Kızamık aşısının SSPE ve Otizm bağıntısı

Kızamık aşısının SSPE ve Otizm bağıntısı

SSPE

Enfeksiyonel hastalıklara karşı sağlık ve ilaç endüstrilerinin giriştiği savaşta kolaylıkla gözardı edilebilen tıbbın temel ilkeleri ve tıp etiğinin altın kurallarını hatırlatıyor Sn. Yıldıran bu yorumunda da.

Aşılarla sürü bağışıklığı oluşturmaya kalkmanın getireceği olumsuzluklara değiniyor ve en önemlisi de, dünyada bazı hekimlerin en başından beri öne sürdüğü gibi kızamık aşılamasının SSPE’ye yol açabileceğini beyan etmesi oluyor.

İngiltere’de 30 yıl sonra bilgiye erişim yasası kapsamında elde edilen gizli resmi belge ve tutanaklarda da, devletin aşı konusunda karar alıcı mercilerinin tekli ve karma kızamık aşılaması ve SSPE bağıntısını bildikleri halde halkı bilgilendirmedikleri, bunun yerine ilaç firmaları temsilcileriyle birlikte aşı kapsayıcılığının artması için projeler geliştirdikleri, yakın zamanda ortaya çıkmış skandallardan biriydi.

Başta Dr. Rebecca Carley olmak üzere dünyada pekçok hekim otizmin aslında SSPE’nin ölümcül olmayan şekli olduğunu 20 senedir söylüyor, ancak bu hekimler tıp mafyasınca lisansları iptal edilmek suretiyle aforoz ediliyor.

Bu noktada, Türkiye’de geçtiğimiz senelerde özellikle Güneydoğu Anadolu’da uygulanan toplu kızamık aşılaması sonrası görülen yüzlerce SSPE vakasının, bırakın uygulanan tekli kızamık aşısından kaynaklanmış olabileceğini, aksine yetersiz aşı dozundan meydana geldiğini öne süren ve TC. Sağlık Bakanlığı’nın aşı bilim ve danışma kurulunun başkanlığını yürüten hekimlerimiz var hala. Devletin karar alıcı mekanizmalarında görev almakta olan hekimlerimizin umuyoruz ki İngiliz meslektaşları gibi ilaç/aşı firmaları ile doğrudan veya dolaylı bir çıkar ilişkisi, finansal bağlantısı yoktur; aşı üreticilerinin yeni gözdesi Türkiye pazarında ulusal aşı takvimine eklenen her bir yeni aşı ile muazzam oranda ve sürekli şekilde kar elde edecek aşı üreticilerinin ajandasını ve bağışıklama programının bekasını değil, halkın ve bireyin sağlığını ön planda tutuyorlardır.

Şimdi yine sözü Sn Prof. Dr. Alişan Yıldıran’a bırakalım:

Değerli yorumlar ve katkılar için teşekkürler. Muhterem Prof. Dr. Hakan Hakeri’den özür dileyerek bir yorum daha eklemek istiyorum.

Tıbbın birinci ilkesi ‘primum non nocera’dır. Üçüncü kişilerin sağlığını korumak amacı ile kendini koruyamayacak konumdaki bir bebeğe zararlı olma ihtimali olan, antidotu olmayan bir uygulamanın mantıki, bilimsel, ahlaki ve vicdani olmadığı kanaatindeyim.

Aslında aşıları zorla uygulamada aynı mantıkdan kaynaklanıyor, buna herd immünite ‘sürü bağışıklığı’ deniliyor.

Herd immünite doğal veya aşıya bağlı olarak gelişmekdedir. Doğal kızamık ile toplumun %68’i kalan kişileri kalıcı olarak koruyabilirken, aşı ile bu ancak %95 ile ve geçici olarak sağlanabilmekde, yani yüz kişinin 95’ini aşıladığınızda, kalan beş kişiyi koruyabiliyorsunuz (1).

Kızamık aşısının SSPE’ye yol açabildiğinin bilinmesi çok önemlidir. SSPE çok muhtemeldir ki bir immün yetmezlikdir, bu konuda yakın zamanda ülkemizden aynı ekibin iki yazısı çıkdı (2, 3). Bu çalışmalar SSPE’nin immün yetmezlik olduğu düşüncemi kuvvetle desteklemekdedir.

Bu konuyu meşhur immünolog Dr. Casanova’ya sorduğumda yorum yapmakdan kaçındı. Bu durumda sağlıklı kişilerde SSPE gelişmeyeceği, immün yetmezlikli kişilerde ise aşıya bağlı olarak kaçınılmaz şekilde gelişeceği açıkdır. Bu durumda aşı yapmak hem mantıksız, hem de haksız bir uygulama durumuna düşmekdedir. Geniş bilgi için makaleme bakılabilir (4).

Aşıların hastalıkları kesin olarak önlediği gibi bir algı maalesef çok yaygın. Oysa hastalıkların azalmasının aşılardan çok önce hayat şartlarının iyileşmesine ve sanitasyona bağlı olduğu aşikardır (5).

Ancak, salgın hastalık durumu ve risk gruplarında aşı aydınlatılmış muvafakat şartı ile elbette yapılabilir.

Aşıların yan etkilerinin ve yol açdığı hastalıkların ise çok önceden beri, idari mekanizmalar tarafından bilinmekde olduğu da ortaya çıkmışdır (6).

Aşılar hakkındaki yanlış algılar ile ilgili geniş bilgiye şu yazıdan erişebilirsiniz (7).

Halk sağlığı, aile hekimliği ve enfeksiyon uzmanlarına bir atasözünü hatırlatmak isterim: ‘cehenneme giden yollar iyi niyet taşları ile döşelidir’.

 

1. Fine PE. Herd immunity: history, theory, practice. Epidemiol Rev 1993, 15: 265-302.

2. Piskin IE, Karakas-Celik S, Calik M, Abuhandan M, Kolsal E, Genc GC, Iscan A. Association of interleukin 18, interleukin 2, and tumor necrosis factor polymorphisms with subacute sclerosing panencephalitis. DNA Cell Biol. 2013, 32(6):336-40.

3. Piskin IE, Calık M, Abuhandan M, Kolsal E, Celik SK, Iscan A. PD-1 gene polymorphism in children with subacute sclerosing panencephalitis. Neuropediatrics. 2013, 44(4):187-90.

4. http://iospress.metapress.com/content/e78n0861qlv220x7/

5. http://anheurope.org/ANH+Book+Review+Dissolving+Illusions+by+Suzanne+Humphries+MD+and+Roman+Bystrianyk

6. http://www.globalresearch.ca/the-vaccine-coverup-30-years-of-secret-official-transcripts-show-uk-government-experts-cover-up-vaccine-hazards-to-sell-more-vaccines-and-harm-your-kids/5354241

7. http://www.whale.to/v/phillips.html

 

 

Prof. Dr. Alişan Yıldıran’ın aşılar ve bağışıklanma ile ilgili tabu yıkan bildirimleri

Prof. Dr. Alişan Yıldıran’ın aşılar ve bağışıklanma ile ilgili tabu yıkan bildirimleri

alişan hoca

Çocuk İmmünoloji-Allerji Uzmanı, Prof. Dr. Alişan Yıldıran, Medimagazin adlı, sağlık çalışanlarına yönelik online dergide çıkan “Ülkemizde Zorla Aşı Yapılabilir mi?” adlı makaleye bıraktığı aşağıdaki yorumla, Türkiye’de aşılama ile ilgili yaygın ve aynı zamanda yanlış kanaatleri bilimsel referanslar ve sahada konunun uzmanı olarak edinilen tecrübe ışığında çürütüyor.

Ülkemizde gayribilimsel ve etik dışı bir anlayışla Amerika’dan birebir kopya edilmekte olan yüklü aşı programı ve bunun yine tıpkı ABD’de olduğu şekliyle halka birtakım hukuksuz yaptırımlar yoluyla zorla dayatılması, ebeveynlerin ‘aydınlatılmış rıza’ hakkının yok sayılması, bu etkinliği ve güvenliği garanti edilemeyen “koruyucu” tıp uygulamasının sonuçlarını bugün küçük çocuklarda epidemik boyuta oluşan alerji, gıda intoleransları, astım, diyabet ve diğer otoimmün hastalıkların yanısıra çığ gibi artan otizm vakaları olarak karşımıza çıkarıyor. Sözü şimdi ehline bırakalım …

 

 

Prof. Dr. Alişan Yıldıran:

Aşılar immünoloji biliminin başlangıcı ve lokomotifidir, immün sistem hakkında pek çok bilgi aşı geliştirme çalışmaları ile elde edilmişdir (1).

