Konuk: Bundan 2 hafta önce Amerikan Tıp Birliği (AMA) tarafından Kaliforniya’daki üstün çalışmaları (yani bu eyalette çocukların eğitim-öğrenim hakkını kullanabilmesi için aşı mecburiyetinin kanunlaştıması) nedeniyle ödüle layık gördüğü pediyatr senatör, Dr. Richard Pan.
Üniversite’nin Halk Sağlığı Bölümü’ne verdiği sunumun başlığı: “Çocukluk Çağı Aşılaması: Ebeveynlerin Endişelerini Yönlendirme”
Orijinalinde geçen ifadeye ise dikkat lütfen: “HERDING Parental Concerns”!
Kulağa pek hoş gelmeyen “sürü bağışıklığı” (herd immunity) ifadesini Türkiye’de güzellediler ve artık “toplumsal bağışıklık”tan bahsediyoruz. Oysa (tıp-ilaç) endüstri dünya popülasyonunu aynen böyle görüyor işte ve bunu saklamıyor da: İstedikleri gibi yönlendirebilecekleri, güdülmesi gereken bir sürü.
Anne-babalar, endüstrinin ve devletin istekleri doğrultusunda davranışları kontrol edilmesi, istenilen istikamete yönlendirilmesi gereken bir sürü aslında.
Amaç, çocuklarını aşılatmaları için illa ikna olmalarını, gerekirse zorla sağlamak.
Şimdi Türkiye’de ekranlarda boy gösteren ve aşı konusunda demeçler veren kişilerin kısa maddeler halinde sıraladığı, çok iyi çalışılmış, özenle hazırlanmış propaganda metinlerini kaynağından, orijinalinden dinleyeceksiniz.
Bu kanun yapıcı, halk sağlığı adına karar alıcı konumdaki hekim(!) senatör, Kaliforniya Disneyland’daki son ufak kızamık salgınını bahane ederek, kendisi de büyük ihtimalle Mİckey Mouse Club’dan mezun gibi durduğundan pek yadırgamadığımız şekilde, aşı olmayan çocukların okula gitme haklarını büyük gönül rahatlığı ve şevkle engelledikten sonra, burada tıp öğrencilerine kalkıp AŞILARDAKİ EN ZARARLI MADDEYİ açıklıyor.
Sıkı duralım…
Bu madde: SU!
Aşılarla sebep oldukları acılar, felaketler bunca büyük olmasa kahkahalarla gülerdik de bu Disneyland maskotuna, fakat bu konuda icra edilen BİLİMİN ve bu konuda “uzman” sıfatıyla yetkilendirilenlerin TABABETinin çapı bu işte!
Sürüyü gütmek için bu ‘sözde-skeptikler’in tartışmada her ne pahasına olursa olsun argüman kazanmak için kullanmada pek mahir oldukları “logical fallacy” kalıplarından bir koca RED HERRING’i ortaya atarken izliyoruz Dr. Pan’i.
Diyor ki öğrencilere:
Öyle size gelip de “aman efendim aşıların içinde formaldehid var, alüminyum var, cıva var, bunlar endişe verici” diyen anne-baba olursa, bunlara “rölatif risk”in ne olduğunu öğreteceksiniz.
Nasıl mı?
Bakın bakalım tanıdık geliyor mu bu müthiş MANTIK dizgisi size…
A: “İşte bakın, aşının içinde X maddesi var, bunun tehlikeli olduğunu düşünüyorum.”
B: “Bakın şimdi, sizin arabaya binip de o aşıyı olmak için gideceğiniz yere yola çıktığınızda başınıza bir iş gelme ihtimali bile aşıdan zarar görme ihtimalinizden daha fazla.”
Tamam?
Bu kadar işte. Akıl var mantık var, ıııı bir de rölatif risk denilen bir şey var! Komik olmayın rica ederim, alüminyummuş cıvaymış. Aşıdan size zarar gelmesi yolda yürürken başınıza saksı düşmesinden düşük ihtimal biliyorsunuz, kaç kere söylendi size.
Bakınız, senatör doktor açıklamış: SU BİLE aşıdaki alüminyumdan cıvadan DAHA TEHLİKELİ diyor size.
Toplantının moderatörü bile anlamakta güçlük çektiği için açıklaması gerekiyor Dr. Pan’in yürüttüğü mantığı.
Ve işte o müthiş açıklama:
“Aşıların içindeki en tehlikeli madde SUDUR. 2-5 yaş çocuk grubunda en büyük 2. ölüm nedeni su toksisitesidir. Bu da aşılanma yaşına denk geliyor işte aşağı yukarı. Yani suda boğularak ölen çocuk sayısı aşıdaki herhangi başka bir şeyden ölen çocuk sayısından fazladır! Sudan neden endişelenmiyor kimse peki?! Çünkü aslolanın suyun DOZU olduğunu biliyoruz, öyle değil mi? Çocuğun kalkıp aşıdaki sudan BOĞULMAYACAĞINI biliyoruz.”
Salonda derin bir sessizlik asılı kalıyor bu açıklamalar üzerine…
Haksız sayılmazlar… Bu adam nasıl oldu da tıp fakültesinden mezun olabildi diye derin düşüncelere dalıyorlar anlaşılan…
Ve salondan kaydı yapan izleyici soruyor bu aşılardaki en tehlikeli madde sudur açıklaması üzerine:
“Peki otizme de bu su yol açıyor olabilir mi?”
