kelly

Sahtekarlık.

Kuvvetli bir suçlama bu, sansasyonel, provokatif. Sahtecilik, dolandırıcılık dendiğinde akla gelen resim nedir mesela? Gözünü para hırsı bürümüş, kendisinin ve dar çevresinin çıkarını daha geniş kitlelerin önünde tutmuş adamlar canlanır gözümüzde. Ya maskenin ardındaki bir kadınsa? CDC’nin hizmet düsturu “Hayat kurtarmak. halkı korumak”la yükümlü kadının ta kendisiyse? Risk altına sokulan o geniş kitle yenidoğanlarımız, bebeklerimiz, çocuklarımızdan oluşuyorsa?

Bugün tüm kadınlara sesleniyorum. Bu haberi duyun. En temel içgüdülerinizin iliklerine işlesin. Ve bu kadarı da fazla, yeter artık! deyin.

Biz ki bu kapitalist devletin vatandaşlarıyız, hakikati öğrenmek için şirketlerin para musluğundan beslenen haber medyasına bel bağlayamayız. Bunun için bilgi kaynağımız güvenilir bağımsız kanallar, konuya tam hakim uzmanlar olmalı ve hatta bilim bu konuda ne diyor, bizzat kendimiz bakmalıyız. Sağlığımızı, ailemizin sağlığını devrettiğimiz ellerden geri almanın zamanı geldi de geçiyor. Allah vergisi içkin bilgeliğimizi, zihin ve bedenlerimizin asli gücüne olan inancımızı bırakıp, en öncelikli hesabı hissedarlarının çıkarını kollamak olan şirketlere teslim ediyorsak sağlığımızı, kendimizi de çocuklarımızı da gözden çıkardığımızın resmidir. Kadın ve çocuklar bugün uçurumun kenarına sürülen koyunlardır. 2009/10 grip sezonunda gebelere vurulan aşılardan dolayı yaşanan düşüklerdeki %4250’lik artışla, gebelere dayatılan boğmaca aşısının koruyucu etkisinin olmadığını ve taşıdığı riskleri gösteren bilimsel kanıtlarla, Gardasil aşısının dünya genelinde öldürdüğü sağlıklı kız çocuklarıyla, esasen çocuk doktorlarına yapılan o ziyaretler nedeniyle oluşan Ani Bebek Ölümü ile ilgili estirilen korku rüzgarlarıyla ve bebeklerin dünyaya gelişini Hepatit B aşısı ile kutlamanın çürümüşlüğüyle ilgili yazılar kaleme almıştım. Aşılama paradigmasının reddi, bugün her Amerikalı çocuğun [aynı zamanda tüm dünya çocuklarının] kol (bacak ve kalçalarına) saplanması istenen aşıların ardında yatan politik canavarın doğasını iyi tanımaktan geçiyor.

Bu hafta, ortodoks tıbbın kutsal aşı mabedinin yobazlarını hesap vermeye çağırıyoruz.

Dr. Brian Hooker, KKK çalışmasının orijinal veri ve belgelerini Bilgiye Erişim Özgürlüğü yasası yoluyla istetince, CDC’nin Bağışıklama Programı Güvenlik Birimi çalışanlarından Dr. William Thompson vicdanına yenik düşüyor ve kendisine çok önemli itiraflarda bulunuyor. Bu belgeler, Amerika’daki siyahi erkek çocuklar için otizm riskinde oluşan %340’lık artışın, bilimsel sahtekarlığa imza atılarak nasıl çalışma sonuçlarına yansıtılmadığını gösteriyor. Yeni ele geçirilen ve Dr. Thompson’ın bu bulguya dair görüşlerini aktardığı mektuba CDC’nin yanıtı, aşının sebep olduğu zararın izlerini ortadan kaldırmak için geriye dönük olarak çalışma verilerini değiştirmek oluyor.  CDC’nin bu bilgiye haiz olduğu halde saklama yoluna gittiğini gösteren 2004 tarihli bu mektup aynı zamanda, CDC’nin o dönemki şefi Dr. Julie Gerberding’in, Merck’ün Aşı Departmanı’nın başına geçmeden önce yalan beyanda bulunduğunu kanıtlıyor. [Merck’ün aynı zamanda dünya KKK aşısı piyasasında lider konumda olduğunu bu noktada hatırlatmak gerekir.] Dr. Hooker, çalışmanın protokolüne sadık kalarak bu defa üzerinde oynanmamış, orijinal verilerle yaptığı hesaplamaların sonuçlarını burada yayınlamış durumda.

