Geçtiğimiz yıl süresince Silikon Vadisi’nin internet devleri ve popüler sosyal medya platformlarının, CDC’nin aşı politikalarını sorgulayıp hatalı yönlerini gösteren bireysel sesleri ve internet sitelerini yasaklama ve sansürlemeye yönelik adımlarla tıbbi aklıselime karşı girişmiş oldukları kasti saldırılara şahit olduk. Geçtiğimiz Mart ayında Amerikan Tıp Birliği’nin (AMA) CEO’su James Madara Amazon, Facebook, Google, Pinterest, Twitter ve YouTube yöneticilerine şahsen yazarak kendilerine “kullanıcılarının ailelerinin sağlığı ile ilgili olarak bilgiye dayalı kararlar alabilmesi için aşılar hakkında bilimsel geçerliliğe sahip bilgilere erişimlerini sağlamakla mükellefsiniz ve bunun gereğini yapmalısınız” mesajını vermiştir. Madara’nın mektubunda ayrıca şu ifadeler yer almıştır: “Ayrıca, kullanıcıların aşılar hakkında zamanlı bir şekilde doğru ve bilimsel geçerliliği olan bilgilere erişebilmelerini sağlamak üzere gerekli tüm adımları atacağınıza dair kamuoyunu derhal bilgilendirmenizi talep ediyoruz.” AMA’nın verilecek “geçerli bilgi” den kastı elbette aşıların tamamen emniyetli ve hastalığa karşı koruyucu olduğu, enfeksiyon hastalıklarına karşı da insanlığın elindeki tek araç olduğu.
2015’te AMA, aşılanmaya karşı dini ve felsefi ret haklarının kaldırılmasını desteklediği yönünde kamuoyu açıklaması yapmıştı. O nedenle, birliğin kendi Davranış ve Etik Kuralları beyannamesinde “Hasta otonomisi, hastayı bilgilendirerek rızasını alma (aydınlatılmış onam) prensibinin özünü oluşturan ahlaki etkendir”, açıklamasını görmek bizler için şaşırtıcı oluyor. Belli ki AMA bu konuda çifte standart uyguluyor, fakat birliği uzun yıllardır eleştirenler zaten bu kurumun halkın çıkarlarını temsil ettiğini filan düşünmüyor. Aksine, onyıllardır iş dünyasının çıkarlarına aykırı tek adım atmamış olan bu kurum diğer yandan ucu Washington’da olan siyasi iplerin de tutsağı konumunda. Ve AMA şimdi yeniden, federal hükümetin aşı polis devleti yaratma çalışmalarında ellerine verilen repliği papağan misali tekrarlamak üzere sahnedeki yerini almış durumda
Demokrat Parti milletvekili Adam Schiff de bundan bir ay önce Facebook ve Google CEO’larına yazarak benzer taleplerde bulunmuştu. Kendileriyle bu şekilde iletişime geçilen tüm şirketler şu anda AMA’in isteğine uygun şekilde aşı-karşıtı içeriği internetten silmek ve aşılar ne kadar da emniyetlidir putunu dikmek üzere harekete geçmiş durumdalar. Amerikan Pediyatri Akademisi de “aşı hakkında internette yayılan mezenformasyon (yanlış bilgilendirme)”a karşı Silikon Vadisi’nin teknoloji şirketlerini göreve davet etmişti. Gün geçtikçe daha fazla internet sitesi ve basın organının da bu aşı karavanına katıldığını görüyoruz. Bu hafta Huffington Post gazetesi, yazarlarından aşı emniyetini ve işe yarayıp yaramadığını sorgulayanların bugüne kadar yayımlanmış bütün yazıları silerek işle başladı. New York Times ve Washington Post gibi ülkenin en önde gelen gazeteleri, büyük televizyon kanalları, AlterNet ve internet üzerinden yayın yapan Mother Jones gibi liberal dergi ve siteler hep CDC’nin borazanlığını yaparak aşıdan dolayı çocukları sakatlanmış ebeveynleri alaya almakta ve aşı ret hakkından faydalanan çocukları yanlış bir şekilde halk sağlığı düşmanı olmakla suçlamaktalar.
Yaratılan bu çılgın aşı sevdasının yükselttiği adrenalinden payını halka açık kitle fonlama siteleri bile almışa benziyor. Birkaç ay önce İndiegogo bundan böyle aşı-karşıtı projeler için para toplanmasına veya şirketin kendi deyimiyle gayribilimsel “sağlık kampanyaları”na izin vermeyeceğini açıkladı. Geçtiğimiz sene, çocuğu aşıdan sakat kalmış ve otizm geliştirmiş ebeveynlerin hikayelerinin anlatıldığı Vaxxed 2 adlı belgesel Indiegogo sitesi aracılığı ile $86,000’ın üzerinde para toplamıştı. Çok geçmeden, GoFundMe sitesi de aşı-karşıtı içeriği yasakladığını açıkladı.
CNN Business kanalının yayımladığı, Vaxxed (Aşılı) ve We Don’t Vaccinate! (Aşı Olmuyoruz!) adlı filmlere Amazon Prime Video bölümünde yer verdiği için Amazon şirketini alaya aldığı programın ardından şirket derhal bu filmleri yayından kaldırıverdi. Kısa süre önce de YouTube’ın rakibi Vimeo, ABD Yargıtay’ının Bruesewitz vs. Wyeth davasında (davacı Bruesewitz, davalı Wyeth ilaç şirketi) verdiği aşılar “kaçınılmaz olarak güvenli değildir” kararını destekler yöndeki bilimsel kanıtları ortaya koyan videoları kanalından temizleyeceğini beyan etti. Vimeo’nun avukatı Michael Cheah, şirket adına kaleme aldığı beyanatta şöyle söylüyordu: “Aşıların güvenli olmadığı şeklindeki hiçbir doğruluk payı olmayan iddialar bugün içinden geçmekte olduğumuz halk sağlığı krizinin baş müsebbibidir.” İlginçtir, Vimeo internet tarafsızlığının sıkı savunucularından olan bir şirket ve Trump’ın FCC’sini [federal komünikasyon komisyonunu] 2015 yılının nötralite (tarafsızlık) kanunlarını feshetmeye kalktığı için geçtiğimiz sene dava da etmiş bir şirket. Görünüşe göre Vimeo’nun konuşma özgürlüğü savunucusuyum diye yarattığı persona sırf görüntüden ibaret.
Aklı başında ve mantıklı düşünebilen her insanı durup bu federal sağlık kurumlarının aşıların güvenlik ve etknliği ile ilgili ortaya attıkları iddiaları sorgulamaya sevk edecek bilimsel kanıtları kamuoyunun görmesini sağlama çalışmalarını mutlak şekilde karartma ve çıkan sesleri boğma kampanyası ulusal çapta hızını almış gidiyor. Ve beklediğimizin çok ötesinde bir hız ve kolaylıkla yol aldıklarını söylemek lazım.
Bu makale için araştırma yaparken bile aşıların olumsuz etkilerini gösteren hakikate dayalı bilimsel yayın ve analizlere erişimin ne denli zorlaştırıldığını fark etmeden edemedik. O yüzden biz de aynı sorguları farklı internet arama motorlarından yaparak bir deneme yaptık, işe de Google’dan başladık. Neyi aratırsak aratalım, diyelim “aşılı popülasyonlarda başgöstermiş kızamık vakaları”nı aratıyoruz Google’da, karşımıza yığınla aşı yanlısı propaganda çıktı. İlk başta listelenen sonuçların tamamı (federal) devletin bilgilendirme sitelerine çıkıyor, onun hemen peşisıra da Wikipedia geliyordu. Diğer yandan, DuckDuckGo ve StartPage gibi şifreli ve ilkelerinden taviz vermemiş arama motorlarında yaptığımız sorgularımızda karşımıza filtrelenmemiş referanslar ve hakiki hakemli yayınlar hemen çıkıyordu. Daha evvelki bir yazımızda da belirttiğimiz gibi Wikipedia artık tıbbi ve sağlıkla ilgili konularda Google’la uygun adım marş yürümekte olan bir kanal.
Wikipedia Vakfı aşı konusunda resmi bir tavır almaktan uzak duruyor. Dışarıya verdikleri biz açık kaynaklı bilgi kaynağıyız imajı gereği ise normalde, bu tarz konuları gönüllülük esasına göre çalışan Wikipedia editörlerinin kendi aralarında tartıp biçip ne yazılacağına öyle karar vermeleri gerekiyor. Lakin aşı ile alakalı sayfalarına daha şöyle bir baktığınızda bile Wikipedia’nın ne derece yanlı olduğunu apaçık görüyorsunuz. Araştırmada biraz daha derine indiğinizde ise ansiklopedinin basbayağı aşı yanlısı kurum ve kuruluşların, federal sağlık birimlerinin ve ilaç sanayiinin propaganda kolu olarak çalıştığı sonucuna varmanız işten bile değil. İşin en endişe verici yanı konu başlıkları için girilmiş içerik ve bunlara sağlanan referanslar da değil, olay aşıların güvenli ve etkili olmadığını ortaya koyan önemli bilimsel verilerin hiçbirinin bahsinin dahi edilmiyor oluşu. Böyle olunca, konuyu Wikipedia’dan araştıranlar ağızlarına çalınan belki bir kaşık hakikat varsa, bunu halkı ülke çapında ilan edilmek istenen kanunen mecburi aşılama uygulamalarına rıza göstersinler diye endoktrine etmeye ant içmiş kazan dolusu Skeptik evanjelistliği örneği ile birlikte yutmuş oluyorlar.
Federe devlet ve bireysel eyaletler nezdinde aşıları kanunen mecburi hale getirmek için verilen kanun önerilerini meclisten geçirme gayretinin, özellikle de bu sene görülen kızamık vakalarından sonra zirveye çıktığı bir dönemden geçiyoruz. Kamuoyundan ve büyük ihtimalle eyalet senatolarından da gizlenmekte olan gerçek ise, görülen kızamık vakalarının birçoğunun kızamığa karşı tam aşılı bireyler arasında başgösterdiği, hatta vakaların ortaya çıkmasında kısmen de olsa bizzat aşı tipi virüsün rol oynamış olduğunu gösteren sağlam bilimsel kanıtların olduğu. Alliance for Human Research Protection adlı birliğin kurucusu Vera Sharav araştırmalarıyla, CDC’nin o dönem ve bugün de bu problemin tamamıyla farkında olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Journal of Clinical Microbiology (Klinik Mikrobiyoloji Dergisi) daha ancak 2017’de CDC’nin ulusal çapta haber olan 2015’teki Disneyland kızamık salgınında hasta düşenlerle ilgili gerçeği bildiğini ifşa edecek çalışmayı yayınlayabildi. Buradaki kızamık vakalarının “bir kısmının aşıdan kaynaklanmış” vakalar olduğunu ortaya koyan çalışmayı yapan kişi, CDC’nin ‘Viral Hastalıklar Birimi’nde çalışan Rebecca McNall adında bir yetkili. Çalışma şöyle diyor:
“2015 yılında Kaliforniya’da ortaya çıkan kızamık salgınında, şüpheli vakaların büyük bölümü yeni aşılanmış bireylerdeydi. ABD’de 2015’te alınan 194 kızamık virüsü numunesinin gen dizilimine bakıldığında, bunların 73’ünün aşıda kullanılan virüsün genetik dizilimine sahip olduğu tespit edildi.”
CDC’nin bu bulguyu adı gibi bilmesine rağmen basından da halktan da iki yıl boyunca saklamış olmasının sebebi, bireylerin aşı yaptırmamak için kullanabildiği ‘tıbbi ret hakkı dışındaki’ ret haklarının eyaletlerce ellerinden alınabilmesi ve aşıları kanunen mecburi hale getirecek yasaların hazırlanıp eyalet senatolarından geçirilebilmesi için zaman kazanmaktı. Clinical Infectious Diseases (Klinik Enfeksiyon Hastalıkları) dergisinde daha önce yayımlanmış yazarları arasında CDC ve New York eyaleti sağlık bakanlığından yetkililerin olduğu çığır açıcı bir yayında da, New York City’de 2011’de başgöstermiş kızamık vakalarının aşılı ve kızamık için koruyucu olduğu kabul edilen antikor seviyelerine sahip bir kadın tarafından başlatılmış olduğu ortaya koyulmuştu. Araştırmacıların vardığı sonuç, kızamık aşısının hem aşıyı olan kişiyi hem de çevresindekileri enfekte edebileceği idi. Bu seneki kızamık vakalarının acaba kaçı KKK aşısından? CDC biliyor cevabını, fakat hastalardan alınan kızamık virüslerinin gen sekansları şu an kilit altında, saklanıyor.
Bazı eyaletlerde dini ve felsefi aşı ret haklarını geçersiz kılan gaddar aşı yasalarının kanunlaştırılmasının ardından tıbbi ret hakkı başvuruları bir anda artınca yetkililer de alarma geçmiş bulunuyor. Kızamık-kabakulak-kızamıkçık aşısı, yani KKK (MMR) piyasadaki belki de en korkulan aşı, bir diğeri de HPV aşısı Gardasil. Son on sene içinde ABD’de kızamık ölümü olarak bildirimi yapılmış tek vaka bulunuyor, bunda da hastanın tıbbi öyküsünden kızamığın ölümde gerçekten rol oynayıp oynamadığı yahut oynamışsa da tam olarak ne tür bir rolü olduğunun anlaşılamamış olduğunu görüyoruz. İkinci kızamık ölümü de bu sene gerçekleşti. On seneden uzun bir süre zarfında vahşi (doğal) kızamık virüsü kaynaklı iki ölüm. Halbuki devletin Aşı İstenmeyen Etki Bildirim Sistemi’ne (VAERS) 31 Mart 2018 tarihi itibariyle kızamık aşısı için bildirimi yapılmış 89.355 reaksiyon, hastane yatışı, incinme ve ölüm vakası kayıtlı. Bu sayıya 445 aşıya bağlı ölüm, 6196 hastane yatışı ile 1657 ağır sakatlanma da dahil. VAERS sisteminin kusuru, aşıya bağlı istenmeyen etki bildiriminin mecburi tutulmadığı, pasif bir sürveyans (izlem) sistemi olması. CDC, VAERS sistemin ideal olmadığını, bir senede yaşanmış aşıya bağlı yan etkilerin ancak yüzde 10 kadarını yansıttığını kabul ediyor. Dolayısıyla burada yalnız KKK aşısı için, muhafazakar bir tahminle aşağı yukarı 803.000 incinmeden söz ediyoruz demektir. Harvard Üniversitesi’nce yapılmış çalışmanın sonuçlarını takip edecek olursak, aşıya bağlı incinmelerin ancak yüzde 2 kadarının sisteme bildiriminin yapılmakta olduğu çıkarımlarından hareketle gerçek yan etki sayısının bundan çok daha yüksek olduğunu düşünmemiz gerekir. Lakin bu bilgilerin hiçbirini Wikipedia’nın kızamık aşısı sayfasında bulamazsınız.
Kaliforniya Eyaleti’nden Senatör Richard Pan gibi ilaç endüstrisinin bağışlarıyla seçilmiş eyalet temsilcileri şimdi tıbbi nedenlerden dolayı aşı muafiyeti alanların sayısı arttı diye çocuk doktorlarını ve diğer hekimleri suçluyorlar. Bu kişi ve destekçileri irrasyonel bir biçimde, doktorların sırf aşıdan haklı olarak korkan anne-babaların gönlü olsun diye aşı muafiyeti dağıttıklarını ileri sürüyorlar. Pan bu yüzden giriştiği Stalinvari haçlı seferiyle şimdi de hasta bakan hekim ve çocuk doktorları karşılarındaki hastanın aşıdan muaf tutulup tutulmaması gerektiğine kendi karar veremesin diye yasa geçirmeye çalışmakta. Dini ve felsefi aşı ret hakları ellerinden alınmış ailelere, doktorlarından çocuklarının potansiyel aşı hasarına yatkın olup olmadığını tıbben değerlendirmelerini istemekten başka çare bırakılmamış olduğu düşünülebilir oysa.
Kişinin kızamık aşısından muaf tutulmasını grerektirecek tıbbi durumların listesine bir bakalım. Bunlar Merck’ün ProQuad marka KKK/varicella (su çiçeği) aşısının prospektüs broşüründe sıralanmış olanlar: önceki bir KKK aşılamasından sonra alerjik reaksiyonlar veya anafilaksi yaşamış olmak, jelatin ve neaomisin alerjisi bulunmak (KKK aşısında kullanılan maddeler bunlar), immün sistemi baskılayıcı ilaç tedavisi görmekte olanlar, gebeler ve gebelik planlayanlar, lösemi, lenfoma, kan diskrazisi (kan bozukluğu/hastalığı), kan plazması ve kemik iliği bozuklukları olanlar, ateşli solunum yolu hastalığı veya aktif ateşli enfeksiyonu olanlar, durumu ağırlaşmış AIDS hastaları ve ailede kalıtımsal veya konjenital immün yetmezlik durumu olanlar. Ve fakat bunları Wikipedia’dan asla öğrenemezsiniz, zira Wikipedia’ya göre bu aşı için tek kontraendikasyon gebelik veya emziriyor olmak.
Wikipedia’daki aşı yanlısı Skeptik editörlerin sözlükteki konu maddelerini aşı üreticisi özel firmaların bariz propagandasına dönüştürmek için tarihi gerçeklikler, aşılarla ilgili tıbbi bilimler ve uygulamadaki federal aşı politikaları ile ilgili bilgileri kasıtlı olarak çarpıttığı birkaç örnek öne çıkmakta. 1986’da Başkan Reagan’ın onayladığı Çocuk Aşılarına Bağlı İncinmeler için Ulusal Tazminat Yasası (NCVIA) için bakalım Wikipedia ne diyor:
“Yasanın savunucularına göre halk sağlığının güvenliği, yasa geçtiği dönemde ilaç firmalarına karşı hızla arttığı görülen bireysel tazminat davaları yüzünden ülkeye zamanlı ve yeterli aşı üretiminin sekteye uğraması ihtimali beliren ilaç firmalarının maddi bakımdan güvence altına alınmasına bağlıdır. Enfeksiyonel hastalıklara karşı aşılama yapmak, kalıcı sakatlık ve hatta ölümle sonuçlanabilecek bulaşıcı hastalıklar karşı koruma sağlamaktadır. Aşılar enfeksiyon hastalıklarına bağlı morbiditeyi (hastalanma oranlarını) azaltmıştır; örn.çiçek hastalığında, kitlesel aşılama programları bir zamanların bu ölümcül hastalığının kökünü kazımıştır.”
Bakar bakmaz bu paragrafın NCVIA ile pek hatta hiçbir ilgisinin olmadığını görebiliyorsunuz. Wikipedia’da sık rastladığımız, bilgi almaya gelen okuyucuyu afallatıp derhal aşı rejimine ve Skeptisizmin aşırı uç görüşlerine itimat telakkisine girişmeye yarayan halkla ilişkiler metinleri bunlar. Bu madde ayrıca Reagan’ın neden böyle bir kanunu yürürlüğe koyduğuna dair de asıl önemli mesajı es geçiyor; çünkü ülkede o dönemin tıbbi konsensusu aşıların ağır sakatlık ve hatta ölümlere yol açmakta olduğu ve her geçen gün sayısı artan davalar yüzünden aşı endüstrisi kar edemez hale gelmiş durumda.
Bugünün DTaB aşılarında kullanılan aselüler (hücresiz) veya ölü pertussis (boğmaca) bakterisi, eskinin tam hücre pertussis toksini ile yapılan DTB aşısından çok daha güvenli bir profile sahip. Lakin korumada daha az başarılı. Öyle olunca da bugn, eskinin o hayli sorunlu ve türlü istenmeyen etkilere yol açan canlı tam hücre pertussis (boğmaca) aşısının yeni versiyonu devreye girsin mi girmesin mi tartışmaları yaşanmakta. Ülkenin aşı konusunda görüşlerine en çok başvurulan, Wikipedia’nın Skeptiklerince kahraman kabul edilen Dr. Paul Offit (üstte) “güvenlik çekinceleri” nedeniyle tam hücreli boğmaca aşısı geri gelmesin şeklinde görüş bildirmiş olmasına rağmen tartışma gündemdeki yerini koruyor. Ve son zamanlarda boğmaca vakaları, boğmaca için tüm aşı dozlarını almış çocuklarda görülmeye başlamış durumda. Bu durum kısmen, pertussis bakterisinin şu an kullanımda olan aşının işlemediği yeni bir suşunun ortaya çıkmış olmasından kaynaklanıyor. Bu suşun ilk tespit edildiği yer olan Avustralya’daki araştırmacılara göre bu bir, gereğinden fazla yapılan aşılama nedeniyle enfeksiyonel hastalıkta mutasyon meydana gelme vakası.