Ve kahkaha tufanı kopuyor bu soruyla, dengesini yitiren Dr. Pan geveleme ve kekeleme arası ifadelerle hasar kontrolü yapmaya çalışıyor.
Yanında getirdiği aşı sözcülerinden biri efendim toplulukta birkaç kişi aşılanmadığında sürü bağışıklığı bundan pek etkilenmez ama gazilyon tane insan aşılanmamaya başlarsa sürümüzün bağışıklığı dağılır, kaldıramaz diye açıklamaya devam ederken bir soru daha geliyor, henüz beyni yeterince su almamış, sorgulama yetisi EX olmamış bir öğrenciden:
“Yetişkin nüfusun %85’i aşılanmamış siz kalkıp çocukları bu sürü bağışıklığı ile korumaktan bahsediyorsunuz, çok mantıksız!”
diyor ve sadede gelmeye davet ediyor,
“yetişkinler için planınız nedir madem, var mı böyle bir plan?”
Bu can alıcı bir soru aslında.
Ve elbette anında ‘süremiz bitti, buna yanıt veremiyoruz’ deniyor ve toplantı sonlandırılarak çıkışta öğrencilerin soruları yanıtsız bırakılarak adeta kaçarcasına mekandan uzaklaşılıyor.
Bu cümleleri sarfeden bir doktorun bırakın koskoca bir eyalette uygulanacak toplum sağlığı politikalarını belirlemesi, tek bir hasta dahi görmesi engellenmeli ve hatta ülkemizde de moda uygulamayla “meslekten men edilmeli”. Yaşadığı ülkede aşı uygulamasına bağlı kalıcı beyin özrü, türlü sakatlıklar ve ölüm vakalarından geçilmez ve bu vakaların ancak çok küçük bir yüzdesine bugüne kadar milyarlarca dolar ödenmişken, toplum sağlığı için gerçekte EN BÜYÜK TEHLİKE bizzat bu kişi ve temsil ettiği zihniyettir.
Temmuz sonunda hatırlarsanız senatör Posey temsilciler meclisinde itirafçının mektubundan alıntılar paylaşmış, CDC’deki korkunç yolsuzluğu, otizmle KKK aşısı bağlantısının nasıl ODAYA KOCA ÇÖP KUTUSU GETİRİP OLUMSUZ SONUÇ GÖSTEREN ÇALIŞMA DOKÜMANTASYONU ATILMAK SURETİYLE örtbas edildiğini açıklamış ve meslekdaşlarına adeta yalvararak bir şeyler yapılması için harekete geçilmesini, CDC’nin resmi soruşturmaya tabii tutulması için kendisine destek olunmasını istemişti.
Peki bizler yer yerinden oynacak diye beklerken ne oldu?
…………………
Cırcırböceği sesleri ortalığı kapladı…
Kimseden TIK çıkmadı, kimse kılını dahi kıpırdatmadı.
Arada hep bir soran çıkıyor: “Efendim aşılar bu kadar zararlıysa devlet bunu BİLMİYOR MU, neden izin veriyor?”
“Onları (CDC’yi) bunun doğruluğuna ikna edemezsiniz. Niye mi? Zaten biliyorlar da ondan. Bildiklerini bana şahsen söylediler. Açılabilecek davalar ve yargılanma ihtimali yüzünden çıkıp kabul edemiyor kimse. Neyin ne olduğun, 2004 u zaten bilen birini ikna edemezsiniz.” – Dr. Mark Geier, AutismOne Kongresi 2004.
Yanıt veriyoruz: Evet, BİLİYOR!
Demek ki neymiş, endüstrinin çıkarı devlet için halkın çıkarından üstünmüş. Sizleri “çocuğun üstün yararı”nadır aşı olmak diye mahkemeye veren devlet çalışanları, endüstrinin üstün yararı için çocuklarınızın BİLEREK kurban edilmesine GÖZ YUMUYORMUŞ, SİZİN DE YAPACAK HİÇBİR ŞEYİNİZ YOKMUŞ.
Endüstrinin maaşa bağladığı devlet bürokrasisinin [çocuğunuzu elinden alırız, zorla aşılarız, mahkemeye veririz tarzı hukuksuz] kapris ve güç denemelerine siz şimdiden boyun eğer, hakkınızı bilip korumazsanız devlet yaratılan yetki boşluğunu seve seve doldurur, tıpkı Amerika’da olduğu gibi yakında kanunen de zorunlu hale getirdiğinde aşılamayı, eliniz kolunuz bağlı kalakalırsınız ortada.
Neyse, CDC bu skandaldan sonra hiç sıkılmadan ne diyor?
Efendim bu bizim iç sorunumuzdur, hiç telaşa mahal yok, biz kendi kendimizi bi’ denetleyip size sonucu bildiririz(!).
Snowden’ı hapse atan Amerika’da bunların yaşanması hala kendisine gerçeküstü gelenlerimiz varsa hiç umut yok, onlar hala “yok canım böyle bir şey olsa kimse bir şey yapmaz mı, izin verilir mi, olur mu canım onca anlı şanlı doktor, bunlar hep komplo teorisi…” plağını takıp geceleri bu masallarla uyumaya devam edebilirler.
