Sağlıkta Kabul Edilemez Sığlık – İfşa Ediyoruz!

Sağlıkta Kabul Edilemez Sığlık – İfşa Ediyoruz!

ED-Not: Sağlık çalışanlarının sorumsuz ve yanlış bildirimleri zaman içinde geldikçe bu post altına eklenmektedir.

Sosyal medyada senelerdir çeşitli branşlardan hekimler aşılar konusunda kendilerine belletilmiş basmakalıp bilgilerle biz bilim-fakirlerine otorite/gövde gösterisi yapmaya çalışırken yaralandı-berelendi.

Her seferinde önce “doktor” kimliğini yüzünüze dayayarak, bir ben bilirim-dediğim de taşa kazılı kuraldır edasıyla bizleri bilgisizliğimizden/cahilliğimizden ötürü şöyle yerli yerince bir azarlama sevdasıyla diyaloga giren hekimlerin sadece edebiyatla sınırlı kalan, ne bilimle ne tıpla ne de dümdüz mantık veya asgaride sağduyuyla bağdaşan sosyal medya açıklamalarını bundan böyle ifşa edeceğimi dile getirmiştim. Doktorlarımızın basına sağlık konusundaki açıklamalarını, halk sağlığı yararına değerlendirmelerini şahin gibi takip edip ardı ardına suç duyurusunda bulunan, süreci mahkemeye taşıyan meslek örgütlerinin ve özellikle de Sağlık Bakanlığı’nın dikkatine sunuyoruz hekimlerinin sosyal medya performansını.

Hastaları bilerek, kasıtlı olarak hastalık riskleri ve aşıların performansı konusunda yanlış yönlendirmekten tutun, tıbbi alan bilgilerindeki eksikliği ve maalesef akli dengelerinin hekimlik yapmaya müsait olup olmadığını sorgulamamıza sebep olan tuhaf açıklamalarını sürekli gördüğümüz bazı kişileri de ifşa ediyoruz. Her mesleğin bir davranış kodu, hukuken uyulması gereken mesleki kuralları vardır. Bu kuralları fütursuzca ihlal ederek günahsız çocukların hayatıyla oynayan, hiçbir şeyden haberi dahi olmayan anne-babaları yanıltan bu kişiler hakkında ne tür işlem başlatılması gerekiyorsa eminiz(!) bakanlık gereğini yapacaktır.

16 Aralık 2017 tarihinde bir doktorumuz şöyle bir açıklama yapar ve bunun üzerine aşağıdaki gibi diyaloglar gelişir:

Cinsel yolla bulaşan Hepatit-B aşısını beyin gelişimini henüz tamamlamamış bebeklere dünyaya gelir gelmez uygulayan Tıp, nasıl bir Tıptır?
Bu ülkede konuşma platformu sahibi olup konuşma hakkını sadece kendilerine biçenler millet ve vatana haindir.

Birtürk Karaboğa hanımdan gelen açıklamalar ve açıklamalarını dayandırdığı “Uzmanlık Tezi”

9 AY- 8 YAŞ ARASI ÇOCUKLARDA HEPATİT B SEROPREVALANSI VE AŞILANMA DURUMLARI (UZMANLIK TEZİ)

 

 

Birtürk hanımın hiçbir şekilde gerçeklerle bağdaşmayan, açıkça yanlış/yalan ifadelerle öne sürdüğü iddiaları bir tarafa koyalım, Attila Bey’in kendi sitesine verdiği linkte topluma enjekte ettiği muhteşem bilimsel bilgilere bakakalalım?! Bu yazılar suç unsurudur. Bu zat kendi bunun farkında olabilecek akli dengeye sahip değil, umuyoruz çocuklara zarar vermesinin önüne geçilecek adımlar ilgili kurum veya kişilerce ivedilikle atılır!

 

Paylaşımın sahibi doktorumuz kendisine “anne hepatit-b negatif ise nereden bulaşacak, yeni doğan çocuğa dişçiden mi bulaşacak?” dedikten sonra gelişen diyalog:

 

 

Beyefendinin verdiği link:

http://dergipark.gov.tr/download/article-file/215996

Konuşmada geçen diğer linkler:

Hepatitis B vaccine and liver problems in U.S. children less than 6 years old, 1993 and 1994.

Hepatitis B vaccination of male neonates and autism diagnosis, NHIS 1997-2002.

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/21058170

 

Inflammatory responses to hepatitis B virus vaccine in healthy term infants.

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/23358708

The Blood-Brain Barrier: Bottleneck in Brain Drug Development

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC539316/

 

The Putative role of Environmental Aluminium in the Development of Chronic Neuropathology in Adults and Children

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/28752219

 

Hepatit B yaygınlığının Türkiye’de aşı devreye girmeden çok önce neden ve nasıl düşüşe geçtiğini, Hep-B aşısının yan etkilerini şu yazımızdan görebilirsiniz:

Hepatit B Aşısı

 

 

Facebook üzerinden aşı konusundaki deneyimleri ile ilgili bize ulaşan diğer bazı takipçilerin aktardıkları:

“merhaba…size tesekkur etmek icin yazıyorum..kızımın besin alerjisi gittikçe düzeliyor..kan artık hiç görmüyorum..sizin sitenizden öyle çok şey öğrendim ki..minnettarım..Aşı da yaptırmıyoruz artık.. 2. ay bizim için son oldu..şimdi 7. ayımıza doğru gidiyoruz inşallah..ek gıdaya geçtik..şimdilik elma, havuç, hindistancevizi yağı ve zeytinyağı veryorum..muhallebi falan yok😎😎

şuanda lotus anneyi dinliyorum…dün de akif beyi dinlemiştim..bebek uyudugunda sitenizi takip ediyorum..sitenizdeki sirke tarifi ile kendi sirkemi bile yaptım.

paketli gıdayı hayatımızdan çıkardık,herşeyi kendim yapıyorum..organik alıyorum herşeyi,dışarda hiçbirşey yemiyorum,kimyasal temizlik maddeleri hayatımızıdan çıktı
bebeğimin yanağında hafifi sertlik vardı doktor coresatin verdi ben hindistancevizi yağı verdim tamamen geçti..makatındaki çatlak için antibiyotik verdiler kantaron yağı ile geçirdim..
ilk başta ççooook korkuyordum..çünkü tel bildiğimiz aşılar antibiyotik paketli gıda zararlı olsa devlet buna izin vermezDİ..ancak hiçbirşey göründüğü gibi değilmiş..öğrenmiş olduk..

bu arada şunu da anlatmak istiyorum aşı yaptırmadığım için 4 farklı doktorda ciddi tepki gördüm..ve onların tepkilerinden sonra iyice aşıdan soğudum

1.doktor..aşılar tamamen güvenli yemin ediyorum içinde aliminyum falan yok dedi..ben de aşılar otizme ve daha başka hastalıklara sebep olabilir dediğimde yahu biz otizmli çocuklara da aşı yapıyoruz dedi😯

2.doktor beni vicdansızlıkla suçladı..ve yan etki görmediğini söyledi en son cumle beni inanılmaz sarstı: ‘eğer 1000lerce cocuk hastalıktan kurtulup bir kac cocuk yan etki yasayacaksa onemli değil dedi ve tıbbı en ciddi sorgulamam burda oldu.”

5 Eylül 2018 / Vitamingiller Facebook sayfasında, Dr. İrem Çiftçi‘nin sosyal medya paylaşımı üzerinden gelişen diyalog:

“Dünkü nöbette gördüğüm içimi acıtan vaka; 19 yaşında, 3 ay öncesine kadar sağlıklı, üniversite sınavına hazırlanan, hatta tıp isteyen gencecik bir kız. Birkaç ay önce hesap yapmada zorlanmaya başlıyor, sonra kelime hazinesi azalıyor ve sıklığı giderek artan irkilmeler başlıyor. Şu an anne-baba dışında kelime çıkışı yok, basit emirlerin bir kısmını yapabiliyor, 20 saniyede bir miyokloni dediğimiz irkilmeleri oluyor, idrar kaçırmaya başlamış, bezleniyor.

Bugün EEG’si yapıldı tanısı büyük ihtimalle SSPE. Sebebi kızamık virüsü. Çocuklarda en sık gördüğümüz ateşli döküntülü hastalıklardan birini yapan kızamık virüsü bazı hastalarda beyne yerleşip böyle progresif mental hasarlar giden tabloyu oluşturuyor. Tedavisi yok. Tek yapabildiğimiz şikayetleri biraz azaltmak. Sonrası genç yaşta ölüm. Yani o yaptırdığınız kızamık aşısı çocuğunuzu sadece döküntülü hastalıktan korumak için yapılmıyor. O basit hastalıkların adını bile bilmediğiniz böyle üzücü komplikasyonları var. Ve aşı ile hem hastalıklar hem komplikasyonlar ciddi oranda azaltılıyor. Bu benim gördüğüm ilk SSPE değil. Son da olmayacak muhtemelen. Zaten aşı karşıtı kampanyalar devam ederse, artık nadir bir komplikasyon olmaktan çıkacak.

Velhasıl kelam; biz “aşı firmaları” para kazansın diye değil, bu olaylar yaşanmasın diye aşısız çocuk kalmasın diyoruz.

(Dr İrem Çiftçi)

Kendisine yanıtımız:

Doktorlarımızın henüz kesin tanı dahi konulmamış, herhangi bir netlik kazanmamış acı vakalar üzerinden topluma korku salacak bu tarz sosyal medya açıklamları açıkça bir mesleki sorumsuzluk örneği olup, Sağlık Bakanlığı tarafından gerekli ihtar kendilerine yapılmalıdır.

SSPE tanısı konulabilmesi için hastanın BOS (beyin-omurilik sıvısından) şüpheli kızamık virüsünün (vahşi veya aşı tipi virüs olmak üzere) bulunabilmesi/gösterilmesi gerekir.

Var mıdır?

Hastanın tıbbi öyküsü alınmış, geçmişte vahşi tip virüsten doğal kızamık enfeksiyonu geçirip geçirmediği teyit edilmiş midir?

Kandan antikor bakılarak enfeksiyon geçmişi yine teyit edilebilir. Yapılmış mıdır?

Bu çocukcağız acaba AŞILI MIDIR?

KKK aşısını olmuş mudur, evetse kaç doz olarak uygulanmıştır?

Türkiye’de genel uygulama, Suriyeli sığınmacılar bahane edilerek kızamık aşılamasının, DSÖ’nün kesin bir mecburiyet yoksa yapılmamalıdır uyarısına rağmen, 12. ayın altına çekilerek uygulanmasıdır.

Doktor hanım SSPE vakaları ile haşır neşir oldğuna göre, bu hastalık için riskin 12. ayın altında geçirilmiş kızamık enfeksiyonu olduğunu bilir.

Aşının bilgilendirme broşüründe bu aşıyı olanların %5’inde aktif kızamık enfeksiyonu gelişeceği yazılıdır.

Bu durumda, KKK aşılamasının kontrolsüz bir şekilde 12 ayın altında uygulanamsı SSPE vakaları yaratıyor olabilir mi?

Evetse, bu İYATROJENİK ve ölümcül hastalığın birinci dereceden müsebbibi kimdir?

Bir diğer konu…

Aşıdaki virüs öldürülmemiş (canlı tabir edilen) bir virüs tipidir ve latent kalarak immün sistemin baskılandığı (mesela üniv giriş sınavlarına hazırlanma stresi) dönemlerde reaktive olabilmektedir.

Kızamık aşısının bizzat immün baskılayıcı etkisi de ürün prospektüsünde yazmaktadır.

Hastanın yakın geçmişte geçirdiği bir hastalık, görmüş olduğu bir tedavi, kullanmakta olduğu farmasötik ilaç var mıdır veya yakın zamanda bir aşılama sözkonusu mudur?

Bu araştırmaları dotor hanım yapmış mıdır?

Türkiye’de özellikle G.D. Anadolu’da yaşanan SSPE vakaları ile kimsesizler yurdunda hesapsızca aşılanan bahtsızlar arasında daha sık olduğu göze çarpan SSPE vakaları ağırlıklı olarak aşı kaynaklıdır.

Devletin bu konudaki eskiden yürüttüğü resmi bir soruşturma dahi vardır, ancak 2 yıl sonunda nedense(!), bu vakaların aşıyla ilgili olmadığı sonucu çıkmış, epey bir kurum ve sağlıkçı aklanmıştır.

“İhtimal”ler ve yarım gerçeklikler üzerinden sosyal medyaya bu tarz duygusal açıklamalar yapmanın meslek ahlakına uymadığını ve konuyla ilgili hiçbir bilgisi olmayan kitleler için ciddi ve bazı durmlarda geri dönülmez sonuçlar doğurabileceğini umarız doktorlarımız göz önüne alır, bu sorumluluğun bilincinde olarak açıklamalarda bulunurlar.

Cansel Dönmez adlı bir sağlıkçının bu yazı altındaki yorumları ve cevaplarımızdan sonra kendisi, daha sonra birden fazla olduğunu anladığımız FB hesaplarından bu ilgili olanını kapatmıştır. İlgililerin ve yetkililerin dikkatine sunulur:

Başka yorumlar altına bıraktığı diğer “ilginç” yorumları arkadaşımızın:

 

SERAP KONAKÇI hanım, Instagram’dan katılıyor – 2018/ Kasım

Konu, DSÖ’nün Tetanoz aşılamasıyla Kenya’da kısırlaştırma çalışmaları sırasında yine(!) suç üstü yakalanmış olması.

Sağlık Ocağı ve Halk Sağlığı Merkezine, Çocuklarımı neden aşılatmıyorum

Sağlık Ocağı ve Halk Sağlığı Merkezine, Çocuklarımı neden aşılatmıyorum

Sayın İlgili,

Sağlık ocağından defaatle, ve son olarak da Halk Sağlığı Koruma Merkezi’nden gelerek çocuklarımıza çocukluk çağı takvimine göre aşılama uygulamak için tarafımıza hatırlatma ve gerekli uyarılarda bulunulmuştur. Devletimizin kendilerine vermiş olduğu bu görevi yerine getirdikleri ve çocuğumuzun sağlığını korumak için doğru olanın bu olduğunu düşündüklerinden dolayı kendilerine saygı ve teşekkürlerimizi arzederim. Bu hatırlatmalara cevaben özetle,

1. Aşı ile korunan enfeksiyon hastalıklarının özellikle immün yetmezlik sorunu olmayan bireyler için tehlikeli olmamaları,

2. Bulaşma riskinin bahsedildiği kadar yüksek olmamaları (Örneğin Hep B bebekler için tehlikeli olmasına rağmen, bulaşma yolları HIV ile aynı olduğundan(1) hareketle anne taşıyıcı değilse bebeğe bulaşma riskini takdirinize bırakıyorum.)

3. Aşıların öne sürüldüğü kadar etkili ve koruyucu olmadıkları

4. En önemlisi de öne sürüldüğü gibi zararsız olmadıkları, bilakis içerdikleri gerek ağır metal ve toksinler, gerek aşı suşunun kendisi, gerekse retrovirüs ve dna kalıntıları gibi kontaminasyonlar nedeniyle kısa, orta ve özellikle uzun vadede bireye kalıcı hasarlar verme olasılığının çok yüksek olması,

Gibi konularda bilgi sahibi olduğumuzdan dolayı çocuklarımıza aşı yaptırmayacağımızı kendilerine ilettik. Kendileri de aşı yaptırmama gerekçelerimizi detaylı olarak bilmek istediklerini ilettiler. Bu bilgilenme talebine istinaden araştırmalarım sonucunda elde ettiğim bilgileri elimden geldiğince özet bir biçimde aktarmaya çalışacağım.

NEDEN AŞILAMA (BAĞIŞIKLAMA)

Aşağıdaki Satırlar İstanbul İl Sağlık Müdürlüğünün ilgili internet sitesinden alınmıştır.

“Sağlık Bakanlığı tarafından uygulanan 11 antijene karşı aşı şu andaki aşı programı içinde yer almaktadır.Bu aşılar Difteri-Boğmaca-Tetanus-Poliomyelit-Heamofilus İnfluenza tip B, Hepatit B, Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak, Pnömokok ve BCG aşılarıdır. Sağlık Bakanlığı “Genişletilmiş Bağışıklama Programı” adı altında aşılama çalışmalarını hızlandırarak sürdürmektedir.