Aşılar koruyucu tıbbın ikinci önemli enstrümanıdır, birincisi temizlikdir (1).

Houweling ve ark.’nın 2004’de aşılar ile ilgili en önemli dergi olan Vaccine’de yayınladıkları makalede, toplumsal aşılama ile ilgili belirledikleri 7 ilkeden birincisi ‘toplumsal sağlığı tehdid eden hastalıkların hedef alınması’dır (2).

 

Çocuk aşı takvimindeki aşıların çoğunun bu ilkeye uymadığı kanaatindeyim (mortalite ve mortalite %0.1’den fazla olmalı).

Yenidoğan ve süt çocuklarının (2 yaş altı) immün sistem özellikleri, aşılara ve çoklu aşı uygulamalarına verdikleri cevap ile ilgili bilgiler oldukça sınırlıdır (3, 4).

Aşılar konusunda en önemli uzmanlardan biri olan Dr. Siegrist mevcut aşıların antikor bağımlı ve kısa süreli koruma sağlayabileceğini, immün sistem ve sağlık üzerine uzun dönemdeki etkilerinin bilinmediğini belirtmekdedir (5).

 

Aşılar immün sistemin, sapmış immün cevaplar oluşturmasına, otoimmün hastalıklar oluşturmasına yol açabilirler (6).

 

Sinir sistemi matürasyonunu ancak iki yaşında tamamlar (yürüme ve konuşma ancak bundan sonra mümkün olmakdadır), gelişimine daha sonra da devam eder. Bu bakımdan aşıların sinir sistemi üzerindeki muhtemel otoimmün etkileri göz ardı edilemez (7).

İnsan organizması ağırlığının yarısını oluşturan ve simbioz yapdığı bir mikrobik evren (mikrobiom) oluşturmakdadır ve aşıların bu evren ile ilişkisi hakkında bilgimiz yok gibidir (8, 9).

İngiltere, Fransa gibi bazı gelişmiş ülkelerde mecburi (mandatory, compulsory) aşılama yokdur (7).

 

Dört yıldır bu konuyu araştırıyorum, laboratuarımda ve polikliniğimde aşıya bağlı olduğunu düşündüğüm pek çok vaka ile karşılaşıyorum, maalesef bunu doğrudan gösterebilecek laboratuar tetkiki yokdur.

Ülkemizde aşı yan etkileri ile ilgili ABD’deki VAERS muadili bir sistem henüz yokdur.

[ED-NOT: Türkiye’de kağıt üzerinde de olsa var olduğunu bildiğimiz bir Aşı Sonrası İstenmeyen Etki (ASİE) Bildirim Sistemi mevcut. Ancak ortaya çıkan reaksiyonların (ölüm de dahil olmak üzere) nedense aşıyla hiçbir zaman bağlantılı olamayacağı inancıyla görev yapan sağlık görevlilerimizce ne derece aktif olarak kullanılıyor bilemiyoruz. Belki Sağlık Bakanlığı bu ailelerin de bildirimde bulunabileceği sistemi, hazırlayacakları kamu spotlarıyla veya Twitter’dan yürüttükleri aşı bilgilendirme çalışmalarında en azından bahsini ederek kamuoyuyla paylaşabilir ve tıpkı Amerika’da olduğu gibi online olarak herkesin erişebilmesi ve yan etki çeşitlerinin ve oranlarının takibini yapabilmesini sağlayabilir?]

Ülkemizde akraba evlilikleri ¼ oranında olduğu için immün yetmezlikler açısından çok geniş bir havuz oluşturmakdadır (10). Bu popülasyona çocuk aşı takvimi uygulaması konusunda ciddi endişelerim vardır. Bu temel bilgiler dikkate alındığında, kendini korumakdan aciz bir bebeğe, biyolojik ve hukuki olarak velisi-vasisi olan anne-babasının aydınlatılmış muvafakati alınmaksızın aşı yapılmasının ahlaki, vicdani ve tıbbi olmadığı aşikardır.

Muhterem Hakan Hakeri hocam konunun hukuki değerlendirmesini vukuf ile yapmışdır. Kendisine şükranlarımı sunarım.

‘Sağlık Bakanlığı’ ve ‘Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlıkları’nın bu yanlış uygulamadan vazgeçmeleri gerekmekdedir.

 

 

 

1. Katkı Pediatri Dergisi, 2006.

2. Houweling H, Verweij M, Ruitenberg EJ. Criteria for inclusion of vaccinations in public programmes. Vaccine 2010, 28: 2924-2931.

3. Hodgins DC, Shewen PE. Vaccination of neonates: problem and issues. Vaccine 2012, 30: 1541-59.

4. Fisker AB, Ravn H, Rodrigues A, Ostergaard MD, Bale C, Benn CS, Aaby P. Co-administration of live measles and yellow fever vaccines and inactivated pentavalent vaccines is associated with increased mortality compared with measles and yellow fever vaccines only. An observational study from Guinea-Bissau. Vaccine 2014, 32(5): 598-605.

5. Siegrist CA. Vaccine immunology. In: Vaccines. 5th Ed. Philadelphia: Saunders. Eds. Plotkin SA, Orenstein WA, Offit PA. 2008, Pp. 18-36.

6. Shoenfeld Y, Agmon-Levin N. ‘ASIA’ – autoimmune/inflammatory syndrome induced by adjuvants. J Autoimmun 2011, 36: 4-8.

7. http://iospress.metapress.com/content/e78n0861qlv220x7/

8. Round JL, Mazmanian SK. The gut microbiota shapes intestinal immune responses during health and disease. Nat Rev Immunol 2009, 9: 313-23.

9. Ferreira RB, Antunes LC, Finlay BB. Should the human microbiome be considered when developing vaccines? PLoS Pathog. 2010 Nov 18;6(11):e1001190. 10. Keles S, Artac H, Kara R, Gokturk B, Ozen A, Reisli I. Transient hypogammaglobulinemia and unclassified hypogammaglobulinemia: ‘similarities and differences’. Pediatr Allergy Immunol 2010, 21(5): 843-51.

Otizm Nasıl Oluşur: Kathryn Wolcott’la Söyleşi

Otizm Nasıl Oluşur: Kathryn Wolcott’la Söyleşi

Söyleşiyi yapan: Dan Olmsted

Çocuklarının nasıl otizm geliştirdiğini anlatan anne-babalarla yaptığımız bir dizi söyleşinin ilki bu. Bugün, Kathryn Wolcott’u ağırlıyoruz. Bu söyleşilere katılmak isterseniz, bana [email protected] adresinden ulaşabilirsiniz.

Dan: Bu diziyle ilgili daha önce bir söyleşi yapmamıştım, o yüzden ilk olmayı kabul edip benimle görüştüğünüz için teşekkür ederim. Bizlere biraz bugünkü durumunuzdan, nerede yaşadığınızdan, mesleğinizden, ailenizden ve belki kızınız Norah’nın başına gelenlerden bahsedebilir misiniz?

Kathryn: Seve seve… Olup bitenleri ilk defa bu kadar ayrıntısıyla dile getirmiş olacağım ben de.

autism3Eşimle Michigan’ın Jackson kasabasında, başkent Lansing’in hemen güneyinde yaşıyoruz. İkimiz de Michigan Devlet Üniversitesi’nden mezunuz. Çocukluktan beri birbirimizi tanıyoruz ve üniversiteden sonra da hayatlarımızı birleştirdik. Üniversite tahsilim iletişim üzerine, ardından sağlık iletişimi üzerine yüksek lisans yaptım ve epidemiyoloji ve halk sağlığı eğitimi gördüm. Kızımın doğumundan sonra verdiğim master tezim CDC’nin aşı takvimi, Jenny McCarthy’nin halk sağlığına nasıl zarar vermekte olduğu olduğu ve aşıların nasıl da kesinkez otizme yol açmadığı üzerineydi.

Dan: Ciddi olamazsınız.

Kathryn: Son derece ciddiyim, durumu bu denli ironik hale getiren de bu zaten. Elbette tüm bilgiler bizzat CDC’dendi. Ailemde herkesin mutlaka grip aşılarını yaptırıyordum ve kızım da aşı takvimine göre her ay harfiyen aşılandı, öyle bekletme geciktirme filan da olmadı.