Koca senatodan yakarışlarına TEK kişiden destek göremeyen senatörümüz ise CDC’ye madem siz kendinizi soruşturuyorsunuz, görelim nasıl gidiyor, belgeleri gösterin diyor.
Kimseye hesap vermeyen, şeffaf olmayan, kendi içinden yolsuzluk itirafında bile yüzü kızarmadan bildiğini okumaya devam eden, DOKUNULMAZLIK zırhını kuşanmış bir devlet kurumu düşünün.
Dönemin CDC şefi Dr. Julie Gerberding, şu anda MERCK İlaç şirketi Aşı Departman Müdürü
Bu öyle bir kurum ki TÜM DÜNYAnın gözünün içine baka baka aşıların güvenliği ile ilgili YALAN söylemiş, 13 SENE boyunca onmilyonlarca siyahi (ve beyaz) çocuğun OTİZMin karanlık kuyusuna yuvarlanacağını BİLE BİLE bunu SAKLAMIŞ, bu SUÇA iştirak etmiş ve kongre soruşturmasında yemin altında YALAN İFADE vererek İLİŞKİ YOKTUR diyebilmiş sahtekar çalışma yazarlarını yetmemiş, üzerine bir de ÖDÜLLENDİRMİŞ ve TERFİ ETTİRMİŞ devlet kurumu.
Şimdi bir de şunu düşünün.
İtirafçı Epidemiyolog William Thompson, CDC’ye ait 100,00’in üzerinde iç yazışma, resmi belge ve bilimsel yayın orijinallerini Senatör Posey’e teslim etmiş, kongrenin resmi soruşturma açmasını ve böylelikle ifade vermeye çağrılmayı (BOŞUNA) bekliyor!
Bütün bu olup bitenler HABER DEĞERİ EN YÜKSEK konulardan biriyken bizim MEDYAmızdan aşılar konusunda kaleminden kıvılcımlar saçarak yazan çizen “gazeteci”ler NEREDE?
Aşı bilim danışma kurulu yetkililerimiz Twitter kampanyası niye düzenlemiyor bu konuda görüş bildirmek için?
Hukukçularımız nerede tüm bu olup bitenlere rağmen devletin aşıları zorunlu tutmak için yasal boşluğu doldurmasını uzaktan seyredip bekleyen?
Onlar da mı “görmedim-duymadım-bilmiyorum”u oynuyorlar? Ne tesadüf!
Bu konuda bilimsellik iddiası altında karikatürize yazı dizileri kaleme alıp sosyal medyada terör estiren, kimse merak etmesin biz araştırdık, öyle bir şey yok, uzmanız filan diyen pek “yetkin” “şüpheci” blogger isimler soruyordu “yok mu helal süt emmiş birileri itiraf edecek?” diye. Tüm bunlar kaçık annelerin iddiası, komplo teorisiydi hani… e ETTİ İŞTE helal süt emmiş bir tanesi TAM 13 YIL SONRA!
Şimdi biz soruyoruz:
“Yok mu DEVLETİN BİLE BİLE ÇOCUKLARI NASIL SAKATLADIĞINI ve adaletten nasıl kaçtığını okuyucu kitlesiyle paylaşacak HELAL SÜT EMMİŞ, ahlaklı(!) “şüpheci” blogger ve ekip arkadaşları ile belli “bağzı gasteci(ler)”?”
Amerika’da total medikal faşizmin siyah postalları halkın hak ve özgürlüklerini çiğnemeye hız vermiş, medikal nedenler dışında devletin önereceği hiçbir aşıyı reddetme haklarının kalmaması için ilaç firmalarının resmi lobicileri eşliğinde eyaletler bazında yüzlerce kanun teklifi veren senatörlerinin kirli politikaları ayyuka çıkmışken artık bizzat CDC’den itirafçılar çıkmaya başlıyor olanları ifşa etmek için ve ebeveynlerin çocukları üzerindeki haklarını hiçe sayan bu kanunların geçmesini önlemek için genellikle MERCK’ten çocuğunu aşılatmamış eski ilaç firması çalışanları yürütülen kampanyaya katılıyor.
Bunca faydalı ve denilene bakacak olursak neredeyse hiçbir zararı olmayan bu hayat kurtarıcı aşıları olmak için neden herkes kuyruğa girmiyor, niye kanun yoluyla, zorla uygulanmak durumunda kalınıyor diye düşünmemiz gerekir.
Aşıların yarattığı zarar artık gizlenmeyecek boyuta ulaştığından, artık hemen herkesin ailesinde aşılardan zarar görmüş ve hem devlet hem de tıp tarafından yalnızlığa, çözümsüzlüğe ve maddi/manevi yıkıma terk edilmiş birileri olduğundan olabilir mi?
Düşünelim lütfen biraz…
https://youtu.be/7YVPkCQxqz4
Scott Cooper, Merck ilaç firması eski ilaç mümessili. 1992’de başarılarından dolayı almış olduğu bir ödül de var.
Oğlu 1991’de doğuyor, şu an 24 yaşında. Tek bir aşı dahi olmamış bir genç kendisi.
[Aman Allahım! Nasıl hayatta kalabilmiş, öyle değil mi?! Tüm o ölümcül hastalıklar; polio, kızamık, menenjit, bir uçak yolculuğu ötedeki sadece aşıyla önlenebilen(!) onca korkunç hastalık! Ne sorumsuz anne-babalar var hakikaten, çocuklarının hayatını tehlikeye atmışlar! Bu genç kesin sisteminde “aşıyla verilmiş toksin, virüs, kimyasal eksikliği sendromu”ndan (AVTVKE sendromu) muzdariptir şimdi, hayatta kalması mucize!]