Dünyanın dört bir yanındaki ebeveynlerin 7 onyıldır bildiği ve temel bilimlerin de desteklediği gibi, evet, aşılar otizme yol açıyor. Yapılması gereken en temel çalışma, yani geriye dönük olarak aşılı ve aşısız çocuklarda görülen otizm oranlarını karşılaştıran vaka kontrol araştırmasını CDC istediği kadar yapmayı reddetsin, bilim bu bağlantıyı yıllardır gösteriyor zaten. Bu konudaki tartışmaları paralize etme çabası aşikar olan Tıp Enstitüsü (IOM) ise aralarında bizzat bu çalışmanın da olduğu 4 çalışma, bunun yanında dolandırıcılık suçundan hala aranmakta olan firari doktor Paul Thorsen‘ın çalışması ve bir de KKK aşısı sonrası %50’nin üzerinde otizm regresyonu gösterdiği halde ‘bağlantı olmadığını kanıtlıyor’ diye lanse edilen bir çalışmaya daha dayanarak aşıların otizme yol açmadığını ilan etmiş durumda. İlaç endüstrisinin çek defterinden bağımsız yapılmış analizler ise aşılar ve otizm arasında istatistiksel olarak önem arz eden bir bağıntı ortaya koyuyor ve otizmin önlenmesinin daha az hatta hiç aşı olunmamasından geçtiğini gösteriyor.

Herkese tek beden elbise anlayışıyla yürütülen bu farmakolojik saldırının çirkin yüzünü görmenin zamanı geldi artık. Zararsız aşı diye bir şey olmadığı gibi “ağırdan alınacak veya alternatif bir takvimle uygulanabilecek” aşılama diye bir şey de yok, zira aşılama dediğimiz şey bağışıklanmanın bir bireyden diğerine değişiklik gösteren yapısını hiçe sayan köhne bir yanlış anlayış üzerine kurulu. Metaller, antibiyotikler, kimyevi koruyucular ile manipüle edilmiş hayvan ve insan dokularının insan ekolojisinde asla yeri yok. İşte bu uyumsuzluğu şimdi insan türünün neredeyse tersine evrime dönüşmüş içleracısı halinde; kuşaktan kuşağa aktarılmakta olan mitokondriyal işlev, detoks kapasitesi ve mikrobiyota destekli bağışıklıktaki çözülmeyle görüyoruz.

Şaşırdık mı?

Tam bir vücut bombası sayılabilecek KKK aşısındaki rekombinan [farklı biyolojik türlerden elde edildikten sonra genetik mühendisliği yoluyla birleştirilen] insan albümini, fötal buzağı serumu ve civciv embriyosu fibroblastlarının yanısıra henüz varlığı dahi bilinmeyen retrovirüslerin türlerarası aktivasyonu, moleküler benzeşme [molecular mimicry] ve kullanılan enfeksiyöz virüsün virülansının yeniden aktivasyonu ihtimali bulunmakta, kaldı ki bu risklere dair tıbben hiçbir çalışma yapılmamıştır dahi. Ortodoks tıp, özellikle de enfeksiyonel hastalıklar dalı ortaya konulan yeni bilimsel gerçeklerden hala bihaber; herbir bireye göre ayrı risk analizi yapılmasının şart olduğu bu çalışmalarla ortaya konmuş durumda. Aşı denilen tıbbi müdahale için ne bir öntarama yapılıyor ne de kişilerin genetiği, yaşam tarzı veya bağışıklık sisteminde değişiklik olduğunu gösteren belirti taşıyıp taşımadığına göre bireysel uygulamaya gidiliyor. Elimizde tek beden bir kask var, bunu uydurmak için önümüze gelen çocuğun kafasına çekiçle çakıyoruz, bu barbarca işlem sırasında aralarından bir kısmının yaralanacağını ve hatta öleceğini gayet iyi bildiğimiz halde … Buna bir de gebelikte annenin yetersiz beslenmesini, ameliyatla gerçekleştirilen doğumları, formül mama kullanımını, ultrasonu, pestisitleri ve Paracetamol gibi farmasötik ilaç kullanımını ekleyin, eh, tüm bunların birbiriyle oluşturduğu sinerjik etkiye bağlı riskleri görmezden gelmekte ısrar eden bir toksikoloji modelini de ancak bir yere kadar savunabiliriz herhalde.

Ortaya yeni çıkan bir diyagnoz; Kızamığa Bağlı Nöro-otistik Ensefalopati [ Measles-Induced Neuroautistic Encephalopathy (MINE)], kızamığın en ağır komplikasyonu olan ve kızamık virüsünün vücuttan temizlenememesi sonucu oluşan Subakut Sklerozan Panensefalit’in [Subacute Sclerosing Panencephalitis (SSPE)] bir varyantı gibi gözküyor. İşe bakın ki bu MINE denilen yeni hastalık, sadece KKK ile aşılanmış çocuklarda görülüyor. MINE ve SSPE hastalıkları henüz olgunlaşmamış veya bir şekilde baskılanmış immün sisteme sahip çocuklarda ortaya çıkıyor. Aşı yapacağı çocukları bu risk faktörleri açısından değerlendiren sağlık çalışanı var mı acaba? Bu değerlendirmeyi nasıl yapacağını bile bilen yokken?