Evlendikten ikibuçuk sene kadar sonra bebek beklediğimizi öğrendik, o ara birileri aşı-otizm bağlantısından bahsedecek oldu bana ve ben tabii ki yaylım ateşine başladım; “Elbette aşılar otizme yol açmaz, bugün daha iyi teşhis var da ondan rakamlar yüksek gözüküyor, zaten benim kızım olacak ve otizm kızlarda erkeklere oranla çok daha az görülüyor.” Hamileyken grip aşısını da oldum, ne varsa oldum.

Kızım 39 haftalık doğdu. Planlı, suni sancıyla başlatılan bir doğumdu, ki bu da büyük pişmanlıklarımdan biridir. Gayet iyi gelişiyordu aslında. Emziriyordum … Başlarda emzirmeyle ilgili biraz sıkıntı yaşadık ama olsun. Doğumda K vitamini iğnesini oldu, sonra ikinci haftada Hepatit-B geldi ve hastalandı, ateşi filan çıktı.

Sonra bağırsaklarda sorunlar ortaya çıkmaya başladı, berbat bir kabızlık, çınlata çınlata ağlamalar ve gaz, ki emen bir bebekte pek olmaması lazım bunların. Süt ve süt ürünlerini kestim, bu biraz yardım eder gibi oldu, ta ki ikinci ay aşılarını olana kadar, aşılardan sonra yeniden hasta oldu, tüm o çığlık şeklinde ağlamalar, ateş, hepsi yeniden başladı. Tabii deli gibi Tylenol [paracetamol] verdim o arada.

Dördüncü ay aşılarını oldu, yine aynı şey – ateş, avaz avaz ağlamalar ama henüz bir şey yoktu daha. Sonra, dört ve altıncı ay aşıları arasında baş çevresi 25. persantilden -küçük bir bebekti, o yüzden persantili oradaydı- 90’a çıktı. O noktada uyanmam gerekirdi, fakat ancak şimdi geriye baktığımda anlıyorum olanları.

Dan: Siz fark etmiş miydiniz baştaki bu büyümeyi yoksa doktor ölçtüğünde mi fark etti?

autism4Kathryn: Rutin kontrolünde ölçtüler ve “Vay, ilginç hakikaten, başı cidden çok büyümüş.”, dediler. Muayene edip baktılar ama kızımın tepkileri yerindeydi, iyi gözüküyordu, hem başka herhangi bir yan etki gözlemlememiştik, bağırsak sorunları dışında tabii, ki o da ben sütü kesince iyiye gitmeye başlamıştı. O noktada bunun [baştaki büyüme] kötü bir şey olup olmadığını sorduğumu hatırlıyorum ve bana “Bazen böyle şeyler olur, bebeklerin hepsi farklı büyüyor sonuçta.”, demişlerdi. O ara biraz daha fazla araştırmaya başladım konuyu, çünkü başının bu kadar hızla bu denli büyümesi bana hiç normal gelmiyordu.

Sonra altıncı ay randevumuzda tabii yine aşılattık ve bu sefer gerçekten çok kötü rahatsızlandı ve günlerden de Cuma’ydı. Bu ayrıntıyı hiç unutmuyorum. Ateşi çıktı, kusuyordu, iki gün hiçbir şey yemedi ve acile götürdük. Sonunda bir şeyler yiyebildi ve tabii elimize Tylenol verip eve gönderdiler, sonra tekrar aldım pediyatristine götürdüm.

Dan: Şunu sormak istiyorum bu noktada, acile gittiğinizde bunun aşılardan olduğunu düşündüğünüzü söylediniz mi?

Kathryn: Kesinlikle ve bana aşı reaksiyonu olmadığını söylediler. Tesadüf sadece dediler, virütik bir enfeksiyon olduğunu söylediler. Tesadüftü yani.

Dan: Anlıyorum.

Kathryn: Hayır, kesinlikle aşı reaksiyonu diye kaydedilmedi bu.

Dan: Tutulan raporu açıkça gördünüz mü?

Kathryn: Elbette. Pazartesi pediyatristine götürdüm ve orada da aynı şeyi söylediler, tesadüf dediler. O noktada aşı olayını ağırdan almaya karar verdim. 10. ay aşılarını olmadı ve 12. ayda da “Son olduğunda kötü bir reaksiyon yaşadık, biraz yavaş gitmekte fayda var”, dedim. 12. ay aşılarını hiç yaptırmadım, ki sanırım KKK ve su çiçeği aşıları bunlar. Bunları hiç olmadı.

Kızım 12 aylıkken yeniden hamile olduğumu öğrendim ve o zamanki pediyatristi hamile olduğum için kızımı 12. ayında sütten kesmem gerektiğini söyledi. Önerisini dinlemedim ve pediyatristimizi değiştirdik. Yeni pediyatristimiz aşı yaptırmama kararımızı destekleyen bir hekim. Ancak bu noktada sanırım kızım için çok geçti ve 13., 14. aylarda bir takım gecikmeler ortaya çıkmaya başladı. Yavaş bir gerilemeydi bu. 15. ayda bir aşı daha oldu, o dönem her seferinde bir aşı yaptırmaya karar vermiştim çünkü. Tam hatırlamıyorum, sanırım Hib veya DtaB aşısıydı bu.

Yavaş gelişti her şey. Söyleyebildiği birkaç kelime vardı, yavaş yavaş bunları daha az söyler oldu. Göz teması her zaman çok iyiydi, ki hala öyle. Şimdi ikibuçuk yaşında, hatta ikibuçuk bile değil. Göz teması iyi. Ancak bağırsak problemleri sürekli daha kötüye gitti ve biz de iyice aşikar hale gelmeye başladığından hep buna odaklandık. Sorun hep bu zannettik. Hiç yeni kelime öğrenmiyordu. Fiziksel olarak bir sorun yoktu mesela, emekliyordu, yürüyordu. Ama elle işaret etme yoktu.

Alerji uzmanına götürdük. Doktoru bir IgG testi yaptı ve gluten, kazein ve soyaya hasassiyet çıktı. Bize bir probiyotik verdi ve “Bunları kesin.”, dedi. Kestik, mide-bağırsak sorunları biraz düzelir gibi oldu ama öyle aman aman bir iyileşme olmadı. Sonra pediyatristimize acaba otizm olabilir mi diye sorular sormaya başladım, bana, “İsmine yanıt veriyor ve sosyal, ama konuşma yok.”, dedi. Ardından birtakım tekrarlı hareketler görmeye başladık, hani öyle küçük şeyler, mesela belirli bir oyuncağa biraz fazla takılma gibi.

Daha sonra resmi otizm tanısı geldi, 21. ayda bunu bize söylediler. O son aşıdan birkaç ay sonra oluyor bu ve bir daha da aşı olmadı zaten. Hemen hemen tüm farmasötik ilaçları kestik aslına bakarsanız; ateşlenmelerde Tylenol vermeyi bıraktık.

Dan: Şu anda ne durumda peki kızınız? Hani şu anda bir plato evresinde mi otizmi … nasıl?

Kathryn: Biyomedikal tedaviye başladık. Burada yaşayan ve üstelik de sigortayla çalışan bir doktor bulduk ve hatta kendisi bir DAN! [Defeat Autism Now!] doktoru. Pediyatristimiz de kendisiyle temasta, bir ekip olarak çalışıyorlar ve bunun için müteşekkiriz hakikaten. Gıda desteklerine ve mantar tedavisine başladık ve kızım daha iyiye gidiyor. ABA’ya başladık, bu daha doğal bir ortamda uygulanan ABA, o yüzden içim biraz daha rahat o konuda. Konuşma ve ergoterapi hiç işe yaramadı. Bizim için en büyük kazanım bu mide-bağırsak mantarlarını bir ölçüde tedavi edebilmek oldu.

Dan: Bu daha çok taze bir olay yani sizin için. Daha yeni başınıza geldi tüm bunlar.

Kathryn: Ya bilemezsiniz, bir süre tam anlamıyla dibe vurdum çünkü biliyordum, ne olduğunu bile bile devam ettim ve her şeyi mahvettim. Hatta tanıyı almasının hemen ardından Autism One kongresine bile gittik, Chicago bize yakın sayılır çünkü ve orada Dr. Wakefield‘in konuşmasını dinledim ve hayatımızda yeni bir çığır açıldı o konuşmayla.

Dan: Ne açıdan?

Kathryn: Oğlum, şu an dokuz aylık … Yeni bir bebek, aynı anda kızımız teşhis alıyor, anlayacağınız oldukça gerilimli ve yoğun bir dönemden geçtik o ara. Oğlum hiçbir aşıyı olmadı ve her şey çok daha iyi gidiyor.

