü vermiş bir anneyim :))

Geçenlerde öksürük ve tonsilit oldu. Doktora götürdüm. Ciğerini dinlettim. Kulağına ve burnuna baktı. Hemen antibiotik yazdı. Tabiiki vermedim. Tam 1.5 ay sürdü öksürük. Çevremdekilerin ısrarına rağmen ne bir şurup ne de bir ilaç vermedim. 1.5 ay boyunca arada doktora götürürüp ciğerlerini dinlettim. Bir şey olmadığı halde 3 defasında da doktor tarafından antibiotik ve şuruplar yazıldı. Tabii kullanmadık. Bol sıvı almasına ve bal vermeye çalıştım. Sonunda geçti Elhamdulillah.

Öksürük öncesi tonsilit ateş yaptı. Yine 39 civarı oldu ateş. Elini yüzünü yıkadım ve pamuklu bir bady ile dolaştı. Tabii halsiz ve iştahsız bir halde. Çevreden ne kadar acımasız ve inatçı olduğum söylense de hiç birine kulak asmadım. Çünkü çocuğuma en iyi şefkat eden ben olabilirdim. Ve şefkatim bana “bu küçük ve korumasız yavrucağın vücuduna ne olduğu bilinmeyen maddeleri sokma” diyordu.

Tonsilit sebebi ile olan ateş 39.5 oldu ve 24 saat sonra yavaş yavaş düştü. Çıktı çıktı ve düştü. Vücut kendini savundu ve kazandı. Tabii ki ben gece boyu hiç uyumadım. İlaç verip çocuğu uyuşturmadım ve vücudun kendini savunmasını an be an gözlemledim.

Gözlemim neticesinde anladım ki; vücut hastalanınca savunma mekanizması çalışmaya başlıyor ve iştah gidiyor. Ta ki vücut yeme içmeye harcıyacagı enerjiyi de mikrop, bakteri ve virüslerle mücadele için kullanıyor. Bu sebeple kızım istemiyorsa hiç bir zaman zorlamıyorum.

20 aylık olunca su çiçeği oldu. Önce telaşlandım. Ama baktım ki ; bizim kızın savunma mekanizması hayli gelişmiş. Bir anda sıcaklık bastığını ve terlediğini görünce kıyafetini çıkarıp daha rahat şeyler giydirdim. Bol sıvı alması için gayret ettim. Sevgili arkadaşım ve dostum Asena Devlet’in tavsiye listesine baktım sık sık. Hepsini yapamadım. Ama eline havuç verdim sürekli kemirdi. Başka hiç ama hiç bir şey yemedi. Ben de zorlamadım. 1 hafta sürdü. Çiçeklere günde 2-3 defa kantoron yağı sürdüm. Çok çabuk kabuklandılar ve hiç enfeksiyon olmadı. En önemlisi gözünün beyazında çıktı. Bir kaç gün güneşe çıkarmadım. Sonraki günlerde bol bol dışarı çıkardım. Temiz hava ve güneş alsın diye.

Çiçek geçirdiği günlerde ateş olmadı. Ve 25-30 kadar çiçek çıktı.

Kizim doğduğu günden 6.aya kadar gün aşırı doktora gittiğimiz günleri hatırlayinca gülüyorum. Hem de ilçeden ile 55 km yol gidiyorduk. Şu an sadece teşhis için gidiyoruz. Ve 6.aydan 21.aya kadar ancak 3 defa gittik. O kadar seviniyorum ki; her gün benim için bir mutluluk sebebi oluyor bu durum.

Son olarak şunu paylaşmak isterim ki; kızımın 6 aya kadar geçirdiği hastalıklarda çözümsüz ve umutsuzca sürekli ilaç kullanıp doktora gidiyorduk. Sonrasında ilk hastalıklarda ateş ve hastalık 3 -4 gün sürüyordu. Daha sonraları 24 saate düştü. Ve en son 1 gün bile sürmedi. Ne diyebilirim ki; vücudumuzun harika bir sistemi var. Ve bu sistemi yaradana şükürler olsun.

Yeter ki olur olmaz müdahale edip bu sistemi bozmayalım ve bozdurmayalım.

Herkese sağlık ve afiyet dolu günler….

 

Çocuklarda Demir Takviyesi Kullanımı

Çocuklarda Demir Takviyesi Kullanımı

Güncelleme – Çocuklarda demir takviyesi kullanımı ile ilgili olarak, Çorlu Özel Reyap Hastanesi’nden Dr. Akif Başaran’ın konuyla ilgili bir haber kuruluşuna verdiği bilgiyi eklemek istiyorum.

Dr. Akif Başaran, ‘fazla alınan demir zararlı olabilir’ dedi

Çorlu Özel Reyap Hastanesi’nde görevli Dr. Akif Başaran, gereğinden fazla alınandemirin zararlı olabileceğini söyledi.

Son yıllarda demir takviyesi içeren ilaçların çok fazla kullanıldığını ifade eden Dr. Başaran, “Gerçekten vücudumuzun sağlıklı çalışabilmesi için demire ihtiyaç var ama fazla alınması durumunda zararlı olabileceğini bilmemiz gerekiyor” dedi.

Finlandiya’da yapılan bir çalışmada vücutta biriken demirin, kolesterol ve hipertansiyona göre daha yüksek oranda kalp krizine sebep olduğunun tespit edildiğini hatırlatan Dr. Başaran, “İsveç’te yapılan bir diğer çalışmada ise genetik yatkınlığı olan erkek ve kadınlarda kalp krizi riski 2 – 3 kat fazla bulunmuş. Aralıklı olarak kan bağışında bulunan ve düzenli adet görmesi sayesinde serum demiri düşük seyreden kadınlarda kalp krizi riskinin azaldığı bilinmektedir” diye konuştu.

Yüksek düzeydeki serum demirinin, bebeklerin bağırsak florasının bozulmasına, probiyotik bakterinin azalmasına, buna karşılık zararlı bakteri sayısında artış olmasına neden olduğunu kaydeden Dr. Başaran, çalışmalarda düşük demir düzeyinin lösemi, lenf kanseri ve enfeksiyon hastalıklarına karşı koruyucu olabileceğinin iddia edildiğini söyledi.

Yüksek demirin erken yaşlanmayı getirdiğini ifade eden Dr. Başaran, “Yediğimiz gıdaların çoğunda demir takviyesi bulunmakta, diğer taraftan et tüketimindeki artışla beraber serum demiri yükselmektedir. Yapılan en önemli hatalardan biri de her çeşit kansızlıkta ön planda demir eksikliği düşünülüp demir takviyesi verilmesidir. Oysa tiroit bezi hastalıkları, B-12 yetersizliği, talasemi taşıyıcılığı ve kurşun zehirlenmesi de kansızlık sebebi olabilmektedir.

Anemi düşünülen hastalarda demir, demir bağlama kapasitesi, ferritin, vitamin B-12 düzeyi ve tiroit bezi ile ilgili analizler yapılmadan asla demir verilmemeli, eğer demir ihtiyacı varsa bunun demirden zengin besinler aracılığıyla verilmesi hayati önemdedir” dedi.

 


Çocuğumu Sağlıklı Besliyorum adlı facebook grubunda kendisiyle daha önce aşı ve ilaç kullanımı konusunda fikir ayrılığına düştüğümüz Güncel Anne blogunun sahibesi Uzman Çocuk Doktoru Sn. Elif Pınar Bayındır Çakır ve demir takviyesi konusu münasebetiyle yeni tanıştığımız Hassas Anne blogu sahibesi sevgili Ece Kumkale ile aramızda gelişen diyalogun ilgili bölümlerini buraya aktarmak istiyorum. Uzun bir takip olacak yine, ancak ortaya konulan bilgiler umuyorum gerek hekimlerimizin gerekse ebevenylerin bu takviyelerin kullanımı konusunda mevcut tüm bilgileri birlikte değerlendirerek konuyu sorgulamalarına yardımcı olur.

Grup üyelerinden bir arkadaşımız, 17 aylık kızının kan tahlilinde hemoglobin değerlerinin biraz düşük çıktığını, doktorunun ferrum şurup verdiğini, ancak diş doktoru tanıdığının bu şurubun dişlerde çürük ve leke yapması nedeniyle “sakın kullanma” dediğini belirttikten sonra, ancak kan değerlerinin yükselmesi gerektiğinden kızına şu anda pekmez yedirdiğini ve farklı önerilerde bulunacak olan varsa yorumlarını beklediğini iletiyor.

