Aşılardaki Alüminyum ve Otizm Bağlantısı

Aşılardaki Alüminyum ve Otizm Bağlantısı

Çok kısa bir literatür ve aşı prospektüs taramasıyla şaşırtıcı bilgilere ulaşılıyor. Şöyle ki:

  • Hepatit B aşısı (Engerix-B) doğumda, 2. ve 6. aylarda vuruluyor; her dozda 250 mcg (mikrogram) alüminyum var.

  • DtaB (Infanrix) aşısı 2, 4, 6 ve 18 aylarda vuruluyor; her dozda 625 mcg alüminyum var.

  • Hib aşısı (Pedvax) 2, 4 ve 18. aylarda vuruluyor; her dozda 225 mcg alüminyum var.

  • Konjüge Pnömokok aşısı (PCV/Prevnar) 2, 4, 6 ve 12. aylarda vuruluyor; her dozda 125 mcg alüminyum var.

  • Hepatit A (Havrix) aşısı 18 ve 24. aylarda vuruluyor; her dozda 250 mcg alüminyum var.

Yani, devletin önerdiği rutin aşıları olan bebeklerin vücuduna 18 ayda tam 4675 mcg (4.5 mg’nin üzerinde) alüminyum zerk edilmiş oluyor.

[Alüminyum miktarı olunan aşının markasına göre değişiklik gösterebilir; bilgi için prospektüslerine bakınız.]

Alüminyum çok küçük miktarlarda bile nörotoksik etki gösteren bir metaldir ve zararları uzun zamandan beri bilinmektedir. Kaynak 1; Kaynak 2

Ta 1927’de, Michigan Üniversitesi’nden toksikoloji uzmanı Dr. Victor Vaughn, Federal Ticaret Komisyonu önünde verdiği ifadede “subkutanöz (deri altından) ve intravenöz (damar içinden) vücuda zerk edilecek hertürlü alüminyum tuzunun zehirli” olduğunu söylemiştir.

Amerikan Pediyatri Akademisi’ne göre ise “alüminyumun bugün sinir sistemi ve diğer dokulardaki çeşitli hücresel ve metabolik süreçleri sekteye uğrattığına dair bulgular mevcuttur”. Kaynak

Bu da bazı bilimadamı ve araştırmacıların alüminyumun otizmde rolü olabileceğini dile getirmesine yol açmıştır. Kaynak 1; Kaynak 2

Mevcut bazı bilimsel kanıtlar da bu olasılığı güçlendirmektedir. Örneğin 1997’de New England Journal of Medicine dergisinde yayımlanan veriler, PREMATÜRE BEBEKLERE ENJEKTE EDİLDİĞİ TAKDİRDE ALÜMİNYUMUN KAN, KEMİKLER VE BEYİNDE TOKSİK SEVİYELERE ULAŞABİLDİĞİ ve ALÜMİNYUM TOKSİSİTESİNİN 18. AYDA ZİHİNSEL ÖZÜRLER DE DAHİL OLMAK ÜZERE NÖROLOJİK HASARA YOL AÇABİLECEĞİni gösteriyor. Kaynak

Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi (FDA) de alüminyumun tehlikesinden haberdar. FDA’in önemli bir ilaç değerlendirme belgesinde aynen şu ifade geçiyor:

“Araştırmalara göre prematüre yenidoğanlar da dahil olmak üzere böbrek fonksiyonu yetersizliği olan hastalara vücut ağırlıklarının kg’ı başına günde 4 ila 5 mcg‘nin üzerinde alüminyum zerk edilmesi, merkezi sinir sistemi ve kemik toksisitesi ile ilişkilendirilebilecek seviyede alüminyum birikimine yol açmaktadır. Daha düşük dozlarda dahi dokularda alüminyum biriktiği görülmektedir.” Kaynak

Buna göre, 2 kilo 700 gramlık bir bebek için 11-14 mcg’lik alüminyum zehirli demektir. Doğumda vurulan Hepatit B aşısı 250 mcg alüm. içerdiğine göre, güvenli kabul edilen seviyenin 20 kat üzerindedir!

Takvimdeki aşılardan 1,125 mcg alüminyum alan 2 aylık bir bebek 5.5 kg civarında olduğuna göre, güvenli kabul edilen seviyenin 50 katından fazla alüminyum almış demektir.