Dan: Şunu sormak istiyorum size, çünkü bu sürekli karşımıza çıkan bir konu, nasıl bir düşünce prosesi yaşadığınızı merak ediyorum. Neden bunun aşılarla ilgili olduğunu düşünüyorsunuz, sizi böyle düşünmeye iten nedir?

Kathryn: Tabii ki ortaya konulan araştırmalar. Cıva ve alüminyum toksisitesi ile igili araştırmaları ve ortaya çıkardıkları semptomların otizmle benzerliklerini okudum ve tabii bir de bunun bir spektrum bozukluğu olduğu gerçeği var, her şey zamanlamaya bakıyor ve bunun etkisi de herkes için farklı oluyor. Yüzüme haykırıyor resmen tüm bunlar arasındaki bağlantı. Doğrudan aşı mıdır nedeni derseniz, bence hayır, ama cilası oldu işte, işi bitiren hamleydi aşılar.

Ailemde otoimmün hastalıktan geçilmez mesela benim, hakikaten hemen herkeste vardır. Ailedeki hemen her kadında bir çeşit tiroid sorunu var mesela ve tabii diyabet ve Hashimoto’s ve skleroderma. Keşke bunları hesaba katmam gerektiğini önceden bilseydim. Mesela doktorlar tüm bunları soruyorlar size değil mi, ailede hastalık öyküsü olup olmadığı filan, e ama siz söylemenize rağmen bu bilgiyle ilgili pek bir şey yapmıyorlar ki.

Dan: Evet, sanırım aşıların bunlarla hiçbir ilgisi olamayacağını düşündükleri için ne fark eder ki diyorlar. Anlattıklarınıza göre Norah her seferinde bir öncekinden daha kötü hastalanmışa benziyor.

Kathryn:   [Yeni doktor] kızımın kayıtlarından, her defasında rutin doktor kontrolü sonrasında hastalanmış olduğunu fark etti. Kızımdaki gıda alerjilerinden bahsederken de, “Bence gıda alerjileri ve aşılar arasında bağlantı var”, dedi. Sonra da, “Aşıları biraz ağırdan almakta, okul çağına gelinceye dek beklemekte fayda var. Yine de aşılatmak istiyorsanız, ağırdan alın ve bağışıklık sistemi oturuncaya, yeterince büyüyünceye kadar bekleyin” tavsiyesinde bulundu. Bu doktoru bulduğuma öyle memnunum ki. Kendi çocuklarını aşılatmıyor. Bu beni hayli düşündürdü: Doktorum çocuklarına aşı yapmıyor.

 

Dan: Alerjilerin, bu gıda alerjilerininin ortaya çıkmasına aşıların neden olduğunu mu düşünüyor?

Kathryn: Evet. Hatta daha ilk muayenede söyledi bunu bize.

Dan: İlginç aslında, bana sanki burada KKK’nın dışındaki aşılarla ilgili de soru işaretleri varmış gibi geliyor, zira kızınız KKK aşısı olmadığına göre?

Kathryn: Evet, hep kendime onu diyordum, “Yok, otizm olamaz çünkü …” Tüm o işitme testlerini filan yaptırdık. Kimse de psikolojik test dışında bir test yapmadı. Gözlemlemek dışında bir şey yapan çıkmadı, bu hakikaten çok tuhaf bana kalırsa.

Dan: Gebelikte olduğunuz o grip aşısında cıva olup olmadığını biliyor musunuz?

Kathryn: Hiçbir fikrim yok, ama vardır herhalde diye düşünüyorum. Tam da 20., 22. hafta civarıydı, tam o kritik dönemde hem de.

Dan: İsteseniz öğrenebilirsiniz aslında ama haklısınız, cıvasız istiyorum diye özellikle bildirmediğiniz müddetçe, yetişkin tipi cıvalı grip aşılarından oluyorsunuz. “Ama aşılarda artık cıva yok ki” diyeceklere buradan ‘bebeğiniz gebeliğin kritik bir evresindeyken olduğunuz grip aşısı hariç’ demek lazım.

Kathryn: Evet, nörolojik gelişimin kritik safhaları bunlar.

Dan: Size göre, anladığım kadarıyla, ailenizdeki otoimmün sorunların yanısıra gebelikteki grip aşısı ve ardından da doğum sonrası buna eklenen aşılamalardı buna sebep.

Kathryn: Evet. Şimdi bildiğim şeylerle bakıyorum da, tüm o sağlık geçmişiyle otizm karşısında hiç şansı yoktu zaten … Nasıl öfkeleniyorum düşündükçe.

Dan: Elbette. Anlıyorum sizi.

 

Kathryn: Aşıları dışında hastalık görmedi ki. Bir soğuk algınlığı bile olmadı, bir kere antibiyotik almadı. Tek hastalık yapan şey aşılarıydı.

Dan: Hiç antibiyotik almadı mı?

Kathryn: Hayır.

Dan: Bu da ilginç, zira bazen antibiyotik kullanımı da otizme giden süreçte etken olarak kabul ediliyor ama sizin durumunuzda değil belli ki.

Kathryn: Evet. Kızımda oldukça ağır mantar sorunları var yalnız ve doktorumuz, DAN! doktorumuz hiç bu kadar kötüsünü, hele ki antibiyotik kullanmamış bir çocukta hiç böylesini görmediğini söylüyor, bu da bana mantarın doğuştan olduğunu düşündürtüyor.

Dan: Bu aynı zamanda bağışıklık sisteminin de iyi çalışmadığını gösterir mi?

Kathryn: Kesinlikle, bağışıklık sistemi zayıf demek bu aynı zamanda. Doktorumuz hiperimmünite’den şüpheleniyor, çünkü bakarsanız hiç hasta bile olmayan bir çocuk, ancak bağışıklık sistemi biraz fazla aktif.

Dan: Düşünecek olursak durumunuz esasında ilginç, hani bundan daha kısa bir süre öncesine kadar bebek bekleyen bir anne, ondan da önce otizmle aşılar arasında bağlantı olmadığını, ortada buna dair kanıt olmadığını söyleyen bir üniversite öğrencisiymişsiniz. Bu söyleşi dizisini yapma nedenlerimden biri de aksine kanıtın olduğunu ve bundan çok ağır şekilde etkilenmiş pekçok da insanın var olduğunu göstermek. Geçmişte sizin de yaptığınız gibi bu konuyla ilgili, hayır bağlantı yoktur, olmadığı kanıtlanmıştır, bunu iddia edenler yalnızca Playboy modelleridir, çocuğunuzun aşılardan sonra otizm geliştirmesi tesadüftür, siz zaten bunun için suçlayacak birilerini arıyorsunuz ve buna benzer şeyleri söyleyen, buna inananlara ne demek istersiniz? Bu insanlara ne derdiniz?

Kathryn:   Onlara araştırma konularındaki bunca bilgime dayanarak, rakamları istediğiniz şekilde göstermenin ne kadar kolay olduğunu bildiğimi söylerdim. Eğer bilimsel araştırmadan hakikaten anlayan biriyseniz, bu ilaç firmalarının, veri her nereden gelirse gelsin çalışmayı lehlerineymiş gibi göstermelerinin çocuk işi olduğunu bilirsiniz. Araştırma yapacaklara, çalışmayı kimin yaptırdığına, paranın nereden geldiğine bakmalarını öneririm – bu çok şey fark ettirir.

Ayrıca bu, daha önce zannettiğimin aksine Jenny McCarthy’nin çok ötesinde bir hareket. Kanıtımın sadece anekdotal olduğunu biliyorum ama bu noktada benim için yeter de artar bile ve diğer anneler için de böyle olduğunu düşünüyorum. Üniversiteli ben bu anlattıklarımın hiçbirine inanmazdı, ancak ne zaman ki o korumak istediğim bebeği aldım kucağıma, konuyu enine boyuna araştırmanın önemini anladım ve tek kaynağınızın kesinlikle CDC olmaması gerektiğini, ki en büyük fark yaratan şey de bu oldu.

Dan: Bir gazeteci olarak benim şahsen inanmakta zorlandığım, dünyanın her yerinden siz ve sizin gibi eğitimli, bilgili, bir şeyler uydurmak için hiçbir nedeni olmayan ve sadece gerçekleri anlatmaya çalışan bunca anne-babanın söylediklerinin toptan şarlatanlık ve çatlaklık olduğuna hükmedilmesi. Gerçekten de eşi benzeri olmayan bir durum bu ve halen daha devam etmesini ise hiç aklım almıyor. Tam da 2000 senesi civarıydı, devletin aşılardaki cıvadan dolayı açıkça endişeye kapıldığını hepimiz gördük, ki aşılardan cıvayı çıkartma kararı aldılar. Bugün bakıyorsunuz bundan neredeyse bir 12 sene sonra siz gidip o grip aşısını oluyorsunuz ve belki de hiç başlamayacak bir yığın sorunun kapısını aralıyorsunuz … Zor hakikaten de…

Kathryn:   Öyle. Bir başka nokta – Otizm kesinlikle artıyor. Liseye beraber gittiğim dört arkadaşım var, hala da görüşürüz ve üçümüzün çocuğu spektrumda.