Aşı ile önlenebilen hastalıklar çocukluk dönemindeki hastalıkların önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Çok kolay uygulanabilen, ekonomik ve etkili bir yöntemle önlenebilen bu hastalıkların artık eliminasyonundan, eradikasyonundan söz edilmektedir. Gerçekten de çiçek hastalığının ve çocuk felcinin eradikasyonu ile elde edilen başarı sonrası gözler diğer aşıyla önlenebilir hastalıklara dikilmiştir. Başarı ile yürütülen bağışıklama programları ile bu hastalıkların da aynı akibete uğraması mümkün olacaktır. Aşılama çalışmalarında hedeflenen, kampanya yaklaşımından yerel sağlık hizmetlerinin içinde rutin aşı uygulamasına geçiş yoluyla aşı ile korunabilir hastalıkların tamamen ortadan kaldırılmasıdır.(2)

 

muhammed bey

Yukarıda görebileceğiniz üzere aşılar belli enfeksiyon hastalıklarına karşı uygulanarak, hastalığa yakalanmazdan evvel bireyde bağışıklık kazandırma prensibine binaen yapılmaktadır. Ekonomik olması, uygulama kolaylığı ve etkinliği gibi gerekçelerle her bireyin sağlık durumunun bireye özel olması durumu gözardı edilerek tüm topluma uygulanması öngörülmektedir. Çiçek ve Çocuk felci (Polio) hastalıklarının eradike edildiği (ki bu sadece bir iddiadır) ve bağışıklamanın devamı ve yaygınlığının arttırılması ile hedefteki diğer enfeksiyonlarında tamamen eradike edilmesi ve ortadan kaldırılması hedeflenmektedir.

Bunları tarafıma yapılan ısrarın ve aşılama gayretinin nedenlerinin bilincinde olduğumu ifade sadedinde serdettim, yoksa bu nedenlerin hemen hiçbirine katılmam sözkonusu değildir. Gerekçeler doksanlı yıllarla aynı olup, güncel bilimsel argümanların oldukça gerisindedir. Bu durumdan ülkemizdeki sağlık personelini sorumlu tutmuyorum. Zira görebildiğim kadarıyla WHO ve CDC başta olmak üzere küresel otoriteler de nedenlerini tahmin etmekle birlikte kesin olarak bilmediğimden ifade edemeyeceğim bir şekilde aşılara bu ilkel perspektiften bakmaya ve ısrarla önermeye (yer yer dayatmaya) devam etmektedirler. Otoriteleri takip ile memur sağlık personelimizin çok fazla seçeneği olmasa gerektir diye düşünüyorum. Ancak bu durum yine de rahatsız edicidir. Vicdani sorumluluk gereği en azından prospektüs verileri bireylere açıklanarak, bireylerin aydınlatılmış rızasının aranması gerekmiyor mu? İlk çocuğuma 2 yaşına kadar olan tüm aşılarını yaptırdık (ki bu onlarca aşı demek) ancak ne takip eden doktorumuzdan ne de uygulayan memurdan aşıların olası zararları üzerine tek kelime duymadık. Takdir edersiniz ki, bunun da etikle bağdaşır hiçbir yanı yoktur. Bilinmeyen ve uzak vadeli etkileri bir kenara bırakalım, bilindik bir yan tesir ile karşılaşmamız durumunda içine düşeceğimiz bunalım ve açmazı tahmin etmek hiç de zor değildir.

AŞILAR’IN ETKİNLİĞİ VE HASTALIKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Aşılar söylenildiği kadar etkin mi, ve gerçekten hastalıkların eradikasyonu söz konusu mu? Hastalıkların azalması üzerinde aşıların payı nedir?

Aşılar zayıf veya öldürülmüş mikroorganizmaların doğrudan vücuda enjeksiyonu (opv için ağızdan damla) ile vücuda verilmesi, ve vücudun otoimmün sisteminin bu etkiye tepki vermesi ve antikor üretmesi mekanizması ile çalışmaktadır. Otoimmün sistem bir defa karşılaştığı mikroorganizmaya verdiği tepki normal şartlarda kalıcı bir hafıza ile korunmaktadır. Hatta anneden bebeğine aktarılan bir hafızadan söz edebiliriz. Ancak aynı durum aşılama yoluyla edinilen bağışıklıkta geçerli değildir. Bu nedenle aşılama takviminde de görülebileceği üzere belirlenen aralıklarla aşılar tekrar edilmektedir. Bu da aşı yoluyla bağışıklamanın doğal bağışıklanmadan farklı, daha zayıf, antikor bağımlı ve kısa süreli olduğunu gösteriyor.(4) Bunun yanında kanında eşik seviyenin çok üzerinde tetanoz antikoru barındıran bireylerin tetanoza yakalandığı ve hayatını kaybettiği vakalar gözönüne alındığında bu çeşit bağışıklamanın enfeksiyona %100 yakalanmama ve koruma garantisi vermediğini de görebiliriz. Diğer yandan kızamık, kabakulak, çiçek, boğmaca, çocuk felci ve Hib salgınlarının aşılanmış popülasyonlarda da aynen görülmekte olduğu da bir gerçektir.(5)

Hastalıkların aşılama sonrası azaldığı ve hatta eradike olduğu bilimsel ve tarihsel verilerle bağdaşan bir bilgi değil. Hastalıkların azalmasında beslenme, temizlik, kimyasallarla ilgili bilinenler ve tıbbi imkanların artması vd. faktörlerin etkilerini gözardı edilerek tüm başarının aşılara havale edilmesi oldukça ilginçtir.

 

xxyyzz

Tablo 2: Yıllara göre ABD de enfeksiyon hastalıklarından ölüm oranları(6)

 

Tablodan açıkça görülebileceği üzere aşılarının kullanımından çok önce enfeksiyon hastalıklarından ölüm oranları, bahsetttiğimiz faktörlerin etkisiyle gözle görülür bir şekilde düşüştedir. Tek tek ele alırsak:

 

Measles (Kızamık) : Kızamık aşısı 1963 de bulunduğunda mortalitesi zaten neredeyse sıfırdır.

Scarlet Fever (Kızıl) : Hala aşısı yoktur. Buna rağmen mortalitesi neredeyse sıfırlanmıştır.

Typhoid (Tifo) : Yaygın aşılama takvimine hiç girmemesine rağmen tifo mortalitesi zaman içinde kendiliğinden neredeyse sıfırlanmıştır.

Whooping Cough (Boğmaca) : Yaygın aşılamaya geçildiği 1940 lara kadar mortalitesi düzenli olarak düşmüştür. Aşılama sonrası da zaten önceden de belirgin olan düşüşün devam ettiği görülüyor. Aşının etkinliği diğer faktörlerden pek de farklı görünmüyor.

Diptheria (Difteri) : 1984 de difteri toksininin kullanılmaya başlanmasıyla önemli oranda düşmeye başlayan difteri mortalitesi 1920 de difteri aşısının piyasaya çıkmasıyla da düşmeye aynı hızda devam etmiştir. Aşının difteri mortalitenin düşüş eğrisine bir miktar katkısı olsa da, ciddi bir kırılma ve fayda görülmemektedir.

Polio : Şimdi eradikasyonundan söz edilen polio (çocuk felci) enfeksiyonuna bir göz atalım.

 

mohammed bey

Tablo 3: 1996-2011 Dünya geneli ve Hindistan Polio ve AFP (Felç) (7)

 

Polio (çocuk felci) nin aşılar arasında özel bir yeri var. Zira çocuk felci psikolojik ve duygusal durumu nedeniyle aşı kampanyalarında en çok kullanılan enfeksiyon oldu. Aşı yoluyla insanların belki de en zarar gördüğü aşı olduğu ise nedense insanlara pek anlatılmıyor. OPV aşısının tüm çevrelerce kabul edilen Simian Virus 40 (SV40) kontaminasyonu nedeniyle kaç kişi kansere yakalandı, adeta uçuşa geçen kanser vakalarında payı ne kadardır bilemiyoruz. Zira bu kadar uzun vadeli yan etkileri tespit edecek bir ölçüm aracımız ve bilimsel skopumuz henüz yok. Bunun yanında kendi prospektüsünde bile yazıyorken(8), OPV aşısının bizzat çocukta veya çocukla temas eden diğer bireylerde felçe sebep olabileceğinden bahseden bir hemşire veya doktora rastlamadım. Oysa herhangi bir ilacı bile kullanırken prospektüsün okunması ve dikkatli olunması istenilirken, aşının bir prospektüsünün varlığı bile bugün aşılanan bireylerin bilgisi dışındadır. Bu noktada aşılamada bireyin “aydınlatılmış rıza”sının gerekli olup olmadığını, gerekli ise bu aydınlatmanın yapılıp yapılmadığını, yapılmıyor ise bunun etikle ne kadar bağdaştığının takdirini sizlere bırakıyorum.

Tablo 3’te de görüleceği üzere vahşi polio vakalarında görülen (ve çok abartılan) düşüşün yanında, aşının bizzat kendisinin neden olduğu vakalar ve vahşi polio kaynaklı olmayan diğer felç vakalarındaki inanılmaz artıştan (neredeyse 10 kat) neden kimse bahsetmiyor? Bu tablodaki duruma bakıp da aşı ile “vahşi polio” eradikasyonundan gurur duyulabilir mi? Vahşi polio dan sakınmamızın nedeni felç vakaları değil miydi? Şimdi bu felç vakalarını yaygın aşılamalar sayesinde kat be kat arttırmış olduk.

Grip : Grip aşısı da etkinlik sorgulaması için güzel örneklerden. Artık her doktorun önerdiği ve büyükler için neredeyse çocukluk çağı aşıları kadar yaygınlık kazanan grip aşısının etkinliği ise her yıl araştırma konusu oluyor ve sürekli olarak neredeyse sıfır olarak bulunuyor.(9) Grip aşılarının, zararlı olduğu kabul edilip birçok aşı içeriğinden çıkartılan bir toksin olan timoresal’i hala içeren aşılardan biri olduğu(10) bilgisi de etkinliğinin olmayışına eklenince, olayın tam bir yağmurdan kaçarken doluya tutulma durumu olduğu ortaya çıkıyor. Bu kadar açık veriler olmasına rağmen doktorlarımızın sürekli olarak bu aşıyı tavsiye ediyor oluşları esef vericidir. Bu aşının hamile bayanlara uygulanmasının korkunç derecede bir hata oluşunu da ekleyeyim. İlerleyen satırlarda bu konunun detayını Dr. Russell L. Blaylock’un
açıklamalarında bulabiliriz.

Sonuç olarak, rahatça görüldüğü üzere hastalıkların azalması veya eradikasyonunda, diğer faktörlerin yanında aşıların faydasının oldukça az olduğu rahatça görülebiliyor. Mortalite oranları aşılardan çok önce, bahsi geçen diğer faktörlerin etkisiyle etkin bir biçimde düşüşe geçmiştir. Aşıların azalma eğrisine katkısı yok denecek kadar azdır. Aşılar sonrası hastalıkların azalması ve eradikasyonu aslı astarı olmayan bir mitten ibarettir. Polio özelinde ise durum daha da vahim olup vahşi polio eradike edildi denilirken, felç vakaları 10 kata yakın bir artış göstermiştir. Ancak küresel otoriteler gibi İl Sağlık Müdürlüğü’müz de bu son durumla gurur duyuyor gibi görünüyor!

AŞILARIN YAN TESİRLERİ ve GÜVENLİĞİ

Genel olarak aşı yaptırmaya gittiğinizde ve aşının bir yan etkisi olup olmadığını sorduğunuzda kızarıklık, hafif ateş vb basit şeyler dışında birşey olmadığını söylerler. Daha da ileri gidip aşılar güvenli mi diye bir soru sorarsanız alacağınız yanıt büyük olasılıkla aynıdır: Aşılar yüzde yüz güvenlidir. Oysa bunun doğru olmadığını aşının üreticisi dahi kabul etmekte ve prospektüslerine yazmaktadırlar. Bir sonraki tabloda etraflıca görülebileceği üzere aşı prospektüslerine (ki bunları asla görmezsiniz, tek gördüğünüz sağlık personeli ve enjektör olur) bir göz attığınızda alerji ve kızarıklıktan başlayıp, artrit, nevrit, optik nevrit, menenjit, Gullian Barre, Multipl Skleroz (MS) gibi önemli rahatsızlıkların, hatta felç, anaflaksi, SIDS ve ölüm riskinin bile olduğunu görebilirsiniz. Aşıların tehlikeli olduklarının bir delili de, ABD de
aşı üreticilerinin olası davaların açılmasını dahi önleyici nitelikte olan güçlü bir yasa ile korunmakta oluşlarıdır.(11) Yüzde yüz güvenli aşıların üreticileri neden korunma ihtiyacı duyuyorlar?

Sonuç olarak “Önce zarar verme” prensibi hiçe sayılarak bunca yan etkileri olmasına rağmen belki binde bir bile yakalanma riskinizin olmadığı hastalıklar (ki bunların birçoğu, çocuk felci dahil, yakalansanız bile yüzde 99 olasılıkla etki bırakmaksızın atlatılır) için tüm toplumu aşılanmanın hiçbir mantıklı izahı yoktur. Şimdi adım adım aşıların içeriklerini ve zararlarını irdeleyelim.

 

tabblo

Tablo 4. CDC verilerine göre özetle aşılar, içerikleri ve prospektüste yer alan yan etkileri (12)

1. Toksin ve Ağır Metaller:

Birçok aşı içerdiği virüsü zayıflatmak daha doğrusu zayıf tutabilmek gibi nedenlerle toksinler (genelde ağır metal bileşikleri, aluminyum, timoresal, formaldehit) içerirler. Pek tabi olarak bunlar bireyler için de toksiktir. Timoresal, Aliminyum gibi ağır metaller özellikle beyin bariyeri tam oluşmamış 2 yaş öncesi çocuklar için tehlike arzediyorlar. Bu toksinlerin genelde vücuttan çabuk atıldığı varsayılsa da aslında atılmıyorlar. Sayım kandan yapılıyor, oysa toksinler sayım esnasında, kandan uzun süre kalacakları dokulara (beyin, omurilik, karaciğer) çoktan geçmiş oluyorlar.(19) Özellikle otizm, MS gibi rahatsızlıkların nedenleri arasında bu toksinlerin yeri yadsınamaz bir gerçektir. Bu çeşit toksin hasarına genetik veya bilemediğimiz başka nedenlerden yatkın bireylerde aşıların bu rahatsızlıklara yol açtığı düşünülüyor. Aşı tarihinden önce görülmeyen bu rahatsızlıkların, artan ve yaygınlaşan bağışıklama takvimleri ile birlikte astronomik seviyede artış göstermiş olması kimsenin reddedemeyeceği bir gerçektir. CDC itirafçısı Dr. William Thompson, aşı ile otizm arasındaki ilişkiyi bildiklerini ancak CDC olarak üzerini örttüklerini belirtmiştir.(13)

2. İmmun Sistem ve Bilinmezliği:

Aşıların zayıf veya ölü mikroorganizmalar kullanılarak immun yanıt oluşturma prensibine dayandığını belirtmiştik. Ancak immun sistem genel olarak nasıl çalışıyor biliniyor olsa bile, nasıl tetiklendikleri ve detayları hakkında tıp dünyasının derinlemesine bir bilgisinin olmadığını biliyoruz. Özellikle 2 yaş altı bebeklerde immün sistemin çalışmasına dair hemen hiçbirşey bilinmiyor denilse yeridir. Otoimmün sistemin vücudun kendi dokularına saldırması sonucu oluşan ve nedeni bilinmeyen birçok rahatsızlık bulunmaktadır. Bu sapmış yanıtlara aşılar neden olabilmektedirler. (14) Otoimmun sistemin neden bu yanlış yanıtları verdiği üzerinde çalışmalar devam ediyor olsa da, halen alerji den tutun da, MS, Gullian Barre Sendromu vb. hiçbir otoimmün hastalığın tedavisi yoktur. Var olan tedaviler sadece etkileri hafifletici veya geciktirici olup iyileştirici özellikten mahrumdurlar. Bu bile otoimmün sistemin tıp nezdinde bilinmezliğinin bir kanıtıdır. Şu halde aşılarla otoimmün sisteme yapılan müdahaleyi, 5 yaşındaki bir çocuğun uçak sistemlerini tamir etmeye çalışmasına benzetiyorum. (Kendim uçak teknisyeniyim oğlum da 5 yaşında. Benzetmeyi gayet yerinde yaptığımdan emin olabilirsiniz.)