Elbette böbrek fonksiyonu düzgün, sağlıklı bebeklerin vücudu bu değerlerin üzerinde alüminyumu kaldırabilecektir. Ancak ne kadar daha fazlasını kaldırabilecekleri kesin olarak bilinmiyor, çünkü bunu ölçecek hiçbir çalışma yapılmış değil. Ayrıca, bebeklerin aşılamadan önce böbrek fonksiyonları da kontrol edilmiyor. O yüzden de hangi bebeğin alüminyum zehirlenmesi geçireceğini önceden bilmek mümkün değil. Onun yerine, anne-babalardan bebekleriyle Rus Ruleti oynamaları isteniyor. Alüminyumsuz aşılar çok daha güvenli opsiyonlar olacaktır bu durumda.

Grip aşısıysa at sepete!

Grip aşısıysa at sepete!

Dr. Darrel O. Crain’den hem eğlendiren hem de bilgilendiren bir anekdot. Bir de sağlık üzerine yazdığı kitap var, buradan görebilirsiniz.

“Biraz alışveriş yapmak için büyük alışveriş merkezlerinden birine girdim. Çalışanları öyle dar gelirli ki çoğu devletin gıda kuponu programına dahil. Tuhaflığa bakın!

Girişte Marge adında bir çalışan duruyordu ve bana grip aşısı isteyip istemediğimi sordu.

– Nasıl yani, siz burada grip aşısı da mı satıyorsunuz?

– Evet, hemen bugün burada aşıyı olabilirsiniz. Şuradaki bankoyu görüyor musunuz? İğne olmak zorunda da değilsiniz, sprey aşıyı burnunuza çektiniz mi tamam.

– Vay, burundan spreyle hem de?

– Grip olmak istememezsiniz herhalde?

– Yok, katiyen istemem. Şimdi bu aşı gribi önlüyor yani, öyle mi?

– Herhalde, yoksa niye olalım ki aşıyı?

– Hey Marge, sen hiç bir kişinin gripten korunması için kaç kişinin aşılanması gerektiğini araştırdın mı?

– Hayır.

– Her yıl tek bir kişiyi gripten korumak için tam yüz kişinin aşılanması gerekiyor.

– Oh. Ne? Ciddi mi?

– Hı hı. Bak Marge, belli ki hamilesin, sen bu burun aşısını oldun mu?

– Evet.

– Peki olmadan önce aşının güvenlik bilgi formundaki uyarıları hiç açıp okudun mu?

– Hayır.

– Aşıyı yapmadan önce sana kimse bilgi formunda ne tip uyarılar olduğundan bahsetti mi?

– Hayır.

– Marge, bak, şimdi sen bu alışveriş merkezinde durup insanlara bu grip aşıları tamamen güvenlidir; gebe kadınlar, emziren anneler, yaşlılar ve çocuklarda gribi önler diyorsun değil mi?

– Evet, öyle diyorum.

– Peki, bak aşının prospektüsünde ne yazıyor: Sprey grip aşısının hamilelerde, emziren kadınlarda, yaşlılarda veya 2 yaş altındaki çocuklarda kullanımının güvenli olup olmadığına dair hiçbir çalışma yapılmamıştır. Hiçbir şekilde test edilmemiş. Ama bildiğimiz bir şey var o da tek bir kişi grip olmasın diye 100 kişiyi aşılamamız gerektiği.

– Oh.

– Prospektüste ayrıca sprey aşıyı olan 2 yaş altı çocukların hastaneye kaldırılma ve göğüste hırıltı hışıltı riskinin de yüksek olduğu yazıyor. Göğüste hırıltı ve hastane yatışı. Grip aşısını oldular diye. Ve bir çocuk grip olmasın diye yüz çocuğu aşılayacağız bir de.

– Oh.

– Bak burada ayrıca ne diyor: spreyi burnunuza çektikten sonraki 21 gün boyunca etrafınızdaki herkese canlı grip mikroplarını bulaştırma ihtimaliniz var. Bağışıklık sistemi zayıf kimsenin yanına yaklaşmaman gerektiğini söylüyor. Kalp hastaları, diyabetliler, böbrek sorunu olanlar, karaciğer rahatsızlığı olanlar, kanserliler, astım ve göğsünde hırıltı hışıltı olanlar. 3 hafta boyunca yanına yaklaşmaman gereken bir hayli insan var yani.