Dan: Vay canına.

Kathryn: Bu bana hakikaten inanılmaz geliyor. Benimki aralarında en küçüğü, fakat cidden bu nasıl mümkün olabilir? Ben çocukken 1.000 kişilik koskoca okulda tek bir otizmli çocuk vardı, ki öyle çok eski bir zamandan da bahsetmiyorum. 20 sene, hadi bilemediniz 15 sene öncesi bu? Ortada dönen bir şeyler var ve neden kimsenin umurunda bile değil ben onu anlamak istiyorum. Hiçkimse aldırmıyor bile.

Dan: Evet, niye buna aldırış eden yok?

Kathryn: Kendi başlarına gelince edecekler, ki bu da yakındır.

Dan: İnsanlar niye aldırış etmiyorlar? Doğru olduğun inanmıyorlar da ondan herhalde. 8 yıl önce doğan her 68 çocuktan 1’inin devletin uyguladığı bir programla ciddi şekilde zarar gördüğüne inansalar silaha sarılırlardı herhalde. İnsanların bu denli ben-merkezci şekilde işi olasılığa bırakıp piyangonun kendilerine vurmayacağına hükmetmeleri, risk alıp ötesini pek düşünmemeleri inanılır şey değil. Bilmiyorum, ben hala inanamıyorum buna.

Kathryn: (Uzun bir sessizlik.) Kelimelerin anlamını yitirdiği, diyecek söz bulamadığım yer burası işte çünkü hiç bilmiyorum. Ben niye daha önce o insandım, bilmiyorum. Bilmiyorum. Yalandan ibaret olduğunu öğrendiğim şeyleri düşündükçe hayretler içerisinde kalıyorum. Okuldaki hizmetlerden yararlanabilmesi için bir de aşılamaya neden devam etmediğimizle ilgili bir feragat belgesi imzalamak zorunda kaldık. Sağlık bakanlığına gitmek zorunda kaldık, inanabiliyor musunuz?

Hayatımda katlanmak zorunda kaldığım en aşağılayıcı şeylerden biriydi bu. Oradaki görevli bayan bana bilimsel araştırmadan hiçbir şey anlamadığımı söyledi, elimize de aşılarla otizmin nasıl da hiç bir ilişkisi olmadığını, Andrew Wakefield’in bir şarlatan olduğunu ve regresif otizmin, hani biz herhangi bir regresyon filan fark ettiysek bile, hani aslında nasıl bize öyle gelmiş olduğunu, aslında regresyon filan olmadığını anlatan bir broşür tutuşturdu.

Dan: Tutup çocuğunuza olduğunu gözlerinizle gördüğünüz bir şey üzerine size bir de ahkam kesip ders vermeleri, çocuğunuza olanların kendi hataları olmadığını söylemeleri akıl alır şey değil. Her şey sizin hatanızdı, bu kadar.

Kathryn: Ve düşünün, ben hepsini kafamda kurdum bunların, bana öyle geldi. Hayal gördük biz.

Dan: Bu yeni gerçeklikle bundan sonraki yaşamınızda ne gibi değişiklikler bekliyor sizi? Kızınızın otizmden tamamen kurtulacağından umutlu musunuz? Kariyerinizde olsun başka şeylerde olsun değişiklikler olacak mı?

Kathryn: Kesinlikle. Bu durum bizim için her şeyi değiştirdi. Organiğe yöneldik ve evimizi toksinlerden arındırmaya başladık. Kızımızı evde okutmaya karar verdik. Aslında şartlar nedeniyle bu karar kendiliğinden oluştu, zira tüm bu devlet okulu sistemi, yapılanması tam içime sinmiyor … sadece aşı dayatmasından dolayı da değil. Her adımında devlet kontrolü ve dataması sözkonusu ve bu da rahatsız edici. Kariyer planım ise kesinlikle değişti. Bir zamanlar CDC’de çalışma hayalim vardı, şimdi ise CDC’den kaçabildiğim kadar uzakta olmak tercihim.

Dan: İki çocuğunuz var, evden mi çalışıyorsunuz, yoksa…

Kathryn: Bölgedeki bir üniversitede iletişim dersleri veriyorum; yarı zamanlı olarak. Eşim Blue Cross, Blue Shield’de çalışıyor, yani tıpla fazlasıyla içiçeyiz hala.

Dan: En azından iyi bir sigortanız var.

Kathryn: İşte bu çok işe yaradı bizim için. Tüm hayatımızı değiştirdi. Oğlum aşısız. Bu hareketin bir savunucusuyum artık, inançlarım konusunda sessiz kalmıyorum, sosyal medyada olsun ya da arkadaş çevremde inançlarımı dillendiriyorum. Arkadaşlarımdan bazılarını kaybetmiş bile olabilirim, bilmiyorum ama insanlar son zamanlarda kendilerini biraz çeker gibi oldular. Ancak bir taraftan da bir sürü insan da bana sorularla geliyor, kaybettiğim kadar kazanıyorum da sanırım.

Dan: Bu şekilde yepyeni bir çevre ediniyorsunuz bakın, hem kendi çocukları hem de diğer herkesin iyiliğine kendini adamış çok daha ilginç insanlar buluyorsunuz. Otizm konusundan dolayı hayatlarında gördükleri belki de en iyi insanlarla tanıştıklarını söyleyen ve diğer bazı kimseler içinse hiç tanışmamış olmayı dileyen insanlar biliyorum.

Kathryn: Evet. Bu bir pozitifi işin. Ve evet, kızımın iyileşeceğinden %100 ümitliyim. Bu inancı taşımalıyım çünkü her yeni güne göğüs germemizi bu sağlıyor.  İyileşeceğine duyduğumuz inanç bize güç veriyor. Başarma ihtimalimiz oldukça yüksek bana kalırsa. İnanılmaz ilerlemeler görüyoruz, ki daha başlayalı birkaç ay oldu.

Dan: Şimdiden büyük aşama kaydetmişsiniz ve bunun için de doğru kişilerle berabersiniz. Erken ergenlik dönemlerinde bile çok büyük kazanımlar elde etmiş, ondan sonrasında da gayet fonksiyonel ve mutlu yaşayan insanlar hakkında yazılarım oldu. Sizin için de böyle olması gayet muhtemel.

Kathryn: İş doğru kombinasyonu bulabilmekte bence, hepsi birbirinden öyle farklı ki çünkü tüm bunlara sebep olan şeyin zamanlamasını bilmiyorsunuz. Çoğumuzun çocuklarımızda çeşitli derecelerde iyileşme sağlayacak bir şeyler bulacağımıza inanıyorum.

Dan: Kesinlikle katılıyorum ve bu harika söyleşi için teşekkür ediyorum.

Kathryn: Dinlediğiniz için ben teşekkür ederim. Bana da iyi geldi bu. Bunları tüm dünyayla paylaşmayı çok isterim.

Dan Olmsted, Age of Autism‘de editördür. İletişim için: [email protected]

ahmet aydınkitap

Bebeğime sentetik K vitamini iğnesi mi? İstemem, kalsın.

Bebeğime sentetik K vitamini iğnesi mi? İstemem, kalsın.

K vitamini foto

Aşılara muhalif bu hareket de birden vitamin karşıtlığı haline dönüştü ve bakın bebekler … zarar görüyor bundan. En azından sizlerin inanmanızı istedikleri bu. Görünen o ki gitgide daha fazla insan bu konuda kendini eğitiyor ve doğumda verilen bu sentetik K vitamini “profilaksisi”ni reddediyor. Korkunç bir problem bu. Ebeveynlerin kalkıp otoriteyi veyahut da daha sadece birkaç onyıldır tedavülde olup üstelik de ne kontrol grubu kullanılmış ne de uzun vadedeki etkileri araştırılmış zayıf birtakım “deney” sonuçlarına dayandırılmış bir uygulamayı sorgulaması kabul edilemez.

