19 Yaşındaki Genç İlk Grip Aşısından Sonra Ölüyor

19 Yaşındaki Genç İlk Grip Aşısından Sonra Ölüyor

“Öyle sağlıklıydı ki. Saf ve temizdi. Gribi atlatabilirdi. Keşke aşıyı olacağına grip olsaydı,” diyor gencin annesi.

Chandler Webb, ekimde hayatının ilk grip aşısını olduğunun ertesi günü ağır hastalanıyor. Annesi, Lori Webb, oğlunun aşıdan sonra kusmaya ve sarsılmaya başladığını, bu yüzden de Salt Lake City’deki hastaneye götürdüğünü söylüyor.

Bundan bir gün sonra ise Chandler komaya giriyor ve aradan geçen 28 günün sonunda da yaşam ünitesi kapatılıyor.

İlgili videoyu Türkçe altyazılı olarak izleyebilirsiniz.

http://www.youtube.com/watch?v=0Clvh40A6hM#t=45

Polio’nun Gerçek Tarihi – Dr. Suzanne Humphries

Polio’nun Gerçek Tarihi – Dr. Suzanne Humphries

Screenshot from 2013-11-24 16:20:29“Toplu aşılama programı insanları gütmeye temayüllüdür. İnsanlar sığır veya koyun sürüsü değildir oysa. Sürü gibi güdülmemeleri gerekir. Toplu aşılama programı doğası gereği problemi fazlasıyla baside indirgemek ister hep; faydalarını abartır; doğabilecek tehlikeleri minimize eder ve hatta tümden yok sayar; bilimsel düzeyde belirli bir ihtiyatla yükseltilmiş karşıt sesler istemez karşısında ve mümkünse bunları susturur; ortada bir neden yokken bir acil durum havası yaratır; vatandaşları öyle bir şevke getirir ki neredeyse sabırsızlanırlar, hatta tahammülleri kalmaz aşıyı beklemeye; karantina durumunda devletin kolluk güçlerinin yetki sınırını fazlasıyla aşmasına olanak verir; kompleks olayları baside indirger; itibarsızlaşmış bir aşıyı tutar yıllar yılı savunmaya ve desteklemeye devam eder;… dürüst ve aydınlatılmış rıza konseptini alaya alır.[1]

Aşı konusunda kafa karışıklığı had safhada, özellikle de okudukları fakülteye itimadı tam, beyni yıkanmış doktorlar arasında. Bakıyorsunuz hiçbir şeyden haberi olmayan halk da bu doktorlara güveniyor…işin en doğrusunu tıpçılar bilir çünkü, öyle değil mi? Hem doktorlar da iyi insanlar sonuçta, bizim iyiliğimiz için çalışıyorlar. Doğrudur. Bir zamanlar ben de medikal sistemin himmetine inanan o beyni yıkanmış doktorlardan biriydim ve öğrendiğim her şeyin modern zamanların sunabileceğinin en iyisi olduğuna inanırdım. Oysa şimdi, tıp fakültesinde öğretilenlerin büyük çoğunluğunu ne kadar kısıtlı bilgiden ibaret olduğu gün gibi aşikar benim için. Artık doktorların çoğunun, kendilerine öğretilen dogmayı sorgusuz sualsiz, harfiyen yerine getirmekle mükellef ve gözlerinin önünde cereyan eden gerçekler aksini gösterse dahi sadakatle tekrar tekrar gösterdikleri kör itaatin karşılığında mükafatını alan köle teknisyenlerden pek farkı olmadığını biliyorum.

Doktorların çoğunun bilmediği bir gerçek var; Salk aşısındaki ölümcül canlı poliovirüsü yüzlerce çocuğu ve etraflarındaki temaslı bireyleri paralize ederken, toplum sağlığı yetkililerinin kapsamlı bir makyajlama çalışmasıyla aşının tarihini baştan yazdıkları. 1955 – 1961 yılları arasında polio insidansını azalttığı iddia edilen aşılardan bahsediyoruz burada! Oysa o yıllarda polio insidansındaki “düşüş”ün ardında yatan başka bir meşhum neden var; 1955’te poliovirüsü enfeksiyonları oldukça yaratıcı bir şekilde yeniden tanımlanıyor, nedeni de çoğu “polio” paralizisi olgusunun sisteminde poliovirüsü filan bulunmadığı gerçeğini “gizlemek”. Salk aşısının itibarı bu şekilde korunurken, tarihin suları fazlasıyla bulandırılmış oluyor.

En büyük salgınlarda bile uzun süreli paraliziye yol açan tek faktörlü poilovirüsü enfeksiyonu oldukça düşük insidansa sahip olmasına rağmen[2], Basil O’Connor’ın “March of Dimes” (Metelik Geçit Töreni) adlı reklam kampanyaları bunu yanlış bir şekilde sanki dört bir yanda kol gezip insaları kötürüm bırakan amansız bir hastalık olarak yansıtıyor. Basil O’Connor, Salk’un aşısını fonlamak için bu kampanyayla yılda 45 milyon dolar toplayadursun, dönemin bilimadamları Coxsackie, echo ve enterovirüsler gibi başka virüslerin de polio’ya yol açabildiğini farketmeye başlıyorlar. Bilimadamları ayrıca kurşun, arsenik, DDT ve kullanımı yaygın diğer nörotoksinlerin de polio’yla birebir aynı lezyonları oluşturduğunu ifade etmeye başlıyorlar. ABD’deki büyük salgınlar süresince alternatif hekimler, o günün koşullarında mevcut detoks protokolleri ile büyük bir başarıyla hastalık patolojisini tersine çevirmeyi başarıyor, ancak bu tedavi yöntemleri ve elde edilen başarı koşulsuz şekilde yok sayılıyor[3].

Bugün artık tıp literatüründe polio’ya başka virüslerin de yol açabileceği kabul edilmişken, genel kamuoyunun bundan haberi dahi yok.

1954’ten önce Transvers Miyelit, viral veya “aseptik” menenjit, (Franklin, D. Roosevelt’in muzdarip olduğu) Guillain-Barre Sendromu (GBS)[4], Çin Paralitik Sendromu, Kronik Yorgunluk Sendromu, epidemik kolera, kolera morbus, spinal menenjit, spinal apopleksi, inhibitör palsi, aralıklı ateş, tifüs (lekeli humma), worm fever, safra çıkışlı remitan ateş, ergotizm, post-polio sendromu, akut flask paralizi (AFP) gibi hastalıkların “poliomiyelit” (polio sekeli) adı ardına saklandığına hiç şüphe yok.

“Akut Flask Paralizi” şemsiye terimi altında ise Poliomiyelit, Transvers Miyelit, Guillain-Barre sendromu, enteroviral ensefalopati, travmatik nörit, Reye’s sendromu vb hastalıklar toplanıyor.

Polio’nun eradike edildiğine inanmadan önce şu AFP ve Polio grafiğine bir bakın. 1996 öncesine ait veri niye yok diye merak edecek olursanız da, DSÖ’nün websitesinde AFP sayfasına gidebilir, burada 1996 öncesine ait veri bulunmadığını ancak AFP’nin bugün 2011’de dahi yükselişte olduğunu görebilirsiniz. Akut Flask Paralizi (AFP), 1955’te adı polio olan ve aniden gelişen felç durumunu anlatmak için kullanılan bir isim sadece. Akut polio’ya dair en sık görülen belirti ve polio salgınlarında sürveyansta kullanılıyor. AFP bundan başka enterovirüsler, echovirüsler, adenovirüsler ve diğer bazı patojenik ajanlarla da ilişkilendiriliyor. Ancak 1955’te AFP olgularında polio haricinde bir şey saptamak için herhangi bir çaba görmüyoruz. Aşı kitlesel pazarlamaya geçtiği andan itibaren ise oyun değişiyor.
Screenshot from 2013-11-24 16:24:13

İnsanlar bana ‘peki ama tüm o demir ciğerdeki çocuklar bugün nerede’ diye sorduklarında ise John Hopkins’ten Dr. Douglas Kerr’e gidip sormaları gerektiğini söylüyorum. Dr. Kerr, Donna Jackson Nakazawa’nın “The Autoimmune Epidemic” (“Otoimmün Hastalık Salgını”) adlı kitabının sayfa xv’deki önsözünde şöyle diyor:

“Beş aylık bebeklerde bile Transvers Miyelit görülebiliyor ve bunlardan bir kısmı kalıcı felç geçirip ömür boyu nefes alabilmek için solunum cihazına bağımlı hale geliyor… John Hopkins Hastanesi’ndeki meslektaşlarım ve ben her yıl yüzlerce yeni vaka görüyor veya duyuyoruz.”  

Acaba bir zamanlar adı polio olan bir hastalıktan bugün yüzlerce çocuğun muzdarip olduğunu ve bunların bir kısmının da ‘demir ciğer’ cihazının modern versiyonuna bağımlı yaşadığına dair halkın herhangi bir fikri var mı? Hayır. Bugün ebeveynler, korku yaratmak için gözlerine habire demir ciğerlere sokulmuş çocukların fotoğrafları sokulmadığı için Salk’un aşısının solunum cihazlarına gereksinimi tamamen ortadan kaldırdığına inanıyor. Üstelik, bugünün “demir ciğer”leri öyle denizaltı prototipi gibi de gözükmüyor. Bunların bugünün “solunum cihazları” olduğu hemen hiç fark edilmiyor bile.

Polio aşısı, FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) tarihinin en hızlı ruhsatlandırılmış ilacı olma özelliğine sahip. Ticari üretim iznini Ruhsatlandırma Komitesi’nin baskı altında yürütülen yalnızca 2 saatlik toplantısının ardından alıveriyor. Bu komitede görevli bilimadamları; akademisyen veya hastane hekimleri aşının güvenlik çalışmalarına dair yayımlanmış herhangi bir raporu okuma fırsatı dahi bulamadan ve yürütülen büyük polio deneyinin sonuçları daha herhangi bir tp dergisinde yayımlanmamışken aşının piyasaya sürülüşüne şahit oluyor. Şayet bu bilimadamlarına daha fazla sözhakkı verilmiş olsaydı, herikisi de aşının alelacele ruhsatlandırılmasından sadece bir iki hafta sonra aşılananlarda felç ve ölüme yol açan “Cutter” Felaketi ve “Wyeth” Problemi gibi olaylar muhtemelen yaşanmayacaktı.