– Oh.

– Marge, Utah’ta 19 yaşında bir genç bu senenin grip aşısını olduktan sonra komaya girip bir iki hafta sonra da öldü. Ama biz yine de 1 genci gripten korumak için başka 99 genci aşılayalım, değil mi?

– Aman Allah’ım. Aman Allah’ım.”

 

19 Yaşındaki Genç İlk Grip Aşısından Sonra Ölüyor

19 Yaşındaki Genç İlk Grip Aşısından Sonra Ölüyor

“Öyle sağlıklıydı ki. Saf ve temizdi. Gribi atlatabilirdi. Keşke aşıyı olacağına grip olsaydı,” diyor gencin annesi.

Chandler Webb, ekimde hayatının ilk grip aşısını olduğunun ertesi günü ağır hastalanıyor. Annesi, Lori Webb, oğlunun aşıdan sonra kusmaya ve sarsılmaya başladığını, bu yüzden de Salt Lake City’deki hastaneye götürdüğünü söylüyor.

Bundan bir gün sonra ise Chandler komaya giriyor ve aradan geçen 28 günün sonunda da yaşam ünitesi kapatılıyor.

İlgili videoyu Türkçe altyazılı olarak izleyebilirsiniz.

http://www.youtube.com/watch?v=0Clvh40A6hM#t=45

Polio’nun Gerçek Tarihi – Dr. Suzanne Humphries

Polio’nun Gerçek Tarihi – Dr. Suzanne Humphries

Screenshot from 2013-11-24 16:20:29“Toplu aşılama programı insanları gütmeye temayüllüdür. İnsanlar sığır veya koyun sürüsü değildir oysa. Sürü gibi güdülmemeleri gerekir. Toplu aşılama programı doğası gereği problemi fazlasıyla baside indirgemek ister hep; faydalarını abartır; doğabilecek tehlikeleri minimize eder ve hatta tümden yok sayar; bilimsel düzeyde belirli bir ihtiyatla yükseltilmiş karşıt sesler istemez karşısında ve mümkünse bunları susturur; ortada bir neden yokken bir acil durum havası yaratır; vatandaşları öyle bir şevke getirir ki neredeyse sabırsızlanırlar, hatta tahammülleri kalmaz aşıyı beklemeye; karantina durumunda devletin kolluk güçlerinin yetki sınırını fazlasıyla aşmasına olanak verir; kompleks olayları baside indirger; itibarsızlaşmış bir aşıyı tutar yıllar yılı savunmaya ve desteklemeye devam eder;… dürüst ve aydınlatılmış rıza konseptini alaya alır.[1]

Aşı konusunda kafa karışıklığı had safhada, özellikle de okudukları fakülteye itimadı tam, beyni yıkanmış doktorlar arasında. Bakıyorsunuz hiçbir şeyden haberi olmayan halk da bu doktorlara güveniyor…işin en doğrusunu tıpçılar bilir çünkü, öyle değil mi? Hem doktorlar da iyi insanlar sonuçta, bizim iyiliğimiz için çalışıyorlar. Doğrudur. Bir zamanlar ben de medikal sistemin himmetine inanan o beyni yıkanmış doktorlardan biriydim ve öğrendiğim her şeyin modern zamanların sunabileceğinin en iyisi olduğuna inanırdım. Oysa şimdi, tıp fakültesinde öğretilenlerin büyük çoğunluğunu ne kadar kısıtlı bilgiden ibaret olduğu gün gibi aşikar benim için. Artık doktorların çoğunun, kendilerine öğretilen dogmayı sorgusuz sualsiz, harfiyen yerine getirmekle mükellef ve gözlerinin önünde cereyan eden gerçekler aksini gösterse dahi sadakatle tekrar tekrar gösterdikleri kör itaatin karşılığında mükafatını alan köle teknisyenlerden pek farkı olmadığını biliyorum.