Peki ya Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl ‘K vitamini eksikliğine bağlı kanama’dan ölen her dört milyon çocuktan dördüne ne diyeceksiniz? Yok, bunlar gebelikte alınan ilaçlardan, modern kadın-doğum uygulamalarında anne ve bebeklere yaşatılan travmadan, göbek bağının erken klemplenmesinden, antibiyotiklerle silip süpürdüğümüz barsak florasındaki düşük bakteri seviyesinden, bebekken yapılan sünnetten ya da hayatının daha ilk 12 saatinde tutup cinsel ilişki ve kirli şırınga kullanımıyla bulaşan Hepatit B’den “korumak” adına vurduğumuz aşıdan olmaz zaten. Bebeklikte vurulan aşılardan kaynaklanabilecek bir dolu istenmeyen etkiden birinin de ensefalit [beyin iltihabı] olması ve bunun doğurabileceği sonuçlardan birinin de hemoraj [kanama] olması da tamamen tesadüftür.

Yok yok, hemoraj kesin K vitamini eksikliğindendir çünkü kanama K vitamini eksik diye başlamıştır, değil mi yani? Hayır, öyle değil. Ama hadi biz sanki bebekler doğumda öyle rastgele beyin kanaması geçiriyormuş gibi yapalım. Hatta, istatistiğini bile tutmadığımız, o denli ender görülen bir şeyden koruyacağız diye tutup her bebeğe, ona zarar verebilecek bir şeyi zerk ediyor olmamız de akla son derece yatkın.

Başka neyin istatistiğini tutmuyoruz, biliyor musunuz? K vitamini iğnesinden zarar görmüş bebeklerin. Bebeğiniz bu K vitamini iğnesinden lösemi mi oldu diyorsunuz? Doğrudur, bunu kabul ediyoruz zaten. Elde bunu ispatlayan çalışmalar var…ama hele şöyle yeter sayıda insan bunu sorgulamaya bir başlasın, o zaman tüm bu çalışmalar yanlışmış, çıkar gruplarının işiymiş, çalışmayı yapanların da sağduyusu tatile çıkmış gibi yaparız biz de.

Tüm aşılar ve ilaçlar gibi bu K vitamini iğnesi de kesinkez “güvenli” bakın. Ürün bilgilendirme formlarında yazan o istenmeyen etkiler de laf olsun diye var. Prospektüsteki “siyah kutu uyarısı“nı geçin, okumanıza bile gerek yok. Sonuçta burada mevzubahis olan sadece çocuklarımızın hayatı, öyle değil mi?

KAS İÇİ uygulama sonrası ölüm de dahil olmak üzere ağır reaksiyonlar bildirilmiştir. Görülen bu ağır reaksiyonlar, aralarında şok ve kalp ve/veya solunum durması da olmak üzere aşırı hassasiyet tepkisi veya anafilaksiyi andırmaktadır.
“Uyarı” Bakteriostatik Sodyum Klorür Enjeksiyonu’nda koruyucu olarak kullanılan benzil alkol yenidoğanlar için toksik etkiye sahiptir. […] Benzil alkol prematüre bebeklerde ölümcül “solunum güçlüğü sendromu” (gasping syndrome) ile ilişkilendirilmiştir.
Araştırmalara göre parenteral (bağırsak dışı) yolla 4 ila 5 mcg/kg/gün seviyesinde alüminyum alan prematüre yenidoğanlar da dahil olmak üzere böbreklerinde işlev bozukluğu olan hastalarda alüminyum birikerek, merkezi sinir sistemi ve kemik toksisitesi oluşturacak düzeylere ulaşmaktadır. Bundan daha düşük doz uygulamalarında dahi doku yüklenmesi oluşabilmektedir. Yenidoğanlarda, özellikle de prematüre olanlarda görülen hemoliz (alyuvar erimesi), sarılık ve hiperbilirübinemi (kanda aşırı miktarda bilüribin bulunuşu) gibi sorunlar K vitamini enjeksiyonunun dozuyla alakalı olabilir. Bakın bu ilginç. Yenidoğan Hemolitik Hastalığı (yani, genellikle sarılıkla kendini gösteren ABO ve Rh kantiplerinin uyuşmazlığı) ölümcül olabiliyor. Kızımda vardı bu. Kimi zaman ölümle de sonuçlanabilen bu tehlikeli hastalığı daha da ağırlaştırabilecek K vitamini iğnesini çok şükür ki yaptırmadım.

Benim yediğim yeşilliklerin üzerinde öyle “ölüme sebebiyet verebilir” diye bir siyah kutu uyarısı yok. Sizinkinde? Hayır, çünkü bir bebeğe biyolojik olarak gayri tabii şekilde kas içinden zerk edilen “K vitamini” oturup afiyetle yediğiniz sebzeden aldığınız K vitamini ile aynı şey olmadığı gibi anne sütündeki halinden de farklı. Vitaminlerin sentetik hali ile doğal hali bir olmadığı gibi vücutta aynı şekilde de proses edilmiyorlar. Laboratuvarda üretilmiş vitaminlere “sentetik” denmesinin nedeni bu işte. Merak edenler için söyleyelim; doğal yolla oluşmayan, patentli, sentetik (ve hertürlü katkı maddesi ve koruyucularla bezeli) maddelere ‘ilaç’ diyoruz.

K1 vitamini daha 1929’da keşfedilmiş ve bilimadamları nasıl çalıştığını henüz tam anlayabilmiş değiller. Bebeklere gelince, (tüm) bebeklerde yetişkinlere oranla bu vitaminin daha düşük seviyede olduğunu biliyorlar ve bunu “düzeltilmesi” veya değiştirilmesi gereken bir eksiklik diye düşünüyorlar…tıpkı bebeklerdeki düşük demir ve D vitamini seviyelerinde olduğu gibi. Peki ama K vitamini yetersizliğinden kanama geçirme riski ne kadar yüksek ki bebeklerin?

“Ortaya çıkma yaşına bakarsak, erken ‘K vitamini eksikliğine bağlı kanama’ [KVEK] doğumdan sonraki ilk 24 saat içinde görülüyor ve neredeyse salt ‘K vitamini inhibitörü ilaç kullanmış anneler’ ile ‘antibiyotik kullanan anneler’in bebeklerinde görülüyor.”

Antikonvülzan, antitüberküloz ilaçlarına veya kan incelticilere karşı biri değilim, ya siz? İyi ama o zaman söyler misiniz bana, daha hayatının ilk birkaç saatinde hem de onu ölüme götürebilecek akılalmaz dozda bir şeyle yeni doğmuş yavruma neden bu şekilde fiili bir saldırıda bulunmam gerekiyor?

Klasik KVEK, doğumdan sonraki 24 saat ile 7 gün arasında görülür ve doğum travması, aşılar, sünnet ile gereksiz tıbbi müdahaleler ile ilişkilendirilmiştir. Klinik tablo çoğu kez hafif seyirlidir; çürükler, gastroentestinal kan kaybı, göbek veya iğne giriş yerlerinde kanama şeklinde görülür. Ancak kan kaybı ehemmiyet arz edebilir ve ender olsa da intrakraniyal hemoraj (kafa içi kanama) olguları saptanmıştır. Görülme sıklığına dair tahminler eski verilere göre %0.25 ila %1.5, daha yeni verilere göre ise %0-0.44 arasında değişmektedir (vurgu bana aittir).

Siz de yakaladınız, değil mi? Bakın görün çocuğunuzun hemoraj geçirme riski gerçekte neymiş. Beyin hasarı, kanser veya ölüm tehlikesi taşıyan bir profilaksi yaptırmaya değer mi sizce? Bence değmez.

Geç KVEK, bebeklerin ‘sadece anne sütü ile beslenmesi’ ile “ilişkilendirilmiştir”. Hayatın 2. ve 12. haftaları arasında meydana gelir. Ağır klinik tabloda seyreder, ölüm oranı %20 olup intrakaniyal hemoraj görülme oranı %50’dir. […] Bebeklerin %75’inde altta yatan bir kolestaz (safra akımının kesilmesi) veya malabsorpsiyon (gıda maddelerinin bağırsaklardan kusurlu veya yetersiz emilmesi) bozukluğu vardır (ki bu da, gıda yoluyla aldıkları K vitamini miktarı ne kadar yüksek olursa olsun, kanı pıhtılaştıracak faktörleri sentezleyemeyecekleri anlamına gelir).

