CDC’nin çöküşü: Suçüstü 2; KKK aşısı-Otizm bağıntısı nasıl gizlendi

CDC’nin çöküşü: Suçüstü 2; KKK aşısı-Otizm bağıntısı nasıl gizlendi

resim27 Ağustos 2014 tarihinde Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi CDC‘den (Centers for Disease Control and Prevention) üst düzey bir bilimadamı, CDC’nin şu andaki ‘Bağışıklama Güvenliği’ direktörü Dr. Frank DeStefano‘nun da aralarında bulunduğu diğer bazı yetkililerle birlikte yürüttükleri ve 2004’te Amerikan Pediyatristler Birliğinin yayın organı Pediatrics dergisinde yayımlattıkları KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısının güvenliğini ölçen bir çalışmada, çalışmanın tarafsızlığını sağlamak üzere baştan oluşturulmuş “sonuç protokolü”ne uymadıklarını, “istatistiksel önem arz eden verileri” kasıtlı olarak çalışmadan çıkarttıklarını itiraf etti. Kendisinin ifadesine göre, yaptıkları çalışmada, “belirli bir aşının, nüfusun belirli bir altgrubunda yarattığı etkiyi gösteren bulgular çalışmadan çıkartıldı”. İtirafı yapan Dr. William Thompson ayrıca, “aşıların risklerini doğru ve düzgün şekilde kamuoyuna aktarmak CDC’nin yükümlülüğüdür” diye de ekliyor avukatı aracılığıyla yayımladığı açık mektupta.

İşte o mektup:

thompson letter

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dr. Thompson’ın bu açıklamasına katılmamak mümkün değil; CDC yetkililerinin, bazı çocuklarda diğerlerine oranla daha yüksek gözlemlenebilecek aşı risklerini kamuoyundan kasıtlı olarak gizlememesi gerekir. Ne yazık ki, CDC yetkililerinin şeffaflıktan uzak, Amerikan ve dünya kamuoyundan aşıların riskleri ile ilgili gerçekte ne bilip ne bilmediklerini gizleyen tutumları uzun bir geçmişe sahip.

Geçtiğimiz temmuz ayında, CDC’nin bağlı bulunduğu Amerikan Sağlık ve İnsan Hizmetleri Dairesi (DHHS-Department of Human Health and Services) tarafından RAND Corporation‘a bütçe sağlanarak yaptırılan çalışma aşıların “son derece güvenli” olduğunu bulmuştu. Ancak bu çalışmanın dizaynının ve hakem kontrolünün bizzat CDC’nin Bağışıklama Güvenliği Direktörü DeStefano’nun da aralarında bulunduğu üst düzey CDC yetkilileri tarafından yapıldığı gerçeği kamuoyuyla paylaşılmamıştı.

Devletin önerdiği istisnasız her aşıyı, sorgu sual etmeden çocuğuna yaptırması emredilen anne-babalar için bu büyük bir problem.

Neden mi?

Çünkü,

– CDC’nin bağlı olduğu DHHS’nin aynı anda hem aşılara ruhsat veren hem de aşı güvenliğini denetlemekten sorumlu kurum olması,

– Aşıların hızlı ruhsatlandırılabilmesi (fast-tracking) için üretici ilaç firmalarından para alıyor olması,

– İlaç firmalarıyla ortaklaşa olarak aşı geliştiriyor ve bu aşıların satışından kar elde ediyor olması,

– Amerikan eyaletlerinde daha sonra yasallaştırılmak üzere uygulamaya sokulacak ulusal aşı politikalarını belirleyen idari kurum olması,

– Tüm bunların yanısıra, hangi çocuğun aşı mağduriyetinden dolayı tazminat alıp hangisinin almayacağına karar verici organ olması

açık bir menfaat ihtilafı (çıkar çatışması)nı gösterir. Bu, tek başına bir fedaral kuruma tahsis edilmiş gereğinden fazla güç demektir. Bu, tilkinin kümese bekçi yapılmasından başka bir şey değildir. Bu nedenle yıllardan beri Amerika’da gerek güvenilir aşı talebinde bulunan halk, gerek kongrede aşılar ve otizm ile ilgili soruşturmaları yöneten senatörler, gerekse aşağıdaki prezantasyonunda CDC’nin üretmiş olduğu bilimsel çalışmalardaki ağır kusurları ve hatta görevi suistimal vakalarını ortaya koyan çalışmalarıyla Dr. Brian Hooker gibi bilimadamları, aşıların güvenliğini denetleme yetkisinin derhal CDC ve DHHS’ten alınması gerektiği yönünde çağrı yapıyorlar.

Aşıların ta çiçek aşılamasından beri beyinde enflamasyona, gelişim geriliğinden tutun zihinsel engelliliğe kadar çok geniş yelpazede beyin özrü semptomlarına yol açtığı biliniyor. O yüzden de, Amerikan Kongresi ve ABD Yüce Mahkemesi’nin aşıları “kaçınılmaz olarak güvenli olmayan ilaç” olarak ilanı ile birlikte ilaç firmalarını, haklarında açılacak davalara karşı hukuki koruma altına alışı manidardır. Kaçınılmaz olarak güvenli olmayan aşıları olmak için imzaladığınız muvafakat formuyla birlikte bu riski göze aldığınızı resmi olarak kabul etmiş ve oluşabilecek yan etkilerden dolayı hak arama yolunu kendinize kapatmış oluyorsunuz. Amerika’da bugün aşıdan zarar gördüyseniz;

  • aşıyı geliştirenleri,
  • aşıya güvenli ve etkilidir diye onay vermiş devletin idari kurumlarını,
  • aşıyı ulusal takvime alıp önerenleri,
  • aşıyı pazarlayanları,
  • yasa yoluyla zorunlu tutanları,
  • aşılamayı yapanı, veya
  • aşı satışından kar elde edenleri,

jüri önünde yargılanmak üzere dava edemiyorsunuz.

Amerikan devletinin ilaç firmalarına sağladığı bu dokunulmazlığın ardında elbette, kendilerine karşı peş peşe açılan bireysel davalar nedeniyle ödemek zorunda kaldıkları milyonlarca dolarlık tazminat sonucunda, “çok ucuza” sattikları bu farmasötik ilaçlardan davalar nedeniyle yeterince kar edemedikleri gerekçesiyle devleti bu koşullarda Amerika’da aşı üretimi “iş”ine son vermek ve fabrikalarını Kanada’ya taşımakla tehdit eden ilaç firmalarının şantajı yatıyor. Toplum sağlığı çalışmalarının belkemiği olarak gördükleri aşılardan mahrum kalmayı göze alamayan Amerikan devleti de, çıkardıkları 1986 tarihli yasayla, aşı üreticilerine tam hukuki koruma sağlıyor. Bu korumayla birlikte Amerikan aşı takvimi hızla genişleyerek, önerilen aşı sayısı hızla 3 katına çıkıyor.

CDC’nin kendi bünyesinden üst düzey bir bilimadamının aşı riskleriyle ilgili verilerin halktan gizlendiğini itirafı, anne-babaların bugüne kadar dile getirdikleri aşı güvenliğiyle ilgili endişelerin haklılığını bir kez daha ortaya koyuyor, ancak burada altının çizilmesi gereken nokta, bunun CDC’nin benzer şekildeki ilk icraati olmayışı.

Yakın geçmişten birkaç örnek vermek gerekirse;

CDC, Thimerosal-Otizm bağıntısını gizliyor: Biomed Research International adlı dergide bu yıl yayımlanan, yazarları arasında yine Dr. Brian Hooker ve Amerikan otizm camiasının yakından tanıdığı simaların da yer aldığı, “Aşılardaki thimerosal’ı güvenli göstermek için yapılmış araştırmalarda saptanan metodolojik sorunlar ve görevi suistimale dair kanıtlar” başlıklı çalışma, CDC’nin aşılardaki cıva (thimerosal) ile otizm bağlantısını aktif şekilde örtbas etmeye yönelik faaliyetlerini ikna edici kanıtlarla ortaya koyuyor.

Bu noktada, CDC’nin aşıların otizme yol açmadığını kanıtlamak için bugüne kadar sadece aşılarda kullanılan tek bir madde, thimerosal adlı etilcıva ve takvimdeki 14 aşıdan da sadece tek bir aşı, KKK‘ya baktığını, ne thimerosal ne de aşıların içinde kullanıldığı bilinen diğer 40′a yakın maddenin birlikte kullanıldığında yaratacağı sinerjik etkileşimi ne de takvimde yer alan tüm aşılar ve bunların toplam dozajının bebek ve küçük çocuklarda kümülatif ve sinerjik etkisinin çalışılmamış olduğunu hatırlatmak isterim.

Thimerosal’ın otizme yol açmadığını kanıtlamak için bizzat CDC tarafından yaptırılan toplam 6 çalışma var. Bu çalışmalardan biri, bir önceki yazıda ele alınmış Verstraeten çalışması. Bir diğeri ise, Dr. Brian Hooker’ın aşağıdaki prezantasyonunda ele aldığı, thimerosal maruziyeti arttıkça otizm riskinin azaldığı(!) sonucuna varan Price ve arkadaşlarının çalışması. Yine bir diğeri, CDC’den araştırma için tahsis edilen bütçeden kendi hesabına 1 milyon dolar geçiren Danimarkalı Dr. Paul Thorsen‘ın baş yazarlarından biri olduğu Madsen ve arkadaşlarının çalışması. Dr. Thorsen ayrıca yine CDC için yapılan, KKK aşısı ve otizm arasında bağlantı olmadığı sonucuna varan bir başka çalışmanın da yazarları arasında. Yüzlerce seneyle ifade edilen hapis cezası istemiyle halen Amerika’ya iadesi beklenmekte olan Thorsen’ın aşı-otizm ilişkisi yoktur savına en büyük katkıyı sağlayan bu iki büyük çalışması ise yayımlanmış oldukları dergilerden geri çekilmek yerine CDC tarafından hala referans olarak gösterilmekte.

Amerikan kongresi alt komisyonunca da incelenen ve içerdiği ağır kusurlar nedeniyle büyük eleştiri alan bu 6 çalışmanın tümüyle ilgili tespit edilmiş metodolojik kusurlar, veri manipülasyonu, çalışma yazarlarının ilaç firmaları ile finansal ilişkileri konusunda okuma yapmak için çalışmanın orijinalini buradan görebilir veya Greenmedinfo tarafından hazırlanmış özetine ulaşabilirsiniz.

Çalışma yazarları şu değerlendirmede bulunuyorlar:

“Değerlendirmeye alınan yayınlardan 5’i doğrudan, ana misyonu aşı promosyonu olan CDC tarafından sipariş edilmiş olduğundan menfaat çatışması ve çalışmada yanlılık ihtimali gündeme gelmektedir. Bu çalışmalarda aşılardaki Thimerosal’un ağır nörolojik bozukluklarla ilişkisi ortaya çıktığı takdirde, bu bulguların CDC’nin yürüttüğü aşı programına zarar verebileceği göz önüne alınmalıdır.”

CDC, Polio aşılarının kanser ilişkisini gösteren websayfasını “yok ederken” yakalanıyor: CDC geçtiğimiz yıl kendi websitesinde yer alan, 98 milyon Amerikalıya kanserle ilişkilendirilmiş maymun virüsü SV-40 ile kontamine polio aşılarının verildiğini kabul ettikleri sayfayı silerken yakalanmış ve gelen tepkiler üzerine sayfa yeniden oluşturulmuştu. Polio aşıları ve SV-40 kontaminasyonu ile ilgili yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

CDC, gebelere vurulan grip aşılarının düşüğe yol açtığını biliyor: 2010 H1N1 grip sezonunda aşı vurulmuş gebe kadınlarda fötal ölüm oranı %4250 artıyor. CDC bu durumu bildiği halde herhangi bir tedbir veya değişiklik kararı çıkmıyor.

Açıkça görülen şu ki, şayet aşılarla ilgili gerçekler açığa çıkmış olsa, mesela tıp literatüründeki aşıyla ilşkisi bilinen 100’den fazla yan etki ve/veya hastalık ve hani sadece kalıcı beyin hasarı (otizm spektrumu bozuklukları) da değil, örneğin ani bebek ölümlerinin aşıyla ilişkisi bilinse, hem bunları çoğu kez kanunsuz şekilde dayatan sağlık kurumları hukuki olarak zarardan sorumlu konumuna düşmesi (ki bu da teorik olarak trilyonlarca dolarlık tazminat demektir) hem de aşı malülü çocukların ebeveynlerine yaşatılan Stockholm Sendromunun kabından taşıp yaşanan bunca acı, eziyet ve öfkenin CDC, Medya ve İlaç Endüstirisi’nin elbirliğiyle kurduğu kağıttan kulenin bir gecede yerle bir olması işten bile olmayacaktır. İşte o yüzden aradan geçen 14 seneden sonra çektiği vicdan azabına yenik düşerek, ağır otizmli evlat sahibi Brian Hooker’a CDC’deki iç yazışmaları ve gizli belgeleri ulaştıran bilim doktoru William Thompson’un ortaya çıkardıkları çok önemli.

Geçtiğimiz iki hafta içinde olaylar kısaca şu şekilde gelişiyor:

  • CDC’nin verilerini yeniden analiz eden Dr. Brian Hooker, KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısını 36. aydan önce olan çocuklarda otizm gelişme riskinin istatistiksel olarak önem arz edecek şekilde arttığını buluyor. [1]
  • Risk artışı en fazla siyahi erkek çocuklar için geçerli; 36 aylıktan önce KKK ile aşılanmış bu çocuklarda otizm görülme riski, eşleştirildikleri kontrol grubundakilere göre 3.4 KAT daha fazla. [1]
  • Çalışmaya dahil edilen TÜM çocuklar için, 36. aydan önce aldıkları KKK aşısının otizm riskini arttırdığı görülüyor. [1]
  • Dr. Hooker’a bu sorunu işaret eden, CDC için 2004 yılında yürüttükleri ve 36. aydan önce yapılacak KKK aşılamasının otizm riski oluşturmadığını gösteren çalışmanın yazarlarından, kadrolu CDC çalışanı Dr. William Thompson oluyor. Dr. Thompson halen CDC’de, “itirafçı” koruması altında görevine devam etmekte. Dr. Thompson, Dr. Hooker’a CDC’deki araştırmacıların siyahi erkek çocuklar için hayli yükselen bu risk oranını 2001’den beri bilmelerine rağmen bilinçli olarak üzerini örttüklerini açıklıyor. [2]
  • CDC, ilk KKK dozunu 36. aydan önce alan siyahi erkek çocuklarda otizm riskinin arttığını inkar etmeyen bir açıklama yayımlamış durumda. [3]
  • Dr. Hooker’ın analizi siyahi erkek çocuklar için 3.36’lık bir Rölatif Risk (RR) gösteriyor. Rölatif Risk seviyesi p=0.0019’lık istatistiksel önemde, bu da Dr. Hooker’ın bulgularının şansa bağlı olma olasılığının yaklaşık 1.000’de 1 olduğu anlamına geliyor.

Bilimsel araştırma metodolojisinde “p”, olasılık demek. Bir şeyin “istatistiksel olarak önemli” olduğu söyleniyorsa, veri analizinde belirli bir olasılık düzeyi gösterilmiş demektir.  Sonuçların anlamlı olması veya “istatistiksel olarak önemli” sayılabilmesi için .05’lik bir olasılık değeri gerekir. .05’lik olasılık, gördüğünüz şeyin gerçek olduğuna, şansa bağlı oluşmadığına %95 oranında kesinlik kazandırır. 1.000’de 1’lik bir seviye ise gördüğünüzün gerçekliğini ve şansa bağlı olmadığını %999 oranında garantiler.

Veriler üzerinde yapılan bu yeni analiz önemli çünkü 2004’te, CDC araştırmacıları aynı verileri kullanarak yayımladıkları çalışmada otizmli çocuklar ile kontrol grubu (otizm teşhisi olmayanlar) arasında KKK aşısı zamanlaması bakımından istatistiksel önem bulunmadığını iddia etmişler ve 9 Şubat 2004’te bu bulguları Tıp Enstitüsü’nün (IOM) Bağışıklama Çalışmaları Güvenlik Değerlendirmesi Komisyonu’na sunmuşlardı. Dr. Thompson’ın ortaya çıkması için uğraş verdiği gerçek, CDC yöneticilerinin tamamen bilgisi dahilinde çalışma sonucunu etkileyecek veri manipülasyonunun kendi mesai arkadaşları tarafından bilinçli olarak yapılmış olması ve kendisinin de buna alet olması.

Bu çalışma, Pubmed’de tam 91 başka hakemli çalışma tarafından referans olarak gösterilmiş. Hakemli dergilerde çıkan aşı, aşı güvenliği ve aşılarla otizm ilişkisine dair çalışmaları inclediğinizde çoğunun bu düzmece çalışmadaki yazarlar tarafından yapılmış olduğunu görürsünüz. Bu durumda aşı-otizm bağlantısını araştırmış komple tüm çalışmaların sorgulanması gerekir. Çocuğunun sağlığı için karar vermeye çalışan aileler, aşı politikalarını belirleyen, hangi aşıların takvime ekleneceğine karar veren idari merciler ve tıp çalışanlarının hepsi bu çalışmalara dayanarak hüküm veriyor. Bu araştırmalar sadece Amerika’yı bağlamıyor, tüm dünyada kararlar bunların sonucuna göre belirleniyor. Bu ne tek bu çalışmayla ne de sadece Atlanta’daki siyahi Amerikalı çocuklarla ilgili bir durum.

Dr. Hooker’ın bulguları ile ilgili en önemli noktalardan biri şu:

Hooker’ın bulguları, CDC bilimadamlarının bulgularıyla aynı.

Evet, doğru duydunuz. Arada hiçbir fark yok. CDC’nin araştırmacıları da aynen “eşleştirildikleri kontrol grubuna göre otizm teşhisi almış çocukların yüksek oranda 36 aydan önce aşılanmış olanlar olduğunu” buluyor. Hatta bu bilgi, 2004 Tıp Enstitüsü (IOM-Institute of Medicine) kongresinde çalışmanın sonuçlarını sunan Dr. Frank DeStefano tarafından açıklanıyor.

Destefano sf 35

Destefano sf 39

 

 

 

 

 

 

DeStefano IOM’e, KKK aşısını 36 aydan önce olmuş çocuklarda, 36 aydan önce bu aşıyı olmamış yaşıtlarına göre daha fazla otizm görüldüğünü söylüyor. Fakat aynı çalışma Pediatrics dergisinde yayımlandığında bu bilgiyi göremiyorsunuz.

Bir diğer önemli nokta da, Dr. Hooker’ın bildirdiği rakamların Rölatif Risk’i göstermesi. Kontrol grubundakiler için rölatif risk değeri 1.0. Vaka grubundakiler için risk yüzdesindeki artışı görmek için, vaka grubundaki risk (3.36)’dan kontrol gurubu risk oranı (1.0)’ı çıkartıyoruz. Bu durumda siyahi Amerikalı erkek çocuklardaki yüzde artışı 2.36 olarak karşımıza çıkıyor; yani bu çocuklar için otizm riskindeki artış %236.

%236’lık bir artış oldukça önemli bir oran (p=0.0019) ve CDC tarafından bu gerçeğin gizlenmesinin izah edilebilir yanı yok.

