Polio Aşılarının Kanser Virüsü SV40 ile Kontaminasyonu

Polio Aşılarının Kanser Virüsü SV40 ile Kontaminasyonu

Aşı tarihinin gelmiş geçmiş en ünlü ve nüfuz sahibi bilimadamlarından, Merck firması için kızamık, kabakulak ve kızamıkçık aşılarının geliştirilmesinde rol almış Dr. Maurice Hilleman‘ın verdiği görüntülü bir röportajda başta polio aşısı olmak üzere diğer pekçok aşıda (örn. Sarı Humma aşısındaki lösemi virüsü gibi) ve dönemin polio aşılarında SV40, AIDS ve kanser virüslerinin cirit attığını itirafını izleyin:
Dr Hilleman bu açıklamaları yaparken meslektaşları kahkahaya boğuluyor, belli ki aşılardaki bu ölümcül kontaminasyonu fazlasıyla komik buluyorlar. Polio aşısındaki SV40 virüsünü (ve tabii 40. numaraya geliceye kadar diğer 39 ayrı virüsü) kendi aralarında tartışırken Hilleman’ın meslektaşları, o dönem Sabin’in bu aşısının [SV40 virüsü ile kontamine olduğu bilinmesine rağmen!!] saha çalışması deneyleri Rusya’da yapılmakta olduğundan, “tümörle dolu” Rus atletlere karşı Amerika’nın Olimpiyatları kazanma şansının artmış olacağını(!) söyleyip eğleniyorlar! Bu aşıların kansere yol açacağını biliyorlar! SV40 ile enfekte ettikleri deney farelerinden 2-3 hafta içinde tümör fışkırıyor.

Bu bildirimler öyle komplo teorisi filan değil, bizzat Merck’ün en yetkin aşı bilimadamlarından birinin sözleri. Bu söyleşinin yapıldığı dönemde öyle internet filan yok, bu videonun dolaşıma gireceğini belli ki aklına bile getirmemiş Hilleman. Bunun bilim camiası içinde bir sır olarak kalacağını düşünüyordu herhalde. Bu olayın basına niye yansımadığı kendisine sorulduğunda ise Hilleman, buna “Eh, herhalde gidip bunu anons edecek haliniz yok, bu bilim camiası içinde kalması gereken bilimsel bir mevzu”(!) yanıtını veriyor.

Buradan aşılar üzerinde çalışan bilimadamlarının bu denli önemli bir sorunda bile meslektaşları bilimadamlarını (bu durumda, Sabin) nasıl koruduğunu görebiliyoruz. Tüm kirli sırlar kendi sessizlik çemberlerinin dışına çıkmıyor, aşılarındaki kontaminasyonla ilgili gerçeği halka(!) açıklama gereği duymuyorlar.

Açılışta çok enteresan, Ebola’nın atası olan virüsün de yıllar evvel bir aşı üretim tesisinde salgına yol açtığından bahsediyor.

İzleyiniz.

Sizin Çocuğunuz da Aşı Malulü, Tıpkı Benimki Gibi

Sizin Çocuğunuz da Aşı Malulü, Tıpkı Benimki Gibi

Robyn ve oğlu

Robyn ve oğlu

Aşı konusunda düşünüp taşınma işi bebeğin doğumuna bırakıldığı takdirde oluşacak aşı maluliyetini fark etmek sizin için neredeyse imkansız olacak.  Aşılar çocuğunuzu vurduğunda yorgunluktan ölüyor olacaksınız.  Minik detaylardan gözünüzü alıp da resmin bütününü görecek haliniz olmayacak.  Beliren semptomlara yara bandı yapıştırmakla meşgul olduğunuzdan ortadaki sendromu göremeyeceksiniz bile.  Size hassas, biraz fazla ilgi isteyen bir bebeğiniz olduğu söylenecek belki ve bebeğinizin bu hassasiyeti kendini kolik, reflü, baş vurma, gıda alerjileri veya ciltte temas gören yerde oluşan kızarıklıklar şeklinde gösterecek.  Size ‘aa bunların hepsi normal şeyler canım’ denecek ki aslında yalan da değil, bugünlerde “normal” addedilen şeylere bakacak olursak…  Şimdi etrafta bu belirtileri gördüğüm bebek olduğunda müdahale etmeye çalışıyorum.  Anne-babalarına bu hassasiyetlerin doktorlarının kendilerine söylediğinden çok daha derin anlamları olduğunu anlatmaya çalışıyorum.  Bu insanların ne olup bittiğini anlayamayacak denli bir koşuşturmaca içinde olduğunu biliyorum.

Oğlum dünyaya geldiğinde diğer pekçok kişi gibi biz de bebek odasının rengine aşılardan daha fazla kafa yormuştuk itiraf etmek gerekirse.  Ondan herhalde bir 10 sene önce tek bir kişi biliyordum çocuğunu aşılatmayan, o da bana “çocuklarımızın vücuduna o iğrenç şeyleri sokmuyoruz biz” demişti.  Ürkmüştüm açıkçası adamdan.  Bana komplo teorileriyle uğraşan biri gibi gelmişti.  Asla onun yaptığını yapmayacaktım.

Çocuğumuzun hayata gelişinin üçüncü gününde, hastaneden çıkmadan hemen önce Hepatit B aşısı ile ilgili evrak getirildi önümüze.  Biyoloji üzerine yüksek lisansım var ama Hep B nedir bilmiyorum o dönem.  Okuduğum çocuk yetiştirme kitaplarından hiçbirinde, verilen ağrı kesicilerden kafamın iyi olduğu bir anda hiçbir fikrimin olmadığı bir konuda benden karar vermemin isteneceği yazmıyordu ki.  Eğer bilmiyorsanız, Hepatit B enfekte kişinin kanından kirli iğne paylaşımıyla da bulaşabilecek esas itibariyle zührevi bir hastalık.  Çocukların oyun bahçelerinden, hapşırıktan veya içtikleri sudan Hepatit B kapma olasılıkları yok yani.  Çocuk cinsel ilişkiye girme yaşına geldiğinde doğumunda vurdukları aşının etkisi çoktan geçip gitmiş olacak.  Anne Hep-B pozitifse, gebelik döneminde yapılan tahlillerde bu mutlaka ortaya çıkar, anne durumunu öğrenir zaten.  Öyleyse hastanelerde yenidoğanların hepsine birden niye vuruluyor bu aşı?  Yapabiliyorlar da ondan.  Çünkü kimse kendilerine “Hayır.” demiyor da ondan.  Bu kadar basit işte.

Hepimiz doktorumuza güvenmek isteriz.  Kimse CDC veya Amerikan Pediyatri Birliği’nin çocuklarımızın yararına çalışmadığına inanmak istemez.  Kimse geriye dönüp baktığında bebeğine kendi eliyle zarar vermiş olduğunu görmek istemez.  Kimse çocuğununun doktoruyla anlaşmazlığa düşmek istemez.  Kimse eşiyle bu yüzden mücadele halinde olmak da istemez.

O gün Hep-B aşısının yapılmasına izin verdik.  Kendi kendimize, “Çok mühim bir şey olmalı yoksa böyle sayfa sayfa muvafakatname evrağıyla gelmezlerdi,” diye de düşündük ama yine de imzayı attık.  O akşam bebeğimizi alıp eve çıktık ve histerik şekilde ağlayıp duran bu bebeği yeniden karnıma sokmanın bir yolu olsa keşke diye diye sabahı ettik.  İki olayı birbirine hiç bağlamadık bile.  Dedim ya, doğum sonrasının yoğunluğunda kendimizi kaybetmiştik bir kere…

Bir hafta sonra durumumuz hala içler acısıydı.  Eşim bana yardımcı olmak için işten fırlayıp doğru eve geliyordu.  Ben hala üstümde pijamalar, kusmuk ve mememden sızmış sütle üstüm başım batmış halde öylece oturuyor oluyordum.  Bebeğimiz ağlıyordu.  Ben ağlıyordum.  Ne bir şey yemiş, ne dişimi fırçalamış ne de iki çamaşır katlamış oluyordum.  İki haftalıkken oğlumuza “klasik kolik” teşhisi konuldu ve sonraki beş ay boyunca da geçmedi kolik.  Çevremizdekilerin gördüğü en ağır kolik vakasını yaşıyorduk.  Evliliğimizi kurtarmak adına çareyi antispazmodik bir ilaç vermekte bulduk.