Eyvah, felaket bir durum, değil mi? Peki ama 2 ve 12. haftalar arasında hemoraja neden olabilecek başka ne gibi şeyler oluyor acaba? Neresinden bakacak olursanız olun emzirme eylemi tek başına, tutup kanama yaratacak bir travmaya neden olmaz, olamaz. Bakalım buna neden olabilecek şeyler neler:

Dört ve on ikinci hafta arasında bebeklere toplam on iki aşı veriyoruz. Bunlar, Hepatit B’nin ikinci dozu ile birlikte ikişer doz da DtaB, IPA, Hib ve KPA’dan oluşuyor. Kaldı ki bunların her birinin, kanamaya (hemoraja) götürebilecek vaskülit [kan veya lenf damarı iltihabı] ve beyin ensefalitine [iltihabına] yol açabileceği biliniyor. Çocuklarımız bu arada ayrıca iki doz da canlı rotavirüsü aşısı oluyor ki ‘shedding’ dediğimiz canlı organizma yayma yoluyla çevredeki başka insanlar da enfekte olabildiği gibi bu aşı hemorajik enterit (kanamalı bağırsak iltihabı) ile trombositopenik purpura’ya (kanda trombosit sayısının düşmesi ve kanama zamanının uzaması ile belirgin herhangi bir purpura şekli, bir tür pıhtılaşma bozukluğuna) da neden olabiliyor. Çocuğunuzun aşı prospektüslerini okumuş muydunuz?

Bırakalım “Geç başlangıçlı K vitamini eksikliğine bağlı kanama”yı filan. Biz buna basbayağı “Geç başlangıçlı aşı nedenli kanama” diyelim. Bu bebekler oldukları aşılardan rahatsızlandığında ne yapıyoruz, antibiyotik dayıyoruz. Bu da ne yapıyor, barsak floralarını silip süpürüp, anne sütünden aldıkları K vitaminini sentezleyebilmelerini önlüyor, kontrol dişi kanamalara karşı savunmasız kalıyorlar.

Anne sütü demişken…anne sütünde K vitamini seviyesi düşüktür, bu yüzden anne sütü dışında bir şey vermiyorsanız bebeğiniz için geç başlangıçlı KVEK riski artar diyorlar size. Ancak hesaba katmadıkları şey şu; anne sütündeki K vitamini hazım sırasında hemen kullanılabilecek, emilimi son derece yüksek formdadır. Sentetik versiyonu ise bebeğin doğum anında kanında taşıdığı K-vit seviyesinin hem 20.000 katıdır hem de yetişkinlere önerilen günlük dozun 100 kat üstündedir.

Emzirip emzirmediğinizin, bebeğe kanama geçirtecek travmanın oluşumuyla hiçbir ilgisi yok. Ama biz yine de “KVEK” propaganda levhasına flasterlenmiş bebekler sanki sezaryenle doğanlar veya annesi gebelik süresince antidepresan veya başka ilaçlar alanlar değilmiş gibi yapalım.

“Sentetik K vitamini” sevdalılarının anlamadıkları bir başka şey de ne biliyor musunuz? Bebeklerin (ve dahi tüm hayvanların) doğum anında K vitamini seviyelerinin düşük olmasının bir faydası, koruyucu bir etkisinin olabileceği fikri. Şimdi ortaya, hani şöyle bir düşünüldüğünde “akla mantığa uygun” geldiğini düşündüğüm birtakım fikirler atacağım. Gelin bunlara tek tek bir bakalım:

Birincisi, K vitamininin vücutta emiliminin gerçekleşebilmesi için çalışır durumda safra ve pankreatik sistemlere ihtiyaç var. Bebeğiniz doğduğunda sindirim sistemi henüz tam gelişmemiş olduğundandır ki en aşağı bir 6 aylık oluncaya kadar annesütü dışında bir şey almaz, katı gıdaları erteleriz ve annesütü de düşük oranda emilimi yüksek K vitamini içerir. Yüksek düzeyde K vitamini bu safhada karaciğere yüklenip yoracağı gibi (başka birtakım sorunlarla beraber) beyin hasarına da yol açabilir. Bebek büyüdükçe sindirim sistemi organları, içini çevreleyen mukozal tabaka, bağırsak florası ve enzim fonksiyonları gelişecek, bebek daha fazla K vitamini proses edebilir hale gelecek. K vitaminininin doğumda düşük seviyede olması…gayet anlaşılır bir şey.

İkincisi, göbek kordonu kanında kök hücreler vardır ve kanamaya karşı bebeği koruduğu gibi yenidoğanın bedeninde onarılacak her ne varsa kökhücreler görev başındadır. İşin can alıcı kısmı şu; bebeğin bu koruyucu kökhücre akımını alabilmesi için kordonun erkenden kesilmemesi, kanın da bu kökhücrelerin rahatlıkla hareket edebileceği ve işlev görebileceği şekilde ince olması gerekir. İşe bakın siz, bebeklerin kanamaya karşı kendi koruyucu mekanizması olsun, organları onarsın…fakat bu, bebeklere doğumda rutin K vitamini iğnesi uygulaması yerleştikten sonra keşfedilsin.

Üçüncüsü, yenidoğanlarda K vitamini seviyesinin düşük olmasının nedeni, bağırsaklarının henüz bunu sentezlemek için gerekli olan bakteri kolonizasyonundan mahrum olması ve “K vitamini döngüsü”nün yenidoğanlarda henüz çalışmıyor olması olabilir. O halde bağırsakları atlayıp K vitaminini doğrudan kasa zerk etmemiz gayet mantıklı bir hareket, değil mi? Ancak bir sorun daha var; bebeklerin böbrekleri de daha tam çalışmıyor ki.

Dördüncüsü, bebekler kanlarında yetişkinlere göre düşük K vitamini seviyeleriyle doğuyor, evet, ama bu seviye bile sorun önlemeye yetiyor; yani, (örneğin benimki gibi) bebeğinizden günlük topu kanı alınması gerekse veya (kızkardeşiminki gibi) bebeğinizin çürük/morluğu olsa bile illa önleyici (profilaktik) olarak K vitamini kullanmanız gerekmiyor.

Son olarak da, bebeklerin doğumdaki düşük K vitamini seviyesini haklı çıkaracak doğal birtakım koruma mekanizmalarına sahip olduğunu destekleyen çeşitli klinik olgu sunumları var (buradan ve buradan okuyabilirsiniz). Sizi bilmem ama bana kalırsa “iğneni yap, sonra oturur düşünürsün”den ziyade, önce ‘bu K vitamininin düşük olmasının hikmeti nedir’in cevabını bulmamız lazım.

K vitamini ebeveyn ve çocuklara niye bu şekilde dayatılıyor biliyor musunuz? Çünkü ilaç şirketleri para kaybetmeyi sevmiyor, doktorlar emirlerine karşı çıkılmasından hazzetmiyor, Amerikan Pediyatri Akademisi de uygulamadaki tavsiyesini değiştirmeye çekiniyor. Bizzat kendi doğum prosedürlerimizin yarattığı hasarın, sünnetin, aşıların, ilaçların ve gereksiz yere yapılan tıbbi müdahalelerin yol açabileceği kanamaları önlemek için baştan her bebeğe K vitamini iğnesi basmak çok daha kolay da ondan. Yenidoğanın bedenine yaşadığı her şeyin üzerine bir de, hani şu kömür-katranından elde edilen, üzerinde ölüme yol açabilir diye siyah kutu uyarısı bulunan antifriz katılmış, sentetik bir vitaminin akılalmaz yükseklikte dozuyla saldırıya geçmenin nasıl bir sakıncası olabilir ki, tamamen mantıklı bir davranış bu.

Kendisi dışında başka herşeyden kaynaklanacak bebek ölümlerini önlemek yücelik hakikaten ve fakat, bebeklerimize yine bir başka farmasötik ilaç enjekte etmek dışında bir çözüm yok mudur? Alın size birkaç fikir:

– gebelikte K vitamininden zengin bir diyetle beslenin,

– antibiyotiklere, yatıştırıcı/uyku haplarına, kan sulandırıcılara, antidepresan ve antikonvülzif ilaçlara “hayır deyiverin”,

– bebeğinizin kanama geçirme riskini arttıracak müdahalelerden gebelik süresince ve doğum esasında mümkün mertebe kaçının,

– kordonu geç kesin,

– aşı yaptırmayın,

– sünnet ettirmeyin (ya da en azından K vitamini müdahalesinin gerekmediği 8. güne kadar bekleyin).

Ve bir de, hazır yeri gelmişken…bir beş dakikamızı ayırıp da kanama riski yüksek olabilecek yenidoğanları “tarama”dan geçirme ve Hollanda’nın kullandığı, hakkında gayet sağlam araştırmalar bulunan oral K vitamini programına geçme fikrine ne dersiniz? Hiçbir çocuğu gereksiz bir müdahaleyle riske sokmak istemeyiz, değil mi?