Durum bu iken her yönü ile bilmediğimiz bir sisteme (çoğunluğu 2 yaş öncesi tamamen karanlık dönemde olmak üzere) 40 küsur kez müdahale ediliyor. (2) Bu yapılanla çok büyük oranda normal atlatılabilen birtakım enfeksiyon hastalıkları için geçici ve tam etkili olmayan bir immünizasyon sağlama ümit ediliyor. Bu bilinmezliklerin karanlığında yapılan şeyler, 19 Mayıs Üniversitesi İmmünoloji Bilim Dalı Profesör Dr. Alişan Yıldıran bey’in ifadesiyle birer deney.(15) İnsanların birer kobay olmadığını hatırlatmaya gerek yok sanırım. Bunun ne tıp etiği ile ne de bilim ile bağdaşır bir tarafını göremediğimi belirtmek durumundayım.

3. Aşı Araştırmalarının Yetersizliği :

Aşıların uzun vadeli etkileri üzerindeki çalışmalar yok denilebilecek kadar azdır. Aşı ile vücuda bulaşmış SV40 virüsünün orta ve uzun vadede kansere neden olduğu biliniyor. Ancak kimse bu kanseri belki 10 sene önce vurulan bir aşıya bağlayamıyor. Ancak bu yetersizlik elbette aşıları masum kılmıyor. Aşıların uzun vadeli etkileri ile ilgili çalışmalar olmadıkça aşılar bu konuda masum sayılamazlar. Aşılı popülasyon ile aşısız popülasyon arasında, kanser, kalp rahatsızlıkları, otizm, otoimmün rahatsızlıklar, infertilite gibi modern zaman hastalıkları konusunda detaylı ve şeffaf istatistiki veriler ortaya konulmadan aşılar baş şüpheli olarak yerini almaya devam edeceklerdir.

Bununla birlikte pek çok aşının carcinogenicity (bunu karşılayan bir Türkçe kelime bulamadım) testleri de yapılmış değildir.(3) Hangi periyotta hangi kanserlere neden olabileceği bilinemez durumdadır. Kanser çağımızda ölüm nedenlerinde en ön sıralarda yer alıyorken kızamık veya çiçek gibi hastalıklardan çekinerek aşı yaptırmanın akılla bağdaşır bir tarafı yoktur.

Yine gebelik ve aşılar arasındaki ilişki de detaylı bir incelemeden mahrum kalanlardan. Bakınız Sinir Cerrahı, yazar, öğretmen ve Dr. Russell L Blaylock bir konuşmasında hamilelikte yapılan grip aşısı ile ilgili ne anlatıyor:

“Hamileliğinin ikinci üç aylık döneminde gribe yakalanan anne adaylarınının bebeklerinde şizofreni ve otizm risinin çok daha yüksek olduğunu bulduk. Buradan yola çıkarak tüm gebeleri aşılayıp gribe karşı korumamız gerektiği fikrine vardık. Fakat ben araştırmalarımda anneden bebeğe geçerek olası beyin hasarına yol açan etkenin grip virüsü değil, annenin immün sisteminin virüse verdiği yanıt olan
“immün sitokinler” olduğunu buldum. Şu halde bizim yaptığımız şey, hamileliğinin ikinci 3 ayında grip atlatan küçük bir popülasyon yerine tüm hamileleri aşılayarak tüm hamilelerin grip immün sitokinleri üretmelerine neden olmak ve bebeklerini risk altına sokmak oldu. Muhtemelen bundan yirmi yıl sonra şizofreni ve otizm vakalarında inanılmaz bir artış göreceğiz. Şimdi şizofreni nedenini bilmiyoruz dememiz gibi, muhtemelen yirmi yıl sonra da kimse dönüp bu vakaların sebebi 20 yıl önce yaptığımız grip aşıları demeyecek.”(16)

Paradoksu görebiliyor musunuz? Bugün hala Türkiye’de doktorlar, jinekologlar ısrarla hamilelikte grip aşısını tavsiye ediyorlar. Grip aşısı olan hamile bireylerin ne kadarı bu durumdan haberdar? Haberdar olsalar bu aşıyı yaptırırlar mı?

Bir diğer yeterince araştırılmamış husus da aşılar ve bağırsak florası üzerindeki etkileri. Bugün bağırsak florasının vücut üzerindeki etkilerinin o kadar hayret verici olduğu saptandı ki “ikinci beyin” olarak da adlandırılıyor. Bağırsak floramız ile adeta simbiyotik bir ilişki içinde olduğumuz artık biliniyor. Bu yönüyle beden sağlığımız üzerinde bu kadar önemli bir yeri olan bağırsak floramız üzerinde aşıların ne gibi
etkileri olduğuna ilişkin araştırmalar yetersiz hatta yok. (3, 17, 18, 19, 20)

Bugün bilinenlerin ışığında aşıları geçtiğimiz yüzyılın antik tıp ekipmanlarından saymamamız için hiçbir neden yok. Ancak hala geniş tıp çevrelerinde taraftar buluyor ve destekleniyor oluşu bilimsel olduğuna dair bir kanıt oluşturmuyor.

4. Otizm Korelasyonu ve Araştırmalar

Aşılarla ilişkilendirilen kanser, MS, Alerjiler gibi diğer tüm hastalıkların yanında otizm için özel bir başlık açma ihtiyacı duydum. Çünkü çağımızda otizm, insanoğlunun karşılaştığı ve çözmekten aciz kaldığı problemlerinin en büyüğü desek yeridir. Aşağıdaki grafiği incelediğinizde buna hak vereceksiniz.

 

otzim grafiği

Tablo 5. CDC verilerine göre ABD de yıllara göre otizm prevalansı (21)

Bu grafikte yer almayan son verilere göre, en çok hastalık için en yaygın aşılamanın yapıldığı ABD’de, otizm prevelansı 68 çocukta 1’e kadar yükselmiştir. Neredeyse 100 çocuktan 2 si için bugün otistik teşhisi konulmaktadır. Grafiğin gittiği nokta üzerinde biraz düşünmeye davet ediyorum. Eğer birşeyler düzeltilmez ise bu grafiğin eğrisi ve basit bir matematik ile yakın bir gelecekte iki çocuktan biri otistik olabileceği ihtimalini öngörmemek imkansızdır. Görüleceği üzere çağımızın problemi ne menenjit, ne kızamık, ne de su çiçeğidir. Çağımızın hastalıkları, otizm, kanser, otoimmun hastalıklar gibi her biri aşı ile ilişkilendirilen karmaşık ve tedavisi imkansız (ya da çok zor) hastalıklardır.

Otizm’de durum bu, peki bunun aşı ile ilişkisi nedir?

mnh

Tablo 6. Yıllara göre Aşılama miktarları (Birleşik Krallık)

Tablo 5 yıllara göre İngiltere’de çocuklara yapılan aşı sayılarını gösteriyor. Her ne kadar veri İngiltere’ye ait olsa da ABD’de de durum pek farklı değil. Bekli daha fazla aşılama yapılıyor. Tablo 5 ile Tablo 6 arasındaki korelasyonu farketmemek imkansız olsa gerek. Bu noktada her korelasyon bağıntıyı gerektirmez itirazı gelecektir. Ancak otizmin ortaya çıkışı aşılardan hemen sonrasına denk geldiğini de belirtelim. Otizme dair ilk bildirimler 1941 de geliyor, civanın aşılarda kullanılmaya başlanıldığı tarihler ise 1933 civarı.(22)

Aşılardaki timoresal ile otizm ilişkisini irdelersek, otizmin genetik bir kaynağı olmadığını biliyoruz. Belli bir tarihten önce varlığı olmayan genetik bir hastalık diye birşey olması mümkün değil. Toksin hasarına genetik yatkınlıktan bahsedebiliriz ki sisteme yeni bir toksin verdiğinizde işte o zaman salgın oluşur. ABD’de otizmin tırmanışa geçtiği tarihlerde (1988) ise bu hastalığın tüm eyaletlerde yakın oranlarda artışa geçtiğini görürsünüz. Yani otizme yol açan toksinlerin tüm ABD’de eşit olarak dağıtılmış olması gereklidir. Ayrıca bu toksine hastaların 2 yaşından önce maruz kalmış olmaları gerekir. Ek olarak erkekleri daha fazla etkileyen bir toksin olması gerekir ki araştırmalar civanın erkekleri daha kötü etkilediğini ortaya koymuştur. Bu toksini tüm ABD’ye eşit olarak dağıtabileceğiniz tek mekanizma yaygın aşılamadır.(19)

Bir önceki paragrafta yer alan teorinin sahibi Dr. Boyd Haley gibi, otizm ile aşılar arasında bağlantı kuran birçok araştırmacı ve doktor var. Özellikle içerdiği civa (timoresal), ve Aluminyum gibi ağır metaller ve toksinlerin genetik yatkınlığı olan bireylerde sinir hasarına ve dahası beyin hasarına yol açtığı ve bununda şizofreni ve otizm gibi rahatsızlıklara yol açtığına dair ikna edici veriler var. Bunun yanısıra bu
ilişkinin var olmadığına dair yapılan ancak güvenilirliği tartışılan çalışmalar da var. Her halükarda bu ilişkinin varlığı ya da yokluğu henüz kesin olarak ispat edilebilmiş değildir. Ancak bu ilişkinin olduğuna dair çok kuvvetli deliller vardır.

Bilim henüz bizleri yeteri kadar aydınlatabilmiş ve aşıların üzerindeki kuvvetli ve haklı şüpheyi izale edebilmiş değil. Bu noktada ABD de aşılı popülasyon ile, aşısız popülasyon arasındaki otizm prevalansı kıyaslamasının CDC tarafından ısrarla halktan gizlenmesini de manalı buluyorum. Zaten bunu açıkladıkları anda yüzlerce milyar dolar değerindeki bir endüstrinin çöküşünü izliyor olurduk. Buna da birilerinin müsade etmediği (etmeyeceği) açık. CDC’nin otizm-aşı ilişkisini bildiklerini ve gerçeği gizlediklerini itiraf eden çalışanları olduğunu bunun hala ABD gündemini meşgul ettiğini, bu konuda çekilen belgesellerin bulunduğunu da kayda geçirmiş olalım.(9)

Ezcümle, çocuğunu korumakla yükümlü bir baba olarak, basit enfeksiyon hastalıklarından korumak gerekçesiyle aşıya müsade ederek çocuğumu otizm gibi kimsenin görmek istemediği yakın bir tehlikenin riski altına sokmayı kesinlikle doğru bulmuyorum. Tekrar ediyorum, bugün 68 çocuktan 1’ine otizm teşhisi konuyor. Bu noktada bir baba olarak Türk ve Dünya bilim insanlarına naçizane tavsiyem, mortaliteleri binde bir bile olmayan 1900’lü yılların hastalıklarını su çiçeği ve kızamığı bir kenara bırakıp, sahip oldukları kaynakları bu antik hastalıklara aşı üretebilmek için değil, nedeyse nesilleri tehdit eder bir boyuta yaklaşan otizm rahatsızlığının nedenlerini ve tedavisini bulmak için harcamaları yönünde olacaktır.

5. Aşıların Kontaminasyonu ve Retrovirüsler

Bu aşılarla ilgili belki de en karmaşık, çözümü en zor ve en tehlikeli sorundur. Zira insan fetüsü kültürü dna kalıntıları, retrovirüs kontaminantları bugün için aşıların içeriğinde üretim tekniklerinden dolayı ayrıştırılamaz durumda ve fazlasıyla bulunuyor.

Bunun tarihteki en bariz ve tehlikeli örneği opv aşılarındaki SV40 kontaminasyonu olmuştur. 1950 lerde birtakım maymun testis ve böbrek kültürlerinde üretilen OPV aşılarında SV40 kontaminasyonu tespit edilmiştir. SV40 üzerindeki araştırmalar devam ederken 1999 yılına gelindiğinde artık biliniyordu ki bu virüs insan bedeninde beyin, kemik hatta akciğer kanserine kadar birçok kanser türünün nedeniydi.(23) Yine 1999 tarihli bir araştırmanın sonuç bölümünde aynen şu ifadelere rastlıyorsunuz : “Araştırma sonucu elde edilen veriler, ABD’de kontamine polio aşısına maruz kalmış 98 milyon Amerikalı arasında kanserlerin artış olabileceğini düşündürmektedir. Daha detaylı araştırmalar gereklidir.”(17)

Onlarca yıl sonra, milyonlarca doz aşı ve zarar gören bireyler sonrası gelen bu itiraf, aşılar üzerinde derinlemesine ve uzun dönemli araştırmaların olmadığını önümüze açık bir şekilde koymaktadır. Bu haliyle halen, insan fetüsünden tutunda, hayvan dokularına kadar çeşitli organik kültürlerde üretilmekte (üretilmek zorunda) olan aşıların, gerek insan ve hayvan dna zincirleri, (ki bu çıplak dna zincirleri ve birtakım
proteinlerin kanserojen olduklarını gösteren araştırmalar mevcuttur. Birçok aşıda FDA nın onay verdiği miktarın üzerinde kalıntı dna bulunmaktadır) gerekse sv40 gibi virüsler gibi hangi kontaminantları içerdiği, bunların kısa ve daha da önemlisi uzun vadede insan sağlığı üzerindeki etkilerinin ne olduğu bilgisi olmadan çocuğumun bedenine bunlardan herhangi birini enjekte edebileceğinizi düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz demektir.

Diğer taraftan kontaminantlar kadar, aşıyla vücuda verilen aşı suşunun kendisinin de tehlikeli olduğunu araştırmalar ortaya koymuştur. Bazı bireylerde aşı yoluyla vücuda verilen virüsün vücuttan tam olarak temizlenemediğini (persistant), bu sebeple nasıl meydana geldiği bilinmeyen bazı kronik hastalıklara (MS, Chron hastalığı, otoskleroz, kronik aktif hepatit) da yol açabildiğinden bahsedilmektedir. Aşı için üretilmiş virüslerin persistansının vahşi (doğal) olan virüslere göre kat be kat fazla olması da arı kovanına çomak sokulduğunun bir başka göstergesidir. (24 25)

 

SONUÇ

1. Aşılar enfeksiyonlara karşı, iddia edildiği gibi yüzde yüz koruyucu değildir.

2. Aşıların koruyuculuğu zayıf, antikor bağımlı, ve kısıtlı süreler için geçerlidir.

3. Aşılar birçok doktorun öne sürdüğü gibi yüzde yüz güvenli değildir. İçerdiği toksinler, kontaminantlar ile kısa ve daha da önemlisi uzun vadede, bir kısmı aşının prospektüsünde de yazan onlarca hafif, orta ve ağır yan etkilere sahip olup, olası bir enfeksiyona karşı yapıldığı hatırda tutularak, bu haliyle tıbbın “önce zarar verme” ilkesiyle açıkça çakışmaktadır.

4. Otoimmün sistemin bilinmezlikleri açısından, özellikle 2 yaşından önce bu kadar yoğun dozda aşılama doğru değildir. Çoklu (hatta 5li) aşılamalar ile immün sistem aynı anda birçok ajan ile savaşmak durumunda bırakılması immün sistem üzerinde öngörülemeyen sapmalara neden olabilmektedir. Bu bir çocuğun hastalanma doğasına benzer bir durum değildir. Kabakulak çıkardığı esnada çiçeğe yakalanmış, aynı anda da tüberküloz geçiren bir bireye hayatınızda rastladınız mı? Tüm aşıların testleri ayrı ayrı yapıldığı halde 5’ini aynı anda minik bir bebeğe yapma lüksümüzün olduğunu, otoimmün sistemin beşiyle birlikte sağlıklı bir şekilde başa çıkabileceğini nereden çıkarıyoruz? Hiçbir hastalığına bir tedavi bulunamayan ama yine de oyuncak gibi oynanan bu otoimmün sistem benim çocuğum için hayati derecede önemlidir.

5. Aşı bilimi birey sağlığı için gerekli olabilir. Aşılar tamamen yasaklansın da demiyorum. Yüksek tıp bilimi karşısında naçizane fikrimin bir önemi olmadığının bilincinde olarak da olsa elde ettiğim veriler ışığında haddimi aşarak diyorum ki; Aşı ancak çok çok gerekli olduğu durumlarda, kemoterapi gibi zehirli tıbbi ekipmanlar gibi değerlendirilip, mütehassıs doktorlar tarafından özel olarak bireylere, aydınlatılmış rızaları alınarak tavsiye edilmeli, toplumsal aşılamadan ivedilikle vazgeçilmelidir. Bu bile aşıların tehlikeleri göz önüne alındığında yeterince tedbirli bir hareket sayılmayabilir. Bunlar yapıldığında, birçoğunun tedavisi olan enfeksiyon hastalıklarını eradike etmeye çalışmayı bir tarafa bırakıp, belki birkaç nesil sonra (aşı kontaminantları ve toksinleri elimine olduktan sonra) kanser, otizm, MS, Gullian Barre sendromu vb onlarca tedavisi olmayan hastalığın eradikasyonundan! söz etmeye başlayabiliriz.