Aşısız oğlunun gelişim süreci:
– “Çok çok sağlıklı” bir çocuk olarak yetiştiğini söylüyor babası.
– Hemen hiç hastalandığı olmuyor, hepsi de aşılı arkadaşlarına göre her zaman çok daha sağlıklı olduğunu gözlemliyor babası.
[Kesin yalan söylüyordur! Doktor muayenehaneleri, hastaneler hasta çocuklardan geçilmiyor. Hep bu aşısız, mikrop yuvası, ayrık otu, sürünün kara koyunu çocukların yüzünden, aşılı(!) arkadaşları hep hasta hep hasta!! Bir bıraksalar aşılı çocuklar nasıl sağlıklı olacak oysa?!]
– Aşılı arkadaşları sürekli burunları akar halde etrafta dolaşır, bol pastörize süt içerken kendi oğlunun sağlıklı hali hemen göze çarpıyor, fark ediliyor, ne bir burun akıntısı ne bir hastalık… Ve babası oğlunun ne kadar ZEKİ olduğuna da özellikle dikkat çekiyor.
1990’da daha ortada internet yokken, hamile kalan eşiyle aşı konusunda fikir ayrılığına düşüyorlar.
Aslında kendisi de o ana kadar aşının yararını sorgulamış biri değil, diğer pekçok insan gibi kendisine okulda belletileni kabullenmiş biri. O yüzden okuduğu onlarca kitaptan aşıların hem işe yaramadığını hem de sağlık için oldukça büyük riskler taşığıdığını öğrendiğinde şoke oluyor.
Eşi hamile kaldığında onunla aşı yaptırmama yönünde konuşmaya çalışıyor ancak eşi kesinlikle aşı yaptırma taraftarı ve buna yanaşmıyor.
Bu noktada bir anlaşmaya varıyorlar; Scott çalıştığı ilaç firmasından ve kütüphaneden bulabildiği lehte VE aleyhte konuyla ilgili tüm doküman ve kitapları eşine getirecek, eşi bunları okuduktan sonra kendi kararını verecek.
Gidiyor, tıp dergilerini, bilimsel yayın arşivlerini, kütüphaneleri tarıyor ve işe bakın ki aşılara lehte görüş bildiren epi topu birkaç yayın ve makale bulabilirken, aleyhte yazılmış kutu kutu kitap, doküman, yayını alıp eve taşıyor.
Bundan sonraki süreç eşinin yoğun okumalarıyla ilerliyor. İşten eve geldiğinde eşini hep getirdiği kitapları okurken ve çoğu zaman AĞLARKEN buluyor.
SONUÇ: Çocuklarının doğum vakti geldiğinde artık ikisi de bebeklerini aşılatmamak konusunda hemfikirler!
Gelgelelim, doğumu yaptıracak hekim bu kararlarından hiç hoşnut değil!
[Okuyucu kitlesinden toplu bir iç geçirme sesi yükseldiğini duyar gibiyiz :)]
Çekiyor odasına, alıyor Scott’u karşısına ve başlıyor ifadesini almaya: “Sen ki ilaç firmasında çalışıyorsun hani bir de, aşılatmayacağım da ne demek?!”
Scott öyle herhangi bir ilaç firmasında da değil, takvimdeki pekçok aşının üreticisi olan firmada çalışıyor üstelik!
“Dümdüz söyledim neden aşılatmayacağımızı”, diyor Scott, “lafı hiç dolandırmadan anlattım gerekçelerimizi ve büyük bir tartışma yaşandı aramızda, fakat sonuç olarak biz yine bildiğimizi yaptık” diyor.
Bir anısını anlatıyor arada:
Merckte verilen bir eğitime şirket avukatları da katılıyor bir keresinde ve Scott arada “en çok ne için dava ediliyoruz, ne büyüklükte bu davalar?” vb sorular yöneltiyor.
Avukatlardan biri tereddüt dahi etmeden davaların çoğu, hatta hemen hepsinin aşı departmanlarına karşı olduğunu söylüyor.
Bu videoyu izleyenlere şunları söylemek istiyor Scott:
Cidden, oturun ve konuyu kendiniz araştırın.
Aşı konusunda kararsız olanlardansanız, çocuğunuzu aşılatıp aşılatmayacağınızı bilmiyorsanız, lütfen ama lütfen kendi araştırmanızı yapın. Dünya kadar kaynak var konuyla ilgili, Dr. Sherri Tenpenny’nin websitesi istemeyeceğiniz kadar bilimsel çalışma, video sunum ve bilgiyle dolu.
Binlerce sayfalık tıbbi dokümantasyon var aşıların taşıdığı riski ortaya koyan. Dünya kadar [pekçoğu hekimler tarafından kaleme alınmış–evet “aşılar hayat kurtarır”dan ötesini araştırmış, gözünün önünde yaşananları elinin tersiyle itip CDC/FDA/WHO ne diyorsa onu yaparım ben dememiş hekimler de var!!–] kitap var, aynı şeyi anlatıyor hepsi de size, aşıların neden olduğu zararı ortaya koyuyorlar.