“Toplantıya kadar aşının dağıtımı deneysel ürün kategorisinde yapılmıştı, ruhsatlı ürün olarak değil…komiteden ivedilikle bir karara varması istendi…Dr. Francis’in verdiği rapor üzerinde biraz tartışıldı ancak bunu derinlemesine tartışacak pozisyonda değildik zira raporu o sabahtan önce görmemiştik bile, sunumun ardından dağıtıldı bize…üzerimizde şu manada bir baskı vardı, bize süratin hayati önem taşıdığı söylendi ve akşam saat 5 olduğunda bazılarımız meseleyi biraz daha tartışma ihtiyacı hissettiğimizi bildirdik. Bize konunun daha fazla tartışılmasının toplantının bir sonraki haftaya kayması demek olduğu ve bu durumda Washington veya Besthesda’ya gitmemiz gerekeceği söylendi, ki çoğu üye bunu yapmak istemiyordu. Yani aslına bakılırsa, normalde yapacağımızdan daha erken karara varmamız için baskı oluşturuldu. …Kararda yaşanan olayların payı vardı anlayacağınız.[5]

Ve modern zamanların aşılamaya olan inancının temelini oluşturan polio hikayesinin daha sadece başı bu.

Güvenli aşı yoktur. Aşı “etkilidir” dendiğinde bu sadece vücutta antikor yanıtı oluşturduğu anlamına gelir, sizi hastalıktan koruduğu anlamına değil. Çocukları sağlık tutmanın, kan beyin bariyerlerinde yangı oluşturup zayıflatan ve potansiyel olarak enflamasyon ve başka problemlere yol açan hastalık mikrobu, kimyasallar, hayvan DNA’sı, hayvan proteinleri, deterjanlar ve sürfaktanlar zerk etmekten başka birçok yolu var.

Doktorlara tıp fakültesinde aşılarla ilgili verilen eğitim neden ibarettir biliyor musunuz? Pediyatri eğitimimiz sırasında aşıların takvime uygun verilmesi gerektiğini öğreniriz. Çiçek ve polio’nun kökünün aşılarla kurutulmuş olduğunu öğreniriz. Difteri tedavisini öğrenmemize gerek olmadığını, çünkü zaten hiç görmeyeceğimizi öğreniriz. “Aşılar güvenli ve etkilidir” mantrası ile endoktrine oluruz – kaldı ki her iki önerme de gerçek dışıdır.

Doktorlar bugün “tereddütlü” ebeveynlerle nasıl konuşmaları gerektiğine–doğal enfeksiyon risklerini ziyadesiyle şişirip nasıl korkutacaklarına– dair sıkı bir eğitimden geçerler. Anne-babaları aşıya razı etmek için baskı ve zor kullanımının veya çocuğun tıbbi bakımının üslenilmemesiyle tehdit etmenin gerekliliği üzerine eğitilirler. Doktorlara hiçbir aşı hakkında katiyen TEK BİR kötü şey söylenmemesi gerektiği öğretilir.

Tarihsel olarak, ölüm saçan çiçek aşısı zamanından beri toplu aşılama uygulamalarına karşı duruş sergileyen aklı başında, derin, akademik boyutta tartışmalara imkan verilmemiş, susturulma yoluna gidilmiştir. Bu olup bitenler gayet açık ve net şekilde, yandaşçılık ve korporatizmin işgali altındaki sağlık endüstrisinde dönen politik entrikalardan ibarettir.

CNN, Fox haber bültenlerinde veya anaakım literatürde aşılamaya karşı çıkan ciddi anlamda bilgili, saygın doktorların fikirleri yasaklıdır. Bu tip medya kanallarında sesleri duyulduğu takdirde, bugüne kadar saf saf kendilerini dinleyen halk yüzseksen derece dönüş yapar diye herhalde. Oysa anaakım medyanın aşı konusuna uygun bulduğu tanıtım şekli şudur; çoğunlukla, çocuğu aşıdan zarar gördükten sonra aşıya karşıt tavır alan bir anne ya da babanın karşısına TV’de program yapan meşhur bir doktor çıkartılır. Dr. Stork örneğin, Jenny McCarthy’yi konuk ettiği programda JB Handley lafını keserek yanlışını yüzüne vurup seyircilerden de destek alınca tam bir öfke nöbetine tutuluyor.

Dr. Sears’ın aşılamanın tarihi ve bulaşıcı hastalıklarda yaşanan düşüşle ilgili yaptığı düpedüz delüzyonel bildirimleri şimdilik bir tarafa bırakalım. JB Handley’nin programda seyirciden alkış alması ve buna rağmen editlenmemesi televizyonda türüne az rastlanır bir olaydı. Ticari televizyon kanallarındaki standart yaklaşım, medyatik doktora veya Paul Offit gibilere denk aşı-karşıtı bir hekim yokmuş gibi davranmaktır oysa. Bu şekilde, salt küçümsedikleri ve herkesin önünde alt edebilecekleri kişileri alabiliyorlar programlara ancak. JB’yi altta kalmadığı ve bu medyatik doktora haddini bildirdiği için tebrik ediyorum. Aşı oyunu tarih boyunca hep böyle oynanmıştır işte: bilgili, donanımlı doktor ve bilimadamlarının görüşlerini kameralar yansıtmasın, hakemli dergilerde yer bulamasın bu görüşler ve aşı-karşıtı pozisyonu sadece kısıtlı bir perspektifle temsil edilsin.

Eğer aşılamanın güvenlik ve etkinliği ile ilgili şüphelerimiz varsa lütfen merakınızı yitirmeyin, zira çocuklarınızın hayatı buna bağlı olabilir. Muhtemelen pek çoğumuz gibi sizin de bu süreçte öğrenilmişliklerden kurtulma yolunda oldukça yol almanız gerekecek.

[1] Clinton R. Miller’ın beyanı, İntensif İmmünizasyon Programları, 15 ve 16 Mayıs, 1962. Eyaletlerarası ve Dış Ticaret Temsilciler Meclisi’nde yürütülen duruşmalar, 87. kongre, ikinci oturum; H. R. 10541.

[2] Meier, P. 1978. “Dünyanın en büyük toplum sağlığı deneyi: Salk poliomiyelit aşısının 1954 deneyi.”  İstatistik: Bilinmeyen için Rehber, Ed. J. M. Tanur, ve arkadaşları, sf. 3-15. San Francisco: Holden Day.

[3] Scobey, R. 1952.  “Poliomiyelit ile zehir bağlantısı ve araştırmaların engellenişi.”  Arch.  Pediatr.  April;69(4):172-93.

[4] Goldman.2003.”Franklin Delano Roosevelt’in paralitik hastalığının nedeni neydi?” J Med Biog, 11:233-240.

[5] Opening brief of Defendant and Appellant Cutter Laboratories Gottsdanker v. Cutter Laboratories (1960) 182 Cal. App.2d 602 sf. 31-33.

 

 

Diş Çürüklerini Anlayalım, Doğal Yoldan Tedavi Edelim

Diş Çürüklerini Anlayalım, Doğal Yoldan Tedavi Edelim

Doğal Yoldan Diş Çürüğü Tedavisi

Vücuda ihtiyacı olanı verdiğinizde tadavisi imkansız diye düşündüğümüz şeyleri iyileştirebileceği gerçeğine dünya yavaş yavaş uyanıyor. İyileştirilemeyeceği düşünülen sağlık sorunlarından biri de çürükler, oysa diş çürüğünün tabiatı ile ilgili geniş araştırmalar sonucu elde edilmiş bilgiler ve tabii ispatlanmış çareler artık gün yüzüne çıkıyor.

Diş Çürükleri ile İlgili Yalanlar

Amerika Diş Hekimleri Derneği’ne göre dişte çürük oluşumu nedenleri şunlar:

Diş çürüğü; süt, gazoz, kuru üzüm, kek veya şekerleme tarzı şeker ve nişasta ihtiva eden karbohidratlı gıdaların dişte uzun süre kalmasıyla oluşur. Ağızdaki bakteriler bu tip gıdalardan beslenerek çoğalır ve bu da asit oluşumuna neden olur. Zamanla bu asitler diş minesini oyar ve dişte çürük meydana gelir.”

Bu teoriyle ilgili belli başlı sorunlardan bazıları şöyle:

  • Dişleri sürekli mayalanabilir karbohidratlarla kaplı yaşayan ve diş ipi veya ağız fırçalama tekniklerini kullanmayan yerlilerin dişlerinde çok az hatta hiç çürük görülmüyor.
  • Bakteriler, besin değerinden yoksun işlenmiş şeker ve unu tüketmiyor.
  • Bakterilerin yemeyi sevdiği süt, sebze, et, balık ve meyve gibi gıdalar ise dikkat edilecek olursa diş çürüğü nedenleri arasında gösterilmiyor.

Peki diş çürüğünün modern açıklaması doğru olmadığına göre, diş çürüğünün asıl nedeni nedir?

Dişler Asıl Neden çürür?

Dr. Weston Price ve diğer öncü diş hekimlerinin araştımalarından şu üç ana faktöre ulaşıyoruz:

Gıdalardan yeterli mineral alınmaması.

• Gıdalardan yeterli ‘yağda çözünür’ vitamin (A, D, E ve K) alınmaması.
• Alınan besin öğelerinin vücut tarafından biyolojik olarak kullanılamaması ve barsaklarda düzgün emilim sağlanamaması. Bu faktörün başlıca nedeni ise fitik asit mevcudiyeti.

[Ed Not: Bu noktada Fitik Asit’le ilgili ek bilgi vermek istiyorum:

Fitik asit (inositol hekzofosfat (IP6) yada fitat) birçok bitki hücresinde depo halinde bulunan fosfordur. Özellikle buğday, pirinç, arpa, çavdar gibi bitkilerde ve fasulyede bulunur. İnsanlar bu yapıdaki fosforu sindiremezler çünkü insanlarda bu yapıyı parçalayabilen fitaz enzimi yoktur. Fitaz enzimi fitik asitten fosforu ayırmak için gerekli olan bir enzimdir.

Fitik asit, kalsiyum, magnezyum, demir, çinko gibi önemli mineraller ile bağ oluşturur ve mineraller fitat tarafından serbest bırakılmadığı için ve vücutta bulunmadığı için vücudun mineral eksikliğine neden olur. İnsanlar, özellikle çocuklar ve gelişen ülkelerdeki çocuklarda, vücut için gerekli temel mineralleri az miktarda alım sonucunda istenmeyen etkiler görülebilir. Gelişen ülkelerde en çok izlenen yol, tahıl ve tohumların fermantasyonu ile bu minerallerin kullanılabilirliğini arttırmaktır. Birçok bakteri fitaz enzimini etkin hale getirir. Laktik asit bakterileri tarafından tahıl ve tohumların fermantasyonu sonucu, fitat molekülü parçalanarak minerallerin kullanılabilirliği (biyo aktivitesini) arttırılmıştır.