Tam hücreli aşı korkunç kötüydü. İlaç şirketlerinin aşıdan zarar görenlere ödemek durumunda kaldığı yüksek tazminatlar nedeniyle riskli hale gelen aşı geliştirme ve üretme işi, firmalar için yapılan yatırımı karşılamamaya başlamıştı. Hakemli araştırmalar tam hücreli boğmaca aşısının diğer tüm aşılardan çok daha ağır reaksiyonlara yol açtığını, bunlar arasında hipotonik-hiporesponsif ataklar [şok veya kollabs benzeri durum], ateşli/ateşsiz konvülsiyonlar ve beyin iltihabı (ensefalit, ansefalomiyelit ve ensefalopati olarak da bilinir) olduğunu ortaya koymuştur. 1981’de FDA’in fonladığı ve UCLA (Kaliforniya Üniversitesi) araştırmacılarının yürüttüğü bir araştırmaya göre DBT aşılaması sonrası konvülsiyon (havale/nöbet) her 875 uygulamada 1 görülmekteydi. Tahrip gücü yüksek bu aşının yarattığı sonuçları konu alan DPT: Vaccine Roulette (DBT: Aşı Ruleti) adlı televizyon belgeseli ödül aldı. Bu filmden ilhamla kurulan Ulusal Aşı Bilgilendirme Merkezi adlı sivil toplum kuruluşunun Amerikan Meclisi’ne baskıları sonucu tam hücreli aşı kullanımdan kaldırılarak yerine, beyin ve sinir sistemi hasarı gören ve hayatını kaybeden çocuk sayısı aşırı yükselince tam hücreli aşıyı askıya alıp 1981’de kendi geliştirdiği hücresiz aşıyı devreye sokan Japonya’nın aselüler (hücresiz) aşısı alındı.
Bu tarihsel gerçekler ortada dururken, Wikipedia’nın tam hücreli boğmaca aşısının riskleri konusunda yapmış olduğu bu yanlış bilgilendirme (mezenformasyon), bizce tıbbi hatalı uygulama suçu kapsamında değerlendirilmelidir. Aksi yöndeki ciltler dolusu kanıtla taban tabana zıt bildirimlerin yer aldığı Wikipedia’da yazanlara devam edelim:
“O dönemde de nedensel ilişki kuran hiçbir çalışma olmadığı gibi, daha sonra düzenlenen çalışmalar da DBT aşısı ile kalıcı beyin hasarı arasında hiçbir türden ilişki olmadığı yönünde sonuç bildirmiştir. Aşıdan dolayı oluştuğu iddia edilen beyin hasarının sonradan, süt çocuklarında görülen epilepsi olduğu anlaşılmıştır.”
Hatta Wikipedia’nın referans olarak verdiği bir kaynak, boğmaca aşılaması sonrası gelişen havale nöbetlerinin aşıyla alakası olmayan, kişide “mevcudiyeti bilinen veya bundan şüphe edilen bir nörolojik bozukluk”tan kaynaklanabileceğini ileri sürüyor.
Ve fakat daha güvenli profile sahip DTaB aşısına baktğınızda aşıya bağlı oluşan sakatlanmalarda başı çektiğini görüyorsunuz. 1990 yılından itibaren VAERS veritabanına bildirimi yapılmış boğmaca aşılamasına bağlı ağır reaksiyonların sayısı 2018 Haziran ayı itibariyle 150.043’e ulaşmış durumda ve bunların yarısı üç yaş altındaki çocuklarda oluşmuş. Bahsi geçen aşı incinmeleri arasında 2745 ölüm var, bunların da yüzde 90’dan fazlası yine küçük çocuklar. Kızamık gibi bunda da VAERS istatistiklerinden gerekli hesaplamayı yaptığınız takdirde boğmaca aşısının yarattığı ziyanın daha gerçekçi boyutlarını görmüş olursunuz. Ve yine, tam da beklenileceği gibi, kaynağı CDC olan bu bilgilerin hiçbiri Wikipedia okuyucuları ile paylaşılmamakta.
Wikipedia’nın kurucularından Jimmy Wales’in sıkı aşı taraftarlarından olduğunu gösteren bazı emareler de var. Quora’da 2013’te yaptığı paylaşımda Wales, İngiliz gazetesi The Guardian’ın İngiltere’de yaşayan yaşlı nüfusta grip aşısı olanlar yüzde 50’nin altına düştü diye yazdığını söylüyor. “Aşıyı reddeden o yüzde 50’nin acaba ne kadarı”, diyor Wales, “bu sahte remedinin [soğuk algınlığında kullanılan popüler bir homeopatik ilacı kastediyor] kendilerini koruyacağına inandı da yaptırmadı aşıyı?”. Federal sağlık birimleri ile özel aşı şirketlerinin, lobiciler ve bunların halkla ilişkiler firmalarının Wikipedia’da aşı ile ilgili sayfaları tekellerine alıp içerik dikte etmesinde Wales’in kişisel payı nedir, bilmiyoruz. Fakat ansiklopedide sadece aşı yanlısı propagandaya hizmet eden referansların kullanılmakta olduğu (cherry-picking) gözden kaçacak gibi değil. Wikipedia’nın örtülü aşı halka ilişkiler çalışmalarına ters düşen bilimsel kaynaklar hiçbir şekilde ansiklopedide yer bulamıyor. Aşı olmak istemeyenlere yönelik çok sert eleştiriler ise ansiklopedi sayfalarında sansürsüz kabul görüyor. Kesin olan bir şey var ki, o da Wales’ın Skeptik hareketin sadık takipçisi, sağlıkla ilgili çoğun sayfanın, bilhassa konvansiyonel tıp haricindeki tıp dalları hakkında olanların kontrolünü elinde bulunduran Skeptik editörlerin de baş destekçisi olduğu. Ülkede aşıların kanunen mecburi hale getirilmesi için en yüksek perdeden ses veren Skeptiklerden Paul Offit, David Gorski ve Stephen Barret’i Wikipedia sayfalarında sık sık muteber kaynak olarak atıfta bulunulurken görüyoruz.
Google ve Wikipedia arasındaki hısımlık, sağlık konularında internet ortamının gözlem altında tutulabilmesi için her iki tarafın ortaklaşa gayretiyle internet trafik istatistiklerini toplamaya kadar gitmiş bulunuyor. Örneğin, uygulamaya konan Google Grip Trendleri projesi “grip için yapılan aramaları aramanın yapıldığı bölgedeki grip salgınlarına korele ederken” aynı anda Wikipedia’dan griple ilgili sayfaların okunma oranlarını izliyor. Grip sezonunda okuyucu doğrudan Wikipedia’nın yanlılıktan kırılan, grip aşısı ile ilgili-aralarında aşının güvenlik karnesi ve yarattığı istenmeyen etkilerin de bulunduğu-gerçeklerin açıkça çarpıtıldığı sayfalarını görüyor. Wikipedia’daki “İnfluenza (Grip) Aşısı” sayfasında bu aşının içinde hala etilcıva, yahut timerosal bulunan tek aşı olduğu bilgisi geçmiyor. Yer verilen istenmeyen etkiler ise tek tük ve sadece aşının tavuk yumurtasında kültürleniyor olmasından kaynaklı alerjik reaksiyonlar ile Guillain-Barre Sendromu (GBS), yani kol ve bacaklarda geçici veya kalıcı felç oluştrabilen bir tür otoimmün hastalığın bahsi var.
Wiki sayfası referans olarak da CDC’nin “modern grip aşıları üzerine yapılan çoğu araştırmada Guillain-Barre sendromu ile ilinti görülmemiştir,” iddiasını gösteriyor. Bu iddia, aşı reaksiyonlarının kaydının tutulduğu devlete ait veritabanlarında Genetic Centers of America, MedCon Inc ve IMUNOX tarafından yürütülmüş ve GBS’nin grip aşısının gayet sağlam bir şekilde belgelenmiş yan etkisi olduğunu ortaya koyan bağımsız analiz sonuçlarına ters düşüyor. 1976’nın olmayan “domuz gribi” salgınında yaşanan meşhur grip aşısı faciasından da hiç bahis yok. Başkan Ford zamanında federal kurumların pompaladığı grip salgını korkutmacası yüzünden 50 milyon Amerikalı gereksiz yere aşılanmıştı. Nüfusu yeni tip bir domuz gribi virüsünden korumak şöyle dursun, 137 milyon dolarlık aşı programı salgın boyutunda GBS vakaları yaratmıştı. Gripten ölen ise yalnız 1 kişi vardı, o da New Jersey’deki Fort Dix karargahındaki bir askerdi ve bu vakadan tutup ülke çapında koca bir panik dalgası yaratıldı. Başkan Ford’un bu fiyaskosunun ortaya çıkardığı tablo aşıdan çeşitli şekillerde zarar görmüş 4000 kişi idi ki bunların arasında 500’ü aşkın GBS vakası ile açılmış 1384 tazminat davası da vardı. 1979’da ‘60 Dakika’ programından Mike Wallace’ın ortaya çıkardığı korkutucu gerçek ise, 1976’nın domuz gribi aşısının halka verilmeye başlanmadan önce hiçbir şekilde saha deneyine tabi tutulmamış olduğu idi. İlaç ve ecza lobisini hoş tutmak için federal devlet birimlerinin ne kadar ileri gidebileceğine dair–tıpkı Merck’ün Gardasil aşısında olduğu gibi doğru dürüst test bile edilmemiş aşıları ruhsatlandırmak gibi– sağlam bir uyarı olmalı bu.
Sonuç olarak, halk sağlığını ilgilendiren bu meselede güvenilir ve dengeli bir şekilde gerçekleri ortaya koyabilmek için atılabilecek en sorumlu ve bilimsel olarak geçerli adım, dört grup halinde çocuk nüfusta yürütülecek bir araştırma olacaktır. Bu araştırmada bir grup çocuk CDC’nin şu anki aşı takvimi gereğince aşılanacak, bir diğeri bilimsel geçerliliği olan inert (etkisiz) salin plasebo alacak, üçüncü grup hiçbir aşıyı olmayacak ve dördüncü grup enfeksiyonlara karşı vücudun doğal bağışıklık sistemini güçlendirmek üzere tasarlanmış bir beslenme protokolü uygulayacak.
Üç yıl boyunca takip edilecek çocuklar her altı ayda bir tetkikten geçirilecekler. Bu çalışmanın federal devlet kurumları ve özel şirketlerle çıkar ilişkisi bulunmayan bağımsız araştırmacılarca yürütülmesi ve aralarında toksikolog, immünolog, çocuk doktoru, nörolog ve gastroenterologların bulunması lazım. Bu çalışma ortaya konulmadığı müddetçe federal ve eyalet nezdinde devletin idari kurumları, medya ve bilim camiası kerameti kendinden menkul bir özgüvenle çıkıp aşıların halk sağlığının en önemli bileşeni olduğu, hem hastalıktan koruduğu hem de hiçbir zarar vermediği gibi mesnetsiz iddialarda bulunmaya devam edecekler. Ve Wikipedia da, Skeptisizm hareketinin bilimsel materyalizminin bir numaralı propaganda tarikati olarak bizlerin düşüncelerinin tehlikeli ve geçersiz bilgiler olduğunu yaymaya devam edecek.
Richard Gale, Progressive Radio Network Baş Yapımcısı, biyoteknoloji ve genomik endüstrilerinde Üst Düzey Araştırma Analisti geçmişi var.
Dr. Gary Null, Bilim doktoru, alternatif sağlık ve beslenme üzerine ABD’nin en uzun süreli radyo programını hazırlayıp sunmaya devam etmekte, yapımcısı olduğu çoklu ödül sahibi belgeseller arasında The War on Health (Sağlığa Açılmış Savaş), Poverty Inc (Fukaralık A.Ş.) ve Silent Epidemic (Suskun Salgın) bulunmakta.
Yerli ve yabancı gündemi takip etmek hayli zor şu ara. Düğmeye basılmış gibi adeta, 2016’nın sonundan itibaren Türkiye’de ve dünyanın her yerinde, noktası virgülüne kadar AYNI oyun planının akıl almaz bir hızda yürürlüğe konmuş olduğunu görüyoruz. Hedef tarih, seçilmemiş(!) küresel güdücülerimizin belirlemiş olduğu 2020.
Plan tek, şablon tek… Maşalar, piyonlar, figüranlar, kullanışlı aptallar ise yöreye özel…
Birileri (profesyonel vuzvuzelalar, septik ağızlar, sahte skeptik kafasızlar)…ki hep BİR AVUÇ bunlar…bir kaşık suda fırtınalar koparacak, TEHLİKE sinyalleri verecek… İhya edilecekler bunlar, hertürlü platform ayaklarının altına serilecek… Kah radyo programında kah TV’de, kah kürsülerde mikrofon tutulacak bu kerameti kendinden menkul, her konunun bilgini şirinlere… Onların işi diğer tarafı susturmak! Tartıştırmamak! Suyu bulandırmak… Şüphe tohumları ekmek… Karalamak, yaftalamak, arsız yalanlara “bilimsel” kılıflar uydurmak…
Diğer “taraf” mı?
Algoritmalar belli, sansür tam gaz, kurbanı suçlamak sistemin sopası…
Fikir ve ifade özgürlüğü mü?
O sadece “doğru taraf”taysan var… Yalan da söyleyebiliyorsun o zaman rahat rahat, karalayabiliyorsun da, iftira da atsan olur.. Korkma! Doğru takımdasın sen! Arkan sağlam!
Adalet teyze mi?
O çoktan şeytanın dölüne gebe!
Gelelim sadede…
Prof. Dr. Alişan Yıldıran hocamızın kabahati dürüst, ahlaklı, bilgili, yürekli ve vicdanlı olmak…
Doğru bildiğini ifade etmek… Gördüğü yanlışları korkusuzca söylemek…
Bunu yapmak sadece Türkiye’de mi SUÇ?
Elbette değil! Bütün dünyada zihinler kara zindanlarda! Karartma, sansür, tehdit, şike, hukuksuzluk, haksızlık, sahtecilik GIRLA! Merhaba Global dünya…
‘Teyit.org’larla kuşatıldığımız, resmi görüş ve duruş dışında her fikrin/görüşün/uygulamanın YASAK ve YASA DIŞI ilan edildiği, doğal olanın TEHLİKELİ, geleneksel olanın YANLIŞ, sistem yanlısı olmayanın TERÖRİST ilan edildiği günümüz POST-FACT dünyasında hakikatler kimsenin umurunda değil… Önemli olan hangi “taraf”ta olduğun… ne kadar korkutulmuş, ruhunu kaça satmış olduğun…
Modern Tıp (kriminal suç şebekesi ilaç endüstrinin esiri, SAHTE-KANITA DAYALI, çıkan çalışmaların YARISI HATALI, HAYALET TIP DERGİLERİNİN HAYALET GEMİLERİNİN KAPTANLARININ suyun başını tutmuş olduğu, çaresizlikler içinde kıvranıp doğru dürüst hiçbir derde derman dahi olamayan, bırakınız hayat kurtarmayı, koskoca savaşlarda verilmeyen can kaybını her sene ustalıkla kaydeden, batmaz zannedilen TİTANİK misali tarihin yalan yazan karanlık sularına gömülmesi kaçınılmaz bu sentetik/kimyasal/ÇARESİZ/ESİR tıp) ve bu tıbbın beyaz önlük-kara postallı uygun-adım-marş (trigger-happy-pill-happy) neferleri öyle büyük korku içindeler ki, tü-kaka/tehlikeli internet ortamının kasıtlı olarak hasta edilmekte olan insanların gözünü açması, can havliyle GERÇEK ÇARELERE koşması ve bağlanması ve bu bilgileri yaymasıyla kağıttan kuleleri yıkıldı yıkılacak… Büyü bozulacak, kralın çıplaklığı ifşa oldu olacak…
Çıkarlar büyük olunca hukuksuzluk ve zorbalığın çıtası da yüksek oluyor. Oyunun kuralı bu… Yadırgamamak lazım.
Ah bir de arada Alişan hoca gibi ‘OYUN’BOZANLAR çıkmasa…
Uyuyan kuzucuklar hiç aymasa…
Yazar kasalar çalışsa, her mahalleye bir hastane, her semte bir fakülte, hastalan hastalanabildiğin kadar, bakanın var, yediğin kazık önünde yemediğin arkanda, eczacısı kazansın, bürokratı semirsin, doktorun bonusa doysun, çocuklar sakat kalsın, sokaklarda mavi ışıklar yakılsın, halaylar çekelim, kansere “çare”ler arayalım, yalanlar söyleyelim, yaşıyor-muş gibi yapalım, sürüm sürüm sürünelim, yeter ki düzene boyun eğelim…
Hocamızı topun ağzına yerleştiren görüş ve bildirimleri, yazısının başında da ifade ettiği gibi tamamen kendi kanaatleri. Katılırsınız veya katılmazsınız. Bu kişi 30 senelik tecrübesine dayanarak ve sistemi tamamen karşısına alacağının bilincinde olarak bunları ifade etme gereği görüyor ve bunun üzerine verilen tepki bu kişiyi acilen derdest edip SUSTURMAK/CEZALANDIRMAK oluyorsa…hedefi 12’den vurmuş olduğu noktalar olduğunu derhal anlıyor, o noktaları tek tek kendimiz araştırıp, kendi akıl süzgecimizden geçirip bizler de kendi kanaatimizi oluşturmaya bakıyoruz demektir.
Devletin, milletin vekilinin, X kişisinin, Y doktorunun, O uzmanın BU çokbilmişin beni/bizi/toplumu “kötülüklerden/tehlikelerden/yanıltıcı bilgilerden” “KORUMAK”, “KOLLAMAK”, “DOĞRUYU” bana/sana/bize dikte veya servis etmeyi görev addetmesi demek, beni APTAL YERİNE KOYMASI demektir.
Benim adıma düşünme EY YETKİLİ/UZMAN!
Beni korunmaya muhtaç bir zavallı olarak görmek senin NE HADDİNE?
Eğriyi-doğruyu, gerçeği-yanlışı bana EMPOZE ETMEYE KALKMA!
Farklı görüşleri ÖNCE VE İLLE EZME/SUSTURMA/YASAKLAMA!
KENDİ DOĞRULARINI KOY ORTAYA YETER!
Ama…. DAYATMA!
Sunduğun hizmet, yaptığın iş, “sağlık ordunun kapasite/kalitesi” ve sağlımızın hali ORTADA!
HESAP VER!
Bilgiye BİLGİYLE cevap ver! Zorbalıkla değil!
Hocamızın yazısında ele aldığı konuları daha sonra tek tek ele alıp değerlendireceğiz elbet… Bunlar bilinmeyen, uçuk kaçık, aşırı uç fikirler de değil üstelik! Bunları yaşayan, yaşatan, icra eden Batılı ülkelerde yaşayan milyonlar var! Dünya Amerika ve onun SAKAT İDEOLOJİSİNDEN ibaret değil EY SAĞLIK BAKANLIĞI ve SAĞLIKSIZLIK AJANLARI! Bilim bir Amerika’da yapılmıyor?! Hatta bilim bir tek Amerika’da YAPIL-A-MIYOR!!!
Hür düşünceye, bağımsız bilime, doktor-hasta arasındaki mahrem ilişkiye DOKUNMA, KİRLİ ELLERİNİ ÇEK!
Hocamıza soruşturma açmışlar…
Neyle itham edecekler acaba?
Hangi “bilimsel kanıtlara” dayanarak iddiada bulunacaklar, hakikaten ÇOK merak ediyoruz!