Şimdi bu %236 risk artışının gerçek yaşamda gerçek çocuklar için ne anlama geldiğine bakalım:

Stats.org sitesine göre, “geniş bir popülasyonda risk oranlarında ufak bir artış pekçok ölüm vakasıyla sonuçlanabilir”, ya da mevcut durum için konuşacak olursak çok daha fazla otizm vakası oluşabilir.

Ancak biz burada öyle küçük bir artıştan da değil, siyahi erkek çocuklar için tam %236’lık bir artıştan bahsediyoruz. Peki bu ne demek?

CDC’nin Amerika’daki otizm oranları ile ilgili bildirimlerinde de büyük sıkıntı var ancak yine de Amerika’da 18 yaş altı, karma ırktan olmayan, sadece siyah erkek çocukların nüfustaki payı ve şu anda açıklanmış olan mevcut otizm oranları ve bunların senelik artış hızı ile birlikte elimizdeki %236’lık artış payını hesaba katarsak, her 100.000 siyahi erkek çocukta fazladan 3.469 otizm vakası yaşanıyor, toplamda ise bu rakam 100.000 siyahi erkek başına 4.939 otizm vakası ediyor.

Siyahi erkek çocuk nüfusu toplamda yaklaşık 5 milyon olduğuna göre, takvime uygun olarak KKK aşısı olmanın sonucunda otizm teşhisi almış çocuk sayısı 246.950 oluyor.

250.000 yaşam demek bu. 250.000 aile…

CDC bilimadamları bu riskten haberdar oldukları 2001 tarihinde gerçekleri açıklamış olsaydı en az 250.000 siyahi erkek çocuğun otizm teşhisi alması önlenebilirdi.

Amerikalı siyahi erkek çocuklar KKK aşısı sonrası salt otizm tehlikesiyle karşı karşıya değiller. Aşı mağduru ailelerin gayet iyi bildiği gibi aşılar nedeniyle oluşacabilecek çok geniş yelpazede nörolojik ve immün sistem hasarı sözkonusu. Şu an Amerika’daki siyahi çocukların lise bitirme oranları diğer ırkların çok gerisinde, diğerlerine göre okuldan atılma oranları hayli yüksek ve bu çocuklarda konuşma bozuklukları, öğrenme geriliği diğerlerine göre daha fazla.

Bu öğrenme ve davranış bozuklukları da aşıların bir sonucu olabilir mi? Büyük ihtimalle öyle, ancak tabii bu soruların yanıtı şayet CDC 13 yıl önce bu bilgileri saklama yoluna gitmeseydi belki de şimdiye kadar bulunmuştu.

Bilimsel araştırmanın gayesi soruların önüne set çekmek değil, daha fazla soru sormak ve bunların yanıtlarını aramaktır. CDC’nin salt bu çalışma veya KKK-aşı bağıntısıyla sınırlı kalmadığı bilinen bu tutumu nedeniyle hem siyahi ailelerin çocuklarının sağlığıyla ilgili doğru karar verebilmesi engellenmiş, hem de bilim caimasının neden bu çocukların daha fazla risk altında olduğunu öğrenebilmek için çalışma yapmasının önü kesilmiştir.

Hile karıştırılan bu 2004 çalışması aslında otizme yatkın belirli bir grup buluyor. Şayet bunu müteakip başka çalışmalar yürütülse, çok büyük ihtimalle otizme yatkın başka gruplar da çıkacak ortaya. Belki de bu bilgiyi karanlığa gömmelerinin asıl nedeni budur, kimbilir?

Tekrar 2004 çalışmasına geri dönecek olursak, yazarlar arasında adı geçen bilimadamları kimler mi?

destefano

Aşı-otizm bağlantısı olmadığı yönünde çoklu çalışmaları bulunan ve her defasında çalışmalarındaki ağır kusurlar açığa çıkan CDC Bağışıklama Programı Güvenlik Dairesi’nden tıp doktoru Frank DeStefano.

 

thompson

CDC Ulusal Bağışıklama Programı dpt, William Thompson, PhD

 

coleen boyle2

Coleen Boyle, PhD (kendisi şu anda CDC direktörünün bir alt pozisyonu olan Ulusal Doğum Kusurları ve Gelişim Bozuklukları Dairesi’nin başkanlığını yürütmektedir)

 

marshalyn

Marshalyn Yeargin – Allsopp, MD

Ve CDC Doğum Kusurları ve Gelişim Bozuklukları dpt, – Tanya Karapurkar Bhasin, MPH

CDC itirafçısı William Thompson’ın Melinda Wharton, Walt Orenstein, Kim Lane, Kevin M. Malone, Beverly Dozier, Robert Chen, David Shay, Coleen Boyle ve Roger Bernier’e gönderdiği emaile bakalım. Bu email’de adı geçen bazı kişileri aşı konusunda araştırma yapmış olanlarımızın gayet yakından tanıdığını düşünüyorum. Emailden, Adalet Bakanlığı’nın 2002’de CDC hakkında bir soruşturma yürütmekte olduğunu ve kendilerinden “KKK, Thimerosal ve Otizm ile ilintili çok sayıda belge talep ettikleri”ni anlıyoruz.

Bu aşamada Dr. Thompson siyahi çocuklarda KKK aşısına bağlı yüksek otizm riskini yapmakta oldukları kendi çalışmaları dolayısıyla biliyor ve elde ettikleri bu sonuçlardan emailinde “hassas sonuçlar” olarak bahsediyor. Bu mektupta CDC bilimadamları ve idarecilerini açıkça, Adalet Bakanlığı’na verilmesi ve daha da önemlisi verilmemesi gereken dokümanlar üzerinde tartışırken görüyoruz.

Metin şu şekilde:

Sevgili Melinda,

Sana bir kez daha Adalet Bakanlığı’nın kısa süre önce talep ettiği KKK, Thimerosal ve Otizm ile ilintili geniş çaplı dokümantasyonla ilgili olarak yazıyorum. Seninle ilk olarak 3 Eylül 2002 tarihinde, MADDSP KKK/Otizm çalışmasında bizi zora sokan hassas sonuçlarla ilgili olarak görüşmüştük. Ayrıca bu çalışmayla ilgili belgelerden hangilerini teslim etmemiz gerektiğiyle ilgili olarak durumu nazikleştirebilecek birtakım yasal konulara da dikkatini çekmeye çalışmıştım. Sonrasında hem Beverly Dozier hem de Kevin Malone tarafından bizlere Adalet Bakanlığı’na vereceğimiz belgelere çok geniş bir tanım uygulamamız gerektiği söylendi.

Bu nedenle; ajandalar, analiz planları, excel dosyaları, SAS programları, makalelerin taslakları, düzeltilmiş halleri ve bu çalışmada Ulusal Bağışıklama Programı OD’nin talebi doğrultusunda çalışmaya başladığım 2001 Şubat tarihinden bu yana Ulusal Doğum Kusurları ve Gelişim Bozuklukları Merkezi’nde üzerinde tartışmakta olduğumuz hassas sonuçlar da dahil olmak üzere elimdeki tüm belgeleri teslim edeceğim. Bunun yanında UBP’deki görevim boyunca dahlim olan tüm diğer KKK, Thimerosal veya otizm çalışmalarını da vereceğim. Tüm bu belgeleri 21 Ekim tarihine kadar teslim etmeye çalışacağım. Bütün bu dokümanların hassas bilgiler içerip içermediğine bakacak zamanım olmayacak.

Kimsenin kanuna aykırı bir iş yapmış olduğunu zannetmiyorum, ancak makalemiz yazarlarından Dr. Coleen Boyle’un, 2002 Nisan ayında kongre üyesi Dan Burton’ın KKK ve Otizm ilişkisini soruşturan komitesinde ifadeye çağrılması beni ziyadesiyle tedirgin etti. MADDSP KKK/Otizm Çalışması’na dair hukuki mevzularla ilgili tedirginliğim ise, UDKGBM’deki arkadaşlarımız Adalat Bakanlığı’nın talebi doğrultusunda uygun dokümanların hazırlanıp sunulması ile ilgili mütalaalarımızda emaillere bir avukatı, Beverly Dozier’i cc’lemeye başladıklarında daha da arttı. 16 Ekim saat 13.00’te UDKGBM’de dokümantasyon teslimiyle ilgili yapılan toplantıda Beverly’nin Adalet Bakanlığı’nın değil, UDKGBM’nin avukatı olduğunu ve Dr. Coleen Boyle’a hangi dokümanları vermesi gerektiği konusunda yasal tavsiyelerde bulunduğunu öğrendiğimde ise endişem daha da arttı. Bu yüzden, bu çalışmayla ilgili vereceğim dokümanlarının hepsinin gereği gibi olması için ben de kendime avukat tutacağım. Bu tip bir çalışma yaparken yasal olarak kendi başımıza bir iş gelir mi diye endişelenmek durumunda kalmamız büyük talihsizlik. Bu konuda duyduğum derin endişeden dolayı makale taslağından adımı ciddi olarak çıkartmayı düşünüyorum.

Saygılarımla,

Bill Thompson

Bu noktada, CDC’nin bugün halen kongre üyelerinin talep ettiği çok sayıda dokümanı kasıtlı olarak teslim etmemiş olduğunu da hatırlatmak gerekir. Kitle aşılama programlarının promosyonunda kullandıkları “bilim”i açıkça ortaya koymak yerine CDC kanıt saklama yoluna gidiyor ve aynı zamanda da hem halka hem de kongreye yalan söylemeyi tercih ediyor.

gerberdingEpidemiyolog William Thompson’ın CDC’nin o dönemki şefi ve bugün şikayet konusu KKK aşısının global tekelini elinde bulunduran Merck firmasının aşı departmanı şefi Dr. Julie Gerberding‘e 2 Şubat 2004 tarihli bir mektubu da ortaya çıkıyor. Bu tarih önemli, zira bundan sadece bir hafta sonra, 9 Şubat’ta IOM’in aşı güvenliği ve aşılarla otizm bağlantısı konusundaki tarihe mihenk olmuş toplantısı var.

Bu mektup, CDC’deki üst düzey yöneticilerin aşı güvenliği ile ilgili sorunlardan bundan en az 10 sene önce haberdar olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Dr. Thompson bu mektubundan sonra insan kaynakları departmanından uyarı alıyor, IOM toplantısına CDC adına katılacak konuşmacı listesinden çıkartılıyor ve mart ayında idari izine ayrılması sağlanıyor.

Mektupta Dr. Thompson “Metropolitan Atlanta Otizm Deney-Kontrol Çalışması’nın sonuçlarına dair bir özet sunacağını” belirtip, ancak bu veriler KKK aşılarının siyahi erkek bebeklerde otizm riskini arttırdığını gösterecek diye hayıflanıyor. Thompson tam olarak, “KKK aşısı alımıyla otizm arasında istatistiksel ilişkilere dair birkaç sorunlu bulguyu paylaşmak zorunda kalacağım”, diyor.

Ardından Dr. Gerberding’in aşı/otizmin nedensel bağlantısı hakkındaki sessizliğini açıkça eleştirerek, “Milletvekili David Weldon”ın CDC’de bağışıklama programı dahilinde çalışan bilimadamlarının “dürüstlük ve meslek ahlakı” ile ilgili yönelttiği soru ve eleştirilere yazılı bir yanıt vermesini istiyor. Dr. Thompson mektubunda ayrıca şu sözlere yer veriyor:

“Ulusal Bağışıklama Programı’ndaki çalışanlara geçtiğimiz on yıl boyunlarca bağışıklama güvenliğiyle ilgili sorunları çok kötü idare ediyorlar ve halkla ilişkiler savaşını kaybediyoruz diye defalarca söyledim.”

Bu mektuptan sonra CDC geriye dönük olarak otizm çalışmasındaki veri grubundan önemli bir oranı çıkartmak suretiyle kasıtlı olarak bilimsel sahtekarlığa imza atıyor ve ortada istatistiksel öneme haiz bir ilişki kalmamasını sağlıyor. IOM’de çalışmanın üzerinde oynanmış sonuçlarını Dr. Frank DeStefano açıklıyor ve Coleen Boyle da daha sonra Kongre soruşturmasındaki yeminli ifadesinde “KKK aşılaması ve otizm arasında bağlantı olduğuna dair elde muteber kanıt” olmadığını söyleyebiliyor.

CDC’nin imza attığı bu inanılmaz sahtekarlık ortaya çıktıktan sonra, KKK aşısı ve otizm arasında bağlantı olduğunu iddia ettiği suçlamasıyla hakkında karalama kampanyaları açılan ve bir gazetecinin iddialarından yola çıkılarak gerçekleştirilen uydurma bir tıp konseyi soruşturması sonucu meslekten men edilen uzman gastroenterolog Dr. Andrew Wakefield bu konuyla ilgili kısa bir film yayınlıyor. Filmde CDC’nin Ulusal Doğum Kusurları ve Gelişim Bozuklukları Merkezi (UDKGBM) direktörü Coleen Boyle’un kongre önünde verdiği yeminli ifadede KKK-otizm bağıntısını gizlemek için üzerinde oynanmış bu orijinal CDC çalışmasının bulguları hakkında yalan söylediğini belirtiyor.

Video, Dr. Thompson’ın şu sözleriyle açılıyor:

“Oh my God, I did not believe that we did what we did, but we did. It’s all there. This is the lowest point in my career, that I went along with that paper. I have great shame now when I meet families of kids with autism, because I have been part of the problem.”

“Tanrım, böyle bir şeyi yapmış olmamıza inanamıyorum, ama yaptık işte. Her şey ortada. Kariyerimin dibe vurduğu noktadır bu, o makalenin o şekilde yayımlanmasına ses çıkarmamak. Şimdi otizmli çocuk aileleriyle biraraya her geldiğimde kendimden utanıyorum, bu problemin bir parçası olduğum için.” – Dr. William Thompson

Peki tam olarak ne yapmışlar bu saygın CDC bilimadamları? Bu konuya biraz arkaplan kazandırmak gerekiyor önce…

Dr. Brian Hooker’ın geçtiğimiz günlerde AutismOne/Thriiive kongresinde yaptığı sunumda Dr. William Thompson’un kendi elyazısıyla notlarını görüyoruz. Önemli nokta şu, Dr. Hooker’ı bu konuya yönlendiren ve ortadaki sahtekarlık ve kandırmacanın boyutunun açıklığa kavuşmasını sağlayan bizzat Dr. Thompson. Sunumda ayrıca, CDC’nin bir diğer aşı/otizm çalışmasını (Price ve ark.) değerlendiren hakemlerin yazılı yorumlarına da yer veriliyor. Çalışmanın orijinal hakemlerinden gelen hayli güçlü eleştiriler açıkça görülüyor. Çalışmaları inceleyen CDC’nin kendi hakemlerinin bu olumsuz değerlendirmelerine rağmen CDC bu bulguları aynen yayımlamaktan çekinmiyor. Amerikan Pediyatri Birliği’nin resmi yayın organı, hakemli yayın dergisi Pediatrics, ki ilaç firmalarından gerek doğrudan aldığı bağışlar gerekse de elde ettiği reklam gelirleri olsun endüstriyle finansal ilişkisi bilinmektedir, daha önce JAMA (Amerikan Tıp Birliği Dergisi) ve NEJM (New England Journal of Medicine) tarafından geri çevrilen bu çalışmayı aynen yayımlıyor ve bugün halen daha bu çalışmayı geri çekmiş değil. Bu derginin Amerika ve dünyanın geri kalanında çocuk hekimlerinin başvuru kaynağı olduğunu düşünürsek, hekimlerin bu yolla nasıl yanlış yönlendirildiğini ve neden aile hekimi veya pediyatristlere aşı güvenliği konusunda güvenemeyeceğimiz açıklığa kavuşmuş oluyor.

CDC çalışmayı 2004’te Pediatrics‘te yayımlıyor. Bu tarih aynı zamanda İngiltere’de The Sunday Times adına Brian Deer adlı gazeteci tarafından Dr. Andrew Wakefield’e saldırının başlatıldığı tarih. Deer, Sunday Times editörü Paul Nuki tarafından 2003 eylülünde KKK aşısı ile ilgili büyük bir haber bulması için tutuluyor. Bunun meşhur Rupert Murdoch’un Amerika, New York bazlı uluslararası medya imparatorluğunu Amerikan devleti veya başka çıkar gruplarının emelleri doğrultusunda kullanıp kullanmadığı, elde kanıt olmadığı için şu anda bir spekülasyondan ibaret. Ancak şu ayrıntı yine çok önemli; Paul Nukki, Profesör George Nukki’nin oğlu. Prof. Nukki, menenjite yol açtığı için daha sonra üretici firma tarafından piyasadan geri çekilen Pluserix adlı KKK aşısını, menenjitle ilgili sorun bilindiği halde İngiltere’de kullanım için onaylayan kurulun üyesi. Biran Deer’ın gerçek motifi her ne olursa olsun, kariyerini yaktığı ve ilaç endüstrisinin tüm günahlarının omuzlarına yüklendiği dünyaca ünlü hekim Dr. Andrew Wakefiled ve eşine itirafçı William Thompson’dan gelen şu telefon mesajları oldukça anlamlı:

İlk mesaj 20 Ağustos 2014’te Dr. Andrew Wakefield’ın eşine geliyor:

I do believe your husbands career was unjustly damaged and this study would have supported his scientific opinion. Hopefully I can help repair it.

“Eşinizin kariyerinin haksız yere zarar gördüğüne inancım tam. Bu çalışma kendisinin bilimsel görüşünü destekler nitelikteydi. Yapılan yanlışı onarabilmeyi umud ediyorum.”

Diğeri, Dr. Wakefiled’a gelen JPEG mesajı:

A. Wakefield: Basın açıklaması gerçek mi?

W. Thompson: Evet.

A. Wakefield: Teşekkürler. Doğru ve saygıdeğer olanı yaptın.

W. Thompson: Aynı fikirdeyim. Benim namuzssuzluğum yüzünden ödediğin bedel için tekrar özür dilerim.

A. Wakefiled: Seni tamamen affettim ben, hiçbir kırgınlık yok aramızda.

W. Thompson: Bunu samimiyetle söylediğini biliyorum ve seni daha yakından tanıyabilmiş olmaktan ötürü müteşekkirim.

wakefield text message

Autism Media Channel Direktörü Polly Tommey ise The Truth Barrier’a, gerekli cesareti, yani aslında yasal korumayı bulabilseler konuşmak isteyen başka itirafçıların da olduğunu ifade ediyor.

“Başka itirafçılar da var. Kim olduklarını biliyoruz, kendileriyle görüştük. Ancak çok korkuyorlar. Bunlardan bazılarının bildikleri yanında Thompson’ınkiler çocuk oyuncağı kalır. KKK’nın çok büyük bir problem olduğunu biliyorlar, verilerle oynanmış durumda, kendilerine bazı şeyleri gizlemeleri talimatı verilmiş…”

“Gardasil’le ilgili konuştu birisi. ‘KKK’yı bırakın—Gardasil bugüne kadarki belki de en büyük vukuat. 144 kız bu yüzden öldü bile.’ dedi. Thompson daha başlangıç.”