Son zamanlarda, fitik asitin kanseri önleyici bir özellikte olup olmadığı hususunda araştırmalar yapılmış ve bu araştırmaların sonucunda, fitik asitin prostat, göğüs, pankreas ve kolon kanserlerine karşı bazı önleyici etki gösterdiği ortaya çıkmıştır. Fakat, bunun mekanizması henüz anlaşılamamıştır.

Referanslar:

  • Breast-Cancer-Res-Treat. 2005 May; 91(1): 35-45

  • J-Surg-Res. 2005 Jun 15; 126(2): 199-203

  • Anticancer-Res. 2005 Jul-Aug; 25(4): 2891-903]

Belirli bir süre vitamin ve minerallerden yoksun bir diyetle beslenildiğinde ve/veya diyet fazlaca fitat zengini gıdalardan (tahıllar, çekirdekler, yemişler ve baklagiller) oluştuğunda kan kimyası ve kalsiyum/fosfor oranında denge bozulur, bu da minerallerin kemiklerden çekilmesine ve tabii sonucunda da diş ve kemik kaybına neden olur.

Yani, şekerin dişte çürüğe neden olduğu inancı doğru, ancak bakteriler yediği ve açığa çıkardığı asit diş minesine zarar verdiği için değil, vücuttaki besin elementi (nutrient) deposunu boşalttığı için çürüğe yol açıyor.

Çürükleri iyileştirecek gıdalar

Kandaki kalsiyum ve fosfor oranını düzeltmek ve minerallerin dişlerimize tutunabilmesini sağlamak için fazla şeker ve işlenmiş gıdadan uzak durmak yetmez. Bunun yanında bize sağlık katacak, cam gibi parlak ve sert dişler oluşturacak mineral ve vitamin zengini gıdaları yememiz lazım.

Yoğun alınması gereken gıdalar:

• Hindistancevizi yağı, çayırda otlatılmış hayvanlardan elde edilmiş organik süt ürünleri (özellikle tereyağı), çayırda otlatılmış hayvanlardan kırmızı et, deniz mahsülleri ve kemikli et suyu.
• Organik pişmiş sebzeler (kemikli et suyuyla yapılmış çorbalar idealdir).
• Karaciğer, böbrek, beyin tarzı gıdalar.

Yüksek fitik asitli tahıl, fasulye, yemiş/çerez veya çekirdekler ile kan şekeri dengesini bozan işlenmiş undan yapılmış gıdalar ve şekeri azaltmak gerekiyor.

Düşünülebilecek Gıda Takviyesi Ürünleri:

• Fermente morino balığı karaciğer yağı – A, D ve K gibi yağda çözünür vitaminler açısından son derece zengindir.
• Magnezyum – kalsiyum ve fosforun etkin kullanımı için gerekli.
• Jelatin – Kemikli et suyu yapacak vaktiniz yoksa bu iyi bir alternatif ve diş etleri ve sindirime çok faydalı.

 

Kaynak: Bu yazı Derek Henry tarafından kaleme alınmış olup, şu adresten metnin orijinaline ulaşabilirsiniz. 

‘Chemtrail’ler ve Nanoalüminyum’un Nörodejeneratif ve Nörogelişimsel Etkileri

‘Chemtrail’ler ve Nanoalüminyum’un Nörodejeneratif ve Nörogelişimsel Etkileri

Dr. Russell Blaylock
İnternet, “chemtrailler” ve “küresel ısınma”yla mücadele için geliştirilmiş yeryüzü mühendisliği çalışmalarına dair hikayelerle dolu ve kısa zaman öncesine kadar bu hikayelere şüpheyle yaklaşıyordum. Şüphelenmemin bir nedeni de bahsedilen bu çalışmaları gökyüzünde pek görmüyor oluşumdu. Ancak son birkaç yıldır bu kimyasal izleri oldukça yoğun şekilde görüyorum ve itiraf etmem gerekir ki bunlar çocukluğumda gördüğüm uçak egzosu izlerine benzemiyor. Bunlar çok daha yoğun, oldukça geniş bir alana yayılıyor, kesinlikle belirli bir örüntüyle gökyüzüne bırakılıyor ve bir süre sonra gökyüzünü kaplayarak yapay bulut görünümünü alıyor. Bugün gökyüzüne hergün bu kimyasallar boşaltılıyor.

Screenshot from 2013-10-04 11:32:44

Benim için en endişe verici nokta, uçaklardan tonlarca nano partikül halinde alüminyum bileşikleri püskürtüldüğüne dair kanıtların olması. Bilim ve tıp literatüründe nano boyuttaki partiküllerin sonsuz derecede daha reaktif olduğu ve pekçok dokuda şiddetli enflamasyona yol açtığı gösterilmiştir. Bu nanopartiküllerin beyin ve omuriliğe etkisi özellikle önemli, zira Alzheimer türü bunama, Parkinson’s hastalığı ile Lou Gehrig’s hastalığı (ALS) gibi sayısı giderek artmakta olan birtakım nörodejeneratif hastalıkların çevredeki alüminyumla oldukça güçlü ilişkisi bilinmekte.

Alüminyum nanopartikülleri sonsuz kat daha enflamatuvar olmakla kalmıyor, bunlar aynı zamanda beyne de kan ve olfaktif sinirler (burundaki koku alma sinirleri) de dahil olmak üzere pekçok yoldan kolaylıkla nüfuz edebiliyor. Yapılan bilimsel çalışmalarda bu nanopartiküllerin, doğrudan beynin Alzheimer’s hastalığından en erken ve en çok etkilenen bölgesine çıkan olfaktif sinir yollarından geçişi gösterilmiştir. Beynin bu bölgesi ayrıca Alzheimer’s olgularında alüminyum seviyesinin en yüksek çıktığı bölgedir.

İntranazal yolla maruziyet, gökyüzüne muazzam miktarlarda nanoalüminyum püskürtme işlemini özellikle tehlikeli hale getirmekte, zira bunu bebekler ve küçük çocuklar da dahil olmak üzere tüm yaştan insan soluyacak, hem de saatlerce. Havadaki alüminyumdan en ağır etkilenenlerin yaşlılar olduğunu biliyoruz. Kullanılan alüminyum partikülleri nano boyutta olduğundan evlerde kullanılan hava filtreleri de işe yaramıyor ve içerdeyken dahi bu havayı solumaya saatlerce devam ettiğinizden maruziyet süresi uzuyor.

Havadaki nanoalüminyumun solunmasının yanında bu spreyleme işlemleriyle toprak, su ve ekinler de yüksek seviyede alüminyum çekmiş oluyor. Normalde alüminyum mide-barsak yolundan kana fazla geçmez, ancak nanoalüminyum emilimi çok daha yüksek boyuttadır. Kana geçmiş bu alüminyumun vücutta beyin ve omurilik de dahil olmak üzere pekçok organ ve dokuya taşındığı bilinmektedir. Havada asılı kalan bu nanoalüminyumun solunması ayrıca ciğerlerde de inanılmaz bir enflamasyon yol açacak, bu da astım ve pulmoner hastalıkalrdan muzdarip çocuk ve yetişkinler için önemli bir tehdit oluşturacaktır.

Diliyorum bu tehlikeli maddeyi uçaklardan püskürten pilotlar, kendi ailelerinin de yaşam ve sağlıklarını mahvettiklerinin farkına varırlar. Aynı şey siyasi yetkililer için de geçerli. Toprak, bitki örtüsü ve su kaynakları ağır şekilde kirletildiğinde, verilen zararı telafi etmenin veya geri döndürmenin imkanı kalmayacak.

Bu projeye derhal son verilmediği takdirde bizleri bekleyen muazzam boyuttaki sağlık felaketini önlemek için gerekli adımlar hemen şimdi atılmalı. Aksi takdirde, yetişkin ve yaşlılarda şimdiye kadar görülmemiş oranlarda nörodejeneratif hastalık patlaması ve tabii çocuklarımızda da muazzam boyutlarda nörogelişimsel hastalıklar görmeye başlayacağız. Halihazırda bu nörolojik hastalıklarda büyük artış görülmekte zaten ve yaş olarak baktığınızda hiçbir dönemde olmadığı kadar genç nüfusa inmiş durumda bu hastalıklar.

Kaynakça:

  1. Win-Shwe T-T, Fujimaki H. Nanopartiküller ve Nörotoksisite. Moleküler Bilim Dergisi 2011;12:6267-6280.
  2. Krewski D ve arkadaşları. Nanopartiküllerin biyolojik etkileri. Alüminyum, alüminyum oksit ve alüminyum hidroksit için risk değerlendirmesi. Toksikoloji Dergisi Çevre Sağlığı Bülteni 2007;10(suppl 1): 1-269.
  3. Blaylock RL. Nörogelişimsel ve nörodejeneratif hastalıklarda alüminyuma bağlı immünoeksitotoksisite. İnorganik Kimya Dergisi 2012;2:46-53.
  4. Tomljenovic L. Alüminyum ve Alzheimer’s hastalığı: bir yüzyıl sonra bağlantıyı kurduk diyebilir miyiz? Alzheimer’s Hastalığı Dergisi 2011;23:567-598.
  5. Perl DP, Good PF. Alüminyum, Alzheimer’s Hastalığı ve olfaktif sistem. NY Akademik Bilimler Dergisi 1991;640:8-13.
  6. Shaw CA, Petrik MS. Aluminum hidroksit enjeksiyonları motor aktivite bozukluklarına ve motor nöron dejenerasyonuna yol açıyor. İnorganik Biyokimya Dergisi 2009;103:1555-1562.
  7. Braydich-Stolie LK ve arkadaşları. Nano boyutta alüminyumla değiştirilen immün fonksiyonu. ACS Nano 2010:4:3661-3670.
  8. Li XB ve arkadaşları. Fare beyinlerinde periferal yolla alüminyum oksit nanopartikülleri verilmek suretiyle oluşturulan gliya (sinir sistemi destek bağ dokusu) aktivasyonu. Nanomedicine 2009;5:473-479.
  9. Exley  C, house E. İnsan beyninde alüminyum. Monatsh Chem 2011;142:357-363.
  10. Nayak P, Chatterjee AK. Alüminyumun beyin glutamatı ve GABA sistemine atkileri: fare deneyi. Toksikoloji, Gıda Kimaysalları Dergisi 2001;39:1285-1289.
  11. Tsunoda M, Sharma RP. İçme suyuna alüminyum katılmış farelerin beyninde tümör nekroz faktörü alfa değerlerinde modülasyon. Toksikoloji Dergisi Arşivleri 1999;73:419-426.
  12. Matyja E. Alüminyum glutamatı değiştiriyor – fare hipokampüslerinin organotipik kültürlerinde oluşturulan nörotoksisite. Folia Neuropathol 2000;38:47-53.
  13. Walton JR. Alzheimer’slı insanların hipokampal nöronlarında alüminyum mevcudiyeti. Nörotoksikoloji Dergisi 2006;27:385-394.
  14. Walton JR. Alzheimer’s hastalığının alüminyum bazlı fare modelinde ortaya çıkan oksidatif hasar, PP2A aktivitesi inhibisyonu, hiperfosfatemi ve granülovaküler dejenerasyon. İnorganik Biyokimya Dergisi 2007;101:1275-1284.
  15. Becaria A ve arkadaşları. İçme suyundaki alümiyum ve bakır özellikle beyinde enflamatuvar veya oksidatif olayları güçlendiriyor. Nöroimmünoloji Dergisi 2006;176:16-23.
  16. Exley C. Alüminyum kaynaklı Alzheimer’s hastalığının moleküler mekanizması. İnorganik Biyokimya Dergisi 1999;76:133-140.
  17. Exley C. Alüminyumun prooksidan aktivitesi. Free Rad Biol Med 2004;36:380-387.