Amerikan Tıp Birliği (AMA), CDC ve doktorunuz tarafından size söylenenlere inanıyorsanız eğer yeterince araştırma yapmamışsınız demektir!
Bir sonraki video, yine bir Merck çalışanı, ilaç mümessili anne!
Kaliforniya’da aşı ret hakkının engellenmesine yönelik yasa teklifine KARŞI görüş bildirirken görüyoruz kendisini!
4 yaşında çocuğum var, AŞISIZ ve SAĞLIKLI, bu yasaya karşıyım diyor . . .
Genetiktir, fizyolojik sorunlar otizmde normaldir, başa gelen çekilir diyoruz.
15 sene önce aşıların yarattığı YENİ bağırsak sendromunu ilk defa tıp camiasına duyurup, bunu tedavi ederek otizmli çocukların ağrısını sızını dindirmekle kalmayıp davranışlarında da hayli büyük gelişmeler kaydettiren Dr. Andrew Wakefield’ı ASIP, şimdi reddettiğimiz bağırsak sorunu için aşı sunabiliyoruz??
Bizzat aşı ve antibiyotiklerle yarattığımız bağırsak sorunlarından bir de üstüne kar etmeyi düşünüyoruz?
“Bu aşımızı yapalım size, sonra da bunun yarattığı yan etkiler için bakınız böyle bir aşımız var.”
Tanıdık geliyor mu? Hani bunca kahredici bir şey olmasa, hakikaten iyi mizah yapıyor bunlar diyesi var insanın!
İnsanlar kaka transferi, faydalı bakteri transferi gibi yollarla bağırsak florasını destekleyerek tıbbın imkansız dediği iyileşmeleri kaydederken bizim hala tek sunabildiğimiz seçenek bir aşı oluyor, gerçek tedavi yöntemlerini hala ısrarla hasır altı etmeye uğraşıyoruz?
Ancak Big Pharma ve Tiran Tıp camiasından beklenebilecek bir hamle.
“Devlet hiç öyle bir şirketin bize zarar vermesine izin verir mi?”
“Blogger bir anneye mi koskoca bilimadamlarının araştırmalarına mı inanacağız, hadi canım sen de!”
Devletin ilaç ve tıp endüstrilerini denetlediği, gözünü bir an dahi ayırmadan 7/24 vatandaşını istismara karşı koruyup kolladığı bir ülkede yaşıyor olmak ne şahane bir şey, öyle değil mi?
Bilmem. Siz de bilmiyorsunuz aslında.
Her şeyin mükemmel olduğu, ideal bir dünyada Hastalık Kontrol Merkezi (CDC), ki sadece bu yılın rakamlarıyla bütçesi vatandaşın 11 milyar dolarlık vergi katkısıyla oluşur, yansız, bağımsız bir kuruluştur. Bizzat ürünlerinin güvenliğini denetlediği şirketlerle ortaklık yapmasına izin verilmez. Hele hele kar-amaçsız uzantısı, CDC Vakfı aracılığıyla o şirketlerden on milyonlarca dolar hibe almasına hiç izin verilmez.
Oysa 1992’den beri CDC Vakfı, dünyanın dört bir yanındaki favori projelerine özel çıkar gruplarının parasını yatırmakla meşgul. Para bağışında bulunan bu özel çıkar grupları arasında hepimizin baş tacı, sevgili Bill ve Melinda Gates Vakfı, Kaiser Permanente Health Plans, Merck, Sanofi-Aventis, Pfizer, Eli Lilly, GlaxoSmithKline ve elbette Voices for Vaccines [adlı sözümona ebeveyn insiyatifli aşı yanlısı grup] oluşumunu idare eden, sonsuz hayırseverliğiyle tanınan Task Force for Global Health var. Vakfa bağışta bulunan, kendini toplum sağlığına adamış diğer kuruluşlar ise Coca-Cola, McDonald’s ve KFC ile Taco Bell’in sahibi Yum Brands! şirketi.
Listeden mideniz mi kalktı? Durun daha, bitmedi. CDC Vakfı ayrıca, hani şu sahip olduğu “Vaccine Study Center”(Aşı Çalışma Grubu) ile Merck, GSK ve Sanofi gibi diğer CDC Vakfı donörlerinin ürünlerini onaylayan Kaiser Permanente’nin genel başkanı gibi ahbap çavuşlarına da bünyesinde idari pozisyonlar tahsis ediyor.
Yani elimizde aşıları Kaiser’in Aşı Çalışma Grubu’nca güvenlidir diye onaydan geçirilmiş aşı ve ilaç üreticilerinden para kabul eden, sonra da Kaiser’in genel başkanını tutup kar-amaçsız vakfın gidişatını yönlendirsin diye yönetim kuruluna koyan bir CDC vakfı var. CDC Vakfı, aşılama programlarını büyütüp genişletmek için ilaç endüstirisinin parasını mı yiyor? Aynen öyle.
CDC Vakfı’na en büyük bağışçılardan biri de General Electric, hani şu Autism Speaks’in kurucusu Bob Wright’ın uzun dönem başkan yardımcılığını yaptığı şirket. Bob Wright’ın aynı zamanda GE’ye ait NBC’de başkanlık ve CEO’luk görevini yürütüyor olması, Autism Speaks’in aşı kaynaklı Otizm’in varlığını reddedişinin nedeni olarak gösteriliyor–sonuçta bu NBC’ye reklam veren ilaç firmalarının işine gelmeyecek bir durum.