2. ay aşılarından bir gün önce

2. ay aşılarından bir gün önce

Dokuz haftalık olduğunda ağlak bebeğimi alıp 2. ay kontrolüne götürdüm ve üstüme yine birtakım evraklarla geldiler.  Bu kontrollerde ne olup biteceğine ilişkin pek bir bilgim yoktu, hazırlıksızdım.  “Burayı, burayı ve burayı imzalayın. Aşılarını olması lazım.”  Üç enjeksiyon ve iki de ağızdan damlaydı aşıları, yedi hastalık için veriyorlardı. “Bir zararı olmaz, eminsiniz değil mi? Niye bu kadar çoklar?”  Soru sormanızı istemiyorlar.  Sorularınıza verecek bir cevapları yok.  Aşı prospektüsünde birtakım yan etki listeleri var, ancak bunu size göstermiyorlar.  Acele ettiriliyorsunuz, oldu bittiye getiriliyor her şey.

Doğum sonrasında en hassas ve zorlu zamanınızda annelik içgüdülerinizden tamamen arındırmaya çalışıyorlar sizi.

Doğum sonrası anksiyetem tavana vurmuş haldeydim o ara.  Eski benden eser kalmamış, uykusuzum, ruh gibi dolaşıyorum.  Acılar içinde kıvranan bir bebeğin saatlerce bitmek bilmeyen ağlayışları, haykırışlarıyla geçiyor günler. Başka hiçbir şey düşünemeyecek haldeyim.

Aşıları ben emzirirken vurmaları mümkün mü diye soracak oldum, reddedildim.  İmzaları verdim ve aşıları vurdular.  20 dakika geçmeden öyle derin bir uykuya daldı ki uyandırmak mümkün değil.  Bizim kolikli oğlan etrafta bunca gürültü, insan varken öyle kolay kolay uyuyacak bir bebek hiç değil.  Daha araba koltuğuna koyar koymaz uyuduğu görülmüş şey değil.  Eşimi arayıp ters bir şeyler var diyorum. Eve geliyoruz, arabadan alıp beşiğine koyuyorum, hala uyanmıyor.  O beşikte ben başında saatlerce uyudu öyle, daha önce hiç olmamıştı bu.

En sonunda uyandığında öyle bir çığlık çığlığa ağlamaya başladı ki ne öncesinde ne de sonrasında böyle bir ağlama duymuşluğum yok.

Elimde telefon odasına dalıp hemşireye ağlayışını dinlettiğimi hatırlıyorum.  Bana ısrarla bu histerinin “enjeksiyon yerindeki acı/sızı”dan olduğunu ve biraz daha Tylenol vermem gerektiğini söylüyor. İnanmıyorum dediğine.  Çıkarken elime tutuşturdukları notta çığlık şeklinde ağlama olursa sağlık merkezini derhal aramam gerektiği yazıyor, ama aradığımda bana bunun normal olduğu söyleniyor?!

Kucağa alınmak istemiyor. Ona dokunumamı istemiyor.  15 dakika boyunca kulakları yırtan çığlık çığlığa ağlamadan sonra emzirip yeniden uyutabiliyorum.  Sadece bir karış ötesinde oturmuş uyumasını seyrederken ikinci kez uyanıyor.  Kollarının kaskatı havaya fırlayıp da çığlık çığlığa ağlamaya başlayışını ömrüm oldukça unutmayacağım.  Gözleri sımsıkı yumulu, bütün enerjisini o mini minnacık bedeninden o korkunç sesleri çıkarmaya harcıyor gibi.  Bana bakmıyor.  Benim orada olduğumun bile farkında değil.  Yeniden uyuya kalıyor, çığlıklar susuyor.

Bütün geceyi ta 2 ay önce yapmış olmam gereken araştırmayı yapmakla geçiriyorum.  Attığı çığlığa “cry-encephalitis” yani ensefalit ağlaması deniyormuş, aynı zamanda DTaB çığlığı olarak da bilinirmiş.  Beyin iltihaplanması bu.  Tamı tamına beyinde aşıya bağlı oluşan alerjik bir reaksiyon.  Nadir görülen bir şey de değil.  Tutup acile götürsem bir EEG ile belgelenecek bir şey hem de.  Oysa bana pediyatristimizin ofisi tarafından yalan söylendiği için olay geçmiş, belgeleme şansı yitirilmiş oluyor.

İşte bu olay bizim için aşı dosyasının kapanmasına giden yolun başlangıcı oldu.

Çocukların sinir sistemi yollarını kaplayan miyelin kılıfları henüz oluşmamış olduğundan bütün bu virüsler, alüminyum, cıva, formaldehid, MSG ve hayvan DNA’sının bombardımanına karşı korunmasızlar.  Miyelin kılıfı olmayan sinirler hasar gördüğünde buna otizm diyoruz.  Asperger’s diyoruz.  Epilepsi diyoruz.  Astım diyoruz.  Kafa yaralanmalarında miyelin kılıfına gelecek zararın fiziksel ve zihinsel olarak özür oluşturucu boyutta olabileceği literatürde gayet iyi dokümente edilmiş ve anaakım medya tarafından da kabul edilmiş bir gerçek.  Ancak iş otizme gelince bağıntı görmezden geliniyor.

Samimi söylüyorum çocuğumu aşılatmamayı düşündükçe mideme ağrılar giriyordu o dönem. Sürekli fikir değiştirip durdum. Tamam dedim, bir sonraki aşı turunda gider acilin otoparkında bekleriz herhangi bir şey olursa diye.  Sonra dedim bu nasıl bir deliliktir, hangi anne çocuğunu acilllik etme ihtimali olan bir şeyin yapılmasına göz yumar?  4. ay kontrolüne bir gün kala ancak kendimde doktoruna bir yaşına gelinceye dek aşıları ertelemeye karar verdiğimizi söyleme cesaretini bulabiliyorum. Doktor kararı öyle iyi karşılıyor ki bunca vesveseyi boşuna yapmışım diye düşünüyorum.

Bu arada bebeğimizde geçmeyen egzema peyda oluyor.  4. ayda daha ilk kez ağzına koyduğu bir kaşık muzdan vücudu tepeden tırnağa kızarıklıklarla kaplanıyor.  Ek gıdaya geçmek için 2 ay daha bekleyelim diyoruz.  6. ayda yediği tatlı patatesten yüzünde temas kızarıklığı oluşuyor bu defa.  Doktoru sıkıştırıyorum, nedenini bulun bana diyorum ve kan tahlili sonuçları yerfıstığına alerji gösteriyor.

6 ay emmiş oğlumun ölümcül bir fıstık alerjisi var.  Bağlantı filan görmüyorum.  Hiçbir şey göremeyecek kadar derde batmıştım artık.

12. ayda bize “CDC takvimi bağnazı” olmadığına dair sözler vermiş çocuk doktorumuz aşılara başlamayacağımız için bizi kovuveriyor.  “Çocuğunuzu aşılamıyor olmak beni strese sokuyor” diyor bize.  Bebeğim kucağımda, ona korku ve endişelerimizden bahsetmeye çalışıyorum, on ay önce yaşadıklarımızın ne denli korkunç olduğunu anlatıyorum.  Ona bu defa acillik olmaktan korktuğumuzu söylüyorum.  Karşılığında aşağılanıyorum.  Meğersem tüm ekibine o gün kliniğiyle ilişiğimizin kesileceğine dair bilgi geçmiş bile.  Gözyaşları içinde ayrılıyorum oradan.  Aylarca keşke bunları da söyleseydim doktora diye aklımda kurup duruyorum.