Birileri de bu ona-buna değnek sallayanlara dava açsa…LAFLA değil, sosyal medya vuzvuzelalarının gazıyla da değil, GERÇEK BİLİMSEL KANITLARLA devletin uygulayama koyduğu ve bu meslek birliklerinin de pek bir iştahla(!) “HALK SAĞLIĞI ADINA” (yersen!) dayattığı uygulamaların GEREKÇELERİNİ ve GEREKLİLİĞİNİ masaya yatırıverse…
ABD’de 2018 sonundan beri tam olarak BU oluyor işte! Saldırıların, çığırtkanlığın ve yasaklamaların DOZUNUN birden artması NEDEN zannediyorsunuz? İŞ SONUNDA DEVLETİN İDARİ BİRİMLERİNİN MAHKEMEYE VERİLEREK HESAP SORUILMASINA GELDİ ÇATTI. HALK hesap soruyor ve SUÇ İŞLEMİŞ ve İŞLEMEKTE OLAN, ENDÜSTRİ İLE SUÇ ORTAKLIĞI KESİNLEŞMİŞ DEVLET ÇAREYİ KANUNİ ZORLAMALAR VE YASAKLAMALARDA ARIYOR?!
Ne yapalım dersiniz? ABD kalesinin düşmesini mi bekleyelim? Birileri bizim adımıza savaş versin, kazansın, biz rahata erelim diye mi bekleyelim?
YOKSA…
Zararsız denilen şu aşıları özel laboratuvarlarda bir test mi ettiriverelim???
İçinde NE var ne YOK, bir görüverelim???
Yan etki listelerinin asıllarını bütünüyle bir çeviriverelim?? TV kanallarına aşılardan sonra çocuğu sakatlanmış veya ÖLMÜŞ ana-babaları konuk ediverelim???
Hani ÇOK düşünüyor ya yetkililer bir avuç “aşı olamayacak kadar hasta” çocuğu… Akli dengesinden şüphe ettiğimiz “doktor”lar internet ortamlarında timsah gözyaşları içinde şiirler okuyor, ağıtlar yakıyor ya “aşılanabilir enfeksiyon”dan ölmüş(!?) o hiiiç adını sanını bilmediğimiz, varlığından kimsenin emin olmadığı çocuklara…
TEK bir defa, TEK bir sosyal medya forum alanında AŞIDAN SONRA SAKAT KALMIŞ VE HATTA ACILAR İÇİNDE ÖLMÜŞ ÇOCUKLARIN gözü yaşlı ana-babalarının bildirimlerine “GEÇMİŞ OLSUN/BAŞIN SAĞ OLSUN” bile DEMEMİŞ, YÜREĞİ TAŞ KESMİŞ (mesleki araz??) bu güruhun, kızamıktan, su çiçeğinden ÖLMEMİŞ çocuklar için sosyal medyada, TV’de ağıtlar yakması, “DUYGUSALLIĞIN” “RENGİ”Nİ APAÇIK ELE VERİYOR OYSA KAMU NEZDİNDE!
TV programcıları gazetecilik değil çanak tutuculuk yapmaya çoktandır alışık oldukları, bu konuda çok sağlam terbiye edilmiş oldukları için, sistem ajanlarının Tv ekranlarından saatler boyunca slayt slayt SUNUM YAPMASINA kadar vardırıp işi, karşı tarafın sorularını, itirazlarını YOK sayarak meslek onurlarını bir kez daha ayaklar altına almaktan çekinmez… Bu “ÇOK SAYGIN”, apoleti kabarık aşı/ilaç yanlısı “profesörler” ekranlardan BİLİMSEL VE TIBBİ YANLIŞ ÜZERİNE YANLIŞ YAPARKEN kimseler haklarında SORUŞTURMA AÇIP CEZALANDIRMAZKEN…. Sosyal medyada kuş uçurtmaz, cevval, bilimden ÇOK ANLAR(!), Allah sizi inandırsın “doğru”yu temsil eden vuzvuzelalar KENDİ ADAMLARININ AÇIKÇA SUÇ UNSURU OLAN YALAN–pardon MADDİ YANLIŞLARINA GIK SESLERİNİ DAHİ ÇIKARTMAZKEN…
Daha çooook çekeceğin var Türkiyem…
Sakatlanmış, zehre doyurulmuş, ablukaya alınmış bedenler ve zihinlerle gerçek kabusunu henüz yaşamadın canım ülkem…
2020 ve ötesi, ÇOCUĞUNUN GELECEĞİ, BUGÜN ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYUP HAKLININ YANINDA DURMAYA CESARET EDİP ETMEYECEĞİNE, boyu küçük gölgesi büyük TİRANLARIN OYUNLARINI BOZUP BOZMAYACAĞINA BAĞLI.
Şimdi OKU…. Önce OKU… Sonra DÜŞÜN… Ve HAREKETE GEÇ.
Prof. Dr. Alişan Yıldıran hocanın tartışmaya konu olan yazısını buradan oku.
Ve Alişan hocamızın ötüşe geçen vuzvuzelalara cevabını da buyur sindire sindire oku:
Yatrojenik: Tıbbın ve uygulamalarının verdiği zararlar
Prof. Dr. Alişan
Yıldıran
Başlıktaki
‘Yatrojenik’ kelimesinin mânâsı, tıbbın ve uygulamalarının
verdiği zararları ihtiva ediyor (1).
‘Modern tıbbın’
(2, 3) ‘delile dayalı tıp’ ile aynı şey olmadığını
ve bizatihi endüstrinin elinde olduğunu da anlatmıştım. Daha
evvel yazdığım yazılara doktorlardan (hekim veya tabip
kelimelerini bilhassa kullanmıyorum) dikkate değer bir tepki
gelmemesini, Türkiye’nin sağlık ve tıp eğitimi konusundaki
uygulamalarını beğenmediğimi ifade etmeme bağlı olduğu iyice
anlaşıldı. (4-8).
Gerçek Hayat
Dergisi’nde yayınlanan son yazım ise doktorlardan ‘Bilim ve Aşı
Karşıtı’ diye büyük tepki almış.
İddialarına göre, ‘Bilimsel yararı yapılan çalışmalar ve kanıtlarla ispatlanmış birçok konuya karşı çıkarak toplum sağlığını tehlikeye atacakmışım(9)!
Bu meyanda geçen
hafta ise ‘şeref beratım’ geldi. Tabip Odası hakkımda
soruşturma açmış (10). Demek ki, yakın takipteymişiz. İdeolojik
bir takip yani!
Mevzu-u bahis yazımın başlığı tırnak içinde “Doktorunuza rağmen sıhhatli bir
çocuk nasıl yetiştirilir” olup, müteveffa çocuk profesörü Robert Mendhelson’un kitabının adı idi (11) ve 30 yıllık meslekî tecrübemi ve kanaatlerimi vatandaşıma aktarma ve tam da toplum sağlığını ‘yatrojenik’ etkilerden korumak endişesi ile dikkat çekmek maksadı ile seçilmişti.
Johns Hopkins
Üniversitesi “modern tıbbın” her yıl yüzbinlerce insanın
‘yatrojenik’ ölümüne yol açtığını belirtiyor (12).
Yol açtığı sakatlık ve hastalıkların ise milyonları aştığını
tahmin etmek zor değil.
Ülkemizde daha
2003’de 5000 civarında olan tıp fakültesi kontenjanlarının 15
senede 15000’e çıkarılması (13), ‘öğretim üyelerini
eğitime yönlendireceğiz’ derken ‘küstürülerek’ özel
sektöre geçmesi sebep olduğu bir gerçektir. Bunun da zaten
yetersiz olan tıp eğitimini daha da gerilettiği de ayrı bir
gerçek…
Mezkûr yazımda
kullanmış olduğum ‘ayağa düşmüş unvan’ tabiri
mesleğim adına üzüntümün ifadesi olup, mesuliyeti de bana ait
değildir! Ayrıca ‘tıp doktoru’ akademik bir unvan olmayıp,
bir mesleğin adıdır, yani ‘doktora’dan farklıdır!
Yazıma tepki
gösteren doktor sitesinin (9) saçma ve mesnetsiz iddialarını
geçip, ana itirazlarının yersizliğini ortaya koyalım.
□
Folik asit takviyesi faydalı değil,
zararlıdır.
■ Folik asit
takviyesi ile ilgili en mühim yazı nöral tüp defekti (ağır bir
sakatlık) ilk gebelikten sonra tekrarlamasının (recurrence) yeşil
yapraklılarda bulunan folat (folik asit değil, bir proton eksik
olan şekli) alınması ile belirgin azaldığını, çeşitli
genlerle alakası olabileceğini yazıyor (14).
‘Folik asit hapı’
aldığı halde sakat çocuğu olan onlarca kadın gördük. Akraba
evliliğinin son derece yüksek olduğu ülkemizde, ‘piyasada ne
olduğu belirsiz müstahzarları kullanmayın, dengeli beslenin’
diyerek insanlarımıza doğru olanı söyledik.
□
Kordon kanı bankacılığına itibar
etmeyin.
■ En zayıf
tenkidiniz bu arkadaşlar, kök hücre nakli ile uğraşmış birine
bunu söylemeniz en hafif ifade ile cehaletinizi gösteriyor.
Türk Hematoloji
Derneği ‘Bebeğin biyolojik sigortası olarak lanse edilen
kordon kanı toplanmasının reklamlarda adı geçen hastalıkların
hemen hiçbirinde endikasyonu yoktur’ diyor zaten (15). Yani
kastedilen kordon kanından elde edilen kök hücre değil,
insanların kandırılması.
□
Kadın ve erkekte kısırlığın en
önemli sebeplerinden biri aşılardır.
■ Eğer kendi
aşınızı üretemez iseniz kapitalist devletler ülkenizin
demografisini aşılarla değiştirir. Bu gerçeği ta 1995’lerde
herkes duymuştu, siz yeni duymuşsanız geç kalmanız sizin
meseleniz (16).
□
Doktorların akraba evliliğine karşı
olmaları bilimle ilgili değil ideolojiktir.
■ Üstelik bir de
bir makalemizi gösterip çelişkiye düştüğümüzü zannetmişler
ki, ideoloji gözlüğü ile bakıldığının zımnen ifadesidir.
Otosomal resesif hastalıkların akraba evliliklerinde ortaya çıkma
sıklığının çok arttığını, ülkemizde de bu evliliklerin
oranının bazı bölgelerde yüzde 40’lara yaklaştığını
düşününce yine buldumcuk olmuşlar.
Genetik
hastalıkların geçişi ve fenotipe (hayata) yansıması çevresel
etkenlere bağlıdır ve buna ‘epigenetik’ denir.
Daha evvel bunun ne
olduğunu ve aşılarla alakasını yazmıştım (17). Heterozigot
avantaj bahsine girip okuyucularımızı sıkmak istemem. Bazı
mahfillerin milletimizin en mühim dayanak noktası olan ‘aile
yapısını’ ortadan kaldırmaya çalışmasına rağmen hâlâ
ayakta kalmasının en mühim sebeplerinden birinin akraba evliliği
olduğu ve hayatın ilk iki senesinde bebeklerine aşı yapılmadığı
takdirde bu ırsî hastalıkların genotip olarak vârid olsa bile
fenotipe yansımasının azalacağı kanaatindeyim.
Son olarak,
derslerimde öğrencilerime anlatmaya çalıştığım gibi, doktor
değil hekim olmak, hikmet (çözüm diyelim) üretmek, bunun için
de evvela dürüst, vicdanlı ve ahlâklı insan olmak lazımdır.
Gebelik sonlandırma (kürtaj) yoluyla düşürülmüş insan yavrularından elde edilmiş hücre hatları kullanılarak hazırlanan aşılar var.
Bu hücre hatlarından birinin ismi MRC-5; ‘su çiçeği’ gibi aşılar bu hücre hattında üretiliyor.
WI-38 isimli hücre hattı ise MMR/KKK aşısının ‘kızamıkçık’ bölümünün üretildiği yer.
Aşı dediğimiz şey esasında…virüsü alıyorsunuz, bir viyalde (şişede), bizim adına eksipiyan dediğimiz, ilaca uygun şekil veya kıvam kazandırmak amacıyla ilave edilen etkisiz, likit bir ara maddeye koyuyorsunuz. Ve tabii şirketler buna ‘stabilizatör’ de ilave ediyorlar ki bozulmasın, degrade olmasın virüs.
Tabii bunlar ve konulan diğer maddeler n’apıyor? İmmün sisteminizi şaha kaldırıyor, harekete geçiriyor.
Böylelikle virüsten kısıp, kar marjlarını arttırabiliyor şirketler.
İmmün sistem uyarıcıları dediğimiz şeyler neler?
Alüminyum… ve thimerosal (cıva)…
Bunlar aynı zamanda stabilizatör görevi görüyor, ancak sisteme verildiğinde bağışıklık sisteminizi COŞTURAN maddeler bunlar.
Son üründe bahsi geçen tüm bu maddelerin yanısıra, aşıyı yapmakta kullanılmış olan HÜCRE hattından karışmış KALINTILAR da bulunmakta.
Aşıya karışmış bu KİRLETİCLER niye ARINIDIRILAMIYOR diye sormuşştunuz…
Şimdi… Aşıya konulan virüs, upuzun bir RNA veya DNA zincirinden başka bir şey değil.
Fakat öyle uzun bir zincir ki bu, tutup bunu laboratuvarda yapmaya çalışmak masrafı karşılamıyor, ekonomik değil.
Şirketler de çareyi, virüs doğada nasıl çoğalıyorsa onu taklit etmekte buluyor ve gidip virüsle hücre enfekte ediyorlar.
Aşı için kullanacakları virüs hücrelerde büyüyor, sonra alıp hücreyi tarayıp içinden virüs ayıklamaya çalışıyorlar, bunu yaparken de hücrenin taşıdığı diğer safsızlıklar veya DNA fragmanları geride kalsın istiyorlar.
Oysa kimya okumuş herkesin bileceği gibi, bu tip durumlarda rekolte, ürünün saflığıyla TERS orantılıdır.
Kullanılan hücrelerden tüm safsızlıkları temizlemeye kalktıkları taktirde elde edecekleri ürün miktarı öyle düşük olur ki, hiçbir şekilde para yapamazlar bundan.
Veya şöyle diyelim; kimse gidip bir aşıya 1,000 veya 10,000 dolar ödemez.
İşte bu yüzden de son ürün, yani aşılarda, virüs büyütmek için kullandıkları hücrelerdeki–ki bu durumda FÖTAL HÜCRELER sözkonusu–KİRLETİCİLER bulunmakta!
Ve işin gerçeği, ÇOK DA YÜKSEK MİKTARLARDA bu KİRLETİCİLER!
Su çiçeği aşısında mesela, fötal (insan ceninine ait) DNA kalıntısı miktarı aşının etken maddesinden, yani ‘varicella’ (Su çiçeği) virüsü DNA’sından İKİ KAT FAZLA.
Yani, kirletici seviyeleri aşılarda oldukça yüksek.
Theresa Deisher: Otizm, Kanser ve Aşılardaki Fötal DNA Bağıntısı Hakkındaki Görüşleri
İnsan cenini hücrelerinde üretilmiş aşılarla OTİZM veya şu anda çocuklarda epidemi seviyesine ulaşmış KANSER vakaları arasında bağıntı olup olmadığını gösterecek EPİDEMİYOLOJİK KANIT var mı elimizde?
Epidemiyolojik veri ABD’de mevcut esasında… Bütçesi halkın aşı için ödediği VERGİ ile oluşturulmuş, yani kamunun fonladığı bir AŞI GÜVENLİK VERİHATTI adlı bir veritabanı var devletin.
Ve bilimadamı olarak bizlerin O VERİTABANINA erişimine DEVLET hiçbir şekilde izin vermiş değil bugüne kadar.
O yüzden, şu an elimizde kamuya ait BAŞKA veritabanları üzerinden oluşturulmuş EKOLOJİK KANIT bulunmakta;
EĞİTİM bakanlığının veritabanları var, NIH (Ulusal Sağlık Enstitüleri) Bağışıklama Sürveyans Programı verileri var, ayrıca ABD Nüfus İdaresi’nin verileri bulunmakta…
Bu verilerin gösterdiği şey şu: CENİN HÜCRESİ kullanılarak üretilmiş aşılar topluma uygulanmaya başlandığında, OTİZM ORANLARI ARTIŞA GEÇİYOR, aşının devreye girişinin HEMEN ARDINDAN oluyor bu…
Bunun yanında Otizm oranlarının, çocuklara KAÇ DOZ fötal kalıntıyla kirlenmiş aşı vurulduğuyla da alakalı olduğu ortaya çıkıyor bu verilerden!
Buradan hareketle bir aşama daha ilerleyip EPİDEMİYOLOJİK kanıtlara bakalım istedik, bu bahsettiğim ‘aşı güvenlik veritabanı’na erişim izni verilmiş olsa gayet rahat yapardık da bunu…YILLARDIR uğraşıyoruz erişim izni alabilmek için ve HİÇBİR şekilde çıkmıyor izin.
Doğrudan başvurduk başta, bize hibeniz olmadan erişim hakkı alamazsınız dediler.
O zaman NIH’e başvurduk biz de çalışmaya fon almak için, onlar da size fon veremiyoruz, çünkü erişim hakkı alamamışsınız(!) veritabanına diye geri çevirdiler bizi.
Mahkeme kanalıyla(!) birçok farklı açıdan bu hakkın tanınmasına, veritabanına erişebilmeye çalıştık, hepsinde RET GÖRDÜK.
DEVLETİN veritabanlarına erişim hakkı vermemek için öne sürdüğü mazeretler de mesela, “o sistem veri güvenliği bakımından kullanılabilir durumda değil!” demek oldu?!
İşe yaramaz bu veritabanı, öyle bozuk sistem, dedi devlet mesela…
Bize ‘bozuk sistem, işe yaramaz’ diyorlar, fakat diğer taraftan başka bilimadamlarına AYNI veritabanını başka(!!) konularda araştırma yapıp ve AKADEMİK YAYIN ÇIKARMALARI için sunuyorlar?!
Ama bize gelince, aynı veriler güvenilir olmuyor nedense çalışma yapmak için?!
Sonuç olarak, o verilere hiçbir şekilde ulaşmamıza izin verilmiyor…
Ve aşılardaki bu kontaminasyon ve çocuklarda salgın boyutuna ulaşmış bu son derece ciddi–hatta kanser için düşünürsek ÖLÜMCÜL–hastalıkların ilintisine dair endişelerimizi BİLDİĞİ HALDE DEVLETİN, bize bu izni vermediğine göre bizzat KENDİSİNİN gerekli epidemiyolojik çalışmaları halen yürütmemiş olması, AKLA/VİCDANA SIĞAN BİR DAVRANIŞ DEĞİLDİR.
Evet, kesinlikle inanılır gibi değil!
Ve düşünecek olursanız, devletin elinin altında böylesi bir veritabanı varken bu çalışmayı yapmamış olması pek ihtimal dahilinde olan bir şey değil.
Biz ta 2010’dan bu yana çalışma için veritabanına erişim izni için kapılarındayız bakın, koskoca 8 seneden bahsediyoruz.
Bu 8 sene zarfında o veritabanına bakıp da SORUN BULMAMIŞ olsalardı, emin olun bunu tüm dünyaya duyururlardı.
Theresa Deisher’ın OTİZMİN ERKEKLERDE DAHA YAYGIN GÖRÜLMESİ ÜZERİNE düşünceleri
Erkek çocukların kızlara göre Otizme neden daha yakın olduğunun tam sebebini bulmuş değiliz henüz.
Pekçok farklı sağlık kuruluşunca yürütülmüş çalışmalardan bildiğimiz ise şu:
Otizmli çocukların yaklaşık %60’sında, anne-babalarında OLMAYAN(!), YENİ OLUŞUMLU mutasyonlar bulunmakta.
Bunlara ‘ de novo’ mutasyonlar deniliyor, kalıtımsal OLMAYAN gen mutasyonları bunlar.
Şu da var: Kızlarda belirti [otizme dair] açığa çıkması için erkeklere oranla DAHA FAZLA mutasyona sahip olmaları lazım.
Erkek çocukta TEK bir mutasyon var diyelim, ama ağır otistik belirtiler yaratmaya yetiyor bu.
Kızlarda ise farklı farklı genlerde 2 veya 3 ayrı mutasyon olması gerek ki otizm belirtisi açığa çıksın…
Buna bakınca erkek çocukların DNA’sı daha “hassas” diye düşünüyoruz…
Yo yo…Yani, öyle değil de….
Bu şu manaya geliyor diye düşünebiliriz…
Erkek çocukların ‘biyolojik mekanizmaları’ hasar almaya daha müsait, kızlara göre daha çabuk etkileniyorlar bozucu etkilerden.