 

Şimdi, dilerseniz 29 Ağustos’ta Dr. Hooker tarafından AutismOne/Thriiive konferansında verilen sunumla 2000’lerden beri süreç nasıl gelişti, aşılar/otizm ve/veya aşılar/diğer nörogelişimsel bozukluklar arasındaki ilişkiye dair ne tür çalışmalar ortaya koyuldu, bu çalışmalar ne derece güvenilirdir bunlara bakalım. Sunum slaytları yazılı olarak verilene kadar maalesef videoda gözüktüğü ve Dr. Hooker tarafından okunduğu kadarıyla paylaşabiliyorum bilgileri. Gelin Dr. Hooker’ın ağzından dinleyelim gelişmeleri:

İsmim Brian Hooker, biyokimya mühendisiyim. Özellikle 15. ayda aldığı aşılar sonrasında çok ciddi nörogelişimsel bozukluklar geliştirmiş Steve adında otistik bir oğlum var. Şu an 16 yaşında, hala konuşamıyor ve çok ciddi tıbbi rahatsızlıkları var. Oğlum eşimle hayatımızın neşe kaynağı, eşim oğluma bakabilmek için evden çalışıyor.

2002 yılından bu yana aşıların güvenli hale getirilmesi adına çalışmlar yapıyorum ve CDC’deki potansiyel sahtekarlık ve görevi kötüye kullanma vakalarını inceliyorum. CDC itirafçısı Dr. Thompson’la ilk görüşmelerim 2002 yılına dayanıyor. Araştırma yapan bir bilimadamı olarak benimle görüşmek üzere CDC tarafından tayin edilen kişi kendisiydi. Kendisiyle aylar boyunca bilimsel konularda görüşmelerimiz oldu ve bu süreçte benimle paylaşmaktan epey rahatsız oldukları konulara gitgide yaklaşmış oldum. Çok daha spesifik sorular sormaya başladım, daha çok Thimerosal [etilcıva] ve otizm hakkındaydı bunlar.

2004 yılnda CDC benimle yazılı/sözlü tüm irtibatı kesti. ‘Ulusal aşı malüliyeti tazminat programı’ndaki dahlimden dolayı benim kendilerini dava ettiğimi söylediler. CDC, görüştüğüm Dr. Thompson da dahil olmak üzere tüm bilimadamlarına benimle teması kesmelerini söyledi. O noktadan sonra CDC ile tek iletişimim, Bilgiye Erişim Özgürlüğü Yasası (FOIA) yoluyla elde edebildiğim bilgilerden ibaret. O zamandan beri CDC’ye 100 kadar FOIA talebim oldu, kongre üyeleriyle birlikte çalıştım, kongre de aynı şekilde belge talebinde bulundu ve sonuç olarak elimde CDC’den onbinlerce sayfalık belge mevcut.

slayt 2

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

IOM [Tıp Enstitüleri-Institutes of Medicine] Prezantasyonu – Çözümlenmemiş Sorunlar

1. Irk etkisini ne yapacağız??

– siyahiler için büyük bir etki gösteriyor, ancak beyazlarda bu etki yok.

Bu gerçekten de her şeyi açıklıyor aslında. Dr. Thompson’ın şahsi notları bunlar.

Şimdi…Dr. Thompson bir ‘etki’ [effect] buluyor. Siyahi ırktan çocuklardaki otizm insidansında KKK aşısının zamanlamasının kritik önemde olduğunu buluyor.

Bu ‘etki’yi 2001’de buluyor. Bu etkinin görüldüğü ilk tarih 7 Kasım 2001 ve bu konunun gündeme getirildiği toplantının notları da var Thompson’da. Kendi elde ettiği sonuçlar, KKK aşısını zamanında almış siyahi çocuklarda–bu noktada henüz erkek x kız çocuk karşılaştırması yapmış değil, henüz toplam siyahi gruba bakıyor–kendi notları, KKK’yı takvimde önerilen zamanda (12 ila 18. aylar arasında) almış siyahilerde, KKK aşısını 36. aydan sonraya ertelemiş siyahilere oranla yaklaşık 2.5 kat daha fazla otizm teşhisi olduğunu buluyor.

Dr. Thompson’ın elinde bir sorun var bu noktada ve bu ortaya çıktıktan hemen sonra çalışmanın diğer yazarları (Tanya Kurapurkar, Coleen Boyle, Dr. Marshalyn Yeargin ve Dr. Frank DeStefano) bu hakikati hasır altı etmek için metodolojiler bulmaya girişiyorlar. Çalışma son haline getirilip yayımlandığında, siyahi çocuklarda KKK aşısının zamanlaması ile otizm arasında hiç ilişki kalmıyor.

Çalışma yayımlanmadan önce Dr. Thompson’dan IOM’in 2004 toplantısında bulgularını sunması isteniyor.

Bu noktada konunun arkaplanını da vermemiz gerekir; bahsi geçen IOM toplantısı, devletin aşılar ve otizm konusundaki pozisyonunun belirlendiği dönüm noktası sayılacak toplantı aynı zamanda. Bu toplantı bizzat CDC tarafından alelacele IOM’ye ihale edilerek, kendilerinden KKK/Otizm ve Thimerosal/Otizm ilişkisini çalışmış epidemiyolojik ve biyolojik yayınların yeniden incelenmesi isteniyor.

Siyahiler için ortada bir ‘etki’ olduğunu gayet iyi bilen Dr Thompson, IOM toplantısından tamı tamına birbuçuk hafta önce işte bu şekilde kıvranıyor.

Ve işe bakın ki Dr. Thompson’ın sunumu yapması engelleniyor, yerine DeStefano geçiriliyor ve toplantıda ortaya konulan bulgular kayda geçirilmiyor. Ve çalışmanın son hali yayımlandığında, sonuçların hayli kuşkulu istatiksel tekniklerle sulandırılmış, siyahilerdeki otizm riskiyle ilgili ortada kanıt kalmamış olduğunu görüyoruz.

2004 Şubat ayında Pediatrics Dergisinde çıkan çalışmanın başlığına bakalım:

“Otizmli çocuklar ve okul eşleştirmeli kontrol grubunda kızamık-kabakulak-kızamıkçık aşılamasının ilk alınma yaşı: Metropolitan Atlanta’da nüfus bazlı bir çalışma.”

Sonuç olarak şunu diyorlar; tüm çocuklar için küçük de olsa bir ‘etki’ buluyorlar. 36 aydan önce aşılanmış tüm çocukları, 36. aydan sonra aşılanmış tüm çocuklarla karşılaştırdıklarında, önce aşılanmış olanlarda otizm insidansında %50‘lik bir artış görüyorlar, fakat bunu “bunlar büyük ihtimalle otizm teşhisini önceden almış olup da Atlanta eyaletinde engelliler (otizmliler) için sunulan [3-5 yaş arası/okul öncesi] “erken müdahale programı” (early intervention program)ından yararlanabilmek için mecburi KKK aşısını zamanında yaptırmak zorunda olanlardır” diyerek geçiştiriyorlar.

EdNot:

2004 çalışmasının orijinal dizaynı iki grubu karşılaştırıyor: 1) KKK aşısını olmuş otizmli çocuklardan oluşan vaka grubu ve 2) KKK aşısını olmuş, fakat otizmli olmayan çocukların oluşturduğu kontrol grubu. Hepsi Metropolitan Atlanta Georgia’dan olan bu iki grup yaş, cinsiyet ve ırk gibi demografik kriterler yönünden eşleştiriliyor.  Araştırmanın amacı ikinci grupla karşılaştırıldığında ilk grupta 18, 24 ve 36. aylarda otizm teşhisi alma oranlarında herhangi bir artış olup olmadığını görmek. Şayet KKK’nın vaka grubundaki çocukların otizm geliştirmesinde payı varsa, bu grupta KKK’yı 18, 24 ve 36. aylarda almış çocukların yüzdesinin daha yüksek olmasını bekliyoruz. Şayet yüzde yüksek çıkarsa bu, ilk grup için rölatif riskin daha yüksek olduğunu gösterir. İki grupta da risk açısından fark yoksa, ilk grubun ikinci gruba oranı 1 olacağından KKK’nın vaka grubundakilerin otizmiyle bir ilişkisi olmadığını söyleyebiliyoruz. 1‘in üzerinde çıkacak bir oran, şayet istatistiksel olarak önemli bir değer veriyorsa, ilk grubun rölatif olarak KKK’dan etkilenme riskinin ikinci gruba göre daha yüksek olduğunu anlıyoruz.

Orijinal çalışmada geçen ifade ve CDC’den bu konuyla ilgili gelen resmi açıklama şu şekilde:

36 aydan önce aşılanmışlara bakıldığında vaka [otizmli] ve kontrol [nörotipik] grubu çocuklar arasında en büyük fark 3-5 yaş arası grupta gözlemleniyor. (sf. 264) CDC: Otizmli çocuklarda 24 ve 36. aylar arasında aşılanmış olma durumu biraz daha yaygın ve bu ilişkinin en güçlü olduğu grup da 3-5 yaş grubu.”

Esasında bu cümleyle KKK aşısının otizm riskini arttırdığını kabul etmiş oluyorlar. Ancak bu bulguyu, siyahi erkek çocuklarda 36. ay KKK aşılamasının otizm riskini arttırdığına dair kanıt olarak yorumlamak yerine, bu durumun “vaka grubundaki (otizmli) siyahi erkek çocukların okulöncesi özel eğitim kurumlarına kabul için gerekli aşıları olmalarından kaynaklanabileceği”ni ileri sürüyorlar.

Dr. Hooker’ın itirazı, 1) Orijinal çalışmada vaka grubunun tümüne (beyaz/diğer ırklar/kız veya erkekler) atfedilen bu 24-36 aylar arasındaki otizm insidansındaki artışın ardında aslında büyük oranda siyahi erkek çocuklarda bu yaş aralığında fırlayan otizm insidansının yattığı, ancak çalışmada bu etkinin kasten gösterilmemiş olması ve 2) Otizm insidansında bu yaş aralığında görülen artışı, “otizmin muhtemelen anne karnında başladığı” varsayımı, hatta önkabulüyle çalışmaya başladığını itiraf eden Destefano’nun, ki siz aşılama yaşının otizme etkisi olup olmadığını araştıran bir çalışmaya “doğuştan” olduğu, yani aşıların bir etkisi olmadığı düşüncesiyle başlıyorsanız bir bilimadamı olarak dürüstlüğünüz şüphelidir, “elde edilen bu istatistiğin biyolojik açıklaması olamaz, çocuklar o yaştan sonra otizm geliştiremezler, o halde bu yaş aralığındaki yükselişin KKK aşılamasıyla alakası yoktur, belli ki bu çocuklar daha önceden otizm teşhisi almışlardır zaten ve aileler de otizmli çocukları 36. aydan itibaren başlayan ancak katılım için KKK aşısı şartı aranan özel eğitim programına verebilmek için 24 ve 36. ay KKK aşılarını yaptırmışlardır, buradaki yığılma bundan kaynaklanıyordur şeklindeki açıklamasının 1. nedenden dolayı geçersiz olması. Zira bu durumda özellikle siyahi erkek çocukların koşup herkesten önce 36. ay aşılarını olmaları gerekir.

 

Burada kasten gözardı ettikleri gerçek ise esasında bu ‘etki’yi sadece siyahi çocuklarda bulmuş olmaları. Kendi analizimi yaptığımda, ki buna birazdan değineceğiz, bu ‘etki’nin sadece siyahi erkek çocuklarda olduğunu gördüm. Bu spesifik yaş-cinsiyet grubunun diğerlerinden önce aşı olmaya koştuğunu söylemek hayli gülünç olur. Çünkü hakikaten de beyaz erkek çocuklarına, beyaz kız çocuklarına, siyahi kız çocuklarına baktığınızda bu ‘etki’ yok. Sadece siyahi erkek çocuklar için geçerli bu etki.

DeStefano ve Ark. 2004 çalışmasının yeniden analizi

ekranDr. Thompson’la dialog sürecinde kendisi bana daha önce Mark ve David Geier’la birlikte senelerce uğraşmamıza rağmen ulaşamadığımız CDC verilerine nasıl kolaylıkla erişebileceğimi gösterdi. CDC’nin Amerika’nın batı yakasında her 3 HMO (Health Maintenance Organisations]’yu kapsayan ve bireylerin aşılanma durumu ve tıbbi kayıtlarının tutulduğu, ‘Vaccine Safety Datalink’ (Aşı Güvenliği Veribağlantısı)’ndan bu çalışmayla ilgili verileri 2013 aralık ayında talep ettim ve ocak 2014’te veriler elimdeydi. Ondan sonra da eldeki çalışmayı yeniden analize koyuldum.

İşin aslı, bu “kamusal kullanıma açık veritabanı”nı (“public use dataset”) herkes kullanabiliyor! Dilerseniz sunumdan sonra bana gelin ve nasıl erişeceğinizi size de anlatayım. Bu veriler yasa gereğince halkın erişimine açık. Bu tür bilimsel çalışma ve yayınlar aşı yönetmelikleri konusunda kanun hükmünde kararnameler için kullanıldığından, yine yasa gereğince bu bilgilerin halka açık olması gerekiyor ve kanunen bu bizlere garanti ediliyor.

Veri gruplarını gayet basit ve sade bir metodla, ‘Chi-squared analysis’le yeniden inceledim. İstatistikte bana göre basitlik zarifliktir, bunun için en basit ve doğrudan sonuca götürecek yöntemle çalıştım. Bu yöntemde bireyleri otizm teşhisi olup olmadığına göre gruplandırdıktan sonra KKK aşısını ne zaman aldıklarına göre kategorilere ayırırsınız, gayet basit.

istatistikCDC daha ezoterik bir metod tercih etmiş, buna “conditional logistic regression” deniyor. Bu metodu kullanmaları evet, bazı açılardan uygun geldi bana ve tabii onlar bu metodu kullanmışlar diye ben de CDC’nin analizini özellikle birebir aynı şekilde tekrar ettim. Analizlerinde ne buldular ve ne zaman buldular bilmek istiyordum.

Çalışmaya Alınan Tüm Çocuklar için Tablo

ED-NOT: Tabloda üstte ‘toplam nüfus ‘, ‘sadece erkekler’ ve ‘sadece kızlar’ kategorileri var. Bu grupların ‘age cut-off’ denilen, çocukların KKK aşısını ilk alış tarihlerine göre (verili kategoriler: 18, 24 ve 36. aylar) sınıflandırıldıklarını görüyoruz ve her biri için de otizm teşhisi alma ‘olasılık oranı’ [odds ratio] ve bunun ‘istatistiksel olarak anlamlı’ olup olmadığını gösteren ‘p-value’ değeri verilmiş. Yani, KKK aşısını ilk olarak 18., 24. veya 36. aydan önce almış çocuklarda daha sonra ne oranda otizm görülmüş, KKK aşısının ilk alındığı yaşla otizm gelişimi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki var mı ona bakıyorlar.

all childrenÇalışmaya dahil edilen TÜM çocuklara baktığımızda, buna Toplam Kohort (toplam popülasyon) diyoruz, aşıyı ilk olarak 18. veya 24. aydan önce almış çocuklarda istatistiksel olarak önemli bir ‘etki’ görmüyoruz. ‘Olasılık oranı’na bakıyoruz ve burada 18. aydan önce KKK aşısı olmuş çocukların otizm teşhisi alma olasılığının 1.1 kat artmış olduğunu görüyoruz. Ancak burada bir de ‘p-value’ var ve bu değer şayet  .05‘ten büyükse o zaman istatistiksel olarak önemli değildir diyoruz ve elde edilen bu sonucun güvenilir olmadığını anlıyoruz.

24. ayda yine aynı şekilde, ‘olasılık oranı’ biraz daha yükseliyor (1.21), ancak hala istatiksel olarak önemli bir değer görmüyoruz (p-value=0.151).

Fakat daha sonra 36. aya geliyoruz; CDC burada ‘olasılık oranı’nı 1.49 olarak bulmuştu ve benim de bulduğum değer aynen bu! İşte, Atlanta’da “okulöncesi özel eğitim programına katılım için erkenden aşılanmış olabilirler” diyerek hiçe saydıkları bulgu bu.

Burada ‘Sadece Erkekler’ kategorisine bakacak olursak, ‘olasılık oranı’nın daha da yükseldiğini ve 1.69′a çıktığını görüyoruz, yani KKK aşısını 36 aydan önce almış olanlarda otizm teşhisi alma oranı %69 artıyor.

Böyle bir ‘etki’yi kızlarda görmedim fakat biraz daha derinlemesine bakmaya karar verdim ve o yüzden de toplam kohort yerine Sadece Siyahi Çocukları inceledim.

aa childrenÇalışma kohortunu (popülasyonu) daraltmış oldum. Bu arada, bu çalışma Metropolitan Atlanta’daki 5 okulda okuyan 1986 – 1993 yılları arası doğumlu çocuklarla yapılıyor. Tüm çalışmadakilerin %40’ını siyahiler oluşturuyor ve bu çocuklarda önemli oranda otizm vakası var, o yüzden hem vaka (otizm) grubundalar hem de aralarından ‘vakaya eşleştirilmiş kontrol’ler de (yani otizmli olanlarla aynı yaş/cinsiyet vb faktörlere sahip olanlar da) çıkıyor.

Şimdi, siyahilere baktığımda, 36. ayda karşıma 2.30‘luk bir ‘olasılık oranı’ çıkıyor, yani otizm teşhisi alma oranı 2.3 kat daha fazla ve elde edilen bu değer aynı zamanda istatistiksel olarak da önem arz ediyor. Hatırlayın, istatistiksel önemi gösteren bir p-değeri vardı, bu şu demek; siyahilerde genel olarak 36. aydan önce aşılanmışlarda otizm görülme ihtimali, 36. aydan sonra aşılanmış olanlara oranla %99 daha fazla.

Beni hayretler içinde bırakan şey ise, erkeklere baktığımda istatistiksel olarak önemli sonuçların 36. aydan da önce, 24. ay öncesi sonrası için gayet açık şekilde ortaya çıkmış olmasıydı. KKK aşısını zamanında olmuş siyahi erkek çocuklarda, 36. aydan sonraya ertelemiş olanlara göre otizm teşhisinde 3.36 katlık artış sözkonusu. Burada istatistiksel olarak önemli, koca bir ‘ETKİ’den bahsediyoruz. İtirafçıya hemen telefon açtım tabii, bulduğum sonuçları aktardım ve ilk tepkisi,

“Hah, buldun demek… İlişkiyi buldun!”

oldu.

Bu noktadan sonra daha da detaya inmek istedim. Çünkü kızlara bakıyorsunuz, böyle bir etki yok, sadece erkeklerde çıkıyor bu. Hatta siyahi erkeklerdeki bu etki öylesine güçlü ki, bir slayt geriye gidecek olursam eğer bunun  tüm kohortun istatistiklerini yükselttiğini görürsünüz. Bu sadece siyahi erkeklere mahsus bir etki ve öylesine güçlü ki, tüm çocuklara birarada baktığınızda dahi bir etki oluşturuyor. Bu durumda, CDC’nin elinde bir sorun var tabii; belirli bir popülasyon için hayli yüksek risk sözkonusu.

Siyahi Çocuklar Çıkartıldığında

excluding aa childreBeyazlar ve diğer ırklar kategorisine baktığımda, istatistiksel önemde bir sonuç görmüyorum, hiçbir şey yok burada, ne erkeklerde ne kızlarda. O halde iyice anlaşılıyor ki ortada koca bir etki var ve bu sadece siyahiler, hatta siyahi erkeklerde görülüyor.