Doktorların çoğunun bilmediği bir gerçek var; Salk aşısındaki ölümcül canlı poliovirüsü yüzlerce çocuğu ve etraflarındaki temaslı bireyleri paralize ederken, toplum sağlığı yetkililerinin kapsamlı bir makyajlama çalışmasıyla aşının tarihini baştan yazdıkları. 1955 – 1961 yılları arasında polio insidansını azalttığı iddia edilen aşılardan bahsediyoruz burada! Oysa o yıllarda polio insidansındaki “düşüş”ün ardında yatan başka bir meşhum neden var; 1955’te poliovirüsü enfeksiyonları oldukça yaratıcı bir şekilde yeniden tanımlanıyor, nedeni de çoğu “polio” paralizisi olgusunun sisteminde poliovirüsü filan bulunmadığı gerçeğini “gizlemek”. Salk aşısının itibarı bu şekilde korunurken, tarihin suları fazlasıyla bulandırılmış oluyor.

En büyük salgınlarda bile uzun süreli paraliziye yol açan tek faktörlü poilovirüsü enfeksiyonu oldukça düşük insidansa sahip olmasına rağmen[2], Basil O’Connor’ın “March of Dimes” (Metelik Geçit Töreni) adlı reklam kampanyaları bunu yanlış bir şekilde sanki dört bir yanda kol gezip insaları kötürüm bırakan amansız bir hastalık olarak yansıtıyor. Basil O’Connor, Salk’un aşısını fonlamak için bu kampanyayla yılda 45 milyon dolar toplayadursun, dönemin bilimadamları Coxsackie, echo ve enterovirüsler gibi başka virüslerin de polio’ya yol açabildiğini farketmeye başlıyorlar. Bilimadamları ayrıca kurşun, arsenik, DDT ve kullanımı yaygın diğer nörotoksinlerin de polio’yla birebir aynı lezyonları oluşturduğunu ifade etmeye başlıyorlar. ABD’deki büyük salgınlar süresince alternatif hekimler, o günün koşullarında mevcut detoks protokolleri ile büyük bir başarıyla hastalık patolojisini tersine çevirmeyi başarıyor, ancak bu tedavi yöntemleri ve elde edilen başarı koşulsuz şekilde yok sayılıyor[3].

Bugün artık tıp literatüründe polio’ya başka virüslerin de yol açabileceği kabul edilmişken, genel kamuoyunun bundan haberi dahi yok.

1954’ten önce Transvers Miyelit, viral veya “aseptik” menenjit, (Franklin, D. Roosevelt’in muzdarip olduğu) Guillain-Barre Sendromu (GBS)[4], Çin Paralitik Sendromu, Kronik Yorgunluk Sendromu, epidemik kolera, kolera morbus, spinal menenjit, spinal apopleksi, inhibitör palsi, aralıklı ateş, tifüs (lekeli humma), worm fever, safra çıkışlı remitan ateş, ergotizm, post-polio sendromu, akut flask paralizi (AFP) gibi hastalıkların “poliomiyelit” (polio sekeli) adı ardına saklandığına hiç şüphe yok.

“Akut Flask Paralizi” şemsiye terimi altında ise Poliomiyelit, Transvers Miyelit, Guillain-Barre sendromu, enteroviral ensefalopati, travmatik nörit, Reye’s sendromu vb hastalıklar toplanıyor.

Polio’nun eradike edildiğine inanmadan önce şu AFP ve Polio grafiğine bir bakın. 1996 öncesine ait veri niye yok diye merak edecek olursanız da, DSÖ’nün websitesinde AFP sayfasına gidebilir, burada 1996 öncesine ait veri bulunmadığını ancak AFP’nin bugün 2011’de dahi yükselişte olduğunu görebilirsiniz. Akut Flask Paralizi (AFP), 1955’te adı polio olan ve aniden gelişen felç durumunu anlatmak için kullanılan bir isim sadece. Akut polio’ya dair en sık görülen belirti ve polio salgınlarında sürveyansta kullanılıyor. AFP bundan başka enterovirüsler, echovirüsler, adenovirüsler ve diğer bazı patojenik ajanlarla da ilişkilendiriliyor. Ancak 1955’te AFP olgularında polio haricinde bir şey saptamak için herhangi bir çaba görmüyoruz. Aşı kitlesel pazarlamaya geçtiği andan itibaren ise oyun değişiyor.
Screenshot from 2013-11-24 16:24:13