 

Satırlarıma alanının en yetkin isimlerinden Profesör Dr. Alişan Yıldıran Bey’in görüşlerine tekrar yer vererek son veriyorum.

“Tecrübeli bir çocuk hekimi olarak çocukluk çağı hastalıklarının lüzumundan fazla abartıldığı kanaatindeyim. Buna en iyi misal su çiçeğidir. Aşısı ülkemizde son bir kaç senedir uygulanmakta olan bu hastalığı ve hastalığı geçirip hayat boyu bağışıklık kazanması için su çiçeği partisi düzenlendiğini bilmeyen yoktur sanırım. Bu hastalığın en mühim komplikasyonu zatürrie ve ensefalit (beyin iltihabı) olup, çok çok nadir görülmektedir. Görüldüğü kişilerde primer immün yetmezlik olduğu kesin gibidir. Bu hastalığın aşısı canlı virüs ihtiva ettiği için bu çocuklarda aşı da ölümcül olabilir.

Çocuk felci (Polio) ile ilgili olarak 1970’li yıllarda beri dünyada sadece aşıya bağlı (ağızdan verilen aşı canlı virüs ihtiva eder) polio ve nonflask paralizi vakaları görülmektedir. Arama motorlarında ve pubmedde vaccine-induced polio kelimeleri ile taramanız yeterlidir.

Şu anda var olan hiç bir aşı yüzde 100 etkili ve güvenli değildir, her aşı bir immünolojik deneydir, tabii olmayan bir immün cevap oluşturduğu için kısa veya uzun, çok uzun vadeli yan etkiler oluşturabilir. İmmünoloji-alerji bilim dalının gelişmesini sağlayan, alerji ve anafilaksi gibi son derece önemli olguları literatüre kazandıran olgu, aşılardır. Aşılardan önce böyle olaylar yoktu. Bu sebeple anafilaksiden ölen her insan, aslında aşı kurbanıdır. Güncel aşılar immün sistemin aşırı uyarılması ve destabilizasyonuna ve böylece otoimmün hastalıklara yol açabilmektedir.” (3)
Yukarıda görüşlerine yer verdiğim uzmanların görüşlerinin, ve bilimsel verilerin ışığında aşıları aşırı derecede tehlikeli bulduğumdan ve bir baba olarak önceliğimin çocuklarımın sağlığını korumak olduğunun bilincinde olarak çocuklarımı aşılatmayı reddettiğimi ve yaygın aşılama için sağlık birimlerinin tarafımızla temasa geçmesinin gerekli olmadığını bildiririm.

Saygılarımla,
13.06.2016

Muhammed A. Peker

 

Kaynaklar:

1 http://ahmetrasimkucukusta.com/2015/07/08/misafir-yazar/hepatit-b-asisi-ne-zaman-kimlere-yapilmali/
2 http://www.istanbulsaglik.gov.tr/w/sb/bh/asilarbulasici.asp
3 http://www.asm.gov.tr/AsiTakvimi.smt
4 http://www.radikal.com.tr/hayat/asiyla-otizm-arasinda-bilimsel-bir-iliski-yok-1397353/
5 https://lilliputian.me/2012/10/asi-efsanesi-soylence-2-ve-3-asilar-hastaliktan-korur-bugun-abdde-bulasici-hastaliklar-azgoruluyorsa-eger-bu-asilar-sayesindedir/
6 http://drsuzanne.net/dr-suzanne-humphries-vaccines-vaccination
7 http://drsuzanne.net/wp-content/uploads/2012/07/Smoke-Mirrors-and-the-%E2%80%9CDisappearance%E2%80%9D-OfPolio-_-International-Medical-Council.pdf
8 http://www.ilacprospektusu.com/ilac/203/polio-sabin-tek-ve-cok-dozlu-ambalajlarda-kullanima-sunulmustur
9 http://ahmetrasimkucukusta.com/2015/10/09/yazilar/tip-yazilari/grip-tip-yazilari-yazilar/bu-sene-herkese-grip-asisiolmalarini-tavsiye-ediyorum/
10 http://www.ilacprospektusu.com/ilac/78/fluarix-tek-doz-grip-asi-1-enjektor
11 http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2011/02/22/AR2011022206008.html
12 https://lilliputian.me/ebeveyn-asi-kilavuzu/
13 http://ahmetrasimkucukusta.com/2015/07/20/yazilar/tip-yazilari/enfeksiyonlar/asilarin-otizme-yol-actigini-sakladik/
14 Shoenfeld Y, Agmon-Levin N. ‘ASIA’ – autoimmune/inflammatory syndrome induced by adjuvants. J Autoimmun 2011, 36:
4-8.
15 http://ahmetrasimkucukusta.com/2015/07/04/misafir-yazar/cocuklara-hangi-asilar-neden-yapilmali-hangileri-nedenyapilmamali/
16 https://www.youtube.com/watch?v=7QBcMYqlaDs&app=desktop
17 http://ahmetrasimkucukusta.com/2014/11/06/etibba-diyor-ki/bagirsak-beyinden-daha-onemli/
18 http://ahmetrasimkucukusta.com/2013/06/25/yazilar/tip-yazilari/bagirsak-mikrobiyotasi/artik-ikinci-bir-beynimiz-var/
19Round JL, Mazmanian SK. The gut microbiota shapes intestinal immune responses during health and disease. Nat Rev
Immunol 2009, 9: 313-23.
20 Ferreira RB, Antunes LC, Finlay BB. Should the human microbiome be considered when developing vaccines? PLoS
Pathog. 2010 Nov 18;6(11):e1001190. 10. Keles S, Artac H, Kara R, Gokturk B, Ozen A, Reisli I. Transient
hypogammaglobulinemia and unclassified hypogammaglobulinemia: ‘similarities and differences’. Pediatr Allergy Immunol
2010, 21(5): 843-51.
21 http://www.cdc.gov/media/releases/2014/p0327-autism-spectrum-disorder.html
22 https://www.youtube.com/watch?v=zQR3qLSq55w
23 http://www.sv40foundation.org/CPV-link.html
24 http://ahmetrasimkucukusta.com/2014/05/18/misafir-yazar/kizamik-virusu-bagisiklik-sistemini-nasil-etkiler/
25 Griffin DE, Lin WH, Pan CH. Measles virus, immune control, and persistence. FEMS Microbiol Rev. 2012 May;36(3):649-62.

Muhammed Bey ve ailesini kısaca tanıyalım.

İstanbul’da ikamet etmekteler. Kendisi 34 yaşında bir uçak teknisyeni. Eşi yüksek lisans (iktisat) mezunu olmasına rağmen çocuklarını yetiştirmek adına fedakarlıkta bulunarak ev hanımlığını tercih etmiş bir anne. İki çocukları var. Oğulları 5 yaşında. Doktorlarının ısrarı, kendi ifadeleri ile cehalet ve tecrübesizliklerinin neticesi sezaryen ile doğan oğulları 2 yaşına kadarki tüm aşılarını olmuş durumda. Kızları ise 20 aylık. Hemen tüm doktorların itirazına rağmen SSVD uzmanı Dr. Ebru Akbay hanım sayesinde normal doğumla dünyaya gelmiş bir bebek ve K vitamini enjeksiyonu ile Hep B dahil hiçbir aşıyı olmamış bugüne kadar.

Oğulları kendi ifadelerine göre yine cehaletleri ve tıp doktoru kurbanı olarak gribal enfeksiyon nedenli bir kere antibiyotik kullanıyor. Sonrasinda anal fissur yaşıyor. 6 ay kadar takip neticesi tam ameliyat günü beklerken kendiliğinden geçiyor. Böylelikle aylar sürecek antibiyotik tedavisini de yanında getirecek bu ameliyettan kurtulmuş oluyorlar. 1 yaşlarında iken bir doktor tarafından astım bronşit teşhisi konulup 6 aylık ilaç tedavisine başlanacak denilince ailenin kendi ifadeleri ile “sigortalar atıyor.”

Özel doktor arayışına giriyorlar ve bulduklarında da kendilerine oğullarının rutin öksürük olduğunu ve bir haftaya geçeceğini söylüyor. Ve geçiyor da. Sıfır ilaçla iyileştiyor oğulları. O günden bugüne ise hiç ilaç kullanmıyor. Kızlarının da zaten ne asi ne de ilaç kullanmadığını öğreniyoruz kendilerinden.

Eşi sezaryen olmanın vicdan azabını hiç içinden atamayan bir anne ve bütün bu yaşanılanlar neticesinde de doktorlara ve onların anlattıklarına genel olarak güvenlerini yitiriyorlar aile olarak. Sistemin hazır paket halinde sunduğu herşey hakkında şüphe duymaya ve araştırmaya başlıyorlar. Çocuk sağlığı, beslenme, doğal doğum ve sonunda da aşılar. Şu anda ise Okulsuz Eğitim konusunda araştırmalarını sürdürüyorlar diye öğreniyoruz.

Muhammed Bey’in şu deneyimlerini ise birebir kendi ifadeleri ile aktarmak istiyoruz:

“İşte böyle. İnsanlar bu işin kolay olduğunu sanıyor, hele sağlıkçılar. Alay eder gibi bakıyorlar. İki arkadaşım var doktor Üniversite yıllarından tanıdığım. Saatlerce anlattığım halde ikisi de aynen şu cümleyi kurdular “ben tıp doktoru olarak aşıları tavsiye ediyorum” öne sürdüğüm argümanların hiçbirine karşı bile çıkmaya gerek duymadan. Oysa bu iş öyle kolay değil. Ben 5 yıl okudum uçak teknisyenliği yapabilmek adına. Oysa meslegimin 11. Yılında görüyorum ki okulda öğrendiklerim mesleğimi icra ederken öğrendiklerimin yanında yüzde 1’i bile değil. Sen tıp okulunda ne kadar immunoloji ye eğilmiş olabilirsin ki. Ben neredeyse iki senedir bu işi araştırıyorum. Neyse, doktorlara fakültede ne hapı iciriyorlarsa çoğu duyma yetisini kaybediyor onları bırakalım.

Eşim kızıma hamile iken başladı araştırmalarım. Halen devam ediyor. Uzunca bir süre kararsız kaldım. Kolay değil, doktorun ağzından çıkan hep aynı, ya çocuğun ölür veya sakat kalırsa ne olacak. Her anne babanın elini kolunu böyle bağlıyorlar. Yabancı doktorları da sürekli izliyordum ama sonuçta elle tutamadığınız insanlar yüzde yüz güvenemiyorsunuz. Sonrasinda Alişan Yıldıran beye rastgeldim. Her yazısını defalarca okudum. Allah kendisinden binlerce defa razı olsun. Artık rahat rahat kararımızı vermiştik. Eşim de zaten annelik içgüdüsüyle mi nedir, hiçbir arastirmamiz yokken bile oğlumun aşılarını istememişti.

Sonra bu gruba [AŞI TIBBİ ve HUKUKİ BİR ZORUNLULUK DEĞİLDİR] üye oldum. Buradaki insanlara elimden geldiğince yardım edeyim derken birçok şey daha öğrendim. Aklımda en ufak bir şüphe kalmadı çok şükür. Artık okul çağına gelen oğlum için eğitim derdine düştük. Bakalım o işle nasıl başa çıkacağız.”

Muhammed Bey, eşi ve çocuklarına bir ömür boyu sağlık, huzur ve mutluluk dileklerimiz ile birlikte teşekkürlerimizi iletiyoruz.

Aşılar Otizme Yol Açmaz

Aşılar Otizme Yol Açmaz

Tamam pes!
Aşılar otizme filan yol açmıyor.

Otizm dediğimiz şey davranışa bakılıp konulan bir tanı. “Otizm” tanısı alabilmesi için çocuğun belli birtakım davranışları belli bir yaş aralığında göstermesi lazım. Yok, göstermiyorsa bu davranışları o zaman “otizm” tanısı almıyor.

Bu “otizm” denilen şey öyle herhangi bir kan tahlilinden filan anlaşılmıyor.
“Otizm”i laboratuvar analiziyle teyit filan ettiremiyorsunuz veya olmadığını gösteremiyorsunuz. Tamamen davranış kriterlerine göre verilen bir teşhis bu.
O yüzden de, fizyolojik hasara neden olan hiçbir şeyin doğrudan otizme “yol açtığı” söylenemez.

Bu da demektir ki… aşılar “otizm” “yapamaz”.

Aşılar başka şeylere yol açar ama.
Aşılar havale ve nöbete yol açar.
Aşılar ensefalite (beyin iltihabına) yol açar.
Aşılar immün sistem yetmezliğine yol açar.
Aşılar gastro-entestenal (mide-bağırsak) sorunlara yol açar.

Ensefalit ruh halinde dalgalanmalara yol açar.
Ensefalit aşırı ağrı ve acıya neden olur.
Ensefalit dikkat dağınıklığı ve dürtüsel davranış, yani düşüncesizce, kontrolsüz hareket etme eğilimi yaratır.

Ensefalit agresyon, yani saldırganlık yapar.
Ensefalit denge problemlerine yol açar ve kişinin çevresiyle ilişki kurabilmesine engel olur.

Nöbet ruh hali değişikliği yapar.
Nöbet dikkat dağınıklığı ve impulsif/düşünmeden davranışa yol açar.
Nöbet şuurda gelgitlere yol açar.

İmmün sistem yetmezlikleri çocukların daha sık bakteriyel enfeksiyon geçirmesine sebep olur. Nedir bunlardan bazıları? Diyelim kulak enfeksiyonları, üst solunum yolları enfeksiyonları, sinüzit ve streptokok enfeksiyonlar…
İmmün sistem yetmezlikleri çocukların daha sık viral enfeksiyon geçirmesine sebep olur. Nedir bunlardan bazıları? Diyelim stomatit (ağız iltihabı), “sebebi bilinmeyen ateşlenmeler”, “viral döküntüler/kabarıkçık ve kızartılar”, ürtiker, konjunktivit ile kusma ve ishale neden olan gastroentestenal virüsler…
İmmün sistem yetmezlikleri çocukların “ortalıkta her ne dolaşıyorsa” kapmasına ve yaşıtlarına oranla daha zor atlatmasına neden olur.

Aşı kaynaklı gastro-entestenal hasar ishal yapar.
Aşı kaynaklı gastro-entestenal hasar mide bulantısı, reflü, kusma yaptığı gibi son zamanlarda yeni keşfedilen bir “hastalık”, Mide Özofagus Reflü – GERD– Hastalığına yol açar.
Aşı kaynaklı gastro-entestenal hasar virüs ve bakterilere karşı bünyenin dayanıklılığını kırar, bu da daha fazla antibiyotik kullanımı anlamına gelir, ki bu da patojenik maya ve mantarların aşırı çoğalmasına neden olur.

Patojenik mantarlar aşırı çoğaldığında bağısaklarda hiper-geçirgenlik oluşturur, yani “sızıntılı bağırsak sendromu” başlar.
Patojenik mantarlar aşırı çoğaldığında çocuk kabız olur.
Patojenik mantarlar aşırı çoğaldığında gıda alerjileri başlar.
Patojenik mantarlar aşırı çoğaldığında ciltte kızarıklık ve döküntüler başlar, “sarhoş gibi aptalca davranış”lar ortaya çıkar, dikkatini toplayamama ve aklına eseni yapma eğilimine girer çocuk ve elbette ekmeğe, şekere, dondurmaya, süte ve karbonhidratlara (hamur işlerine) aşırı düşkünlük baş gösterir.

Teknik olarak bakınız aşılar otizme yol açmadı, çünkü teknik olarak otizm diye bir şey yok zaten.
Aşılar, hepsi biraraya gelerek “otizm” teşhisiyle sonuçlanacak davranış belirtilerini ortaya çıkaran tüm bu ağrı sızı, nörolojik hasar, immün sistem bozuklukları, gastro-entestenal hasar ve maya/mantar çoğalımına yol açan fiziksel sorunların yolunu döşedi sadece.

GB

 

Aşının yarattığı hasarın en belirgin olanı gastro-entestenal hasardır.
Daha önce hiçbir şikayeti olmayan sağlıklı bir çocuk birden günde çoklu kereler sulu ve aşırı kötü kokulu ishal kaka yapmaya başlamışsa ve bu durum aşılamadan kısa süre sonra ortaya çıkmışsa çocuk “aşıdan zarar görmüş” demektir. Ancak burada çok dikkat edilmesi gereken ve genellikle gözden kaçan nokta şu; çocuğun bağırsakları bu şekilde kalıcı şekilde zarar gördüğünde artık yediği içtiğinden beslenemez olur; çocuğun beyninin düzgün çalışabilmesi için gerekli nörotransmitterlerin yapılabilmesi için gerekli besin öğeleri bağırsaklardan emilemiyordur artık. O yüzden, birkaç ay sonra çocuğun mood’u, ruh hali değişip de uyku sorunları başgösterdiğinde, öğrenme özürleri ortaya çıktığında [hepsi nörotransmitter üretimine bağlı bunların!!] kimse bunları aşıyla bağdaştırmayacaktır, çünkü ilk hasar ta aylar önce olmuştur.