O günden sonra bir daha aşı yaptırmıyoruz.  Karardan dolayı kendimize güvenmemiz ise zaman alıyor.  İkimiz de o ara ne yaptığımızı tam bilmesek de ve aslında korkudan ölsek de eşim aşı yaptırmama konusunda bana yine de destek çıkıyor.

Bugün, 4 yaşında

Bugün, 4 yaşında

13. ayda oğlumuz bir doğumgününde ısırık aldığı köftedeki cevizden kurdeşen döküyor.  16. ayda artık canımıza tak ediyor ve 600 dolarlık deri testi için alerji uzmanına gidiyoruz.  Buğday, yumurta, kavun, kedi, kanaryaotu, çimen, hertürlü ağaç yemişine alerjinin yanısıra yerfıstığına ölümcül alerjisi çıkıyor.  Sonra sonra mısır veya patates de yiyemediğini öğreniyoruz ve bügün bile hala muz yiyemiyor.  Bebeğimin bir düzine alerjisi çıkıyor.

Nasıl besleyeceğimi yeni baştan öğrenmek zorunda kalıyorum çocuğumu.  Diyetinden sorunlu gıdaları çıkara çıkara sonunda organik Paleo/Taş Devri diyeti uygular oluyoruz ve hatta altı ay sonra eşimle ben de aynı diyete geçiyoruz.

Çocuğuma 16 aylıkken bir dolu alerji teşhisi konuluyor ve ben hala bunun aşılardan gördüğü zararla ilişkisini göremiyorum, düşünün.  Tam manasıyla şaşkına dönmüşüm artık.  Alerji uzmanına sorunların neden kaynaklandığını soruyorum ve bana verdiği cevap: “Az aşı olmaktan. Yiyecekleri vücudumuz saldırıya geçmeden yiyebilmemiz için immün sistemimizi aşılarla uyarmamız, çalışmaya zorlamamız lazım.”

Böylesi temelden yoksun bir şeye inandığımdan değil, ancak dedim ya, o zaman semptomlara yara bandı yapıştırmaktan sendromu göremeyecek durumdayım. Malum aşı hadisesinden neredeyse 2 yıl sonra, The Greater Good adlı belgesel yayımlanıyor ve kafamdan aşağı kaynar sular boşalıyor.  Her şey yerli yerine oturuyor bir anda.  Kolik, ensefalit ağlaması, kızarıklıklar, mast hücresi sorunları, aşırı tepki veren immün sistem…

Şimdi, hassas çocuğumuzu aşılatmaya devam etseydik onu zorla nasıl bir yola sokmuş olacağımızdan en ufak şüphemiz bile yok.  Kalben biliyorum, oğlum aşıları kaldırabilen bir çocuk değil ve şayet devam etseydik bugün otizmliydi.  Bütün işaretler mevcuttu çünkü.  İstatistiksel olarak DNA’sının yarısını paylaştığı ikinci çocuğum bambaşka, kesinlikle böyle değil.  Kızımın vücuduna iğne değmiş değil.  Her şeyi yiyebiliyor.  Temas kızarıklıkları yok.  Hiç koliği olmadı.  Egzeması yok.

En çok ağırıma gidense şu yalnız: En hararetli aşı savunucularına bakıyorsunuz.  Bunlar sosyal paylaşım alanlarında başımın etini yiyip, bana çocuğumu aşılatmadığım için ne denli kötü bir ebeveyn olduğumu söyleyip duran diğer anne-babalar.  Fakat aylar sonra, belki yıllar sonra ve illa ki özelden ne öğreniyorum dersiniz?

Çocuklarının gıda alerjileri var.  Çocuklarında öğrenme özrü var.  Çocukları DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu) için ilaç alıyor.  Çocukları ağır astımlı.  Çocukları otizm spektrumunda.

Özelde tüm bu sorunları yaşarken nasıl oluyor da sosyal paylaşım alanlarında uluorta çıkıp “Biz tüm aşılarını yaptırdık ve hiç sorun yaşamadık çok şükür!” diyebiliyorlar?

Yeni çağın normaline hoş geldiniz.  Çocuğunuz sağlıklı filan değil.  Çocuğunuz aşı malulü—tıpkı benimki gibi.

 

Robyn biyoloji üzerine yüksek lisans sahibi, deneyimli bir laboratuvar teknisyeni. Önceleri The Robyn Nest adlı halka açık blogunda yazarken güvenlik nedenlerinden dolayı blogunu gizliye almış bulunuyor. Ne yazık ki gerçeği paylaşan anneler baskıya uğruyor günümüzde.

Kendisinin aşılar ve fıstık alerjileri bağıntısı üzerine yazılmış kitaplardan derlediği bilgileri paylaştığı makalesi için buraya bakabilirsiniz.

Aşılar Otizme Yol Açmaz

Aşılar Otizme Yol Açmaz

Tamam pes!
Aşılar otizme filan yol açmıyor.

Otizm dediğimiz şey davranışa bakılıp konulan bir tanı. “Otizm” tanısı alabilmesi için çocuğun belli birtakım davranışları belli bir yaş aralığında göstermesi lazım. Yok, göstermiyorsa bu davranışları o zaman “otizm” tanısı almıyor.

Bu “otizm” denilen şey öyle herhangi bir kan tahlilinden filan anlaşılmıyor.
“Otizm”i laboratuvar analiziyle teyit filan ettiremiyorsunuz veya olmadığını gösteremiyorsunuz. Tamamen davranış kriterlerine göre verilen bir teşhis bu.
O yüzden de, fizyolojik hasara neden olan hiçbir şeyin doğrudan otizme “yol açtığı” söylenemez.

Bu da demektir ki… aşılar “otizm” “yapamaz”.

Aşılar başka şeylere yol açar ama.
Aşılar havale ve nöbete yol açar.
Aşılar ensefalite (beyin iltihabına) yol açar.
Aşılar immün sistem yetmezliğine yol açar.
Aşılar gastro-entestenal (mide-bağırsak) sorunlara yol açar.

Ensefalit ruh halinde dalgalanmalara yol açar.
Ensefalit aşırı ağrı ve acıya neden olur.
Ensefalit dikkat dağınıklığı ve dürtüsel davranış, yani düşüncesizce, kontrolsüz hareket etme eğilimi yaratır.

Ensefalit agresyon, yani saldırganlık yapar.
Ensefalit denge problemlerine yol açar ve kişinin çevresiyle ilişki kurabilmesine engel olur.

Nöbet ruh hali değişikliği yapar.
Nöbet dikkat dağınıklığı ve impulsif/düşünmeden davranışa yol açar.
Nöbet şuurda gelgitlere yol açar.

İmmün sistem yetmezlikleri çocukların daha sık bakteriyel enfeksiyon geçirmesine sebep olur. Nedir bunlardan bazıları? Diyelim kulak enfeksiyonları, üst solunum yolları enfeksiyonları, sinüzit ve streptokok enfeksiyonlar…
İmmün sistem yetmezlikleri çocukların daha sık viral enfeksiyon geçirmesine sebep olur. Nedir bunlardan bazıları? Diyelim stomatit (ağız iltihabı), “sebebi bilinmeyen ateşlenmeler”, “viral döküntüler/kabarıkçık ve kızartılar”, ürtiker, konjunktivit ile kusma ve ishale neden olan gastroentestenal virüsler…
İmmün sistem yetmezlikleri çocukların “ortalıkta her ne dolaşıyorsa” kapmasına ve yaşıtlarına oranla daha zor atlatmasına neden olur.

Aşı kaynaklı gastro-entestenal hasar ishal yapar.
Aşı kaynaklı gastro-entestenal hasar mide bulantısı, reflü, kusma yaptığı gibi son zamanlarda yeni keşfedilen bir “hastalık”, Mide Özofagus Reflü – GERD– Hastalığına yol açar.
Aşı kaynaklı gastro-entestenal hasar virüs ve bakterilere karşı bünyenin dayanıklılığını kırar, bu da daha fazla antibiyotik kullanımı anlamına gelir, ki bu da patojenik maya ve mantarların aşırı çoğalmasına neden olur.