2010’da GE başkan yardımcılarından birinin hiçbir yere değil, evet evet doğru tahmin ettiniz, CDC Vakfı’nın başına geçmesi tesadüf değil. Kümesi bekleyen tilki misali. Anaakım medyanın mütemadiyen aşı halkla ilişkilerine yönelik haber yaptığı yetmiyormuş gibi bir de CDC’ye tahakküm mü ediyorlar?
Tahmin edin CDC Vakfı’nın düzenli bağışçılarından bir diğeri kim? Eşsiz insan Dr. Paul Offit, 2012’de bir değil, tam iki kez bağış yapmış. Philadelphia Çocuk Hastanesi, patentine ortak olduğu rotavirüsü aşısının haklarını sattıktan sonra belli ki görmüş Offit’i.
Soru şu: dünyanın en büyük ulusal toplum sağlığı kuruluşu, gözde projelerini yürütmek için cebini ilaç endüstirisinden gelecek paralara açıyor, en büyük bağışçı şirketlerin idarecilerini kalkıp kendi yönetim kuruluna sokuyor ve tüm CDC aman ne hayırlı işler yapıyoruz diye kendi kendini kutluyorken, CDC’deki araştırmacıların tutup kendilerini besleyen finansörlerin çocuklarımızı sakatlayıp öldürdüğünü gösteren bulguları yayımlayacağına bir anlığına dahi olsa inanabilir miyiz?
Bilim kimin cebinde? İlaç şirketlerinin tabii ki. Devlet denetleme kurumları ve dahi akademik kuruluşlar ile ilaç firmaları arasında bu tür ortaklıklar olduğu, bağış adı altında paralar alındığı sürece de bu böyle olmaya devam edecek. CDC şu noktada “esir kuruluş”tur, pekçok üniversite ve tıp fakültesinin olduğu gibi.
Biri size “Biliminsanları aşıların güvenli olduğunda hemfikir ve ben onların sözüne güveniyorum” dediğinde bir an durup bunun gerçekte ne anlama geldiğini bir düşünün. O bilim bugün Amerikan iş dünyasının cebinde; vergi verenlerin değil, ülkeyi yönetenlerin değil, adlarının önünde bol ünvan taşıyan CDC araştırmacılarının değil.
Gerçek şu:
“Sadece ürettikleri aşılardan değil, bu aşılarla yarattıkları kronik hastalıklardan bunun bir 20 katı daha kar eden ilaç şirketleri, CDC’ye aşılarının güvenli olduğunu söylettirecek nüfuz ve kontrole sahip.” Güveniyor musunuz onlara?
Kuvvetli bir suçlama bu, sansasyonel, provokatif. Sahtecilik, dolandırıcılık dendiğinde akla gelen resim nedir mesela? Gözünü para hırsı bürümüş, kendisinin ve dar çevresinin çıkarını daha geniş kitlelerin önünde tutmuş adamlar canlanır gözümüzde. Ya maskenin ardındaki bir kadınsa? CDC’nin hizmet düsturu “Hayat kurtarmak. halkı korumak”la yükümlü kadının ta kendisiyse? Risk altına sokulan o geniş kitle yenidoğanlarımız, bebeklerimiz, çocuklarımızdan oluşuyorsa?
Bugün tüm kadınlara sesleniyorum. Bu haberiduyun. En temel içgüdülerinizin iliklerine işlesin. Ve bu kadarı da fazla, yeter artık! deyin.
Bu hafta, ortodoks tıbbın kutsal aşı mabedinin yobazlarını hesap vermeye çağırıyoruz.
Dr. Brian Hooker, KKK çalışmasının orijinal veri ve belgelerini Bilgiye Erişim Özgürlüğü yasası yoluyla istetince, CDC’nin Bağışıklama Programı Güvenlik Birimi çalışanlarından Dr. William Thompson vicdanına yenik düşüyor ve kendisine çok önemli itiraflarda bulunuyor. Bu belgeler, Amerika’daki siyahi erkek çocuklar için otizm riskinde oluşan %340’lık artışın, bilimsel sahtekarlığa imza atılarak nasıl çalışma sonuçlarına yansıtılmadığını gösteriyor. Yeni ele geçirilen ve Dr. Thompson’ın bu bulguya dair görüşlerini aktardığı mektuba CDC’nin yanıtı, aşının sebep olduğu zararın izlerini ortadan kaldırmak için geriye dönük olarak çalışma verilerini değiştirmek oluyor. CDC’nin bu bilgiye haiz olduğu halde saklama yoluna gittiğini gösteren 2004 tarihli bu mektup aynı zamanda, CDC’nin o dönemki şefi Dr. Julie Gerberding’in, Merck’ün Aşı Departmanı’nın başına geçmeden önce yalan beyanda bulunduğunu kanıtlıyor. [Merck’ün aynı zamanda dünya KKK aşısı piyasasında lider konumda olduğunu bu noktada hatırlatmak gerekir.] Dr. Hooker, çalışmanın protokolüne sadık kalarak bu defa üzerinde oynanmamış, orijinal verilerle yaptığı hesaplamaların sonuçlarını burada yayınlamış durumda.