Kızlarda ‘çoklu mutasyonlar’ olmadan aynı hasar durumu oluşmuyor yani…
Erkekle kız çocuk arasında ne fark olabilir diye baktık… İşte, kız çocuk XX, erkek çocuk XY kromozomları taşıyor biliyorsunuz…
Diğer X kromozomuna sahip değil diye acaba erkekler daha mı az onarabiliyorlar mutasyonları diye düşünebiliriz…
Fakat kesin yanıt bilinmiyor henüz.
Fakat otizmdeki bu erkek cinsiyet baskınlığına açıklama olarak, ağırlığın ‘çok yüksek seviyede TESTOSTERON hormonu’ taşıyan çocuklarca oluşturulduğunu ima eder yönde birtakım yayınlar olduğunu biliyorum.
Bu yayınlardan yola çıkılarak yapılan çözüm önerilerinden biri de, anne karnında bebeğin testosteron seviyelerinin ölçülüp, en yüksek değerlere sahip olan erkek çocukların aborte edilmesi (alınması) yönünde?!
İnsanlık dışı, akıl almaz söylemler bunlar!
Çünkü Otizm, “çevresel” (yani, DIŞARIDAN) bir etmenle ortaya çıkan bir sağlık durumu.
Soruna yol açacağı belli dış etmen neyse bunu bulup çocuğu maruz bırakmamak, riski azaltmak yerine, anne karnında testosteronu yüksek erkek bebek avına çıkıp bu masumları toplamayı önermek nasıl bir kafa yapısının işidir?
Theresa Deisher’ın İNSAN FÖTAL DNA’sı taşıyan AŞILAR ile ÇOCUK KANSERLERİ ilişkisine dair görüşleri
İnsan cenin hücreleri kullanılarak üretilmiş aşılar ile çocuklarda SALGIN boyutuna ulaşmış kanser vakaları arasındaki ilişkiye dair de 2010 yılında bu yana araştırmalar yürütmekteyiz.
Bu tip aşıların otizmle ilişkisine dair endişelerimizi dillendirdiğimiz bir sunumum oldu Washington Tabipler Birliği’nin senelik toplantısında ve benim konuşmamın ardından bir çocuk onkoloğu söz aldı yorum yapmak için.
Sunumunda kullandığım terminolojiyle (“elektif şekilde aborte edilmiş” vb.) ilgili itirazlarını dillendirdikten sonra, –ben ‘yaşam-yanlısı’ görüşe sahibim, belli ki kendisi değil, o yüzden bu terminolojiyi kullanmamdan rahatsız olmuş–o yüzden “kürtajla alınmış” yerine “fötal” terimini kullanmamızı istedi, biz de gayet tabii kabul ettik ricasını, fakat bu doktor hanım daha sonra bizimle Meksika’da yaptıkları İnsani Aşılama Kampanyaları sonrası, o yörede İLK defa kullanılan MMR (KKK-Kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısı sonrası çocukların nasıl LÖSEMİ ve LENFOMA (lenf kanseri) geliştirmeye başladıklarını ve bu kanserlerin bu yaş grubunda bu yörelerde daha önce HİÇ görülmemiş olduğundan, bu konuda duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.
Aşılarda kalmış fötal fragmanların yol açacağı gen mutasyonlarının kanser gelişimindeki rolüne dair çok ciddi endişelerini aktardı bizlere.
Bu konuyu araştırmaya giriştik o yüzden biz de…
Fakat bu araştırma için kullanılabilecek veritabanları, otizmdeki kadar uygun değil maalesef analiz yapmaya.
O yüzden ‘aşılar ve kanser ilişkisi’ konusunda miktar olarak otizm kadar veri ve bilgi yok elimizde.
Otizm istatistikleri ‘doğum yılı’ esasına göre tutulur mesela, oysa kanser veritabanları ‘yaş grupları’ şeklinde düzenleniyor.
Fakat yine de, bazı çocuk kanserlerinde, artış hızında değişiklikler görüyoruz verileri incelediğimizde.
BURKITT LENFOMA’yı ele alacak olursak mesela, ki bu da tıpkı OTİZM gibi daha ziyade ERKEK çocuklarda görülen bir kanser türüdür, bu kanser tipinde ÇOK HIZLI bir yükselmenin olduğunu görüyoruz.
Artış hızını gösteren grafikte 1995’te bir bükülme notası var bu kanser için, kanser insidansı birden yükselişe geçiyor bu noktada…
ABD istatistiklerinden bahsediyorum tabii ve zamanlama, takvime SU ÇİÇEĞİ AŞISININ dahil edilmesiyle örtüşmekte.
Hastalıklar ve çevresel bu tarz faktörler arasındaki gördüğümüz ekolojik ilintiden SON DERECE KAYGILIYIZ
ve bakın yine, tüm bunlar o ‘ Aşı Güvenlik Veritabanı’ndan bakılıp araştırılabilecek konular!
Ve o veritabanına erişimimiz engelleniyor.
Konuyla ilgili daha sağlam epidemiyolojik veriyle çalışamıyoruz.
Aşılardaki fötal DNA kalıntıları ve yetişkinlerde görülen kanserlerle alakalı herhangi bir çalışmamız olup olmadığına gelince,
Aşılardaki bu kirleticilerden dolayı risk EN çok KAN KANSERLERİ için var; kan kök hücrelerinde meydana gelecek mutasyon sebebiyle oluşabilecek LÖSEMİLER ve LENFOMALAR risk açısından başı çekiyor.
Ve tüm amacı gen içine istenilen DNA’yı sokabilmek olan GEN TERAPİSİ ile uğraşan bilimadamlarından öğrendiğimiz gibi, DNA’yı en hızlı ve kolay alan hücre tipi, KÖK HÜCRELER!
Bu hücreler için süseptibilite çok yüksek, hele KAN kök hücreleri için ÇOK daha yüksek.
Çocuklarımıza aşıyla enjekte edilen DNA fragmanlarına maruz kalacak kök hücreler tam da bunlar işte: KAN KÖK HÜCRELERİ.
O yüzden, temel endişemiz LÖSEMİLER ve LENFOMALAR’dan yana.
İmmün sistemimizin yaşla birlikte değiştiğini bilmemiz lazım.
Tehlike en çok ’10 yaş altı’ dönemde var diyebiliriz.
10’la 20 yaş arasında epey bir azalıyor tehlike ama henüz tamamıyla geçmiş değil…
20 – 30 yaş dilimi arasında daha da azalıyor risk, 50’nün üzerinde ise pek bir tehdit kalmıyor gibi, bunu da kök hücrelerimizdeki değişikliklere, oluşmuş lenfosit popülasyonu ve bunun yayılımına bağlamak mümkün belki ama tam nedeni bu mu, bilmiyorum.
Ancak bu tür kan kanserlerinde alarm verici bir hızla artış görmüyoruz yetişkinlerde, bu artış ÇOCUK popülasyonunda var.
Kız çocuk aşıyla DNA fragmanları aldığında veya bir erkek çocuğa kız DNA’si bölümleri verildiğinde ne olur, diye soru alıyoruz.
Akıllardaki soru genellikle bugün çok sık gördüğümüz ve endişeye yol açan bir durum, ÇOCUĞUN ‘CİNSİYETİ KONUSUNDA YAŞADIĞI AKIL KARIŞIKLIĞI’ durumuna etkisi olup olmadığı yönünde oluyor.
Arada nasıl bir alaka olabileceğini bilmiyorum, fakat bildiğim şu: cinsiyetleri konusuna karar veremeyen, bu konfüzyonu yaşayan çocukların %84 ila 85’i OTİZM SPEKTRUMUNDA olan çocuklar.
Aradaki bağlantıya dair benim bildiğim bundan ibaret.
DNA doğrudan nasıl etkileyebilir bunu….sonuçta gidip belli birtakım genlere yerleşirse bu parçalar evet, etkilemesi söz konusu olabilir sanırım ama gözlemlenen mutasyonlar öyle farklı farklı ki…
Her çocuğun sahip olduğu mutasyonlar FARKLI.
Belirli bir grup insansa söz konusu olan, hepsinde ayrı ayrı mutasyonlar görMEmeniz lazım.
Aşıdaki DNA fragmanları gidip testosteron veya östrojenle alakalı bir gene yerleşti diyelim, bu öyle küçük bir bölümü olur ki popülasyonun, yaratacağı etkileri bu şekilde görmemiz pek mümkün olmazdı diye düşünüyorum.
Fakat yine de dediğim gibi, cinsiyetine karar verememe/bedenine ait hissedememe sorununa sahip çocukların %84 kadarının otizm spektrumundaki çocuklar olduğunu biliyoruz.
Öyle bir bağlantı var arada, evet.
Kız çocuk erkek DNA’sı alırsa…
Bu konuda bildiklerimiz çok enteresan bakın…
Anne, karnında taşıdığı çocuktan kanına karışan hücreleri ömür boyu taşıyor bedeninde!
Tabii HÜCRE bunlar…KÖK hücreler… Kalbinizden veya başka bir organınızdan çıkabilir yani çocuktan aldığınız bu hücreler… ve ‘Y’ kromozomunu taşıyor olabilir bunlar…
Yani, en azından hücre İÇİNDEYKEN, kadının kromozomlarının XY’ye dönüşmesi gibi bir tehlike yok.
Organ nakli yapılan hastalardan biliyoruz bunu… kadın hastaya erkek kalbi takılıyor mesela…
Daha sonra kadındaki kalbe baktığınızda XX’li hücreler bulduğunuz oluyor orada
Demek ki kadının hücreleri geri geliyor organa ve tabii diğer cinsiyet için de sözkonusu aynı durum.
Erkeğe kadın kalbi takılıyor, sonra kalpten XY’lı hücre çıkıyor…
Bu ne demek? Erkeğin kemik iliğindeki kök hücreler kalbe gidiyor demek…
Ancak bu durumlarda fizyolojik bir rahatsızlık veya hastalık ortaya çıktığı görülmüyor.
Buna yapacağım bir ilave olabilir…
Bir adım geri gidecek olursak…Çünkü insanların kafası karışıyor bu konularda ve bu bilgiler insan cenininden aşıya karışmış DNA fragmanları bu yüzden önemsiz/zararsızmış gibi lanse edilmekte kullanılıyor.
Gen terapisinde bilimadamlarının DNA fragmanlarını gen içine sokmaya uğraştığını, amaçlarının bu olduğunu söylemiştim hatırlarsanız.
Bu bilimadamları neyi keşfetmişlerdi? Kök hücrelerin bu DNA fragmanlarını “havada kaptığını”!
Ayrıca bu bilimadamlarından öğrendiğimiz bir başka şey de, YETİŞKİN DNA’sının DEĞİL(!) ama İLKEL DNA’nın rahatlıkla gene geçiş yaptığı!
O yüzden, gen terapisi yapmak istiyorsa bu bilimadamları bugün gidip İLKEL bir kaynaktan elde edilmiş DNA’yı, yani örneğin SPERM (MENİ)’den alınmış DNA’yı kullanmak zorunda.
Gidip yetişkin hücreden alamıyorlar DNA’yı.
Ya da gidip deney kabında kendileri DNA yapmak zorundalar, ama bunda da doğal şekilde kendiliğinden oluşacak DNA ‘dekorasyonu’nu yapmaları imkansız.
İlkel de olsa doğal dekorasyonuyla gelen Fötal DNA (cenin DNA’sı), KÖK hücrelerce ÇARÇABUK alınıveriyor!
Yetişkine özel dekorasyonuyla Yetişkin İnsan DNA’sı ise gen içine ALINMIYOR (gene geçmiyor)!
Organ ve kan nakillerinde, YETİŞKİN DNA’sına maruziyet olduğunu hatırlatalım.
Theresa Deisher’ın ÇOCUĞUNU AŞILATMA İLE İLGİLİ KARAR AŞAMASINDAKİ EBEVEYNLERE TAVSİYELERİ
Önerim ne olurdu diye soruyorsunuz…
Bu aşıların NASIL üretildiğini PEDİATRİSTLERİNE anlatmalarını önerim, çoğu çocuk doktoru BİLMİYOR DAHİ çünkü…
Aşıların tıbben tanınan/bilinen BİYOLOJİK TEHLİKELERİNDEN haberdar etsinler pediatristlerini, çünkü çoğunun haberi bile yok bunlardan…
İtirazlarını belirtsinler doktorlarına, çünkü bu [fötal DNA kalıntısı taşıyan] aşıları reddettikleri taktirde ALTERNATİFLERİNİN devreye sokulabileceğini bilmeleri lazım, hatta bazı aşıların SADECE BİRKAÇ AYDA alternatifleri devreye sokulabiliyor!
Yani, 3 ayda bu aşıların yerine alternatifleri kullanılmaya başlanabilir.
Hepimiz birlikte buna karşı çıkıp, hayır istemiyoruz bu aşıları, daha güvenli versiyonlarını talep ediyoruz demeliyiz.
Kimseye aşı konusunda ne yapması gerektiğini söylemiyorum, ancak fötal aşılar konusunda endişeleri olan ebeveynler biliyorum…
Bu ebeveynler daha benle tanışmadan bile önce aşılardaki bu fötal DNA kalıntılarının Otizmle alakası olabileceğini akıl etmiş, bunu hissetmiş ve okula adım atacakları ertesi güne kadar da çocuklarını aşılatmamış, BEKLETMİŞ insanlar bunlar.
5 yaşında aşılanıyor yani bu çocuklar veya 6 yaşında…
Beyinlerin daha gelişmiş olduğu bir evre bu…
Tabii ona göre de, fötal kalıntıların doğruracağı risklerin de AZALMIŞ olduğu bir evre…
Ve ebeveynler bana gelip biz böyle yaptık diye anlattıklarında, gayet mantıklı ve makul davranmışsınız diyorum ben de.
Yani… Eğer aşı yaptırmaya MECBUR tutuluyorsanız, bunu ELİNİZDEN GELDİĞİNCE ERTELETMEK, çocuk YAŞ ALDIĞINDA yaptırmak gayet mantıklı ve makul bir davranış.
Bence aşıları geç yaptırmak OTİZM RİSKİNİ KESİNLİKLE AZALTACAKTIR, ancak KANSER riskini azaltmayacaktır.
Fakat diğer yandan da çocuk popülasyonunda kanser oranları, otizm oranlarının çok altında.
Yani…
Theresa Deisher’ın BU KONUNUN TARAFLARCA ENİNE BOYUNA TARTIŞILMASI GEREKLİLİĞİ ile ilgili görüşleri
Bir taraf konunun tartışılmasına dahi müsaade etmediğinde, diyaloğu ÖNLEDİĞİNDE, burada bir bit yeniği var diye düşünmeli insanlar.
İdeolog bu insanlar…
Peki ama AŞI tartışmalarında NEDEN ilgili tarafların HEPSİNİN aynı masada oturup rasyonel bir şekilde konuyu tartışmasına müsaade edilmiyor?
Ve aşı konusunda EN ÖNEMLİ TARAF kim burada? EBEVEYNLER tabii ki!
Devlet burada konuya bir nevi MİLLİ GÜVENLİK meselesi olarak bakıyor.
Viral salgınlar olmasın, İspanyol gribi veya Ebola tehdidi filan yaşanmasın açısından bakıyor konuya.
KAOS olmasın derdindeler.
O yüzden de, ülke genelinde kaos olmasındansa, aşıladıkları çocuklar zarar gördüğünde aileler KENDİ BİREYSEL KAOSlarını yaşasa evladır diye bakıyorlar olaya.
Bu yaklaşımı anlıyorum da, ama bu aileler öyle feci bir yıkıma uğruyor ki, ve hayali bir kızamık veya polio salgının yaratacağının ÖYLE ÖTESİNDE BİR KRİZLE ŞU AN karşı karşıyayız ki, düşünün, 2050 yılında otizm görülme sıklığının her 2 çocuktan 1’ine yükselmiş olacağı öngörülüyor şu an.
Ve bu sağlık sorunları ÖMÜR BOYU sürecek sorunlar, geçici de değil…
Ve hastalık oluşumunu azaltmanın başka yolları da var, yok değil.
Ben bile, sırf bu fötal aşı konusuna girdim diye öyle çok şey öğrendim ki!
Alüminyumla ilgili endişeler var mesela…
Salt bunca fazla aşı yapılıyor olması olarak bile alsanız konuyu, bu itiraz bile haklı esasında!
Çiftlik balıklarının durumuna benziyor bu; açık deniz balığı kadar güçlü kuvvetli olmaz bu balıklar!
Değil mi? Suni bir şekilde stimüle ettiğimiz immün sistemimiz….
[SÖZÜ KESİLİYOR, ANLAŞILMIYOR]
İmmün sistemimiz gerçek sitümülasyon görmüyor bu şekilde, değil mi?
Çocuklarımızın immün sistemlerine NE YAPTIĞIMIZIN farkında mıyız?
Peki ama niye karşılıklı oturup işin BİLİMSEL YANINI konuşamıyoruz?!
TEHDİT ETMELER …. İTİBAR CELLATLIĞI YAPMALAR…
SALDIRMALAR … ACIMASIZLAR DA!!!
Anne-babaların çocukları üzerindeki haklarını ellerinden almaya çalışıyorlar…
anne-babalara siz APTALSINIZ, bilimden anlamazsınız diyorlar,
Neden? Neden oturup saygı çerçevesinde işin BİLİMSEL yönünü tartışamıyoruz?
Neden devletin RESMİ VERİTABABINA ulaşamıyoruz???
Yanılmışsak, tamam haksız çıktık deriz!
Benim yapacak başka bir sürü işim var!
Fakat BUNU GÖRMEZDEN GELEMEZ DEVLET?!
Ve ve ve… Aradaki bağlantıları gördüğümde KARIŞMAK DA İSTEMEDİM. Kim ister AŞI-OTİZM tartışmasına yem olmak ki?!
Fakat EKOLOJİK İLİNTİ ÖYLE GÜÇLÜYDÜ Kİ, SUSAMAZDIM!
Fakat biri bana söylesin: NİYE BUNU TARTIŞAMIYORUZ DAHİ?
ABD’de kullanım onayı almış, aborte cenin hücresinden üretilmiş aşılar
[Dr. Stanley Plotkin, Dünya Çapında Aşı Otoritesi]
Avukat: Sizin geliştirdiğiniz ve daha sonra genele vurulmaya başlanan aşı veya aşılar var mı?
-Evet var.
Pekala. Hangi aşılar bunlar?
-Kızamıkçık, rotavirüsü, kuduz var… Onun dışında, şarbon, sitomegalovirüs, su çiçeği aşılarının geliştirilmesine de az çok katkım oldu.
Aşılarla ilgili çalışmalarınızda kaç cenin (fetus) kullandınız?
-Kendi kişisel çalışmalarımda 2 tane.
Davacının 41 no.’lu delilini vereceğim size. Size sunduğum bu yayını tanıdınız mı Dr. Plotkin?
-Evet.
Hı hı…Peki bu makalenin yazarları arasında mı geçiyor isminiz?
-Evet.
Pekala…
Wistar Enstitüsü’nde yapılmış bir çalışma bu, doğru mudur? -Doğrudur.
Siz de Wistar Enstitüsü’nde çalışıyordunuz, doğru mudur? -Doğrudur.
Bu yayında bahsi geçen deney için kaç cenin kullanılmıştı?
-Epey bir miktar kullanıldı, evet.
Bu çalışmada 74 cenin kullanılıyor, doğru mudur?
-Tam sayısı kaç nerden bileyim ben…
Sayfa 12’ye gelin lütfen…
-Ha evet, 76 taneymiş.
76.
-Hı hı.
Ve bu ceninlerin hepsi kürtajla alındığında 3 aylık ve üzerinde olan fetuslar, doğru mudur?
-Doğru.
Peki. Bunların hepsi de gelişimleri normal seyretmekte olan ceninler, doğru mudur?
-Doğrudur.
Bu ceninlerden hangi organları aldınız?
Kendim hiçbir şey almış değilim ama birlikte çalıştığımız arkadaşlar tarafından bir sürü değişik doku alındı tabii.
Alınan bu dokular doğranıp minik parçalar haline getiriliyordu, değil mi?
-Evet.
Sonra kültürleniyorlar mıydı?
Evet.
Peki. Alınıp doğranan cenin bölümleri arasında mesela Hipofiz Bezi filan var dı, değil mi?
Hı hı.
Ayrıca ceninlerin akciğerleri vardı herhalde?
-Evet.
Deri de var mıydı?
-Evet.
Böbrek?
-Evet.
Dalak?
-Evet.
Kalp?
-Evet.
Dil?