Kendisine demir zengini gıdalar ve kullanım şekilleri ile ilgili çeşitli öneriler geliyor grup üyelerinden ve bu noktada hekim arkadaşımız Elif hanım verilen bazı bilgilerle ilgili düzeltme yapma gereği duyuyor. Buradan itibaren gelişen diyalog aşağıdaki gibidir. Doğru bilgiye ulaşılabilmesi adına tartışılan konu ve verilen bilgilerle ilgili katkı veya yorum yapmak isteyen okuyucuların mesajlarına açık olduğumu, Elif hanımın da cevap hakkını gerek grupta gerekse burada herzaman kullanabileceğini belirtmek isterim.

Elif Pınar Bayındır Çakır Bir kere her şeyden önce bir çocuğun günlük Demir ihtiyacını karşılaması için günde 8 su bardağı pekmez içmesi gerek. Hadi diyelim içti. PekmeZdeki Demir nonhem yani vücudun yararlanamayacağı tip demirdir. Hem,yani vücudun yararlanabileceği demir hayvansal gıdalarda vardır. Ayrıca demir dişlerde çürük yapnaz. kalıcı renk değişikliği yapar. Demir damlası eğer damla sonrası dişler silinirse dişlerde leke bırakmaz. Yani lütfen Demir ilacınızı içiniz

Vejetaryen bir arkadaşımızın yine doğuştan vejetaryen olarak büyüyen kızının (7 yaş) hiç demir takviyesi kullanmadığını, doğru ve dengeli beslenildiği takdirde, işlenmiş gıdalardan uzak durulduğu takdirde sorun yaşanmayacağına dikkat çeken ve kızının 1 ay önce yapılan kan değeri tahlili sonuçlarının da çok iyi çıktığını belirten bir ardaşımızın paylaşımı üzerine gelen cevap:

Elif Pınar Bayındır Çakır Tabi ki Demir sadece hayvansal gıdalarda yok. Ama vücudun en kolay kullanabileceği ve biyoyararlanımı en yüksek demir hayvansal gıdalarda var. Özellikle de kırmızı ette. Ve eğer Demir eksikliğine yakalanmışsanız, Demir depolarınız boşsa bu depoları sadece bitkisel kaynaklı beslenip, Demir ilacı kullanmayarak kısa sürede doldurmanız biraz zor. Bakın dolmaz demiyorum. zor diyorum ve uzun sürede dolar diyorum. Ama bu sürede çocuğunuz demir eksikliğinden geçmiş olur ce vu da entellektüel ve bilşsel kapasitesini etkiler. Ayrıca tüm bunlar totem değil bilimsel birer gerçek. Sigara içen her insanın kanser olmaması, sigarAnın kanser yaptığı değiştirmeyeceği gibi, vejetaryen beslenen bir çocuğun Demir eksikliğine yakalanma riski de normal popülasyondan çok çok yüksek

Vejetaryenliğin demir eksikligine neden olduğu bilgisinin bilimsel bir gercek olmadığı, et tüketiminin ise çok ciddi sağlık sorunlarına neden oldugunun bilimsel gerçek olduğu yorumu üzerine gelen yorum:

Elif Pınar Bayındır Çakır Ben vejetaryenlik Demir eksikliği yapar demiyorum. Bir insanın Demir depoları boşsa, sadece bitkisel beslenerek ve Demir ilacı kullanarak bu depoları doldurmak gayet uzun zaman alır diyorum. Bu sırada da çocuk demir eksikliğinden geçer diyorum. Bilimsel gerçek olan kısım ise etin sağlıklı bir gıda olduğu değil, hayvansal gıdalardaki hem demirin biyoyararlanımının daha yüksek olduğu 

Bu noktada benim yorumum oluyor soruyu yönelten arkadaşımıza:

Asena Devlet

Sevgili ….X…, 

Doktorun kızında herhangi bir gelişimsel aksama, gecikme saptadı mı?

Anemi düşündürecek denli düşük mü hemoglobin sayımı?

Anemi yoksa, normal kabul edilen değerin biraz altındaysa takviyenin yarardan çok zarar getirebileceğini hatırlatmak isterim.

Çok merak ediyorum, acaba demir fazlasının yan etkilerinden bahsetti mi doktorun? Veya neden öncelikle demir ağırlıklı beslenmeyi değil de şurubu önerdi?

Anaakım tıp dergilerinde yayınlanan pek çok çalışma var, yeteri kadar demir vücutta mutlak surette bulunmalı evet, ancak fazlası çok tehlikeli olabilir ve ancak gerçek bir zafiyet durumunda takviye önerilmelidir.

Gördüğüm kadarıyla Türkiye’de bu kan tahlilleri norm olmuş .. ve tabii kime sorsan çocuğunda demir eksikliği var .. hani bu istisnadan ziyade sanki norm olmuş gibi Türkiye’de .. acaba bir yerlerde bir yanlış mı var? Acaba tıpkı kolesterolde olduğu gibi tıpçılar bir 30 yıl sonra ah yanlış yaptık mı diyecekler bu demir konusunda da merak ediyorum ..

Şurubu kullanacaksan dahi ‘ferrous sulfate’ etken maddesi olmamasına dikkat et lütfen .. leke için de mümkünse florlü diş macununu çöpe at, karbonatla temizle ..

Nasıl ki hastalandığında çıkan ateş vücudun kendini savunma sistemi ve iyileşme çabasıdır ve müdahale edilmemelidir ateş düşürücülerle [Bkz. Ateş Dost Mu Düşman Mı, Prof. Dr. Ahmet Aydın], düşük demir seviyeleri de çoğu kez vücudun enfeksiyonlara ve kronik rahatsızlıklara karşı savunma tepkisidir, hastalıklarda vücutta demir seviyeleri baskılanır .. 

Kadınların adet dönemlerinde kaybettikleri demir nedeniyle menopozlu kadınlara oranlara kalp krizi riski daha düşüktür mesela. Vücudumuzun müthiş bir dengesi var ve demirle ilgili olarak da metabolizasyonda o kadar çok yan faktör var ki? .. herhangi bir anda yaptırdığın testle bir hafta sonra yaptırdığın arasında fark olacaktır mesela, n’apıcaz her ay kan tahlili mi yaptıralım?

Bakır ve demir hemoglobin oluşturmak için sinerjetik olarak çalışır diyor kaynaklar ve mesela salt demir veya salt bakır takviyesi diğerinin zafiyetine yol açar diye uyarıyorlar .. 

Arkadaşlar burada gıda ile ilgili öneriler yapmışlar, sen kızının davranışlarında, fiziksel gelişimde bir anormallik görmüyorsan, yan etkileri de hayli fazla olan bu demir takviyesini kullanmak yerine beslenmesini optimum seviyede tutmaya çalış derim ben ..

Geçmiş olsun bile demiyorum, zira ortada hastalık veya anormal bir durum yok .. gereksiz yere tıbbi müdahaleden kaçınmak en sağlıklısı değil mi?

Ve takip eden konuşmalar:

Elif Pınar Bayındır Çakır .….X….. çocuğunuzun hemoglobin, demir, Demir bağlama ve transferrin düzeylerini öğrenebilir miyim?

Asena Devlet Rica ederim …..X……. .. hekim arkadaşımız mutlaka iç demeden önce sorması gereken soruyu şimdi yöneltmiş size .. ikinci bir doktor görüsü almakta her zaman fayda var tabii 🙂

Hassas Anne Ece Kumkale Türk insaninda anemi genetik olarak çok goruluyor Adeniz insanlarinda da. Bu nedenle doktorlar tkip ediyorlar bunun neresi yanlis? Demir eksikliginin kalici zeka geriligine yol acabildigini unutmayalim. Demir fazlaliginin belirtilerini kacirmak cok zor ishal ve gelisim geriligi. Bunlar olursa zaten doktor suphelenir ve keser demiri. Doktorun verdigi takviyeyle fazla demir yuklamesi olma ihtimali dusuk . Peki demir eksikligi nedeniyle zeka geriligi olursa ne olacak? 

Soruyu Yönelten Arkadaş X  elimden geldigince dogal olan tum yiyecekleri veriyorum ve ilacimizida kullaniyoruz cok sukur sagligi yerinde allah hepimizin evlatlarini bagislasin..

