Sizin Çocuğunuz da Aşı Malulü, Tıpkı Benimki Gibi

Sizin Çocuğunuz da Aşı Malulü, Tıpkı Benimki Gibi

Robyn ve oğlu

Robyn ve oğlu

Aşı konusunda düşünüp taşınma işi bebeğin doğumuna bırakıldığı takdirde oluşacak aşı maluliyetini fark etmek sizin için neredeyse imkansız olacak.  Aşılar çocuğunuzu vurduğunda yorgunluktan ölüyor olacaksınız.  Minik detaylardan gözünüzü alıp da resmin bütününü görecek haliniz olmayacak.  Beliren semptomlara yara bandı yapıştırmakla meşgul olduğunuzdan ortadaki sendromu göremeyeceksiniz bile.  Size hassas, biraz fazla ilgi isteyen bir bebeğiniz olduğu söylenecek belki ve bebeğinizin bu hassasiyeti kendini kolik, reflü, baş vurma, gıda alerjileri veya ciltte temas gören yerde oluşan kızarıklıklar şeklinde gösterecek.  Size ‘aa bunların hepsi normal şeyler canım’ denecek ki aslında yalan da değil, bugünlerde “normal” addedilen şeylere bakacak olursak…  Şimdi etrafta bu belirtileri gördüğüm bebek olduğunda müdahale etmeye çalışıyorum.  Anne-babalarına bu hassasiyetlerin doktorlarının kendilerine söylediğinden çok daha derin anlamları olduğunu anlatmaya çalışıyorum.  Bu insanların ne olup bittiğini anlayamayacak denli bir koşuşturmaca içinde olduğunu biliyorum.

Oğlum dünyaya geldiğinde diğer pekçok kişi gibi biz de bebek odasının rengine aşılardan daha fazla kafa yormuştuk itiraf etmek gerekirse.  Ondan herhalde bir 10 sene önce tek bir kişi biliyordum çocuğunu aşılatmayan, o da bana “çocuklarımızın vücuduna o iğrenç şeyleri sokmuyoruz biz” demişti.  Ürkmüştüm açıkçası adamdan.  Bana komplo teorileriyle uğraşan biri gibi gelmişti.  Asla onun yaptığını yapmayacaktım.

Çocuğumuzun hayata gelişinin üçüncü gününde, hastaneden çıkmadan hemen önce Hepatit B aşısı ile ilgili evrak getirildi önümüze.  Biyoloji üzerine yüksek lisansım var ama Hep B nedir bilmiyorum o dönem.  Okuduğum çocuk yetiştirme kitaplarından hiçbirinde, verilen ağrı kesicilerden kafamın iyi olduğu bir anda hiçbir fikrimin olmadığı bir konuda benden karar vermemin isteneceği yazmıyordu ki.  Eğer bilmiyorsanız, Hepatit B enfekte kişinin kanından kirli iğne paylaşımıyla da bulaşabilecek esas itibariyle zührevi bir hastalık.  Çocukların oyun bahçelerinden, hapşırıktan veya içtikleri sudan Hepatit B kapma olasılıkları yok yani.  Çocuk cinsel ilişkiye girme yaşına geldiğinde doğumunda vurdukları aşının etkisi çoktan geçip gitmiş olacak.  Anne Hep-B pozitifse, gebelik döneminde yapılan tahlillerde bu mutlaka ortaya çıkar, anne durumunu öğrenir zaten.  Öyleyse hastanelerde yenidoğanların hepsine birden niye vuruluyor bu aşı?  Yapabiliyorlar da ondan.  Çünkü kimse kendilerine “Hayır.” demiyor da ondan.  Bu kadar basit işte.

Hepimiz doktorumuza güvenmek isteriz.  Kimse CDC veya Amerikan Pediyatri Birliği’nin çocuklarımızın yararına çalışmadığına inanmak istemez.  Kimse geriye dönüp baktığında bebeğine kendi eliyle zarar vermiş olduğunu görmek istemez.  Kimse çocuğununun doktoruyla anlaşmazlığa düşmek istemez.  Kimse eşiyle bu yüzden mücadele halinde olmak da istemez.

O gün Hep-B aşısının yapılmasına izin verdik.  Kendi kendimize, “Çok mühim bir şey olmalı yoksa böyle sayfa sayfa muvafakatname evrağıyla gelmezlerdi,” diye de düşündük ama yine de imzayı attık.  O akşam bebeğimizi alıp eve çıktık ve histerik şekilde ağlayıp duran bu bebeği yeniden karnıma sokmanın bir yolu olsa keşke diye diye sabahı ettik.  İki olayı birbirine hiç bağlamadık bile.  Dedim ya, doğum sonrasının yoğunluğunda kendimizi kaybetmiştik bir kere…

Bir hafta sonra durumumuz hala içler acısıydı.  Eşim bana yardımcı olmak için işten fırlayıp doğru eve geliyordu.  Ben hala üstümde pijamalar, kusmuk ve mememden sızmış sütle üstüm başım batmış halde öylece oturuyor oluyordum.  Bebeğimiz ağlıyordu.  Ben ağlıyordum.  Ne bir şey yemiş, ne dişimi fırçalamış ne de iki çamaşır katlamış oluyordum.  İki haftalıkken oğlumuza “klasik kolik” teşhisi konuldu ve sonraki beş ay boyunca da geçmedi kolik.  Çevremizdekilerin gördüğü en ağır kolik vakasını yaşıyorduk.  Evliliğimizi kurtarmak adına çareyi antispazmodik bir ilaç vermekte bulduk.

2. ay aşılarından bir gün önce

2. ay aşılarından bir gün önce

Dokuz haftalık olduğunda ağlak bebeğimi alıp 2. ay kontrolüne götürdüm ve üstüme yine birtakım evraklarla geldiler.  Bu kontrollerde ne olup biteceğine ilişkin pek bir bilgim yoktu, hazırlıksızdım.  “Burayı, burayı ve burayı imzalayın. Aşılarını olması lazım.”  Üç enjeksiyon ve iki de ağızdan damlaydı aşıları, yedi hastalık için veriyorlardı. “Bir zararı olmaz, eminsiniz değil mi? Niye bu kadar çoklar?”  Soru sormanızı istemiyorlar.  Sorularınıza verecek bir cevapları yok.  Aşı prospektüsünde birtakım yan etki listeleri var, ancak bunu size göstermiyorlar.  Acele ettiriliyorsunuz, oldu bittiye getiriliyor her şey.

Doğum sonrasında en hassas ve zorlu zamanınızda annelik içgüdülerinizden tamamen arındırmaya çalışıyorlar sizi.