[Gülüyor] Hatırlamıyorum ama muhtemelen evet.
Doğru anlıyor muyum, onu kontrol etmek için soruyorum: Tüm kariyeriniz boyunca, –ki bu sadece TEK bir çalışma, hatırlatırım– o yüzden tekrar soruyorum…
Tüm kariyeriniz boyunca kaç ceninle çalıştınız? Yaklaşık olarak yani…
Valla tam sayısını hatırlamıyorum ama aşı geliştirmek için kullanmaya karar vermeden öncesine dayanır ceninlerle çalışmalarımız ve epey de cenin üzerinde çalışmışlığımız vardır.
Hiç fikriniz yok mu peki? Bakın burada tek çalışmada 76’sını kullanmışsınız, kürtajlanmış cenin kullandığınız başka kaç çalışmanız daha var mesela?
Hatırlamıyorum valla sayısını.
Davacının aşılamaya karşı itirazlarından birinin de aşıların alınmış ceninler kullanılarak üretilmiş olması VE hatta aşı içeriğinde bulunuyor olması(!) olduğunun farkındasınız sanırım?
Evet farkındayım o itirazların,
Katolik Kilisesi hatta bu konuda bir fetva yayımladı, ve orada aşıya gereksinimi olan kişilerin cenin kullanılarak üretilmiş olsun olmasın aşıyı olmaları gerektiğini buyurdu.
Sanırım burada kürtajla alınmış cenin kullandım diye–Kİ SEVE SEVE YAPTIĞIM BİR ŞEYDİR–cehenneme gidecek biri varsa o da ben oluyorum.
[Gülerek] Pekala… Annenin Katolik olup olmadığını biliyor musunuz peki?
Hiçbir fikrim yok.
Pekala. Dini inanca karşı mesafeli misiniz?
Evet.
Sizin sözünüzü aktarıyorum: “Ölüm ve hastalıkları takdiri ilahi olarak gören din yobazları hep aşılara saldıragelmişlerdir.”
Muhterem okuyucular, bu uzun, çarpıcı grafik ve kupürler ile desteklenmiş renkli! yazıda okuduklarımı ve öğrendiklerimi herkesin anlayabileceği şekilde lisanımıza aktarmak istiyorum. Çünki, diğer ülkelerde, bilhassa ABD’nde bunlar yıllardır gündemde…
Buna ilave olarak, ülkemizin durumunu ve gelecekde neler olabileceğini de takdirinize sunmaya çalışacağım. Sevgili bakanlığımıza da fikir verir inşallah.
‘İllüzyon’ Türk Dil Kurumu’na göre ‘gözbağı’ anlamında kullanılır. En azından yüzlerce doktor ve bilim adamı gibi (1) fakir de çocukluk çağı aşı uygulamasında (aşıda değil!) Rockefeller Tıbbı’nın (RT) küresel bir illüzyon husule getirdiğini ve yüz yıldan fazladır bunu sürdürdüğünü düşünmekdedir. Peki bunu nasıl başarmış ve neden yapmakdadır? İnsanlar bu zor konu hakkında neleri bilmelidir?
Konuyu elimden geldiğince basitleşdirerek ifade edip, efkâr-ı umûmîyi netleştirmeye gayret edeceğim.
Tıbbın Tarihe Tesîri
Evvelâ, tıbbın tarihin akışına tesirini ve bu bakımdan ne kadar önemli bir araç olduğunu hatırlamak îcabeder; Hazreti Peygamberin müjdelediği İstanbul’u fetheden ve tarihi değişdiren Fatih Sultan Mehmed Han’ın, Gedik Ahmed Paşa Otranto’yu fethetdikden sonra muhtemelen Roma üzerine sefere çıkacağı esnada, hekimbaşısı Yakub paşa (Maestro Iacobbo) tarafından zehirlenerek öldürüldüğü zannedilmekdedir (2). Çünki peygamberimiz daha az bilinen bir hadisinde Roma’nın da fethedileceğini bildirmişdir (3).
Böylece, insanların tıbba ve tabibe olan itimadı suiistimal edilerek, Avrupa’nın Müslüman olması en az altı yüz yıl gecikdirilmişdir. Muhterem Ahmed Şimşirgil hoca aksini düşünse de bana bu ihtimal gayet makul gelmekdedir. Ancak, kendisine padişahın hekimbaşılığı ve paşa ünvanı verilmiş bir mühtedî (Müslüman olmuş kimse) olduğu için başka bir kelime söylemek uygun düşmez çünki, dinimizde hüküm, zanlara-duygulara göre değil eldeki verilere göre verilir.
Rockefeller Tıbbının dünya ekonomisindeki yeri
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 2016 yılında sağlık harcamaları 6.5 trilyon dolardır (4). Aynı yıl silahlanma için harcanan para ise sadece 1.69 trilyon dolar olmuşdur (5). RT’nin neden bu kadar filantropik (hayırsever-insancıl) (!) olduğunu anlatabiliyor muyum? Aşağıdaki resim ve ifade aslında bu yazının özeti gibidir.
Şekil 1. İlaç sanayii tedavi etmez, müşteri üretir!
Beş yaş altı çocuk ölümleri haritasına bakdığımızda, gelişmiş ülkelerde çocuk ölümlerinin çok az, Afrika, Hindistan, Latin Amerika ülkelerinde ise çok yüksek olduğu görülmekdedir (6). Bu ülkelerin ve diğer cephedeki gelişmiş ülkelerin kendi aralarındaki ortak noktanın gelir ve bu gelirin uygun şekilde harcanması, altyapı ve suya erişim olduğu yani çocuk ölümlerine yol açan en önemli etkenin ENFEKSİYONLAR DEĞİL içme suyu ve beslenme sorunu olduğu açıkdır.
Aşağıdaki grafikde ise beş yaş altı ölüm sebepleri arasında aşı ile önlendiği iddia edilen hastalıklarda sadece boğmaca, tetanoz ve kızamık yer almakdadır (toplam %6) ve hemen idrak edileceği gibi asıl sebeplerin fersah fersah gerisindedir (7). İshalden ölüm ise, yine temiz içme suyunun olmamasına bağlı olduğuna ve ağızdan veya damardan sıvı ile tedavi edilebildiğine göre bu gruba dahil edilemez.
Şekil 2. Aşıyla önlendiği iddia edilen hastalıklardan menenjit, kızamık, boğmaca ve tetanozun tamamının beş yaş altı ölüm oranlarında sadece %6’yı teşkil etdiği görülmekdedir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre aşı pazarının büyüklüğü 2000 yılındaki 6 milyar dolardan, 2014 yılında 33 milyar dolara yükselmesi (8), yaklaşık altı kat artması ikstisadî olarak açıklanabilir mi?
Yılan yağı satıcısı sahneye çıkıyor!
Kariyerine ‘yılan yağı satıcılığı’ (yılan yağı=her derde deva iksir) ile başlayan büyük büyük baba Rockefeller’in (William Avery Rockefeller, 1880’ler) daha o zaman tıbbın gücünü ve zenginleşmenin yolu olduğunu keşfetdiğini, soyunun ise bu işi ne kadar gelişdirdiğini görebilirsiniz (9, 10, 11).
William’ın faaliyetleri esnasında, bir tarafdan ilmî tecesssüs (merak) yerine zengin ve meşhur olmayı daha ön planda tutan ve bu uğurda gerekirse öz oğlunu bile denek olarak kullanarak ölümüne yol açan Dr. Jenner gibi gibi bilim adamları (burada kısa bir not; ‘adam’ kelimesi feministlerin zannetdiği gibi cinsiyet belirtmez, bilim insanları diyenleri güzel Türkçemize saldırdıkları için kınıyor ve tarihe havale ediyorum) aynı yıllarda hızla aşıların hayvanlar üzerinde denenmesi ile immünolojinin temel mefhumlarını belirlemeye başlamışlardı: 1905’de Von Pirquet daha önce hiç bilinmeyen durumlar olan ‘ALLERJİ’yi ve serum hastalığını, 1913’de ise Charles Richet yine hiç bilinmeyen bir durum olan ‘ANAFİLAKSİ’yi tarif ederek Nobel alıyorlardı.
Yeri gelmiş iken allerji ve anafilaksi gelişen her hastanın aslında aşı kurbanı olduğunu hatırlatalım, daha önce bu durumların görülmüyor olması sorumlu dış etkenin aşılar olduğunun delilidir.
Ülkemizde Rockefeller Tıbbı
Daha önce de bahsetmiş olduğum gibi, RT’nın ülkemiz tıbbına müdahalesinin ise Hacettepe Tıp Fakültesi’nin kurulması için yapdığı yüklü bağış ile başladığını zannediyorum (12).
Bu bağış ile önce Hacettepe Tıp Fakültesi’ni, sonra Hacettepe Üniversitesi’ni, daha sonra da Bilkent Üniversitesi’ni kuran Prof. Dr. İhsan Doğramacı ise, ne hikmet ise İsrail devletinin ilan edildiği yıl kurulan Dünya Sağlık Örgütü’nün ana dili gibi İbranice konuşan genç kurucu üyesi idi (13) ve 2014’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından intihal yapdığı sabit görülecekdi (14).
Böylece ülkemizdeki tıbbı da yönlendirme imkanını temin eden RT’nin isim babalığını ise bu konudaki hacimli kitabın müellifi olan Richard Brown 1979’da yapmışdır (10). RT’nın bugün, 25 nobel ödülü kazanmış Rockefeller Üniversitesi ile bilhassa moleküler ve genetikde öncü konumda olması şaşırtıcı değildir (15).
Germ teorisi, mikrobiom ve lateral gen transferi
RT aşıların yaygın olarak kullanıma sokulabilmesi için; ‘Pastör’ün Germ teorisi’, toplumun bilhassa viral etkenlere karşı belli bir süre içinde gelişen ‘Sürü bağışıklığı’ ve İngilizlerin dünyayı yönetdiği ‘Böl ve Yönet’in benzeri olan ‘Korkut ve Yönet’ metodlarını maharetle uygulamışdır.
Aşı tarihinde mühim bir yer işgal eden Pastör mikropların dâima dışardan gelerek hastalık yapdığını zannediyordu, arkadaşı Bechamp ise ortamdaki değişikliklerin mikrobların değişdirdiğine ve böylece hastalık yapdığına inanıyordu (16, 17).
Günümüzde ise, bilhassa rizosfer (toprağı meydana getiren mikroorganizmalar-1 gramında 10 milyar adet bulunur) ve mikrobiomun (sıhhatli yaşamamızı temin eden, bilhassa barsaklarda yer alan faydalı mikroplar) keşfinden ve hijyen hipotezinin (enfeksiyonlar azaldıkça, nonenfeksiyöz immünolojik hastalıkların artması) kabulünden ve canlılar arasında lateral gen transferinin varlığının öğrenilmesinden sonra, yaygın aşı uygulamasının dayandığı bu teori, ciddî şekilde tenkid edilmekdedir (18, 19, 20).
Çöp-DNA ve endojen retrovirüsler
İnsan genom projesi 2001’de tamamlandığında, hepi topu 20000 civarında genin varlığı, meyve sineğinde bile 9000 civarında gen bulunması sebebi ile ‘eşref-i mahlukat’ yani en üstün yaratılmış olan insan için çok şaşırtıcı olmuşdu.
Ayrıca, DNA’nın büyük kısmı non-coding (kodlamayan) ‘junk-çöp’ olarak adlandırılan kısımdan oluşuyordu. Aslında bu durum bile daha bir tane bile faydalı mutasyon gösterememiş (heterozigot avantajın faydalı mutasyon olmadığını hatırlatırım) EVRİM zırvası ile her şeyi açıklamaya çalışan batı münevverlerinin mantıksızlığını göstermekde idi. Yaratıcının ilminin elbette bunda bize vermek istediği mesajlar olmalı idi. Nitekim, ENCODE projesi ile çöp?!-DNA’nın fonksiyonel olduğu ve kompleks süreçleri idare etdiği anlaşıldı, üstelik bu bölgelerde lateral gen transferi ve endojen retrovirüslerin varlığı söz konusu idi (21, 22, 23).
Bütün bunları mikrobiom ile birlikde düşündüğümüzde acaba ‘germ teorisi’ndeki mikroplar hakikaten mikrop mu idiler? Doğduğu gün maya kültürlerinde üretilmiş aşı ile karşılaşan bebekler için acaba bütün bunlar ne manaya geliyordu? Aşıların üretilmekde olduğu WI-38 gibi insan hücre serileri bunları ihtiva etmekde olmasın sakın? Ya bunlar ile karşılaşan aşı virüsleri HIV örneğinde olduğu gibi modifiye olup yeni ve daha kötü hastalıklara veya kansere yol açıyorsa? (24). Moleküler tıbdan azıcık haberi olan birisi için bunlar çok önemli suallerdir.
Virüsler virüs müdür?
Burada yine başka bir durum ortaya çıkıyor; Virüsler nedir, ne sebeple yaratılmışlardır?
Canlı olmanın unsurlarını taşımayan bu varlıkların hastalık yapabilen şekillerine canlı virüs denilmesi doğru mudur? Acaba virüsler diğer canlılardan dışarı kaçan mobil genetik parçalar mıdır? Bilgisayar virüslerinin fonksiyonları neden bunlara bu kadar benzemekdedir? Daha 1918’de, İspanyol grip virüsünün laboratuarda üretilebildiği ve milyonlarca insanın ölümüne yol açdığı doğru mudur? (25, 26).
Ya kızamık virüsünün varlığının isbatlanmadığını iddia eden alman viroloğun mahkeme ile haklı bulunmasını nasıl açıklanmalıdır? (27). Maksadımız yukarıda da belirtildiği gibi halkın anlayabileceği şekilde bilgilendirmek olduğu için bu konulara daha derinlemesine girmeye lüzum yokdur.
Aşılar bulaşıcı hastalıklar ortadan kaldırmış! (mı?)
Aşılar ile ilgili yazıların ilk cümlesi “aşılar tıbbın en önemli başarılarından biridir, aşılar sayesinde ölümcül hastalıklardan ölümler ortadan kaldırılmışdır” şeklindedir. Bu YANLIŞ bilginin kaynağı ABD’nin Hastalıkları Kontrol Merkezi (CDC)’nin istatistikleri çarpıtarak vermesidir (28). Hakikaten, yirminci asrın başında enfeksiyon hastalıkları ve bunlara bağlı ölümler belirgin şekilde azalmakdadır ama, bu durum aşıların yaygın kullanımından önce olmuşdur (29). İstatistikler başka ülkelerde de benzer sonuçları göstermekdedir. İnsanların kullanma suyunun, kanalizasyon sisteminin, ısınma imkanlarının olmadığı, en basit tıbbî malzemenin (mesela damar içi sıvı uygulamasının, antibiyotiklerin) olmadığı, açlık ve sefalet çekdiği, savaş ortamlarında ölümlerin basit enfeksiyonlarla olduğunu ve bunların aşılar sayesinde düzeldiğini iddia etmek açık bir PR (public relations- halkla ilişkiler) çalışması, Türkçesi ‘kandırmaca’dır. Yakın tarihimizde de bunların örnekleri çokdur. Hitler’in meşhur propaganda bakanı Goebbels’in taktiği ile “Bir yalanı ne kadar iyi uydurur ve ne kadar çok tekrarlarsanız, o kadar inandırıcı olursunuz”!..
Anti-vaccination league, Aşı muhalifleri…
Okumadan, kulakdan dolma bilgiler ile allâme olan meslekdaşlarımız ve diğerleri, aşılara muhalefetin yakın zamanda bir takım gericiler tarafından başlatıldığını ve yurdumuza özgü olduğunu zannetmekdedirler. Halbuki, daha 1870’de mecburî aşılamanın çok büyük bir malpraktis (hatalı ve zararlı uygulama) olduğu ve ölümlere sebep olduğunu, çiçek aşısının tetanoza yol açdığını yazan kitaplar yayınlanmakda idi (30).
RT’nın hakim olmasından önce yazılmış olan bazıları şunlar;
• Dr. CGG Nittinger … Evils of vaccination (1856)
• William Tebb …. Sanitation, not Vaccination the True Protection against Small-Pox (1881)
• William White …. The Story of a Great Delusion (1885)
• Alfred Russel Wallace … Vaccination Proved Useless & Dangerous (1889)
• Dr. Tenison Deane ….. The Crime of Vaccination (1913)
• Charles M. Higgins ….. Horrors of Vaccination exposed and Illustrated (1920)
RT bütün bu muhalefete rağmen hem para hem de medya desteğine sahip olduğu için bu uygulamaları gitdikçe arttırdı ve 1976’da başkan Gerald Ford’un bizzat aşı olması ile başlatılan kitle aşılamaları ile çok sayıda sebebi bilinmeyen o zamana kadar rastlanmamış hastalıklar ortaya çıkmaya başladı ve hızla artdı (31). Aşı olduktan sonra hastalandığını farkeden insanların açdığı davaları kazanarak büyük mikdarlarda tazminatlar kazanmaları ise RT’nı farklı bir strateji uygulamaya yöneltdi. Başkan Ronald Reagan’a 1986’da National Childhood Vaccine Injury Act (NCVIA-Millî Çocukluk Aşısı Zararı Kanunu) çıkarttırılarak, aşıdan zarar gören insanların aşı firmalarına dava açmaları yasaklandı (32). Aslında bu kanun oldukça insancıldı! Geçen yıl İtalya’da büyük toplumsal muhalefete rağmen çocuklara bütün aşıların yapılması mecburî hale getirildi (33). Bu hamle İsveç’de ise akamete uğradı, aşıların ciddî yan etkileri olması sebebi ile mecbûrî olması yasaklandı (34). Ülkemizde de aynı hamle denendi ancak şimdilik önüne geçilebildi (35). Halbuki, 2011’de, ABD yüksek mahkemesi aşıların ‘kaçınılmaz şekilde emniyetsiz-güvenilmez’ olduğunu, aşı firmalarının aleyhine dava açılamayacağına, aşıların yol açabileceği riskleri tamamen ailenin üstlenmesi gerekdiğine, utanmadan karar verdi (36), behey nâbekar; hem mecbur tutacaksın, hem de riski üstlenmeyeceksin, buna adalet denebilir mi?!
Mahkemenin yüzde yüz haklı olduğu konuyu ise, meşhur tıp kütüphanesi pubmed’in sahibi Amerikan milli sağlık enstitüsü başkanlığını uzu süre yapan Dr. James R. Shannon (37) şöyle ifade etmişdi “En emniyetli aşı, hiç yapılmayan aşıdır”!
Geçen sene bir Avrupa mahkemesi ise “Aşıların bilimsel delil olmadan da suçlanabileceği” kararını alarak ABD’ye gol atmışdı (Ergün Diler’in kulakları çınlasın) (38).
1976’dan sonra neler oldu?
Yukarda belirtildiği gibi kitle aşılamalarının yaygınlaşdırılması ve aşağıda anlatılacağı üzere millî aşı üretimlerinin iptal edilmesi ile daha önce bilinmeyen ve hiç görülmeyen hastalıklar ortaya çıkdı. Otizm bunların başında gelmekdedir, aşağıdaki grafikde durum açıkça görülmekdedir;
Şekil 3. Kitle aşılamalarının başladığı 1976’dan itibaren otizmin geometrik olarak artması tesadüf müdür?
Prematürite doğum, tip 1 diabet, multipl skleroz, dikkat eksikliği hiperaktivite sendromu gibi hastalıklar da geometrik olarak artmakdadır.
Halbuki, aşılarla önlendiği iddia edilen pek çok bulaşıcı hastalık gerçek (natürel) herd immünite (sürü bağışıklığı) sayesinde çok uzun sayılmayacak sürelerde sönümlenmekdedir, bu durum ise gözlerden kaçırılmakdadır. Aşağıdaki grafikde çok ölümcül ve bulaşıcı olduğu biline Ebola hastalığının bir yıldan kısa bir sürede aşı olmaksızın kendiliğinden sönümlendiği rahatça görülebilmekdedir (39). Bu grafiklerin gerçek rakamlarla çizildiğini, bir takım sanal hesaplarla ‘yılda şu kadar ölüm engellendi’ gibi bilimsel (!) yanıltmaların olmadığının da altını çizelim.
Şekil 4. Gerçek ‘herd immünite’ nasıl da aşısız ortaya çıkmış, hayret!
Ülkemizin aşı hikayesi nasıl?