Patojenik mantarlar aşırı çoğaldığında bağısaklarda hiper-geçirgenlik oluşturur, yani “sızıntılı bağırsak sendromu” başlar.
Patojenik mantarlar aşırı çoğaldığında çocuk kabız olur.
Patojenik mantarlar aşırı çoğaldığında gıda alerjileri başlar.
Patojenik mantarlar aşırı çoğaldığında ciltte kızarıklık ve döküntüler başlar, “sarhoş gibi aptalca davranış”lar ortaya çıkar, dikkatini toplayamama ve aklına eseni yapma eğilimine girer çocuk ve elbette ekmeğe, şekere, dondurmaya, süte ve karbonhidratlara (hamur işlerine) aşırı düşkünlük baş gösterir.

Teknik olarak bakınız aşılar otizme yol açmadı, çünkü teknik olarak otizm diye bir şey yok zaten.
Aşılar, hepsi biraraya gelerek “otizm” teşhisiyle sonuçlanacak davranış belirtilerini ortaya çıkaran tüm bu ağrı sızı, nörolojik hasar, immün sistem bozuklukları, gastro-entestenal hasar ve maya/mantar çoğalımına yol açan fiziksel sorunların yolunu döşedi sadece.

GB

 

Aşının yarattığı hasarın en belirgin olanı gastro-entestenal hasardır.
Daha önce hiçbir şikayeti olmayan sağlıklı bir çocuk birden günde çoklu kereler sulu ve aşırı kötü kokulu ishal kaka yapmaya başlamışsa ve bu durum aşılamadan kısa süre sonra ortaya çıkmışsa çocuk “aşıdan zarar görmüş” demektir. Ancak burada çok dikkat edilmesi gereken ve genellikle gözden kaçan nokta şu; çocuğun bağırsakları bu şekilde kalıcı şekilde zarar gördüğünde artık yediği içtiğinden beslenemez olur; çocuğun beyninin düzgün çalışabilmesi için gerekli nörotransmitterlerin yapılabilmesi için gerekli besin öğeleri bağırsaklardan emilemiyordur artık. O yüzden, birkaç ay sonra çocuğun mood’u, ruh hali değişip de uyku sorunları başgösterdiğinde, öğrenme özürleri ortaya çıktığında [hepsi nörotransmitter üretimine bağlı bunların!!] kimse bunları aşıyla bağdaştırmayacaktır, çünkü ilk hasar ta aylar önce olmuştur.

Lütfen üstteki parağrafı bir kez daha okuyun.

İşte karalanan Dr. Andrew Wakefield’ın farmasötik endüstri için bu denli büyük tehdit oluşturmasının nedeni budur.

Dr. Wakefield HİÇBİR ZAMAN aşılar otizme yol açar dememiştir.

Dr. Wakefield bir gastroenterolog (yani mide bağırsak hastalıkları mütehassısı).

Kendisine mide-bağırsak sorunları nedeniyle gelen, ancak aynı zamanda otizm teşhisi de taşıyan çocuklara bakıyor sadece ve gözlemlerini aktarıyor. Hiçbir vakit KKK aşısı otizme “yol açmıştır” demiyor.

Söylediği şey sadece kendisine gelen bazı çocukların HEM gastroentestenal sorunları HEM DE otizm teşhisi olduğu ve ailelerin bildirimine göre de bu sorunların çocuklar KKK aşısını olduktan kısa süre sonra ortaya çıktığı.

Yine soruyoruz… Dr. Wakefield farmasötik endüstri için niye bu denli büyük bir tehditmiş?

İpucu: Aşılar otizme yol açtığı için değil – yol açmıyorlar dedik zaten.

Aşılar gastroentestenal hasara yol açıyor.

Gastroentestenal hasar beynin düzgün çalışabilmesi için gerekli besleyici öğelerin emilimini sekteye uğratıyor.

Esansiyel (olmazsa olmaz, elzem) besleyici öğelerin emilememesi immün sistem bozukluklarını, ensefalopati ve diğer saydığımız sorunları yaratıyor. Ve … işte ipin ucunda çocuğun “otizm” teşhisi almasına sebep olan şey tam olarak BU.

Dr. Wakefield’ın gözlemleri doğruysa şayet, BİRİLERİ, BİR YERLERDE elbet aşılar ve “otizm” teşhisine giden bu domino etkisi arasındaki bağlantıyı kuracaktır. Farmasötik endüstri ne düşünüyor? Biz “yılanın başını küçükken ezersek”, yani Dr. Wakefiled’ı şimdiden itibarsızlaştırır ve devre dışı bırakırsak, bir daha kimse bu bilimsel bulguların izini sürmez.

Bu plan tuttu mu peki?

Ben şahsen bu oyuna gelmedim. Tanıdığım pekçok zeki ebeveyn de gelmedi. Bir şeyleri değiştirecek kadar mı sayımız, bunu ancak zaman gösterecek.

 

Aşılar ve ensefalopati bağıntısı hakkında daha fazla bilgi için: http://www.whale.to/v/buttram.html

Aşılar ve havale/nöbet bağıntısı için: https://childhealthsafety.wordpress.com/2013/02/03/australia-bans-flu-vaccine-child-in-coma-others-hospitalised/

Aşılar ve immün sistem yetmezlikleri bağıntısı için:  http://articles.mercola.com/sites/articles/archive/2008/04/01/the-dangers-of-excessive-childhood-vaccinations.aspx

Hakemli dergilerde yayımlanmış tıp literatürü için:
CNS Recruitment of CD8+ T Lymphocytes Specific for a Peripheral Virus Infection Triggers Neuropathogenesis during Polymicrobial Challenge
Epidemiologic Characteristics of 500 Patients with Inflammatory Bowel Disease in Iran Studied from 2004 through 2007
Phenotypic expression of autoimmune autistic disorder (AAD): a major subset of autism.
Interaction of free radicals, matrix metalloproteinases and caveolin-1 impacts blood-brain barrier permeability.
Consumption of mercury-contaminated rice induces oxidative stress and free radical aggravation in rats.
Toxicity of nano gamma alumina to neural stem cells.
Abnormal measles-mumps-rubella antibodies and CNS autoimmunity in children with autism.

Yukarıda verilen linlerin yanlı kaynaklardan alınmış olduğunu düşünen olursa, doğrudan ilaç firmalarının aşı ürün bilgilerini okuyabilirler.

Link:  http://www.vaccinesafety.edu/package_inserts.htm

Yazının orijinali için: Vaccines Do Not Cause Autism

İnternette Sözde-Skeptik Tespit ve Sopalama Kiti

İnternette Sözde-Skeptik Tespit ve Sopalama Kiti

Yakın geçmişte bu endüstri muhafızı, az bilim çok istihza, bolca da laf olsun diye gerçek insanların gerçek sorunlarını alaya alma, yok sayma ve bundan da müthiş keyif duyma özellikleriyle nam salmış internetin kimi beyaz önlüklü kimiyse beyaz önlüklüye hayran laf cambazlarını kendi oyunlarında mat etmiş fenomen kişilik Hoofnagle’dan nefis derleme.

Bizlerin saatler, günler ve sayfalar dolusu anlattığımızı tek sayfada özetlemiş, tek kelimesi boşa gitmemiş bu yazısını arşive alalım, bu tipleri tanıyalım, takdiklerini bilelim, neden ciddiye dahi alınmamaları gerektiğini anlayalım.

GÜNCELLEME: İite müthiş “bilim blogları”nın yazarları, müdavimlerinin “kendilerine alternatif” gördükleri her konsepte taktıkları isim “woo woo”nun, geleneksel Las Vegas toplantılarında icrası. Biri mikrofonu eline alıp bir oda dolusu skeptiğe “HOMEOPATİ” diyor ve bakın görün sonrasında bizim “biliminsanı” skeptiklere neler oluyor:


What is Narcisscientism? Why Do You Need To Know?