Screenshot from 2013-10-04 13:12:46

Beyin Cerrahı Russell L. Blaylock
Biology Profesörü
Belhaven Üniversitesi
Theoretical Neurosciences Research, LLC

 

Aşılamanın Truva Atı – Gıda Alerjileri

Aşılamanın Truva Atı – Gıda Alerjileri

Screenshot from 2013-09-28 16:27:09

Gıda alerjisi neden oluşur?

Kan dolaşımına karışmış gıdasal proteinlerin gıda alerjisine yol açtığına dair kanıtlar giderek artıyor.

Charles Richet’in aşı veya enjeksiyonlarda bulunan gıda proteinlerinin gıda alerjilerine yol açtığını keşfetmesinin üzerinden yüz yıldan fazla zaman geçti. Anafilaksiye adını koyan Richet, bu keşfinden dolayı Nobel ödülü aldı.

Ancak nasıl olduysa bugün hekimler aşıların bu etkisini unutmuşa benziyor.

2011 haziranında Journal of Pediatrics’te yayımlanan bir çalışma Amerikalı çocukların %8’inde gıda alerjisi olduğu ve bu çocukların %38.7’sinin (yani ülkedeki tüm çocukların %3.1’inin) sağlık öyküsünde ağır reaksiyonlar bulunduğunu ortaya koymuş. Avrupa’da da durum farklı değil. 2011 şubatında Avrupa Alerji ve Klinik İmmünoloji Akademisi tarafından yayımlanan makalenin başlığı bile bize bir fikir veriyor aslında: “AAKİA’dan alerji istatistikleri: 17 milyon Avrupalı gıda alerjisine sahip; çocuklarda görülen alerjiler son 10 yılda ikiye katlandı”.

 

Bu noktada tarihte kısa bir yolculuğa çıkalım… “Alerji” ve “anafilaksi” terimleri aslen ilk defa 1800’lerin sonunda, difteri antitoksin serumunun insanlara kitleler halinde uygulanmaya başlamasıyla aşılı çocukların %50‘sinde ortaya çıkan ve adına ilk etapta “serum hastalığı” denmiş yeni ve tuhaf bir hastalığı tanımlamak için türetilmiş. Avusturyalı pediyatrist Clemens von Pirquet bu hastalığı derinlemesine incelemiş ve semptomlarının polen ve arı sokmalarında insanların gösterdikleri aşırıduyarlılık (hipersensitivite) tepkisine benzediğini tespit etmiş.  Kan serumuna karşı verilen bu “değişime uğramış reaktivite”yi daha iyi ifade etmek için de 1906‘da Latinceden ‘alerji’ kelimesini türetmiş.

1901‘de bir başka doktor, Charles Richet de köpekleri denizanası zehiriyle aşılamaya çalışırken aynı fenomenle karşılaşıyor. Köpeklerde belli düzeyde bir tolerans yaratsın diye zehri oldukça düşük dozlarda enjekte etmeye başlıyor. Ancak hayvanlar ikinci kez aşılandıklarında çok şiddetli reaksiyon gösterip kısa sürede ölüyor. Ortaya çıkan bu reaksiyonu tanımlamak için yine Latinceden ‘ana-phylaxis’ veya bir diğer deyişle ‘anti-korunma’ terimini kullanıyor, zira ortaya çıkan sonuç aşının yapılma sebebi olan “koruma”nın tam tersi oluyor.

Richet deneylerine devam ediyor ve hemen fark ediyor ki kan dolaşımına herhangi bir protein (gıdasal protein de buna dahil olmak üzere) zerk edilmesi durumunda canlı daha sonra o gıdayla karşılaştığında sensitizasyon (duyarlılık) ve anafilaksi oluşuyor. Richet kedi, tavşan ve atlara çok küçük dozlarda süt ve et proteini enjekte edip anafilaksinin tüm canlılar için geçerli olmak üzere bağışıklık sistemin verdiği bir savunma tepkisi olduğunu gösteriyor.

Aşılar icat edilmeden önce serum hastalığı diye kitlesel bir alerji bilinmiyordu bile. 20. yy’ın hemen başında doktorlar alerjiyi -devletlerin uygulamaya soktuğu-kitle aşılamalarının ortaya çıkarttığı bir sonuç olarak tanımlamıştır.

Zamanla aşılarda kullanılan maddelerin rafinasyonu, duyarlılık oluşturan proteinleri azaltacak şekilde iyileştirildikçe serum hastalığı da daha az görülmeye başlıyor. Ancak, 20. yy’da devletlerin aşı programları, içinde gıda proteinleri ve adjuvanların kullanıldığı aşılarla sürekli genişledikçe bu defa da öngörülemeyen başka problemler ortaya çıkıyor. Bunlardan biri de gıda alerjileri.

Alerjik sensitizasyon; sindirimden geçmiş, solunum veya enjeksiyon yoluyla vücuda alınmış protein(ler)in enzimatik modifikasyon veya detoksifikasyona uğramadan kana geçmesiyle oluşuyor. Kandan atılmadığı takdirde bu protein(ler) tehdit olarak algılanarak, aralarında IgE (immunoglobulin epsilon) gibi antikorlar da olmak üzere vücudun savunma sistemleri devreye giriyor. Aynı proteinle yeniden karşılaşılması durumunda IgE antikoru histamin salgılanmasını sağlıyor. Histamin enflamasyona ve düz kas kasılımına yol açıyor. Ortaya ürtiker, hava yolu-trakea, bronş ve bronşiyollerde tıkanma, kusma, ishal, tansiyon düşmesi gibi belirtiler çıkıyor ve bazen de ölümle sonuçlanıyor.

Gıda proteinleri kana nasıl geçiyor?

  • Aşılar, zerk sıvıları, kene ısırıkları ile proton pompası inhibitörleri (PPİ) gibi asit düşürücü ilaç kullanımı nedeniyle gıdaların tam sindirilememesi yoluyla gerçekleşiyor.

Pediyatrik aşılarda şimdiye kadar kullanılmış proteinler; sığır eti, yumurta, süt (kazein), maya, jelatin, domuz, balık, soya fasülyesi, keneotu tohumu (castor bean) gibi baklagiller ile kırmızı deniz otu (agar) gibi bitkisel ve hayvansal proteinler kana geçiyor (bkz. CDC’nin yayımladığı aşı içerik listesi).

  • K1 vitamini enjeksiyonlarında (baklagil ve çeşitli yemiş yağları gibi) bitkisel yağlar ve/veya hayvansal yağ kullanılmakta. Yerfıstığı veya ağaç yemişlerine karşı alerjilerin izini sürdüğünüzde karşınıza bu tür enjeksiyonlar çıkacaktır.
  • Kene ısırığıyla kana alfa-gal denilen (ve kırmızı ette bulunan) bir protein zerk edilmiş oluyor.[1]
  • Asit azaltıcı ilaç kullanımıyla mide asiditesi düşürüldüğünde, gıdasal proteinler parçalanmadan doğrudan bağırsağa geçiyor, buradan da emilimle kana geçiyor.[2]

Kana bu sayılan yollarla geçmiş gıdasal proteinler, ilgili gıdalara karşı alerji oluşumuna yol açabiliyor.

1913 Nobel tıp ödülünü aldığı törende yaptığı konuşmada Charles Robert Richet şöyle diyor:

“İnsan vücudu öyle yaratılmıştır ki, sindirim sistemi sıvılarınca modifiye edilmiş olanların dışında başka hiçbir proteinin kana karışmaması gerekir. Bu sistemi aşarak kana karışacak her yabancı proteinde organizma zarar görür ve direnç artar. Burada dirençten kasıt, duyarlılığın artması, yani organizma için ölümcül olacak ikinci parenteral enjeksiyona [Sıvı maddenin sindirim kanalı dışında bir yolla, yani damar içi, kas içi ya da derialtı enjeksiyon şeklinde vücuda verilmesi] karşı bir nevi başkaldırıdır. İlk enjeksiyonda organizma gafil avlanmış ve direnç göstermemiştir. İkinci enjeksiyonda organizma tam kadro savunmaya geçer ve anafilaktik şokla yanıt verir. Anafilaksi terimini ele alacak olursak, fazla kullanılmayan “flaksi” kelimesi Yunancada koruma manasına gelir. Anaflaksi de bunun zıt anlamlısıdır. Yani anaflaksi terimi ile ifade edilen şey organizmanın korunmuş olması değil, aşırıduyarlı hale getirilmesidir. Bu açıdan değerlendirildiğinde anafilaksi, kana penetre etmiş heterojen maddelerin elimine edilememesi durumunda vücudun gösterdiği üniversal savunma mekanizmasıdır.” [3]

Deri altına veya kasa enjekte edilen aşı antijenleri de, bağışıklık sisteminin kandaki bu antijenlere karşı antikor üretmesinine neden olur. Bulaşıcı hastalıkların kontrolünde “yabancı proteinler”le dolu bu aşıları bugüne değin baş tacı etmiş tıp, acaba hastalıkları “kontrol” edeceğiz diye insanların vücuduna heterojenöz (dış kaynaklı; özellikle de başka bir canlı türünden elde edilmiş) maddeleri zerk etmekle başından beri yanlış yolda mıdır? Acaba bundan 200 yıl önce tıp aşılama yerine beslenme koşullarının iyileştirilmesi, vitamin ve mineral takviyesi gibi yöntemler ile birlikte, bağışıklık sistemini müdahaleden uzak, saf ve katışıksız tutarak desteklemenin yollarını aramaya çalışsaydı, bugün sağlığımız ne durumda olurdu diye düşünmeden edemiyor insan. Tıbbın, koruma değil aşırı duyarlılaşmaya neden olan bu yabancı proteinleri aşılarıyla bizlere zerk ederek sağladığı olsa olsa sahte bir koruma olmasın?