Tek kelime ile acıklı! Şimdilerde gündemde olan, eskiden yerin dibine batırılan fakat büyük alman imparatoru Bismarck’ın bile takdir etdiği bir şahsiyet olan Sultan II. Abdülhamid’in (40) üstün öngörüsü ile avrupadan bile önce ülkemizde pek çok aşı üretilmeye başlamışdı (41). Bu fakire Allah’a şükürler olsun ki, bu ülkede devletimizin üretdiği sadece difteri, tetanoz ve verem aşıları yapılmışdı.
Ülkemizde çocuklara yaygın aşılama, millî olmadıkları tescillenen 12 Eylül darbecilerinin Rockefeller’in emrine uyması ile 1985’de yapılmaya başlandı;
Aşıların dışarıdan geldiğine, kampanyanın başını UNICEF ve RT’nın desteklediği Hacettepe’nin çekdiğine dikkat ediniz.
Üç yıl sonra, Rockefeller’in bizzat darbecilere teşekkür ziyaretine geldiğini de görelim;
Kupür 2
Kupür 2. Bu ziyaretde devlet başkanına bu hizmetinden dolayı madalya takıldığını da duydum ancak, belgesine ulaşamadım.
Hemen ardından nerede ise yüz yıldır millî aşılarımızı üreten ve bu konuda büyük tecrübe ve birikim sağlamış olan Hıfzıssıhha enstitüsünün aşı üretmesinin engellenmesini görelim;
Kupür 3
Kupür 3. Yerli aşı ile birlikde yerli ve millî aşı teknolojisi de, birikimi de doğru çöpe!…
O yıllardaki ‘aşı bilim kurulu’ herhalde bugünkiler kadar becerikli değilmiş! Aşılama oranları %8’lere kadar düşmüş;
Kupür 4
Kupür 4. Aşılama oranları %8’lere kadar düşmüş, acaba aşısızlıkdan ölen çocukların sayısı kaç? Yüksek oranda olsa idi herhalde duyardık değil mi?
Gazetenin öngörüsü ise takdire şayan doğrusu. Hiç bir şekilde özelleştirilmemesi gereken askeri-stratejik bir ürün olan aşıların ithal edilmesini “FELAKET” olarak adlandırmış!..
Millî bir insan olduğu taa 2003’de, bugünleri görerek yazdığı ‘Uluslararası sermaye ve bağışıklama pazarı’ başlıklı ve her satırının Sağlık Bakanlığı tarafından tek tek ele alınması gereken yazısından (42) anlaşılan muhterem Prof. Dr. Gazanfer Aksakoğlu’nun giriş cümlesi ‘Bağışıklama da, aşı üretimi de devletin elinden ve kamu görevi olmaktan çıkarıldı, sermayeye teslim edilerek tatlı karlar için yatırım aracına dönüştürüldü. Artık bebeklerin ve erişkinlerin bağışıklanmaları üzerinde kişisel, kurumsal ve sınıfsal çatışmalar, uluslararası sermayenin kanlı çıkar oyunları yer alıyor’. O dönemin aşı bilim kurulunda yer alan Gazanfer hoca herhalde hepatit B aşısının yenidoğanlara uygulanmasını önleyemediği için görevini bırakmış olmalı. Yenidoğanın immün sisteminin bu aşıya uygun cevap gelişdiremeyeceğini hâlâ anlayamayanlara yapılması gereken (!) hpv aşısı bile az gelir.
Mevzû-u bahis yazıdan iki paragrafı ne yalanlar söylendiğinin anlaşılabilmesi için yorumsuz aktarıyorum;
‘Uygulamanın temel yaklaşımı aşı ile sağlanan yararın abartılmasıydı. Tayvan’da HBV aşısı gereksinmesi olduğu ileri sürülürken yaş ve cins grupları arasında Hepatoselüler Karsinoma riski yüksek olanlar ön plana çıkarılıyor, CVI’nin elemanları tarafından abartılı ölüm riskleri öne sürülüyordu (Miller MA, Kane M, 2000; Miller A, McCann L, 2000). Hib aşısı için gereksinme yaratmak amacıyla Hindistan çocuklarının yılda 500 milyon doz aşıya gereksinmesi olduğu ileri sürülüyor, bu ülke çocuklarının doğal bağışıklığı oluştuğu yönündeki araştırmalar (Puliyel JM et al, 2002) ve Türkiye’den bu savı destekleyen bulgular (Tastan Y et al, 2000) yok sayılıyordu. Üstelik Hindistan’da Hib’in yaygın bir tehlike oluşturmadığı dört büyük araştırma hastanesinde ileriye yönelik sürdürülen bir araştırmada 3,441 menenjit, pnömoni ve sepsis olgusundan yalnızca 58’inde Hib üretilebilmesinden anlaşılıyordu (Beri RS, Ojha RK, 2002).
HBV aşısının maliyet-3plm etkin olduğu kanıtlanmaya çalışılırken Hindistan’da yılda Hepatit B’ye bağlı 200,000 ölüm olduğu -aynı CVI elemanlarınca- öne sürülüyor (Miller MA, Kane M, 2000; Miller A, McCann L, 2000), Hindistan Tıbbi Araştırmalar Enstitüsü’nün bu ülkede yılda yalnızca 4,935 kişinin Hepatit B’ye bağlı Hepatoselüler Karsinoma’dan öldüğü hesapları (Dhir V, Mohandas KM, 1998) unutulmuş görünüyordu. Kapitalizm pazara insanların gereksinmesi olmayan ürünler sunuyor, konu sağlık olduğu için bu ürünleri uluslararası sağlık kuruluşlarına ve hükümetlere kabul ettirmekte güçlük çekmiyor, pazar giderek büyüyordu. Pahalı bulunan aşının fiyatının ucuzlayabilmesi için Hib aşısı dozunun 4’e çıkarılması bile önerilebiliyordu (Nossal G, 1998)’.
‘… tüm dünya çocuklarına Kızamık başta olmak üzere temel aşıların yapılması ile yılda 3 milyon çocuğun yaşamının kurtarılacağı savlanıyor (Brown P, 2003), oysa bu çocukların beslenme yetersizliği, uygun olmayan barınma koşulları, eğitimsizlik gibi nedenlerle ve pnömoni, ishal, kaza gibi sonuçlarla öleceği gözardı ediliyordu. Örneğin Kasongo, Zaire’de 1981’de Kızamık aşısı uygulanan ve uygulanmayan iki grup çocukta izleyen yıllarda ölüm hızlarında farklılık bulunmamıştı. Honduras’ta 1984-5 ORT kampanyasının hemen ardından Polio salgını gelişmişti (GLoyd S, Roy K, 2000)’.
Dr. Aksakoğlu’nu görevden alıp, sözde bilim kuruluna altı büyük ilaç firmasının temsilcisini kim, hangi özellikleri sebebi ile dahil etdi? Geçen sene bu isimler internet ortamında kendi kendilerini ifşa ediyorlardı, artık bundan neden vaz geçdiler? Sağlık Bakanlığı bunları kuruldan çıkarmak için neyi bekliyor? Her şeyi muhterem Cumhurbaşkanı’na şikayet etmek mi gerekiyor?
Bu kişiler hala ilaç firmalarının koltuğunda bu milletle alay eder gibi açıklamalar yapabilmekde ve Bakanlık nezdinde itibar görebilmekdedirler (43).
Bu konuyu fakirden daha önce daha geniş olarak ele alan muhterem Asena Devlet’in yazısını da okumak gerekir (44).
Biraz aklı eren, İngilizce bilen herkesin webde, ingilizce bilmeyenlerin de geçenlerde RT’nin diğer marifeti olan gıda terörü üzerine Soner Yalçın’ın yazdığı ‘Saklı Seçilmişler’ (Bu ismi meşhur gizli tarikat Skull and Bones’u (45) çağrıştırdığı için verilmiş olmalı!) kitabında bunları bulabileceğini de hatırlatmalıyım.
Enfeksiyoncu arkadaşlar (hâlâ !) bana inanmıyor olabilirler, belki aşağıdaki kupürdeki bilgi gözlerinin açar;
Kupür 5
Kupür 5. Günümüz teknolojisi ile üretilen aşılar ‘özellikle’ yenidoğan çocuklar, yaşlılar ve bağışıklık sistemi baskılanmış (mesela gebeler) insanlarda etkili OLAMIYOR!
Bu başlık altında son olarak şunu da ilave etmeliyim, gen işleme (gene-editing, CRISP-R, organizmaya istediğin geni ekleme, istediğin geni susturma) (46) teknolojisinin yaygın olarak kullanıma girdiği son yıllarda uluslararası sermayeye, RT’na ASLA güven olmayacağını, çocuklara onların üretdiği HİÇ BİR aşının yapılmamasının bile İSTİKBÂLİMİZ için çok daha güvenli olacağını buraya not olarak naçizâne düşüyorum.
Depopulation ‘nüfusun azaltılması’ konusu
Depopulation konusu, benim alanımın dışında ama, buradan yükselen pis kokuları konuyu immünogenetik ve tarihi açıdan ele alan yazıda hatırlatmam yerinde olacakdır.
Evvelâ baş aktörler ile ilgili bir kaç nokta; dünyada şu anda aşı konusunda, dolayısı ile immünoloji konusunda bir numara kabul edilen Emory Vaccine Center ABD’nin Georgia eyaletinde, Atlanta şehrinde bulunmakdadır. Ne tesadüf, meşhur ‘hastalıkları önleme dairesi-CDC’, Ahmet Rasim hocanın deyimi ile (47) komedi merkezi buraya sadece bir dakika mesafede (hiç gitmedim ama Google maps sağolsun). Aşı merkezinin bu eyaletde olması bir anlam ifade etmez ama, Washington, Boston veya New York’da olması daha makul olan CDC’nin burada olması ilginç! Daha ilgincine gelince; 1976’da kitle aşılamasına geçildikden kısa bir süre sonra 1980’de kim tarafından ve neden yapıldığı bilinmeyen, aşı merkezine 2.5 saat mesafede ve aynı eyaletde yer alan taş ocağında tuhaf bir abide yapıldı (48). Bu abideyi en azından bendeniz için ilginç kılan şey ise üzerinde yer alan yazıların ilk cümlesinin ‘insanlığı tabiat ile uyumlu olacak şekilde beş yüz milyonun altında tutun’ emrinin (!) yer almasıdır. Ülkemizde pek iyi tanınmayan yayın kuruluşu CNN’in kurucusu Ted Turner’ın buna benzer cümlesi ve GAVI (Aşılar ve bağışıklama için küresel birlik)’yi kuran minicik yumuşak (!)’ın sahibi Bill Gates’in ‘Aşılar nüfusu kontrol etmenin en iyi aracıdır’ (49) sözleri çok uyumlu bir komplo teorisi teşkil ediyor galiba!… Bunlar komplo ise 2014’de Kenya’da DSÖ’nün tetanoz aşısında bulunan kısırlaştırıcı hcg’yi kim oraya koymuş acaba? (50).
Cevaplanması gereken sorular
Konu ile ilgili olarak daha önce de şu soruları sormuş ve tabii ki yetkililerden cevap alamamışdım;
1. Neden 1990’lara kadar olduğu gibi, kendi aşımızı üretemiyoruz?
2. Neden ülkemizde 1990’lara kadar pek görülmeyen alerjiler artık bu kadar sık görülüyor?
3. Aşıların stratejik ürünler olduğunu, silah olarak kullanılabileceğini biliyor musunuz?
4. Aşı bilim kurulu neden 1/3 oranında ticarî firma temsilcileri ihtiva ediyor?
5. Her yıl 1.300.000 bebeğin doğduğu ülkemizde, her birine 46 doz aşının yapıldığı bir abonelik sistemi ne kadarlık bir ticarî pazar oluşturur, bunlar başka sağlık sorunlarına yol açarsa bu sektörün büyüklüğünü fehmedebilir misiniz?
Bu vatanın, bu milletin evladlarına iyilik adı altında yapılan uygulamalar şeffaf ve makul olmalıdır. O halde, muhatabı kim ise şu soruları da net olarak cevaplamalıdır;
1. Aşı uygulamasının sorumluluğu kimdedir? Aşı bilim kurulunun mu, Sağlık Bakanlığı’nın mı?, her ikisinin mi?
2. Tamamı yabancı ülkelerden alınan, tıbbî ve invasif (girişimsel) bir uygulama olan aşıların yan etkileri neden takib edilmemekdedir? Kimse ediliyor demesin, daha önce de yazdım, ülkemizde VAERS benzeri bir sistem yokdur. Yan etkiyi anlamak için göz ve zihin açıklığı gerekir. ABD’nde son on yılda kızamık aşısından 108 ölüm bildirildiğini (51), gerçek rakamın ve diğer yan etkilerin bundan kat kat fazla olduğu düşünüldüğünde bu takib sistemi kurulmadan bu uygulamayı yapanlar kendilerini vicdanen rahat hissedebiliyorlar mı?
3. Ülkemizde aşıların sektirmeden yapılması için uygulanan performans sistemini kim akıl etmiş ve nasıl bu kadar sistematik çalışabiliyor? Performans için ödenen para ne kadardır ve nereden karşılanıyor? Bu uygulamadan zarar gören çocuklar olduğuna göre bu uygulamayı yaparak alınan para helal midir?
4. Mevcut bilimi ve ürünlerini mutlak hakikat kabul edip, hür iradesi olan insanları, devlet mekanizmasını ele geçirmiş bir takım bürokratlarla, ‘çocuklarını elinden alırım’ gibi engizisyonu hatırlatan bir takım safsatalarla aşı yapdırmaya zorlamanın yukarda bahsetdiğim hukuk skandallarının sonuçlarının nereye varacağı hakkında bir fikriniz var mı?
Sizi bilmem ama, bu fakiri bu konuda yalnızca Yüce Yaratıcının sözleri bağlar;
‘…onlar yeryüzünde ortalığı fesada vermek, EKİNLERİ (gıda?) tahrip edip NESİLLERİ (depopulation?) bozmak için çalışır….’ Bakara-205.
En doğrusunu Allah (cc) bilir!….
Sağlık ocağından defaatle, ve son olarak da Halk Sağlığı Koruma Merkezi’nden gelerek çocuklarımıza çocukluk çağı takvimine göre aşılama uygulamak için tarafımıza hatırlatma ve gerekli uyarılarda bulunulmuştur. Devletimizin kendilerine vermiş olduğu bu görevi yerine getirdikleri ve çocuğumuzun sağlığını korumak için doğru olanın bu olduğunu düşündüklerinden dolayı kendilerine saygı ve teşekkürlerimizi arzederim. Bu hatırlatmalara cevaben özetle,
1. Aşı ile korunan enfeksiyon hastalıklarının özellikle immün yetmezlik sorunu olmayan bireyler için tehlikeli olmamaları,
2. Bulaşma riskinin bahsedildiği kadar yüksek olmamaları (Örneğin Hep B bebekler için tehlikeli olmasına rağmen, bulaşma yolları HIV ile aynı olduğundan(1) hareketle anne taşıyıcı değilse bebeğe bulaşma riskini takdirinize bırakıyorum.)
3. Aşıların öne sürüldüğü kadar etkili ve koruyucu olmadıkları
4. En önemlisi de öne sürüldüğü gibi zararsız olmadıkları, bilakis içerdikleri gerek ağır metal ve toksinler, gerek aşı suşunun kendisi, gerekse retrovirüs ve dna kalıntıları gibi kontaminasyonlar nedeniyle kısa, orta ve özellikle uzun vadede bireye kalıcı hasarlar verme olasılığının çok yüksek olması,
Gibi konularda bilgi sahibi olduğumuzdan dolayı çocuklarımıza aşı yaptırmayacağımızı kendilerine ilettik. Kendileri de aşı yaptırmama gerekçelerimizi detaylı olarak bilmek istediklerini ilettiler. Bu bilgilenme talebine istinaden araştırmalarım sonucunda elde ettiğim bilgileri elimden geldiğince özet bir biçimde aktarmaya çalışacağım.
NEDEN AŞILAMA (BAĞIŞIKLAMA)
Aşağıdaki Satırlar İstanbul İl Sağlık Müdürlüğünün ilgili internet sitesinden alınmıştır.
“Sağlık Bakanlığı tarafından uygulanan 11 antijene karşı aşı şu andaki aşı programı içinde yer almaktadır.Bu aşılar Difteri-Boğmaca-Tetanus-Poliomyelit-Heamofilus İnfluenza tip B, Hepatit B, Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak, Pnömokok ve BCG aşılarıdır. Sağlık Bakanlığı “Genişletilmiş Bağışıklama Programı” adı altında aşılama çalışmalarını hızlandırarak sürdürmektedir.
Aşı ile önlenebilen hastalıklar çocukluk dönemindeki hastalıkların önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Çok kolay uygulanabilen, ekonomik ve etkili bir yöntemle önlenebilen bu hastalıkların artık eliminasyonundan, eradikasyonundan söz edilmektedir. Gerçekten de çiçek hastalığının ve çocuk felcinin eradikasyonu ile elde edilen başarı sonrası gözler diğer aşıyla önlenebilir hastalıklara dikilmiştir. Başarı ile yürütülen bağışıklama programları ile bu hastalıkların da aynı akibete uğraması mümkün olacaktır. Aşılama çalışmalarında hedeflenen, kampanya yaklaşımından yerel sağlık hizmetlerinin içinde rutin aşı uygulamasına geçiş yoluyla aşı ile korunabilir hastalıkların tamamen ortadan kaldırılmasıdır.(2)
Yukarıda görebileceğiniz üzere aşılar belli enfeksiyon hastalıklarına karşı uygulanarak, hastalığa yakalanmazdan evvel bireyde bağışıklık kazandırma prensibine binaen yapılmaktadır. Ekonomik olması, uygulama kolaylığı ve etkinliği gibi gerekçelerle her bireyin sağlık durumunun bireye özel olması durumu gözardı edilerek tüm topluma uygulanması öngörülmektedir. Çiçek ve Çocuk felci (Polio) hastalıklarının eradike edildiği (ki bu sadece bir iddiadır) ve bağışıklamanın devamı ve yaygınlığının arttırılması ile hedefteki diğer enfeksiyonlarında tamamen eradike edilmesi ve ortadan kaldırılması hedeflenmektedir.
Bunları tarafıma yapılan ısrarın ve aşılama gayretinin nedenlerinin bilincinde olduğumu ifade sadedinde serdettim, yoksa bu nedenlerin hemen hiçbirine katılmam sözkonusu değildir. Gerekçeler doksanlı yıllarla aynı olup, güncel bilimsel argümanların oldukça gerisindedir. Bu durumdan ülkemizdeki sağlık personelini sorumlu tutmuyorum. Zira görebildiğim kadarıyla WHO ve CDC başta olmak üzere küresel otoriteler de nedenlerini tahmin etmekle birlikte kesin olarak bilmediğimden ifade edemeyeceğim bir şekilde aşılara bu ilkel perspektiften bakmaya ve ısrarla önermeye (yer yer dayatmaya) devam etmektedirler. Otoriteleri takip ile memur sağlık personelimizin çok fazla seçeneği olmasa gerektir diye düşünüyorum. Ancak bu durum yine de rahatsız edicidir. Vicdani sorumluluk gereği en azından prospektüs verileri bireylere açıklanarak, bireylerin aydınlatılmış rızasının aranması gerekmiyor mu? İlk çocuğuma 2 yaşına kadar olan tüm aşılarını yaptırdık (ki bu onlarca aşı demek) ancak ne takip eden doktorumuzdan ne de uygulayan memurdan aşıların olası zararları üzerine tek kelime duymadık. Takdir edersiniz ki, bunun da etikle bağdaşır hiçbir yanı yoktur. Bilinmeyen ve uzak vadeli etkileri bir kenara bırakalım, bilindik bir yan tesir ile karşılaşmamız durumunda içine düşeceğimiz bunalım ve açmazı tahmin etmek hiç de zor değildir.
AŞILAR’IN ETKİNLİĞİ VE HASTALIKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Aşılar söylenildiği kadar etkin mi, ve gerçekten hastalıkların eradikasyonu söz konusu mu? Hastalıkların azalması üzerinde aşıların payı nedir?