NARCISSCIENTISMˈ [nahr-suh sahy-uhn tiz-uh m]

1. the dogmatic endorsement of scientific methodology and the reduction of all knowledge to only that which is measurable by a person who exhibits the behavior and traits of pathological narcissism

How to identify a believer in Narccisscientism or a Narcissiscientist

  • They will use all or any combination of the following words: Quack, Quackery, Crank, Woo or any silly variation like quackademia, crankosphere, etc. These words are specific to the Narcisscientist and is a part of their normal daily vernacular.
  • They will use rhetorical tactics to give the appearance of argument or legitimate debate, when in actuality there is none. They are not honest brokers in the debate and aren’t interested in truth, data, or informative discussion. They’re interested in their world view being the only one, and they’ll say anything to try to bring this about.
  • A narcisscientist will almost always engage in online attacks using predictable tactics that can be identified almost immediately to the trained eye.

TACTICS (usually, but not always in this order)

  • Tell you that you are wrong
  • Draw you into a debate about the science or lack of scientific evidence behind your claim. Any science you present will be inferior, flawed and or junk science no matter what its source.
  • They will beat you to death with a prickish analysis of your lack of debating skills and try to show you their superior ability to prove you wrong by pointing out one or more of the “logical fallacies” (this is like the bible to them) they have determined are in your beliefs and statements.
  • If they didn’t start off being a snide ass, eventually they will. They will call you names and insult your intelligence.
  • If you happen to be prepared and well versed in your topic, they will realize at some point that they can’t baffle you with their bullshit. In order to avoid a draw or impasse, they then will go to plan B:

Dismiss you as a waste of time because you are not worth their effort. Why? Because you just don’t get it and are incapable of understanding the truth.

  • They will then attempt to avoid further conversation or outright block you so that you can no longer debate them. They will then claim victory in the debate and chuckle with their skepduck friends about it. They slap each other on the back and give each other something called “Quacknowledgement” or “Daffirmation”. It’s a basic need for these guys.

So…why do you need to know this?

Well, because transparency is everything. Transparency is what these folks don’t want.

They are a fringe group of narcissists who at some point in their lives, saw an opportunity to exploit the respect and power that is given to leaders in the medical and scientific field and did what ıykthey had to do so they could wear the costume of a doctor or scientist and hide who they really are underneath. Narcissists of the pathological variety.

I’m not a doctor so it wouldn’t make sense for me to try and debate one of these guys on medical issues. I’m not a scientist so I’m not about to try and debate any of these guys on science. Thats the playing field they want you to be on. The higher education that I’ve obtained is through life experience. I’ve dealt with more douche-bags like them than I would care to admit. I’ve been around the block once or twice. I’m pretty rough around the edges and I know these types.

I guarantee that if I called out, say somebody like David Gorski, and challenged him to a debate, not on vaccines, not on GMOs, but a debate on the ethics of using your position as a medical professional to publicly be a jerk, he wouldn’t dare agree to that challenge. Why? Because he doesn’t have a leg to stand on. Who knows, maybe someday he might want to step out of his comfort zone and show what he’s got. I doubt it. As you will see in the coming days and weeks, David and his club of navel gazers only have power amongst themselves.
Oh…before I forget, here’s a perfect example of Gorski’s Narcisscientism on parade. Behold a recent quote from the Duck Commander:

…aiming some of that not-so-Respectful Insolence you know and love that I reserve for the most dangerous or plain ridiculous of quacks

Umm…ok. “not-so-Respectful Insolence?” This is the part where I really have to try and control my hysterical laughter as I attempt to read what he considers “not-so Respectful Insolence”.

Lets visit the actual definition of this word first. Insolence means “rude and disrespectful behavior.”

Now lets take a look at the ”not-so-Respectful Insolence” that apparently Gorski thinks his readers “know and love”. (Please refrain from drinking or eating during the following to avoid choking or creating a huge mess in front of you.)

This is from what he calls “Your Friday Dose of Woo.” Hide the children. This gets pretty bad.

Arizona is woocentral

The woo is truly strong in this one

Truly, it’s the Holy Trinity of woo!

the general woo-iness of the entire concept.

so utterly full of grade-A 100% nonsense

It sounds truly woo-ful.

Woo-iness? Woo-ful?  Wow. That was intense. Phew.

I think Dr. Evil would put it this way:

You’re quasi-insolent. You’re semi-insolent. You’re the margarine of insolent.

You’re the Diet Coke of insolent. Just 1 calorie…not insolent enough.

kedi

Ahmet Aydın Hocamızın Çok Değerli Anısına

Ahmet Aydın Hocamızın Çok Değerli Anısına

AA hoca

 

 

Halkın Doktoru ünvanı ile şereflendirilecek bir hekim varsa herhalde o da sevgili Ahmet Aydın hocamızdır.

Ne çok insanın hayatına değdi, ne çok insanın hayır duasını aldı ve nasıl büyük bir sevgi seliyle uğurlanıyor bugün.

Sonsuz teşekkürler hocam …

Tüm emekleriniz, cesur duruşunuz, mütevazılığınız, tükenmez sabrınız için teşekkürler …

Çevresini aydınlatmak için kendi erimekten korkmayan, kendini tıbba ve hastalarına adamış güzel insan …

Kitaplarınız başucumuzda, öğretileriniz hatırımızda, her daim gönlümüzdeki tahtınızdasınız.

Uğurlar olsun hocam, sizi seviyoruz.

a.

 

Yalanlar, Kuyruklu Yalanlar ve Dr. PrOffit

Yalanlar, Kuyruklu Yalanlar ve Dr. PrOffit

proffit

“Bir bebeğin bağışıklık sistemi 10,000 aşıyı birden kaldırabilir.” — Aşı yobazı, Paul Offit

Aşağıdaki videoda endüstrinin bir numaralı sözcüsü, aşı [RotaTeq] milyarderi Dr. Offit’i herzamanki gibi yalan üzerine yalan sıralarken göreceksiniz.

Kendi kendini aşı, otizm uzmanı ilan etmiş, Amerika’da eyalet eyalet gezdirilip doktorlara, tıp talebelerine aşı hakkında ders veren bu pediyatrist nedense bir türlü canlı bir TV programında bir başka uzmanla tartışmaya yanaşmıyor 15 yıldır.

Bu defa sanal tartışma platformu yaratılmış; Dr. Boyd Haley, Offit’in sorulara [ezberden] verdiği yanıtları yorumluyor.

Bizim için en önemli noktalar:

1. HAYIR, cıva aşılardan tamamen çıkartılmış filan değil! Her zamanki gibi kelime oyunu yapıyorlar!

Aşı üretiminin son safhası olan, sıvıyı flakona koyup ağzını kapatma aşamasında koruyucu olarak eklenen son doz thimerosal artık eklenmiyor grip aşıları ve bir iki difteri-tetanoz aşısı dışında.

FAKAT, aşı üretim aşamasında thimerosal’u HALA kullanıyorlar bakteri, mantar vs üremesini engellemek için ve eskiden kullanılan oranın 10’da biri kadar olsa da, hala aşılarda CIVA MEVCUT.

2. Türkiye gibi ülkelere satılan özellikle Hepatit B aşılarında thimerosal zaten var, prospektüsü kontrol etmeden asla yaptırılmasına izin vermeyin.

Ve thimerosal’lı aşı üretimi de satışı da alımı ve kullanımı da kanunen yasaklanmış filan değil!

Amerika’da dahi salt daha ucuz diye bu cıvalı aşılar veriliyor HALA bazı yerlerde. Insert’ü kontrol edin.

3. Cıvanın toksik etkisi 1’ken, diyelim alüminyum, kurşun, kadmiyum gibi diğer metallerden biriyle dahi aynı ortamda bulunması durumunda etki 100’e çıkıyor!
Otizmli çocukların kanında anormal düzeyde hangi metaller bulunuyordu?? Kurşun, cıva, alminyum, kadmiyum, yanında bir de arsenik??