Doğum sonrası anksiyetem tavana vurmuş haldeydim o ara.  Eski benden eser kalmamış, uykusuzum, ruh gibi dolaşıyorum.  Acılar içinde kıvranan bir bebeğin saatlerce bitmek bilmeyen ağlayışları, haykırışlarıyla geçiyor günler. Başka hiçbir şey düşünemeyecek haldeyim.

Aşıları ben emzirirken vurmaları mümkün mü diye soracak oldum, reddedildim.  İmzaları verdim ve aşıları vurdular.  20 dakika geçmeden öyle derin bir uykuya daldı ki uyandırmak mümkün değil.  Bizim kolikli oğlan etrafta bunca gürültü, insan varken öyle kolay kolay uyuyacak bir bebek hiç değil.  Daha araba koltuğuna koyar koymaz uyuduğu görülmüş şey değil.  Eşimi arayıp ters bir şeyler var diyorum. Eve geliyoruz, arabadan alıp beşiğine koyuyorum, hala uyanmıyor.  O beşikte ben başında saatlerce uyudu öyle, daha önce hiç olmamıştı bu.

En sonunda uyandığında öyle bir çığlık çığlığa ağlamaya başladı ki ne öncesinde ne de sonrasında böyle bir ağlama duymuşluğum yok.

Elimde telefon odasına dalıp hemşireye ağlayışını dinlettiğimi hatırlıyorum.  Bana ısrarla bu histerinin “enjeksiyon yerindeki acı/sızı”dan olduğunu ve biraz daha Tylenol vermem gerektiğini söylüyor. İnanmıyorum dediğine.  Çıkarken elime tutuşturdukları notta çığlık şeklinde ağlama olursa sağlık merkezini derhal aramam gerektiği yazıyor, ama aradığımda bana bunun normal olduğu söyleniyor?!

Kucağa alınmak istemiyor. Ona dokunumamı istemiyor.  15 dakika boyunca kulakları yırtan çığlık çığlığa ağlamadan sonra emzirip yeniden uyutabiliyorum.  Sadece bir karış ötesinde oturmuş uyumasını seyrederken ikinci kez uyanıyor.  Kollarının kaskatı havaya fırlayıp da çığlık çığlığa ağlamaya başlayışını ömrüm oldukça unutmayacağım.  Gözleri sımsıkı yumulu, bütün enerjisini o mini minnacık bedeninden o korkunç sesleri çıkarmaya harcıyor gibi.  Bana bakmıyor.  Benim orada olduğumun bile farkında değil.  Yeniden uyuya kalıyor, çığlıklar susuyor.

Bütün geceyi ta 2 ay önce yapmış olmam gereken araştırmayı yapmakla geçiriyorum.  Attığı çığlığa “cry-encephalitis” yani ensefalit ağlaması deniyormuş, aynı zamanda DTaB çığlığı olarak da bilinirmiş.  Beyin iltihaplanması bu.  Tamı tamına beyinde aşıya bağlı oluşan alerjik bir reaksiyon.  Nadir görülen bir şey de değil.  Tutup acile götürsem bir EEG ile belgelenecek bir şey hem de.  Oysa bana pediyatristimizin ofisi tarafından yalan söylendiği için olay geçmiş, belgeleme şansı yitirilmiş oluyor.

İşte bu olay bizim için aşı dosyasının kapanmasına giden yolun başlangıcı oldu.

Çocukların sinir sistemi yollarını kaplayan miyelin kılıfları henüz oluşmamış olduğundan bütün bu virüsler, alüminyum, cıva, formaldehid, MSG ve hayvan DNA’sının bombardımanına karşı korunmasızlar.  Miyelin kılıfı olmayan sinirler hasar gördüğünde buna otizm diyoruz.  Asperger’s diyoruz.  Epilepsi diyoruz.  Astım diyoruz.  Kafa yaralanmalarında miyelin kılıfına gelecek zararın fiziksel ve zihinsel olarak özür oluşturucu boyutta olabileceği literatürde gayet iyi dokümente edilmiş ve anaakım medya tarafından da kabul edilmiş bir gerçek.  Ancak iş otizme gelince bağıntı görmezden geliniyor.

Samimi söylüyorum çocuğumu aşılatmamayı düşündükçe mideme ağrılar giriyordu o dönem. Sürekli fikir değiştirip durdum. Tamam dedim, bir sonraki aşı turunda gider acilin otoparkında bekleriz herhangi bir şey olursa diye.  Sonra dedim bu nasıl bir deliliktir, hangi anne çocuğunu acilllik etme ihtimali olan bir şeyin yapılmasına göz yumar?  4. ay kontrolüne bir gün kala ancak kendimde doktoruna bir yaşına gelinceye dek aşıları ertelemeye karar verdiğimizi söyleme cesaretini bulabiliyorum. Doktor kararı öyle iyi karşılıyor ki bunca vesveseyi boşuna yapmışım diye düşünüyorum.

Bu arada bebeğimizde geçmeyen egzema peyda oluyor.  4. ayda daha ilk kez ağzına koyduğu bir kaşık muzdan vücudu tepeden tırnağa kızarıklıklarla kaplanıyor.  Ek gıdaya geçmek için 2 ay daha bekleyelim diyoruz.  6. ayda yediği tatlı patatesten yüzünde temas kızarıklığı oluşuyor bu defa.  Doktoru sıkıştırıyorum, nedenini bulun bana diyorum ve kan tahlili sonuçları yerfıstığına alerji gösteriyor.

6 ay emmiş oğlumun ölümcül bir fıstık alerjisi var.  Bağlantı filan görmüyorum.  Hiçbir şey göremeyecek kadar derde batmıştım artık.

12. ayda bize “CDC takvimi bağnazı” olmadığına dair sözler vermiş çocuk doktorumuz aşılara başlamayacağımız için bizi kovuveriyor.  “Çocuğunuzu aşılamıyor olmak beni strese sokuyor” diyor bize.  Bebeğim kucağımda, ona korku ve endişelerimizden bahsetmeye çalışıyorum, on ay önce yaşadıklarımızın ne denli korkunç olduğunu anlatıyorum.  Ona bu defa acillik olmaktan korktuğumuzu söylüyorum.  Karşılığında aşağılanıyorum.  Meğersem tüm ekibine o gün kliniğiyle ilişiğimizin kesileceğine dair bilgi geçmiş bile.  Gözyaşları içinde ayrılıyorum oradan.  Aylarca keşke bunları da söyleseydim doktora diye aklımda kurup duruyorum.

O günden sonra bir daha aşı yaptırmıyoruz.  Karardan dolayı kendimize güvenmemiz ise zaman alıyor.  İkimiz de o ara ne yaptığımızı tam bilmesek de ve aslında korkudan ölsek de eşim aşı yaptırmama konusunda bana yine de destek çıkıyor.