Aşılar zayıf veya öldürülmüş mikroorganizmaların doğrudan vücuda enjeksiyonu (opv için ağızdan damla) ile vücuda verilmesi, ve vücudun otoimmün sisteminin bu etkiye tepki vermesi ve antikor üretmesi mekanizması ile çalışmaktadır. Otoimmün sistem bir defa karşılaştığı mikroorganizmaya verdiği tepki normal şartlarda kalıcı bir hafıza ile korunmaktadır. Hatta anneden bebeğine aktarılan bir hafızadan söz edebiliriz. Ancak aynı durum aşılama yoluyla edinilen bağışıklıkta geçerli değildir. Bu nedenle aşılama takviminde de görülebileceği üzere belirlenen aralıklarla aşılar tekrar edilmektedir. Bu da aşı yoluyla bağışıklamanın doğal bağışıklanmadan farklı, daha zayıf, antikor bağımlı ve kısa süreli olduğunu gösteriyor.(4) Bunun yanında kanında eşik seviyenin çok üzerinde tetanoz antikoru barındıran bireylerin tetanoza yakalandığı ve hayatını kaybettiği vakalar gözönüne alındığında bu çeşit bağışıklamanın enfeksiyona %100 yakalanmama ve koruma garantisi vermediğini de görebiliriz. Diğer yandan kızamık, kabakulak, çiçek, boğmaca, çocuk felci ve Hib salgınlarının aşılanmış popülasyonlarda da aynen görülmekte olduğu da bir gerçektir.(5)
Hastalıkların aşılama sonrası azaldığı ve hatta eradike olduğu bilimsel ve tarihsel verilerle bağdaşan bir bilgi değil. Hastalıkların azalmasında beslenme, temizlik, kimyasallarla ilgili bilinenler ve tıbbi imkanların artması vd. faktörlerin etkilerini gözardı edilerek tüm başarının aşılara havale edilmesi oldukça ilginçtir.
Tablo 2: Yıllara göre ABD de enfeksiyon hastalıklarından ölüm oranları(6)
Tablodan açıkça görülebileceği üzere aşılarının kullanımından çok önce enfeksiyon hastalıklarından ölüm oranları, bahsetttiğimiz faktörlerin etkisiyle gözle görülür bir şekilde düşüştedir. Tek tek ele alırsak:
Measles (Kızamık) : Kızamık aşısı 1963 de bulunduğunda mortalitesi zaten neredeyse sıfırdır.
Scarlet Fever (Kızıl) : Hala aşısı yoktur. Buna rağmen mortalitesi neredeyse sıfırlanmıştır.
Typhoid (Tifo) : Yaygın aşılama takvimine hiç girmemesine rağmen tifo mortalitesi zaman içinde kendiliğinden neredeyse sıfırlanmıştır.
Whooping Cough (Boğmaca) : Yaygın aşılamaya geçildiği 1940 lara kadar mortalitesi düzenli olarak düşmüştür. Aşılama sonrası da zaten önceden de belirgin olan düşüşün devam ettiği görülüyor. Aşının etkinliği diğer faktörlerden pek de farklı görünmüyor.
Diptheria (Difteri) : 1984 de difteri toksininin kullanılmaya başlanmasıyla önemli oranda düşmeye başlayan difteri mortalitesi 1920 de difteri aşısının piyasaya çıkmasıyla da düşmeye aynı hızda devam etmiştir. Aşının difteri mortalitenin düşüş eğrisine bir miktar katkısı olsa da, ciddi bir kırılma ve fayda görülmemektedir.
Polio : Şimdi eradikasyonundan söz edilen polio (çocuk felci) enfeksiyonuna bir göz atalım.
Tablo 3: 1996-2011 Dünya geneli ve Hindistan Polio ve AFP (Felç) (7)
Polio (çocuk felci) nin aşılar arasında özel bir yeri var. Zira çocuk felci psikolojik ve duygusal durumu nedeniyle aşı kampanyalarında en çok kullanılan enfeksiyon oldu. Aşı yoluyla insanların belki de en zarar gördüğü aşı olduğu ise nedense insanlara pek anlatılmıyor. OPV aşısının tüm çevrelerce kabul edilen Simian Virus 40 (SV40) kontaminasyonu nedeniyle kaç kişi kansere yakalandı, adeta uçuşa geçen kanser vakalarında payı ne kadardır bilemiyoruz. Zira bu kadar uzun vadeli yan etkileri tespit edecek bir ölçüm aracımız ve bilimsel skopumuz henüz yok. Bunun yanında kendi prospektüsünde bile yazıyorken(8), OPV aşısının bizzat çocukta veya çocukla temas eden diğer bireylerde felçe sebep olabileceğinden bahseden bir hemşire veya doktora rastlamadım. Oysa herhangi bir ilacı bile kullanırken prospektüsün okunması ve dikkatli olunması istenilirken, aşının bir prospektüsünün varlığı bile bugün aşılanan bireylerin bilgisi dışındadır. Bu noktada aşılamada bireyin “aydınlatılmış rıza”sının gerekli olup olmadığını, gerekli ise bu aydınlatmanın yapılıp yapılmadığını, yapılmıyor ise bunun etikle ne kadar bağdaştığının takdirini sizlere bırakıyorum.
Tablo 3’te de görüleceği üzere vahşi polio vakalarında görülen (ve çok abartılan) düşüşün yanında, aşının bizzat kendisinin neden olduğu vakalar ve vahşi polio kaynaklı olmayan diğer felç vakalarındaki inanılmaz artıştan (neredeyse 10 kat) neden kimse bahsetmiyor? Bu tablodaki duruma bakıp da aşı ile “vahşi polio” eradikasyonundan gurur duyulabilir mi? Vahşi polio dan sakınmamızın nedeni felç vakaları değil miydi? Şimdi bu felç vakalarını yaygın aşılamalar sayesinde kat be kat arttırmış olduk.
Grip : Grip aşısı da etkinlik sorgulaması için güzel örneklerden. Artık her doktorun önerdiği ve büyükler için neredeyse çocukluk çağı aşıları kadar yaygınlık kazanan grip aşısının etkinliği ise her yıl araştırma konusu oluyor ve sürekli olarak neredeyse sıfır olarak bulunuyor.(9) Grip aşılarının, zararlı olduğu kabul edilip birçok aşı içeriğinden çıkartılan bir toksin olan timoresal’i hala içeren aşılardan biri olduğu(10) bilgisi de etkinliğinin olmayışına eklenince, olayın tam bir yağmurdan kaçarken doluya tutulma durumu olduğu ortaya çıkıyor. Bu kadar açık veriler olmasına rağmen doktorlarımızın sürekli olarak bu aşıyı tavsiye ediyor oluşları esef vericidir. Bu aşının hamile bayanlara uygulanmasının korkunç derecede bir hata oluşunu da ekleyeyim. İlerleyen satırlarda bu konunun detayını Dr. Russell L. Blaylock’un
açıklamalarında bulabiliriz.
Sonuç olarak, rahatça görüldüğü üzere hastalıkların azalması veya eradikasyonunda, diğer faktörlerin yanında aşıların faydasının oldukça az olduğu rahatça görülebiliyor. Mortalite oranları aşılardan çok önce, bahsi geçen diğer faktörlerin etkisiyle etkin bir biçimde düşüşe geçmiştir. Aşıların azalma eğrisine katkısı yok denecek kadar azdır. Aşılar sonrası hastalıkların azalması ve eradikasyonu aslı astarı olmayan bir mitten ibarettir. Polio özelinde ise durum daha da vahim olup vahşi polio eradike edildi denilirken, felç vakaları 10 kata yakın bir artış göstermiştir. Ancak küresel otoriteler gibi İl Sağlık Müdürlüğü’müz de bu son durumla gurur duyuyor gibi görünüyor!
AŞILARIN YAN TESİRLERİ ve GÜVENLİĞİ
Genel olarak aşı yaptırmaya gittiğinizde ve aşının bir yan etkisi olup olmadığını sorduğunuzda kızarıklık, hafif ateş vb basit şeyler dışında birşey olmadığını söylerler. Daha da ileri gidip aşılar güvenli mi diye bir soru sorarsanız alacağınız yanıt büyük olasılıkla aynıdır: Aşılar yüzde yüz güvenlidir. Oysa bunun doğru olmadığını aşının üreticisi dahi kabul etmekte ve prospektüslerine yazmaktadırlar. Bir sonraki tabloda etraflıca görülebileceği üzere aşı prospektüslerine (ki bunları asla görmezsiniz, tek gördüğünüz sağlık personeli ve enjektör olur) bir göz attığınızda alerji ve kızarıklıktan başlayıp, artrit, nevrit, optik nevrit, menenjit, Gullian Barre, Multipl Skleroz (MS) gibi önemli rahatsızlıkların, hatta felç, anaflaksi, SIDS ve ölüm riskinin bile olduğunu görebilirsiniz. Aşıların tehlikeli olduklarının bir delili de, ABD de
aşı üreticilerinin olası davaların açılmasını dahi önleyici nitelikte olan güçlü bir yasa ile korunmakta oluşlarıdır.(11) Yüzde yüz güvenli aşıların üreticileri neden korunma ihtiyacı duyuyorlar?
Sonuç olarak “Önce zarar verme” prensibi hiçe sayılarak bunca yan etkileri olmasına rağmen belki binde bir bile yakalanma riskinizin olmadığı hastalıklar (ki bunların birçoğu, çocuk felci dahil, yakalansanız bile yüzde 99 olasılıkla etki bırakmaksızın atlatılır) için tüm toplumu aşılanmanın hiçbir mantıklı izahı yoktur. Şimdi adım adım aşıların içeriklerini ve zararlarını irdeleyelim.
Tablo 4. CDC verilerine göre özetle aşılar, içerikleri ve prospektüste yer alan yan etkileri (12)
1. Toksin ve Ağır Metaller:
Birçok aşı içerdiği virüsü zayıflatmak daha doğrusu zayıf tutabilmek gibi nedenlerle toksinler (genelde ağır metal bileşikleri, aluminyum, timoresal, formaldehit) içerirler. Pek tabi olarak bunlar bireyler için de toksiktir. Timoresal, Aliminyum gibi ağır metaller özellikle beyin bariyeri tam oluşmamış 2 yaş öncesi çocuklar için tehlike arzediyorlar. Bu toksinlerin genelde vücuttan çabuk atıldığı varsayılsa da aslında atılmıyorlar. Sayım kandan yapılıyor, oysa toksinler sayım esnasında, kandan uzun süre kalacakları dokulara (beyin, omurilik, karaciğer) çoktan geçmiş oluyorlar.(19) Özellikle otizm, MS gibi rahatsızlıkların nedenleri arasında bu toksinlerin yeri yadsınamaz bir gerçektir. Bu çeşit toksin hasarına genetik veya bilemediğimiz başka nedenlerden yatkın bireylerde aşıların bu rahatsızlıklara yol açtığı düşünülüyor. Aşı tarihinden önce görülmeyen bu rahatsızlıkların, artan ve yaygınlaşan bağışıklama takvimleri ile birlikte astronomik seviyede artış göstermiş olması kimsenin reddedemeyeceği bir gerçektir. CDC itirafçısı Dr. William Thompson, aşı ile otizm arasındaki ilişkiyi bildiklerini ancak CDC olarak üzerini örttüklerini belirtmiştir.(13)
2. İmmun Sistem ve Bilinmezliği:
Aşıların zayıf veya ölü mikroorganizmalar kullanılarak immun yanıt oluşturma prensibine dayandığını belirtmiştik. Ancak immun sistem genel olarak nasıl çalışıyor biliniyor olsa bile, nasıl tetiklendikleri ve detayları hakkında tıp dünyasının derinlemesine bir bilgisinin olmadığını biliyoruz. Özellikle 2 yaş altı bebeklerde immün sistemin çalışmasına dair hemen hiçbirşey bilinmiyor denilse yeridir. Otoimmün sistemin vücudun kendi dokularına saldırması sonucu oluşan ve nedeni bilinmeyen birçok rahatsızlık bulunmaktadır. Bu sapmış yanıtlara aşılar neden olabilmektedirler. (14) Otoimmun sistemin neden bu yanlış yanıtları verdiği üzerinde çalışmalar devam ediyor olsa da, halen alerji den tutun da, MS, Gullian Barre Sendromu vb. hiçbir otoimmün hastalığın tedavisi yoktur. Var olan tedaviler sadece etkileri hafifletici veya geciktirici olup iyileştirici özellikten mahrumdurlar. Bu bile otoimmün sistemin tıp nezdinde bilinmezliğinin bir kanıtıdır. Şu halde aşılarla otoimmün sisteme yapılan müdahaleyi, 5 yaşındaki bir çocuğun uçak sistemlerini tamir etmeye çalışmasına benzetiyorum. (Kendim uçak teknisyeniyim oğlum da 5 yaşında. Benzetmeyi gayet yerinde yaptığımdan emin olabilirsiniz.)
Durum bu iken her yönü ile bilmediğimiz bir sisteme (çoğunluğu 2 yaş öncesi tamamen karanlık dönemde olmak üzere) 40 küsur kez müdahale ediliyor. (2) Bu yapılanla çok büyük oranda normal atlatılabilen birtakım enfeksiyon hastalıkları için geçici ve tam etkili olmayan bir immünizasyon sağlama ümit ediliyor. Bu bilinmezliklerin karanlığında yapılan şeyler, 19 Mayıs Üniversitesi İmmünoloji Bilim Dalı Profesör Dr. Alişan Yıldıran bey’in ifadesiyle birer deney.(15) İnsanların birer kobay olmadığını hatırlatmaya gerek yok sanırım. Bunun ne tıp etiği ile ne de bilim ile bağdaşır bir tarafını göremediğimi belirtmek durumundayım.
3. Aşı Araştırmalarının Yetersizliği :
Aşıların uzun vadeli etkileri üzerindeki çalışmalar yok denilebilecek kadar azdır. Aşı ile vücuda bulaşmış SV40 virüsünün orta ve uzun vadede kansere neden olduğu biliniyor. Ancak kimse bu kanseri belki 10 sene önce vurulan bir aşıya bağlayamıyor. Ancak bu yetersizlik elbette aşıları masum kılmıyor. Aşıların uzun vadeli etkileri ile ilgili çalışmalar olmadıkça aşılar bu konuda masum sayılamazlar. Aşılı popülasyon ile aşısız popülasyon arasında, kanser, kalp rahatsızlıkları, otizm, otoimmün rahatsızlıklar, infertilite gibi modern zaman hastalıkları konusunda detaylı ve şeffaf istatistiki veriler ortaya konulmadan aşılar baş şüpheli olarak yerini almaya devam edeceklerdir.
Bununla birlikte pek çok aşının carcinogenicity (bunu karşılayan bir Türkçe kelime bulamadım) testleri de yapılmış değildir.(3) Hangi periyotta hangi kanserlere neden olabileceği bilinemez durumdadır. Kanser çağımızda ölüm nedenlerinde en ön sıralarda yer alıyorken kızamık veya çiçek gibi hastalıklardan çekinerek aşı yaptırmanın akılla bağdaşır bir tarafı yoktur.
Yine gebelik ve aşılar arasındaki ilişki de detaylı bir incelemeden mahrum kalanlardan. Bakınız Sinir Cerrahı, yazar, öğretmen ve Dr. Russell L Blaylock bir konuşmasında hamilelikte yapılan grip aşısı ile ilgili ne anlatıyor:
“Hamileliğinin ikinci üç aylık döneminde gribe yakalanan anne adaylarınının bebeklerinde şizofreni ve otizm risinin çok daha yüksek olduğunu bulduk. Buradan yola çıkarak tüm gebeleri aşılayıp gribe karşı korumamız gerektiği fikrine vardık. Fakat ben araştırmalarımda anneden bebeğe geçerek olası beyin hasarına yol açan etkenin grip virüsü değil, annenin immün sisteminin virüse verdiği yanıt olan
“immün sitokinler” olduğunu buldum. Şu halde bizim yaptığımız şey, hamileliğinin ikinci 3 ayında grip atlatan küçük bir popülasyon yerine tüm hamileleri aşılayarak tüm hamilelerin grip immün sitokinleri üretmelerine neden olmak ve bebeklerini risk altına sokmak oldu. Muhtemelen bundan yirmi yıl sonra şizofreni ve otizm vakalarında inanılmaz bir artış göreceğiz. Şimdi şizofreni nedenini bilmiyoruz dememiz gibi, muhtemelen yirmi yıl sonra da kimse dönüp bu vakaların sebebi 20 yıl önce yaptığımız grip aşıları demeyecek.”(16)
Paradoksu görebiliyor musunuz? Bugün hala Türkiye’de doktorlar, jinekologlar ısrarla hamilelikte grip aşısını tavsiye ediyorlar. Grip aşısı olan hamile bireylerin ne kadarı bu durumdan haberdar? Haberdar olsalar bu aşıyı yaptırırlar mı?
Bir diğer yeterince araştırılmamış husus da aşılar ve bağırsak florası üzerindeki etkileri. Bugün bağırsak florasının vücut üzerindeki etkilerinin o kadar hayret verici olduğu saptandı ki “ikinci beyin” olarak da adlandırılıyor. Bağırsak floramız ile adeta simbiyotik bir ilişki içinde olduğumuz artık biliniyor. Bu yönüyle beden sağlığımız üzerinde bu kadar önemli bir yeri olan bağırsak floramız üzerinde aşıların ne gibi
etkileri olduğuna ilişkin araştırmalar yetersiz hatta yok. (3, 17, 18, 19, 20)
Bugün bilinenlerin ışığında aşıları geçtiğimiz yüzyılın antik tıp ekipmanlarından saymamamız için hiçbir neden yok. Ancak hala geniş tıp çevrelerinde taraftar buluyor ve destekleniyor oluşu bilimsel olduğuna dair bir kanıt oluşturmuyor.
4. Otizm Korelasyonu ve Araştırmalar
Aşılarla ilişkilendirilen kanser, MS, Alerjiler gibi diğer tüm hastalıkların yanında otizm için özel bir başlık açma ihtiyacı duydum. Çünkü çağımızda otizm, insanoğlunun karşılaştığı ve çözmekten aciz kaldığı problemlerinin en büyüğü desek yeridir. Aşağıdaki grafiği incelediğinizde buna hak vereceksiniz.
Tablo 5. CDC verilerine göre ABD de yıllara göre otizm prevalansı (21)
Bu grafikte yer almayan son verilere göre, en çok hastalık için en yaygın aşılamanın yapıldığı ABD’de, otizm prevelansı 68 çocukta 1’e kadar yükselmiştir. Neredeyse 100 çocuktan 2 si için bugün otistik teşhisi konulmaktadır. Grafiğin gittiği nokta üzerinde biraz düşünmeye davet ediyorum. Eğer birşeyler düzeltilmez ise bu grafiğin eğrisi ve basit bir matematik ile yakın bir gelecekte iki çocuktan biri otistik olabileceği ihtimalini öngörmemek imkansızdır. Görüleceği üzere çağımızın problemi ne menenjit, ne kızamık, ne de su çiçeğidir. Çağımızın hastalıkları, otizm, kanser, otoimmun hastalıklar gibi her biri aşı ile ilişkilendirilen karmaşık ve tedavisi imkansız (ya da çok zor) hastalıklardır.
Otizm’de durum bu, peki bunun aşı ile ilişkisi nedir?