Lütfen üstteki parağrafı bir kez daha okuyun.

İşte karalanan Dr. Andrew Wakefield’ın farmasötik endüstri için bu denli büyük tehdit oluşturmasının nedeni budur.

Dr. Wakefield HİÇBİR ZAMAN aşılar otizme yol açar dememiştir.

Dr. Wakefield bir gastroenterolog (yani mide bağırsak hastalıkları mütehassısı).

Kendisine mide-bağırsak sorunları nedeniyle gelen, ancak aynı zamanda otizm teşhisi de taşıyan çocuklara bakıyor sadece ve gözlemlerini aktarıyor. Hiçbir vakit KKK aşısı otizme “yol açmıştır” demiyor.

Söylediği şey sadece kendisine gelen bazı çocukların HEM gastroentestenal sorunları HEM DE otizm teşhisi olduğu ve ailelerin bildirimine göre de bu sorunların çocuklar KKK aşısını olduktan kısa süre sonra ortaya çıktığı.

Yine soruyoruz… Dr. Wakefield farmasötik endüstri için niye bu denli büyük bir tehditmiş?

İpucu: Aşılar otizme yol açtığı için değil – yol açmıyorlar dedik zaten.

Aşılar gastroentestenal hasara yol açıyor.

Gastroentestenal hasar beynin düzgün çalışabilmesi için gerekli besleyici öğelerin emilimini sekteye uğratıyor.

Esansiyel (olmazsa olmaz, elzem) besleyici öğelerin emilememesi immün sistem bozukluklarını, ensefalopati ve diğer saydığımız sorunları yaratıyor. Ve … işte ipin ucunda çocuğun “otizm” teşhisi almasına sebep olan şey tam olarak BU.

Dr. Wakefield’ın gözlemleri doğruysa şayet, BİRİLERİ, BİR YERLERDE elbet aşılar ve “otizm” teşhisine giden bu domino etkisi arasındaki bağlantıyı kuracaktır. Farmasötik endüstri ne düşünüyor? Biz “yılanın başını küçükken ezersek”, yani Dr. Wakefiled’ı şimdiden itibarsızlaştırır ve devre dışı bırakırsak, bir daha kimse bu bilimsel bulguların izini sürmez.

Bu plan tuttu mu peki?

Ben şahsen bu oyuna gelmedim. Tanıdığım pekçok zeki ebeveyn de gelmedi. Bir şeyleri değiştirecek kadar mı sayımız, bunu ancak zaman gösterecek.

 

Aşılar ve ensefalopati bağıntısı hakkında daha fazla bilgi için: http://www.whale.to/v/buttram.html

Aşılar ve havale/nöbet bağıntısı için: https://childhealthsafety.wordpress.com/2013/02/03/australia-bans-flu-vaccine-child-in-coma-others-hospitalised/

Aşılar ve immün sistem yetmezlikleri bağıntısı için:  http://articles.mercola.com/sites/articles/archive/2008/04/01/the-dangers-of-excessive-childhood-vaccinations.aspx

Hakemli dergilerde yayımlanmış tıp literatürü için:
CNS Recruitment of CD8+ T Lymphocytes Specific for a Peripheral Virus Infection Triggers Neuropathogenesis during Polymicrobial Challenge
Epidemiologic Characteristics of 500 Patients with Inflammatory Bowel Disease in Iran Studied from 2004 through 2007
Phenotypic expression of autoimmune autistic disorder (AAD): a major subset of autism.
Interaction of free radicals, matrix metalloproteinases and caveolin-1 impacts blood-brain barrier permeability.
Consumption of mercury-contaminated rice induces oxidative stress and free radical aggravation in rats.
Toxicity of nano gamma alumina to neural stem cells.
Abnormal measles-mumps-rubella antibodies and CNS autoimmunity in children with autism.

Yukarıda verilen linlerin yanlı kaynaklardan alınmış olduğunu düşünen olursa, doğrudan ilaç firmalarının aşı ürün bilgilerini okuyabilirler.

Link:  http://www.vaccinesafety.edu/package_inserts.htm

Yazının orijinali için: Vaccines Do Not Cause Autism

Merck’ün kendi çalışanları çocuklarını neden aşılatmıyor?

Merck’ün kendi çalışanları çocuklarını neden aşılatmıyor?

Amerika’da total medikal faşizmin siyah postalları halkın hak ve özgürlüklerini çiğnemeye hız vermiş, medikal nedenler dışında devletin önereceği hiçbir aşıyı reddetme haklarının kalmaması için ilaç firmalarının resmi lobicileri eşliğinde eyaletler bazında yüzlerce kanun teklifi veren senatörlerinin kirli politikaları ayyuka çıkmışken artık bizzat CDC’den itirafçılar çıkmaya başlıyor olanları ifşa etmek için ve ebeveynlerin çocukları üzerindeki haklarını hiçe sayan bu kanunların geçmesini önlemek için genellikle MERCK’ten çocuğunu aşılatmamış eski ilaç firması çalışanları yürütülen kampanyaya katılıyor.

İnsanlık tarihinin en büyük aldatmacalarından biri sahneleniyor ve eski Amerika başkanlarından J. F. Kennedy’nin yiğeni R. J. Kennedy‘nin de halkın yanında ve en önde yürüttüğü kampanyalarda belirttiği gibi, çocuklarımız üzerinde aşılarla adeta tıbbi holokost uygulanıyor.

Bunca faydalı ve denilene bakacak olursak neredeyse hiçbir zararı olmayan bu hayat kurtarıcı aşıları olmak için neden herkes kuyruğa girmiyor, niye kanun yoluyla, zorla uygulanmak durumunda kalınıyor diye düşünmemiz gerekir.

Aşıların yarattığı zarar artık gizlenmeyecek boyuta ulaştığından, artık hemen herkesin ailesinde aşılardan zarar görmüş ve hem devlet hem de tıp tarafından yalnızlığa, çözümsüzlüğe ve maddi/manevi yıkıma terk edilmiş birileri olduğundan olabilir mi?

Düşünelim lütfen biraz…

https://youtu.be/7YVPkCQxqz4

Scott Cooper, Merck ilaç firması eski ilaç mümessili. 1992’de başarılarından dolayı almış olduğu bir ödül de var.

Oğlu 1991’de doğuyor, şu an 24 yaşında. Tek bir aşı dahi olmamış bir genç kendisi.

[Aman Allahım! Nasıl hayatta kalabilmiş, öyle değil mi?! Tüm o ölümcül hastalıklar; polio, kızamık, menenjit, bir uçak yolculuğu ötedeki sadece aşıyla önlenebilen(!) onca korkunç hastalık! Ne sorumsuz anne-babalar var hakikaten, çocuklarının hayatını tehlikeye atmışlar! Bu genç kesin sisteminde “aşıyla verilmiş toksin, virüs, kimyasal eksikliği sendromu”ndan (AVTVKE sendromu) muzdariptir şimdi, hayatta kalması mucize!]

Aşısız oğlunun gelişim süreci:

– “Çok çok sağlıklı” bir çocuk olarak yetiştiğini söylüyor babası.

– Hemen hiç hastalandığı olmuyor, hepsi de aşılı arkadaşlarına göre her zaman çok daha sağlıklı olduğunu gözlemliyor babası.

[Kesin yalan söylüyordur! Doktor muayenehaneleri, hastaneler hasta çocuklardan geçilmiyor. Hep bu aşısız, mikrop yuvası, ayrık otu, sürünün kara koyunu çocukların yüzünden, aşılı(!) arkadaşları hep hasta hep hasta!! Bir bıraksalar aşılı çocuklar nasıl sağlıklı olacak oysa?!]  

– Aşılı arkadaşları sürekli burunları akar halde etrafta dolaşır, bol pastörize süt içerken kendi oğlunun sağlıklı hali hemen göze çarpıyor, fark ediliyor, ne bir burun akıntısı ne bir hastalık… Ve babası oğlunun ne kadar ZEKİ olduğuna da özellikle dikkat çekiyor.

1990’da daha ortada internet yokken, hamile kalan eşiyle aşı konusunda fikir ayrılığına düşüyorlar.

Aslında kendisi de o ana kadar aşının yararını sorgulamış biri değil, diğer pekçok insan gibi kendisine okulda belletileni kabullenmiş biri. O yüzden okuduğu onlarca kitaptan aşıların hem işe yaramadığını hem de sağlık için oldukça büyük riskler taşığıdığını öğrendiğinde şoke oluyor.

Eşi hamile kaldığında onunla aşı yaptırmama yönünde konuşmaya çalışıyor ancak eşi kesinlikle aşı yaptırma taraftarı ve buna yanaşmıyor.

Bu noktada bir anlaşmaya varıyorlar; Scott çalıştığı ilaç firmasından ve kütüphaneden bulabildiği lehte VE aleyhte konuyla ilgili tüm doküman ve kitapları eşine getirecek, eşi bunları okuduktan sonra kendi kararını verecek.

Gidiyor, tıp dergilerini, bilimsel yayın arşivlerini, kütüphaneleri tarıyor ve işe bakın ki aşılara lehte görüş bildiren epi topu birkaç yayın ve makale bulabilirken, aleyhte yazılmış kutu kutu kitap, doküman, yayını alıp eve taşıyor.

Bundan sonraki süreç eşinin yoğun okumalarıyla ilerliyor. İşten eve geldiğinde eşini hep getirdiği kitapları okurken ve çoğu zaman AĞLARKEN buluyor.

SONUÇ: Çocuklarının doğum vakti geldiğinde artık ikisi de bebeklerini aşılatmamak konusunda hemfikirler!

Gelgelelim, doğumu yaptıracak hekim bu kararlarından hiç hoşnut değil!

[Okuyucu kitlesinden toplu bir iç geçirme sesi yükseldiğini duyar gibiyiz :)]

Çekiyor odasına, alıyor Scott’u karşısına ve başlıyor ifadesini almaya: “Sen ki ilaç firmasında çalışıyorsun hani bir de, aşılatmayacağım da ne demek?!
Scott öyle herhangi bir ilaç firmasında da değil, takvimdeki pekçok aşının üreticisi olan firmada çalışıyor üstelik!

“Dümdüz söyledim neden aşılatmayacağımızı”, diyor Scott, “lafı hiç dolandırmadan anlattım gerekçelerimizi ve büyük bir tartışma yaşandı aramızda, fakat sonuç olarak biz yine bildiğimizi yaptık” diyor.

Bir anısını anlatıyor arada:

Merckte verilen bir eğitime şirket avukatları da katılıyor bir keresinde ve Scott arada “en çok ne için dava ediliyoruz, ne büyüklükte bu davalar?” vb sorular yöneltiyor.

Avukatlardan biri tereddüt dahi etmeden davaların çoğu, hatta hemen hepsinin aşı departmanlarına karşı olduğunu söylüyor.

Bu videoyu izleyenlere şunları söylemek istiyor Scott:

Cidden, oturun ve konuyu kendiniz araştırın.

 

Aşı konusunda kararsız olanlardansanız, çocuğunuzu aşılatıp aşılatmayacağınızı bilmiyorsanız, lütfen ama lütfen kendi araştırmanızı yapın. Dünya kadar kaynak var konuyla ilgili, Dr. Sherri Tenpenny’nin websitesi istemeyeceğiniz kadar bilimsel çalışma, video sunum ve bilgiyle dolu.

 

Binlerce sayfalık tıbbi dokümantasyon var aşıların taşıdığı riski ortaya koyan. Dünya kadar [pekçoğu hekimler tarafından kaleme alınmış–evet “aşılar hayat kurtarır”dan ötesini araştırmış, gözünün önünde yaşananları elinin tersiyle itip CDC/FDA/WHO ne diyorsa onu yaparım ben dememiş hekimler de var!!–] kitap var, aynı şeyi anlatıyor hepsi de size, aşıların neden olduğu zararı ortaya koyuyorlar.

 

Amerikan Tıp Birliği (AMA), CDC ve doktorunuz tarafından size söylenenlere inanıyorsanız eğer yeterince araştırma yapmamışsınız demektir!

 

Bir sonraki video, yine bir Merck çalışanı, ilaç mümessili anne!

Kaliforniya’da aşı ret hakkının engellenmesine yönelik yasa teklifine KARŞI görüş bildirirken görüyoruz kendisini!

4 yaşında çocuğum var, AŞISIZ ve SAĞLIKLI, bu yasaya karşıyım diyor . . .

Şimdi bu olay bize ne anlatıyor?

Yalanlar, Kuyruklu Yalanlar ve Dr. PrOffit

Yalanlar, Kuyruklu Yalanlar ve Dr. PrOffit

proffit

“Bir bebeğin bağışıklık sistemi 10,000 aşıyı birden kaldırabilir.” — Aşı yobazı, Paul Offit

Aşağıdaki videoda endüstrinin bir numaralı sözcüsü, aşı [RotaTeq] milyarderi Dr. Offit’i herzamanki gibi yalan üzerine yalan sıralarken göreceksiniz.

Kendi kendini aşı, otizm uzmanı ilan etmiş, Amerika’da eyalet eyalet gezdirilip doktorlara, tıp talebelerine aşı hakkında ders veren bu pediyatrist nedense bir türlü canlı bir TV programında bir başka uzmanla tartışmaya yanaşmıyor 15 yıldır.

Bu defa sanal tartışma platformu yaratılmış; Dr. Boyd Haley, Offit’in sorulara [ezberden] verdiği yanıtları yorumluyor.

Bizim için en önemli noktalar:

1. HAYIR, cıva aşılardan tamamen çıkartılmış filan değil! Her zamanki gibi kelime oyunu yapıyorlar!

Aşı üretiminin son safhası olan, sıvıyı flakona koyup ağzını kapatma aşamasında koruyucu olarak eklenen son doz thimerosal artık eklenmiyor grip aşıları ve bir iki difteri-tetanoz aşısı dışında.

FAKAT, aşı üretim aşamasında thimerosal’u HALA kullanıyorlar bakteri, mantar vs üremesini engellemek için ve eskiden kullanılan oranın 10’da biri kadar olsa da, hala aşılarda CIVA MEVCUT.

2. Türkiye gibi ülkelere satılan özellikle Hepatit B aşılarında thimerosal zaten var, prospektüsü kontrol etmeden asla yaptırılmasına izin vermeyin.

Ve thimerosal’lı aşı üretimi de satışı da alımı ve kullanımı da kanunen yasaklanmış filan değil!

Amerika’da dahi salt daha ucuz diye bu cıvalı aşılar veriliyor HALA bazı yerlerde. Insert’ü kontrol edin.

3. Cıvanın toksik etkisi 1’ken, diyelim alüminyum, kurşun, kadmiyum gibi diğer metallerden biriyle dahi aynı ortamda bulunması durumunda etki 100’e çıkıyor!
Otizmli çocukların kanında anormal düzeyde hangi metaller bulunuyordu?? Kurşun, cıva, alminyum, kadmiyum, yanında bir de arsenik??

4. Dr. Haley cıvanın bağırsak, kalp ve damar zarlarında nasıl “geçirgenlik” yarattığını anlatıyor. Patlayan gıda alerjilerini, otoimmün hastalıkları, Alzheimer’sı, türlü bağırsak hastalıklarını düşünün…

5. Şayet çocuğunuza grip aşısı da dahil takvimde önerilen her aşıyı yaptırıyorsanız [Amerika’da], eskiye oranla daha az değil, 1985’teki cıva oranıyla AYNInı çocuğunuz alıyor, üstüne bir de alüminyum yükleniyor demektir. Aşı yalancılarının neden sürekli, “eh aşılardan cıvayı çıkarttık(!) ama otizm daha da arttı” kartının ardına sığınmaya çalıştığını ve bunun nasıl bir aldatmaca olduğunu umarım görebiliyoruzdur artık.

Her şey PR’dan ibaret. Bu insanlar bilim icra etmek, sizin ve çocuğunuzun sağlığını korumak için didinmiyorlar. Tıpkı politikacılar gibi demogoji, duygu sömürüsü ve YALANLARla insanların gözünü bağlıyorlar. Şimdi uyanmazsanız bir sonraki nesil için çok geç olacak!