Bugün, 4 yaşında

Bugün, 4 yaşında

13. ayda oğlumuz bir doğumgününde ısırık aldığı köftedeki cevizden kurdeşen döküyor.  16. ayda artık canımıza tak ediyor ve 600 dolarlık deri testi için alerji uzmanına gidiyoruz.  Buğday, yumurta, kavun, kedi, kanaryaotu, çimen, hertürlü ağaç yemişine alerjinin yanısıra yerfıstığına ölümcül alerjisi çıkıyor.  Sonra sonra mısır veya patates de yiyemediğini öğreniyoruz ve bügün bile hala muz yiyemiyor.  Bebeğimin bir düzine alerjisi çıkıyor.

Nasıl besleyeceğimi yeni baştan öğrenmek zorunda kalıyorum çocuğumu.  Diyetinden sorunlu gıdaları çıkara çıkara sonunda organik Paleo/Taş Devri diyeti uygular oluyoruz ve hatta altı ay sonra eşimle ben de aynı diyete geçiyoruz.

Çocuğuma 16 aylıkken bir dolu alerji teşhisi konuluyor ve ben hala bunun aşılardan gördüğü zararla ilişkisini göremiyorum, düşünün.  Tam manasıyla şaşkına dönmüşüm artık.  Alerji uzmanına sorunların neden kaynaklandığını soruyorum ve bana verdiği cevap: “Az aşı olmaktan. Yiyecekleri vücudumuz saldırıya geçmeden yiyebilmemiz için immün sistemimizi aşılarla uyarmamız, çalışmaya zorlamamız lazım.”

Böylesi temelden yoksun bir şeye inandığımdan değil, ancak dedim ya, o zaman semptomlara yara bandı yapıştırmaktan sendromu göremeyecek durumdayım. Malum aşı hadisesinden neredeyse 2 yıl sonra, The Greater Good adlı belgesel yayımlanıyor ve kafamdan aşağı kaynar sular boşalıyor.  Her şey yerli yerine oturuyor bir anda.  Kolik, ensefalit ağlaması, kızarıklıklar, mast hücresi sorunları, aşırı tepki veren immün sistem…

Şimdi, hassas çocuğumuzu aşılatmaya devam etseydik onu zorla nasıl bir yola sokmuş olacağımızdan en ufak şüphemiz bile yok.  Kalben biliyorum, oğlum aşıları kaldırabilen bir çocuk değil ve şayet devam etseydik bugün otizmliydi.  Bütün işaretler mevcuttu çünkü.  İstatistiksel olarak DNA’sının yarısını paylaştığı ikinci çocuğum bambaşka, kesinlikle böyle değil.  Kızımın vücuduna iğne değmiş değil.  Her şeyi yiyebiliyor.  Temas kızarıklıkları yok.  Hiç koliği olmadı.  Egzeması yok.

En çok ağırıma gidense şu yalnız: En hararetli aşı savunucularına bakıyorsunuz.  Bunlar sosyal paylaşım alanlarında başımın etini yiyip, bana çocuğumu aşılatmadığım için ne denli kötü bir ebeveyn olduğumu söyleyip duran diğer anne-babalar.  Fakat aylar sonra, belki yıllar sonra ve illa ki özelden ne öğreniyorum dersiniz?

Çocuklarının gıda alerjileri var.  Çocuklarında öğrenme özrü var.  Çocukları DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu) için ilaç alıyor.  Çocukları ağır astımlı.  Çocukları otizm spektrumunda.

Özelde tüm bu sorunları yaşarken nasıl oluyor da sosyal paylaşım alanlarında uluorta çıkıp “Biz tüm aşılarını yaptırdık ve hiç sorun yaşamadık çok şükür!” diyebiliyorlar?

Yeni çağın normaline hoş geldiniz.  Çocuğunuz sağlıklı filan değil.  Çocuğunuz aşı malulü—tıpkı benimki gibi.

 

Robyn biyoloji üzerine yüksek lisans sahibi, deneyimli bir laboratuvar teknisyeni. Önceleri The Robyn Nest adlı halka açık blogunda yazarken güvenlik nedenlerinden dolayı blogunu gizliye almış bulunuyor. Ne yazık ki gerçeği paylaşan anneler baskıya uğruyor günümüzde.

Kendisinin aşılar ve fıstık alerjileri bağıntısı üzerine yazılmış kitaplardan derlediği bilgileri paylaştığı makalesi için buraya bakabilirsiniz.

İnternette Sözde-Skeptik Tespit ve Sopalama Kiti

İnternette Sözde-Skeptik Tespit ve Sopalama Kiti

Yakın geçmişte bu endüstri muhafızı, az bilim çok istihza, bolca da laf olsun diye gerçek insanların gerçek sorunlarını alaya alma, yok sayma ve bundan da müthiş keyif duyma özellikleriyle nam salmış internetin kimi beyaz önlüklü kimiyse beyaz önlüklüye hayran laf cambazlarını kendi oyunlarında mat etmiş fenomen kişilik Hoofnagle’dan nefis derleme.

Bizlerin saatler, günler ve sayfalar dolusu anlattığımızı tek sayfada özetlemiş, tek kelimesi boşa gitmemiş bu yazısını arşive alalım, bu tipleri tanıyalım, takdiklerini bilelim, neden ciddiye dahi alınmamaları gerektiğini anlayalım.

GÜNCELLEME: İite müthiş “bilim blogları”nın yazarları, müdavimlerinin “kendilerine alternatif” gördükleri her konsepte taktıkları isim “woo woo”nun, geleneksel Las Vegas toplantılarında icrası. Biri mikrofonu eline alıp bir oda dolusu skeptiğe “HOMEOPATİ” diyor ve bakın görün sonrasında bizim “biliminsanı” skeptiklere neler oluyor:


What is Narcisscientism? Why Do You Need To Know?

NARCISSCIENTISMˈ [nahr-suh sahy-uhn tiz-uh m]

1. the dogmatic endorsement of scientific methodology and the reduction of all knowledge to only that which is measurable by a person who exhibits the behavior and traits of pathological narcissism

How to identify a believer in Narccisscientism or a Narcissiscientist

  • They will use all or any combination of the following words: Quack, Quackery, Crank, Woo or any silly variation like quackademia, crankosphere, etc. These words are specific to the Narcisscientist and is a part of their normal daily vernacular.
  • They will use rhetorical tactics to give the appearance of argument or legitimate debate, when in actuality there is none. They are not honest brokers in the debate and aren’t interested in truth, data, or informative discussion. They’re interested in their world view being the only one, and they’ll say anything to try to bring this about.
  • A narcisscientist will almost always engage in online attacks using predictable tactics that can be identified almost immediately to the trained eye.