Alüminyum Screenshot from 2013-09-28 16:35:50

Aşırıduyarlılık bulmacasının en önemli parçalarından biri de aşı adjuvanı alüminyum.

Yeni Zelandalı araştırmacı yazar Hilary Butler alüminyum bağlantısını şöyle açıklıyor:

“Aşılara alüminyum konuluyor, çünkü alüminyum olmadan vücut verilen zayıf antijen suşlarına tepki vermiyor. Alüminyum son derece reaktif ve aynı zamanda oluşacak immün yanıtı istenen Th1 (hücresel) yanıt yerine Th2 benzeri yanıta, yani hümoral yanıta yönlendirme özelliği var. İşte alüminyumun aşılara konulmasının tüm nedeni bu. Ve alüminyumun daima IgE antikoru oluşturduğunu biliyoruz, ve şayet bu antikor oluştuğunda ortamda aşılar yoluyla alınmış proteinler veya gıda antijenleri de varsa, işte o zaman alerji oluşma ihtimali oldukça yüksek.”

Harvard ve Stanford üniversitelerinde doktora sonrası çalışmalarını yürütmüş immünolog Tetjana Obukhanych’e kulak verelim biraz da. Vaccine Illusion (Aşı Yanılsaması) adlı kitabında gıda alerjileri ile aşı adjuvanı alüminyum bağlantısını şöyle açıklıyor:

“Alerjiyi çoğu kez içinde yaşadığımız çevre veya yiyeceklerle ilişkilendiririz. Ancak bir başka önemli tetikleyici daha var: adjuvan olarak alüminyum ihtiva eden aşılar. Bu adjuvanın aşılara konulmasının tek nedeni var; aşıları immünojen hale, yani antikor üretir hale getirmek.

Beklenileceği gibi, alüminyumlu aşılar immünolojik hafıza prensibine göre çalışıyor. Aşının rapel dozunda (ikinci veya üçüncü kez uygulandığında) vücut, aşı bileşenlerini kuvvetli bir şekilde hafızasına kaydediyor. Ancak alınan her yeni aşı dozuyla bazı çocuklarda giderek daha da şiddetlenen, ciltte kızarıklıklar, mide-barsak sistemi veya solunum yolları problemleri ve hatta anafilaktik şok gibi alerjiye benzer, istenmeyen reaksiyonlar ortaya çıkıyor. Reaksiyon şiddetindeki bu artış örüntüsü, immünolojik hafızadan oluşturması beklenilen, yani tamamen öngörülebilir bir sonuç aslında.

Alüminyum kullanılan aşıların sayısı geçtiğimiz onyıllar içinde giderek artmıştır. Bugün Hepatit B, Difteri-Tetanoz-aselüler Boğmaca (DTaB), Hepatit A, B tipi konjüge Haemophilus influenzae (Hib) aşıları ile konjüge pnömokok aşısında (KPA) bulunuyor. Bu aşılar hayatın ilk yılında defalarca enjekte edilmekle kalmıyor, bunlardan bazıları (örn. Td veya Tetanoz-difteri aşısı) yetişkinlikte de periyodik olarak vurulmaya devam ediyor. Ergen ve genç yetişkinlere yönelik, piyasaya yeni çıkan Gardasil‘de de alüminyum bulunmakta.

. . .

Yapılan hayvan deneylerinde, alüminyum ağızdan veya parenteral yolla verildiğinde hayvanların, kendilerine aynı anda yedirilen veya enjekte edilen gıdalara karşı alerji geliştirdiği görülmüştür. Elde edilen bu yeni biyolojik bulgular ışığında, alüminyumun aşılarda kullanımının iddia edildiği gibi güvenli olup olmadığı ve alerji gelişime genel katkısı kesinlikle tekrar masaya yatırılmalıdır.

Çocuklarımızda hayati tehlike yaratan bu alerjiler neden yaygınlaştı diye kendimize bir sormamız lazım. Doktorların bu konuda hiçbir fikri yok, oysa aradıkları cevap burunların dibinde olmasın? Hani düzenli aralıklarla çocuklarımıza aşılarla yükledikleri alüminyum gibi? Bağışıklanacaksınız diye bizlere sunulan aşılar aslında birer Truva atı olmasın?”

Gerçekten de tıp literatürüne baktığımızda alerjilerin birincil nedeninin aşılar olduğu ortaya çıkıyor:

  • 1839 yılından beri, hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde vücuda gıdasal protein enjekte edilmesinin “alerjiye benzer” semptomlar oluşturduğu bilinmekte.[4]
  • Jelatin, alüminyum adjuvanıyla birlikte enjekte edildiğinde jelatin alerjisine yol açıyor.[5][Hazır yoğurtlarda jelatin bulunduğu uyarısını da yapalım]
  • Jones-Mote adlı araştırmacılar “Hipersensitivite Protein-Adjuvan Reaksiyonlar” başlıklı çalışmalarında, “adjuvanla karıştırıldığı takdirde hertürlü saf protein immün yanıt oluşturur“, diyor.[6]
  • Hayvanlarda gıdasal protein enjeksiyonuyla alerji oluşturuluyor. [7],[8]
  • Aşılardaki yumurta proteininin çocuklarda yumurta alerjisine neden olabileceği bilinmekte.[9]
  • Aşılarda kullanılan herhangi bir maddeye karşı alerji oluşabilir.[10]

Anne sütü bebeklerin temel gıdasıdır ve hiçbir bebeğin annesinin sütüne alerjik olması “normal” değildir! [11] 1901’e kadar süt alerjisi diye bir şey bilinmiyordu.[12] Ve baktığınızda, meşhur çiçek aşısının yanına, sadece 1879-1897 tarih aralığında birden kolera, tetanoz, kuduz, tifo ve bubonik veba aşılarının ekleniverdiğini görüyorsunuz.

Kazein (süt) alerjisi, ilk dozu hemen doğumdan sonraki birkaç saat içinde, ikinci dozu da bebek 1. ayını henüz doldurmuşken verilen Hepatit B aşısında kullanılan kazein ve alüminyum adjuvanına bağlı olarak gelişir.[13],[14]  Bebeklerin doğar doğmaz aldığı ilk gıda bir şekilde hep süt olduğundan, ilk farkedilen alerji de bu olmakta.

Aşı geliştirme aşamasında sıvı besi yerine eklenen soya peptonu ve daha sonra eklenen alüminyumuyla bebeklere 2 aylıkken uygulanan Konjüge Pnömokok aşısı ve genellikle 3. ay civarı ortaya çıkan soya alerjisinde sıra.[15]  Bebeklere verilen formülalar daha ziyade soyalı olduğundan, bu alerji de kendini erken gösterenlerden.

Aşılara konulduğu “bilinen” başka maddeler de alerjiye yol açabilir:

  • Adjuvan olarak kullanılan alüminyum bizzat alüminyum alerjisine neden olabilir.[16] [Tencere tavalarınızda alüminyum alaşım olup olmadğına ve kullandığınız paket kabartma tozlarında alüminyum olup olmadığına dikkat ediniz.]
  • Buzağı serumu, sığır eti alerjisine yol açar.[17] [Buradaki listeden “calf“+”serum” kelimelerini aratarak hangi aşılarda bulunduğunu görebilirsiniz]
  • Bazı kişilerde maya alerjisi oluşabilir.[18] [Aynı listeden “yeast” kelimesini aratabilirsiniz]
  • KKK aşısında kullanılan civciv embriyosu hücre kültürünün [19] yumurta alerjisine yol açtığı bilinmektedir.[20]
  • Su çiçeği aşısında domuzdan elde edilmiş hidrolize jelatin kullanılmakta.[21]  Düzgün hidrolize edilmemiş sığır jelatininin alümiyum adjuvanıyla birlikte verildiğinde immünojenik özellik gösterdiği biliniyor. “İyi” hidrolize edilmiş sığır jelatini daha az immünojenik etki gösterse de, yine de alerji oluşturabiliyor.[22]
  • Difteri-Tetanoz-Boğmaca (DTB) aşısındaki maymun böbreği hücrelerinin, bazı araba yarışçılarında görülen maymun kürkü alerjisine yol açabileceği belirtiliyor.[23]
  • Çin Restoranı Sendromu, monosodyum glutamat alerjisiyle aynı belirtileri taşıyor ki bu da KKK aşısındaki MSG‘ye bağlı olabilir.[24]
  • KKK aşısında neomisin adlı, alerjiye yol açan antibiyotik kullanılıyor.[25]
  • Grip aşılarında halen kullanılmakta olan thimerosal (etilcıva) da alerjilere yol açıyor.[26]

Sırada aşılardaki “bilinmeyen” maddeler var. 1919’dan bu yana aşılarda “taşıyıcı” olarak yağ kullanılıyor.[27]  “Peanut Allergy Answer” (“Yerfıstığı Alerjisi Anahtarı”) kitabına göre yemiş alerjisine dair ilk referansın tarihi 1920.  “Alüminyum aşılarda adjuvan olarak kullanılır. Adjuvan, immün sistemin aşıya daha güçlü yanıt vermesini sağlayan aşı bileşenidir. Alüminyumun adjuvan özelliği 1926’da keşfedilmiştir.”  Alüminyum, aşıyı üreten firmayı maliyetten kurtarıp, aşıdaki proteine vücudun daha güçlü immün yanıt vermesini sağladığından kullanılır.[28] Aşı üreticisi firma, ürün bilgisine (prospektüse) aşıdaki “aktif olmayan” maddeleri yazmak zorunda değildir. Yani, aşı adjuvanı olarak kullanılan envai çeşit yağ ile virüs veya bakterinin içinde kültürlendiği envai çeşit gıda ticari sır olarak koruma altındadır. [29], [30], [31]

Bu nokta önemli, zira güvenlidir diye bizlere dayatılan aşılarda tam olarak ne kullanılmış olduğunu, üretici firma dışında hiçkimse bilemez; ne siz, ne doktorunuz, ne de aşıların güvenliğini denetlemekle yükümlü FDA veya CDC gibi devlet kurumlarında görevli yetkililer.

Aşıların içinde tam olarak ne var bilmek istiyorsanız, parasını cebinizden verip özel bir laboratuvarda analiz ettirebilirsiniz tabii. Ya da bir başka yöntem olarak, aşı adjuvanları ve kültür ortamlarıyla ilgili verilmiş patentleri inceleyerek en azından aşılarda daha ziyade hangi gıdaların kullanıldığına dair fikir sahibi olabiliriz. İnternette adı geçen her tür gıda alerjisi için (Japonya’da görülen kalamar alerjisi hariç), aşı içeriğinde adjuvan veya kültür ortamı olarak o gıdanın adının geçtiğini görebilirsiniz.