4. Dr. Haley cıvanın bağırsak, kalp ve damar zarlarında nasıl “geçirgenlik” yarattığını anlatıyor. Patlayan gıda alerjilerini, otoimmün hastalıkları, Alzheimer’sı, türlü bağırsak hastalıklarını düşünün…

5. Şayet çocuğunuza grip aşısı da dahil takvimde önerilen her aşıyı yaptırıyorsanız [Amerika’da], eskiye oranla daha az değil, 1985’teki cıva oranıyla AYNInı çocuğunuz alıyor, üstüne bir de alüminyum yükleniyor demektir. Aşı yalancılarının neden sürekli, “eh aşılardan cıvayı çıkarttık(!) ama otizm daha da arttı” kartının ardına sığınmaya çalıştığını ve bunun nasıl bir aldatmaca olduğunu umarım görebiliyoruzdur artık.

Her şey PR’dan ibaret. Bu insanlar bilim icra etmek, sizin ve çocuğunuzun sağlığını korumak için didinmiyorlar. Tıpkı politikacılar gibi demogoji, duygu sömürüsü ve YALANLARla insanların gözünü bağlıyorlar. Şimdi uyanmazsanız bir sonraki nesil için çok geç olacak!

Altyazıları göremiyorsanız, sağ alttaki CC kutucuğuna tıklayın lütfen.

Video transcriptini ise aşağıda görebilirsiniz.

 

 

Aşılar . . .
Güvenli ve etkili midirler?
Dr. Paul Offit’in yanıtı EVET.
Dr. Boyd Haley’nin yanıtı ise HAYIR.

Dr. Offit’e göre insanlığı yığınla enfeksiyonel hastalığın istilasından koruyan tek şey aşılar; evet, bazılarımız aşılardan zarar görüyor görmesine,ancak toplumun büyük çoğunluğu da hastalıktan korunmuş oluyor.

Dr. Haley, aşıların hastalıktan korumada hiç de etkili olmadığını, ve aynı zamanda, yürürlükteki ‘çocukluk çağı aşı programı’nın koca bir neslin özürlü hale getirilmesinin müsebbibi olduğunu söylüyor.

AŞILAR

Çağımızın en şaibeli tıbbi uygulaması hakkında sanal bir tartışma

Soru: Bir pediyatr olarak moleküler biyoloji olsun, beyin veya diğer benzer konular olsun bilginizi geliştirmek için bir çalışmanız olmuyor, öyle mi?

[Paul Offit, Tıp Hekimi, Ruhsatlı Aşı Mucidi, Philadelphia Çocuk Hastanesi Enfeksiyonel Hastalıkları Dalı Başkanı]

Diyelim kafa travması geçirmiş veya beyin hasarı oluşmuş bir çocuk başka bölüme sevk ediliyor, siz görmüyorsunuz, değil mi?

Dr. Offit: Hayır, ben burada enfeksiyonel hastalıkları ana bilim dalı başkanıyım. Biz burada, enfeksiyonel hastalıklar bölümünde; ağır, kronik, geçmeyen veya ne olduğu bilinmeyen enfeksiyonel bir hastalık nedeniyle hastaneye yatmış veya dışarıdan, çözümlenemediği için pediyatristi tarafından hastanemize sevkedilmiş çocuklara bakıyoruz.

Dr. Haley: Dr. Paul Offit gibi insanlarla ilgili asıl sorun şu; toksikoloji konusunda hiçbir(!) eğitimleri yok.

[Dr. Boyd Haley, PhD, Kentucky Üniversitesi, Kimya/Biyokimya Emeritus Profesörü]

Tıp hekimlerinin, vücuda belirli miktarda zerk edilecek ‘thimerosal’ (cıva) gibi zehirli bir kimyasalın toksik etkiye yol açıp açmayacağı hakkında yorum yapabilecek seviyede toksikoloji bilgisi yoktur. Bu değerlendirmeyi yapabilmek için gerekli eğitimleri yok bir kere.

Dr Offit: Aşıyla bir taşla iki kuş vuruyoruz bakın; doğal enfeksiyonun yaratacağı immün yanıtın aşağı yukarı aynını(!) oluşturduğumuz gibi, bunu bir de doğal enfeksiyondaki bedeli ödemek zorunda kalmadan yapmış oluyoruz.

Dr. Haley: Bu kesinlikle doğru değil.
Hastalığı doğal yoldan kapıp geçirdiğinizde oluşan immün yanıtla aşının oluşturduğu immün yanıt arasında büyük(!) fark var.
Misal olarak, kızamık aşısı oldunuz diyelim, aynen kızamık kapabiliyorsunuz, insanlar bunu yaşıyor.
Kızamığı doğal yoldan geçirdiniz diyelim, bir daha kızamığa yakalanma ihtimaliniz yok.

Dr. Offit: Bir taşla iki kuş; kızamık virüsüyle bir daha karşılaştığınızda size koruma sağlayacak immün yanıtı oluşturuyorsunuz, fakat doğal kızamık enfeksiyonunun bazen pahalıya mal olabilen bedelini(!) ödemek zorunda değilsiniz.

Dr. Haley: Çoğu Amerikalının inanmak istediği senaryo tabii bu; ancak gelin görün ki, Amerika Birleşik Devletleri olarak dünyanın en erken, en sık ve en fazla sayıda hastalığa karşı aşı uygulayan ülkesi olmamıza rağmen,
en modern 43 dünya ülkesi arasında en yüksek yenidoğan ölüm oranına sahip ülkeyiz.
Çocuklarımızı koruma başarısında nal toplamış, en geride kalmış durumdayız.
Hal böyleyken haklı olarak şunu soruyoruz; kullandığımız aşılar enfeksiyonel hastalıkları ve bunlardan dolayı oluşacak ÖLÜM vakalarını önlüyorsa, Amerikan çocuklarını, dünyanın en yüksek bebek ölümü oranlarından birine sahip olacak şekilde patır patır öldüren şey nedir?

Dr. Offit: Boğmaca veya (boğmacadaki kadar olmasa da) difteri gibi hastalıklara baktığınız zaman hakikaten de doğrudur(!), ülkede sanitasyon ve hijyen seviyesinin artmasıyla bu hastalıklarda BİR MİKTAR azalma olmuştur,
ancak aşılar(!) devreye girene kadar öyle ÇOK büyük çaplı düşüşler görmüyorsunuz veya hastalıklar kendi kendine ortadan kalkma seviyesine gelmiyor.

Dr. Haley: Söylediği kesinlikle yanlış ve eldeki veriler de bu “varsayım”ında yanıldığını ortaya koyuyor.
Kayıt tutmaya başlanılan 1900’lü yıllara giderseniz, 1900-1910’lu yıllar ile 1940-1950’li yıllar arasındaki dönemde pekçok enfeksiyonel hastalığın ölüm oranlarında esaslı(!) düşüşler kaydedildiğini, hiçbirinin de o dönemde aşısı filan olmadığını(!) görüyoruz.
Ölüm oranlarında %90’ın üzerinde düşüş var zaten. Yani ölümde ESAS azalma aşılar devreye girmeden ÖNCEKİ dönemde.

Boğmaca

ABD, Boğmacadan Ölüm İstatiskleri, 100,000’lik ölçekte – Aşının yaygın kullanıma giriş tarihi 1940’ların sonu.

 

Pertussis, yani BOĞMACAya ait ölümleri gösteren bu çizelge ‘ABD Önemli Tarihi İstatistikler’ arşivinden olup, aşının geniş kitlelere uygulanmaya başlandığı 1940’lı yıllardan ÇOK ÖNCE, boğmaca ölümlerinde zaten büyük çaplı düşüş yaşanmış olduğu görülüyor.

Ölüm oranı 1918 [Büyük İspanyol Gribi Salgını’nın yaşandığı yıl!]‘de YÜZBİNde 17’den, yaygın kullanımı ancak 1940’ların sonuna denk gelen aşıdan önce(!) YÜZBİNDE 2’nin de altına düşmüş durumda.

difteri

New York şehri Difteriden Ölüm İstatistiği – Difteri anitotksininin devreye giriş tarihi 1895.