TACTICS (usually, but not always in this order)

  • Tell you that you are wrong
  • Draw you into a debate about the science or lack of scientific evidence behind your claim. Any science you present will be inferior, flawed and or junk science no matter what its source.
  • They will beat you to death with a prickish analysis of your lack of debating skills and try to show you their superior ability to prove you wrong by pointing out one or more of the “logical fallacies” (this is like the bible to them) they have determined are in your beliefs and statements.
  • If they didn’t start off being a snide ass, eventually they will. They will call you names and insult your intelligence.
  • If you happen to be prepared and well versed in your topic, they will realize at some point that they can’t baffle you with their bullshit. In order to avoid a draw or impasse, they then will go to plan B:

Dismiss you as a waste of time because you are not worth their effort. Why? Because you just don’t get it and are incapable of understanding the truth.

  • They will then attempt to avoid further conversation or outright block you so that you can no longer debate them. They will then claim victory in the debate and chuckle with their skepduck friends about it. They slap each other on the back and give each other something called “Quacknowledgement” or “Daffirmation”. It’s a basic need for these guys.

So…why do you need to know this?

Well, because transparency is everything. Transparency is what these folks don’t want.

They are a fringe group of narcissists who at some point in their lives, saw an opportunity to exploit the respect and power that is given to leaders in the medical and scientific field and did what ıykthey had to do so they could wear the costume of a doctor or scientist and hide who they really are underneath. Narcissists of the pathological variety.

I’m not a doctor so it wouldn’t make sense for me to try and debate one of these guys on medical issues. I’m not a scientist so I’m not about to try and debate any of these guys on science. Thats the playing field they want you to be on. The higher education that I’ve obtained is through life experience. I’ve dealt with more douche-bags like them than I would care to admit. I’ve been around the block once or twice. I’m pretty rough around the edges and I know these types.

I guarantee that if I called out, say somebody like David Gorski, and challenged him to a debate, not on vaccines, not on GMOs, but a debate on the ethics of using your position as a medical professional to publicly be a jerk, he wouldn’t dare agree to that challenge. Why? Because he doesn’t have a leg to stand on. Who knows, maybe someday he might want to step out of his comfort zone and show what he’s got. I doubt it. As you will see in the coming days and weeks, David and his club of navel gazers only have power amongst themselves.
Oh…before I forget, here’s a perfect example of Gorski’s Narcisscientism on parade. Behold a recent quote from the Duck Commander:

…aiming some of that not-so-Respectful Insolence you know and love that I reserve for the most dangerous or plain ridiculous of quacks

Umm…ok. “not-so-Respectful Insolence?” This is the part where I really have to try and control my hysterical laughter as I attempt to read what he considers “not-so Respectful Insolence”.

Lets visit the actual definition of this word first. Insolence means “rude and disrespectful behavior.”

Now lets take a look at the ”not-so-Respectful Insolence” that apparently Gorski thinks his readers “know and love”. (Please refrain from drinking or eating during the following to avoid choking or creating a huge mess in front of you.)

This is from what he calls “Your Friday Dose of Woo.” Hide the children. This gets pretty bad.

Arizona is woocentral

The woo is truly strong in this one

Truly, it’s the Holy Trinity of woo!

the general woo-iness of the entire concept.

so utterly full of grade-A 100% nonsense

It sounds truly woo-ful.

Woo-iness? Woo-ful?  Wow. That was intense. Phew.

I think Dr. Evil would put it this way:

You’re quasi-insolent. You’re semi-insolent. You’re the margarine of insolent.

You’re the Diet Coke of insolent. Just 1 calorie…not insolent enough.

kedi

OTİZM, AŞILAR VE BESLENME

OTİZM, AŞILAR VE BESLENME

GÜNCELLEME  –  10.06.2015

 

Anneler görüyor,

Anneler okuyor,

Anneler duyuyor,

Anneler biliyor . . .

 

Başka bir annelik mümkün’dür diyen sevgili Yasemin Aksoy’un sesinden Adil hocamızın Otizm, Aşılar ve Beslenme başlıklı kıymetli yazısını “bir başka okumak” isteyenler için bu ses dosyası.

Yasemin’e, Adil Bey’e ve çocuklarımızın sağlık ve mutluluğu için yılmadan çalışan herkese minnet, sevgi ve selamlarımızla …

 

 

15 yıldır özel eğitimciyim. 15 yıldır otistik çocuklarla çalışıyorum. Bugün kesin karar verdim ki biz bu çocukları EL BİRLİĞİ İLE bozuyoruz.

Bir öğrencim bana 2,5 yaşında geldi. Az önce seansa aldım. Şu an 5 yaşında. Geldiğinde göz kontağı, dikkati, dil konuşma becerileri yaşına ve engeline göre iyi sayılabilecek bir durumdaydı.
O günden bugüne onlarca saat bireysel ve grup eğitimi şeklinde çalışmalar yapıldı. Hiçbir özel çalışma yapılmasa dahi o kadar etkileşim içerisinde bazı becerilerin doğaçlama olarak kazanılması beklenir.
Ama bırakın doğal olarak davranış edinimini, kendisi ile yapılan çalışmaları boşa çıkarmak istercesine bir gerileme var. Bazı şeyler vardır ki öğretemezsiniz ama geliştirebilirsiniz. Bunlardan bir tanesi “dikkat” konusudur. Geliştirilebilir bir beceridir ama öğretilmez. 2-3 yıl öncesine kıyasla inanılmaz dağınık öğrencimizin dikkati.

Teşbihte hata olmaz; sanki karşınızda alkol almış da sarhoş olmuş bir adam varmışcasına… Belli ki bağırsak florası, kanın kimyası ve hormonal denge bozuk. İçerde kazan kaynıyor yani. Bu nedenle yaklaşık 8 aydır beslenme düzenine de dikkat ediliyor, diyet yapıyor. Yine ele gelen bir gelişme gözlemlenmiş değil henüz.

Bu durumda beslenmeden hariç geriye kalıyor tek bir seçenek: AŞILAR!

İçinde ne olduğunu, hangi dozda olduğunu bilmediğimiz bir sürü yabancı madde metabolizmasını parçalamak istercesine zerkediliyor hayatının en taze, en masum, en günahsız olduğu ilk iki yılında. Cennetten tertemiz dünyaya gelmiş bir bebeğe, adeta ona savaş açmışçasına, bu dünyaya neden geldin dercesine saldırıyoruz.

Mesleğe başladığım ilk yıllardan beri hep benzer öyküleri dinlerim ailelerden:

“Aslında gayet normal bir bebekti…”
“Bebektir dedik, bazı şeyleri görmezden geldik…”
“Ama içim aslında rahat değildi…”
“Zamanla giderek daha da uzaklaştı bizden…”
“10’a kadar sayıları bile sayabiliyordu…” (örnekler çoğaltılabilir..)

Peki, bu kadar çocuğa ne oldu zamanla? Neden oldu? Bu anlatımların hepsi birden “aile duygusallığı”na bağlanamazdı ya..!