 

 

 

 

 

‘Düşük doğum ağırlıklı’ çocukları çıkartayım dedim. Bu çalışmada DDA’lı çocuk yok, ancak doğum ağırlığı kaydı olmayan birtakım çocuklar var, o yüzden kaydı olmayanların hepsini çıkardım. Bunu yapınca 36. ay kategorisinde değerlendirme yapabileceğim çoklukta çocuk kalmadı, bu durumda 31. aya bakmak zorunda kaldım. Çünkü bu “31. ay sonrası” aşı yaşı kategorisinde en az 5 otistik çocuk temsil edilsin istedim. Bu şekilde baktığımda bile istatistiksel olarak hayli önemli bir etki çıktı; bu defa otizmde 2.64 katlık bir artış gözüküyordu. Doğum ağırlığı kaydı olmayanları eklediğimde dahi istatistiksel olarak önemli bir etki görüyordum.

İtirafçıya sordum, “Ne yaptınız?” dedim.

Bana, “Sana o görüşmeyi açıklayamam,” dedi. Gizlilik kaydı nedeniyle “Sana o görüşmede neler olduğunu anlatamam” diyordu.

[Bu noktadan sonra aralarında gelişen konuşma şu şekilde:]

Brian Hooker: “Toplantı notları nerede?”

Dr. Thompson: “Not filan yok.”

Brain Hooker: “Tamam … not filan yok … Peki ama NE oldu?”

Dr. Thompson: “Irk kategorisine bir tek Georgia’da geçerli nüfus kaydı olanları alıp sonuçları bu şekilde gizledik.”

Brian Hooker: “NEDEN?”

Dr. Thompson: “Katılımcı sayısı bu şekilde düşüyordu da ondan.”

Brian Hooker: “NEDEN??”

Dr. Thompson: “Problemli sonuçlar bu şekilde ortadan kalkıyordu da ondan.”

Brian Hooker: “NEDEN????”

Dr. Thompson: …………………

Doğru dürüst hiç bir nedeni yok bunun. Ve benim çalışmam Translational Neurodegeration dergisinde yayımlandığında itirafçının içinin rahatladığını söyleyebilirim. Bu konu uzun yıllardan beri-orijinal sonuçların yayımlanmasının üzerinden 13 yıl gibi bir zaman geçtiğini düşünürsek- Dr. Thompson’ın vicdanını sızlatmaktaydı çünkü.

Ve evet, CDC büyük bir sorunla karşı karşıya şu anda.

Makalemin Translational Neurodegeneration’da yayımlanması büyük olay oldu, benim bu çalışma için FocusAutism’den aldığım fonu ‘menfaat çatışması’ (conflict of interest) olarak açıklamamış olduğumu öne sürdüler. FocusAutism’in yönetim kurulunda olmamın yanısıra çalışmam için hibe almış olmam endişelendirmiş onları. Bu makaleyi ta NİSAN ayında hakem görüşü için dergiye teslim ettiğimde gerekli bildirimi gayet açık bir şekilde yapmış olduğumu düşünüyorum oysa. Makale 4 aylık oldukça sıkı bir hakem değerlendirmesinden geçerek yayımlandı, ancak şimdi daha fazla bilimsel değerlendirmeden geçirilmek üzere geçici olarak askıya alınmış durumda. Yeniden yayımlanacak mı yayımlanmayacak mı, olursa bu ne zamandır bilmiyorum ancak bilimsel sorgulamaya kapım her daim açık, bilakis sevinirim bu konuda daha fazla inceleme olmasına, daha fazla bağımsız biliminsanının konuya bakmasına.

Bakın ben bağımsız değilim. Bu konuda bağımsız olduğumu iddia edemem çünkü benim çocuğum otizmli. Bunu her sunumumda sorumluluk reddi altında açıkça belirtiyorum zaten. Ancak yaptığımız işin bilimsel açıdan geçerli olabilmesi için hakem değerlendirmesi prosesini takip ediyoruz, o yüzden yapılacak bu bilimsel soruşturmayı memnuniyetle karşılıyorum. Elde ettiğim sonuçların, yaptığım istatistiki analizin arkasındayım.

[EdNot: Hooker’ın DeStefano ve ark. 2004 çalışmasını yeniden analiz ettiği bu çalışma taşıdığı öneme ve çalışma yazarlarından Dr Thompson tarafından teyid edilmiş olmasına rağmen, ‘Translational Neurodegenaration’ adlı derginin Hooker’ın çalışmasını yayımladıktan sonra geri çekmesi ve yeniden dergiye konulup konulmamasını değerlendiriyor olması manidar.

‘Translational Neurodegeneration’dan bu konuda iki farklı açıklama görüyoruz:

1. http://www.translationalneurodegeneration.com/content/3/1/16/abstract

“Bu makale, vardığı sonuçların geçerliliği hakkında oluşan ciddi şüpheler nedeniyle serbest erişime kapatılmıştır. Dergi ve yayımcısı bu makalenin erşime açık kalmasının kamuoyunun yararına olmayabileceğini düşünmektedir. Yürütülecek soruşturmanın ardından nihai editoryal işlem uygulanacaktır.”

2. http://www.translationalneurodegeneration.com/content/pdf/2047-9158-3-18.pdf

“Bu makalenin yayımcısının, yazar ve hakemlerin bildirilmemiş muhtemel çıkar ilişkileri olması sebebiyle, çalışmada vardıkları sonuçların geçerliliği hakkında ciddi şüpheleri bulunmaktadır. Şu anda konuyla igili bir soruşturma yürütülmektedir. Bu minvalde, okuyucuların çalışmada bildirilmiş sonuçlara ihtiyatlı yaklaşmalarını tavsiye ediyoruz.”

Hangisidir sorun acaba? Çıkar çatışması mıdır olay yoksa sonuçlar mı geçersizdir? Çakışan çıkarları olan birisi bilimsel geçerliliği olan bir çalışma yapamaz mı? Elbette yapabilir. Bunu en başta, aşıları toplum sağlığının belkemiği olarak kabul ettirme ve dayatma çabasındaki CDC’nin kabul etmesi gerekir. Ortada bir çıkar çatışması varsa, öncelikle CDC’nin pozisyonu tartışılmalıdır.]

 

Makalemin askıya alındığı aynı gün Dr. Thompson da yazılı bir basın açıklaması yaptı. O haftanın başında CDC’den bir itirafçının olduğu kamuoyuyla paylaşılmış ve o hafta içinde yine bu itirafçının kimliği açıklanmıştı zaten, ancak Dr. Thompson avukatı aracılığıyla o gün ilk defa açıklama yaptı. O açıklamadan bazı satırlar okumak istiyorum:

“İsmim William Thompson. Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi’nde (Centers for Disease Control and Prevention) 1998 yılında beri çalışmakta olan kıdemli bir bilimadamıyım.

Pediatrics dergisinde 2004 yılında yayımlanmış makalemizde ben ve çalışmayı yürüten diğer arkadaşlarımız tarafından istatiksel olarak önem arz eden verilerin çalışmadan çıkartılmış olmasından ötürü pişmanlık duyuyorum. Çalışmadan çıkartılan veriler, KKK aşısını 36. aydan önce olan siyahi erkekler çocuklarda otizm riskinin arttığını gösteriyordu. Veriler toplandıktan sonra hangi bulguların bildirileceğine dair kararlar alındı ve kanaatimce çalışmanın sonuç protokolüne sadık kalınmadı.”

 

Bakın, CDC daha hiçbir istatistik oluşturulmadan, daha hiçbir analiz yapılmadan, sonuçları tartışmak üzere daha hiçbir toplantı yapılmadan ÖNCE bir sonuç protokolü hazırlar ve bu protokole uymak zorundadırlar. Aksi halde, işlerine gelen verileri ayıklayıp kullanabilirler (CHERRY-PICKING) ki burada da yapılan, KKK aşısını aklayabilmek için kendi protollerini çiğnemiş olmalarıdır ve gerisi artık hikayedir.

Dr. Thompson’a yaptığı yazılı açıklamayla ortaya çıkıp sonuçlarımı teyit etmesinden ötürü müteşekkirim. Bu bulgular CDC’nin kendi bilimadamlarınca, yetkililerince teyit edilmiştir esasında; siyahi erkeklerdeki aynı etkiyi onlar da bulmuşlardı ve Dr. Thompson işte bu gerçeği yapmış olduğu bu açıklamayla teyit etmiştir. Ve açıklamanın devamında Dr. Thompson aşıların faydalarından bahsediyor…

Kaydettiğim telefon konuşmalarına değinmiş kendisi, buradan Dr. Thompson’a hitaben açıklamak istiyorum, o telefon görüşmelerini kanuna uygun şekilde kaydettim. Dr. Thompson’la görüşmelerimizin muhteviyatı gözönüne alındığında ve Amerikan çocuklarının sağlığının önemi düşünüldüğünde bu kararın ne denli önemli olduğu anlaşılacaktır. Bir hükümet yetkilisiyle aşı güvenliği konusunda yapılmış görüşmeleri kaydedip kaydetmemek öyle basite alınacak, keyfi olarak uygulanacak bir karar DEĞİLDİR. Bu üzerinde iyice kafa yorulduktan, hukuki yönü araştırıldıktan ve camiamızın önde gelenleriyle tartışıldıktan sonra alınmış bir karardır.

CDC aynı ‘etki’yi görüyor

cdcBu, 7 Kasım 2001 tarihli rapor. 16 – 18 ay kategorisine bakıldığında, ki bu çocukların ilk KKK dozunu aldıkları zaman dilimidir, ‘olasılık oranı’ (odds-ratio) 2.68‘dir. Bu ‘p-değerini/istatistiği’ni bildirmek yerine yazarlar CI dediğimiz güven aralığı (confidence interval) değerini bildirmişler. Bu alt CI değeri 1.0’ın üzerinde kaldığı takdirde sonuç istatistiksel olarak önemlidir.  Burada açıkça görülüyorki, alt CI değerleri 1.0’ın üzerindedir; 1.43 çıkmıştır, üst CI değerleri 5.05’tedir, yani hakikaten de daha 7 Kasım 2001 gibi erken bir tarihte istatistiksel olarak önem arz eden bu sonuçlar ellerindedir. Ancak bu aşamadan sonra tutup bu hatalı ve istatistiksel olarak da kusurlu yöntemi, özellikle ve sadece ırk kategorisi için doğum kaydı kısıtını koyma yöntemini uygulamaya geçirmişlerdir.

 

 

CDC bu sonuçları nasıl yok ediyor?

  • Doğum tarihi, otizm teşhisi ve ırk bilgilerinin hepsi okul kayıtlarında mevcut.

Georgia eyaletindeki bireylerin ırkını öğrenmek için doğum kaydına ihtiyaçları yok! Ellerindeki okul kayıtlarında bu bilgi mevcut zaten ve bu bilgi ellerinde! Veri merkezinden alınan işlenmemiş veriler bende var, biliyorum! Verilere baktığınızda aralarından tek tük birkaçının ırkı bilinmiyor, bunları çıkartırsınız çalışmadan, ancak birinin ırkını öğrenmek için doğum kaydı gerekmiyor ve zaten okul kayıtlarında açıkça yazıyor.

  • Çaşılmaya alınanların hepsinin Georgia eyaletinde geçerli doğum kaydı yok.

Esasına bakılacak olursa yaklaşık %40′ında bu belge yok. O zaman ne oluyor? Elinizdeki istatistiksel numune sayısı azalıyor, istatistikte popülasyon küçüldükçe ne oluyor, istatistiksel önem düşüyor. Ve işte ‘etki’miz bu şekilde ortadan kaldırılmış oluyor…

  • Bu analiz için doğum kaydı bilgileri gerekli değil.

Şunu kesin olarak söyleyebilirim ki, Dr. Thompson’a göre analizde ırk değişkenini işleme koyabilmek için doğum kaydındaki bilgiler gerekmiyordu ve hatta çalışmanın orijinal protolünde bile yoktu. Hatta orijinal protokol şöyle diyor: “Irk değişkeni tamamıyla okul kayıtlarından alınabilecek tek değişken“. Protokolün aslında doğum kaydı kohortu diye bir şey yok. Yani, görüldüğü üzere kendi protokollerini çiğnemiş durumdalar.

  • Oysa CDC, ırkla ilgili verilerde sadece geçerli Georgia nüfusuna sahip olanlarınkini kullanmıştır.
  • Bu, Dr. Thompson tarafından kabul ve ikrar edilmiştir.

Dr. Thompson ayrıca bunun kendisi için kariyerinin dibe vurduğu nokta olduğunu da ifade etmiştir. Kendisinden bu bilgiyi örtbas etmesi istenmişti ve sonuç olarak IOM toplantısında sunumu yapamadığını da biliyoruz. O noktada buna vicdanının elvermediğini düşünüyorum.

Ve kendisi bu olanlardan dolayı çok pişman! Şunu doğrudan söyleyebilirim ki, Pediatrics’teki o yayında isminin geçiyor olmasından bile müteessir.

  • O kişileri kohorttan çıkarttığınız takdirde ne olur?

Burada tüm siyahileri görüyoruz ve çalışmaya alınanların sayısına baktığınızda, ırk değişkeni belirlenmiş olan siyahiler 986 kişi. İstatistiksel işlemleri uyguladığınızda–burada 36 aydan öncesi ve sonrasını görüyorsunuz–, kızlar ve erkekler toplamında otizm riskinin 2.3 kat arttığını görüyoruz. %95’lik güven aralığım (CI) !in altına düşmüyor, p-değerim bunun %99’unun üzerinde kesinlik taşıdığını gösteriyor, öyleyse bu istatistiksel olarak önemli bir sonuçtur diyoruz.

Ve fakat, Georgia eyaleti için geçerli doğum belgesi olanlara bakacak olursak eğer, bireylerin %30 ila %40’ını kaybediyoruz, ‘olasılık oranı’ düşüyor ve istatistiksel önemi yitiriyorsunuz ve problem çözülmüş oluyor. Ortada artık bildirilmesi gereken özel bir durum kalmıyor.

 

Dr. Brian Hooker’ın sunumunun bu çalışmayla ilgili kısmı bu şekilde. Daha sonra Price et al.’ın thimerosal’la ilgili kusurlu çalışmasının kendi yaptığı analize geçiyor, ki bu ayrı bir yazının konusudur.

Sonuç olarak bizlere medya ve çeşitli aşı yanlısı bloglarda aşıların otizme yol açmadığını kanıtlayan(!) onlarca çalışmanın varlığından bahsedilir hep, ancak işin esasına baktığınızda bu konuda sadece thimerosal ve KKK’nın otizmle ilişkisi çalışılmıştır ve hatta KKK için CDC toplamda 4 çalışmaya referans verir. Ancak bunlara şöyle bir baktığınızda bile pekçok soru işaretiyle karşılaşırsınız.

  • Bu çalışmalardan biri yukarıda bahsi geçen çalışmadır ve siyahi erkek çocuklar için önemli bağıntı gösterir.
  • Bir diğeri dolandırıcılık suçundan Danimarka’dan Amerika’ya iadesi beklenen meşhur Dr. Thorsen’in çalışmasıdır ve sırf bu bile, çalışmasıyla ilgili ortaya çıkarılan diğer hayati kusurları bir kenara bırakacak olsak bile bu kişinin imzası olan işleri şüphe altında bırakır.
  • Üçüncü çalışma ise toplam 28 çocuğun olduğu, güvenilir olmayan bir çalışma.
  • Sonuncusu ise yine kontrol grubu sadece 31 çocuktan oluşan, tıbbi değerlendirme ve davranış sorunları için ebeveynlerle yapılan telefon görüşmelerine dayanılmış bir çalışma. Bunun ötesinde, çalışma aslen otizmli çocukların yarıdan fazlasının KKK aşısından hemen kısa bir süre sonra (5 ayın altında) regresyona girdiklerini söylüyor. Buna rağmen çalışmanın yazarları KKK ile otizm arasında bağlantı olmadığı sonucuna varıyor.

İşte yapılan dağ gibi çalışmalar bunlar … Şimdi CDC’nin herbiri birbirinden kusurlu bu çelimsiz “çalışma”larla bunca senede itinayla inşa ettiği kağıttan kulenin yavaş yavaş nasıl yıkıldığına şahit oluyoruz. CDC’nin ortaya koyduğu her çalışmada benzer sorunları dile getirmiş, kadrolarında saygın bilimadamaları ve hekimlerin de olduğu otizm dernekleri 10 seneyi aşkın zamandır CDC’nin aşılarla otizm bağıntısını örtbas etmek için veri manipüle ettiğini söylüyorlardı zaten. En azından şimdi bir çalışma için işin bir söylenti değil, gerçek olduğu kanıtlanmış oldu. Bunun buzdağının sadece görünen kısmı olduğunu sanırım hepimiz biliyoruz, internette aşı yanlısı dezenformatif bilgileri ibadet eder gibi yayan kişi ve gruplar da… İşin acı tarafı, bu sözümona güvenilir bilimsel çalışmalar, Aşı Mağduriyeti Tazminat Programı kapsamında, çocukları aşılardan sonra otizm geliştirmiş 5000 ailenin talebinin reddinde kullanıldı. İşte bu yüzden, bu işin peşinin bırakılmaması, tanık celbi yetkisiyle Dr. Thompson ve çalışmanın diğer yazarlarının mahkemede yeminli ifadelerinin alınması, CDC’nin derhal soruşturmaya alınarak aşı güvenliğini araştırma yetkisinin bu kurumdan alınması gerekiyor. Bu arada, aşılar ve otizm arasındaki bağıntıyı destekleyen 86 çalışma için, yine otizmli evlat sahibi bir annenin derlemesini buradan görebilirsiniz.

Bu gelişmeleri Türk kamuoyunun da yakında takip ettiğini gözlemliyorum ve umuyorum ki anne-babalara aşı konusunda aynen Amerika’daki hukuksuz ve bilimdışı dayatmaları yine aynı sistematikle uygulamaya çalışanların kime ve neye hizmet ettiklerini deşifre eden haber ve araştırmalar en kısa zamanda Türk basınında da yer bulur.

 

Kıytırık Kızamıktan Kim Korkar!

Kıytırık Kızamıktan Kim Korkar!

LivingWhole.org blogunun yazarı Megan’la tanışın… Eskilerin sıradan çocuk hastalığı, aşı sonrası dönemin korkulu rüyası kızamığı ters köşeye yatırmış, örülen korku perdesini yalın sağduyusuyla yırtıp atmış, gerçeğin gözünün içine dimdik bakmış bir anne: “bu anneye kıytırık kızamık vız gelir!”, diyor!

Kendisinden dinleyelim …

megan

“Önce grip, sonra boğmaca, ondan sonra kabakulak, polio ve tabii tahmin edilebileceği gibi şimdi de kıytırık kızamık. Ne düşündüğünüzü biliyorum:

“[Derin bir iç çekiş!] Korkunç, ölümcül bir hastalıkla dalga mı geçti şimdi bu? Bu yılın ilk beş ayı itibariyle kızamığın belki de ta 2000’den beri görülmüş en yüksek rakamlara ulaştığını bilmiyor mu?”

Evet aynen öyle yaptım ve lütfen o son cümleyi yüksek sesle bir kez daha tekrarlayıverin, zira hakikaten de kulağa geldiği kadar gülünç bir durum bu. Bir dolu saçmalık ve aşağılayıcı “aşı karşıtları” retoriği ile uğraşmaktan kendimi dize kadar sığır pisliğine batmış ve acil lastik çizme ihtiyacında hissediyorum. Çocuğum kızamık kapar diye korkuyor muyum? Kesinlikle hayır. KKK aşısından korkuyor muyum…hem de nasıl. Gerçekleri, hakikaten gerçekleri bilseydiniz emin olun siz de korkardınız.