Hassas Anne Ece Kumkale Et tuketimi ciddi saglik sorunlarina yol açmaz aşırı tuketirsen yol açabilir. Herseyin aşırısı zararlidir. Herseyden az az yemek en iyisi. Ozellikle kuzu etini tercih ediyorum tavuktan uzak duruyorum balik seviyoruz. Sebzemizi de baklagilleri de tuketiyoruz.

Hassas Anne Ece Kumkale Belirlenmis bir hastaligi ve eksilligi olan Bir cocugu muayene etmeden tanimdan doktorunun verdigi ilaci kullanmasa da olacagini soylemek bence cok tehlikeli. Boyle onemli konularda doktora danisin lutfen doktorunuza guvenmiyorsaniz ikinci bir doktora gidin internette tanimadiginiz tip egitimi olmayanlara bakarak cocugunuzun sagligini tehlikeye atmayin. Bu kadar basit degil. Bu nedenle ben ilac tavsiyesi vermem cunku veremem vermemem lazim

Asena Devlet Katılıyorum, çocuğun ve ailenin tam medikal öyküsünü bilmeden, 17 aylık bir çocuğun beslenme ve yaşam koşulları hakkında herhangi bir bilgi sahibi değilken, elde kıstas “demir seviyesi biraz düşük”ken kalkıp bir hekimin de internette şurubu mutlaka içirin demesi yanlış.

Burada kimse, hekim arkadaşımız dışında medikal bir uygulama önermiş değil dikkat ettiyseniz. Arkadaşımız belli ki en başta doktorunun kendisine anlatması gereken demir zengini gıdalar hangileridir, takviye dışında beslenmede nelere dikkat edilmeli konusunda bilgi edinmeye çalışıyor. Ve bizzat tıbbın iki ayrında dalında hekimler şurup konusunda çelişkili önerilerde bulunmuş, demek ki şurup kullanımı ya da gerekliliği konusunda tıp camiasında da bir fikir birliği yok. 

Benim gayem de medikal öneride bulunmak değil, eleştirel düşünmeyi ve bizlere dikte edilen uygulamaları derinlemesine sorgulamaya teşvik etmek. Çünkü danışan olarak bizlere verilen ilaçlar veya önerilen tedavilerle ilgili yeterli bilgimiz yok, korkarım hekimler de bundan muaf değil. Öyle olmasaydı iatrojenik ölümler yaşanmazdı ve mesela bugün Amerika’da doktor hatası yüzünde ölümler (iyimser bir değerlendirmeyle) toplam ölümler arasında 2. sırada

(TO ERR IS HUMAN: BUILDING A SAFER HEALTH SYSTEM)

Asena Devlet Benim eleştirim burada bireylere değil, genel olarak sağlık sisteminde yapısal sorunlar var ve bu da insan hayatını olumsuz etkiliyor. Doktorun olmazsa çocuğun yaşamaz, gerizekalı olur, sakat kalır önermeleri bilinçaltına yerleştiriliyor bu gereksiz yere yapılan tahliller ve korkutmalarla .. 

Şuna da bir bakın derim boş vaktinizde, bugün uygulamadaki 146 tıbbi uygulamanın hiçbir net faydası olmadığı ortaya konmuş:

Researchers Identify 146 Contemporary Medical Practices Offering No Net Benefits

Bugünkü tıbbi bilginin ne oranda yanlış olduğunu ortaya koyan Ioannidis’in çalışmalarını bilmemeniz imkansız, şayet bir tıp çalışanıysanız? Buyrun: Lies, Damned Lies, and Medical Science
 

Bunlardan bağımsız olarak, bu tanrısal beyaz gömlek otoriteciliğinin ve ‘hubris’in de ortadaki bariz hataların fark edilmemesi ve düzeltilmemesinde ve insan hayatına malolmasında payı olduğunu düşünüyorum. Ne tıpta ne de bilimde hiçbir şey sorgulanamaz değildir, bilginin bile yarı ömrü 6 aydır tıpta, o yüzden tecrübe ve araştırmacılık hayati önem taşır, diploma sahibi olmak yetmez bu sanatı icra etmek için. 

Asena Devlet Spesifik olarak bizim konumuza gelirsek, otorite jandarmalığı yapmak yerine verilen bilgilerde esasa dayalı bir yanlış varsa ortaya koyun lütfen, hepimiz öğrenelim. Kimsenin yanlış yönlendirilmesini istemeyiz. İş meslektaşı kollamak için ayar vermeye gelince harikayız da, işin esasına yönelik bilgi değerlendirmeye gelince pek cimri davranıyoruz gördüğüm kadarıyla.

Mesela sizin bildirimlerinize bakalım: “Türk insaninda anemi genetik olarak çok goruluyor Adeniz insanlarinda da. Bu nedenle doktorlar tkip ediyorlar bunun neresi yanlis? “

Demir eksikliğine bağlı anemi ve genetik anemi iki farklı şey biliyorsunuz .. genetik olarak bu “ÇOK” görülen anemide de insanlar nedense diyelim evlilik için yaptırdıkları kan tahliline kadar bu hastalğı taşıdığını bile fark etmiyor, o kadar ağır yani bu hastalık .. kaldı ki onlarda demir seviyesi de normalin üstünde seyrediyor .. evet, bence de tüm türkiye’deki bebekleri takibe alalım rutin demir ölçümleriyle ..

Benim yaşadığım ülkede bu tip tahliller hiç yok? DSÖ’nün efendim dünyadaki 1 numaralı nutritional disorder demir eksikliğidir bildirimine rağmen? Bunlar tıbbı mı bilmiyor, zekaları mı elvermiyor demir takviyesizliğinden yoksa gereksiz tıbbi müdahale olarak mı görüyorlar bu tip test ve takviyeleri? Çok üzerinde durmadığım bir infografiği de hatırlıyorum, dünyada IQ değerlendirmesi yapılmış bölge ve ülke çapında, ve mesela buradaki IQ oranları Türkiye’ye oranla daha yüksekti. Çok ciddiye almıyorum tabii bu değerlendirmeyi, ancak bir fikir olsun diye söylüyorum. 

Bir başka gerçek daha .. Amerikada pediyatrik zehirlenmeye bağlı ölümlerde demir takviyesi zehirlenmesi başı çekiyor. Peki böyle bir risk olduğu hekimlerce ailelere açıklanıyor mu Türkiye’de?

Asena Devlet Demir doz aşımı belirtilerine bakalım mı? Doktorun kaçırması imkasız hakikaten, ancak öncelikle anne-babanın bu yan etkileri tanıması, bir sorun olduğunu fark edip doktora danışması gerekeceğinden bu bilgilerin de ebeveynlere mutlak surette verilmesi gerekmez mi?

Solunum yolları ve ciğerlerde: ciğerlerin su toplaması

Mide-barsak sisteminde: siyah ve bazen kanlı dışkı; ishal; karaciğer tahribatı; ağızda metalik tat; mide bulantısı; kan kusma 

Kalp ve Kan: dehidrasyon; tansiyon düşüklüğü; zayıf ancak hızlı nabız; şok

Sinir sistemi: üşüme titreme; koma; konvülsiyon; baş dönmesi; sersemlik; ateş; baş ağrısı; hiçbir şey yapma istememe hali

Cilt: dudak ve tırnakların maviye dönmesi; kızarma; renkte solgunluk

Siz ne demiştiniz belirtiler için? “Demir fazlaliginin belirtilerini kacirmak cok zor ishal ve gelisim geriligi” .. Entersan bir reductioanism gibi geldi bana ..Peki, normal değerlerde veya biraz altındaki demire sahip olan ve anne sütü alan çocuklarda demir takviyesi alımının da aynı şekilde gelişim geriliğine (boy ve kafa çevresi ölçümlerinin düşük çıkmasına) neden olduğunu biliyor muydunuz? Çalışmayı bulur musunuz, ben mi vereyim? 

“Doktorun verdigi takviyeyle fazla demir yuklamesi olma ihtimali dusuk “ . .Katılıyorum, ancak tabii bir yandan diyelim pekmez dayıyoruz çocuğua, karaciğerler yediriyoruz, bir yandan da aman değeri düşük ya geri zekalı olursa diye dayıyoruz şurubu .. 17 aylık bir bebek için bu şekilde alınan demir miktarının tam olarak ne olacağını ve etkilerini bilebilir misiniz?

Son olarak, kesinlikle katılıyorum: “Bu kadar basit degil. Bu nedenle ben ilac tavsiyesi vermem cunku veremem vermemem lazim.” Evet, bence de en sağlıklısı bu.