Biz eğitimciler olarak çoğunlukla biraz da avamî tabiriyle; “çocuğuna konduramıyor” diye nitelerdik bu anlatımları.
Ama bugün onca yıllık tecrübe ve bu anlatımları yan yana koyduğumda yapbozun parçaları birleşiyor. Aslında modern tıp, eğitimciler, aileler, devlet, toplum, biz hepimiz bebekliğinin ilk 1-2 yılında onca aşı yüklemesi ve güvenliksiz gıda kullanımı ile (mamalar, annenin beslenmesindeki handikaplar vb) otizmli yapıyoruz bu çocukları.

1975 yılında 5000’de 1 olan otizm görülme sıklığı 2014’te 68’de 1’e yükseldiyse oturup düşünmek gerekir. Nedir bu çığ gibi artış? Ve dahası, ailelerden başka kimin umurunda bu durum?

Lafı eğip bükmeye gerek yok. Nesillerimiz bozuluyor. Otizm dışındaki dikkat eksikliği, hiperaktivite, özgül öğrenme bozukluklarındaki inanılmaz artışları saymıyorum bile.

Durum bize gösteriyor ki toplum, devlet ve siyaset olarak bugün asıl gündemimiz “sınır güvenliği” değil “gıda güvenliği”dir! Toplumsal değişimden önce “hücresel değişim” (mutasyon) konusuna eğilmeliyiz belkide..! O değişimi gerçekleştirmek ya da o sınırı ihlal etmek için dahi sağlıklı bir birey gerekli!

Şu seçim döneminde A, B ya da C partisinin umurunda mı bunlar? Topluma ne vaadediyorlar? Toplum (STK’lar) ne kadar ifa ediyor kendi misyonunu? Topluca, vıcık vıcık olmuş bir yozlaşmışlık kültürünün içinde günü kurtarmaya çalışıyoruz. Siyasi çamur atmalar, ideolojik kamplaşmalar ya da magazin gündemleri ile harcıyoruz birbirimizi…

Sonuç…

Bütün bu yukardaki denklemden sonra, el ele vererek bile isteye harcıyoruz nesillerimizi…

İlk yıldan itibaren giderek kötüleşen çocuklar ve otizm teşhisi… Eşlik eden başka problemler… Devamında kullanılan bir sürü ilaç… Metabolizmayı daha da bozmak için mücadeleye devam durumu…

Bu tıp bu kafayla bu sorunları çözemez. Öyle bir iddiası da yok zaten. İlaca, hastaneye, doktora bağımlı olun yeter…

Sonucun sonucu;

Biz de bu kafayı değiştirmedikçe bizim için hiç kimse bir şeyi değiştirmeyecek..!

(Adil Keskin- Uzman Pedagog)

Yerli Yersiz Aşı İstemezük!

Yerli Yersiz Aşı İstemezük!

Facebook aşı sayfasında paylaşılmış yorumumdur.

jenner

Edward Jenner, kendi oğlunu çiçekle aşılarken. Oğlan, 10’larca kez aşılandıktan sonra daha 21 yaşında tüberkülozdan ölüyor.

Sevgili …….. hanım şöyle bir yazı iletti. Okur okumaz aklıma gelenleri yazmak istedim, başka katkıda bulunmak isteyen olursa yorumlarınızı bekliyorum. 🙂

Yakın tarihimizde “tarihi yeniden yazmak” moda oldu biliyoruz. Bu defa da aşı tarihi siyasi emellere kurban gitmiş. Birkaç doğrunun arasına yalan yanlış ne serpiştirirsek serpiştirelim, sorgulamadan her duyduğuna inanmaya ant içmiş bir topluluğu ikna edebiliyoruz.

Yazarın Osmanlıcılık güzellemesine dahil etmeyi unuttuğu(!) birkaç gerçek:

1. Bahsi geçen yıllar Avrupa’da sanayi devriminin son sürat gittiği ve peşisıra yoğun salgınların görüldüğü bir dönem.

O yıllarda İngiltere’de henüz belediye hizmeti yok; bu da çöplerin sokaklardan toplanmaması, hayvan leşlerinin düştükleri yerde kalması, kanalizasyon şebekesi ve temiz suya erişimin henüz olmaması demek.

İngiltere’de hızla kömür madenciliğine geçiliyor; çocuk işçi çalıştırmak henüz yasaklanmamış, anne-babalar günün büyük bölümünü madende çalışarak geçiriyor, çalışmayan çocuklar sokaklarda aç bi ilaç dolaşıyorlar.

Sanayileşmeyle birlikte büyük şehre göç hızlanmış, bir hanede 10-15 kişi beraber yaşıyor, yarı aç yarı tok.

2 seneye yaklaşık zamandır çeşitli vesilelerle anlatmaya çalışıyorum; hastalık bağışıklık sisteminizin ne kadar sağlam olduğuna bağlı, bağışıklık sisteminizin ne kadar sağlam olduğu da ne kadar düzgün beslendiğinize, hijyene ve yaşam koşullarınıza doğrudan bağlı..

İngiltere bir kuzey ülkesi, yılın bir iki ayı doğru dürüst güneş alıyor ve insanlar zaten günün büyük bölümünü madenlerde veya fabrikalarda çalışarak geçiriyor. Aileler çok çocuklu, ancak bu çocukları besleyecek imkan çok kısıtlı bir kesimde var, hatta çocuklar da çeşitli fiziksel işlerde çalışıyor. İklim koşulları nedeniyle tarım açısından Osmanlı’nın zenginliğiyle boy ölçüşmeleri mümkün değil. Çeşitli bilimsel makalelerde belirtildiği gibi, vücutta TEK BİR vitaminin eksik olması durumunda dahi kişi hasta olabiliyor ve hastalığı ağır seyredebiliyor.

Osmanlı’da o dönem ne çocuk işçiliği var ne de Avrupa ülkelerinin büyük şehirlerinde görülen sefalet. Çocuklar sağlıklı, bakımlı. Yaşlı teyzeler çiçek geçirmiş kişilerin yara kabuklarını alıp kurutup, daha sonra sağlıklı(!) çocukların veya yetişkinlerin kollarına açtıkları çiziklere yediriyorlar.

Yazar hanım bahsetmemiş ancak bu uygulamanın mucidi bizim teyzeler değil, Çinliler. Çinlilerin yöntemi çok daha başarılı bakın. Yara iltihaplarını alıp kurutup toz haline gitiriyorlar ve BURUNDAN çekiyorlar.