Linkini verdiğim patentlerden bir seçme de buraya koymak istiyorum ki aşılarda ne denli fazla gıda ürünü kullanıldığı daha iyi anlaşılabilsin:

 

Screenshot from 2013-09-27 11:12:52

Screenshot from 2013-09-27 11:08:34

Screenshot from 2013-09-27 11:04:30

Çapraz Reaksiyon

Tanımı: Belli bir antijen’e karşı oluşmuş antikor’un, söz konusu antijen’e yapı bakımından benzer diğer bir antijen ile de reaksiyona girmesi

Bilimadamları alerijler ve çapraz reaksiyona giren proteinleri çalışırken allerjenin moleküler ağırlığına bakarlar. Aynı moleküler ağırlığa sahip gıdaların, alerjik bünyeli insanlarda çapraz reaksiyonlara neden olabileceği bilinmekte. Çapraz reaksiyon sadece gıdalar arasında da olmuyor. 22 Ocak 2002’de Amerikan Alerji, Astım ve İmmünoloji Akademisi, lateksle (hani şu çoğu aşı flakonunda tıpa olarak kullanılan madde) çapraz reaksiyona giren gıdaları sıraladığında en başta muz, avokado, kestane, kivi ve kereviz geliyor. Şöyle diyorlar:

“‘Çapraz reaksiyon oluşturan’ protein bağışıklık sistemi tarafından tanınır, semptomlar belirir ve istenmeyen etki oluşur. Aktif bir bağışıklık sistemi benzer yapıda proteinler arasındaki farkı ayırt edemeyebilir, bu durumda da gıda ailesinin tek bir üyesine karşı var olan alerji, kişinin aynı gıda grubunun tüm üyelerine karşı da alerji geliştirmesiyle sonuçlanabilir.”

Primeau ve arkadaşlarının (2001) bulgusu şöyle: “Sıvı ilaç şişelerinin ağzını kapatmak için kullanılan doğal kauçuğun, doğrudan temas etmesi durumununda test edilen solüsyonlara, lateks alerjisi bulunan kişilerde pozitif intradermal deri reaksiyonları oluşturmaya yetecek oranda alerjen lateks proteinleri saldığı tespit edilmiştir. Bu veriler, sıvı ilaç şişelerinde doğal kauçuk tıpa kullanımının durdurması yönündeki tavsiyeyi destekler niteliktedir.” [32]
İnsanların sensitize olmasına neden olacak pekçok aşı var bugün lateks tıpalı. Bu ve diğer alerjenlerin hangi aşılarda bulunduğunu gösteren liste yazının sonunda verilmiştir.

Peki, lateks alerjisi olan insanlar yiyeceklerle çapraz reaksiyon yaşayabiliyorsa, acaba aşılarda kullanılan maddeler de aynı moleküler ağırlığa sahip gıdalarla çapraz reaksiyona girebiliyor mudur diye sormamız gerekmez mi?

PubMed’den bebeklere vurulan aşılarda kullanılan maddelerin moleküler ağırlıklarını bulup, yanına da çocukların en çok alerji gösterdiği gıdaların moleküler ağırlıklarını koyarsak ortaya nasıl bir tablo çıkar? Kilodalton (kDa) birimiyle yapılan hesaplamalarda çapraz reaksiyon oluşumunda en dikkati çeken moleküler ağırlık, Hib, Difteri, Tetanoz, Neisseria Menenjiti (Menengokok), yer fıstığı, badem, soyafasülyesi ve cashew (bir tür fıstık)’ta rastlanan 50 kDa‘lık birim. 43 KDa‘lık moleküler ağırlık hem Hib hem de yer fıstığında mevcut. 20 kDa yine hem Hib hem de yer fıstığında var. 37 kDa, Hib ve bademde mavcut. 49 kDa, Hib ve mangoda bulunuyor.

KARŞILAŞTIRMA TABLOSU

Aşılardaki proteinlerin moleküler ağırlıkları  Reaksiyonu tetikleyici gıda proteinlerinin moleküler ağırlıkları
Haemophilus influenzae tip B (Hib)
50, 49, 43, 37, 20, 16 kDa
Yerfıstığı
50, 43, 20, 16 kDa
Difteri – 50, 27 kDa
(ayrıca bazı Hib aşılarında taşıyıcı protein olarak da kullanılmaktadır)
Badem
50, 37 kDa
Soya
50, 16.5 kDa
Tetanoz – 50 kDa
(ayrıca bazı Hib aşılarında taşıyıcı protein olarak da kullanılmaktadır)
Cashew fıstığı
50 kDa
Neisseria meningitidis (menengokok) – 50 kDa
(ayrıca bazı Hib aşılarında taşıyıcı protein olarak da kullanılmaktadır)
Mango
49 kDa

Şimdi, Türkiye Aşı Takvimini bir göz önüne alalım:

Screenshot from 2013-09-28 13:40:00

Anne-babalar çocuklarında alerijlerin ilk ne zaman ortaya çıktığını hatırlamaya çalışsın ve zamanlamanın rutin aşı turlarıyla çakışıp çakışmadığını yeniden değerlendirsin lütfen. Özellikle çocuk anne sütü alıyorsa, bağışıklık sistemi bedenine yüklenen aşıları proses etmeye çalışırken aynı anda anne sütünden aldığı proteinlerin minik bedenini alarma geçirdiğini görmek çok zor olmayacaktır. Granoff ve Munson (1986), konjüge aşılar hazırlanırken yeni antijenik belirleyicilerin oluştuğunu, ancak bu ‘neoantijenler’in, insan antijenleriyle çapraz reaksiyona yol açacak antikorlar üretme ihtimalini güçlendirdiğini söylüyor.[33]

Antibiyotik Kullanımı
VRAN.org’dan Susan Fletcher, astım ve alerji gelişiminde sindirimin önemine dikkat çekiyor ve antibiyotik kullanımıyla bu işlevin olumsuz etkilenebileceğini belirtiyor. Yakın zamanda rahatsızlık geçirmiş ve antibiyotik tedavisi görmüş veya görmekte olan bebek ve çocuklara bugün rutin olarak aşıları uygulanmaya devam ediyor, kaldı ki bu durumun çocuğun aşıya vereceği immün yanıtı kesin surette etkileyeceği bilinmektedir.  Untersmayr ve arkadaşları (2006)’da yaptıkları çalışmada, tarihte ilk defa gastrik sindirimin hem sensitizasyon hem de gıda alerjisinin efektör fazlarındaki kilit rolü tespit ettiklerini söylüyor.[34]

Sezaryen Doğum

Bazı bebekleri alerji oluşumuna daha yatkın hale getirecek tıbbi müdahalelerden biri de sezaryen uygulaması olabilir. Henry Ford Sağlık Bilimleri Bölüm Başkanı Christine Cole Johnson şöyle diyor: “Sezaryenle dünyay gelmiş bebeklerin mide-barsak yollarında, alerjenlerle karşılaştıklarında antikor immünoglobulin E (IgE) üretilmesine neden olacak birtakım “riskli” mikroorganizmalar bulunmaktadır.”[35]

Sonuç

Çoğu gıda alerijisinin sebebini gösterecek bulmacanın parçaları teker teker yerine oturuyor. Buğdaya alerjisi çıkan fil aşılanmıştı. Gıda alerjili kedi köpeğimiz hep aşılı. Gıda alerjisi “salgın”ı da çocuklara önerilen aşı sayısındaki hızlı yükselişle birlikte ortaya çıktı.

Üzerinden 100 yılı aşkın zaman geçmesine rağmen Richet’ye Nobel ödülü kazandıran bilgiden günümüz doktorları nasıl bihaber olabilir? İnsanın organik bütünlüğünü açıkça tehlikeye sokan tıbbi bir müdahaleyi gözleri kapalı nasıl çocuklarımıza uygularlar?

Onay almak için sırada bekleyen daha yüzlerce aşıyı düşündüğümüzde, gün be gün daha fazla yabancı protein vücutlarına zerk edilen çocuklarımızın bu taarruza daha ne kadar dayanabileceğini merak ediyorum. Bulaşıcı hastalıklara karşı açtıkları savaşta daha kaç masum çocuğun feda edilmesi gerekiyor?

Screenshot from 2013-09-28 15:45:57

Son olarak, yukarıdaki miniğin dediği gibi, madem doktorlar bilmiyor aşılarda nelerin olduğunu, bari biz anne-babalar olarak sorumluluğu elimize alıp öğrenelim. Hangi aşılarda hangi tip alerjenlerin bulunduğunu gösteren listenin orijinali için buraya bakabilirsiniz.

 