Dünyanın dört bir yanındaki ebeveynlerin 7 onyıldır bildiği ve temel bilimlerin de desteklediği gibi, evet, aşılar otizme yol açıyor. Yapılması gereken en temel çalışma, yani geriye dönük olarak aşılı ve aşısız çocuklarda görülen otizm oranlarını karşılaştıran vaka kontrol araştırmasını CDC istediği kadar yapmayı reddetsin, bilim bu bağlantıyı yıllardır gösteriyor zaten. Bu konudaki tartışmaları paralize etme çabası aşikar olan Tıp Enstitüsü (IOM) ise aralarında bizzat bu çalışmanın da olduğu 4 çalışma, bunun yanında dolandırıcılık suçundan hala aranmakta olan firari doktor Paul Thorsen‘ın çalışması ve bir de KKK aşısı sonrası %50’nin üzerinde otizm regresyonu gösterdiği halde ‘bağlantı olmadığını kanıtlıyor’ diye lanse edilen bir çalışmaya daha dayanarak aşıların otizme yol açmadığını ilan etmiş durumda. İlaç endüstrisinin çek defterinden bağımsız yapılmış analizler ise aşılar ve otizm arasında istatistiksel olarak önem arz eden bir bağıntı ortaya koyuyor ve otizmin önlenmesinin daha az hatta hiç aşı olunmamasından geçtiğini gösteriyor.
Herkese tek beden elbise anlayışıyla yürütülen bu farmakolojik saldırının çirkin yüzünü görmenin zamanı geldi artık. Zararsız aşı diye bir şey olmadığı gibi “ağırdan alınacak veya alternatif bir takvimle uygulanabilecek” aşılama diye bir şey de yok, zira aşılama dediğimiz şey bağışıklanmanın bir bireyden diğerine değişiklik gösteren yapısını hiçe sayan köhne bir yanlış anlayış üzerine kurulu. Metaller, antibiyotikler, kimyevi koruyucular ile manipüle edilmiş hayvan ve insan dokularının insan ekolojisinde asla yeri yok. İşte bu uyumsuzluğu şimdi insan türünün neredeyse tersine evrime dönüşmüş içleracısı halinde; kuşaktan kuşağa aktarılmakta olan mitokondriyal işlev, detoks kapasitesi ve mikrobiyota destekli bağışıklıktaki çözülmeyle görüyoruz.
Şaşırdık mı?
Tam bir vücut bombası sayılabilecek KKK aşısındaki rekombinan [farklı biyolojik türlerden elde edildikten sonra genetik mühendisliği yoluyla birleştirilen] insan albümini, fötal buzağı serumu ve civciv embriyosu fibroblastlarının yanısıra henüz varlığı dahi bilinmeyen retrovirüslerin türlerarası aktivasyonu, moleküler benzeşme [molecular mimicry] ve kullanılan enfeksiyöz virüsün virülansının yeniden aktivasyonu ihtimali bulunmakta, kaldı ki bu risklere dair tıbben hiçbir çalışma yapılmamıştır dahi. Ortodoks tıp, özellikle de enfeksiyonel hastalıklar dalı ortaya konulan yeni bilimsel gerçeklerden hala bihaber; herbir bireye göre ayrı risk analizi yapılmasının şart olduğu bu çalışmalarla ortaya konmuş durumda. Aşı denilen tıbbi müdahale için ne bir öntarama yapılıyor ne de kişilerin genetiği, yaşam tarzı veya bağışıklık sisteminde değişiklik olduğunu gösteren belirti taşıyıp taşımadığına göre bireysel uygulamaya gidiliyor. Elimizde tek beden bir kask var, bunu uydurmak için önümüze gelen çocuğun kafasına çekiçle çakıyoruz, bu barbarca işlem sırasında aralarından bir kısmının yaralanacağını ve hatta öleceğini gayet iyi bildiğimiz halde … Buna bir de gebelikte annenin yetersiz beslenmesini, ameliyatla gerçekleştirilen doğumları, formül mama kullanımını, ultrasonu, pestisitleri ve Paracetamol gibi farmasötik ilaç kullanımını ekleyin, eh, tüm bunların birbiriyle oluşturduğu sinerjik etkiye bağlı riskleri görmezden gelmekte ısrar eden bir toksikoloji modelini de ancak bir yere kadar savunabiliriz herhalde.
Ortaya yeni çıkan bir diyagnoz; Kızamığa Bağlı Nöro-otistik Ensefalopati [ Measles-Induced Neuroautistic Encephalopathy (MINE)], kızamığın en ağır komplikasyonu olan ve kızamık virüsünün vücuttan temizlenememesi sonucu oluşan Subakut Sklerozan Panensefalit’in [Subacute Sclerosing Panencephalitis (SSPE)] bir varyantı gibi gözküyor. İşe bakın ki bu MINE denilen yeni hastalık, sadece KKK ile aşılanmış çocuklarda görülüyor. MINE ve SSPE hastalıkları henüz olgunlaşmamış veya bir şekilde baskılanmış immün sisteme sahip çocuklarda ortaya çıkıyor. Aşı yapacağı çocukları bu risk faktörleri açısından değerlendiren sağlık çalışanı var mı acaba? Bu değerlendirmeyi nasıl yapacağını bile bilen yokken?