İnsanlar bana ‘peki ama tüm o demir ciğerdeki çocuklar bugün nerede’ diye sorduklarında ise John Hopkins’ten Dr. Douglas Kerr’e gidip sormaları gerektiğini söylüyorum. Dr. Kerr, Donna Jackson Nakazawa’nın “The Autoimmune Epidemic” (“Otoimmün Hastalık Salgını”) adlı kitabının sayfa xv’deki önsözünde şöyle diyor:

“Beş aylık bebeklerde bile Transvers Miyelit görülebiliyor ve bunlardan bir kısmı kalıcı felç geçirip ömür boyu nefes alabilmek için solunum cihazına bağımlı hale geliyor… John Hopkins Hastanesi’ndeki meslektaşlarım ve ben her yıl yüzlerce yeni vaka görüyor veya duyuyoruz.”  

Acaba bir zamanlar adı polio olan bir hastalıktan bugün yüzlerce çocuğun muzdarip olduğunu ve bunların bir kısmının da ‘demir ciğer’ cihazının modern versiyonuna bağımlı yaşadığına dair halkın herhangi bir fikri var mı? Hayır. Bugün ebeveynler, korku yaratmak için gözlerine habire demir ciğerlere sokulmuş çocukların fotoğrafları sokulmadığı için Salk’un aşısının solunum cihazlarına gereksinimi tamamen ortadan kaldırdığına inanıyor. Üstelik, bugünün “demir ciğer”leri öyle denizaltı prototipi gibi de gözükmüyor. Bunların bugünün “solunum cihazları” olduğu hemen hiç fark edilmiyor bile.

Polio aşısı, FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) tarihinin en hızlı ruhsatlandırılmış ilacı olma özelliğine sahip. Ticari üretim iznini Ruhsatlandırma Komitesi’nin baskı altında yürütülen yalnızca 2 saatlik toplantısının ardından alıveriyor. Bu komitede görevli bilimadamları; akademisyen veya hastane hekimleri aşının güvenlik çalışmalarına dair yayımlanmış herhangi bir raporu okuma fırsatı dahi bulamadan ve yürütülen büyük polio deneyinin sonuçları daha herhangi bir tp dergisinde yayımlanmamışken aşının piyasaya sürülüşüne şahit oluyor. Şayet bu bilimadamlarına daha fazla sözhakkı verilmiş olsaydı, herikisi de aşının alelacele ruhsatlandırılmasından sadece bir iki hafta sonra aşılananlarda felç ve ölüme yol açan “Cutter” Felaketi ve “Wyeth” Problemi gibi olaylar muhtemelen yaşanmayacaktı.

“Toplantıya kadar aşının dağıtımı deneysel ürün kategorisinde yapılmıştı, ruhsatlı ürün olarak değil…komiteden ivedilikle bir karara varması istendi…Dr. Francis’in verdiği rapor üzerinde biraz tartışıldı ancak bunu derinlemesine tartışacak pozisyonda değildik zira raporu o sabahtan önce görmemiştik bile, sunumun ardından dağıtıldı bize…üzerimizde şu manada bir baskı vardı, bize süratin hayati önem taşıdığı söylendi ve akşam saat 5 olduğunda bazılarımız meseleyi biraz daha tartışma ihtiyacı hissettiğimizi bildirdik. Bize konunun daha fazla tartışılmasının toplantının bir sonraki haftaya kayması demek olduğu ve bu durumda Washington veya Besthesda’ya gitmemiz gerekeceği söylendi, ki çoğu üye bunu yapmak istemiyordu. Yani aslına bakılırsa, normalde yapacağımızdan daha erken karara varmamız için baskı oluşturuldu. …Kararda yaşanan olayların payı vardı anlayacağınız.[5]

Ve modern zamanların aşılamaya olan inancının temelini oluşturan polio hikayesinin daha sadece başı bu.

Güvenli aşı yoktur. Aşı “etkilidir” dendiğinde bu sadece vücutta antikor yanıtı oluşturduğu anlamına gelir, sizi hastalıktan koruduğu anlamına değil. Çocukları sağlık tutmanın, kan beyin bariyerlerinde yangı oluşturup zayıflatan ve potansiyel olarak enflamasyon ve başka problemlere yol açan hastalık mikrobu, kimyasallar, hayvan DNA’sı, hayvan proteinleri, deterjanlar ve sürfaktanlar zerk etmekten başka birçok yolu var.