 

New York şehrinde 1880 – 1911 yılları arasında bulaşıcı hastalıklara bağlı ölüm vakalarını gösteren bu grafiğe göre, mavi çizgiyle gösterilen DİFTERİ ölümleri, 1882’deki yüzbinde 175 noktasından 1911’de hızla yüzbinde 25’in altına düşmüş durumda.

Krup [larenks difterisi]’ne bağlı ölümlerin de aynı dönemde hızla düşüşe geçtiği görülüyor, halbuki krubun aşısı bile yok!

difteriaşı

ABD Ölüm İstatistikleri, 100-000’lik ölçek – Difteri aşısının devreye girdiği tarih 1920

 

Bu ‘ABD Ölüm Oranları’ grafiğinde, aşı 1920’de devreye girmeden ÖNCE, difteriye bağlı ölümlerin YÜZBİNDE 15’in altına düşmüş olduğu görülüyor.

aydifteri

1907 için yüzbinde 16, 1919 için yüzbinde 17 olan boğmacadan ölüm oranı, 1951’e gelindiğinde 1’in ALTINA düşüyor.

Aşı 1940’lı yıllarda kullanıma alınıyor, ancak ölüm oranlarında görülen hatırı sayılır düşüş, aşı devreye girmeden ÇOK ÖNCE gerçekleşmiş durumda zaten.

kızamıkpic

ABD’de kızamıktan ölüm oranları, 100,000’lik ölçek – Aşının devreye giriş tarihi 1963

 

KIZAMIK -yeşil çizgi – 1940’da, yani aşının ilk kullanıma girdiği 1963 yılından tam 25 koca yıl(!) önce,  yüzbinde 2’nin(!) altına düşmüş durumda!

tifo

ABD, Tifo ve Kızıldan Ölüm Oranları – 100,000’lik ölçek – AŞI YOK

 

TİFO -lacivert çizgi-  ve  KIZIL -kırmızı çizgi- AYNI dönemde, aşıları OLMADIĞI halde(!), aynı şekilde hızla düşüyor.

5li

“5’li karma” grafik! Kızamık, kızıl, tifo, boğmaca, difteriden ölüm oranları – 100,000’lik ölçek, ABD

 

Bu grafik, 5 hastalığın birden ölüm oranlarındaki düşüşü gösteriyor; kimi aşıdan ÖNCE düşüş gösteriyor, kimi ise AŞISIZ, kendiliğinden düşüyor.

Dr. Haley: Bu aşı programının Amerikan halkına kaça mal olduğundan bahsedecek olursak, aşılara milyarlarca dolar harcıyoruz! Milyarlarca dolarlık bu paranın hijyene, iyi/sağlıklı yiyeceğe ve belki ihtiyacı olan bölgelere antibiyotik teminine harcanması daha faydalı olurdu. Çünkü bana göre bu ülkede bulaşıcı hastalıkların azalmasında antibiyotikler ve hijyenin payı, aşı programına göre kat kat fazladır.

Dr. Offit: Philadelphia’da yaşıyorum ya, o yüzden hastanemiz de benim söylediklerimden alıntılar kullanıyor tabii… bu soruya kısa cevap şu; “bir önlem, bin tedaviye bedeldir”.
Bu hep böyledir; iyileştirmek zorunda kalmaktansa hastalığın önüne geçmek her zaman evladır.

Dr. Haley: Katılıyorum buna. Benim de yapmaya çalıştığım, vücutlarına zerk edilen cıvayla bebeklerin ölmesinin ve hastalanmasının önüne geçmek zaten.

Dr. Offit: Bence aşılarla gurur duyabiliriz, çünkü ASİE – aşı sonrası istenmeyen etki- yakalama sistemi gibi bir mekanizma ilaçlar için bile yok açıkçası.

Dr. Haley: Valla, etkin şekilde çalışan böyle bir sistemin aşılar için de mevcut olmadığını düşünüyorum ben. Kendisi madem aşıların bunca güvenli olduğuna kani, dünyanın en erken ve en yoğun şekilde aşılanan ülkesinde yenidoğan ölümlerinin bunca fazla olmasını nasıl açıklıyor acaba? Bizden ÇOK daha AZ aşılayanlara göre ÇOK daha FAZLA hem de . . . Üstelik de aşıları bize göre çok daha GEÇ vermelerine rağmen çocuklara.

Dr. Offit: Bence aşılar ÇOK güvenli. “Güvenlidir” x “Güvenli değildir” zıtlaşmasına takılıp kalıyoruz genellikle.
Fakat bana kalırsa “çok güvenli” demek daha hakkaniyetli olur, çünkü aşılar, vücutta bir “etki” yaratan diğer HER ŞEY gibi, “yan etki” yaratma kapasitesine de sahip ve aşıların yan etkileri elbette ki var.
Ancak tabii sağladıkları faydanın yol açılacak zarardan ÇOK daha fazla olduğu aşikardır denebilir. Ve ne yazık ki aşının taşıdığı riskler halk tarafından çoğu kez yanlış anlaşılmakta.

Dr. Haley: Aşıların en ufak bir zarar vermemesi, tamamen güvenli olması lazım! Toksik olduğu bilinen(!) HİÇBİR şey bir bebeğin bedenine zerk edilmemeli. Bebeğin sağlığıyla oynamış, sağlığını riske atmış olursunuz
Bunca zaman yaptığımız şey de bu işte; alüminyum ve (etil)cıva zerk ediyoruz bu çocukların bedenlerine, bunun yanında bazı aşılarla domuz, inek, tavuk vs gibi hayvan DNA’sı parçacıkları da zerk ediyoruz, bunların güvenli bir tarafı olamaz.

Soru:        Aşılar otizme yol açar mı?
Dr. Offit:  Hayır, aşılar otizme yol açmaz.
Soru:       Yüzde yüz eminsiniz?
Dr. Offit:  Yüzde yüz eminim.
Peki.
Dr. Offit: Ne mantığa ne biyolojiye sığıyor çünkü böyle bir şey. Zaten elimizde de bir dolu EPİDEMİYOLOJİK çalışma var bunun aksini KANITLAYAN.

Dr. Haley: Otizm epidemisine çocukların maruz kaldığı thimerosal (cıva)’nın yol açtığını düşündürtecek son derece mantıklı nedenleri var.
İlk olarak, aşılar ve diğer biyolojik ürünlerde organik cıva kullanımına geçilmeden önce ortada otizm diye bir şey yoktu.
Otizme dair ilk bildirimler 1941’de geliyor; cıvanın aşılar ve diğer biyolojiklerde kullanılmaya başlandığı tarih ise 1933 veya o civarda bir tarih.
Otizm epidemisinin ABD’de ilk tırmanışa geçtiği tarih olan 1988’e baktığınızda, oranların BÜTÜN eyaletlerde birden arttığı görülüyor.
Alaska, Hawaii, Kaliforniya, Florida, Maine ve diğer tüm eyaletler . . .
İşin içinde çevresel bir toksinin parmağının olması lazım. Çünkü otizmin GENETİK faktörlere DAYANMADIĞI ortaya konulmuş durumda.
Daha önce var olan bir şey değil bu ve genetik salgın diye bir şey olmaz.
Toksin hasarına genetik yatkınlıktan bahsedebiliriz, ki sisteme yeni toksini verdiğinizde, işte o zaman salgını oluşturabilirsiniz.
Bence otizmin salgını da bu şekilde oluşmuştur.
Bunlar, yeni bir toksine maruz kalmış, genetik açıdan zarar görmeye müsait insanlar.
Biz de, CDC’nin öngördüğü aşı programının devreye girmesiyle birlikte 50 eyalette birden, aynı anda aynı örüntüyle otizm vakalarının patlak vermesine yol açanın, ‘Thimerosal’ (cıva) olduğunu düşünüyoruz işte.
Bu birincisi . . .
İkincisi ise, bu toksin ne olabilir acaba?
Hani kömür yakan termik santral filan deseniz ülkenin her yanına eşit şekilde yerleştirilmiş olmaları lazım.
Bunun, çocuğun 2 YAŞINDAN ÖNCE maruz kaldığı bir toksin olması lazım, zira ortalama teşhis alma yaşı 4.5 yaş… O zaman bu toksin her neyse, çok çok erken maruz kalmış olmaları lazım.
Aşı programı bu profile uyuyor!
Ayrıca bunun kız çocuklarına göre erkekleri daha fazla etkileyen bir toksin olması da lazım.
Thimerosal (cıva), HİÇ şüphesiz ki, dişiye oranla erkek cinsini kat be kat daha fazla etkilemektedir.
Dördüncüsü, biyolojik etkilerin TÜMÜNE bakmak gerekir.
Dr. Offit, şayet thimerosal ya da cıva sebep olamaz diyorsa, otizmin biyokimyasal mekanizması ile ilgili CEHALET içinde demektir.
Zira hem biz hem de başkaları tarafından ortaya konulan çalışmalar, ki bunlar arasında Alman, Polonyalı, Japon, Koreli bilimadamları var, Thimerosal’ün otizmde görülen biyokimyasal anomalilerin AYNINI oluşturduğunu göstermiştir.