Elif Pınar Bayındır Çakır Asena Devlet hanım tabi ki de ilaç tavsiyesi veremezsiniz, vermeyin de zaten, çünkü hekim değilsiniz. Buradan bu postu takip eden herkes için yazıyorum 
1) Demirin doz aşım dozu 20 mg/ kg, (kilo başına 20 mg)toksik yani zehirleyici dozu ise 40 mg/kg dır. Yani 10 kg bir çocuk ( yaklaşık 1 yaş civarı) demirden doz aşımına uğramak için hergün yarım şişe ferro sanol şurup içmeli. Aramızda umarım hergün çocuğuna yarım şişe Demir içiren yoktur. Zira ben günde yarım şişe Demir öneren bir Dr ile henüz karşılaşmadım.
2) Demir depoları azalmış / bitmiş bir çocuğun depoları evet sadece doğru beslenme ile de dolabilir. Ama bu biraz zaman alacaktır. Bu sürede de çocuk Demir eksikliği anemisinden geçer. Bu da entellektüel yeteneklerinde kalıcı olabilecek gerilik yapabilir 

Elif Pınar Bayındır Çakır Sizin yaşadığınız ülkede test yapılmıyor ve rutin demir takviyesi verilmiyor olmasının sebebi sosyoekonomik olarak bizden fersah fersah ileride olmuş olması olmasın sakın. O ülkede bilinçli anneler ve yüksek gelir düzeyi nedeniyle Demir eksikliği anemisi sıklığı muhtemelen ülkemizdekinin kat be kat altındadır. Ve yine eminim ki yaşadığınız yerde en sık bebek ölüm sebebi ülkemizde olduğu gibi ishal değildir. O yüzden amaaaan Avrupa’da amerika da vermiyorlar demir Türkiye’de doktorlar pek meraklı ikaçkara onlardan ;avrupalılardan daha iyi mi bilecekler demek; ülke gerçeklerine kökten yabancı olmakla eşdeğerde

Asena Devlet Doktor hanım, müsterih olun lütfen, ben ne kendim kullanıyorum ecza ürünü toksik ilaçlarınızı ne de çocuğuma veriyorum, ilaç tavsiyesinde bulunacak en son kişilerdenim. Mecbur kalmadıkça ve hayati bir tehlike olmadıkça da ilaç kullanıma kesinlikle karşıyım. “Karşıyım Karşı Her Şeye Karşı” yani, sizin deyiminizle. 

Amerika’da çocuk doktorları en prestijsiz, en düşük gelir düzeyine sahip doktorlarmış yazık, bir nedeni olsa gerek? Herhalde onlar bile tut yarım şişe şurup ver diye tembihlemiyorlardır danışanlarına ama istatistikler ortada, zehirlenmeye gidebiliyor 6 yaş altı çocuklar. Bu yüzden de CDC uyarıyor hekimleri ve ilaç firmalarını, aman anne-babalara sıkı sıkı tembihleyin riskleri, bilgilendirin diye. Benim derdim bu noktaya dikkat çekmek.

Demiri yemek pişirdiğiniz tencereden yemeğe geçen kadarıyla bile alıyor vücut, sırf şurupla beslenmiyor herhalde çocuk, yediği gıdalardan bir yandan alıyor. Şişede durduğu gibi durmayabilir bu şuruplar itinalı davranılmazsa.

Siz şunu söyleyin, bu çocuk 1 hafta sonra aynı testi yaptırsa, bu değerler farklı çıkabilir mi çıkamaz mı?

Buradaki örnekten yola çıkarsak, “normal değerlerin biraz altında çıkan” değerler için SEBEBİ tespit ettiniz mi? Sebebi bilmeden tam olarak neyi “tedavi ediyorsunuz” şurup vererek? Anemide en büyük sebep olan kan kaybı mı var çocukta, bağırsaklarda bir sorun mu var, kaka testi mi var ortada, tenye parazit mi var, kemik iliği fonksiyonlarında mı sorun var yoksa beslenme sorunu mu var çocuğun? Önce sebebin bulunması gerekmiyor mu?

Her anemik insan geri zekalı mıdır? Evet kansızlıkta zihinsel fonksiyonlarında performans düşer, halsiz hissedersin de bu sürekli zeka geriliği vurgusu niyedir? 

Değerlerdeki düşüklüğün nedenini bulup düzeltmediğin takdirde şurupla sadece semptom bastırmış ama iyileşme(!) sağlanmamış oluyor, katılıyor musunuz?

Asena Devlet Kişiselleştiriyor muyuz olayı şimdi? Hassaslıktan da öte, çok alıngan gördüm sizi? Siz biraz dünya gerçeklerine daha fazla hakim olmaya çalışın isterseniz; Amerika’da demir vermiyorlar?? 120 çeşit “over-the-counter” satılan demir takviyesi Amerika’da piyasada .. hmm, savunmaya geçiyorsunuz yersiz yere ama biraz daha reel gerçeklere bağlı kalalım lütfen ..

Elif Pınar Bayındır Çakır Olayı kişileselleştirip en prestijsiz doktorlar pediatristlermiş diye konumuzla ilgisi olmayan bir alana çekmeye çalışan sizsiniz. Pediatristleri aşağılayınca prestijiniz az, az para kazanıyorsuuz diyince , insanların günlük max tedavi dozu olarak verilen 6 mg/kg ın çocukları zehirleyebilceğine inanacaklarını düşünüyor olmanız ilginç. ANLAMANIZ İÇİN BİR KEZ DAHA SÖYLÜYORUM DEMİRİN DOZ AŞIM DOZU GÜNLÜK KİLOYA 20 MG DIR. BUNUN İÇİN DE GÜNDE YARIM ŞİŞE ŞURUP İÇİLMELİ. Sizi tıp değil ama bu cehaletiniz zehirler.

Asena Devlet :)) .. anlaşıldı, yine aynı sahneyi yaşıyoruz sizinle ama burada konuyu daha fazla uzatıp kendinizi küçük düşürmenizi ve mesleki itibarınızın da daha fazla aşınmasını istemem .. Hep çalışmadığınız yerlerden soru çıkıyor değil mi, olur öyle bazen .. Burada ne yazık ki cevaplayamadığınız yorumları silip, sonra da mesleki uzmanlık alanınız olmasına rağmen kronik bilgi eksikliği içinde olduğunuz mevzularda “beni de uzaylılar kaçırdı geçenlerde” tadında bilgi yüklü yorumlarınızı bırakamadığınız için hassaslaştınız sanırım .. 

Başarılar diliyorum kariyerinizde ..

Hassas Anne Ece Kumkale Peki bize Turkiyede demir fazlaligindan olen veya agir zarar goren bebeklerin de istatiklerini de verirseniz cok sevinirim. Dediginiz demir fazlaligi belirtilerini yasayan her bebegin annesi doktora kosar zaten degil mi surup kesilir peki kafasina gore demiri vermezse anne ve demir eksikligi yuzunden ciddi sorunlar hatta zeka geriligi yasadiginda onu siz teselli edersiniz artik bu istatistiklerle. Damlalari vermeyen ve sonra demiri cok dusuk cikip gerilik yasayan anneler bana cok yaziyorlar ve pismanlar. Uzatmaya gerek yok. Farkli dusunuyoruz siz Turkiyenin gercegini once kabul edip bilirseniz bence daha farkli degerlendirirdiniz. Turkiyede devlet hastanelerinde her bebege 5 dakika ayriliyor bazen 2 bebek ayni snda iceri aliniyor bu durumda sizce kac anne bebegini ve kendini nasil demirden zengin bedleyecegini ogrenebiliyor ben soyleyeyim cunku 40000 hassas anne takipcim var ve bu konu hakkinda cok mesaj geliyor hiçbiri! 9 aylikken de kan testi olabilen cok az yani kansizlik varsa da gozden kaciyor. Sizin anlattiginiz tabii ozel hastanelerde zaten uygulaniyor anne iyi bedleniyorsa demir verilmiyor bebek iyice gozlemleniyor anemi belirtilerine bakiliyor 9 aylikta kan testine gore demir damlasi veriliyor. Cunku o bebek her ay doktora gidebiliyor ve doktoru onu taniyor ve anneye beslenme hakkinda bilgi veriyor. Diger tarafta 5 dakikada bakiliyor bebege ve her ay gelmiyor doktora bebek. Turkiyenin gercegi bu ve bebeklere 12 aydan once inek sutu veriliyor bu da kansizlik yapiyor. Turkiyenin gerceklerini bilip ona gore degerlendirmek gerekiyor. Bu gerceklerle evet bence de az miktarda demir damlasi verilmesi onemli ve bu az miktarla dediginiz asiri demir etkileri gorulmesi ihtimali az.