(Kıytırık) Kızamıkla İlgili Tutarsızlıklar

CDC’nin en son yayımlanan Haftalık Morbidite ve Mortalite Raporu‘na (MMWR) göre kızamık “ciddi komplikasyonlar ve ölümle sonuçlanabilecek son derece bulaşıcı, akut viral bir hastalık.” Elbette bundan önceki MMWR raporlarında ve CDC’nin sürveyans klavuzunda bu “ciddi komplikasyon ve ölüm” kısmı yok hastalık tanımında ama biz burada insanları çocuklarını aşılatmaya ikna etmeye uğraşıyoruz ya, raporun bu güzide 2014 sayısında global bir bakış açısı kazandırıp kızamığa, duygu sömürüsü çıtasını bir üst noktaya çıkartıyor ve tehlikenin farkında mısınız diye soruyoruz anne-babalara; ölüm var işin ucunda diyoruz.

Yazılı/görsel basını takip ettiyseniz, aşı-karşıtlarına nefret kusan yazıları okuduysanız ya da hani Dünya Sağlık Örgütü‘nün istatistiklerine filan rastgeldiyseniz dünyada her yıl 122,000 kişinin kızamıktan öldüğünü duydunuz demektir. Korkunç hakikaten de, değil mi?

Ve fakat aynı MMWR raporunda CDC, kızamığın klinik açıdan tanımını şöyle yapıyor: “3 gün veya üzerinde süreyle vücut genelinde görülen döküntü, 38.3 veya üzerinde seyreden ateş ve buna eşlik eden öksürük, burun akıntısı ve/veya konjunktivit ile karakterize hastalık.” Başka bir deyişle, Amerika Birleşik Devletleri’nde doktor muayenehanelerinde görülen kızamık tipik olarak döküntü, öksürük ve ateşten ibaret; hastalığın kullandıkları tüm raporlarda ve sürveyans verilerinde geçen klinik tanımı bu. Bu ülkede [ABD] yılda kaç kişinin kızamıktan öldüğünü biliyor musunuz? Yaklaşık sıfır kişi.

E peki bunlardan hangisi kızamık? Öldüren mi…yoksa basit döküntü çıkartan mı? Bu sorunun yanıtı global istatistikleri işin içine katıp katmadığınıza göre değişir. Katmıyorsanız, döküntüden ibarettir. Yok eğer gelmiş geçmiş en tartışmalı aşılardan birini çocuklarına yaptırsınlar diye insanların kalplerine korku salmaksa amacınız, hastalığı sansasyonel hale getirmekse…kelimelerle ifade edilemeyecek denli korkunç, dünyayı temelinden sarsacak derecede ölümcül bir hastalıktır kızamık. Ancak gelin görün ki bunun gerçekle yakından uzaktan alakası yok…en azından ABD’de durum böyle ve bunun nedenini anlamak da o denli zor değil.

Dünya Sağlık Örgütü‘ne göre:

“Kızamık daha ziyade yeterince beslenemeyen, özellikle A vitamini eksikliğinden muzdarip, bakımsız kalmış veya bağışıklık sistemi HIV/AIDS veya başka hastalıklar nedeniyle zayıflamış küçük çocuklarda ağır seyreder. […] Yüksek oranda malnütrisyon (zafiyet) görülen ve yeterli sağlık hizmeti verilemeyen bölgelerde yaşayanlarda kızamık vakalarının %10’u ölümle sonuçlanabilir. […] Kızamık ölümlerinin %95’ten fazlası kişi başına düşen gelir oranı düşük ve sağlık altyapı hizmetleri zayıf ülkelerde görülmektedir. […] Göçmen kamplarında aşırı kalabalıklaşma enfeksiyon riskini son derece arttırır.”

Malumu ilan etmek gibi olmasın ama üçüncü dünya ülkesinde yaşamıyoruz. Ha ama sabah kapıdan dışarı adımımı atıp da belediye hizmeti nedir görmemiş, çöpten pislikten geçilmeyen, kanalizasyonu olmayan bir yola ayak basarsam, etrafım da açlık sefalet içinde milyonlarca insanla çevrili olursa haberdar ederim sizi, merak etmeyin.

Bakın, gelişmekte olan ülkelerin global istatistiklerini tutup ABD’ye uyarlamak, Afrika’da ABD istatistiklerinden yola çıkarak obeziteye karşı kampanya yürütmek gibi bir şey. Evet, hakikaten de çok mantıklı dünyanın 2. en şişman ülkesini kalkıp açlıktan karnı sırtına yapışmış bir ülkeyle kıyaslamak. ABD’nin ilk üçteki ölüm nedenleri (kalp hastalığı, kanser ve kendi sağlık sistemimiz {iatrojenik ölümler}) üçüncü dünya ülkelerinin ilk üçüyle aynı değil. Aslına bakarsanız gelişmekte olan ülkelerde kızamık “ilk 10”a dahi giremiyor. Dünya çapında 122,000 kişi kızamıktan ölüyor evet ama sadece milli gelirin düşük olduğu ülkelerde trafik kazalarında ölen insan sayısı yarım milyonun üzerinde. Bunun için aşı geliştirdiklerini gördünüz mü?

Ölümü hafife almaya filan çalışmıyorum burada ancak işimize geldiğinde global veri kullanmanın, bu ülkede hastalıkların düşüşe geçişini bir kalemde aşıya bağlamanın, sanayileşmiş bir ülkeyle gelişmekte olan arasındaki farkları görmezden gelmenin ve tabii KKK aşısı gibi aralarında ölüm de olmak üzere pekçok ağır yan etkisi olan ve yan etkilerin bu ülkede çok daha yüksek oranlarda seyrettiği bir aşının zararlarını tamamen gözardı etmenin ironik olduğunu düşünüyorum.

Kıytırık Kızamıkla İlgili Gerçekler

2014‘te şu ana kadar 228 kızamık vakası var; ne bir ensefalit [beyin iltihabı] ne de ölüm var. 2013’te 189 kızamık olgusundan hiçbirinde ensefelat veya ölüm yok. 2012; 54 kızamık vakası, ensefalit yok, ölüm yok. 2011; 22 kızamık vakası ve evet gerisi tahmin ettiğiniz gibi…ne ensefalit ne de ölüm. Liste daha da uzar ama ne demek istediğim anlaşıldı sanırım. Genel itibariyle kızamık tatsız ama ölümcül olmayan bir hastalık.

Oysa bunun aynını KKK aşısı için söylemek mümkün değil. 1 Mart 2012 itibariyle KKK aşısını müteakip 842 ağır fiziksel zarar ve 56 ölüm vakası var. 1990’dan bu yana Aşı Sonrası İstenmeyen Etki Bildirim Sistemi (ASİE/VAERS)’ne 6,058 ağır yan etki bildirilmiş. İşin daha üzücü tarafı ise görülen yan etkilerin sadece %1 ila %10’unun sisteme giriliyor oluşu. Ah tabii tabii şimdi hatırladım, önemli olan kaç kızamık vakası var onun istatistiğini vermekti…öyle KKK yan etki verilerinin filan bir önemi yok. Tabii dünyada KKK’dan kaç ölüm yaşanmış, bu global veriler de bizi ilgilendirmiyor bu aşamada.

Ama kızamık kör edebilir…aynı şekilde KKK aşısı da.

Ama kızamık ensefalite yol açabilir…aynen KKK aşısı da.

Ama kızamıktan zatürre olabilirsin…aynı şekilde KKK aşısından da.

Ama aşılanmazsam kızamık geçirebilirim…Aşıyı olduğun takdirde hem doğrudan aşıdan kızamık kapabilir hem de yıllar içinde aşının etkisi kaybolduğundan ilerleyen yaşlarında kızamığı geçirebilirsin. CDC der ki, KKK aşısını olanların yüzde 5 ila 10’unda ateş ve kırmızı döküntü görülür. Bu da, 13-14 milyon dozla aşılanan 1 yaş çocukları düşünüldüğünde ABD’de her yıl 650,000 ila 1,300,000 aşı kaynaklı kızamık vakası var demektir.

“Kızamık, kabakulak ve kızamıkçık aşısı uygulaması ardından tarafımıza nadir de olsa çeşitli sebeplerden ve bazen de bilinmeyen sebeplerden dolayı gerçekleşen ölüm vakaları bildirilmiştir […].” – KKK aşısı ürün bilgisi

Ama çocuğum kızamık kaparsa…ölebilir. ABD istatistiklerine bakıldığında çocukların KKK aşısından ölme ihtimali daha yüksek.

Ama kızamık aşısı pekçok ölümü engelledi. Yanlış. Bu kitaptan kızamıkla ilgili bölümü oku. Hikaye anlatılmış bizlere bugüne kadar. Ayrıca, herhangi bir aşının ölümü engelleyip engellemediğini test etmek mümkün değil. Bunun için diyelim bir kızamık salgını çıktı, bu salgında herkesin kızamık kapacağını farzetmen ve aşılanmışların da kesinkez kızamıktan korunacağını varsayman gerekir.

Ama kızamık aşısı güvenli ve etkili olduğu kanıtlanmış bir aşı. Yine yanlış. Ama bu aşı birgün olur da çift-kör (salin suyla) plasebo kontrollü deneyden geçtiğinde ve tabii ‘“etkili” = “ömür boyu bağışıklık”’ demek olduğunda beni ara haber ver, e mi?

Ama sen aşı olmazsan benim henüz aşılanamayacak yaştaki yavrum için tehlike oluşur. Hepimiz duyduk bunu değil mi:

“Aşılanmayan kişiler kendilerini ve başkalarının hayatlarını tehlikeye atmış olurlar- özellikle de aşılanamayacak kadar küçük ve ağır komplikasyon geçirme riski en fazla olan küçük bebekleri”. Dr. Anne Schuchat

Kesinlikle gerçek dışı. Bebeklerimizi tehdit altına sokan, yüksek oranda aşılanmış bir popülasyonda hızla kaybolan yapay bağışıklıktır. Bebeğinin hayattaki ilk yılında ona sağlam bir koruma sağlayacak şey nedir biliyor musun? İyi bildin, doğal yoldan kızamık geçirmiş veya temas etmiş anneden yavrusuna geçecek ve ilk yıl ona koruma sağlayacak antikorlar. Hatta öyle ki, tıp literatürü bu tip korumanın 10 yıla kadar sürebileceğini bile söylüyor. Hayret bir şey hakikaten.

Doğal Yoldan Kızamık Geçirmenin Faydaları

Ne aşıdan ne de dolaşımdaki bir virüsten kimse çocuğu hastalık kapsın istemez, bu bu kadar basit, ancak gelin görün ki, bu virüslere doğal yoldan maruz kalmamız bağışıklık sistemimizin gelişebilmesi ve ilerleyen yıllarda hastalıklardan korunabilmemiz için fevkalade önemli aslında.

Çocukken çıkaracağınız kızamık döküntüsü sizi yetişkinlikte kanserden koruyabileceği (The Lancet, Bluming 1971, Pasquinucci 1971, Taqi 1981) gibi, aynı zamanda dejeneratif kemik ve kıkırdak hastalıkları, sebasöz cilt hastalıkları, immünoreaktif hastalıklar ve bazı tümörlere karşı da koruyabilir.

Ve tabii medyada çıkan kızamık aşısının kanseri tedavi ettiği yönündeki haberlere itibar ediyorsanız, o zaman gerçek virüsün de aynını yapabileceğini– üstelik de kalkıp 10 milyon insana gen mühendisliğiyle üretilmiş ‘ergen mutant ninja kaplumbağa’ kıvamındaki kızamık virüsü zerk etmenize gerek olmadan- kabul etmek durumundasınız demektir.

Sağladığı “Faydalar”a oranla Taşıdığı Riskler

Şimdi, bir yanda kaşıntılı kızarıklar şeklinde döküntü, burun akıntısı, ve öksürükle kendini belli eden ve yetişkinlikte bizleri daha ciddi hastalıklara karşı koruduğu gibi annenin hayatının ilk yılında bebeğine koruyucu antikorları geçirmesini sağlayan kızamık … diğer yanda ise ancak ve ancak geçici bağışıklık sağlayan (tabii onu bile sağlayıp sağlamayacağının garantisi yok) ve aşağıdaki yan etkilere neden olabilecek KKK aşısı var:

  • Panikülit [deri altı yağ dokusu iltihabı]
  • Atipik kızamık
  • Ateş
  • Senkop [beynin kansız kalışı nedeniyle gelişen geçici bilinç kaybı; bayılma hali; baygınlık]
  • Başağrısı
  • Göz kararması/sersemleme
  • Malez [keyifsizlik; herhangi bir hastalığın başlayacağını gösteren kırıklık hissi]
  • İritabilite [uyartıya aşırı duyarlı olma hali]
  • Vaskülit [kan veya lenf damarı iltihabı]
  • Pankreas iltihabı 
  • İshal
  • Kusma
  • Parotit [parotit bezi iltihabı]
  • Bulantı
  • Diyabet
  • Trombositopeni [kanda trombosit sayısının-kanamaya uzanmak üzere- ileri derecede azalışı]
  • Purpura [kılcal damar duvarlarından kan sızmasına bağlı olarak deri ve mukozalar üzerinde, başlangıçta kırmızı, daha sonra morumsu renk alan peteşiler ya da ekimozlar oluşmasıyla belirgin kanama bozukluğu]
  • Bölgesel lenfadenopati [Lenf düğümlerini tutan herhangi bir hastalık]
  • Lökositoz [kanda lökosit sayısının artışı; lökosit sayısının 1 mm3 kanda 10.000′in üstüne çıkışı]
  • Anafilaksi [önceden vücuda girişiyle duyarlılık oluşmuş bir antijen(ilaç, aşı, belli bir besin maddesi, hayvansal serum, böcek zehiri, kimyasal madde vb.) ‘in, vücuda ikinci defa girişiyle gelişen, yaşamı tehdit edici aşırı duyarlılık reaksiyonu]
  • Artrit [eklem iltihabı]
  • Artralji [eklem ağrısı]
  • Miyalji [kas veya kaslarda hissedilen ağrı; kas ağrısı]
  • Ensefalit [beyin iltihabı]
  • Ensefalopati [beyin dokusunda dejeneratif değişikliklerle belirgin herhangi bir beyin hastalığı]
  • Kızamık  inklüzyon cisimciği ensefaliti [Measles inclusion body encephalitis (MIBE)]
  • Subakut sklerozan panensefalit (SSPE) [mutant kızamık virüsünün neden olduğu, oldukça nadir rastlanani santral sinir sisteminin yavaş virüs infeksiyonudur. Kızamık infeksiyonunun nadir görülen, fatal seyreden geç dönem komplikasyonudur]
  • Guillain-Barré Sendromu [akut bir sendrom olup periferik sinirlerin tümü ya da bir bölümü üzerinde ciddi hasara yol açar. Hastalık, sinir liflerini kaplayan miyelin tabakasının iltihaplanması ve tahrip olmasından kaynaklanır. Ayak ve bacak kaslarından başlayarak kısa sürede karın, göğüs, kol ve yüz kaslarına yayılan, kaslarda -bazen felce uzanabilen- kuvvet azalması ve his kaybı ile belirgin polinevrit]
  • Akut disemine ensefalomiyelit [Herhangi bir enfeksiyon’un komplikasyonu olarak gelişen ensefalomiyelit]
  • Nöbetler [özellikle aniden gelişen konvülsiyonlarla belirgin nöbet]
  • Konvülsiyonlar
  • Polinevrit [birkaç sinirin aynı anda beraber iltihabı], polinöropati [birkaç siniri ilgilendiren herhangi bir hastalık veya bozukluk; özellikle birçok sinirin -iltihaplanma olmaksızın- dejeneratif değişiklikler göstermesi]
  • Okülomotor sinir paralizileri [göz sinirlerini tutan felç], parestezi [herhangi bir vücut bölgesinde -otonom sinir sistemindeki dengesizliğe bağlı olarak- gelişen, geçici his yokluğunun eşlik ettiği uyuşma veya karıncalanma hali]
  • Aseptik menenjit
  • Pnömoni [zatürre]
  • Pnömonit
  • Boğaz ağrısı
  • Öksürük
  • Rinit [burun mukozasının iltihabı; nezle;]
  • Stevens-Johnson sendromu [Stevens-Johnson sendromu cilt ve mukoza zarının ilaç veya enfeksiyona karşı ciddi şekilde reaksiyon gösterdiği nadir görülen ciddi bir rahatsızlıktır. Stevens-Johnson sendromu genellikle grip benzeri belirtilerle başlar ve ardından sonuç olarak cildin üst katmanının ölerek dökülmesine neden olan cilde yayılan ağrılı kırmızı veya morumsu kızarıklıklar ve su kabarcıkları oluşur]
  • Mültiform eritem [deri ve mukozalarda aynı anda çeşitli tip (papül, vezikül, bül vb.)’te erüpsiyonla belirgin durum]
  • Ürtiker
  • Kızamık benzeri döküntü
  • Pruritus [kaşıntı]
  • Nöral sağırlık
  • Otitis media [kulakta ağrı ve dolgunluk hissi, işitme kaybı, akıntı ve ateşle seyreden, çoğu kez üst solunum yollarından yayılan bakteri veya virüsün sebep olduğu orta kulak iltihabı]
  • Retina iltihabı
  • Optik nörit (yani, körlük)
  • Papillit [görme sinirinin retina’ya girdiği yer (optik papilla)’in ödemli iltihabı]
  • Retrobulbar nevrit
  • Konjunktivit
  • Epididim iltihabı
  • Orşit [testis iltihabı]
  • Ölüm

Vaskülit

Pankreas İltihabı

Parotit bezi iltihabı

Trombositopeni

Purpura

Lenfadenopati

stevenjohnson

Stevens Johnson Sendromu

Olabilir, ama sen hani şu her kanalda/gazetede çıkan kızamıklı çocuğun korkunç halini görmedin mi, daha nasıl böyle konuşabiliyorsun? 

Measles

Evet gördüm ve hatta bu çocukcağızın bağışıklık sistemini tebrik edesim geldi. Bak, bu kırmızı döküntüye yol açan şey kızamık virüsü değil, anlıyor musun? Bu döküntü çocuğun hücresel bağışıklık sisteminin, virüs taşıyan hücreleri yok etmekle meşgul olduğunun fiziksel kanıtı sana ve inanılmaz da önemli bir aşama. Başka bir deyişle bu korkunç döküntü, T hücreleri kızamık virüsünü nötralize ederken ortaya çıkan bir yanürün, bu olmasaydı çocuklarımız ölebilir veya yetişkinlikte çok daha feci hastalıklara yakalanabilirlerdi.

Üçüncü dünya ülkelerinde çocukların kızamıktan ölmesinin sebebi:

a) beslenme yetersizliği

b) A vitamini eksikliğinden dolayı işlevini yerine getiremeyen hücresel bağışıklık sistemlerinin virüsü (döküntü çıkartmak yoluyla) nötralize edememesi, vücuttan temizleyememesi (kaldı ki DSÖ, A vitaminin desteği ile kızamıktan ölümlerin yarı yarıya azaltılabileceğini söylüyor).

c) küçük çocukları daha annelerinden aldıkları koruyucu antikorlar vücutlarındayken tutup KKK ile aşılıyor olmamız.