Alerjen Aşı Markası Aşı Adı Miktar
Amphotericin B * RabAvert (Novartis) Kuduz <2 ng
Kazein, Sığır Menşeli Boostrix (GSK) Tdap Latham besiortamında bulunur
Infanrix (GSK) DTaB 12.2-18.3 ng/mL (Latham besiortamında bulunur)
Kinrix (GSK) DTaB+IPV Latham besiortamında bulunur
Pediarix (GSK) DTaB+HepB+IPV Latham besiortamında bulunur
Vivotif (Berna) Tifo iBesiortamında bulunur
Chlortetracyclin ** RabAvert (Novartis) Kuduz <20 ng
Yumurta Afluria (CSL) Influenza (grip) ≤1 mcg
Agriflu (Novartis) Influenza <0.4 mcg
Fluarix (GSK) Influenza ≤0.05 mcg
FluLaval (GSK) Influenza ≤1 mcg
Flumist (MedImmune) Influenza kalıntısı bulunur
Fluvirin (Novartis) Influenza ≤1 mcg
Fluzone (sp) Influenza kalıntısı bulunur
MMR II (Merck) KKK kalıntısı bulunur
ProQuad (Merck) KKK+su çiçeği kalıntısı bulunur
RabAvert (Chiron) Kuduz <3 ng/doz (1 mL’lik doz başına)
YF-Vax (sp) Sarı humma kalıntısı bulunur
Jelatin (Sığır) RabAvert (Novartis) Kuduz <12 mg (Polygeline)
Jelatin (Domuz) Flumist (MedImmune) Influenza Hidrolize Jelatin, 2.00 mg/0.2mL doz
Fluzone (sp) Influenza 0.25 mL ve 0.5 mL dozların %0.05
JE-Vax Japanese Encephalitis 500 mcg (1 mL doz başına)
MMR II (Merck) KKK Hidrolize Jelatin, 14.5 mg
ProQuad (Merck) KKK+su çiçeği Hidrolize Jelatin, 11 mg
Tripedia (sp) DTaP Pertussis (boğmaca mikrobu) preparatı yapımından kalıntı bulunur.
Varivax (Merck) Su çiçeği Hidrolize Jelatin, 12.5 mg
YF-Vax (sp) Sarı humma stabilizatör olarak kullanılmıştır
Zostavax (Merck) Zona Hidrolize Jelatin, 15.58 mg
Gentamisin Sülfat *** Flumist (MedImmune) Influenza <0.015 mcg/mL
Fluarix (GSK) Influenza ≤0.15 mcg
Lateks ActHIB (AP) Hib Sulandırıcı şişesindeki tıpada doğal kuru latex kauçuğu bulunur.
Agriflu (Novartis) Influenza İğnelerin koruyucu kılıfında doğal kauçuk lateksi bulunabilir.
Biothrax (Emergent) Anthrax (şarbon) Flakon (şişe) tıpasında doğal kuru kauçuk bulunur.
Boostrix (GSK) Tdab Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir, enjektör pistonunda lateks yoktur. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
Cervarix (GSK) HPV Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
Comvax (Merck) Hib-HepB Şişe tıpasında doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
DT (AP) DT Şişe tıpasında doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
Engerix-B (GSK) Hep B Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
Fluarix (GSK) Influenza Önceden doldurulmuş şırıngaların iğne kılıfında doğal kauçuk lateksi bulunabilir.
Fluvirin (Novartis) Influenza Önceden doldurulmuş şırıngaların iğne kılıfında doğal kauçuk lateksi bulunabilir.
Fluzone (sp) Influenza Fluzone ve Yüksek Doz Fluzone’un önceden doldurulmuş şırıngalarının koruyucu kılıfında doğal kauçuk lateksi bulunabilir.
Havrix (GSK) Hep A Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
Hiberix (GSK) Hib Önceden doldurulmuş şırıngaların iğne kılıfında doğal kauçuk lateksi bulunabilir.
Infanrix (GSK) DTaP Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
Kinrix (GSK) DTaP/IPV Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
MENOMUNE (sp) Menengokok Dondurarak kurutulmuş aşıların şişe tıpalarında ve sulandırıcısında doğal kuru lateks bulunur.
Pediarix (GSK) DTaP-HepB-IPV Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
PedvaxHIB (Merck) Hib Şişe tıpasında doğal kuru lateks bulunur.
Recombivax HB (Merck) Hep B Şişe tıpası ile şırınga piston tıpasında ve iğne koruyucu kılıfında doğal kuru lateks bulunur.
Rotarix (GSK) Rotaviris Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
TriHIBit (sp) DTaP-Hib Şişe tıpasında doğal kuru lateks bulunur.
Tripedia (sp) DTaP Şişe tıpasında doğal kuru lateks bulunur.
Twinrix (GSK) Hep AB Önceden doldurulmuş şırıngaların bir tipindeki iğne kılıfında doğal kuru kauçuk lateksi bulunabilir. Diğer tipte iğne kılıfı ve pistonda doğal kuru lateks kauçuğu bulunur.
Vaqta (Merck) Hepatit A Şişe tıpası ile şırınga piston tıpasında ve iğne koruyucu kılıfında doğal kuru lateks bulunur.
YF-Vax (sp) Sarı humma Şişe tıpasında doğal kuru lateks bulunur.
Neomisin **** ACAM2000 (sp) Çiçek eser miktarda bulunur
Afluria (CSL) Influenza ≤3 ng (Neomisin sülfat)
Agriflu (Novartis) Influenza ≤0.02 mcg
Fluvirin (Novartis) Influenza ≤2.5 mcg
Havrix (GSK) Hep A ≤40 ng/mL (Neomisin sülfat)
Imovax Rabies (sp) Kuduz <150 mcg (Neomisin Sülfat)
IPOL (sp) Polio <5 ng [.005 mcg]
Kinrix (GSK) DTaP/IPV ≤0.05 ng [5.0 × 10-5 mcg]
MMR II (Merck) KKK 25 mcg
Pediarix (GSK) DTaP-HepB-IPV ≤0.05 ng [5.0 × 10-5 mcg]
Pentacel (sp) DTaP-IPV-Hib <4 pg [4.0 × 10-6 mcg]
ProQuad (Merck) KKK+Su Çiçeği <16 mcg
RabAvert (Chiron) Kuduz < 1 mcg
Twinrix (GSK) Hep AB ≤20 ng (neomisin sülfat)
Vaqta (Merck) Hepatitis A <10 ppb
Varivax (Merck) Su çiçeği eser miktarda bulunur
Zostavax (Merck) Zona eser miktarda bulunur
Ovalbümin (Yumurta beyazında bulunan albümin) Afluria (CSL) Influenza ≤ 1 mcg
Fluarix (GSK) Influenza ≤ 0.05 mcg
FluLaval (sp) Influenza ≤1 mcg
Fluvirin (Novartis) Influenza ≤1 mcg
RabAvert (Novartis) Kuduz < 3 ng [0.003 mcg]
Polymyxin B ACAM2000 (sp) Çiçek eser miktarda bulunur
Afluria (CSL) Influenza ≤0.5 ng
Fluvirin (Novartis) Influenza ≤3.75 mcg
IPOL (sp) Polio 25 ng [0.025 mcg]
Kinrix (GSK) DTaP/IPV ≤0.01 ng [1.0 × 10-5 mcg]
Pediarix (GSK) DTaP-HepB-IPV ≤0.01 ng [1.0 × 10-5 mcg]
Pentacel (sp) DTaP-IPV-Hib <4 pg [4.0 × 10-6 mcg] (polimiksin B sülfat)
Fötal Buzağı Serumu IPOL (sp) Polio <1 ppm
MMR II (Merck) KKK <1 ppm
ProQuad (Merck) KKK+su çiçeği 0.5 mcg
RotaTeq (Merck) Rotavirüsü eser miktarda bulunur
Varivax (Merck) Su çiçeği eser miktarda bulunur
Zostavax (Merck) Zona eser miktarda bulunur (buzağı serumu)
Sodium taurodeoxycholate Afluria (CSL) Influenza <10 ppm
Streptomisin ***** IPOL (sp) Polio <200 ng [0.2 mcg]
Thimerosal (Etil Cıva) ActHIB (AP) Hib ≤0.3 mcg
Afluria (CSL) Influenza çoklu doz içeren flakonlarda 24.5 mcg cıva
Decavac (sp) Td ≤0.3 mcg cıva
DT (sp) DT ≤0.3 mcg cıva
FluLaval (GSK) Influenza 25 mcg cıva
Fluvirin (Novartis) Influenza önceden doldurulmuş şırıngada ≤1 mcg; çok dozluk flakon başına 25 mcg cıva
Fluzone (sp) Influenza çok dozluk flakonda 25 mcg cıva
JE-Vax (sp) Japanese Encephalitis 0.007%
MENOMUNE (sp) Menengokok çok dozluk sulandırıcıda 25 mcg cıva
Td Adsorbed (Aventis) Adzorbe Tetanoz Toksoidi ≤0.3 mcg cıva
TriHIBit (sp) Hib eser miktarda bulunur
Tripedia (sp) DTaP ≤0.3 mcg cıva
Maya Comvax (Merck) Hib-HepB Ölçülebilir miktarda maya DNA’sına rastlanmamıştır; ≤1% maya proteini
Engerix-B (GSK) Hep B ≤5% maya proteini
Gardasil (Merck) HPV <7 mcg maya proteini/doz
Menveo (Novartis) Menengokok “…CY besi ortamı maya ekstratları içerir …”
Pediarix (GSK) Hep B ≤5% maya proteini
Prevnar (WL) Pnömokok “…ve maya ekstratı bazlı besi ortamı”
Recombivax HB (Merck) Hep B ≤1% maya proteini
Twinrix (GSK) Hep AB ≤5% maya proteini
Vivotif Berna (Berna) Tifo besi ortamında maya ekstratı

Güncelleme 21 Şubat, 2013

* Amphotericin B: Streptomyces nodosus’dan elde edilen ve bazı öldürücü mantar enfeksiyonlarının tedavisinde intravenöz kullanılan, ayrıca deri ve mukoza kandidiyazı’nda losyon ya da krem şeklinde topikal uygulanan antifungal ilaç

** Chlortetracyclin: Çeşitli bakteri ve mantar enfeksiyonlarının tedavisinde ağızdan, intravenöz ya da topikal kullanılan, klortetrasiklin’in hidroklorür tuzu, geniş spektrumlu antibiyotik; klortetrasiklin hidroklorür. 

*** Gentamisin Sülfat: Gram-negatif ve gram-pozitif bakteri enfeksiyonlarının tedavisinde, intramüsküler, intravenöz ya da intratekal uygulanan, aminoglikozid grubu, geniş spektrumlu bir antibiyotik

**** Neomisin: Streptomyces fradiae’den elde edilen, amino-glikozid grubu, geniş spektrumlu bir antibiyotik

***** Streptomisin: Streptomyces griseus’tan elde edilen, birçok gram-negatif ve gram-pozitif bakteri üzerine etkili oluşu nedeniyle başta tüberküloz olmak üzere çeşitli enfeksiyonların tedavisinde intramüsküler enjeksiyon şeklinde kullanılan antibiyotik

KAYNAKÇA

[4] The Complete Idiot’s Guide to Food Allergies by Lee H. Freude, M.D., and Jeanne Rejaunier, Penguin Group, 2003, pg 14, “In 1839, the French physiologist Francois Magendie (1783-1855), while investigating the effects of substances on living organisms, created allergylike symptoms in animals, and found that animals sensitized to egg white by injection died after a subsequent injection.”

Kızamık Geçirmenin Faydaları

Kızamık Geçirmenin Faydaları

Screenshot from 2013-09-25 20:18:08Doğru tedavi edildiği takdirde doğal enfeksiyonlar çocuklar için faydalıdır.

Çocuklukta geçirilen enfeksiyonel hastalıklarda antibiyotik kullanımı veya ateşin düşürülmeye çalışılması gibi yanlış yöntemler uygulanmadığı takdirde gelişimsel birer kilometre taşı olan bu hastalıklar bağışıklık sistemini çalıştıracak ve olgunlaşmasını sağlayacaktır.

Kızamık geçirdiğinizde hem ömür boyu bu hastalığa karşı bağışıklanmış hem de Ronne (1985) tarafından ortaya konulduğu gibi yine bir ömür boyu dejeneratif kemik ve kıkırdak hastalıkları, sebasöz cilt hastalıkları, immünoreaktif hastalıklar ve bazı tümörlere karşı bağışıklık kazanmış olacaksınız.

Kabakulak, yumurtalık kanserinden korur (West 1969).