Bağışıklık sisteminin nasıl çalıştığını bilen herkes için bu yöntem çok şey anlatıyor aslında. Vücudumuzun ilk savunma hattı cildimiz ve ağız, göz burun açıklıklarımız, bunların sahip olduğu mukozal yapı değil mi? Mikropların kana ulaşabilmesi için öncelikle bu sistemleri aşması gerekiyor. Bugün bizlere aşıları dayatan sağlıkçıların hiçbirinden bağışıklık sisteminin 2 bölümü olduğu ve aşılamanın bu ilk savunma hattını doğrudan bypass ederek bağışıklık sisteminin dengesini bozduğunu duymuyoruz? Vücuda normal yoldan, cilt-ağız-burun-boğaz yoluyla tanıtılmış patojenlere karşı bağışıklık sistemimizin tüm unsurlarıyla harekete geçeceği, bu yüzden de çok daha etkili bir savunma yapacağı aşikar. Ama aşı sanayisi bunu size açıklasa o zaman aşının gerekliliğini sorgulamaz mısınız? Madem hastalık etmenini doğanın öngördüğü şekilde cillten, burundan, ağızdan aldığımızda gayet etkili şekilde korunabiliyoruz, o halde iğneyle kas içine mikrop zerk etmenin ne manası var?!

Çin ve Osmanlı’nın uyguladığı inokulasyon yöntemi ve bugünün aşı yöntemi arasındaki en temel fark bu işte;

Eskiler hastalık unsurunu vücuda doğanın öngördüğü yoldan tanıtıyor, bizler ise elde iğne cildi, mukozal sistemi aşıp doğrudan kas içinden kana veriyoruz mikropları.

Yazar hanım ve bugünün “yerli aşı isterük”çüleri bu farkın farkındalar mı acaba?? Enfiye kutularından kurutulmuş cerahat tozu mu çekelim hep birlikte yoksa “yetişmemiz gereken” batı gibi biraz ondan biraz bundan mikrop bakteri kokteyli yapıp yenidoğmuş çocukların doğum anını iğne seromonisi ve çığlıklarla mı kutlayalım? Hangisi savunduğumuz, talep ettiğimiz yöntem??

Yoksa acaba Osmanlı ile o dönemin hastalıktan başını alamayan Avrupası arasındaki farkı yaratan hijyen, düzgün beslenme yolundan gidip çocuklara çalışsın diye bahşedilen ve hiçbir eksikliği bulunmayan bağışıklık sistemlerini desteklemeyi mi seçsek?

Yazıda bahsi geçen meşhur Pasteur’ün ölüm döşediğinde dediği gibi;

Mikrop hiçbir şeydir, aslolan vücudun sağlığıdır…

 

Bugün artık Pastör’e borçlu olduğumuz tıbbın “mikrop teorisi”nin nasıl düpedüz yanlış olduğu KANITLANDI. Sadece bağırsaklarımızda kilolarca bakteri, parazit ve mantar taşıyoruz ve bunlar olmadan hayatta kalmamız mümkün değil!

Bugünün batı toplumu bu keşfe imza atarken biz biraz geriden takip ediyoruz her zamanki gibi ve hadi aşı yapalım, daha çok yapalım, kendimiz yapalım fantezileri kuruyoruz.

2. nokta … Yaşlı teyzeler [bugünkü gibi] her önüne gelene gözükapalı mikrop vermiyorlardı elbette. İnokulasyon yapılacak çocuğun mutlak surette sağlıklı olduğu bir dönemde, çok çok küçük bir miktar, belki bir toplu iğne başı kadar mikrop tanıtılıyordu vücuda. Ve çocuk evde bakıma alınıyor, hastalığı bu şekilde kapsa da kısa sürede iyi bir bakımla ayağa kalkıyordu.

Bugünün doğum anından itibaren ilaçla aşıyla yetişen, doz doz karma aşılarla bağışıklık sistemi dağlanan, antibiyotik turundan antibiyotik turuna koşan, türlü alerjilerle boğuşan, kronik yeme bozukluklarıyla pençeleşen çocuklarına yapsalar aynı işlemi o teyzeler, çocuğu öldürmeleri işten bile olmazdı ve aslında bu hiç sürpriz de olmazdı.

Ne demiştik? Aslolan vücudun ne kadar sağlıklı, dirayetli olduğu. Aynı mikrop neden Afrikalı çocuğu öldürürken bizde hafif bir ateşlenmeyle geçiyor? Sormamız gereken soru bu. Bu sorunun çok basit bir cevabı var ve çocuğunuzu koruyacak olan da bu bilgi, aşılar değil!

Bir de sormazlar mı hiç insana? Yahu bizim Osmanlı’nın pekala başarıyla uyguladığı bu yöntemi İngilizler almış uygulamış da niye becerememiş?? İnokulasyon yönteminde mi sorun varmış yoksa gavurda tutmamış mı aşı, acep n’olmuş da son sürat salgınlar devam etmiş bir 200 sene daha??

Çiçek aşısı kiti. Önce 1 seferde ömür boyu bağışıklık vaadi, sonra nedense 2. ve 3. doz işkencesi "zorunlu" hale getirilmiş meşhur aşımız.

Çiçek aşısı kiti. Önce 1 seferde ömür boyu bağışıklık vaadi, sonra nedense 2. ve 3. doz işkencesi “zorunlu” hale getirilmiş meşhur aşımız.

Yazıdaki hayal mahsulü “bakınız bizde ne aşılar vardı” masalına hiç deyinme gereği duymuyorum bile. İngilizcesi olanlar burada verilen bilgilerin büyük çoğunluğunun yalandan ibaret olduğunu kısa bir araştırmayla görebilir. Fakat tabii bu tip dezenformasyon birimlerinin dayanağı da bu değil mi, halk nasıl olsa sorgulamayacak, sorgulamak istese de yabancı dil bilgisi gerektiren kaynakları anlamayacak.

90’lara kayıp yıllar demiş hanımefendi, sanırım özelleştirecek hiçbir şeyimiz kalmadığı bilgisinden ve bunun da son 10 yılda olduğu bilgisinden bihaber?? Sağlık sisteminin bir önceki sağlık bakanı döneminde “dönüşümünün” tamamlandığını da duymamış herhalde? Dönen dümenlerin hepsine gözümüzü kapayalım biz 2000lerde, tek derdimiz Osmanlının uyguladığı TEK ve ilkel bir aşılama prosedürü olsun. Bunu kotardık mı dış mihraklar bizi biyoterörizmle vuramaz değil mi?