KKK Aşısı

Al bak bu da KKK aşısı sonrası döküntü çıkaran bir çocuğun resmi. Ne yazık ki bu çocuk ne ömür boyu bağışıklık kazanacak bundan, ne bebeğine aktarabileceği antikorları olacak ve hatta ileri yaşta yine kızamık geçirme tehlikesiyle (ki bunun çok daha tehlikeli olduğunu biliyoruz) ve aralarında kanserin de olduğu pekçok başka hastalık riskiyle karşı karşıya olacak. Burada görülen kızarıklıklar da aslında bu çocuğun bedeninin mevcut bir enfeksiyonu temizlemeye çalıştığının ispatı aslında, ancak bu defak, enfeksiyon aşıdan kaynaklanıyor. Nasıl? Bunu haberlerde hiç görmediniz mi? Ben de görmedim.

 

Journal of Acta Dermato Venereologica dergisinden alınmıştır

Bunlar da KKK aşısını olmuş başka iki çocuğun resimleri. 

 150730_422465497831899_42831702_n1625572_565787670166347_913835362_n

Evet, hani kızamıktan korusun diye çocuğunuza vurduğunuz aşının marifetleri bunlar.

KKK aşısından sonra sakat kalan, felç geçiren, kronik hastalık geliştiren ve hatta ölen çocuklar da cabası…hem burada hem de üçüncü dünya ülkelerinde.

Tabii KKK aşısı deyince aklımıza gelen tek şey otizm bizim. İleri sürülen ana argüman şu:

a) KKK aşısının otizmle alakası yoktur, ve

b) öyle olsa bile, ölümcül kızamık hastalığı, ömür boyu sürecek otizmden daha büyük bir tehdittir… o yüzden de başkalarını korumak adına hepimiz aşılanmalıyız. KKK aşısı-otizm bağıntısına ister inanın ister inanmayın, şayet KKK aşısı herhangi bir çocuk için en ufak bir hastalık riski taşıyorsa hiçbir çocuğa uygulanmaması gerekir. Keyifsizlikten öte bir rahatsızlık vermeyen hafif bir döküntü ile KKK aşısının sayılan TÜM bu yan etkileri mukayese dahi kabul etmez.

Hep Aynı Nakarat

Medyanın kızamık propagandası yeni bir fenomen değil. 1996’da da, 2008’de de, 2011’de de açıklanan kızamık oranları hep “tüm zamanların en yüksek oranları”ydı ve tabii (herzamanki gibi) bunun tek suçlusu da aşısızlardı. Oysa istatistiklerde yıldan yıla dalgalanmalar yaşanıyor ve hangi yıl olursa olsun salgınların ağırlıklı olarak yabancı ülkelere seyahatte bulunanlarda başgösterdiği de aşikar. Ayrıca kızamık her sene aşılılar arasında da görülüyor, hatta salgınların en yoğun görüldüğü yerler New York, Kaliforniya ve (bu yıl) Ohio gibi ülke çapında en yüksek aşılanma oranlarına sahip, yani teoride şu “aşı kaynaklı” sürü bağışıklığının koruması gereken eyaletler. Ya evet, hani şu sürü bağışıklığı meselesi… Bundan daha da vahimi ise bugünlerde kızamık kapanların büyük çoğunluğunun yaşının ileri olması. Aşılara teşekkür etmek lazım bunun için tabii. 

Çocuğum hiçbir şekilde hasta olsun istemem ama kimse beni bu Dexter’ın laboratuvarından çıkma, kızamığı tutup en riskli seyredeceği bebek veya yetişkin popülasyonuna çekmekten başka işe yaramayan, ağır yan etkilere sahip , tutup herhangi birini çocuğuna içirmeye kalksa anne-babanın hapse atılacağı denli toksik madde ve virüs dolu, geçici, sahte bağışıklığın doğal bağışıklığa üstün olduğuna ikna edemez. Kanıta dayalı tıbba amenna, ama iş “kötü kanıt”a geldiğinde buna dur derim.

Çocuklarımı hiçbir koşulda aşılatmıyorum. Ne şimdi, ne de hiçbir zaman. Sizin kıytırık kızamığınız bu anneye vız gelir.”

 

Diğer kızamık makaleleri

Kızamık Geçirmenin Faydaları

Kızamık Geçirmenin Faydaları

Screenshot from 2013-09-25 20:18:08Doğru tedavi edildiği takdirde doğal enfeksiyonlar çocuklar için faydalıdır.

Çocuklukta geçirilen enfeksiyonel hastalıklarda antibiyotik kullanımı veya ateşin düşürülmeye çalışılması gibi yanlış yöntemler uygulanmadığı takdirde gelişimsel birer kilometre taşı olan bu hastalıklar bağışıklık sistemini çalıştıracak ve olgunlaşmasını sağlayacaktır.

Kızamık geçirdiğinizde hem ömür boyu bu hastalığa karşı bağışıklanmış hem de Ronne (1985) tarafından ortaya konulduğu gibi yine bir ömür boyu dejeneratif kemik ve kıkırdak hastalıkları, sebasöz cilt hastalıkları, immünoreaktif hastalıklar ve bazı tümörlere karşı bağışıklık kazanmış olacaksınız.

Kabakulak, yumurtalık kanserinden korur (West 1969).

Araştırılması ve elde edilen sonuçlara itibar edilmesi gereken alan budur, imkansızın peşinde koşmak, yani enfeksiyonel hastalıkları ortadan kaldırmaya çalışmak değil.

Çocukluk çağı hastalıklarına sağduyu ve mantıkla yaklaşmak.

Önceki yazılarımızda bahsini ettiğimiz, sağlık bakanlıklarının KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısı ile toplu aşılamaya geçme politikasını sorgulamak üzere aralarında komisyon oluşturan 500 kişilik İsviçreli hekim grubu, 1969 yılına kadar Basel Üniversitesi Pediyatri Kliniği’nde kızamıkla suni enfeksiyon oluşturma yönteminin nefrotik sendrom* tedavisinde başarıyla kullanıldığını yazmıştır (Albonico ve arkadaşları 1990).

*Nefrotik Sendrom: Böbrek glomerüllerindeki işlev bozukluğu sonucu gelişen, yaygın ödem, ağır proteinim, hipoalbüminemi ve hiperlipemi ile belirgin klinik tablo. 

Doğal kızamık, astım ve alerijleri önlüyor.

Shaheen ve arkadaşları (1996) tarafından gösterildiği üzere, gelişmekte olan ülkelerde bile kızamık geçirmenin faydası var: atopiyi** önlüyor: “Anne sütü alma ve diğer değişkenlere göre düzenleme yapıldıktan sonra kızamık enfeksiyonu, ‘ev tozu akarı’na alerjik deri pozitifliği riskinde büyük düşüşle ilişkilendirilmiştir  . . . Kızamık geçirmiş 133 katılımcıdan 17’si (%12.8’si) atopik çıkarken, aşılanmış ve kızamık geçirmemiş 129 kişiden 33’ü (%25.6’sı) atopik çıkmıştır”.

**Atopi: Kişide, bazı allerjenlere karşı aniden gelişen-kalıtsal nitelikte- aşırı duyarlılık hali.

Alm ve arkadaşları (1999), çocuklarda artan oranlarda görülmeye başlanan atopik bozuklukların, çocukluk çağı enfeksiyon tiplerindeki değişim, aşılama programları ve barsak mikroflorasıyla alakalı olabileceğini yazıyor.

Çalışmalarında, İsveç’teki Steiner okullarındaki çocukların %52’sinin geçmişte antibiyotik kullanmışken, kontrol grubu olarak kullanılan okullarda bu oran %90 çıkıyor… Bu çocukların sırasıyla %18’i ve %93’ü kızamık, kabakulak ve kızamıkçık için aşılanmışken Steiner okullarındaki çocukların %61’inde kızamık geçmişi var.

“Steiner okullarında, canlı laktik asit bakterileri ihtiva eden fermente sebzeleri tüketen %63’lük bir grup, kontrol okullarındaki %4.5’lik grupla karşılaştırılıyor….Deri prik testleri ve kan tahlilleri, Steiner okullarındaki çocuklarda kontrol grubuna göre daha az atopi bulunduğunu gösteriyor”.

Anti-kanser terapisi olarak ‘işlenmiş kızamık virüsü’ kullanımı.

Carmona Mota (1973), bir bebekte doğal kızamık enfeksiyonu ardından remisyona giren Hodgkin Hastalığı*** olgusundan bahseder. “23 aylık beyaz bir çocukta ilk olarak 1970 nisan ayında sol servikal lenf bezlerindeki aşırı büyümeye bağlı olarak boynunda oluşmuş büyük bir kitle tespit edildi. Daha radyoterapiye geçilemeden çocuk kızamık geçirdi. Hayret içinde gördük ki koca servikal kütle başka herhangi bir terapi olmadan kendiliğinden yok oldu”.

***Hodgkin hastalığı: Lenf dokusundan gelişen kötü huylu tümör; lenf düğümü kanseri; lenfom [Lenfom’lar klinik olarak 1- Hodgkin hastalığı (Hodgkin lenfomu), 2- Hodgkin-dışı lenfom (non-Hodgkin lenfom) olmak üzere iki gruba ayrılırlar]

Bunun üzerine diğer pekçok hekim kızamık virüsünün onkolitik (tümör hücrelerini eriterek ortadan kaldıran) etkisini araştırmaya başlamıştır.

Msaouel ve arkadaşları (2009), işlenmiş onkolitik kızamık virüsü suşlarının kanser tedavisindeki etkilerini araştırmak üzere klinik deneyler yürütür. Kullandıkları virüs aşı tipi virüs olmasına rağmen, laboratuvar ortamındaki deneyde virüs doğrudan tümöre enjekte edilmiştir. Bulguları şu şekildedir: “attenüe (zayıflatılmış) canlı kızamık virüsü Edmonston (MV-Edm) aşı suşunun bazı türevleri de dahil olmak üzere birtakım viral suşların kanserli dokuyu enfekte ettiği, burada ürediği ve kanserli dokuyu yok ettiği görülmüştür”. 

Modfiye edilmiş virüslerin kullanım nedeni olarak, “doğal tipteki virüslerin ağır yan etkilere yol açma potansiyeli, klinik kullanım için yüksek püritede viral partilerin imalatıyla ilgili teknik yetersizlikler ile o dönemde yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan kemoterapi yaklaşımının yarattığı aşırı heyecan ve ateşli bir şekilde desteklenmesinden ötürü alternatif stratejiler üzerinde yapılacak araştırmalanın yavaşlaması” veriliyor.

Tabii burada, doğal kızamık virüsü yerine aşı virüsü (işlenmiş kızamık virüsü) kullanılmasının ardında aynı zamanda politik nedenler yattığını da kolaylıkla söyleyebiliriz, zira mantıken bunu takip edecek soru, o zaman çocukları neden bırakmıyoruz ki kızamıklarını geçirsinler, böylelikle pekçok kanser türüne karşı uzun vadeli bağışıklık da kazanmış olurlar, olacaktı.

Hastalık bakımında tıbbi müdahalenin zararları.

Geçmişte olduğu gibi bugünün doktorlarının bile halen standart tıbbi tedavinin bir parçası olarak amansız bir şekilde ateşi baskılamaları ve antibiyotik kullanmaları oldukça endişe vericidir. Oysa bir yandan antibiyotik (ve başka ilaçlar) verilirken aynı anda ateşin baskılanmasının patojenleri büyümeye teşvik ettiği, genel görünürlüklerini arttırdığı ve bu tip ilaçlara karşı dayanıklılık kazanarak ileride virülanslarını arttırabileceği tıbbi literatürde açıkça gösterilmiştir (Mackowiak (1981).

Maalesef geçmişte herkesin kulağını tıkadığı, ancak modern tıbbi uygulamalar için halen geçerliliğini koruyan, tarihten önemli bir mesajla noktayı koymak istiyorum.

İleride İngiltere tahtına oturacak 1. George’un annesi, 14. Louis’in küçük kardeşinden dul kalmış Orleans Düşesi Prenses Elizabeth Charlotte (Liselotte) von der Pfalz’ın Düşes Sophia’ya yazdığı mektupta şöyle deniyor:

Kötü talihimiz peşimizi bırakmıyor. Doktorlar annesi Dauphiness’te yaptıkları gibi küçük Dauphin’in tedavisinde de aynı yanlışı yaptılar. Çocuğun döküntüsü iyice ilerleyip bol terlemeye başladığında tutup damardan kan aldılar ve güçlü kusturucu ilaçlar verdiler; çocuk bu işlemler sırasında öldü. Herkes çocuğun ölümüne doktorların neden olduğunu biliyor, zira bu 9 doktor abiyle meşgulken genç hizmetliler aynı hastalıktan muzdarip küçük kardeşini doktorlardan saklamışlar, bisküviyle biraz da şarap vermişler. 

Dün çocuğun ateşi yükseldiğinde doktorlar gelip yine kan almak istedi ama iki bakıcısı da buna şiddetle karşı çıktı, onun yerine çocuğu sıcak tutsun diye sarıp sarmaladılar. Doktorlar işe karışsaydı bu da kesin ölürdü.  

Niye tecrübelerinden bir şey öğrenmiyorlar anlamıyorum. Kan alıp da Dauphiness’in öldüğünü gördükten sonra bari çocuğuna aynını yapmamayı akıl edemeyecek kadar vicdansız mı bunlar?

Koprowski (1962) bugün aynı şekilde geçerliliğini koruyan bu tarihi mesajı şöyle özetliyor: ”Hekim eline düşmezseniz kesin iyileşirsiniz”.

Özet

Başarısızlıklarla dolu uzun geçmişleri ve bağışıklık sistemi üzerindeki raydan çıkarıcı etkileri nedeniyle sebep oldukları trajedilere rağmen, gerek aşılama gibi hastalık önleyici prosedürler, gerekse antibiyotik ve antipretikler gibi vücudun savunma sistemlerine hasmane tedavi yöntemlerinin modası geçmiş prosedürleri bakım standartları olarak bugüne değin gelmiştir. Verilen zarar, gelecekteki pekçok nesli daha uzun bir süre etkilemeye devam edecek.

Bu bilimdışı bakım standartları terkedilmeli, doğal süreçlere ve bağışıklık sisteminin kalıtsal zekasına saygılı olunmalıdır. Çocukların uzun vadedeki iyiliği için tıbbın, doğal enfeksiyonel hastalıklara ve bağışıklık sisteminin gelişip olgunlaşmasında oynadıkları hayati role sağ duyuyla yaklaşma vakti gelmiştir.

KAYNAK

İlgili Yayınlar

Ronne T. 1985. Measles virus infection without rash in childhood is related to diseases in adult life. Lancet; 5 Jan: 1-5.

West RO. 1966. Epidemiologic studies of malignancies of the ovaries. Cancer; 1001-1007.

Albonico H et al 1990. Vaccination campaign against measles, mumps and rubella, A constraining project for a dubious future? Working group of doctors for selective MMR vaccination.18 pages, self-published.

Sheheen et al. 1996. Measles and atopy in Guinea-Bissau. Lancet; 347: 1792-1796.

Alm et al. (1999). Atopy in children of families with an anthroposophic lifestyle. Lancet; 353: 1485-1488.

Carmon Mota H. 1973. Infantile Hodgkins’disease: remission after measles. BMJ; 19May: 423.

Msaouel P, et al. 2009. Clinical testing of engineered oncolytic measles virus strains in the treatment of cancer: An overview. Curr Opin Mol Ther; February; 11(1): 43-53.

Mackowiak PA. 1981. Direct effects of hyperthermia on pathogenic microorganisms: teleologic implications with regard to fever. Rev Infect Dis; 3(3).

Koprowski H. 1962. The role of hyperergy in measles encephalitis. Am J Dis Child; 103:103-108.

 

Kızamık Gerçekleri – Bilim Doktoru Viera Scheibner

Kızamık Gerçekleri – Bilim Doktoru Viera Scheibner

Screenshot from 2013-09-25 14:44:30

 

İşe Yaramayan Kızamık Aşıları ve Doğurduğu İstenmeyen Sonuçlar, 18 Ocak 2013

Kızamık aşılamasının başlangıcı

Amerika Birleşik Devletleri ve diğer pekçok ülkede kızamık aşılamasına, hastalığın doğal olarak azalma seyrinde olduğu ve son 18 yılın en düşük insidansının görüldüğü 1960’lı yılların başında geçilmiştir. Aşının hastalığın görülme sıklığını düşürmüş gözükmesinin nedeni budur; oysa bu aşının devreye girdiği tarihin kızamığın doğal dinamiklerinin sonucu olan azalmaya denk gelmesinden ibarettir.

Çocukluk çağı enfeksiyonel hastalıklarına karşı geliştirilmiş her aşıda örneği pekçok defa görüldüğü gibi, kızamık aşısı da devreye girdiği ve kitlelere toplu halde uygulanmaya başladığı andan itibaren %100 aşılı popülasyonlarda bile başgöstermiş, epidemi (salgın) bildirimleri tıp dergilerinin sayfalarını doldurmaya başlamıştır.

Buna mukabil, ölüm de dahil olmak üzere gittikçe artan sıklıkta ağır reaksiyon bildirimleri de yine sayfalarda yer bulmuştur. Bunlar ayrı bir yazının konusudur.

Atipik kızamık – yalnız aşılılarda görülen yeni bir fenomen

Kızamık aşılarının deleteriyöz etkisi nedeniyle canlının verdiği immün yanıtta meydana getirdiği değişikliklere bağlı olarak aşılı çocukların kızamığın özellikle ağır bir çeşidini geçirdiklerini genel kamuoyu pek bilmez. Mevcut tüm geleneksel tedavi yöntemlerine dirençli bu hastalık yüksek ölüm oranına sahipti.

Bu hastalık, atipik kızamık (ATK) olarak literatüre geçti.

Rauh ve Schmidt (1965), Cincinnati’de 1963’te görülen bir kızamık salgınında karşılaşılan dokuz ATK olgusundan bahseder. Yazarlar, 1961’de üç dozluk öldürülmüş kızamık aşısını olmuş 386 çocuğu takibe alır. Bu 386  çocuktan 125’i kızamık mikrobuyla karşılaşmış ve 54’ü hastalığı kapmıştır.

Aşılılarda görülen bu yeni, atipik kızamık yüksek ateş, olağandışı döküntü ve pnömoni (zatürre) ile kendini göstermekte ve çoğu kez sağlık öyküsünde ölü kızamık aşısı bulunmaktaydı.

Rauh ve Schmidt (1965) çalışmalarının sonuç bölümünde şöyle der: “Belli ki öldürülmüş virüsten oluşmuş üç doz aşı çocukların büyük bir bölümüne, aşılamadan sonraki iki buçuk yıl içinde hastalık etmeniyle karşılaşılması durumunda koruma sağlamamıştır.”

Fulginiti (1967) de beş-altı yıl önce inaktive (ölü) kızamık virüsü taşıyan aşıyı olmuş on çocukta atipik kızamık gelişimini anlatır.

Nichols (1979), atipik kızamığın daha önce öldürülmüş kızamık virüsü aşısını olmuş bireylerin doğal kızamık enfeksiyonuna gösterdikleri hiperduyarlılık yanıtı olduğunun hakim inanış olduğunu, ancak çeşitli araştırmacılar tarafından yalnız canlı virüs aşısını olmuş çocuklarda da ATK benzeri bir hastalık görüldüğünü yazar.