Asena Devlet Bilmem, 40,000 takipçi sizde Ece hanım, bence epidemiyolojik bir rapor koyabilirsiniz ortaya .. Ancak önce zehirlenmenin belirtilerini tam bilmeniz ve listelemeniz lazım ki anne-babalar doğru yönlendirebilirsin. Olay bu işte, Türkiye’de bu tip vakaların raporlanmasının bile yapılmadığını tahmin edersiniz sanırım. Türkiye şartlarına işi mutfağından bilecek kadar hakimim, merak etmeyin.


Tiroid sorunu filan mı var ki zeka geriliği filan olmuş, çok enteresan, tüm tıbbi öykülerini de aktarıyor mu danışanlarınız?

Apolojistliğe gerek yok, bahane bulunabilecek bir mevzu değil bu, siz vaktim yok o yüzden yazıyorum şurubu diyemezsiniz. Bu koşullarda çalışıp da hastalara zarar verdiğini düşünen ve meslekten ayrılan pekçok bu işe gönül vermiş hekim var, alternatif sağlık platformlarında işlerini severek sürdürüyorlar. Araştırın bence.

İnek sütü ve kansızlık arasındaki bağlantıyı bilmiyorum ben, rica etsem bu konuda bilimsel çalışma ya da makale verebilir misiniz? Annelerin emzirmeye daha fazla özendirilmesi gerektiğine ise kesinlikle katılıyorum. Ancak biliyorsunuz, pediyatri alanı bebek maması firmalarının sponsörlüğünde vücut bulmuş bir alan. Aman 6 aydan sonra anne sütü yetmez, haydi güçlendirilmiş, takviye edilmiş mama/formül verin dayatması da ağırlıklı olarak çocuk hekimlerinden geliyor annelere.

Benim sorularıma sizden hiç cevap alamıyorum, sadece tek bir boyuta indirgediniz konuyu, uzayıp gidiyor.

Daha fazla devam etmek istediğimden emin değilim bu konuşmaya..

Elif Pınar Bayındır Çakır Tebrikler size . En iyi savunma saldırıdır düsturunu benimsemiş olmanız hiç de şaşırtıcı gelmedi bana. Cehalet ne de olsa hep aynı yerden besleniyor. Hakikaten de “Amerika’daki pediatristler az kazanıyor” yorumunuz pek bilgi yüklü. Konu Demir eksikliği ve labaratuar sonuçlarıyla ispatlanmış, alım azlığına bağlı demir eksikliği tedavisi nasıl yapılır bilim dünyasında üzerinde tartışma olmayan bir konu. Daha fazla uzatmaya gerek yok. Herkes kendi fikrini özgürce yazarken aşağılama içeren cümlelerle fikrinizi savunmaya çalışmak sizin acziniz. Merakım sizi bu kadar doktor düşmanı yapan ve gördüğünüz her platformda okuduğunuz 3-5 makaleyle bir doktorlara sataşmaya iten şeyin ne olduğu.

Asena Devlet Merakınızı gidermeye hiç niyetim yok doktor hanım, siz benim kişisel sorunlarımla değil bence size danışan hastalarınızla ilgilenin biraz.

3-5 makaleden çok daha fazlasını okumak ve anlamak gerekiyor değil mi? Katılıyorum ve şiddetle tavsiye ediyorum.

Savunmada olan ben değilim, bana yöneltiilen her soruya direkt cevap veriyorum, bilgi aktarımı konusunda aynı bonkörlüğü sizde görmüyorum, aksine peşpeşe hakaretler geliyor. 

Kişi engellemek hiç adetim değildir, o yüzden sizden rica ediyorum, lütfen konuyla ilgili olmayan bir paylaşımda bulunmayın benimle.

Amerika’da pediyatristlerin az kazandığı bilgisini(!), bizzat bir Amerikan pediyatristin ağzından aktardım; Lawrence Palevsky. Amacınız gerçekten doğruyu bulmaya çalışmak olsa size bu gerçeğin(!) nedenlerini ve doğurduğu sonuçları aktarırdım. Fakat cahil birinin aktarımlarıyla sizi meşgul etmek istemem, sizin okuyacağınız çok makale olmalı facebook, pardon, PUBMED’de ..

İyi geceler ..

Hassas Anne Ece Kumkale 0-1 yaş arasında inek sütü tüketmek kansızlığa yol açar isterseniz makale arayıp bulabilirsiniz. Bu zaten bilinen bir şey ama ille makale gerekiyorsa http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/16247536

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/22348457

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/12387433

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/2019922

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/1416518

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/1571868

 bu çalışmalar ve daha yüzlercesi 0-1 yaş arasında inek sütü içmenin bu soruna yol açtığını gösteriyor.Siz de diğerlerine açıp bakarsınız artık. 1 yaşından sonra da günde 500 ml den fazla süt tüketmek yine aynı soruna yol açar ve ne yazık ki Türkiye’deki anneler sütü çok harika bir şeymiş gibi fazla fazla bazen 1-1,5 litre içirmeye çalışırlar ben onlardan değilim ama bu da bir gerçek. Bu da Türkiye’deki kansızlık sorununun nedenlerinden biri. Evet dediğiniz gibi doktorlar vardır tabii ama halkın çoğunluğunun gidebildiği doktorlar ve alabildiği tıp yardımı benim anlattığım gibi. Bu nedenle güvenli yöntemi seçmek bence daha iyi. Böyle olmalı şöyle olmalılarla gerçekler birbirinden farklı. Yurdumda herkes sizin ve benim imkanlarıma sahip değil. Size cevap veriyorum ama hoşunuza gitmeyen cevapları cevaptan saymıyorsunuz sanırım. Bence de fazla uzatmaya gerek yok.

. . .

Hassas Anne Ece Kumkale Hep az uyku ile  saat 5:53 bilgi açligi beni buralara getiriyor hep arastiriyorum yeni bilgiler .…….. benim koruma halim karakterim hep boyleydim hassas anne ile çogaldi. Demir damlasi kullanmayip sonra demir depolari 4-5 çikan o kadar cok insan yaziyor ki anlatamam. Dedigim gibi herkes ideal beslenmiyor ve doktora gidemiyor. Keske olmasa ama ulkemizin sartlari boyle.ben de once test somra gerekirse damla diyorum soranlara ama bunu icin bebegin cok iyi takipte olmasi lazim. Gunde 100-150 mesaj geliyor nelervar bir gorseniz . Ben de 8 ay oncesinde siteyi kurana kadar farkinda degildim bu tablonun

Vejetaryen Anne Y Ben sizin derdinizi duyuyorum, benim derdim ise su. Bu is boyle devam edemez. Bu isin kestirme cozumunu sunmak isin cozumu degildir. Bilinclendirmek gerekir. Anneleri mutfaklarini degistirmeye itmek gerekir. Tembellikleri, uyusukluklari, aman simdi kim ugrasacaklari bir yana birakip en bastan kokten degisikligi promote etmek gerekli. Surup ver, hap ver, o ilaci ver, olmadi bu ilacla cozmeye calisla olmaz. Bu gidisat gidisat degil maalesef. Siz de durup hatirladiginizda biliyorsunuz bunu. Insanlarin basma kaliplarini yikmak lazim. Ezberlerini bozmak lazim. Demir diyene et, kalsiyum diyene sut, kizamik diyene asi degil, yasam tarzi, bilincli beslenme konusmak lazim. Sizin gibi onemseyen annelere karsi daha guclu beklentilerim var, bazen ben de sizlere karsi hassas davraniyorum elimde olmadan  Kirdiysam lutfen kusura bakmayin 
Asena Devlet Herkese günaydın, Elif hanım size de 🙂  Konuyu saptırmadan ve kişiselleştirmeden iletişim kurabilmemiz dileğiyle sizlerle bulgularımı paylaşmak ve fikirlerinizi almak istiyorum. Herkesin görüşü ve deneyimi bu konuda önemli, lütfen tarafsız bir çerçeveden bakmaya çalışalım konuya .. 

Ece hanımın verdiği linkleri inceledim, 1’i dışında hepsi 20 sene önce yapılmış çalışmalar .. 6 makaleden 4’ü demir eksiliğine bağlı anemi için mutlak surette ‘demir takviyeli formüla’ kullanımı önermiş. Bu da her zamanki gibi bahsettiğim sistem sorununu, bilimsel çalışmalarda endüstrinin etkisini akla getiriyor ..