Altyazıları göremiyorsanız, sağ alttaki CC kutucuğuna tıklayın lütfen.

Video transcriptini ise aşağıda görebilirsiniz.

 

https://www.youtube.com/watch?v=zQR3qLSq55w

 

Aşılar . . .
Güvenli ve etkili midirler?
Dr. Paul Offit’in yanıtı EVET.
Dr. Boyd Haley’nin yanıtı ise HAYIR.

Dr. Offit’e göre insanlığı yığınla enfeksiyonel hastalığın istilasından koruyan tek şey aşılar; evet, bazılarımız aşılardan zarar görüyor görmesine,ancak toplumun büyük çoğunluğu da hastalıktan korunmuş oluyor.

Dr. Haley, aşıların hastalıktan korumada hiç de etkili olmadığını, ve aynı zamanda, yürürlükteki ‘çocukluk çağı aşı programı’nın koca bir neslin özürlü hale getirilmesinin müsebbibi olduğunu söylüyor.

AŞILAR

Çağımızın en şaibeli tıbbi uygulaması hakkında sanal bir tartışma

Soru: Bir pediyatr olarak moleküler biyoloji olsun, beyin veya diğer benzer konular olsun bilginizi geliştirmek için bir çalışmanız olmuyor, öyle mi?

[Paul Offit, Tıp Hekimi, Ruhsatlı Aşı Mucidi, Philadelphia Çocuk Hastanesi Enfeksiyonel Hastalıkları Dalı Başkanı]

Diyelim kafa travması geçirmiş veya beyin hasarı oluşmuş bir çocuk başka bölüme sevk ediliyor, siz görmüyorsunuz, değil mi?

Dr. Offit: Hayır, ben burada enfeksiyonel hastalıkları ana bilim dalı başkanıyım. Biz burada, enfeksiyonel hastalıklar bölümünde; ağır, kronik, geçmeyen veya ne olduğu bilinmeyen enfeksiyonel bir hastalık nedeniyle hastaneye yatmış veya dışarıdan, çözümlenemediği için pediyatristi tarafından hastanemize sevkedilmiş çocuklara bakıyoruz.

Dr. Haley: Dr. Paul Offit gibi insanlarla ilgili asıl sorun şu; toksikoloji konusunda hiçbir(!) eğitimleri yok.

[Dr. Boyd Haley, PhD, Kentucky Üniversitesi, Kimya/Biyokimya Emeritus Profesörü]

Tıp hekimlerinin, vücuda belirli miktarda zerk edilecek ‘thimerosal’ (cıva) gibi zehirli bir kimyasalın toksik etkiye yol açıp açmayacağı hakkında yorum yapabilecek seviyede toksikoloji bilgisi yoktur. Bu değerlendirmeyi yapabilmek için gerekli eğitimleri yok bir kere.

Dr Offit: Aşıyla bir taşla iki kuş vuruyoruz bakın; doğal enfeksiyonun yaratacağı immün yanıtın aşağı yukarı aynını(!) oluşturduğumuz gibi, bunu bir de doğal enfeksiyondaki bedeli ödemek zorunda kalmadan yapmış oluyoruz.

Dr. Haley: Bu kesinlikle doğru değil.
Hastalığı doğal yoldan kapıp geçirdiğinizde oluşan immün yanıtla aşının oluşturduğu immün yanıt arasında büyük(!) fark var.
Misal olarak, kızamık aşısı oldunuz diyelim, aynen kızamık kapabiliyorsunuz, insanlar bunu yaşıyor.
Kızamığı doğal yoldan geçirdiniz diyelim, bir daha kızamığa yakalanma ihtimaliniz yok.

Dr. Offit: Bir taşla iki kuş; kızamık virüsüyle bir daha karşılaştığınızda size koruma sağlayacak immün yanıtı oluşturuyorsunuz, fakat doğal kızamık enfeksiyonunun bazen pahalıya mal olabilen bedelini(!) ödemek zorunda değilsiniz.

Dr. Haley: Çoğu Amerikalının inanmak istediği senaryo tabii bu; ancak gelin görün ki, Amerika Birleşik Devletleri olarak dünyanın en erken, en sık ve en fazla sayıda hastalığa karşı aşı uygulayan ülkesi olmamıza rağmen,
en modern 43 dünya ülkesi arasında en yüksek yenidoğan ölüm oranına sahip ülkeyiz.
Çocuklarımızı koruma başarısında nal toplamış, en geride kalmış durumdayız.
Hal böyleyken haklı olarak şunu soruyoruz; kullandığımız aşılar enfeksiyonel hastalıkları ve bunlardan dolayı oluşacak ÖLÜM vakalarını önlüyorsa, Amerikan çocuklarını, dünyanın en yüksek bebek ölümü oranlarından birine sahip olacak şekilde patır patır öldüren şey nedir?

Dr. Offit: Boğmaca veya (boğmacadaki kadar olmasa da) difteri gibi hastalıklara baktığınız zaman hakikaten de doğrudur(!), ülkede sanitasyon ve hijyen seviyesinin artmasıyla bu hastalıklarda BİR MİKTAR azalma olmuştur,
ancak aşılar(!) devreye girene kadar öyle ÇOK büyük çaplı düşüşler görmüyorsunuz veya hastalıklar kendi kendine ortadan kalkma seviyesine gelmiyor.

Dr. Haley: Söylediği kesinlikle yanlış ve eldeki veriler de bu “varsayım”ında yanıldığını ortaya koyuyor.
Kayıt tutmaya başlanılan 1900’lü yıllara giderseniz, 1900-1910’lu yıllar ile 1940-1950’li yıllar arasındaki dönemde pekçok enfeksiyonel hastalığın ölüm oranlarında esaslı(!) düşüşler kaydedildiğini, hiçbirinin de o dönemde aşısı filan olmadığını(!) görüyoruz.
Ölüm oranlarında %90’ın üzerinde düşüş var zaten. Yani ölümde ESAS azalma aşılar devreye girmeden ÖNCEKİ dönemde.

Boğmaca

ABD, Boğmacadan Ölüm İstatiskleri, 100,000’lik ölçekte – Aşının yaygın kullanıma giriş tarihi 1940’ların sonu.

 

Pertussis, yani BOĞMACAya ait ölümleri gösteren bu çizelge ‘ABD Önemli Tarihi İstatistikler’ arşivinden olup, aşının geniş kitlelere uygulanmaya başlandığı 1940’lı yıllardan ÇOK ÖNCE, boğmaca ölümlerinde zaten büyük çaplı düşüş yaşanmış olduğu görülüyor.

Ölüm oranı 1918 [Büyük İspanyol Gribi Salgını’nın yaşandığı yıl!]‘de YÜZBİNde 17’den, yaygın kullanımı ancak 1940’ların sonuna denk gelen aşıdan önce(!) YÜZBİNDE 2’nin de altına düşmüş durumda.

difteri

New York şehri Difteriden Ölüm İstatistiği – Difteri anitotksininin devreye giriş tarihi 1895.

 

New York şehrinde 1880 – 1911 yılları arasında bulaşıcı hastalıklara bağlı ölüm vakalarını gösteren bu grafiğe göre, mavi çizgiyle gösterilen DİFTERİ ölümleri, 1882’deki yüzbinde 175 noktasından 1911’de hızla yüzbinde 25’in altına düşmüş durumda.

Krup [larenks difterisi]’ne bağlı ölümlerin de aynı dönemde hızla düşüşe geçtiği görülüyor, halbuki krubun aşısı bile yok!

difteriaşı

ABD Ölüm İstatistikleri, 100-000’lik ölçek – Difteri aşısının devreye girdiği tarih 1920

 

Bu ‘ABD Ölüm Oranları’ grafiğinde, aşı 1920’de devreye girmeden ÖNCE, difteriye bağlı ölümlerin YÜZBİNDE 15’in altına düşmüş olduğu görülüyor.

aydifteri

1907 için yüzbinde 16, 1919 için yüzbinde 17 olan boğmacadan ölüm oranı, 1951’e gelindiğinde 1’in ALTINA düşüyor.

Aşı 1940’lı yıllarda kullanıma alınıyor, ancak ölüm oranlarında görülen hatırı sayılır düşüş, aşı devreye girmeden ÇOK ÖNCE gerçekleşmiş durumda zaten.

kızamıkpic

ABD’de kızamıktan ölüm oranları, 100,000’lik ölçek – Aşının devreye giriş tarihi 1963

 

KIZAMIK -yeşil çizgi – 1940’da, yani aşının ilk kullanıma girdiği 1963 yılından tam 25 koca yıl(!) önce,  yüzbinde 2’nin(!) altına düşmüş durumda!

tifo

ABD, Tifo ve Kızıldan Ölüm Oranları – 100,000’lik ölçek – AŞI YOK

 

TİFO -lacivert çizgi-  ve  KIZIL -kırmızı çizgi- AYNI dönemde, aşıları OLMADIĞI halde(!), aynı şekilde hızla düşüyor.

5li

“5’li karma” grafik! Kızamık, kızıl, tifo, boğmaca, difteriden ölüm oranları – 100,000’lik ölçek, ABD

 

Bu grafik, 5 hastalığın birden ölüm oranlarındaki düşüşü gösteriyor; kimi aşıdan ÖNCE düşüş gösteriyor, kimi ise AŞISIZ, kendiliğinden düşüyor.

Dr. Haley: Bu aşı programının Amerikan halkına kaça mal olduğundan bahsedecek olursak, aşılara milyarlarca dolar harcıyoruz! Milyarlarca dolarlık bu paranın hijyene, iyi/sağlıklı yiyeceğe ve belki ihtiyacı olan bölgelere antibiyotik teminine harcanması daha faydalı olurdu. Çünkü bana göre bu ülkede bulaşıcı hastalıkların azalmasında antibiyotikler ve hijyenin payı, aşı programına göre kat kat fazladır.

Dr. Offit: Philadelphia’da yaşıyorum ya, o yüzden hastanemiz de benim söylediklerimden alıntılar kullanıyor tabii… bu soruya kısa cevap şu; “bir önlem, bin tedaviye bedeldir”.
Bu hep böyledir; iyileştirmek zorunda kalmaktansa hastalığın önüne geçmek her zaman evladır.

Dr. Haley: Katılıyorum buna. Benim de yapmaya çalıştığım, vücutlarına zerk edilen cıvayla bebeklerin ölmesinin ve hastalanmasının önüne geçmek zaten.

Dr. Offit: Bence aşılarla gurur duyabiliriz, çünkü ASİE – aşı sonrası istenmeyen etki- yakalama sistemi gibi bir mekanizma ilaçlar için bile yok açıkçası.

Dr. Haley: Valla, etkin şekilde çalışan böyle bir sistemin aşılar için de mevcut olmadığını düşünüyorum ben. Kendisi madem aşıların bunca güvenli olduğuna kani, dünyanın en erken ve en yoğun şekilde aşılanan ülkesinde yenidoğan ölümlerinin bunca fazla olmasını nasıl açıklıyor acaba? Bizden ÇOK daha AZ aşılayanlara göre ÇOK daha FAZLA hem de . . . Üstelik de aşıları bize göre çok daha GEÇ vermelerine rağmen çocuklara.

Dr. Offit: Bence aşılar ÇOK güvenli. “Güvenlidir” x “Güvenli değildir” zıtlaşmasına takılıp kalıyoruz genellikle.
Fakat bana kalırsa “çok güvenli” demek daha hakkaniyetli olur, çünkü aşılar, vücutta bir “etki” yaratan diğer HER ŞEY gibi, “yan etki” yaratma kapasitesine de sahip ve aşıların yan etkileri elbette ki var.
Ancak tabii sağladıkları faydanın yol açılacak zarardan ÇOK daha fazla olduğu aşikardır denebilir. Ve ne yazık ki aşının taşıdığı riskler halk tarafından çoğu kez yanlış anlaşılmakta.

Dr. Haley: Aşıların en ufak bir zarar vermemesi, tamamen güvenli olması lazım! Toksik olduğu bilinen(!) HİÇBİR şey bir bebeğin bedenine zerk edilmemeli. Bebeğin sağlığıyla oynamış, sağlığını riske atmış olursunuz
Bunca zaman yaptığımız şey de bu işte; alüminyum ve (etil)cıva zerk ediyoruz bu çocukların bedenlerine, bunun yanında bazı aşılarla domuz, inek, tavuk vs gibi hayvan DNA’sı parçacıkları da zerk ediyoruz, bunların güvenli bir tarafı olamaz.

Soru:        Aşılar otizme yol açar mı?
Dr. Offit:  Hayır, aşılar otizme yol açmaz.
Soru:       Yüzde yüz eminsiniz?
Dr. Offit:  Yüzde yüz eminim.
Peki.
Dr. Offit: Ne mantığa ne biyolojiye sığıyor çünkü böyle bir şey. Zaten elimizde de bir dolu EPİDEMİYOLOJİK çalışma var bunun aksini KANITLAYAN.

Dr. Haley: Otizm epidemisine çocukların maruz kaldığı thimerosal (cıva)’nın yol açtığını düşündürtecek son derece mantıklı nedenleri var.
İlk olarak, aşılar ve diğer biyolojik ürünlerde organik cıva kullanımına geçilmeden önce ortada otizm diye bir şey yoktu.
Otizme dair ilk bildirimler 1941’de geliyor; cıvanın aşılar ve diğer biyolojiklerde kullanılmaya başlandığı tarih ise 1933 veya o civarda bir tarih.
Otizm epidemisinin ABD’de ilk tırmanışa geçtiği tarih olan 1988’e baktığınızda, oranların BÜTÜN eyaletlerde birden arttığı görülüyor.
Alaska, Hawaii, Kaliforniya, Florida, Maine ve diğer tüm eyaletler . . .
İşin içinde çevresel bir toksinin parmağının olması lazım. Çünkü otizmin GENETİK faktörlere DAYANMADIĞI ortaya konulmuş durumda.
Daha önce var olan bir şey değil bu ve genetik salgın diye bir şey olmaz.
Toksin hasarına genetik yatkınlıktan bahsedebiliriz, ki sisteme yeni toksini verdiğinizde, işte o zaman salgını oluşturabilirsiniz.
Bence otizmin salgını da bu şekilde oluşmuştur.
Bunlar, yeni bir toksine maruz kalmış, genetik açıdan zarar görmeye müsait insanlar.
Biz de, CDC’nin öngördüğü aşı programının devreye girmesiyle birlikte 50 eyalette birden, aynı anda aynı örüntüyle otizm vakalarının patlak vermesine yol açanın, ‘Thimerosal’ (cıva) olduğunu düşünüyoruz işte.
Bu birincisi . . .
İkincisi ise, bu toksin ne olabilir acaba?
Hani kömür yakan termik santral filan deseniz ülkenin her yanına eşit şekilde yerleştirilmiş olmaları lazım.
Bunun, çocuğun 2 YAŞINDAN ÖNCE maruz kaldığı bir toksin olması lazım, zira ortalama teşhis alma yaşı 4.5 yaş… O zaman bu toksin her neyse, çok çok erken maruz kalmış olmaları lazım.
Aşı programı bu profile uyuyor!
Ayrıca bunun kız çocuklarına göre erkekleri daha fazla etkileyen bir toksin olması da lazım.
Thimerosal (cıva), HİÇ şüphesiz ki, dişiye oranla erkek cinsini kat be kat daha fazla etkilemektedir.
Dördüncüsü, biyolojik etkilerin TÜMÜNE bakmak gerekir.
Dr. Offit, şayet thimerosal ya da cıva sebep olamaz diyorsa, otizmin biyokimyasal mekanizması ile ilgili CEHALET içinde demektir.
Zira hem biz hem de başkaları tarafından ortaya konulan çalışmalar, ki bunlar arasında Alman, Polonyalı, Japon, Koreli bilimadamları var, Thimerosal’ün otizmde görülen biyokimyasal anomalilerin AYNINI oluşturduğunu göstermiştir.

Dr. Offit: Aşıların HERHANGİ bir şekilde otizmle ilişkisi var deyip de bunu epidemiyolojik(!) çalışmaların hiçbirinde gösteremiyorsanız iddianız geçersiz demektir.
Yok ki bulabilesiniz bu ilişkiyi zaten.
Gerçek şu; aşılar otizme yol açmaz.

Soru: Peki ama bütün bu anne-babalar niye “aşıları vurdurduk, sonra, hatta aşılardan hemen(!) sonra çocuğum otistik oldu”, diyor o zaman?