Biyoterörizm olanca hızıyla yıllardır sürüyor oysa .. çocuklarımızın genleri tahrip ediliyor bu ağırlıklı çoğunluğu son 10 yılda takvime dahil edilmiş teknolojik aşılarla, Monsanto’nun bizzat devletin başı tarafından yeşil ışık yakılan ucube yemleriyle besleniyor bu çocuklar, dereleri uluslararası şirketlere peşkeş çekiliyor, yeşil doğa yerini villa koruluğuna bırakıyor .. kayıp yıllara rahmet okutur bu gelişmeler .. kapımıza zorla aşı yapmak için dayanıyorlar diye şikayet dahi edemeyeğiz yakında, ama biz masal dinlemek istiyoruz toplum olarak .. bir varmış bir yokmuş .. Osmanlı zamanında 2. Abdülhamit efendi ……

Yerli cesuryürek Prof. Dr. Alişan Yıldıran: KKK aşılaması derhal askıya alınmalı!

Yerli cesuryürek Prof. Dr. Alişan Yıldıran: KKK aşılaması derhal askıya alınmalı!

alişan hoca 2Çocuk İmmünoloji-Allerji Uzmanı Prof. Dr. Alişan Yıldıran’ ın, CDC’nin KKK aşısı ve otizm bağlantısını gizlemek için yaptığı bilimsel sahtekarlığın geçtiğimiz hafta bomba etkisi yaratan ifşasından sonra yaptığı bu yorum, tavsiye ve çağrıyı ayakta alkışlıyorum. Dliyorum ki bu değerli hekimimiz, medico-pharmanın TR ayağı vasıtasıyla bir Wakefield’izasyon operasyonuyla etkisizleştirilmeye çalışılmaz ve bu cesur duruşu çeşitli nedenlerle gösterememiş sağlıkçı ve hekimlerimize de örnek olur!

Yazı, Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta’nın websitesinden alınmıştır. Vurgular bana aittir.

Amerika’da bağımsız medyada, günlerdir meşhur CDC (Center for Disease Control and Prevention=Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi) tarafından çocukluk çağında mecburi olarak uygulanan MMR (KKK=Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak) aşısının, çocuklarda otizm görülme sıklığını kat kat arttırdığı yazılıyor (1).

Bağımsız medyada diyorum çünkü geçen yıl Taksim’den günlerce canlı yayın yapıp da, Ferguson’ daki Gezi benzeri olayları görmezden gelen meşhur CNN ve diğerleri bahsettiğim haberi de görmezden geliyor (2, 3).

İlginç (!) tevafuk; sağlık ile ilgili haberlerin cılkını çıkaran necib Türk matbuatında da bu konu ile ilgili bir satır yer almıyor (4).

Ancak, mağdurlar konudan elbette haberdarlar (5, 6).

Aşıların Snowden’ i diyebileceğimiz CDC’nin kıdemli bilim adamı Dr. Willian Thompson tarafından MMR aşısının çocuklarda otizm gelişmesi riskini arttırdığına dair verilerin gizlendiği ifşa edildi (3). Hâlbuki 2004 yılında Pediatrics’ te yayınladıkları çalışma (7) aşıların güvenli olduğuna dair en önemli referans olarak gösteriliyordu.

Hekim arkadaşlarımızın insan sağlığı için çalıştığından maalesef hiç şüphe etmedikleri CDC’ nin, hala ilgili dokümanları Amerikan Kongresi’ne teslim etmemesi ise şayan-ı dikkattir (8).

Hemen ardından, CDC ’nin konuyla ilgili verilerini yeniden değerlendiren Dr. Hooker’ in çalışması da MMR aşısının otizm gelişme riskini arttırdığını gösterdi (9).

Beyninizdeki gri hücreler arası bağlantıların iyice açılması için bir dipnot daha vermek istiyorum; CDC’ nin o dönemdeki aşı bölümü patronu Dr. Julie Gerberding şu anda en büyük aşı üreticisi olan Merck’ te çalışıyor (10).

MMR aşısındaki kızamık virüsünün yol açabileceği risklere ve ülkemizde milli aşı üretilmesi için neler yapılması gerektiğine daha önce elimden geldiğince dikkat çekmiştim (11, 12).

Kanaatimce, Sağlık Bakanlığı derhal MMR aşısı uygulamasını askıya almalı, üyelerinin üçte biri ticari firmaların temsilcisi olan (13) ‘Aşı Bilim Kurulu’nu gözden geçirmeli, her biri bir immünolojik deney olan 46 dozluk çocukluk çağı aşı takvimini mecburi olmaktan çıkarmalı, İngiltere’deki gibi tavsiye niteliğinde uygulamaya geçmelidir.

MMR aşısı askıya alındığı takdirde oluşabilecek yegâne sorun; bütün anne adayları çocukken aşılandığı ve ‘tabii’ kızamık geçirmediği için dolaşımlarındaki kızamık antikorlarının çok düşük olması (14) ve bu sebeple, doğurdukları bebeklerin bir yaşına kadar kızamığı ağır geçirme risklerinin olmasıdır. Bu sorun A vitamini (15) ve gerekirse IVIG uygulanması ile aşılabilir.

Bu vesile ile, vücuda zerk edildikten sonra geri alınması imkansız olan, antidotu-panzehiri olmayan biyoaktif materyalin muhtemel zararları konusunda millet ve memleketimizin âli menfaatleri açısından herkesi uyanık olmaya davet ediyorum.
KAYNAKLAR

1. http://www.globalresearch.ca/vaccines-u-s-centers-for-disease-control-manipulated-data-covered-up-higher-incidence-of-autism-in-african-american-boys/5396632

2. http://www.globalresearch.ca/cnn-complicit-in-media-coverup-of-u-s-centers-for-disease-control-vaccine-fraud/5397592

3. http://www.globalresearch.ca/vaccine-fraud-u-s-mainstream-media-censors-whistleblowers-explosive-story/5397607

4. Arama motoruna ‘Hooker’ ‘aşı’ ‘CDC’ yazıp Türkçe sonuçları arayın.

5. http://www.otizmdunyasi.com/index.php/cdcden-bir-asi-skandali-daha-mi/

6. https://www.facebook.com/aymd.org

7. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/14754936

8. http://www.globalresearch.ca/autism-links-to-vaccines-whistleblower-reveals-evidence-of-criminal-coverup-by-the-centers-for-disease-control-cdc/5397928

9. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/25114790

10. http://en.wikipedia.org/wiki/Julie_Gerberding

11. http://ahmetrasimkucukusta.com/2014/05/18/misafir-yazar/kizamik-virusu-bagisiklik-sistemini-nasil-etkiler/

12. http://www.medimagazin.com.tr/ana-sayfa/guncel/tr-milli-asi-uretebilmek-icin-calismalar-basladi-1-1-60200.html (yorum kısmına bkz)

13. http://www.asicalismagrubu.org/acg4.asp

14. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/?term=Waning+of+Maternal+Antibodies+Against+Measles%2C+Mumps%2C+Rubella%2C+and+Varicella+in+Communities+With+Contrasting+Vaccination+Coverage

15. http://www.update-software.com/BCP/WileyPDF/EN/CD001479.pdf

Kızamık aşısının SSPE ve Otizm bağıntısı

Kızamık aşısının SSPE ve Otizm bağıntısı

SSPE

Enfeksiyonel hastalıklara karşı sağlık ve ilaç endüstrilerinin giriştiği savaşta kolaylıkla gözardı edilebilen tıbbın temel ilkeleri ve tıp etiğinin altın kurallarını hatırlatıyor Sn. Yıldıran bu yorumunda da.