Metodolojileri hakkında abstract ve sonuç bölümünden bir fikir elde edilemiyor biliyorsunuz ve hepsinin tam metni yok malesef ve ben genellikle Amerika’daki hemşire arkadaşımdan rica ediyorum açılmayanların tam metnini göndermesini ancak bana tam metinleri ulaştırması uzun sürer şimdi, özet ve sonuç bölümlerinden gidelim şimdilik. 

800 kişilik bir çalışma dışında çoğunun sample sayısı çok düşük, ancak yine de birbiriyle çelişkili sonuçlar çıkmış. Hepsinde vurgu, sosyoekonomik düzeyi düşük, fakir ve çok çocuklu ailelerde sorunun ağırlaştığı yönünde.

İlki 20 senelik literatür taraması yapmış ve ilk 6 ay salt anne sütü, 24 aydan sonra da ihtiyatlı şekilde anne sütünden kesmeyi önermiş IDA için ve demir eksiliğini gidermek için takviye değil, demir ağırlıklı beslenme önermiş!

Mısır’da fakir aileler arasında yapılan 2. çalışma, 3. 4. çocuk olan erkek çocuklarından riski fazla bulmuş; takviye edilmemiş inek sütü içme, 6 ayın üstünde anne sütüyle beslenme(?!) ve düşük demir içerikli beslenmenin risk faktörünü arttırdığı söylemiş.

İlk makaleyle açık bir tezat var ortada, öneriler de birbirini tutmuyor..
Asena Devlet 3. makale endüstrinin beşiği Amerika’dan, tarih 2002 .. 1960’tan beri IDA oranlarının Amerika’da düştüğü bilgisine ters olarak son senelerde 1-3 yaş arası çocuklarda aneminin arttığını söylemiş!

Şimdi düşünelim, uzun süredir Amerika’da vitamin-mineralkatkılı formülalar 4-6 aydan itibaren yaygın şekilde kullanılıyor, pediyatristlerce sıkı şekilde öneriliyor biliyoruz, peki buna rağmen anemi oranlarındaki artışı nasıl açıklamamız gerekiyor? Burada bir çelişki yok mu? Bununla ilgili çok enteresan bir çalışmayı sonda vericem ..

IDA ve zihinsel, motorik ve davranışsal yeti kaybını ilişkilendirmiş, ancak bir yandan da aneminin gelişim üzerindeki bu etkisinin tam olarak anlaşılamadığını(!) belirtmiş? Ancak bu etkilerin demir eksikliği anemi oluşturacak denli ağır ve kronik(!) hale hale gelinceye değin de ortaya çıkmadığının altını çizmiş.

Peki, bu durumda, elimizdeki örnekte olduğu gibi, davranışsal herhangi bir sorunu olmadığını tahmin ettiğimiz bir çocuğun normalin biraz altında çıkan değerlerden yola çıkarak, aman bakın zeka geriliği olur diye en kötü ihtimalden yola çıkılarak, beslenme değil de doğrudan takviyeye yönelnedirimesi ne kadar doğru ve mesleki açıdan ne kadar etiktir?
Asena Devlet Amerikalı araştırmacılar bunla da yetinmemiş, anne sütü alan(!) çocuklarda 4-6. aylarda demir takviyesi yapılmalı(!), emmiyorsa da demir takviyeli formüla verilmeli demiş tabii ki. Hatta düşük demir değerli formüla da değil, yüksek demir değerlisi kullanılmalı illa demiş??

1. 4-6 aylık çocuklarda herhangi bir tahlil yokken doğrudan takviye önerilmesini doğru buluyormuyuz? Daha önce de bahsettiğim gibi, anne sütü alan ve hemoglobin seviyelerinde eksiklik olmayan 6 aylık çocuklarda demir takviyesi alımının gelişim geriliğine yol açtığı bulunmuşken, anne-babalar hangi yolu izlemeli??

Peki, formüla sütün ağırlıklı olarak inek sütü tozundan yapıldığını biliyoruz, burada da bir çelişki yok mu?

4. çalışma, Şile’den 1991 yılından. Demir eksikliği en çok demir takviyesiz inek sütü içenlerde görülüyormuş (inek sütü içmeyin, biyoayarlanımı engeller ama yapay şekilde demir takviyesi ihtiva ediyorsa aman alın önerisi??) Anne sütü alanlarda orta derecede, demir takviyeli formüla içenlerde çok daha az çıkıyormuş.

Ve bomba önerme: İşte bu yüzden de ortada biyokimyasal bir kanıt olmasa dahi(!) demir eksikliğine dair, çocuklar demir takviyesi kullanmalıymışlar??!! 

5. çalışma, İspanya’dan 1992 yılından, IDA için prematüre doğum, sosyo-ekonomik koşullar, düşük demir takviyeli süt içimi(!), erken inek sütü içme ve 12. aydaki kilonun korelasyon gösterdiğini yazmış.

Fakat daha önce dikkat çekmeye çalışyığım gibi, ilk yaştaki enfeksiyon geçirme oranlarına bakıldığında, önemli bir korelasyon yok der! 

Vücudun enfeksiyon ve enflamasyon durumunda makrofajlardan demir salınımının durdurulması konusuna yeniden dikkatinizi çekmek isterim. Vücudun hastalıklara karşı savunma mekanizmasının bir parçası yani bu..

Ve sadece, yüksek risk grubundaki çocuklara demir takviyesi önermiş.
Yine aynı konu, benim itirazım da salt hemoglobin değerlerine bakılarak, beslenme, yaşam koşulları, kilo vs diğer risk faktörlerine bakılmaksızın ezbere demir takviyesi önerilmesi ve zafiyetin nedenin ortadan kaldırılmaması..
Asena Devlet 6. kanada’dan 1992 yılında ve bir ildeki en fakir(!) 5 bölgeden 200 küsür çocuk üzerinde yapılmış. 6 aydan önce inek sütü kulalnımı ve 6 ayın altında demir takviyeli cereal kullanma(!) ile demir eksikliğine bağlı anemi (IDA) indikatörüymüş. Düşük doğum ağırlığı ve 6 ayın altında demir takviyeli formüla kullanılması(!!) IDA ile ilişkilendirilmiş(!)

Amerika’daki çalışmada 4-6 arası tüm bebekler, hem de en güçlüsünden demir takviyesi almalı denmişti hatırlarsınız. Yine tutarsız bilgiler yumağındayız..

Şimdi şu çalışmaya bakalım, Amerika’dan 2012 tarihli, geniş sample’lı (835 çocuk) demir takviyeli ve düşük demir takviyeli formüla alan bebeklerde 10 yıl sonraki gelişimsel duruma bakan uzun dönemli(!), randomize kontrol gruplu(!), metodoloji olarak diğerlerine oranla çok daha güvenilir bir çalışma! http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/22064877

 

6 – 12 ay itibariyle demir takviyeli ve düşük demir takviyeli formüla kullanan çocuklara bakılıyor.

– IQ, uzamsal hafıza, aritmetik başarısı, görsel-motorik entegrasyon, görsel algılama ve motorik fonksiyonlara bakılıyor. 

Sonuçlar: 

– demir oranı daha yüksek takviye alan gruptakiler, 10 yılın sonunda HER değerlendirme kriterinde daha düşük skor alıyor!!

– 6. ayda hemoglobin değerleri yüksek olan çocuklar, demir takviyeli formüla aldıkları takdirde daha düşük skor elde ediyor! DÜŞÜK hemoglobin sayımlı çocuklar önemli şekilde daha iyi skorlara sahip!

(Burada, amerikadaki çalışmada, endikasyon olmasa dahi yüksek demir takviyeli formüla almalı 4-6 ay arası bebekler(!) önermesini düşünelim ve 10 yıl sonunda bu önermenin yarattığı sonuçlar açısından değerlendirelim lütfen. Tıpta bilginin kesinlik arz etmediğini, herhangi bir durumda yan faktörlerin fazlalığı, herkese tek tip medikal uygulama önerilmemesi gerektiği, işe yaramayan tıbbi müdahalelerin ne denli fazla olduğunu ve çoğu durumda da bunların hastaların sağlıklarını olumsuz etkiledi, tıpta bilginin her geçen gün değiştiği, endüstri etkisinden bağımsız olmadını ve bilginin oldukça kısa bir yarı-ömrü olduğunu söylerken bu gibi örnekleri kasdediyordum işte. Umuyorum, daha iyi anlaşılabiliyordur tepkimin sebebi ve eleştirimin odağı).