Doktorlara tıp fakültesinde aşılarla ilgili verilen eğitim neden ibarettir biliyor musunuz? Pediyatri eğitimimiz sırasında aşıların takvime uygun verilmesi gerektiğini öğreniriz. Çiçek ve polio’nun kökünün aşılarla kurutulmuş olduğunu öğreniriz. Difteri tedavisini öğrenmemize gerek olmadığını, çünkü zaten hiç görmeyeceğimizi öğreniriz. “Aşılar güvenli ve etkilidir” mantrası ile endoktrine oluruz – kaldı ki her iki önerme de gerçek dışıdır.

Doktorlar bugün “tereddütlü” ebeveynlerle nasıl konuşmaları gerektiğine–doğal enfeksiyon risklerini ziyadesiyle şişirip nasıl korkutacaklarına– dair sıkı bir eğitimden geçerler. Anne-babaları aşıya razı etmek için baskı ve zor kullanımının veya çocuğun tıbbi bakımının üslenilmemesiyle tehdit etmenin gerekliliği üzerine eğitilirler. Doktorlara hiçbir aşı hakkında katiyen TEK BİR kötü şey söylenmemesi gerektiği öğretilir.

Tarihsel olarak, ölüm saçan çiçek aşısı zamanından beri toplu aşılama uygulamalarına karşı duruş sergileyen aklı başında, derin, akademik boyutta tartışmalara imkan verilmemiş, susturulma yoluna gidilmiştir. Bu olup bitenler gayet açık ve net şekilde, yandaşçılık ve korporatizmin işgali altındaki sağlık endüstrisinde dönen politik entrikalardan ibarettir.

CNN, Fox haber bültenlerinde veya anaakım literatürde aşılamaya karşı çıkan ciddi anlamda bilgili, saygın doktorların fikirleri yasaklıdır. Bu tip medya kanallarında sesleri duyulduğu takdirde, bugüne kadar saf saf kendilerini dinleyen halk yüzseksen derece dönüş yapar diye herhalde. Oysa anaakım medyanın aşı konusuna uygun bulduğu tanıtım şekli şudur; çoğunlukla, çocuğu aşıdan zarar gördükten sonra aşıya karşıt tavır alan bir anne ya da babanın karşısına TV’de program yapan meşhur bir doktor çıkartılır. Dr. Stork örneğin, Jenny McCarthy’yi konuk ettiği programda JB Handley lafını keserek yanlışını yüzüne vurup seyircilerden de destek alınca tam bir öfke nöbetine tutuluyor.

Dr. Sears’ın aşılamanın tarihi ve bulaşıcı hastalıklarda yaşanan düşüşle ilgili yaptığı düpedüz delüzyonel bildirimleri şimdilik bir tarafa bırakalım. JB Handley’nin programda seyirciden alkış alması ve buna rağmen editlenmemesi televizyonda türüne az rastlanır bir olaydı. Ticari televizyon kanallarındaki standart yaklaşım, medyatik doktora veya Paul Offit gibilere denk aşı-karşıtı bir hekim yokmuş gibi davranmaktır oysa. Bu şekilde, salt küçümsedikleri ve herkesin önünde alt edebilecekleri kişileri alabiliyorlar programlara ancak. JB’yi altta kalmadığı ve bu medyatik doktora haddini bildirdiği için tebrik ediyorum. Aşı oyunu tarih boyunca hep böyle oynanmıştır işte: bilgili, donanımlı doktor ve bilimadamlarının görüşlerini kameralar yansıtmasın, hakemli dergilerde yer bulamasın bu görüşler ve aşı-karşıtı pozisyonu sadece kısıtlı bir perspektifle temsil edilsin.

Eğer aşılamanın güvenlik ve etkinliği ile ilgili şüphelerimiz varsa lütfen merakınızı yitirmeyin, zira çocuklarınızın hayatı buna bağlı olabilir. Muhtemelen pek çoğumuz gibi sizin de bu süreçte öğrenilmişliklerden kurtulma yolunda oldukça yol almanız gerekecek.