Otizm, bugünün modern insanının sağlık amblemi. Bu çocuklar kömür madenindeki kanaryalar. Kovası zaten ağzına kadar dolmuş olanların, o son birkaç davetsiz damla da eklenince kovası taşıyor işte. Oksidatif hasarları, mitokondriya işlev bozuklukları, disbiyosisleri, beyin enflamasyonu ve otoimmün sorunları var bu çocukların. Aşıların icat edildiği dönemde ne beynin kendine ait bağışıklık sisteminden, ne bağırsaklardaki mikrobiyal evrenin bağışıklık sistemimizi yönettiğinden ne de vucüdumuzun orta yerindeki bu bakteri ve virüslerle elele çalışmamız gerektiğinden haberimiz vardı. Dışarıda yenilen hiçbir öğle yemeği, mikroplara karşı yapılan hiçbir taarruz yoktur ki sağlığımızı bozmasın.
Tufan
Anne-babalar hakikati görüyor artık. Baraj duvarındaki bu çatlak önünde sonunda alarm sirenlerini çaldıracak. Kadınları uyandırmak için. Annelik içgüdülerinden nasıl feragat ettiklerini ve artık söke söke gücü yeniden ellerine alma zamanının geldiğini onlara göstermek için. Dan Olmsted‘in dediği gibi:
Daha geniş bakacak olursak, ortodoks aklın siperleri uzun zamandır “sızdırıyor” zaten ve sadece “içeriden” sızanlarla sınırlı da değil bu. Başka hangi bilgiler mi sızdı bugüne kadar?
Yüksek risk istatisklerinin işaret ettiği, madalyonun diğer tarafındaki çocukların anne-babalarının bildikleri var – 12. ayda alınan KKK aşısı, hastalık, regresyon, otizm.
Diğer zamanlarda olunmuş başka aşılardan sonra aynını yaşamış anne-babalar da biliyor – başkalarının da başına gelmesin diye olan biteni anlatmaya, paylaşmaya çalışan anne-babaların sızdırdıkları da cabası.
Hayatın ilk ayında en yüksek doz etilcıvayı almış çocukların geri kalanlara oranla otizm riskinin çok daha yüksek olduğunu bulan CDC’deki orijinal Verstraeten çalışması var mesela.
New Jersey’nin Brick Township kasabasında fırlayan otizm oranlarını CDC’nin örtbas edişi var.
‘Az ya da sıfır aşı’ almış popülasyonlarda ‘az ya da sıfır’ otizm gösteren deliller var. Halk sağlığı yetkililerinin bu konuyu araştırmak dahi istememesi var.
Devletin regresyona girerek geliştirdiği otizmi aşıların tetiklediğini mahkemede kabul ettiği Hannah Poling davası var, hani sonra üzeri bir sır perdesiyle örtülen o dava…
Aşı “mahkemesi”nce verilen kararlarda hakkında ret kararı çıkmış binlerce otizm vakasını gösteren Yanıtlanmamış Sorular çalışması var.
SafeMinds kuruluşundaki ebeveynlerin on seneden uzun bir zaman önce otizmi “yeni bir çeşit cıva zehirlenmesi” olarak tanımlamış olması var.
KKK aşısındaki kabakulak kompanentini koruyormuş gibi göstermek için aşı üreticisi firmanın veride sahtecilik yaptığını söyleyen Merck çalışanı bilimadamları var.
1943 yılında tıp literatürüne geçmiş ilk otizm vakalarındaki ailelerin yeni kullanılmaya başlanan etil-cıvalı aşılar ve mantar ilaçlarına maruziyetini gösteren çalışmalar var.
Tıp endüstrisi ve cıva arasında, otizm tsunamisi Amerika’nın çocuklarını önüne katıp götürmeden çok önce bitirilmiş olması gereken ancak yarım binyıl süregiden aşk ilişkisi var.
En barizi – Kongre’nin bu ülkedeki yozlaşmış ilaç firmalarına yasal kovuşturmadan muafiyet tanıyıp da Amerika’nın aşı malülü çocuklarının ve bu yükün altında tökezlemekte olan ailelerinin sırtına bindirmesiyle birlikte takvime dolduruluveren aşılar ve aynı anda otizmde yaşanan patlama var.
Bı sızıntılar artık sele, sel de tsunamiye dönüşme yolunda, tıpkı otizm tsunamisi gibi ve sel dalgaları şu an elde ayakta ne kadar parmak varsa delikleri kapamaya çalışmakla meşgul olanların ördüğü inkar duvarını önüne katıp götürmekte.
En ilkel dürtülerine işlenmiştir annenin çocuğunu koruma içgüdüsü. Eskiden yavrusunu vahşi hayvanlardan, kışın soğuğundan korur, karnını doyurmak için yiyecek aramaya çıkardı anne. Bugünse biz annelerin o korku tanımaz gözüpeklik mertebesine ulaşmamız lazım yeniden. Şu “ilaç daya, öldür, baskıla!” refleksini bırakmamız, tabiatla beraber geçirmekte olduğumuz evrime saygı duymamız ve geçen her dakika bizi daha da hasta eden şu yıkık-dökük sağlık modelini artık reddetmemiz gerekiyor. İçinizdeki sesi dinleyin, derinlere inin, o korkusuzluk mertebesine ulaşın, Thompson marifetiyle ortaya çıkan bu gerçekler de ‘kendi’nize dönmek için yola çıktığınız bu yolculukta size güç versin.