Asena Devlet Demir fortifikasyonun uzun vadede çocuklara olumsuz etkilerini gözlemleyen başka çalışmalar da var tabii ..

Şu makaleye bakalım: http://lpi.oregonstate.edu/infocenter/minerals/iron/

 

Zihinsel gelişim ve demir eksiliğine bağlı anemi arasında bağlantı bulan gözleme dayalı(!) çalışmaların güvenilir olmadığını, çünkü diğer pek çok yan faktörden bağımsız değerlendirilemeyeceğini bu konunun söylüyor. 

2 yaş altında anemik(!) çocuklarda yalnıca tek bir(!) randomize çift kör çalışma demir takviyesinin bilişsel gelişime anlamlı derecede fayda sağladığı sonucuna varmış. 

Gelgelelim, dört randomize kontrollü deney 2 yaş üstü(!) çocuklarda demir takviyesinin bilişsel gelişime ve okul başarısına faydası var derken, diğer 2 çalışma herhangi bir faydası olmadığını bulmuş. (Çelişki??)

Efendim bugüne değin yapılmış çalışmalar 2 yaş üstü çocuklarda bilişsel iyileşme saptamış görünüyor, ancak 2 yaş altı çocuklar bu faydaya daya dirençli gözüküyor?? Enteresan değil mi?

Yakın zamanda yapılan sistematk literatür değerlendirmesinden bahsediliyor 17 randomize kontrol gruplu deney üzerinde. Sonuç: Demir takviyesi alımı 7 yaş üstü çocuklarda eh, hasbelkader bir olumlu etkiden sözedebiliriz zihinsel gelişim açısından ancak 27 ayın altındaki çocuklarda zihinsel gelişimde HİÇBİR etkisi yok!

O yüzden tekrar soruyorum, sizce kanda demir seviyesinin yüksekliği ve zihinsel gelişim arasında bırakın pozitif korelasyonu, negatif korelasyon bulan çalışmalar mevcutken, en iyi ihtimalle ileriki yaşlarda “modest”, hani neredeyse hiçbir etkisi olmayacak bir olumlu etkiden bahsediliyorken, kalkıp hekimlerin “kansızsa çocuğunda zeka geriliği görülür(!)” gibi yanlış bir önermeyle anne-babaları bilimsel dayanağı olmadan korkutmaları, gereksiz, ahlak dışı ve sorumsuzca bir davranış değil midir?

Asena Devlet Son olarak, beslenme dersi pek görmüyor hekimler fakültede ve bunun sonucunda da işte endüstri destekli ne çalışma konulursa önlerine, hah tamam en doğrusu budur diye sorgulamadan ve bilmeden illa bir tıbbi müdahalede bulunma gereği görüyorlar.

Bakın, şu makaleyi inceleyin, çok uzadı ben açıklamayayım her şeyi. Bakır-demir ilişkisinden bahsetmiştim ve Elif hanım da demirin biyoayarlanımından bahsetmişti, buyrun burada vücutta demir rezervleri dolu olsa bile testte nasıl düşük çıkıyor değerler açıklamış, inceleyin lütfen. Bu çok önemli bir makale, salt hemoglobin değerlerine bakılara herhangi bir destek verilmesinin yaratacağı ağır sonuçları açıklıyor.

http://drlwilson.com/articles/IRON.htm



Bakır-demir metabolizması ilişkisi: http://www.biomembrane.hu/data/pdf/16462140.pdf



bakır eksikliği ve anemi bağlantısı: http://ajcp.ascpjournals.org/content/132/2/191.full



İnceledikten sonra değerli görüşlerinizi adminler bizi kovmazsa buradan bekliyorum ..

Hassas Anne Ece Kumkale Bakin beslenme diyorsunuz ben de anneler beslenme hakkinda bilgisiz ve inek sutu veriyorlar Diyorum. Siz tum annelerin cocugunu nasil bedleyecegini bildigi ve tum doktorlarin zaman bulup ve ayirip annelere uzun uzun beslenme anlattigi bir utopyadan bahsediyorsunuz hala. Biliyorum Amerikadan oyle gorunuyor ben de 6,5 sene Amerikada yasadim ve 3 yil boyunca Florida Universitesinde ve Duke Universitedinde araştirma koordinatoru olarak calistim ama burada durum o utopik durum degil ve oyle olana kadar da bence bu damlalar en azindan cocugunu her ay ozel ilgi gosteren doktora goturemeyen ve cocugunu nasil besleyecegini bilmeyenler icin faydali. Evet ben de dozin istediginiz gibi olmalarini istiyorum annelerin ve doktorlarin ve sistemin ama daha uzun zaman var ona.

Hassas Anne Ece Kumkale İnanin herseyi incrlemek isterdim ama imkansiz dediginiz gibi 3 cocugum var bugun pazar hepsi evde ve biri hasta ayrica kilolarca biber ile kis hazirligi yapmam ve hassasanne sitem ile ilgilenmem lazim eminim sizin de hakli oldugunuz noktalar vardir ama dedigim gibi Turkiyenin gercegine cok uzak. Zaten biz durumu iyi olan anneler boyle davraniyoruz sorun low ses ailelerde cikiyor. 2 aylik bebege sutu yetmiyor diye inek sutu veriyor cunku mama alacak parasi yok. Aa yok artik mi? O kadar cok oluyor ki bana yaziyorlar devamli. Takip edemeyecegim artik lutfen [email protected] uzerinden devsm edelim gruptan da çikiyorum çok fazla zamanim yok kendi sitemle ilgilenemedim buraya yazmaktan bu da onlara haksizlik. Tesekkurler cevsplariniz icin sevgiler
Asena Devlet Ben beslenme diyorum ve günümüz çocuk doktorlarının da bu konuda bilgi eksikliği olduğunu söylüyorum. 

Bu yüzden de görev ve ödevleri olduğu halde annelere bu konuda yardımcı olamıyorlar, zamanları olmadığından değil ..

Bununla da kalmayıp açıklamaya çalıştığım gibi sağlığa zararlı tıbbi müdahalelerde bulunabiliyorlar ikinci bir kez düşünmeden ..

Ben Amerika’da hiç bulunmadım ve bulunmayı da hiç bir surette düşünmüyorum, ancak oradaki sistemin de ütapik olmaktan çok öte olduğunu biliyor ve size anlatmaya çalışıyorum.. Türkiye sağlık konusunda dünya geneli gibi Amerikan ekolünü takip eder biliyorsunuz ..

Sanırım anlaşılmamış verdiğim linkler, bu damlalar hele ki çocuğunu nasıl besleyeceğini bilmeyen annelerin çocukları için ÇOK tehlikeli. Prospektüs var nette, bir bakın isterseniz. Üstelik de damla kullanımına başlandıktan sonra kısa aralıklarla doktor kontrolüne gitme şansı yoksa çocukların, işte o zaman felaket reçetesini sistem-doktor-ebeveyn elbirliğiyle çocuğa yazmış demektir 
Asena Devlet Kolay gelsin size, iyi günler ..
SSPE Sopası

SSPE Sopası

Aşı Yaptırmaya Mecbur Değilim Hareketi’nin Facebook sayfasında aşıyla ilgili gelen şu yoruma cevaben kaleme alınmıştır:

“Çocuklarınız yarın bir gün bulasiçi bir hastalığa yakalandığında hastaneye de gitmezsiniz o zaman sanırım :s bazı bulaşıcı hastalıkların ne ggibi komplikasyonlara sebep olduğunu bilseniz keşke. .. örneğin kızamik olduğunda hastalığı geçirdikten sonra virüsün vücutta kalarak SSPE’ye sebep olması gibi. .. bi araştırın derim. …”

Yüzlerce pediatri doktoru yetiştirmiş bir hocanın, Robert Mendelsohn’un kitabını önermek isterim size: Doktorunuza Rağmen Sağlıklı Çocuk Nasıl Yetiştirilir (How to Raise a Healthy Childe, In Spite of your Doctor)

“bazı bulaşıcı hastalıkların ne ggibi komplikasyonlara sebep olduğunu bilseniz keşke. .. örneğin kızamik olduğunda hastalığı geçirdikten sonra virüsün vücutta kalarak SSPE’ye sebep olması gibi”, demişsiniz..

Cümleyi şöyle değiştirsek tıbben daha doğru olur mu acaba?