[1] Clinton R. Miller’ın beyanı, İntensif İmmünizasyon Programları, 15 ve 16 Mayıs, 1962. Eyaletlerarası ve Dış Ticaret Temsilciler Meclisi’nde yürütülen duruşmalar, 87. kongre, ikinci oturum; H. R. 10541.

[2] Meier, P. 1978. “Dünyanın en büyük toplum sağlığı deneyi: Salk poliomiyelit aşısının 1954 deneyi.”  İstatistik: Bilinmeyen için Rehber, Ed. J. M. Tanur, ve arkadaşları, sf. 3-15. San Francisco: Holden Day.

[3] Scobey, R. 1952.  “Poliomiyelit ile zehir bağlantısı ve araştırmaların engellenişi.”  Arch.  Pediatr.  April;69(4):172-93.

[4] Goldman.2003.”Franklin Delano Roosevelt’in paralitik hastalığının nedeni neydi?” J Med Biog, 11:233-240.

[5] Opening brief of Defendant and Appellant Cutter Laboratories Gottsdanker v. Cutter Laboratories (1960) 182 Cal. App.2d 602 sf. 31-33.

 

 

Diş Çürüklerini Anlayalım, Doğal Yoldan Tedavi Edelim

Diş Çürüklerini Anlayalım, Doğal Yoldan Tedavi Edelim

Doğal Yoldan Diş Çürüğü Tedavisi

Vücuda ihtiyacı olanı verdiğinizde tadavisi imkansız diye düşündüğümüz şeyleri iyileştirebileceği gerçeğine dünya yavaş yavaş uyanıyor. İyileştirilemeyeceği düşünülen sağlık sorunlarından biri de çürükler, oysa diş çürüğünün tabiatı ile ilgili geniş araştırmalar sonucu elde edilmiş bilgiler ve tabii ispatlanmış çareler artık gün yüzüne çıkıyor.

Diş Çürükleri ile İlgili Yalanlar

Amerika Diş Hekimleri Derneği’ne göre dişte çürük oluşumu nedenleri şunlar:

Diş çürüğü; süt, gazoz, kuru üzüm, kek veya şekerleme tarzı şeker ve nişasta ihtiva eden karbohidratlı gıdaların dişte uzun süre kalmasıyla oluşur. Ağızdaki bakteriler bu tip gıdalardan beslenerek çoğalır ve bu da asit oluşumuna neden olur. Zamanla bu asitler diş minesini oyar ve dişte çürük meydana gelir.”

Bu teoriyle ilgili belli başlı sorunlardan bazıları şöyle:

  • Dişleri sürekli mayalanabilir karbohidratlarla kaplı yaşayan ve diş ipi veya ağız fırçalama tekniklerini kullanmayan yerlilerin dişlerinde çok az hatta hiç çürük görülmüyor.
  • Bakteriler, besin değerinden yoksun işlenmiş şeker ve unu tüketmiyor.
  • Bakterilerin yemeyi sevdiği süt, sebze, et, balık ve meyve gibi gıdalar ise dikkat edilecek olursa diş çürüğü nedenleri arasında gösterilmiyor.

Peki diş çürüğünün modern açıklaması doğru olmadığına göre, diş çürüğünün asıl nedeni nedir?

Dişler Asıl Neden çürür?

Dr. Weston Price ve diğer öncü diş hekimlerinin araştımalarından şu üç ana faktöre ulaşıyoruz:

Gıdalardan yeterli mineral alınmaması.

• Gıdalardan yeterli ‘yağda çözünür’ vitamin (A, D, E ve K) alınmaması.
• Alınan besin öğelerinin vücut tarafından biyolojik olarak kullanılamaması ve barsaklarda düzgün emilim sağlanamaması. Bu faktörün başlıca nedeni ise fitik asit mevcudiyeti.

[Ed Not: Bu noktada Fitik Asit’le ilgili ek bilgi vermek istiyorum:

Fitik asit (inositol hekzofosfat (IP6) yada fitat) birçok bitki hücresinde depo halinde bulunan fosfordur. Özellikle buğday, pirinç, arpa, çavdar gibi bitkilerde ve fasulyede bulunur. İnsanlar bu yapıdaki fosforu sindiremezler çünkü insanlarda bu yapıyı parçalayabilen fitaz enzimi yoktur. Fitaz enzimi fitik asitten fosforu ayırmak için gerekli olan bir enzimdir.