Araştırılması ve elde edilen sonuçlara itibar edilmesi gereken alan budur, imkansızın peşinde koşmak, yani enfeksiyonel hastalıkları ortadan kaldırmaya çalışmak değil.

Çocukluk çağı hastalıklarına sağduyu ve mantıkla yaklaşmak.

Önceki yazılarımızda bahsini ettiğimiz, sağlık bakanlıklarının KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısı ile toplu aşılamaya geçme politikasını sorgulamak üzere aralarında komisyon oluşturan 500 kişilik İsviçreli hekim grubu, 1969 yılına kadar Basel Üniversitesi Pediyatri Kliniği’nde kızamıkla suni enfeksiyon oluşturma yönteminin nefrotik sendrom* tedavisinde başarıyla kullanıldığını yazmıştır (Albonico ve arkadaşları 1990).

*Nefrotik Sendrom: Böbrek glomerüllerindeki işlev bozukluğu sonucu gelişen, yaygın ödem, ağır proteinim, hipoalbüminemi ve hiperlipemi ile belirgin klinik tablo. 

Doğal kızamık, astım ve alerijleri önlüyor.

Shaheen ve arkadaşları (1996) tarafından gösterildiği üzere, gelişmekte olan ülkelerde bile kızamık geçirmenin faydası var: atopiyi** önlüyor: “Anne sütü alma ve diğer değişkenlere göre düzenleme yapıldıktan sonra kızamık enfeksiyonu, ‘ev tozu akarı’na alerjik deri pozitifliği riskinde büyük düşüşle ilişkilendirilmiştir  . . . Kızamık geçirmiş 133 katılımcıdan 17’si (%12.8’si) atopik çıkarken, aşılanmış ve kızamık geçirmemiş 129 kişiden 33’ü (%25.6’sı) atopik çıkmıştır”.

**Atopi: Kişide, bazı allerjenlere karşı aniden gelişen-kalıtsal nitelikte- aşırı duyarlılık hali.

Alm ve arkadaşları (1999), çocuklarda artan oranlarda görülmeye başlanan atopik bozuklukların, çocukluk çağı enfeksiyon tiplerindeki değişim, aşılama programları ve barsak mikroflorasıyla alakalı olabileceğini yazıyor.

Çalışmalarında, İsveç’teki Steiner okullarındaki çocukların %52’sinin geçmişte antibiyotik kullanmışken, kontrol grubu olarak kullanılan okullarda bu oran %90 çıkıyor… Bu çocukların sırasıyla %18’i ve %93’ü kızamık, kabakulak ve kızamıkçık için aşılanmışken Steiner okullarındaki çocukların %61’inde kızamık geçmişi var.

“Steiner okullarında, canlı laktik asit bakterileri ihtiva eden fermente sebzeleri tüketen %63’lük bir grup, kontrol okullarındaki %4.5’lik grupla karşılaştırılıyor….Deri prik testleri ve kan tahlilleri, Steiner okullarındaki çocuklarda kontrol grubuna göre daha az atopi bulunduğunu gösteriyor”.

Anti-kanser terapisi olarak ‘işlenmiş kızamık virüsü’ kullanımı.

Carmona Mota (1973), bir bebekte doğal kızamık enfeksiyonu ardından remisyona giren Hodgkin Hastalığı*** olgusundan bahseder. “23 aylık beyaz bir çocukta ilk olarak 1970 nisan ayında sol servikal lenf bezlerindeki aşırı büyümeye bağlı olarak boynunda oluşmuş büyük bir kitle tespit edildi. Daha radyoterapiye geçilemeden çocuk kızamık geçirdi. Hayret içinde gördük ki koca servikal kütle başka herhangi bir terapi olmadan kendiliğinden yok oldu”.

***Hodgkin hastalığı: Lenf dokusundan gelişen kötü huylu tümör; lenf düğümü kanseri; lenfom [Lenfom’lar klinik olarak 1- Hodgkin hastalığı (Hodgkin lenfomu), 2- Hodgkin-dışı lenfom (non-Hodgkin lenfom) olmak üzere iki gruba ayrılırlar]

Bunun üzerine diğer pekçok hekim kızamık virüsünün onkolitik (tümör hücrelerini eriterek ortadan kaldıran) etkisini araştırmaya başlamıştır.

Msaouel ve arkadaşları (2009), işlenmiş onkolitik kızamık virüsü suşlarının kanser tedavisindeki etkilerini araştırmak üzere klinik deneyler yürütür. Kullandıkları virüs aşı tipi virüs olmasına rağmen, laboratuvar ortamındaki deneyde virüs doğrudan tümöre enjekte edilmiştir. Bulguları şu şekildedir: “attenüe (zayıflatılmış) canlı kızamık virüsü Edmonston (MV-Edm) aşı suşunun bazı türevleri de dahil olmak üzere birtakım viral suşların kanserli dokuyu enfekte ettiği, burada ürediği ve kanserli dokuyu yok ettiği görülmüştür”. 

Modfiye edilmiş virüslerin kullanım nedeni olarak, “doğal tipteki virüslerin ağır yan etkilere yol açma potansiyeli, klinik kullanım için yüksek püritede viral partilerin imalatıyla ilgili teknik yetersizlikler ile o dönemde yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan kemoterapi yaklaşımının yarattığı aşırı heyecan ve ateşli bir şekilde desteklenmesinden ötürü alternatif stratejiler üzerinde yapılacak araştırmalanın yavaşlaması” veriliyor.

Tabii burada, doğal kızamık virüsü yerine aşı virüsü (işlenmiş kızamık virüsü) kullanılmasının ardında aynı zamanda politik nedenler yattığını da kolaylıkla söyleyebiliriz, zira mantıken bunu takip edecek soru, o zaman çocukları neden bırakmıyoruz ki kızamıklarını geçirsinler, böylelikle pekçok kanser türüne karşı uzun vadeli bağışıklık da kazanmış olurlar, olacaktı.

Hastalık bakımında tıbbi müdahalenin zararları.

Geçmişte olduğu gibi bugünün doktorlarının bile halen standart tıbbi tedavinin bir parçası olarak amansız bir şekilde ateşi baskılamaları ve antibiyotik kullanmaları oldukça endişe vericidir. Oysa bir yandan antibiyotik (ve başka ilaçlar) verilirken aynı anda ateşin baskılanmasının patojenleri büyümeye teşvik ettiği, genel görünürlüklerini arttırdığı ve bu tip ilaçlara karşı dayanıklılık kazanarak ileride virülanslarını arttırabileceği tıbbi literatürde açıkça gösterilmiştir (Mackowiak (1981).

Maalesef geçmişte herkesin kulağını tıkadığı, ancak modern tıbbi uygulamalar için halen geçerliliğini koruyan, tarihten önemli bir mesajla noktayı koymak istiyorum.

İleride İngiltere tahtına oturacak 1. George’un annesi, 14. Louis’in küçük kardeşinden dul kalmış Orleans Düşesi Prenses Elizabeth Charlotte (Liselotte) von der Pfalz’ın Düşes Sophia’ya yazdığı mektupta şöyle deniyor:

Kötü talihimiz peşimizi bırakmıyor. Doktorlar annesi Dauphiness’te yaptıkları gibi küçük Dauphin’in tedavisinde de aynı yanlışı yaptılar. Çocuğun döküntüsü iyice ilerleyip bol terlemeye başladığında tutup damardan kan aldılar ve güçlü kusturucu ilaçlar verdiler; çocuk bu işlemler sırasında öldü. Herkes çocuğun ölümüne doktorların neden olduğunu biliyor, zira bu 9 doktor abiyle meşgulken genç hizmetliler aynı hastalıktan muzdarip küçük kardeşini doktorlardan saklamışlar, bisküviyle biraz da şarap vermişler. 

Dün çocuğun ateşi yükseldiğinde doktorlar gelip yine kan almak istedi ama iki bakıcısı da buna şiddetle karşı çıktı, onun yerine çocuğu sıcak tutsun diye sarıp sarmaladılar. Doktorlar işe karışsaydı bu da kesin ölürdü.  

Niye tecrübelerinden bir şey öğrenmiyorlar anlamıyorum. Kan alıp da Dauphiness’in öldüğünü gördükten sonra bari çocuğuna aynını yapmamayı akıl edemeyecek kadar vicdansız mı bunlar?

Koprowski (1962) bugün aynı şekilde geçerliliğini koruyan bu tarihi mesajı şöyle özetliyor: ”Hekim eline düşmezseniz kesin iyileşirsiniz”.

Özet

Başarısızlıklarla dolu uzun geçmişleri ve bağışıklık sistemi üzerindeki raydan çıkarıcı etkileri nedeniyle sebep oldukları trajedilere rağmen, gerek aşılama gibi hastalık önleyici prosedürler, gerekse antibiyotik ve antipretikler gibi vücudun savunma sistemlerine hasmane tedavi yöntemlerinin modası geçmiş prosedürleri bakım standartları olarak bugüne değin gelmiştir. Verilen zarar, gelecekteki pekçok nesli daha uzun bir süre etkilemeye devam edecek.

Bu bilimdışı bakım standartları terkedilmeli, doğal süreçlere ve bağışıklık sisteminin kalıtsal zekasına saygılı olunmalıdır. Çocukların uzun vadedeki iyiliği için tıbbın, doğal enfeksiyonel hastalıklara ve bağışıklık sisteminin gelişip olgunlaşmasında oynadıkları hayati role sağ duyuyla yaklaşma vakti gelmiştir.

KAYNAK

İlgili Yayınlar

Ronne T. 1985. Measles virus infection without rash in childhood is related to diseases in adult life. Lancet; 5 Jan: 1-5.

West RO. 1966. Epidemiologic studies of malignancies of the ovaries. Cancer; 1001-1007.

Albonico H et al 1990. Vaccination campaign against measles, mumps and rubella, A constraining project for a dubious future? Working group of doctors for selective MMR vaccination.18 pages, self-published.

Sheheen et al. 1996. Measles and atopy in Guinea-Bissau. Lancet; 347: 1792-1796.

Alm et al. (1999). Atopy in children of families with an anthroposophic lifestyle. Lancet; 353: 1485-1488.

Carmon Mota H. 1973. Infantile Hodgkins’disease: remission after measles. BMJ; 19May: 423.

Msaouel P, et al. 2009. Clinical testing of engineered oncolytic measles virus strains in the treatment of cancer: An overview. Curr Opin Mol Ther; February; 11(1): 43-53.

Mackowiak PA. 1981. Direct effects of hyperthermia on pathogenic microorganisms: teleologic implications with regard to fever. Rev Infect Dis; 3(3).

Koprowski H. 1962. The role of hyperergy in measles encephalitis. Am J Dis Child; 103:103-108.