Dr. Offit: Kesinlikle anlaşılabilir bir durum bu esasında..
Anne-babanın açısından bakarsanız çocuklarının sağlığı yerindeydi, aşı vurdurdular ve çocukların sağlığı bozuldu…
Ancak soru şu: Buna AŞILAR mı neden oldu??
Sırf bir olay diğerinden sonra(!) oldu diye bunlardan birinin diğerine yol açtığını söyleyemezsiniz ki.
Bu gibi soruların yanıtını bulmak için yapılıyor işte uygun tipte(!) çalışmalar.

Dr. Haley: Thimerosal’ün inanılmaz derecede toksik olduğunu gösteren su geçirmez kanıtlar ortada.
Ölçülebilir EN KÜÇÜK dozda, kültürdeki her ne tip hücreye verirseniz verin, hangi hayvana zerk ederseniz edin, yavru hayvanın cildine sürseniz dahi öyle büyük zehirlenme geçiriyorlar ki hepsi ölüyor.

Soru: Peki, diyelim Chicago’da sağlık sisteminde kaydı olan, aşısız ve aynı zamanda otizmsiz bir topluluk var mı diye baksak, sorunun cevabını bulamaz mıyız?

Dr. Offit: Chicago’da aşılanmamış, evokulunda öğrenim gören bir nüfus grubuna bakıp, sonra bunları civarlarında yaşayan ve aşılanma oranları OLMALARI GEREKEN düzeyde olan diğer gruplarla karşılaştıracasanız eğer,
böyle bir çalışma ancak geleceğe dönük olarak yapılabilecektir ve bu çocukların bakımlarında farklılıklar olabileceğini de çalışmada gözönüne almanız gerekecektir.

Yani, sonuçta evet, böyle bir çalışma yapılabilir ama bu hiç de ETİK bir çalışma olmayacaktır! Her şeyden önce çocukları aşısız bırakmak ETİĞE SIĞMAZ! Yoksa çocuklar aşıyla önlenebilir(!) hastalıklardan ÖLEBİLİR!
Peki bu olduğunda bunun SORUMLUSU kim olacak?!

Dr. Haley: İmmünoloji dalındakilerin ve aşı programı çalışanlarının yapmaya hiçbir şekilde yanaşmadıklar ve var güçleriyle karşı koydukları tek çalışma bu;
aşılanMAmış, thimerosal’a maruz kalmamış nüfus gruplarıyla AŞILI, cıva almış nüfus gruplarındaki otizm oranlarının karşılaştırması.
Bu çalışmayı yapmamak için ne gerekiyorsa yapacak, size olmadık bahanelerle geleceklerdir.
Bu aktardığınız bahanenin ipe sapa gelir yanı yok;
Gayet basit şekilde sistemden girip genel popülasyondan aşılanmamış geniş çapta bir gruba dair verileri alabilir bu insanlarda otizm var mı yok mu, oranlar nedir görebilirsiniz.
Devletin elinde VAR bu veriler, talep edip alabilirler.
Gelin görün ki aşı üreticileri ve aşıdan para kazanlar buna bakılmasını istemiyorlar, zira bu veriler dün de bugün de aynı şeyi gösteriyor, yarın da aynı şeyi gösterecek;
aşı olmamış veya thimerosal’e maruz kalmamış olanlardaki otizm oranı aşılıların yanında solda sıfır kalıyor.

Dr. Offit: Esasında bu çalışma Amiş cemaatinde yapıldı da ve Amişlerdeki otizm oranının da civar nüfus gruplardakiyle muhtemelen(!) tıpa tıp AYNI olduğunu öğrendik.
Hatta otizmli Amiş çocuklara özel klinikler var! Demek ki orijinal hipotezimiz yanlışmış!

Dr. Haley: UPI haber ajansından Dan Olmsted Pensilvanya’nın Lancester şehrine gidiyor o kliniklerde otizmli Amiş var mı bakmak için.
Amişlerin genele göre çok daha az aşı yaptırdıklarını şahsen biliyorum, çoğu insan gibi bebeklerini hastanede bile doğurmuyorlar.
Bu da, büyük çoğunluğunun doğumda vurulan aşıyı almadıkları anlamına gelir.
Peki Amişlerdeki otizm oranları neymiş diye bakıyor Olmsted, ve tek tük vaka bulabiliyor.
Onlar da AŞILANMIŞ olanlar çıkıyor. O yüzden de bana kalırsa bu opsiyon hala açıktır.

Şunu da belirteyim, aradan geçen zamanda bir çalışmaya, hatta epidemiyolojik bir çalışmaya da rastladım; çocuklarına evde öğrenim veren ebeveynlere form gönderiliyor ve çocukları aşılı mı aşısız mı, tıbben otizmzatürre vs gibi herhangi bir sağlık sorunları var mı, cevaplamaları isteniyor.
Bu çalışmadan çıkan sonuç şu; aşısız çocuklar aşılılardan ÇOK DAHA SAĞLIKLI. Otizm, astım gibi sorunlar da bu çocuklarda ÇOK daha az. Aşılıların örneğin, ileride ZATÜRREye yakalanma ihtimalleri ÇOK daha YÜKSEK çıkıyor.
Hastane ziyaretleri filan da daha fazla bu çocukların.

Soru:        Thimerosal hakikaten aşılardan çıkartılmış durumda mı?
Dr. Offit:   Evet.
Soru:        Tamamen mi?
Dr. Offit: – Iııh, çoklu doz flakonlar halinde hazırlanan influenza (grip) aşıları, ki 2 yaş üstündeki çocuklara verilir, koruyucu seviyesinde Thimerosal ihtiva edebilir.
Ve sanırım bir de DT – Difteri, Tetanoz aşısında var yine koruyucu seviyesinde, hepsi bu!
Etilcıvayı aşılardan, hele hele 2 yaş altında verilen TÜM çocuk aşılarından kaldırmış olmamıza RAĞMEN, koruyucu seviyesinde etilcıva bile almıyorlar, otizm oranları düşeceğine daha da arttı?!

Dr. Haley: Her şeyden önce, bu söylediği doğru değil. Thimerosal AŞI ÜRETİM SÜRECİNDE HALA KULLANILMAKTA, son aşamada koruyucu olarak ekstradan ilave edilmiyor artık, hepsi bu.
Ancak aşılarda HALA thimerosal bulunuyor, eskiden koydukları miktarın ONDA BİRİ kadar HALA VAR.
Ve 6 aylık çocuklara önerdikleri grip aşılarında olduğu gibi, çok dozluk [büyük] flakonlar halindeki aşıların hepsinde(!) hala thimerosal mevcut!
Bebeğinize gidip mahallenizdeki kilinikte grip aşısı yaptırıyorsanız, bolus doz cıva alıyor demektir.
Oldukça yüksek seviyede cıvadan bahsediyoruz: doz başına 12.5 mikrogram.
EPA’nın ‘balık yendiğinde’ aşılmaması gereken cıva miktarı için koyduğu standartlara bakacak olursanız, bir bebeğin bu dozda cıvayı zarar görmeden alabilmesi için 125 kg olması lazım.
Thimerosal’lu aşı yapmak kanunen yasaklanmış filan değil bakın.
Bir HMO (sağlık hizmeti veren özel şirket) aşı üreticisi firmaya veya eyaletin halk sağlığı kurumuna gidip, “aşı satın almak istiyoruz ama en ucuzunu istiyoruz, çünkü bütçemiz müsait değil”, diyebilir.
“Bulunduğumuz eyalette, kurumumuza bağlı sağlık hizmeti alan çocuklarımız için bu thimerosal’lu [UCUZ] aşıları satın alabilir miyiz?”
Yanıt, evet, alabilirler! Yasaya aykırı filan değil bu.
Sonuçta thimerosal’suz aşıları tercih edip etmemek bu şirketlerin elinde ve siz de onlara itimat etmiş oluyorsunuz bu kararda.
Ve herzaman thimerosal’sız aşıları tercih etmediklerini de biliyoruz!
Çünkü beni arayan anneler soruyor, “Dr. Haley, çocuğumu aşılatmak zorundayım, ne yapmam lazım?
Aşının ürün bilgisini göstermelerini talep edin, diyorum onlara.
Aşının thimerosal’suz olup olmadığı ancak bu belgeden kesin olarak anlaşılabilir.
Kağıtta “koruyucular” başlığı altına bakıyorsunuz ve thimerosal geçiyor mu, bakıyorsunuz.
Geçtiğimiz son birkaç yıl içinde öyle çok anne geri arayıp, “çocuğuma vermek istedikleri aşı thimerosal’lu çıktı” dedi ki…
Sonuç olarak, Amerikan çocuklarının thimerosal’a maruziyetinin ortadan kaldırılmış olduğuna dair hiçbir kanıt yok ortada.
İnsanları, benim gibileri yatıştırmak için söyleyip durdukları bir şey bu sadece.

Soru: Boyd Haley ya da Calgary Üniv’den biriydi sanırım, ha evet Kanada’dan gelen çalışmaydı ama Boyd Haley de aynını gösterdi,
salyangozların beyin nöronlarını alıp farklı ağır metallerle dolu solüsyon veriyorlar nöronlara ve kamera çekimiyle nörona cıvalı solüsyon verildiğinde nasıl parçalandığını gösteriyorlar.
Benim anladığım kadarıyla bu kullanılan, tepkimeye girmemiş metalik (elemental) cıva ama emin değilim, yanlışsa düzeltin lütfen, ve ayrıca bu karışıma bir de alümimyum eklediklerinde reaksiyonu katalize ettiğini söylüyorlar.

Video: Burada, salyangoz beyin dokusundan alınmış canlı beyin nöronu aksonunu büyüme konisi aktivitesi uyarınca linear büyüme gösterirken görüyoruz. Büyüme konilerinin salyangozdan insana, tüm hayvan türlerinde tıpatıp aynı yapı ve davranış özellikleri gösterdiğinin ve aynı yapıda proteinleri kullandıklarının bilinmesi önemli. Bu deneyde, yine salyangoz beyin dokusundan alınmış nöronlar birkaç gün boyunca kültürde büyütüldükten sonra, Takip eden 30 dakika boyunca, akson membranının hızla dejenerasyona uğrayıp ardında, ekranda görünen çıplak kalmış bir sinir telciği bıraktığı görülüyor. Oysa, aynı konsantrasyona ilave edilen alüminyum, kurşun, kadmiyum ve manganez gibi diğer ağır metaller bu etkiyi GÖSTERMİYOR.
Elde edilen bu yeni bulgular, cıvanın nasıl nörodejenerasyona yol açtığına dair önemli görsel kanıtlar ortaya koyuyor. Daha da önemlisi, bu çalışma, çok düşük seviyede cıvanın hakikaten de beyinde bu nörodejeneratif prosesi başlatabilecek presipitan bir faktör olduğuna dair İLK DİREKT KANIT olmuş oluyor.

Soru: Bu çalışmadan haberdar mısınız? Başka şekilde bir açıklama getirmek istersiniz ya da?

Dr. Offit: Yo yo, tıp tarihine bakacak olursanız bence hücre üzerinde yapılmış laboratuvar çalışmaları olsun veya kobay hayvanlar üzerinde yapılmış deneyler olsun, bunların çocuklarda ortaya çıkacak etkiyi her zaman tahmin edemediğini görürsünüz.

Dr. Haley: Bilme bakmayalım diyor yani.
Her zaman birebir aynı etkiyi tahmin edebiliyor muyuz? Elbette ki hayır.
Ancak esas olarak, herhangi bir materyalin toksik etkiye sahip olup olmadığını çoğu zaman açıklayabiliyor, tıpkı bu çalışmadaki gibi, görülen etkiyi biyolojik olarak açıklayabiliyoruz laboratuvar deneyleriyle.
Calgary’den gelen bu çalışma, benim çalışmalarımı da aynen destekliyor ve şunu gösteriyor; Cıva, normal insan beyni dokusuna verildiğinde, Alzheimer’slı beyinle aynı biyokimyasal anomalileri oluşturuyor.
Bu da, cıvaya maruziyetin, her neden kaynaklıyor olsursa olsun Alzheimers’a fazlasıyla müsait kişiler için çok önemli boyutta etkisinin olacağı alamına gelir.
Calgary’deki ekiple beraber bir çalışma yaptık; fareleri alıp ‘cıva buharı odaları’na koyduk. Ve farklı sürelerle cıva buharı soluttuktan sonra farklı farklı zamanlarda hayatlarına son verdik.
Beyinlerindeki cıva miktarına ve Alzheimerslı beyinde en fazla zarar gören protein olan ‘tubulin’in ne durumda olduğuna baktık.
Elde ettiğimiz sonuçlar yine aynı oldu; cıva buharına maruz bırakılan farelerde tubulin ve beyinde TAM fonksiyon kaybı meydana geldi.
Hatta daha sonra Calgary Üniv’de, aynı çalışma kültür nöronları üzerinde yapıldı. Burada da cıvanın, (benim de bulduğum gibi) SADECE cıvanın normal beyne, insana beyniyle türdeş bir beyne verildiğinde bu biyokimyasal anomalilere yol açtığı gösterildi.
Kültürdeki nöronlarda da yine aynı şey çıktı ortaya; çok çok düşük dozlarda verilen cıva, YALNIZ cıvada tubulin bütünüyle dağılıyor, parçalanıyor.
Cıva aynı zamanda beyin hücrelerinde aynı Alzheimers’da görülen patolojik sinir ucu uzantıları oluşturuyor.
O zaman beri başka çalışmalar da yayımlandı, hatta daha geçenlerde Kore’den bir çalışmada kültürdeki sinir hücrelerine cıva verildiğinde, ‘beta amiloid plak’ oluşturduğu tespit edildi.
Yani başka bir deyişle, bugün artık cıvanın ‘nörofibriler yumaklar’, ‘beta amiloid plaklar’ ve ‘tau proteini hiperfosforilasyonu’ oluşumunu arttırdığı gösterilmiş durumda.
Ve bu üç durum da Alzheimer’s hastalığınına ait teşhis kriteridir.
Ve fakat devletimiz, bu ülkede Alzheimer’s hastalığını azaltmak için gerekli inisiyatifi ele alıp da hem bizzat ülkemizden hem de dünyanın dört bir yanından gelen sağlam, güvenilir bilimsel çalışmalara bakmayı reddediyor!
Alzheimers’ı önlemenin yolu, cıva maruziyetini ortadan kaldırmaktan geçer.

Soru: Aynı noktaya dönmek istiyorum; Burbucher’ın çalışmasında ortaya konan şey şu: Etilcıva vücuttan TAMAMEN ATILMIYOR, sadece kandan temizleniyor, kanda görememenizin nedeni ORGANLARA gitmesi.

Dr. Offit: Burbucher’ın gösterdiği şey . . .

Soru: Bu YENİ bir bilgi mi yoksa aksi gösterildi mi?

Dr. Offit: Yo yo, Burbucher’ın bulduğu şey şu; ister ‘ETİL’ ister ‘METİL’ cıva olsun, esas itibariyle İNORGANİK haldeki cıva beyne ulaşabiliyor. Burada etil veya metil cıva molekülünü serbest bırakıyor.
Peki bu toksik midir? Tehlikesi var mıdır? Öyle olduğuna dair HİÇ KANIT YOK Kİ!
Maymunlardaki(!) deneyi evet ilginç bir şey gösteriyor, fakat benim bildiğim kadarıyla burada herhangi zararlı bir etki olduğuna dair bir bulgu yok.

Elbette organik cıvanın metilcıva halinin zararlı olabileceği gayet iyi biliniyor veya aşılardan alacağınızdan logoritmik olarak daha yüksek miktarlardaki etilcıva da zararlı.
Fakat burada önemli nokta şu; gerçek hayatta böyle bir etki var mı yok mu, ona bakacaksınız!
[Etil cıva] Gerçekten zararlıysa, çalışma yapıp göstereceksiniz o zaman bu zararı!
Ve bu sorunun cevabını en iyi verebilecek olan da bir EPİDEMİYOLOJİ çalışmasıdır, hayvan modelli deney veya laboratuvarda hücrelerle yapılmış bir deneyler değil.
Bir şeyin çocuklara zararı olup olmadığını mı öğrenmek istiyorsunuz, o zaman bunu ÇOCUKLARDA TEST EDECEKSİNİZ.
Ve bu da ziyadesiyle yapılmış durumda zaten.

Soru: Yani size göre elemental cıvanın beyne herhangi bir zararı yok, öyle mi?

Dr. Offit: Bilmiyorum! BİLMİYORUM. Yani ilginç bir bulgu tabii . . .