Aşılarla sürü bağışıklığı oluşturmaya kalkmanın getireceği olumsuzluklara değiniyor ve en önemlisi de, dünyada bazı hekimlerin en başından beri öne sürdüğü gibi kızamık aşılamasının SSPE’ye yol açabileceğini beyan etmesi oluyor.

İngiltere’de 30 yıl sonra bilgiye erişim yasası kapsamında elde edilen gizli resmi belge ve tutanaklarda da, devletin aşı konusunda karar alıcı mercilerinin tekli ve karma kızamık aşılaması ve SSPE bağıntısını bildikleri halde halkı bilgilendirmedikleri, bunun yerine ilaç firmaları temsilcileriyle birlikte aşı kapsayıcılığının artması için projeler geliştirdikleri, yakın zamanda ortaya çıkmış skandallardan biriydi.

Başta Dr. Rebecca Carley olmak üzere dünyada pekçok hekim otizmin aslında SSPE’nin ölümcül olmayan şekli olduğunu 20 senedir söylüyor, ancak bu hekimler tıp mafyasınca lisansları iptal edilmek suretiyle aforoz ediliyor.

Bu noktada, Türkiye’de geçtiğimiz senelerde özellikle Güneydoğu Anadolu’da uygulanan toplu kızamık aşılaması sonrası görülen yüzlerce SSPE vakasının, bırakın uygulanan tekli kızamık aşısından kaynaklanmış olabileceğini, aksine yetersiz aşı dozundan meydana geldiğini öne süren ve TC. Sağlık Bakanlığı’nın aşı bilim ve danışma kurulunun başkanlığını yürüten hekimlerimiz var hala. Devletin karar alıcı mekanizmalarında görev almakta olan hekimlerimizin umuyoruz ki İngiliz meslektaşları gibi ilaç/aşı firmaları ile doğrudan veya dolaylı bir çıkar ilişkisi, finansal bağlantısı yoktur; aşı üreticilerinin yeni gözdesi Türkiye pazarında ulusal aşı takvimine eklenen her bir yeni aşı ile muazzam oranda ve sürekli şekilde kar elde edecek aşı üreticilerinin ajandasını ve bağışıklama programının bekasını değil, halkın ve bireyin sağlığını ön planda tutuyorlardır.

Şimdi yine sözü Sn Prof. Dr. Alişan Yıldıran’a bırakalım:

Değerli yorumlar ve katkılar için teşekkürler. Muhterem Prof. Dr. Hakan Hakeri’den özür dileyerek bir yorum daha eklemek istiyorum.

Tıbbın birinci ilkesi ‘primum non nocera’dır. Üçüncü kişilerin sağlığını korumak amacı ile kendini koruyamayacak konumdaki bir bebeğe zararlı olma ihtimali olan, antidotu olmayan bir uygulamanın mantıki, bilimsel, ahlaki ve vicdani olmadığı kanaatindeyim.

Aslında aşıları zorla uygulamada aynı mantıkdan kaynaklanıyor, buna herd immünite ‘sürü bağışıklığı’ deniliyor.

Herd immünite doğal veya aşıya bağlı olarak gelişmekdedir. Doğal kızamık ile toplumun %68’i kalan kişileri kalıcı olarak koruyabilirken, aşı ile bu ancak %95 ile ve geçici olarak sağlanabilmekde, yani yüz kişinin 95’ini aşıladığınızda, kalan beş kişiyi koruyabiliyorsunuz (1).

Kızamık aşısının SSPE’ye yol açabildiğinin bilinmesi çok önemlidir. SSPE çok muhtemeldir ki bir immün yetmezlikdir, bu konuda yakın zamanda ülkemizden aynı ekibin iki yazısı çıkdı (2, 3). Bu çalışmalar SSPE’nin immün yetmezlik olduğu düşüncemi kuvvetle desteklemekdedir.

Bu konuyu meşhur immünolog Dr. Casanova’ya sorduğumda yorum yapmakdan kaçındı. Bu durumda sağlıklı kişilerde SSPE gelişmeyeceği, immün yetmezlikli kişilerde ise aşıya bağlı olarak kaçınılmaz şekilde gelişeceği açıkdır. Bu durumda aşı yapmak hem mantıksız, hem de haksız bir uygulama durumuna düşmekdedir. Geniş bilgi için makaleme bakılabilir (4).

Aşıların hastalıkları kesin olarak önlediği gibi bir algı maalesef çok yaygın. Oysa hastalıkların azalmasının aşılardan çok önce hayat şartlarının iyileşmesine ve sanitasyona bağlı olduğu aşikardır (5).

Ancak, salgın hastalık durumu ve risk gruplarında aşı aydınlatılmış muvafakat şartı ile elbette yapılabilir.

Aşıların yan etkilerinin ve yol açdığı hastalıkların ise çok önceden beri, idari mekanizmalar tarafından bilinmekde olduğu da ortaya çıkmışdır (6).

Aşılar hakkındaki yanlış algılar ile ilgili geniş bilgiye şu yazıdan erişebilirsiniz (7).

Halk sağlığı, aile hekimliği ve enfeksiyon uzmanlarına bir atasözünü hatırlatmak isterim: ‘cehenneme giden yollar iyi niyet taşları ile döşelidir’.

 

1. Fine PE. Herd immunity: history, theory, practice. Epidemiol Rev 1993, 15: 265-302.

2. Piskin IE, Karakas-Celik S, Calik M, Abuhandan M, Kolsal E, Genc GC, Iscan A. Association of interleukin 18, interleukin 2, and tumor necrosis factor polymorphisms with subacute sclerosing panencephalitis. DNA Cell Biol. 2013, 32(6):336-40.

3. Piskin IE, Calık M, Abuhandan M, Kolsal E, Celik SK, Iscan A. PD-1 gene polymorphism in children with subacute sclerosing panencephalitis. Neuropediatrics. 2013, 44(4):187-90.

4. http://iospress.metapress.com/content/e78n0861qlv220x7/

5. http://anheurope.org/ANH+Book+Review+Dissolving+Illusions+by+Suzanne+Humphries+MD+and+Roman+Bystrianyk

6. http://www.globalresearch.ca/the-vaccine-coverup-30-years-of-secret-official-transcripts-show-uk-government-experts-cover-up-vaccine-hazards-to-sell-more-vaccines-and-harm-your-kids/5354241

7. http://www.whale.to/v/phillips.html