Tablo 6. Yıllara göre Aşılama miktarları (Birleşik Krallık)
Tablo 5 yıllara göre İngiltere’de çocuklara yapılan aşı sayılarını gösteriyor. Her ne kadar veri İngiltere’ye ait olsa da ABD’de de durum pek farklı değil. Bekli daha fazla aşılama yapılıyor. Tablo 5 ile Tablo 6 arasındaki korelasyonu farketmemek imkansız olsa gerek. Bu noktada her korelasyon bağıntıyı gerektirmez itirazı gelecektir. Ancak otizmin ortaya çıkışı aşılardan hemen sonrasına denk geldiğini de belirtelim. Otizme dair ilk bildirimler 1941 de geliyor, civanın aşılarda kullanılmaya başlanıldığı tarihler ise 1933 civarı.(22)
Aşılardaki timoresal ile otizm ilişkisini irdelersek, otizmin genetik bir kaynağı olmadığını biliyoruz. Belli bir tarihten önce varlığı olmayan genetik bir hastalık diye birşey olması mümkün değil. Toksin hasarına genetik yatkınlıktan bahsedebiliriz ki sisteme yeni bir toksin verdiğinizde işte o zaman salgın oluşur. ABD’de otizmin tırmanışa geçtiği tarihlerde (1988) ise bu hastalığın tüm eyaletlerde yakın oranlarda artışa geçtiğini görürsünüz. Yani otizme yol açan toksinlerin tüm ABD’de eşit olarak dağıtılmış olması gereklidir. Ayrıca bu toksine hastaların 2 yaşından önce maruz kalmış olmaları gerekir. Ek olarak erkekleri daha fazla etkileyen bir toksin olması gerekir ki araştırmalar civanın erkekleri daha kötü etkilediğini ortaya koymuştur. Bu toksini tüm ABD’ye eşit olarak dağıtabileceğiniz tek mekanizma yaygın aşılamadır.(19)
Bir önceki paragrafta yer alan teorinin sahibi Dr. Boyd Haley gibi, otizm ile aşılar arasında bağlantı kuran birçok araştırmacı ve doktor var. Özellikle içerdiği civa (timoresal), ve Aluminyum gibi ağır metaller ve toksinlerin genetik yatkınlığı olan bireylerde sinir hasarına ve dahası beyin hasarına yol açtığı ve bununda şizofreni ve otizm gibi rahatsızlıklara yol açtığına dair ikna edici veriler var. Bunun yanısıra bu
ilişkinin var olmadığına dair yapılan ancak güvenilirliği tartışılan çalışmalar da var. Her halükarda bu ilişkinin varlığı ya da yokluğu henüz kesin olarak ispat edilebilmiş değildir. Ancak bu ilişkinin olduğuna dair çok kuvvetli deliller vardır.
Bilim henüz bizleri yeteri kadar aydınlatabilmiş ve aşıların üzerindeki kuvvetli ve haklı şüpheyi izale edebilmiş değil. Bu noktada ABD de aşılı popülasyon ile, aşısız popülasyon arasındaki otizm prevalansı kıyaslamasının CDC tarafından ısrarla halktan gizlenmesini de manalı buluyorum. Zaten bunu açıkladıkları anda yüzlerce milyar dolar değerindeki bir endüstrinin çöküşünü izliyor olurduk. Buna da birilerinin müsade etmediği (etmeyeceği) açık. CDC’nin otizm-aşı ilişkisini bildiklerini ve gerçeği gizlediklerini itiraf eden çalışanları olduğunu bunun hala ABD gündemini meşgul ettiğini, bu konuda çekilen belgesellerin bulunduğunu da kayda geçirmiş olalım.(9)
Ezcümle, çocuğunu korumakla yükümlü bir baba olarak, basit enfeksiyon hastalıklarından korumak gerekçesiyle aşıya müsade ederek çocuğumu otizm gibi kimsenin görmek istemediği yakın bir tehlikenin riski altına sokmayı kesinlikle doğru bulmuyorum. Tekrar ediyorum, bugün 68 çocuktan 1’ine otizm teşhisi konuyor. Bu noktada bir baba olarak Türk ve Dünya bilim insanlarına naçizane tavsiyem, mortaliteleri binde bir bile olmayan 1900’lü yılların hastalıklarını su çiçeği ve kızamığı bir kenara bırakıp, sahip oldukları kaynakları bu antik hastalıklara aşı üretebilmek için değil, nedeyse nesilleri tehdit eder bir boyuta yaklaşan otizm rahatsızlığının nedenlerini ve tedavisini bulmak için harcamaları yönünde olacaktır.
5. Aşıların Kontaminasyonu ve Retrovirüsler
Bu aşılarla ilgili belki de en karmaşık, çözümü en zor ve en tehlikeli sorundur. Zira insan fetüsü kültürü dna kalıntıları, retrovirüs kontaminantları bugün için aşıların içeriğinde üretim tekniklerinden dolayı ayrıştırılamaz durumda ve fazlasıyla bulunuyor.
Bunun tarihteki en bariz ve tehlikeli örneği opv aşılarındaki SV40 kontaminasyonu olmuştur. 1950 lerde birtakım maymun testis ve böbrek kültürlerinde üretilen OPV aşılarında SV40 kontaminasyonu tespit edilmiştir. SV40 üzerindeki araştırmalar devam ederken 1999 yılına gelindiğinde artık biliniyordu ki bu virüs insan bedeninde beyin, kemik hatta akciğer kanserine kadar birçok kanser türünün nedeniydi.(23) Yine 1999 tarihli bir araştırmanın sonuç bölümünde aynen şu ifadelere rastlıyorsunuz : “Araştırma sonucu elde edilen veriler, ABD’de kontamine polio aşısına maruz kalmış 98 milyon Amerikalı arasında kanserlerin artış olabileceğini düşündürmektedir. Daha detaylı araştırmalar gereklidir.”(17)
Onlarca yıl sonra, milyonlarca doz aşı ve zarar gören bireyler sonrası gelen bu itiraf, aşılar üzerinde derinlemesine ve uzun dönemli araştırmaların olmadığını önümüze açık bir şekilde koymaktadır. Bu haliyle halen, insan fetüsünden tutunda, hayvan dokularına kadar çeşitli organik kültürlerde üretilmekte (üretilmek zorunda) olan aşıların, gerek insan ve hayvan dna zincirleri, (ki bu çıplak dna zincirleri ve birtakım
proteinlerin kanserojen olduklarını gösteren araştırmalar mevcuttur. Birçok aşıda FDA nın onay verdiği miktarın üzerinde kalıntı dna bulunmaktadır) gerekse sv40 gibi virüsler gibi hangi kontaminantları içerdiği, bunların kısa ve daha da önemlisi uzun vadede insan sağlığı üzerindeki etkilerinin ne olduğu bilgisi olmadan çocuğumun bedenine bunlardan herhangi birini enjekte edebileceğinizi düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz demektir.
Diğer taraftan kontaminantlar kadar, aşıyla vücuda verilen aşı suşunun kendisinin de tehlikeli olduğunu araştırmalar ortaya koymuştur. Bazı bireylerde aşı yoluyla vücuda verilen virüsün vücuttan tam olarak temizlenemediğini (persistant), bu sebeple nasıl meydana geldiği bilinmeyen bazı kronik hastalıklara (MS, Chron hastalığı, otoskleroz, kronik aktif hepatit) da yol açabildiğinden bahsedilmektedir. Aşı için üretilmiş virüslerin persistansının vahşi (doğal) olan virüslere göre kat be kat fazla olması da arı kovanına çomak sokulduğunun bir başka göstergesidir. (24 25)
SONUÇ
1. Aşılar enfeksiyonlara karşı, iddia edildiği gibi yüzde yüz koruyucu değildir.
2. Aşıların koruyuculuğu zayıf, antikor bağımlı, ve kısıtlı süreler için geçerlidir.
3. Aşılar birçok doktorun öne sürdüğü gibi yüzde yüz güvenli değildir. İçerdiği toksinler, kontaminantlar ile kısa ve daha da önemlisi uzun vadede, bir kısmı aşının prospektüsünde de yazan onlarca hafif, orta ve ağır yan etkilere sahip olup, olası bir enfeksiyona karşı yapıldığı hatırda tutularak, bu haliyle tıbbın “önce zarar verme” ilkesiyle açıkça çakışmaktadır.
4. Otoimmün sistemin bilinmezlikleri açısından, özellikle 2 yaşından önce bu kadar yoğun dozda aşılama doğru değildir. Çoklu (hatta 5li) aşılamalar ile immün sistem aynı anda birçok ajan ile savaşmak durumunda bırakılması immün sistem üzerinde öngörülemeyen sapmalara neden olabilmektedir. Bu bir çocuğun hastalanma doğasına benzer bir durum değildir. Kabakulak çıkardığı esnada çiçeğe yakalanmış, aynı anda da tüberküloz geçiren bir bireye hayatınızda rastladınız mı? Tüm aşıların testleri ayrı ayrı yapıldığı halde 5’ini aynı anda minik bir bebeğe yapma lüksümüzün olduğunu, otoimmün sistemin beşiyle birlikte sağlıklı bir şekilde başa çıkabileceğini nereden çıkarıyoruz? Hiçbir hastalığına bir tedavi bulunamayan ama yine de oyuncak gibi oynanan bu otoimmün sistem benim çocuğum için hayati derecede önemlidir.
5. Aşı bilimi birey sağlığı için gerekli olabilir. Aşılar tamamen yasaklansın da demiyorum. Yüksek tıp bilimi karşısında naçizane fikrimin bir önemi olmadığının bilincinde olarak da olsa elde ettiğim veriler ışığında haddimi aşarak diyorum ki; Aşı ancak çok çok gerekli olduğu durumlarda, kemoterapi gibi zehirli tıbbi ekipmanlar gibi değerlendirilip, mütehassıs doktorlar tarafından özel olarak bireylere, aydınlatılmış rızaları alınarak tavsiye edilmeli, toplumsal aşılamadan ivedilikle vazgeçilmelidir. Bu bile aşıların tehlikeleri göz önüne alındığında yeterince tedbirli bir hareket sayılmayabilir. Bunlar yapıldığında, birçoğunun tedavisi olan enfeksiyon hastalıklarını eradike etmeye çalışmayı bir tarafa bırakıp, belki birkaç nesil sonra (aşı kontaminantları ve toksinleri elimine olduktan sonra) kanser, otizm, MS, Gullian Barre sendromu vb onlarca tedavisi olmayan hastalığın eradikasyonundan! söz etmeye başlayabiliriz.
Satırlarıma alanının en yetkin isimlerinden Profesör Dr. Alişan Yıldıran Bey’in görüşlerine tekrar yer vererek son veriyorum.
“Tecrübeli bir çocuk hekimi olarak çocukluk çağı hastalıklarının lüzumundan fazla abartıldığı kanaatindeyim. Buna en iyi misal su çiçeğidir. Aşısı ülkemizde son bir kaç senedir uygulanmakta olan bu hastalığı ve hastalığı geçirip hayat boyu bağışıklık kazanması için su çiçeği partisi düzenlendiğini bilmeyen yoktur sanırım. Bu hastalığın en mühim komplikasyonu zatürrie ve ensefalit (beyin iltihabı) olup, çok çok nadir görülmektedir. Görüldüğü kişilerde primer immün yetmezlik olduğu kesin gibidir. Bu hastalığın aşısı canlı virüs ihtiva ettiği için bu çocuklarda aşı da ölümcül olabilir.
Çocuk felci (Polio) ile ilgili olarak 1970’li yıllarda beri dünyada sadece aşıya bağlı (ağızdan verilen aşı canlı virüs ihtiva eder) polio ve nonflask paralizi vakaları görülmektedir. Arama motorlarında ve pubmedde vaccine-induced polio kelimeleri ile taramanız yeterlidir.
Şu anda var olan hiç bir aşı yüzde 100 etkili ve güvenli değildir, her aşı bir immünolojik deneydir, tabii olmayan bir immün cevap oluşturduğu için kısa veya uzun, çok uzun vadeli yan etkiler oluşturabilir. İmmünoloji-alerji bilim dalının gelişmesini sağlayan, alerji ve anafilaksi gibi son derece önemli olguları literatüre kazandıran olgu, aşılardır. Aşılardan önce böyle olaylar yoktu. Bu sebeple anafilaksiden ölen her insan, aslında aşı kurbanıdır. Güncel aşılar immün sistemin aşırı uyarılması ve destabilizasyonuna ve böylece otoimmün hastalıklara yol açabilmektedir.” (3)
Yukarıda görüşlerine yer verdiğim uzmanların görüşlerinin, ve bilimsel verilerin ışığında aşıları aşırı derecede tehlikeli bulduğumdan ve bir baba olarak önceliğimin çocuklarımın sağlığını korumak olduğunun bilincinde olarak çocuklarımı aşılatmayı reddettiğimi ve yaygın aşılama için sağlık birimlerinin tarafımızla temasa geçmesinin gerekli olmadığını bildiririm.
Saygılarımla,
13.06.2016
Muhammed A. Peker
Kaynaklar:
1 http://ahmetrasimkucukusta.com/2015/07/08/misafir-yazar/hepatit-b-asisi-ne-zaman-kimlere-yapilmali/
2 http://www.istanbulsaglik.gov.tr/w/sb/bh/asilarbulasici.asp
3 http://www.asm.gov.tr/AsiTakvimi.smt
4 http://www.radikal.com.tr/hayat/asiyla-otizm-arasinda-bilimsel-bir-iliski-yok-1397353/
5 https://lilliputian.me/2012/10/asi-efsanesi-soylence-2-ve-3-asilar-hastaliktan-korur-bugun-abdde-bulasici-hastaliklar-azgoruluyorsa-eger-bu-asilar-sayesindedir/
6 http://drsuzanne.net/dr-suzanne-humphries-vaccines-vaccination
7 http://drsuzanne.net/wp-content/uploads/2012/07/Smoke-Mirrors-and-the-%E2%80%9CDisappearance%E2%80%9D-OfPolio-_-International-Medical-Council.pdf
8 http://www.ilacprospektusu.com/ilac/203/polio-sabin-tek-ve-cok-dozlu-ambalajlarda-kullanima-sunulmustur
9 http://ahmetrasimkucukusta.com/2015/10/09/yazilar/tip-yazilari/grip-tip-yazilari-yazilar/bu-sene-herkese-grip-asisiolmalarini-tavsiye-ediyorum/
10 http://www.ilacprospektusu.com/ilac/78/fluarix-tek-doz-grip-asi-1-enjektor
11 http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2011/02/22/AR2011022206008.html
12 https://lilliputian.me/ebeveyn-asi-kilavuzu/
13 http://ahmetrasimkucukusta.com/2015/07/20/yazilar/tip-yazilari/enfeksiyonlar/asilarin-otizme-yol-actigini-sakladik/
14 Shoenfeld Y, Agmon-Levin N. ‘ASIA’ – autoimmune/inflammatory syndrome induced by adjuvants. J Autoimmun 2011, 36:
4-8.
15 http://ahmetrasimkucukusta.com/2015/07/04/misafir-yazar/cocuklara-hangi-asilar-neden-yapilmali-hangileri-nedenyapilmamali/
16 https://www.youtube.com/watch?v=7QBcMYqlaDs&app=desktop
17 http://ahmetrasimkucukusta.com/2014/11/06/etibba-diyor-ki/bagirsak-beyinden-daha-onemli/
18 http://ahmetrasimkucukusta.com/2013/06/25/yazilar/tip-yazilari/bagirsak-mikrobiyotasi/artik-ikinci-bir-beynimiz-var/
19Round JL, Mazmanian SK. The gut microbiota shapes intestinal immune responses during health and disease. Nat Rev
Immunol 2009, 9: 313-23.
20 Ferreira RB, Antunes LC, Finlay BB. Should the human microbiome be considered when developing vaccines? PLoS
Pathog. 2010 Nov 18;6(11):e1001190. 10. Keles S, Artac H, Kara R, Gokturk B, Ozen A, Reisli I. Transient
hypogammaglobulinemia and unclassified hypogammaglobulinemia: ‘similarities and differences’. Pediatr Allergy Immunol
2010, 21(5): 843-51.
21 http://www.cdc.gov/media/releases/2014/p0327-autism-spectrum-disorder.html
22 https://www.youtube.com/watch?v=zQR3qLSq55w
23 http://www.sv40foundation.org/CPV-link.html
24 http://ahmetrasimkucukusta.com/2014/05/18/misafir-yazar/kizamik-virusu-bagisiklik-sistemini-nasil-etkiler/
25 Griffin DE, Lin WH, Pan CH. Measles virus, immune control, and persistence. FEMS Microbiol Rev. 2012 May;36(3):649-62.
Muhammed Bey ve ailesini kısaca tanıyalım.
İstanbul’da ikamet etmekteler. Kendisi 34 yaşında bir uçak teknisyeni. Eşi yüksek lisans (iktisat) mezunu olmasına rağmen çocuklarını yetiştirmek adına fedakarlıkta bulunarak ev hanımlığını tercih etmiş bir anne. İki çocukları var. Oğulları 5 yaşında. Doktorlarının ısrarı, kendi ifadeleri ile cehalet ve tecrübesizliklerinin neticesi sezaryen ile doğan oğulları 2 yaşına kadarki tüm aşılarını olmuş durumda. Kızları ise 20 aylık. Hemen tüm doktorların itirazına rağmen SSVD uzmanı Dr. Ebru Akbay hanım sayesinde normal doğumla dünyaya gelmiş bir bebek ve K vitamini enjeksiyonu ile Hep B dahil hiçbir aşıyı olmamış bugüne kadar.
Oğulları kendi ifadelerine göre yine cehaletleri ve tıp doktoru kurbanı olarak gribal enfeksiyon nedenli bir kere antibiyotik kullanıyor. Sonrasinda anal fissur yaşıyor. 6 ay kadar takip neticesi tam ameliyat günü beklerken kendiliğinden geçiyor. Böylelikle aylar sürecek antibiyotik tedavisini de yanında getirecek bu ameliyettan kurtulmuş oluyorlar. 1 yaşlarında iken bir doktor tarafından astım bronşit teşhisi konulup 6 aylık ilaç tedavisine başlanacak denilince ailenin kendi ifadeleri ile “sigortalar atıyor.”
Özel doktor arayışına giriyorlar ve bulduklarında da kendilerine oğullarının rutin öksürük olduğunu ve bir haftaya geçeceğini söylüyor. Ve geçiyor da. Sıfır ilaçla iyileştiyor oğulları. O günden bugüne ise hiç ilaç kullanmıyor. Kızlarının da zaten ne asi ne de ilaç kullanmadığını öğreniyoruz kendilerinden.
Eşi sezaryen olmanın vicdan azabını hiç içinden atamayan bir anne ve bütün bu yaşanılanlar neticesinde de doktorlara ve onların anlattıklarına genel olarak güvenlerini yitiriyorlar aile olarak. Sistemin hazır paket halinde sunduğu herşey hakkında şüphe duymaya ve araştırmaya başlıyorlar. Çocuk sağlığı, beslenme, doğal doğum ve sonunda da aşılar. Şu anda ise Okulsuz Eğitim konusunda araştırmalarını sürdürüyorlar diye öğreniyoruz.
Muhammed Bey’in şu deneyimlerini ise birebir kendi ifadeleri ile aktarmak istiyoruz:
“İşte böyle. İnsanlar bu işin kolay olduğunu sanıyor, hele sağlıkçılar. Alay eder gibi bakıyorlar. İki arkadaşım var doktor Üniversite yıllarından tanıdığım. Saatlerce anlattığım halde ikisi de aynen şu cümleyi kurdular “ben tıp doktoru olarak aşıları tavsiye ediyorum” öne sürdüğüm argümanların hiçbirine karşı bile çıkmaya gerek duymadan. Oysa bu iş öyle kolay değil. Ben 5 yıl okudum uçak teknisyenliği yapabilmek adına. Oysa meslegimin 11. Yılında görüyorum ki okulda öğrendiklerim mesleğimi icra ederken öğrendiklerimin yanında yüzde 1’i bile değil. Sen tıp okulunda ne kadar immunoloji ye eğilmiş olabilirsin ki. Ben neredeyse iki senedir bu işi araştırıyorum. Neyse, doktorlara fakültede ne hapı iciriyorlarsa çoğu duyma yetisini kaybediyor onları bırakalım.
Eşim kızıma hamile iken başladı araştırmalarım. Halen devam ediyor. Uzunca bir süre kararsız kaldım. Kolay değil, doktorun ağzından çıkan hep aynı, ya çocuğun ölür veya sakat kalırsa ne olacak. Her anne babanın elini kolunu böyle bağlıyorlar. Yabancı doktorları da sürekli izliyordum ama sonuçta elle tutamadığınız insanlar yüzde yüz güvenemiyorsunuz. Sonrasinda Alişan Yıldıran beye rastgeldim. Her yazısını defalarca okudum. Allah kendisinden binlerce defa razı olsun. Artık rahat rahat kararımızı vermiştik. Eşim de zaten annelik içgüdüsüyle mi nedir, hiçbir arastirmamiz yokken bile oğlumun aşılarını istememişti.
Sonra bu gruba [AŞI TIBBİ ve HUKUKİ BİR ZORUNLULUK DEĞİLDİR] üye oldum. Buradaki insanlara elimden geldiğince yardım edeyim derken birçok şey daha öğrendim. Aklımda en ufak bir şüphe kalmadı çok şükür. Artık okul çağına gelen oğlum için eğitim derdine düştük. Bakalım o işle nasıl başa çıkacağız.”
Muhammed Bey, eşi ve çocuklarına bir ömür boyu sağlık, huzur ve mutluluk dileklerimiz ile birlikte teşekkürlerimizi iletiyoruz.