Dr. Haley: Yani, hakikaten akıllara durgunluk verici bir yorum bu . . .
Bakın, farelerde yapılan deneyler, ve aynısı tavşanlarda da yapıldı, tavşanlara radyoaktif thimerosal zerk edildi ve 6 saat içinde thimerosal’ün %75’inin kandan temizlendiği görüldü, ancak kandaki değerler düşerken ne oldu, thimerosal vücudun diğer tüm organlarında hızla birikmeye, artmaya başladı.
Yani cıva tavşanın vücudunu terk etmiş filan değil bakın tavşan idrarla filan atmış değil, o kadar hızlı atılmaz bu zaten vücuttan.
Bunlar belgeli, ispatlı bilimsel çalışmalar;
Thimerosal vücuttan kısa sürede atılan bir şey değil!
Kanı terk etmesi, diğer dokulara yerleşme prosesinde –ki dokulara da toksik etkisi vardır– ilk adım sadece.
Ve hatta cıvanın vücuttan TAMAMEN temizlenmesi için katedilmesi gereken uzuuun yolun daha belki ilk adımı.
Ama bu cıvanın toksik etkisini değiştirmiyor!
Esaslı toksik etki yaratacak denli uzun kalıyor çünkü vücutta.
Bu bilim caimasında gayet iyi bilinen bir gerçek, o halde neden kalkıp çocukları aşıladığınızda thimerosal’un vücuttan 6 saatte veya şu kadar saatte temizlendiğini söylüyor ki?
Söyledikleri tamamen yanlış! Yayımlanmış hiçbir çalışma yok bu söylediklerini destekleyen.

Dr. Offit: Aşıların HERHANGİ bir şekilde otizmde rolü, hani GERÇEK, elle tutulur bir rolü olduğunu iddia edip de bu ilişkiyi hiçbir epidemiyolojik çalışmayla ortaya koyamıyorsanız olmaz bakın.
Niye bulunamıyor bir türlü bu ilişki peki? Ortada böyle bir ilişki YOK da ondan!

Dr. Haley: Bahsettiği epidemiyolojik çalışmalar için şunları söyleyebiliriz:
neredeyse tamamı CDC tarafından fonlanmış çalışmalar bunlar;
hiçbiri(!) Amerikalılar tarafından yapılmış değil;
ağırlıklı olarak Danimarka’da yürütülmüş çalışmalar;
yaptığı bu çalışma için tahsis edilen fondan zimmetine para geçirdiği için Amerikan Adalet Bakanlığı tarafından “en çok aranan” listesine alınmış biri tarafından yapılmış bunlar da;
mantığa aykırı sonuçlar çıkarma pahasına bir dolu istatistiki manipülasyonda bulunulmuş çalışmalar…
Örneğin, bahsettiği çalışmalardan biri, MADSEN çalışması …
Bunda diyorlar ki, bir NÖROTOKSİN olan thimerosal adlı zehirli materyalin, yenidoğanlara [aşı yoluyla] verilmesinden vazgeçildi diye otizm oranları 20 kat artmış!
Çalışmanın ilk grafiğinde gösterdikleri bu.
Böyle SAÇMA bir şey olabilir mi?!
Saçmalıktan başka bir şey değil bu!
Bu çalışmayı alıp yakında inceledik tabii sonra ve verilerin ne kadar yanlı şekilde toplanmış olduğunu gördük.
CDC’nin bu şekilde Avrupa’da fonladığı o 6 yayınla ilgili sorunları sıralayan bir çalışma da biz yayımladık ve burada istatistiğin temel kurallarının nasıl hiçe sayıldığını tek tek gösterdik, sırf istedikleri sonucu çıkartmak için(!) yok saydıkları kurallar bunlar.
Mark Twain’in o meşhur sözündeki gibi; “Yalancılar, kuyruklu yalancılar ve istatistikçiler”…
Parayla tutulmuş, görevi de Thimerosal’u güvenli göstermek, herhangi toksik bir etkiye yol açmıyormuş gibi göstermek olan insanlar bunlar.
Bunu da istatistiksel analizin her ne kuralı varsa çiğneyerek yapmış durumdalar.
Bunların tümünü yayımlanmış çalışmamızda ayrıntılarıyla gösterdik zaten.

Dr. Offit’in bahsini ettiği epidemiyolojik (ya da istatistiki) çalışmalardan biri hariç diğer hepsinin gözden geçirildiği, 2003 yılından öncesine dayanan daha eski bir çalışma da mevcut.
Bu çalışmalar, o sene sona erecek olan toplam 3 yıllık bir kongre soruşturması kapsamında masaya yatırılıyor.
[TIPTA CIVA KULLANIMI İLE İLGİLİ RAPOR, Temsilciler Meclisi Üyesi, Sn. DAN BURTON, ABD Kongre Kayıtları – 20 Mayıs, Salı]

Soruşturma sonuçlarının yer aldığı rapora göre,
“Bugüne kadar, otizm ile aşılar arasında hiçbir tür bağıntı olmadığını gösteriyor diye tarafımıza iletilen,
bizzat CDC tarafından yapılmış veya fon sağlanmak suretiyle sipariş edilmiş çalışmaların
kötü dizayn edilmiş, temsil gücü zayıf ve hayati kusurlar taşıyan çalışmalar olduğu görülmüştür.
CDC’nin böylesi çalışmaların promosyonuna verdiği ivedi destek ve ehemmiyet,
aşılamadan kaynaklı olumsuz reaksiyonlarla ilgili ortaya çıkmakta olan teori ve klinik verilere
tarafsız ve adil şekilde bakmalarına engel teşkil eden felsefi bir çıkar çatışması içinde olduklarını göstermektedir.

Dr. Offit: Cıvanın bir toksin olduğu kesin, buna şüphe yok zaten. Ve fakat, 16. yy’da Paracelsus’un dediği gibi, “zehir ile ilacı ayıran DOZdur”. Her koşulda doğru bir söz bu.

Dr. Haley: Paracelsus’un dediğindeki mantığı anlıyoruz elbette; gidip 1 bira içtiğinde 10 bira içtiğindeki kadar sarhoş olmayacağını herkes bilir.
Fakat Thimerosal için düşündüğümüzde, “Bir BEBEK ne seviyede Thimerosal alırsa zehirlenir?”, hangi seviyede thimerosal toksik etki göstermeye başlar ve tabii bu madde aşıyla verildiğinde o toksik seviyeye ne kadar yaklaşmış oluyorsunuz diye bir parça düşünürseniz, bu çocuklara zerk edilmekte olan miktarın HAYLİ toksik olduğunu anlarsınız.
Çok düşüncesizce laflar ediyor hakikaten.

Artı, cıvanın KURŞUN, KADMİYUM ve ALÜMİNYUM gibi başka şeylerle SİNERJİK etki gösterdiğini yapılan çalışmalardan biliyoruz, ki alüminyumla bu etkiyi nöron çalışmamızda göstermiş bulunuyoruz.
Thimerosal’u verdiniz, üzerine bir de kurşun, kadmiyum ve alüminyumdan herhangi birini eklediğiniz takdirde, cıva dozunun toksisitesini kat be kat arttırmış oluyorsunuz.
Çoğu diğer metalin mevcudiyetinde, cıvanın etkisi sinerjetik olarak artıyor.
Yayımlanmış bir çalışmada hatta, toksik olmayan dozda CIVA ve (bunun 20’de 1’i kadar) yine nontoksik KURŞUNu alıp karıştırıyorlar ve fareleri 100’de 100 öldürecek güçte bir karışım elde etmiş oluyorlar.
Farelerin hepsini öldürüyor bu karışım.
Ki, iki nontoksik maddeyi karıştırıyorsunuz, hiçbirini öldürmemesi gerekiyor normalde.

Dr. Offit: Ancak alüminyum ıııh thimerosal kadar iyi ıııh çalışılmış değil kesinlikle.
“Aluminyum alanlar x alüminyum almayanlar” diye karşılaştıran bir çalışma yok, OLAMAZ da zaten, çünkü aşılarda, BAZI aşılarda ‘adjuvan’ kullanılması ŞART.

Güney Illinois Üniversitesi Tıp Fakultesi’nden Dr. David Ayoub’un hazırladığı bu grafikte, 18 aya kadar çocukların aşılardan aldığı alüminyum ve ek etilcıva miktarları karşılaştırılıyor.

alüminyum

1970’ten 1985’e kadar çocuklar içinde HEM cıva HEM de alüminyum olan 4 aşı oluyor.

Bu rakam 1986'da 5'e,
1994'te 10'a,
2000'de de 11'e çıkıyor.

Sonra, 2001’de, aşılara koruyucu olarak sonradan(!) ilave edilmiyor cıva,
ancak HALA eski seviyenin ONDA BİRİ kadar da olsa aşılarda mevcut,
ve diğer yandan alüminyumlu aşılar 15’e (!) yükseliyor.

2004’te alüminyumlu aşı sayısı değişmezken, koruyucu olarak cıva ihtiva eden 3 aşının yeniden takvime alındığını görüyoruz.

2007’ye gelindiğinde, 18 aydan küçük çocuklar cıva içeren 3, alüminyum içeren 17 aşı olmaktalar.

2015 itibariyle çocuklara önerilen aşılardan 10’una koruyucu olarak cıva, 6’sına ise adjuvan olarak alüminyum ilave edildiğini görüyoruz
Soru: Vücudumuzun verdiği immün yanıt bize zarar verebilir mi? Aşılarla ilgili problem, immün sistemimizin gördüğü yabancı proteinlere verdiği tepkiden kaynaklanıyor olabilir mi?

Dr. Offit: BAZI enfeksiyonel hastalıkların vücudun kendine reaksiyon vermesine yol açabileceği bir gerçek.
Kampilobakter mesela… vücutta aşağıdan yukarıya doğru gelişen bir çeşit felç olan Guillain-Barre sendromuna bizzat yol açabilen, bakteriyel bir bağırsak enfeksiyonu bu.
Ve tabii “Borrelia Burgdorferi” denilen LYME bakterisi, vücudun bakteriye reaksiyon verirken aynı anda da eklem yerlerinizdeki hücrelere de saldırıp kronik artrit geliştirmenize neden olabilir.
Fakat aşıların(!) böyle bir şey yaptığına dair herhangi bir kanıt yok elimizde.

Dr. Haley: Cıvanın canlıları immünolojik sorun gelişimine ve ayrıca bakteriyel enfeksiyona yatkınlaştırdığı dünya kadar araştırmayla gösterilmiş durumda.
Örneğin, bir bakteri tipinin enjeksiyonuyla artrit geliştirmeye yatkın, aşırı kilolu boz fareleri ele alalım.
Bakteriyi enjekte etmeden önce bir doz cıva verildiği takdirde çok daha çabuk ve kolay şekilde artrit geliştirdikleri gözlemlenmiştir bu hayvanların.
Bir başka deyişle cıva, bakterinin eklem yerlerine nüfuz edip artrit oluşturma kabiliyetini arttırıyor.

Yaptığımız çalışmalarda, ki bunlar dünyanın en iyi birtakım toksikoloji dergilerinde yayımlanmıştır, kardiyovasküler sistem zarlarına VE bağırsakların iç yüzeyini kaplayan zarlara baktığımızda;
metil cıva, etilcıva ve thimerosal, hepsinin de bu zarları SON DERECE GEÇİRGENLEŞTİRDİĞİNİ tespit ettik.
Bu zarlar geçirgenleştiğinde ise bağışıklık sistemi kompartmentalizasyonunu kaybediyor. Yani, immün sistemin kompartmentalize halde kanda bulunması gerekiyor;
immün sistem bileşenlerinin bağırsaklarımızda işi yok, bağırsak partiküllerimizin de kan dolaşımına yıkımlanmadan hiçbir şekilde girmemesi lazım.
İşte siz gider cıvaya maruz kalırsanız, bu belirli bir seviyeye ulaştığında, bu zarlar gerçirgenleşebiliyor ve tıpkı “sızıntılı bağırsak sendromu” veya kolit vs’de olduğu gibi(!) sızdırmaya başlıyor.
Bu sızıntı hali oluştuğunda bağışıklık sistemi görev yerini şaşırıyor ve saldırmaması gereken yerlere saldırmaya başlıyor, normal şartlarla hiçbir şekilde oluşturmayacağı antikorlar üretmeye başlıyor.
Bugün bu kadar çok insanın kanında, oraya hiçbir şekilde ait olmayan ve geçmemiş olması gereken gıda proteinlerine karşı antikor taşıyor olmasının nedeni budur işte.
Ve bu antikorların oluşmasının tek yolu da, mikromoleküllerine ayrılmamış gıda partiküllerinin, geçirgenleşmiş zarlardan geçerek kana karışmış olmasıdır.
Bu da ya arter membranlarınız ya da bağırsak yolunu kaplayan zarlarınızın geçirgenleşmesiyle mümkündür.

Dr. Offit: Fakat bana kalırsa artık elimizde aşılanmış ve aşılanmamış çocuklarda astım, alerji gibi sorunlardaki risk analizini yapmış mükemmel çalışmalar var.
Ve aşılanmış çocuklar daha fazla risk altında mı derseniz, bana kalırsa yanıt, hayır.

Dr. Haley: Kanada’dan bir çalışma var; 2. ayda aşılananlarla aşıyı 4. ayda alanlar arasında astım oluşumu oranlarında fark olup olmadığına bakıyor.
Ve burada, 2. ayda aşılananlarda çok daha yüksek çıkıyor astım oranları.
Belli ki özellikle işine gelen, inanmak istediği çalışmaları seçiyor kendisi. Kendi inanç sistemine uymayan çalışmaları ise görmezden geliyor.

Soru: Genetiktir açıklamasını eleştirenler, ‘genetik salgın’ diye bir şey olmaz diye itiraz edeceklerdir. Sizce itirazlarında haklı olabilirler mi?

Dr. Offit: Bence ortada otizm salgını diye bir şey yok.
Zaman makinemiz olup da bir 30 veya 40 yıl öncesine gidebilseydik ve bugünün otizm teşhis kriterlerini aynen o dönemde de kullanarak baksaydık eğer ve tabii toplumda da farkındalığı bugünkü kadar üst seviyeye çıkarmış olsaydık
ve ayrıca da otizm teşhisi aldıkları takdirde sosyal hizmetlerden faydalanabileceklerini bugünkü gibi açık ve net ifade etmiş olsaydık, bana kalırsa bir 30 sene önce de şimdikiyle aynı çıkardı otizm oranları.

Dr. Haley: Otizm oranlarının 30 sene de önce de bugünküyle aynı olduğunu düşünmesi, bu adamın literatürden de bilimden de bihaber olduğunu gösteriyor.
Eğitim bakanlığı bile dünya kadar veri sağlıyor; erkek çocuklarıyla ilgili sorun var, bu çocukların okul başarıları giderek düşmekte, üniversiteye girmeyi bırakın eskiye oranla liseyi bitirebilenlerin bile sayısı düştü diyorlar.
Nörolojik hastalıklardan muzdarip, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozuklukları olan bu çocukların tedavisine harcanan paraya bakıyorsunuz…
Böyle bir şey nasıl söyler, aklım almıyor.
Demek ki tıp literatürünü okumuyor kendisi ve umud ediyorum sözümona uzmanı olduğu aşı geliştirmede literatür okurken otizmde olduğundan daha eleştirel düşünebiliyordur.
Verdiği cevaplara bakılacak olursa, otizm konusunda uzman görüşü filan bildirebilecek biri değil kesinlikle.

 

1943’te ilk defa Leo Kanner tarafından keşfedilinceye dek herhangi bir Otizm vakasına rastlanmıyor literatürde.

Onyıllarca nadir bir hastalık olarak kaldıktan sonra giderek yükselişe geçiyor.

Şu anda, CDC’ye göre her 68 çocuktan birini etkilemekte.

Kızlara göre erkek çocuklarda görülme oranı 4 kattan daha fazla.

Kızlar: 189’da 1
Erkekler: 42’de 1

Cıvayle ilintili hastalıkların ABD’de görülme oranları:
Otizm Spektrumundaki Bozukluklar –  4.9 milyon (çoğunluk çocuk)
Alzheimer’s Hastalığı –  5.4 milyon.
Kanser:  14.48 milyon.
Otoimmün hastalıklar:
Alerjiler, Kronik Yorgunluk Sendromu, Diyabet, Fibromiyalji, Lupus, Lou Gherig’s, Romatoid Artrit, Multipl Skleroz  –  15 ila 25 milyon.
Astım  –  43 milyon
Kardiyovasküler Hastalıklar  –  88.6 milyon
Obezite  –  97.4 milyon

Cıvaya bağlı oluşan ani ölümler:
Anafilaktik şok  –  1,500
Ani Bebek Ölümü  –  2,300
Astım  –  3,300
Ani Kalp Durması  –  381,600
ABD’de Kronik Hastalık Sahibi Çocuk Oranı  –  %54.1