“Bazı bulaşıcı hastalıkların, kötü yaşam koşullarına sahip, yetersiz beslenen ve bağışıklık sistemi zayıf bir kısım çocukta ne gibi komplikasyonlara sebep olduğunu bilseniz keşke …”

Kızamığa bağlı SSPE vakalarının görülme sıklığı kitle aşılaması başlamadan önce Amerika’da milyonda 1’lerle ifade edilirken bu oranın kızamık aşılamalarına başilandıktan sonra arttığı bilim tıp dünyasında bilinen ama ifade edilmeyen gerçekler arasında değil mi?

Bakın mesela, 1996’da Viroloji Arşivi adlı tıp gergisinde yayınlanan bir makaleden alıntı:

Since the introduction of measles vaccines, vaccine-associated SSPE has increased in the USA. Therefore, we should pay attention to SSPE after inoculation with measles vaccine, despite the decrease in the incidence of [wild] measles.”Halsey N.Risk of subacute sclerosing panencephalitis from measles vaccination. Pediatr Infect Dis J. 1990 Nov;9(11):857-8. No abstract available.PMID: 2263442; UI: 91088240.

Doğal kızamık virüsü ile kızamık enfeksiyonu büyük oranda azalmış olmasına rağmen eskisine oranla aynı oranda hatta daha fazla SSPE vakasıyla karşılaşılmasını nasıl açıklamalıyız sizce?

Türkiye’den de tekli kızamık aşılarından sonra Güneydoğu’da görülen yüzlerce SSPE vakasının üstünün örtüldüğünü, yok sayıldığını, aşıyı zorunlu tutan (ki kanunen aslında zorunlu değildir) devletin, neden olduğu bu korkunç hastalıkla ilgili hiçbir sorumluluk almamasını, ailelere hiçbir yardımda bulunulmamasını nasıl değerlendirmek gerekir?

Türkiye’deki çocuk hastalıkları dergisinde yayınlanan olgu sunumlarına ve epidemiyolojik değerlendirmelere baktığınızda, SSPE tanılı çocukların %70’inin aşılı olduğunu ve son 10 yılda TR’de SSPE görülme yaşının da öne kaydığını görüyoruz.

Şimdi, elimizdeki bu bilgiyi bir başka yabancı yayınla birleştirelim isterseniz ki tablo netleşsin:

The most striking feature of the data is the rapid decline in SSPE incidence. Corresponding to this decrease is an increase in the proportion of cases following measles vaccination. There also is a shorter incubation period for SSPE following vaccination than after measles infection. (Dyken PR, Cunningham SC, Ward LC.: Changing character of subacute sclerosing panencephalitis in the United States.Pediatr Neurol. 1991 Mar-Apr;7(2):151./Dyken PR: Neuroprogressive disease of post-infectious origin: a review of a resurging subacute sclerosing panencephalitis (SSPE).,Ment Retard Dev Disabil Res Rev 2001;7(3):217-25 )”

SSPE vaka sayısındaki ani düşüşle beraber bir yandan da kızamık aşılamasından sonra başgösteren SSPE olgu sayısı artıyor. Kızamık enfeksiyonuna göre aşılama sonrası görülen SSPE’nin inkübasyon süreci daha kısa!

Artık aşılı nesillerin bebekleri maalesef anneler çocuklukların oldukları aşının “koruyucu” etkisini çoktan yitirmiş olduklarından, SSPE için riskli evre olan 1 yaş altında enfeksiyona tamamen açıklar. 1 yaş altında ve/veya tam 12. ayda vurulan modifiye edilmiş canlı kızamık virüsünün SSPE’ye yol açmayacağını garanti edebilir miyiz? Doğal yoldan fulminan kızamık geçirip virüsü tamamen vücuttan temizleyemeyen bebek, bu modifiye, ancak kızamığa yol açtığı IOM 2011 raporunda açıkça yazan aşı virüsünden subklinik veya atipik kızamık kapamaz mı? Yanıt, kesinlikle evet!

Sizce kızamığı normal geçirme yaşı olan 5-6 yaşlarında bırakalım sağlıklı çocuklarımız bu bir zamanların en çok görülen hafif hastalığını geçirip ömür boyu bağışıklık kazansın ve anneler ilk 1 sene ve hatta sonrasında, gerek plasental koruma gerekse emzirmek suretiyle pasif koruma sağlasın mı bebeklerine, yoksa aşılı ama artık çoktan koruyucu olduğu sanılan antikorlarını yitirmiş genç anneler ve bebekleri kızamığa ve komplikasyonlarına tamamen açık bir şekilde risk altında mı yaşasınlar?

Ne dersiniz? 

BYBO/Bebek Yapım Bakım Onarım Yazarına Cevap

BYBO/Bebek Yapım Bakım Onarım Yazarına Cevap

Otizmin Bebeklik Dönemi Aşılarla İlişkisi Var Mı? başlıklı yazısında daha önce burada detayları ile ele aldığımız, CDC’nin otizm-aşı bağlantısını inkar yolunda en son ürettiği “bilimsel çalışma”yı tamamen yanlış yorumlayarak kendi kendine “aşılarla otizm arasında hiçbir ilişki yok” sonucu çıkaran Eren Kaya’nın, herhalde konu ettiği çalışmayı okumadığı ve hatta yazısına kopyaladığı sonuç bölümünü bile yanlış yorumlamasına bakılacak olursa okusaydı da pek anlamayacağı için sansürlediği yorumumdur.

“Bilim ve akıl dahilinde tartışma yapmak yerine ad hominem saldırılarda bulunmak da herhalde bilimsel araştırmaları değerlendirme beceresinden yoksunluğa dalalet.

 

Ya da oldukça enteresan bir nick altında (“melamine”) danışıklı dövüş becerileri sergilemek de keza .. düşmanımın düşmanı dostumdur ilkesinden hareketle eskiden uzatılmış ancak havada kalmış ellerin şimdi buluştuğunu görmek pek sevindirici.

 

Sayın Kaya 31 mart itibariyle Dr. Sears’ın bu çalışma ile ilgili yorumunu eklemiş, ki yazısının başında iddia edilen savı tamamen yalanlayan bir yorumdur ve benim yorumumla da örtüşmektedir. Aşı karşıtı olmakla veya bilimden anlamamakla itham edilemeyecek bir doktorun görüşleri benim için isimsiz yorumcuların karalamalarından çok daha geçerlidir.

 

Bir yanlışı daha düzeltelim: aşı profilaktik bir ilaçtır! Amerikan yüce mahkemesi tarafından da “unavoidably unsafe” ilan edilmiştir. Bu durumda, “Türkiye’de [ve dünyada] bebeklere haddinden fazla ve gereksiz yere ilaç[/aşı] veriliyor oluşu”na itiraz eden ve sorgulayan ebeveynlerin, otizmde nedeni açıklanamayan(!) artıştaki endişeleri gayet akla yatkın ve haklıdır.

 

Çocuğunun veya kendisinin sağlığıyla ilgili alınacak hertürlü karar her zaman kişinin ve ailenin aydınlatılmış rızasına bağlıdır. Hekimler sağlık konusunda sadece birer danışmandır, kimsenin vücut bütünlüğüyle ilgili tek başına karar alma ve uygulama yetkisine sahip değildir.

 

Atıfta bulunulan ‘Autism Speaks’, CDC ve endüstri yanlısı duruşu ile Amerika’da diğer tüm otizm örgütlerinin cephe aldığı bir örgüttür. Phizer başta olmak üzere diğer pekçok ilaç/aşı firmasıyla sayıları milyonları bulan otizmli çocuklar için neden bulmaya değil, ilaç geliştirmeye adamışlardır kendilerini.

 

http://www.pfizer.com/news/featured_stories/featured_stories_autism_collaboration.jsp

http://vactruth.com/2011/06/17/83-reasons-to-question-autism-speaks-for-hiring-big-pharma-scientist/

 

Otizm ve aşı konusu kimsenin oyun alanı değildir, yüzeysel bilgilerle de geçiştirilemez. Umuyorum okurlar kim olduğu belli olmayan yorumcuların dezenformasyonu yerine kendileri bizzat çok yönlü araştırma yaparlar.

 

Bu çalışmanın bir diğer değerlendirmesi için: https://lilliputian.me/2013/03/cdc-allah-sizi-inandirsin-asilarla-otizm-arasinda-iliski-yok-olsa-soylemez-miyiz/

 

Asena Devlet “