Fitik asit, kalsiyum, magnezyum, demir, çinko gibi önemli mineraller ile bağ oluşturur ve mineraller fitat tarafından serbest bırakılmadığı için ve vücutta bulunmadığı için vücudun mineral eksikliğine neden olur. İnsanlar, özellikle çocuklar ve gelişen ülkelerdeki çocuklarda, vücut için gerekli temel mineralleri az miktarda alım sonucunda istenmeyen etkiler görülebilir. Gelişen ülkelerde en çok izlenen yol, tahıl ve tohumların fermantasyonu ile bu minerallerin kullanılabilirliğini arttırmaktır. Birçok bakteri fitaz enzimini etkin hale getirir. Laktik asit bakterileri tarafından tahıl ve tohumların fermantasyonu sonucu, fitat molekülü parçalanarak minerallerin kullanılabilirliği (biyo aktivitesini) arttırılmıştır.

Son zamanlarda, fitik asitin kanseri önleyici bir özellikte olup olmadığı hususunda araştırmalar yapılmış ve bu araştırmaların sonucunda, fitik asitin prostat, göğüs, pankreas ve kolon kanserlerine karşı bazı önleyici etki gösterdiği ortaya çıkmıştır. Fakat, bunun mekanizması henüz anlaşılamamıştır.

Referanslar:

  • Breast-Cancer-Res-Treat. 2005 May; 91(1): 35-45

  • J-Surg-Res. 2005 Jun 15; 126(2): 199-203

  • Anticancer-Res. 2005 Jul-Aug; 25(4): 2891-903]

Belirli bir süre vitamin ve minerallerden yoksun bir diyetle beslenildiğinde ve/veya diyet fazlaca fitat zengini gıdalardan (tahıllar, çekirdekler, yemişler ve baklagiller) oluştuğunda kan kimyası ve kalsiyum/fosfor oranında denge bozulur, bu da minerallerin kemiklerden çekilmesine ve tabii sonucunda da diş ve kemik kaybına neden olur.

Yani, şekerin dişte çürüğe neden olduğu inancı doğru, ancak bakteriler yediği ve açığa çıkardığı asit diş minesine zarar verdiği için değil, vücuttaki besin elementi (nutrient) deposunu boşalttığı için çürüğe yol açıyor.

Çürükleri iyileştirecek gıdalar

Kandaki kalsiyum ve fosfor oranını düzeltmek ve minerallerin dişlerimize tutunabilmesini sağlamak için fazla şeker ve işlenmiş gıdadan uzak durmak yetmez. Bunun yanında bize sağlık katacak, cam gibi parlak ve sert dişler oluşturacak mineral ve vitamin zengini gıdaları yememiz lazım.

Yoğun alınması gereken gıdalar:

• Hindistancevizi yağı, çayırda otlatılmış hayvanlardan elde edilmiş organik süt ürünleri (özellikle tereyağı), çayırda otlatılmış hayvanlardan kırmızı et, deniz mahsülleri ve kemikli et suyu.
• Organik pişmiş sebzeler (kemikli et suyuyla yapılmış çorbalar idealdir).
• Karaciğer, böbrek, beyin tarzı gıdalar.

Yüksek fitik asitli tahıl, fasulye, yemiş/çerez veya çekirdekler ile kan şekeri dengesini bozan işlenmiş undan yapılmış gıdalar ve şekeri azaltmak gerekiyor.

Düşünülebilecek Gıda Takviyesi Ürünleri:

• Fermente morino balığı karaciğer yağı – A, D ve K gibi yağda çözünür vitaminler açısından son derece zengindir.
• Magnezyum – kalsiyum ve fosforun etkin kullanımı için gerekli.
• Jelatin – Kemikli et suyu yapacak vaktiniz yoksa bu iyi bir alternatif ve diş etleri ve sindirime çok faydalı.

 

Kaynak: Bu yazı Derek Henry tarafından kaleme alınmış olup, şu adresten metnin orijinaline ulaşabilirsiniz.