Nichols, Kuzey Kaliforniya’da 1974-1975’te meydana gelen bir kızamık salgınında hekimlerden ATK teşhisiyle uyumlu semptomlar gösteren laboratuvar teyitli kızamık hastaları olduğunun bildirildiğinden bahsediyor…”Seroloji, döküntü dağılımı ve morfoloji bazında olgu kriterleri oluşturduk. Tipik kızamıkta önce saç bitimi hattında makulopapüler bir döküntü oluşur, bu kaudal olarak ilerler, yüzde ve gövdede yoğunlaşmıştır ve çoğu kez Koplik benekleri olguya eşlik eder. ATK’da ise döküntü morfolojik olarak makulopapüler, petişiyal, veziküler ve ürtikaryal bileşenlerin karışımından oluşur. Çoğunlukla ekstremitelerde başlar ve burada yoğunlaşmıştır, başa doğru ilerler ve Koplik benekleri görülmez. Hastalarda 1) dağılım ve morfolojik olarak ATK özellikleri gösteren döküntü varsa ve 2) kompleman bağlayıcı kızamık antikoru [Antijen’le reaksiyona girdiği zaman, kompleman’ı da uyararak antijen’in erimesine sebep olan antikor] titresinde dört kat veya daha yüksek oranda bir artış gözlemlenmiş veya konvalesan [nekahat devresindeki] titresi 256 ise bu olgular ATK olarak sınıflandırılmıştır.”

Süregelen kızamık salgınları, aşı öncesi devirle uyumlu şekilde insidansın arttığını göstermektedir.

Bu arada da aşılı çocuklarda kızamık görülmeye artarak devam etmiştir. Günümüzde aşının etkisizliğine dair gözlemler bana kızamığın görülme sıklığının (insidansının) artmakta olduğunu ve bundan bir 100 yıl öncesinde daha ortada herhangi bir kızamık aşısı yokken sahip olduğu azalma eğilimini kaybettiğini gösteriyor.

Conrad ve arkadaşları (1971), Amerika’da geçmiş dört sene içerisinde kızamığın dinamiklerini araştırıyor ve sonuç olarak kızamığın yükselişte olduğunu ve “eradikasyonun, tabii şayet böyle bir şey mümkünse, şu an için oldukça uzak bir gelecekte mümkün olabileceğini” söylüyor.

Barratta ve arkadaşları (1970), Florida’da 1968 Aralık ayından 1969 Şubat ayına kadar süren kızamık salgınını araştırıyor ve bunun sonucunda aşılı ve aşısız çocuklarda kızamık görülme sıklığı arasında belirgin bir fark bulmuyor.

Amerika’da ve dünyada yüksek aşılama oranlarına sahip diğer tüm ülkelerde 1980’li yıllar boyunca da tam doz aşılanmış çocuklarda kızamık görülmeye devam ediyor.

Robertson ve arkadaşları (1992) bunu 1985 ve 1986’da yayımladıkları çalışmalarında belirtiyor. Amerika’da daha önce kızamık aşısı vurulmuş okul çağındaki çocuklarda tam 152 kızamık salgını başgösteriyor. “Her 2-3 senede bir, aşı kapsayıcılığından bağımsız olarak kızamık olgularında ani artışlar yaşanmaktadır.”

Sonuç olarak: büyük ölçüde aşısız bireylerden oluşan Amişlerde (dini gerekçelerle aşıyı reddediyorlar), 1970’ten 1987 Aralık ayına kadar tam 18 yıl boyunca tek bir kızamık vakası dahi bildirilmiyor (Sutter ve arkadaşları 1991). Şayet aşılama olmasaydı Amişler dışındaki topluluklarda da büyük ihtimalle benzer bir durum gözlenecekti ve hatta kızamığı ayakta tutup yaşatan şey bizzat aşıları olmuştur. Hedrich’e (1933) göre, kızamık oluşumunun 2-3 yıl ila 18 yıla uzanan periyodlar halinde bir dizi dinamiği bulunmaktadır, kaldı ki bu saptama daha sonra aşısız Amişlerde de aynen görülmüştür.

MMWR (2009) [Amerikan CDC kurumu tarafından haftalık olarak tutulan morbidite ve mortalite raporunda] hekimlere CDC (Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi) tarafından Amerika’da görülmekte olan kızamık salgınlarıyla mücadelede aşının önemini bir kez daha hatırlatıldığı yazar. 2008 yılında 1 Ocak ve 15 Nisan tarihleri arasında 64 kızamık vakası kaydedilir.

9 Temmuz 2010 tarihli Voice of America dergisi “Afrika’daki kızamık salgınlarının kazanımları tehdit ettiğini” yazar. “…Sahraaltı Afrika’da 2009 haziranından bu yana yaklaşık 90,000 kızamık vakası görülmüş ve 1,400 ölüm yaşanmıştır.”

Shi ve arkadaşları (2011) Çin’deki kızamık insidans oranları ve kızamık suşlarının çağdaş H1 genotipinin filogenetik araştırmasını sunarlar, zira geçmiş 10 sene içinde Çin’de kızamık insidansı artmıştır.

Avrupa Bağışıklama Haftası süresince (25 Nisan 2011) Avrupa çapında geniş bir kızamık salgını ortaya çıkar. DSÖ’nün basın açıklamasına göre 30 ülkede 6,500 kızamık olgusu bildirilmiştir.

MMWR Haftalık Raporu 2012; 61: 253-257’e göre 2011‘de kızamık insidansında dört katlık bir artış yaşanmıştır. Bu raporda verilen rakamlar küçükmüş gibi gözükse de gerçek rakamların çok daha yüksek olduğundan şüphem yok. Burada suç yurtdışından ülkeye girenlerin taşıdığı kızamığa atılmıştır. [Aşı kızamıklı biriyle temasta korusun diye yapılmıyor muydu?]

Çalışmadığı ortada, hatta tehlikeli olan bu aşıları vurmaktan vazgeçmek yerine rapel doz aşıları, yani bir işe yaramayan kızamık aşılarından birkaç doz daha vurulması ve yeni aşı geliştirilmesi öneriliyor.

Linnemann ve arkadaşları (1973), yaptıkları araştırmanın sonucunda kızamık aşılarının çocuklarda düzgün immünolojik yanıt oluşturmadığına hükmediyor.

Black ve arkadaşları (1984), yeniden aşılamanın etkisizliği üzerine farklı yazarlar tarafından yayımlanmış çalışmalardaki verileri özetliyor. Bu yazarlar “tekrar aşılanan çocuklarda “antikor tirelerinin birkaç ay sonra oldukça düşük seviyelere düşebildiğini ve iki kez aşılanmış çocukların çok daha hafif de olsa klinik tanı alacak şekilde kızamık geçirebildiğini” göstermiştir. Yazarlar sonuç olarak, “bu şekilde çocuğun immünolojik olarak sensitize edilmiş (hassaslaştırılmış) olması, ancak enfeksiyona karşı bağışık olmaması durumuna ‘yetersiz bağışıklanma’ diyoruz” demiştir.

ABD’de 1 Ekim 1982’de kızamık eradikasyonu için temelden yoksun iyimserlik

Screenshot from 2013-09-25 16:03:19Kızamık aşılamasının başarısızlığı ortada olmasına rağmen 1978 ekiminde Sağlık Bakanı joseph A. Califano Jr.’dan şu açıklama geliyor: “Amerika Birleşik Devletleri’nde 1 Ekim 1982 tarhine kadar kızamığı ortadan kaldıracak bir seferlik ilan ediyoruz.”

Tahmin edilebileceği gibi, gerçekçi olmaktan uzak bu plan yüzüstü yere çakılıyor: 1982’yi takip eden yıllarda ABD, ağırlıklı olarak aşılanmış popülasyonlarda olmak üzere tekrar tekrar büyük ve hatta daha uzun süreli kızamık salgınlarıyla vuruluyor. Önce “1963’ten 1967’ye kadar yüzbinlerce çocuğa vurulmuş olan etkisiz, formalinle inaktive edilmiş (öldürülmüş) kızamık aşısı” suçlanıyor. Oysa bu ilk aşı yerine iki doz ‘canlı’ kızamık virüsü aşısı’ vurulmaya başlanmasına ve aşının vurulma yaşı değiştirilmesine rağmen kızamık başgöstermeye ve salgınlar oluşturmaya devam ediyor.

Gelen bu uyarılar dikkate alınmıyor. İsviçreli doktorların (Albonico ve arkadaşları 1990) ifade ettiği gibi, “çocuk hastalıklarına karşı eskiden beri hakim olan sağduyulu ve mantıklı yaklaşımımızı kaybettik. Bugünkü uygulamada organizmanın savunma mekanizmasını güçlendirmek yerine ateş ve semptomlar umarsızca bastırılmakta. Bunun da olumsuz sonuçları gözlemlenmektedir”.

Transplasental bağışıklık geçişinin aşılama ile yok edilmesi

Amerika’da kızamık aşısı devreye girer girmez pekçok araştırmacı, çocukluklarında aşılanmış annelerden doğacak gelecek nesilllerin, anneden bebeğe transplasental yoldan geçen bağışıklıktan mahrum kalacağını ve kızamık ve diğer hastalıkları fazla erken yaşta kapacağını söylemiş, bu konuda yetkilileri uyarmıştır.

Lennon ve Black (1986), “aşı çağında doğmuş kadınlarda, yaşça daha büyük kadınlara oranla hemaglütanasyon önleyici ve nötralize edici antikor titrelerinin daha düşük olduğu”nu göstermişti. Aynı şey boğmaca için de geçerliydi. Bu bulgu daha aşılama yaşına gelmeden neden bu kadar çok bebeğin bu hastalıkları, özellikle de dillerden düşürmedikleri boğmacayı geçirmeye başladığını açıklıyor.

Kızamık aşılamasına bağlı dengesiz kolesterol değerleri

Toplu kızamık aşılamasına geçilmesinden kısa süre sonra tıbbi yayınların sayfalarını, küçük çocuklarda görülmeye başlanan yüksek kolesterol değerleri ile lipidlerde yüksek-düşük densite oranlarındaki dengesizlikle ilgili dile getirilen endişeler doldurmaya başladı.

Vikari ve arkadaşları (1979. Kızamık ve kızamık aşısının serum kolesterolüne etkisi. Lancet; Şubat 10: 326), yayınlarında Dr. Matthews ve Dr. Feery’nin (1978) “influenza (grip) aşısından sonra serum toplam kolesterolünde artış ile HDL kolesterolde düşüş gözüktüğü” bildirimine yer veriyor. Viral antijenlerle aşılama veya doğal virüs enfeksiyonlarının lipid seviyelerindeki değişimde rolü olabileceğini söylüyorlar.

Ayrıca çalışmalarında şu bildirim yer alıyor: “(Ortalama yaşı 2 olan) 97 çocukta kızamık aşılamasından (Rimevax, R.I.T, Belçika) önce  ve aşıdan 6 hafta sonra olmak üzere kandaki serum toplam kolesterol değerlerini ölçtük. Çocuklar kendi isteklerine göre beslendi. Antikor titrelerine hemaglütinasyon önleme işlevine göre bakıldı, serum kolesterolü Leppilnen metodu ile ölçüldü.  Çocuklardan alınan numuneler aynı seri içinde ölçüldü.”.

“Beş çocukta aşılama sonrası serum kolesterolünde olağandışı yüksek rölatif artış (%40 veya üzeri) tespit edildi, ancak mutlak değerlerin normal sınırlar içinde kaldığı gözlendi. İlk kolesterol değerleri veya kolesterol değerlerindeki değişim ile kızamık antikoru yanıtları arasında herhangi bir korelasyon bulunmadı. 2 çocukta aşılamadan 8 ve 10 ay sonra yapılan ölçümlerde serum kolesterolündeki rölatif artışın halen sürdüğü görüldü. Doğal kızamık enfeksiyonundan sonraki ortalama serum kolesterolü, belirtiler ortaya çıktıktan 1 ila 7 gün sonra alınmış numunelerde düşük çıktı…”

Vikari ve arkadaşları (1979) şu sonuca varıyor: “Elde ettiğimiz veriler, doğal kızamık enfeksiyonunun hastalığın akut evresinde serum kolesterolü değerlerini düşürdüğünü göstermektedir. Bu bulgu, tatarcık virüsü ile deneysel enfeksiyonun en az 10 gün süreyle serum kolesterolü değerlerini düşürdüğünü tespit eden Lees ve arkadaşlarının gözlemleriyle uyuşmaktadır. Kızamık aşılaması ve başka virüs aşılamalarından sonra da kolesterol seviyesinde aynı tip bir düşüş oluşup oluşmadığı netleştirilmelidir. Bizim gözlemlerimiz Matthews ve Feery’nin 1978’te yaptıkları, doğal virüs enfeksiyonu veya viral antijenlerle aşılamanın insanda serum lipid seviyelerinde değişime yol açtığı görüşünü desteklemektedir”.

Bell ve arkadaşları (2012) şöyle diyor: “Avustralya’da okul çağı çocukları arasında yaptığımız geniş çaplı araştırmada, Amerikan verileriyle karşılaştırıldığında daha yüksek oranda anormal lipid profiline rastladık. Ayrıca çoğu çocuk, Avustralya’da çocuklar için belirlenmiş sağlık normlarının dışında seviyelere sahip. Bu seviyelerin ileride karşılaşılacak kardiyovasküler riskle ilişkisini anlayabilmek için Avustralyalı çocukların yetişkinliğe uzanan lipid profillerini takip edecek bir çalışmaya ihtiyaç vardır”.

72 sayfalık doktora tezinde Louise Strandberg (2009), beslenme, obezite ve bağışıklık sistemi arasındaki etkileşimi son derece ayrıntılı bir şekilde çalışmıştır.

Tezindeki şu ifadelere dikkat etmek gerekir: “1950’li yıllarda Batı dünyasında gıdadan alınan yağın kardiyovasküler hastalıklara yol açabileceği ilk defa kabul görmüştür. Oysa Grönland eskimolarının yüksek miktarda yağ tükettiği ve buna rağmen kardiyovasküler hastalık insidansının çok düşük olduğu bilinmekteydi. 1970’lerde Bang ve Dyerberg, eskimolarda “iyi kolesterol” olarak bilinen yüksek yoğunlukta lipoprotenler haricindeki kolesterol ve lipoproteinlerin düşük seviyelerde olduğunu tespit etti…kardiyovasküler hastalık gelişiminde besinlerden alınan yağın niceliği değil, niteliği önemlidir”.

Bu tespitler aşısız eskimo neslini temsil ediyor.

Tıp araştırmaları baz alındığında mantıken çıkarılacak sonuç, çocuklarda gözlemlenen anormal kolesterol ve trigliserid seviyelerinin önemli primer nedenlerinden birinin invasif bir tıbbi müdahale olan aşılama olabileceğidir.

Screenshot from 2013-09-25 15:14:22

 

İlgili Makaleler

Rauh LW, and Schmidt R. 1965. Measles immunization with killed virus vaccine. Am J Dis Child; 109: 232-237.

Fulginiti VA, Eller JJ, Downie AW, and Kempe CH. 1967. Altered reactivity to measles virus. Atypical measles in children previously inoculated with killed-virus vaccines. JAMA; 202 (12): 1075-1080.

Scott TF, and Bonanno DE 1967. Reactions to live-measles-virus vaccine in children previously inoculated with killed-virus vaccine. NEJM; 277 (5): 248-251.

Barratta RO, Ginter MC, Price MA, Walker JW, Skinner RG. et al. 1970. Measles (Rubeola) in previously immunized children. Pediatrics; 46 (3): 397-402.

Conrad JL, Wallace R, and Witte JJ. 1971. The epidemiologic rationale for the failure to eradicate measles in the United States. Am J Publ Health; 61 (11):2304-2310.

Linnemann CC, Hegg ME Rotte TC et al. 1973. Measles MgE response during re-infection of previously vaccinated children. J Pediatrics; 82: 798-801.

Gustafson TL, Lievens AW, Brunell PA, Moellenberg RG, Christopher BS et al. 1987. Measles outbreak in a fully immunized secondary-school population. NEJM; 316 (13): 771-774.

Black EI, Berman LL, Reichelt CA, de Pinheiro P et al. 1984. Inadequate immunity to measles in children vaccinated at an early age: effect of revacination. BULL WHO; 62 (92): 315-319.

Robertson SE, Markowitz LE, Dini EF, and Orenstein WA. 1992. A million dollar measles outbreak: epidemiology, risk factors, and selective revaccination strategy. Publ Health Reports; 197 (1): 24-31.

Sutter RW, Markowitz LE, Bennetch JM, Morris W, Zell ER and Preblud WSR. 1991. Measles among the Amish: a comparative study of measles severity in primary and secondary cases in households. J Infect Dis; 163: 12-16.

Hedrich AW. 1933. Monthly estimates of the child population “susceptible” to measles, 1900-1931, Baltimore, MD. Am J Hygiene: 613- 635.

Lennon and Black 1986. Maternally derived measles immunity in era of vaccine-protected mothers. J Pediatr; 108 (1): 671-676.

Matthews and Feery 1978, Lancet ii: 1212-1213.

Bell et al. (2012. Lipids in Australian children: cause for concern? 2005-2007 Busselton Health Study. J Paediatr & Child Health; Oct 2012: 863-953).

Kızamık Gerçekleri – Hilary Butler

Kızamık Gerçekleri – Hilary Butler

Screenshot from 2013-09-21 20:39:52

 

Öksürük, burun akması ve ateşlenmenin ilk safhalarında kızamıklı bir çocukta mavimsi-beyaz tuz granülüne benzer KOPLİK LEKELERİ görülür. Bunlar en belirgin şekilde yanak içlerinde, üst azı dişleri hizasında çıkar, ancak dişetlerinin herhangi bir yerinde de oluşabilir. Birkaç gün boyunca kalacak bu lekeler sadece kızamıkta görülür. (Medicine International, 1984, sf 20, İnsanda Viral Hastalıklar, 83. Baskı, sf 412.) Teşhis için bunca basit ve spesifik bir belirti dururken eziyetli kan tahlillerini niye yaptırasınız ki?

Screenshot from 2013-09-21 14:41:21

KOPLİK benekleri varsa çocuğunuzu hastalığın bu ilk aşamasında doktora götürmemelisiniz, zira hastalığın en bulaşıcı safhasıdır bu. Çok gerekiyorsa doktorunuzu telefonla arayabilirsiniz, ancak bu noktada doktorun tıbben yapabileceği hiçbir şey olmadığı gibi verebileceği bir ilaç da yok. Yapılan çalışmalar bulaşıcılığın en yüksek olduğu bu evrede hasta sağlık ocağına, muayenehaneye veya hastaneye götürüldüğü takdirde, kızamığın esas tehlikeli olduğu popülasyon grubu, yani hastalar, immün yetersizlikten muzdarip yetişkinler, bebekler ve diğer çocukların sağlığının riske sokulacağını gösteriyor.  (Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları, Aralık 95; Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları, Ocak 93; Maryland Tıp Dergisi, Ekim 91.)