Otizm, bugünün modern insanının sağlık amblemi. Bu çocuklar kömür madenindeki kanaryalar. Kovası zaten ağzına kadar dolmuş olanların, o son birkaç davetsiz damla da eklenince kovası taşıyor işte. Oksidatif hasarları, mitokondriya işlev bozuklukları, disbiyosisleri, beyin enflamasyonu ve otoimmün sorunları var bu çocukların. Aşıların icat edildiği dönemde ne beynin kendine ait bağışıklık sisteminden, ne bağırsaklardaki mikrobiyal evrenin bağışıklık sistemimizi yönettiğinden ne de vucüdumuzun orta yerindeki bu bakteri ve virüslerle elele çalışmamız gerektiğinden haberimiz vardı. Dışarıda yenilen hiçbir öğle yemeği, mikroplara karşı yapılan hiçbir taarruz yoktur ki sağlığımızı bozmasın.

Tufan

Anne-babalar hakikati görüyor artık. Baraj duvarındaki bu çatlak önünde sonunda alarm sirenlerini çaldıracak. Kadınları uyandırmak için. Annelik içgüdülerinden nasıl feragat ettiklerini ve artık söke söke gücü yeniden ellerine alma zamanının geldiğini onlara göstermek için. Dan Olmsted‘in dediği gibi:

Daha geniş bakacak olursak, ortodoks aklın siperleri uzun zamandır “sızdırıyor” zaten ve sadece “içeriden” sızanlarla sınırlı da değil bu. Başka hangi bilgiler mi sızdı bugüne kadar?

 

Yüksek risk istatisklerinin işaret ettiği, madalyonun diğer tarafındaki çocukların anne-babalarının bildikleri var – 12. ayda alınan KKK aşısı, hastalık, regresyon, otizm.

 

Diğer zamanlarda olunmuş başka aşılardan sonra aynını yaşamış anne-babalar da biliyor – başkalarının da başına gelmesin diye olan biteni anlatmaya, paylaşmaya çalışan anne-babaların sızdırdıkları da cabası.

 

Hayatın ilk ayında en yüksek doz etilcıvayı almış çocukların geri kalanlara oranla otizm riskinin çok daha yüksek olduğunu bulan CDC’deki orijinal Verstraeten çalışması var mesela.

 

New Jersey’nin Brick Township kasabasında fırlayan otizm oranlarını CDC’nin örtbas edişi var.

 

‘Az ya da sıfır aşı’ almış popülasyonlarda ‘az ya da sıfır’ otizm gösteren deliller var. Halk sağlığı yetkililerinin bu konuyu araştırmak dahi istememesi var.

 

Devletin regresyona girerek geliştirdiği otizmi aşıların tetiklediğini mahkemede kabul ettiği Hannah Poling davası var, hani sonra üzeri bir sır perdesiyle örtülen o dava…

 

Aşı “mahkemesi”nce verilen kararlarda hakkında ret kararı çıkmış binlerce otizm vakasını gösteren Yanıtlanmamış Sorular çalışması var.

 

SafeMinds kuruluşundaki ebeveynlerin on seneden uzun bir zaman önce otizmi “yeni bir çeşit cıva zehirlenmesi” olarak tanımlamış olması var.

 

KKK aşısındaki kabakulak kompanentini koruyormuş gibi göstermek için aşı üreticisi firmanın veride sahtecilik yaptığını söyleyen Merck çalışanı bilimadamları var.

 

1943 yılında tıp literatürüne geçmiş ilk otizm vakalarındaki ailelerin yeni kullanılmaya başlanan etil-cıvalı aşılar ve mantar ilaçlarına maruziyetini gösteren çalışmalar var.

 

Tıp endüstrisi ve cıva arasında, otizm tsunamisi Amerika’nın çocuklarını önüne katıp götürmeden çok önce bitirilmiş olması gereken ancak yarım binyıl süregiden aşk ilişkisi var.

 

En barizi – Kongre’nin bu ülkedeki yozlaşmış ilaç firmalarına yasal kovuşturmadan muafiyet tanıyıp da Amerika’nın aşı malülü çocuklarının ve bu yükün altında tökezlemekte olan ailelerinin sırtına bindirmesiyle birlikte takvime dolduruluveren aşılar ve aynı anda otizmde yaşanan patlama var.

 

Bı sızıntılar artık sele, sel de tsunamiye dönüşme yolunda, tıpkı otizm tsunamisi gibi ve sel dalgaları şu an elde ayakta ne kadar parmak varsa delikleri kapamaya çalışmakla meşgul olanların ördüğü inkar duvarını önüne katıp götürmekte.

En ilkel dürtülerine işlenmiştir annenin çocuğunu koruma içgüdüsü. Eskiden yavrusunu vahşi hayvanlardan, kışın soğuğundan korur, karnını doyurmak için yiyecek aramaya çıkardı anne. Bugünse biz annelerin o korku tanımaz gözüpeklik mertebesine ulaşmamız lazım yeniden. Şu “ilaç daya, öldür, baskıla!” refleksini bırakmamız, tabiatla beraber geçirmekte olduğumuz evrime saygı duymamız ve geçen her dakika bizi daha da hasta eden şu yıkık-dökük sağlık modelini artık reddetmemiz gerekiyor. İçinizdeki sesi dinleyin, derinlere inin, o korkusuzluk mertebesine ulaşın, Thompson marifetiyle ortaya çıkan bu gerçekler de ‘kendi’nize dönmek için yola çıktığınız bu yolculukta size güç versin.

kelly2