Ben şahsen kendi çocuklarım için biyoloji, kanıt, ihtiyat ve sağduyudan yana karar almayı seçiyorum. İster Tanrı’ya inanıyor olun ister biyolojiye, ikisi de çuvallamış değil bana kalırsa ve “veriler” de şu ana kadar bunun aksini göstermiş değil. Katılanlar?

 

Tıp hekimi değilim ve buradakiler de tıbbi tavsiye değil. Sade bir ebeveyn olarak kendi naçizane görüşlerimi aktarıyorum sadece. Sorumluluk reddini okumak isteyenler burayı tıklayabilir, düzenli sağduyu dozuna ihtiyaç duyanlar Living Whole’a abone olabilir veya Facebook’tan takip edebilirler.

K Vitamini Enjeksiyonu

K Vitamini Enjeksiyonu

Doğumdan hemen sonra vurulan Hep-B aşısının dışında, bugün artık rutin olarak yapılan K vitamini enjeksiyonu çoğu ailenin radarından kaçıyor maalesef ve hatta ne Hep-B aşısının vurulduğundan ne de bu diğer iğnenin yapıldığından haberdar dahi edilmeyen anne-babalar var.

K vitamini kanı koyulaşturmak ve hemorajı önlemek için yapılıyor evet, fakat dikkatten kaçan pekçok nokta var bu uygulamada.

1. Hemen her bebeğin doğumdan sonraki ilk 7 gün boyunca kanı son derece incedir, 8. günde kan koyuluğu “normal”e (yetişkinlerin düzeyine) döner. Ancak bu maalesef tıp camiasınca tüm bebeklerde doğuştan “K vitamini eksikliği” olduğu şeklinde düşünülmekte. Acaba doğumda bebeğin kanının ince olmasının altında ne gibi bir neden yatar ve doğa bunu niye öngörmüş, bu ne işe yarar diye düşünülmez. Bunu daha sonra açıklayacağım.

2. Doğumdan hemen sonra bebeklere uygulanan bu tip acı verici işlemlerin bebeklerin duyusal sistemlerinde ve bunu müteakip psikolojilerinde yarattığı travma hiç gözönüne alınmaz. Bebeklere yaşatılan bu fiziksel acı içeren travmaların kısa ve uzun dönemde yarattığı olumsuz etkileri incelemiş önemli araştırma ve makaleler var, ancak hekimlerimiz bunlardan ne kadar haberdar bilemiyorum.

3. Yapılan iğnedeki K vitamini oranı yenidoğanın kanındaki oranın 20,000 katıdır. Bu dozu tutup yetişkin insan kanındaki düzeye göre ayarlıyorlar. Yani yenidoğanların kanındaki K-vit oranı yetişkinlerin düzeyinde değil diye bunu “anormal” bir durum olarak kabul ediyorlar. Sürekli atlanılan nokta; yenidoğan ve bebekler, yetişkinlerin küçük birer kopyası değildir.

1985 yılından beri tıp dünyası ‘oral K vitamini’nin bebekteki K-vit seviyesini 300 ila 4,000 kat arttırdığını, iğne şeklindekinin ise bebeğin kanını bir yetişkinin kanından 9,000 kat daha fazla koyulaştırdığını biliyor. Tanrının hatalı dizaynı sonucu bu bebeklerde K-vit eksikliği tespit etmiş hekimler kanı pıhtılaşmaz, hemoraja götürür diye düşünüp müdahale etme zorunluluğu hissediyorlar.

4. İğnelerde kullanılan birtakım koruyucular, bebeğe zarar vereceği tıbben kabul görmüş toksinlerden oluşuyor: Fenol, benzil alkol, asetik asit, hidroklorik asit, lesitin, hintyağı vb.

5. Bu tip büyük dozda K vitamini ayrıca ‘yenidoğan sarılığı’na yol açan faktörlerden. Bir tarafı düzeltelim derken bir başka yeri bozmak modern tıbbın birtürlü kurtulamadığı çıkmazı maalesef…

6. Anne sütünden önce gelen kolostrumda K vitamini bulunuyor, bebeklerin doğar doğmaz meme almasının önemini vurgulamaları gerek kadın doğumcu ve ebelerin.

7. Normalde K vitaminini yediğimiz gıdalardan alıyoruz, sindirim sisteminden emilimi gerçekleşiyor. Ancak iğne kas arasına enjekte ediliyor ki bu da vücudun almaya alışık olmadığı bir yol vitamini. Bu noktada, K vitamini gerektiren durumlarda anne-babaların ‘oral vitamin’i tercih etmeleri çok daha yerinde olacaktır.

8. Enjeksiyon ayrıca hastane gibi tehlikeli mikroplar açısından oldukça zengin bir ortamda enfeksiyon riskini de beraberinde getiriyor yenidoğan için.

Yenidoğanlarda hemoraj riskini arttıran nedenlere bakalım:

  • Prematüre doğum
  • Düşük doğum ağırlığı
  • Doğumda forseps veya vakum kullanımı
  • Annenin gebelik esnasında antibiyotik, antikoagülan, antikonvülsan ve diğer bazı ilaçları kullanımı
  • Karaciğer rahatsızlığı
  • Özellikle doğumun itme safhasında bebeğin aşırı hızlı dışarı çıkması veya bu sürecin aşırı uzun sürmesi
  • Sezaryenle doğum

Doğumda epidural anestezi, damardan verilen narkotikler, ‘internal fetal monitoring’ denilen bebeğin başına elektrod takılarak takip, suni sancı veya forseps/vakum gibi yöntemler uygulanmadığı ve göbek kordonu ERKEN KLEMPLENMEDİĞİ sürece bebekte hemoraj riski oldukça azdır.

Gelelim yenidoğanlarda kanın neden bu denli ince olduğuna…

Yanıt: Kökhücreler!

Doğanın yenidoğan için öngördüğü ilk kökhücre transfüzyonu kordon kanı vasıtasıyla gerçekleşiyor.

Düne kadar tıbbi atık olarak görülen kordon kanı bugün artık dünya para verilerek özel kökhücre bankalarında saklanıyor ve ileride ortaya çıkabilecek kanser vb hastalıkların tedavisinde çocuk veya yetişkin için kullanılıyor. Ancak önemli olan nokta şu: kordondaki bu kan bankaya konmak için öngörülmemiş, yenidoğanın bu kanı ve ihtiva ettiği kükhücreleri almaya ihtiyacı var ve doğum sonrasında erkenden klemplenen göbek bağı yüzünden bebekler bu haktan ve mucize şifadan mahrum bırakılıyorlar!

Kordondaki bu kökhücreler vücudun her yerine ulaşabiliyor-kan-beyin bariyerini bile geçiyor- ve her şeyi yapmaya muktedir, çünkü tıptaki adıyla ‘pluripotent’ler. Bu özellikleri sayesinde vücutta hertürlü hücreyi onarma kabiliyetleri var. Ancak tabii bebek bu kökhücrelere sahipse mümkün bu, bankada saklanan kordon kanının bebeğe hiçbir faydası yok.

Doğal doğumla dünyaya gelen bebeklerin yüzde otuzunda, 10 santimlik bir aralıktan sıkışarak geçtikleri için ‘intrakraniyal hemoraj’ ve diğer sorunların oluştuğu biliniyor. Bu sorunların tamiri için ise en iyi yol kordon kanındaki kökhücrelerin sorunlu bölgeye anında intikal edip gerekli temizliği yapması. Bunu yapabilecek başka hiçbir şey yok, zira kolostrum ve süt [anne sütünde de kökhücreler bulunmaktadır] henüz gelmemiş.

Şimdi işin can alıcı kısmı… Bu kökhücrelerin vücudun herhangi bir yerine hızla intikali için içinden kolaylıkla geçip manevra yapabileceği, İNCE kana ihtiyaç var. Oysa siz yüklediğiniz K vitaminiyle güzelim akışkan kanı balçığa döndürdünüz, bu iyice koyulaşmış kanda kökhücrelerin görev yapması, gereken yere ulaşması çok zor artık.

Umuyorum tıp camiası birgün bu bankalarda saklanan kökhücrelerin, ki yararları yadsınamaz, esas olarak yenidoğanın hemen doğum sonrasında alması gerektiğini, erkenden klempledikleri kordonlarla bebekleri bu haktan mahrum bıraktıklarını [kordonda nabız bitene, kuruyup sertleşene dek kesilmemelidir!] ve doğal olarak önlenip giderilebilecek pekçok tıbbi sorunun da kapısını araladıklarını idrak ederler.