Kızamığa bir “çare” var. Adına A vitamini diyoruz…Morina balığı karaciğer yağı (cod-liver oil). Ta 1932’de doktorlar bu yağla hastane ölümlerini %57 oranında aşağı çekebiliyorken, antibiyotiklerin moda olmasıyla beraber A vitamininin pabucu 80’lerin ortasına dek dama atılmış oldu.

Screenshot from 2013-09-21 15:01:09

Yakın zamanda yayımlanmış bilimsel çalışmalar Amerika’da hastane yatışı gerektiren kızamık olgularının %72‘sinde A vitamini eksikliği bulunduğunu, eksiklik ne derece ileriyse komplikasyon ve ölüm oranlarının da o derece ileri olduğunu ortaya koyuyor. (Pediatric Nursing, Eylül/Ekim 1996.) Ancak gelin görün ki Yeni Zelanda’da doktorlar ve hastaneler tedavide A vitamini kullanmıyor bile.

(ED-NOT: Kızamıklı çocuklarda gelişen ışığa hassasiyet veya göz ağrısı gibi şikayetler, vücudun enfeksiyonla mücadele etmek için rezervdeki tüm A vitaminini kullanıp bitirdiğini ve A vitamini desteğine ihtiyaç olduğunun belirtisidir.)

GERÇEK: Yıl 1991; 12 ayın altındaki 4 aşısız çocuk pnömoni/ensefalit’ten ölüyor. Aşılanmış 2 çocuk da ensefalitten ölüyor.

GERÇEK: Bu çocuklara A vitamini tedavisi uygulanmadı (Soru: Uygulanmış olsa kurtulma şansları olur muydu?) 

Sağlık Bakanlığı, aşılı çocukların korunması için aşılanmamış sağlıklı çocukların aşılılardan uzak tutulması gerektiğini söylüyor. Aynı bakanlık bize bir yandan aşıların çocukları koruduğunu da söylüyor, Öyleyse bu çocuklar zaten aşının “koruma”sı altında değil mi? Cevap, hayır. 1991’de görülen kızamık olgularının %60’tan fazlası “aşılı” çocuklardaydı.

Soru: Eskiden çocuklarda kızamık yaygın olarak görülmez miydi? Sağlık Bakanlığı’nın cevabı: “Evet görülürdü, çünkü eskiden bağışıklama çalışmaları yaygın değildi…. Kızamığa bağlı ölüm ve hastane yatışlarının kaydı tutulmazdı.”

GERÇEK: Aşılanmış çocuklar hala kızamık kapıyor. Ölüm ve hastane yatışı istatistikleri 120 seneden beri tutuluyor. Kızamık ölümlerindeki düşüşü gösteren grafikten anlaşılacağı gibi kızamık aşısının ölüm oranlarındaki düşüşle hiçbir ilgisi olmadığı gibi, kullanıma girdiğinden beri oluşan salgınlarda hastaneye kaldırılan çocuk sayısına da herhangi bir etkisi yok. (Parlamento Yayınları, Ekler, Resmi Almanak, “Sağlık Trendleri” ve Bağışıklama Elkitabı gibi Sağlık Bakanlığı yayınları. Ayrıca, Herald ve Metro’da daha önce yayımlanmış grafikler)

Ebeveynlerin Bilmeye Hakkı Olduğu Bazı Gerçekler:

  • İngiltere’de okul çağındaki 7.1 milyon çocuğunun aşılandığı benzer bir kampanya, Dawbarns adlı bir avukatlık firmasının ([email protected]), aşağıdaki vakalar için İngiltere Sağlık Bakanlığı’na dava açmasıyla sonuçlandı:

Otizm (202),
Crohn’s hastalığı ve diğer ağır kronik mide problemleri (110)
Epilepsi (97)
İşitme ve görme sorunları (40)
Artrit (42)
Kronik Yorgunluk Sendromu (24)
Diyabet (9)
Guillain-Barre sendromu (9)
Kronik Trombositopeni (5)
Subakut Sklerozan Panensefalit (SSPE) {3)
Wegener Granülomatozu (2)
Multipl Skleroz (1)
Ölüm (14)

KAYNAK: Dawnbarns bilgi formu

  • Çocukların aile doktorları ve gördükleri diğer uzman hekimler basın önünde çocuklara destek verdiklerini açıkladılar.
  • Yeni Zelanda ve İngiltere Sağlık Bakanlıkları bu vakaların mevcudiyetini inkar etmekte (YZ Sağlık B. basın açıklaması, ve BMJ’de yayımlanmış makale) ve giriştikleri KORUMA HAREKATI’nın (operation safeguard) İngiltere’de kızamığı ortadan kaldırdığını ileri sürmekte. 1996 ekim ayında İngiltere bir KKK pekiştirme dozu kampanyasına daha başladı.
  • Aşı daha kullanıma girmeden önce gelişmiş ülkelerin hepsinde kızamık ölümleri neredeyse tümden ortadan kalkmıştı – hastalık insidansındaki düşüş grafikleri için buraya bakınız.
  • Sağlık Bakanlığının aşılanmış 540,000 çocukta tuttuğu kayıtlara bakacak olursak:

81,000 döküntü çıkarma ve ateşlenme vakası,

5,400 parotid/kulakaltı tükürük bezi şişiği (kabakulak),

216 febril konvülsiyon (ateşli havale),

18 trombositopeni (kırmızı kan hücresi tahribatı),

Kronik trombositopeni vakaları,

5 Aseptik Menenjit,

1 Merkezi Sinir Sistemi hasarı,

Bazıları kronikleşmeye giden 15,420 geçici eklem ağrısı (artralji) vakası görülmüştür. (sf 95, Sağlık Bakanlığı Elkitabı)

  • Almanya, raporlama sistemine gelen aşılanan her 2,500 kişide 1 nörolojik komplikasyon ve 17,500 aşılamada 1 abortif ensefalopati bildirimlerinden dolayı kızamık için rutin aşılama uygulamamıştır. (FDA Teknik Raporu, 1980)

Almanlar, aşılamadan bağımsız olarak hastalığın şiddetinde ve ölüm oranlarındaki gerçekleşen düşüşün ışığında aşılamanın getireceği riski fazla bulmuşlardır. Aynı şey Yeni Zelanda için de geçerli olmasına rağmen ebeveynlere bu söylenmemektedir. (ED-NOT: KKK karma aşısı yine de bugün Alman çocukluk çağı aşı takviminde yer almaktadır. İsviçre’de, üç canlı virüsün tek enjeksiyonda verildiği bu karma aşının çocuklar için fazla riskli olduğu gerekçesiyle 500 kişilik bir hekim topluluğu dernek oluşturarak hükümetin KKK aşısını takvime almaması için çalışmalarda bulunmuştur.)

  • Aşı öncesi dönemde bebeğin anneden aldığı antikorlar 15 aya kadar koruma sağlar, kızamık daha ziyade 5 – 9 yaşları arası geçirilir ve 15 yaş civarı kızamık geçirip kanında koruyucu antikor taşıyan çocukların oranı %99‘u bulurdu. (YZ Tıp Dergisi 27 Mayıs 1987) Şimdilerde bu seviye kaçlardadır kimse bilmiyor, ancak Amerika’ya bakılacak olursa oldukça ağır seyredebilen ‘yetişkin kızamığı’ artık oldukça sık görülüyor.
  • Aşılanmış anneler bebeklerine koruyucu antikor aktaramıyor, bu yüzden de kızamığın riskli olduğu küçük bebekler artık korumasız. (Washington Post, 22 Kasım 1992, Pazar)
  • 1991’de ABD’de görülen kızamık salgınında ölenlerin yarıdan fazlası aşılıydı ve ölümlerin çoğu immün yetmezliği olan kişilerde görüldü. (Washington Post 14 Haziran 1991, BMJ, 11 Mayıs 1991)
  • Yeni Zelanda’da doktorlar veya hastaneler kızamık tedavisi için A Vitamini kullanmadıklarından vakaların çoğu olması gerektiğinden çok daha ağır seyrediyor.
  • Afrika’da, doğal yoldan kızamık geçirmiş  çocuklarda aşılı yaşıtlarına oranla yüzde elli daha az astım, alerji ve egzema görülüyor.  (Lancet, 29 Haziran 1996)
  • Hafif veya orta şiddette sedef hastalığından (psoryaz) muzdarip çocuklar doğal yoldan kızamık geçirdiklerinde çoğu kez psoryaz ortadan kalkıyor. (3 adet tıbbi çalışma)
  • Vücudunda maternal antikorlar olduğu halde aşılanmış bebeklerde veya kızamığı gama globülinle baskılanmış kişilerde immünoreaktif hastalıklar, sebasöz (yağ bezi salgısı (sebum) ile ilgili) cilt hastalıkları, dejeneratif kıkırdak doku ve kemik hastalıkları ile belirli bazı tümörler daha sık görülmektedir. (Lancet, 5 Ocak 1985)

Soru: Antikor taşıdığı halde yeniden aşı vurulan çocukların başına acaba ileride neler gelebilir?

  • Kanunen aşı ürün bilgisini alıp eve götürebilir ve herhangi bir karra vermeden önce dikkatlice okuyabilirsiniz..
  • Yeni Zelenda’da [ve Türkiye’de] ebeveynler çocuklarına aşı yaptırıp yaptırmama konusunda seçim özgürlüğüne sahipitir.

 

Çocuğunuza KKK aşısını yaptırmaya karar verip de çocuğunuzda normal olmadığını kesinkez bildiğiniz herhangi bir sorunla karşılaşırsanız çok acele doktorunuza veya hastaneye gitmelisiniz. Yeni Zelenda için ebeveynler bir H 1574 formu doldurmalı, doğru tıbbi kayıtları dosyaya dahil ettiğinden emin olmalı, bizzat kendi imzalayıp ve mutlaka fotokopisini alıp CARM’a göndermelidir. Kalıcı herhangi bir hasar oluşması durumunda bu belgeler olmadan aşı tazminatı hakkından yararlanamazsınız.

(ED-NOT: Türkiye’de aşıya bağlı komplikasyon ve ölümler için benzer bir tazminat programı olmadığını biliyoruz ancak yine de anne-babalar geçirilen aşı reaksiyonunu doktorun Türkiye ASİE- Aşı sonrası istenmeyen etki bildirim sistemine mutlaka bildirmesini sağlamalı, bildirmiyorsa bizzat kendileri ASİE’ye bildirimde bulunmalıdır.)

Hilary Butler’ın ‘Kızamık: Hakiki Gerçekler’ başlıklı yazısından bölümler kullanılmıştır.

 

Kızamık Gerçekleri – Dr. Mendelsohn

Kızamık Gerçekleri – Dr. Mendelsohn

Screenshot from 2013-09-19 21:32:24

Dr Mendelsohn’un geniş kitlelerin beğenisini kazanmış, kesinlikle tavsiye ettiğimiz kitabıyla ilgili bilgi için buraya tıklayınız.

KIZAMIK – Dr. Robert S. Mendelsohn

Rubeola veya İngiliz kızamığı olarak da bilinir, bulaşıcı viral bir hastalıktır. Hastalığın başlangıcında kişi kendini yorgun hisseder, hafif ateşle birlikte baş ve sırtta ağrı vardır. Gözlerde kızarıklık oluşur ve ışığa hassasiyet oluşabilir. Üçüncü veya dördüncü güne kadar ateş yükselerek yaklaşık 40°C’ye ulaşır (Dr. Mendelsohn’un yukarıda tanıttığımız şahane kitabında, ateşin enfeksiyonlara karşı mücadeledeki rolü ve önemi ile Tylenol/Paracetamol gibi ateş düşürücü ilaçların bu sürece zararlı etkileri üzerine ayrı bir bölüm bulunmaktadır.) Bazen ağız içinde küçük beyaz noktacıklar görülebilir, aynı zamanda saç çizgisinin altında ve kulak arkalarında küçük pembe benekler ortaya çıkar. Bu kabarcıklar yaklaşık 36 saat içinde aşağıya doğru tüm vücudu kaplayacak şekilde yayılır. Pembe benekler kümeli halde görülebilir ancak üç ila dört gün içinde azalarak kaybolurlar.

 

Screenshot from 2013-09-19 21:56:46

Kızamık, döküntü ortaya çıkmadan evvelki üç ila dört günlük süre de dahil olmak üzere toplamda yedi veya sekiz gün bulaşıcı özelliktedir. Yani bu durumda, çocuklarınızdan biri kızamığı kaptıysa, diğerlerinin siz daha birincisinin hasta olduğunu anlamadan kızamık virüsüne maruz kalması muhtemeldir.

Kızamık yatak istirahati, ateşe bağlı dehidrasyonu önlemek için sıvı takviyesi ve kaşıntıyı almak için de kalamin losyon veya mısır nişastası banyosu haricinde bir tedavi gerektirmez. Çocukta fotofobi, yani ışık korkusu oluşursa yatak odasının perdeleri örtülmek suretiyle ortam karartılır. Ancak, yaygın efsanenin aksine, bu hastalıkta kalıcı körlük tehlikesi yoktur.

Kızamığı önlemek için verilen aşı KKK inokülasyonun bir bileşenidir.  Hekimler, 1,000 vakada 1 oranında görüldüğünü söyledikleri kızamığa bağlı ensefaliti önlemek için aşılamanın gerekli olduğunu savunur. Onyıllardır kızamık vakaları ile haşırneşir olmuş bir hekim olarak ben ve benimle birlikte pekçok diğer pediyatrist meslektaşım bu istatistiği şüpheyle karşılıyoruz. 1/1000’lik insidans belki yoksul bir çevre ve malnütrisyon koşullarında yaşayan çocuklar için geçerli olabilir, ancak orta ve üst gelir düzeyindeki katmanlarda, kızamığın kendisinden kaynaklı uyku halini saymazsak, gerçek ensefelati insidansı muhtemelen daha ziyade 1/10,000 veya 1/100,000 oranlarındadır.

Kızamık ensefelatiyle sizi korkutacak bir doktorun size bunu önlemek için kullanılacak aşının taşıdığı tehlikelerden bahsetmesini pek bekleyemezsiniz. Kızamık aşısı ensefalopati [beyin dokusunda dejeneratif değişikliklerle belirgin herhangi bir beyin hastalığı] ve beynin sertleşmesine neden olup kesin ölümcül olan SSPE (subakut sklerozan panensefalit) gibi bir dizi başka komplikasyonla ilişkilendirilmiştir.

Kızamık aşısıyla ilişkilendirilmiş diğer nörolojik ve bazen ölümcül hastalıklar arasında ataksi (kas hareketlerini koordine edememe hali), zeka geriliğiaseptik menenjitnöbet bozuklukları (epilepsi) ve hemiparezi (vücudun bir taraf kaslarında görülen güç azlığı; tek taraflı parazi) bulunur. Aşıya bağlı sekonder komplikasyonlar ise bundan daha da ürkütücü olabilmektedir. Bunlar ensefalit (beyin iltihabı)genç diyabeti (jüvenil diyabet), Reye sendromu ve multipl skleroz‘dur.

Aşının koruduğuna dair elimizde ikna edici kanıt olsaydı bile, ki yoktur, kızamık aşılamasının taşıdığı riskler benim için yine de kabul edilemezdir. Hastalığın görülme sıklığında belirli bir düşüş olmuştur, evet, ancak bu aşı ortaya çıkmadan çok önce başlamış bir durumdur. 1958’de ABD’de yaklaşık 800,000 kızamık vakası görüldü, ancak 1962’ye-aşı ortaya çıkmadan bir önceki seneye- gelindiğinde insidans 300,000 vaka azalmıştı bile. Bunu takip eden dört sene boyunca, çocuklar bir taraftan herhangi bir koruma sağlamayan ve hatta daha sonra uygulamasına son verilen “ölü virüs” aşısını olurken, kızamık insidansı bir 300,000 vaka daha düşüş gösterdi. 1900’de kızamıktan ölüm oranı 100,000 kişide 13.3’tü. İlk kızamık aşısı daha ortaya çıkmamışken, 1955’te, ölüm oranı yüzde 97.7 azalarak 100,000’de 0.03’e düşmüştü.

Screenshot from 2013-09-19 20:29:43Grafiğin alındığı KAYNAK  [ABD’de 1900 – 1984 arası 100,000 kişi başına düşen Kızamık Ölüm Oranları; kızamık aşısı 1963 yılında kullanılmaya başlanıyor]

Salt bu rakamlar bile kızamığın aşı devreye girmeden önce yok olma yoluna girdiğinin çarpıcı kanıtıdır. Bu size yeterince ikna edici gelmiyorsa bir de şunu düşünün; 1978’de otuz eyaleti kapsayan bir araştırmaya göre kızamık geçirmiş çocukların yarısından fazlasının gerekli dozda aşılanmış olduğu ortaya çıkmış. Dahası, Dünya Sağlık Örgütü‘ne göre, aşılanmamışlara oranla kızamık aşısını olmuş kişilerin kızamığa yakalanma şansı neredeyse on beş kat daha fazla.

Peki ama niye bu gerçeklere rağmen doktorlar bugün hala bu aşıyı yapıyorlar diye sorabilirsiniz. Kızamık aşısının piyasa sürülmesinden on dört sene sonra Kaliforniya’da yaşanmış bir olay sorunuzun yanıtı olabilir. O yıl Los Angeles’te ağır bir kızamık salgını görülüyor ve Toplum Sağlığı Merkezi’nin bir yaş altında kızamık aşılamasının hiçbir işe yaramadığı ve zararlı olabileceği yönündeki uyarısına rağmen ebeveynler altı ay ve üstündeki tüm çocukları aşılatmaya zorlanıyorlar.

Los Angeles’taki dotorlar ellerine geçirebildikleri her çocuğa rutin bir şekilde kızamık aşısı yapma yoluna giderken, immünolojik yanıtsızlık (vaccine failure) ve ‘geç etkili virüs’ (yavaş virüs/slow virus) gibi tehlikelerden haberdar birkaç yerli hekim kendi bebeklerini aşılamamayı seçiyor. Bu gerçeklerden haberdar edilmemiş hastalarının aksine bu hekimler tüm canlı virüs aşılarında, özellikle de kızamık aşısında bulunan “geç etkili virüsler”in insan dokusunda yıllarca saklanma kabiliyeti olduğunun farkındaydı. Dokulara yerleşmiş bu virüsler daha sonra ensefelati, multipl skleroz ve hatta kanser oluşumu ve ilerlemesine potansiyel kaynak olarak karşımıza çıkıyordu.

Kendi yedi aylık bebeğini aşılamayı reddeden Los Angeles’lı bir doktor şöyle diyordu: “Aşı virüsü fakir bir koruma sağladığı gibi bir de vücutta uzun süre kalıp da hakkında pek bir şey bilmediğimiz bir şekilde etki ederse diye korkuyorum.” Kendi çocuğu için bu taşıdığı bu endişeler ise doktorumuzun bakımındaki diğer bebeklere aşıyı vurmasına mani olmuyor. Bu çelişkili tutumu ise şöyle rasyonelize ediyor hekim: “Bir ebeveyn olarak kendi çocuğumla ilgili seçim yapma lüksüne sahibim. Bir hekim olarak ise… hem kanunen hem de meslek kuralları gereği yapmam gerektiği söyleneni kabul etmeye mecburum, tıpkı bütün şu Domuz Gribi işinde yapmaya mecbur kaldığımızda olduğu gibi.”

Belki artık sıradan ebeveynler ve çocuklarının da doktorların bu lüksüne sahip olmasının vakti gelmiştir.

KAYNAK