Dr. Offit: Aşıların HERHANGİ bir şekilde otizmle ilişkisi var deyip de bunu epidemiyolojik(!) çalışmaların hiçbirinde gösteremiyorsanız iddianız geçersiz demektir.
Yok ki bulabilesiniz bu ilişkiyi zaten.
Gerçek şu; aşılar otizme yol açmaz.

Soru: Peki ama bütün bu anne-babalar niye “aşıları vurdurduk, sonra, hatta aşılardan hemen(!) sonra çocuğum otistik oldu”, diyor o zaman?

Dr. Offit: Kesinlikle anlaşılabilir bir durum bu esasında..
Anne-babanın açısından bakarsanız çocuklarının sağlığı yerindeydi, aşı vurdurdular ve çocukların sağlığı bozuldu…
Ancak soru şu: Buna AŞILAR mı neden oldu??
Sırf bir olay diğerinden sonra(!) oldu diye bunlardan birinin diğerine yol açtığını söyleyemezsiniz ki.
Bu gibi soruların yanıtını bulmak için yapılıyor işte uygun tipte(!) çalışmalar.

Dr. Haley: Thimerosal’ün inanılmaz derecede toksik olduğunu gösteren su geçirmez kanıtlar ortada.
Ölçülebilir EN KÜÇÜK dozda, kültürdeki her ne tip hücreye verirseniz verin, hangi hayvana zerk ederseniz edin, yavru hayvanın cildine sürseniz dahi öyle büyük zehirlenme geçiriyorlar ki hepsi ölüyor.

Soru: Peki, diyelim Chicago’da sağlık sisteminde kaydı olan, aşısız ve aynı zamanda otizmsiz bir topluluk var mı diye baksak, sorunun cevabını bulamaz mıyız?

Dr. Offit: Chicago’da aşılanmamış, evokulunda öğrenim gören bir nüfus grubuna bakıp, sonra bunları civarlarında yaşayan ve aşılanma oranları OLMALARI GEREKEN düzeyde olan diğer gruplarla karşılaştıracasanız eğer,
böyle bir çalışma ancak geleceğe dönük olarak yapılabilecektir ve bu çocukların bakımlarında farklılıklar olabileceğini de çalışmada gözönüne almanız gerekecektir.

Yani, sonuçta evet, böyle bir çalışma yapılabilir ama bu hiç de ETİK bir çalışma olmayacaktır! Her şeyden önce çocukları aşısız bırakmak ETİĞE SIĞMAZ! Yoksa çocuklar aşıyla önlenebilir(!) hastalıklardan ÖLEBİLİR!
Peki bu olduğunda bunun SORUMLUSU kim olacak?!

Dr. Haley: İmmünoloji dalındakilerin ve aşı programı çalışanlarının yapmaya hiçbir şekilde yanaşmadıklar ve var güçleriyle karşı koydukları tek çalışma bu;
aşılanMAmış, thimerosal’a maruz kalmamış nüfus gruplarıyla AŞILI, cıva almış nüfus gruplarındaki otizm oranlarının karşılaştırması.
Bu çalışmayı yapmamak için ne gerekiyorsa yapacak, size olmadık bahanelerle geleceklerdir.
Bu aktardığınız bahanenin ipe sapa gelir yanı yok;
Gayet basit şekilde sistemden girip genel popülasyondan aşılanmamış geniş çapta bir gruba dair verileri alabilir bu insanlarda otizm var mı yok mu, oranlar nedir görebilirsiniz.
Devletin elinde VAR bu veriler, talep edip alabilirler.
Gelin görün ki aşı üreticileri ve aşıdan para kazanlar buna bakılmasını istemiyorlar, zira bu veriler dün de bugün de aynı şeyi gösteriyor, yarın da aynı şeyi gösterecek;
aşı olmamış veya thimerosal’e maruz kalmamış olanlardaki otizm oranı aşılıların yanında solda sıfır kalıyor.

Dr. Offit: Esasında bu çalışma Amiş cemaatinde yapıldı da ve Amişlerdeki otizm oranının da civar nüfus gruplardakiyle muhtemelen(!) tıpa tıp AYNI olduğunu öğrendik.
Hatta otizmli Amiş çocuklara özel klinikler var! Demek ki orijinal hipotezimiz yanlışmış!

Dr. Haley: UPI haber ajansından Dan Olmsted Pensilvanya’nın Lancester şehrine gidiyor o kliniklerde otizmli Amiş var mı bakmak için.
Amişlerin genele göre çok daha az aşı yaptırdıklarını şahsen biliyorum, çoğu insan gibi bebeklerini hastanede bile doğurmuyorlar.
Bu da, büyük çoğunluğunun doğumda vurulan aşıyı almadıkları anlamına gelir.
Peki Amişlerdeki otizm oranları neymiş diye bakıyor Olmsted, ve tek tük vaka bulabiliyor.
Onlar da AŞILANMIŞ olanlar çıkıyor. O yüzden de bana kalırsa bu opsiyon hala açıktır.

Şunu da belirteyim, aradan geçen zamanda bir çalışmaya, hatta epidemiyolojik bir çalışmaya da rastladım; çocuklarına evde öğrenim veren ebeveynlere form gönderiliyor ve çocukları aşılı mı aşısız mı, tıbben otizmzatürre vs gibi herhangi bir sağlık sorunları var mı, cevaplamaları isteniyor.
Bu çalışmadan çıkan sonuç şu; aşısız çocuklar aşılılardan ÇOK DAHA SAĞLIKLI. Otizm, astım gibi sorunlar da bu çocuklarda ÇOK daha az. Aşılıların örneğin, ileride ZATÜRREye yakalanma ihtimalleri ÇOK daha YÜKSEK çıkıyor.
Hastane ziyaretleri filan da daha fazla bu çocukların.

Soru:        Thimerosal hakikaten aşılardan çıkartılmış durumda mı?
Dr. Offit:   Evet.
Soru:        Tamamen mi?
Dr. Offit: – Iııh, çoklu doz flakonlar halinde hazırlanan influenza (grip) aşıları, ki 2 yaş üstündeki çocuklara verilir, koruyucu seviyesinde Thimerosal ihtiva edebilir.
Ve sanırım bir de DT – Difteri, Tetanoz aşısında var yine koruyucu seviyesinde, hepsi bu!
Etilcıvayı aşılardan, hele hele 2 yaş altında verilen TÜM çocuk aşılarından kaldırmış olmamıza RAĞMEN, koruyucu seviyesinde etilcıva bile almıyorlar, otizm oranları düşeceğine daha da arttı?!

Dr. Haley: Her şeyden önce, bu söylediği doğru değil. Thimerosal AŞI ÜRETİM SÜRECİNDE HALA KULLANILMAKTA, son aşamada koruyucu olarak ekstradan ilave edilmiyor artık, hepsi bu.
Ancak aşılarda HALA thimerosal bulunuyor, eskiden koydukları miktarın ONDA BİRİ kadar HALA VAR.
Ve 6 aylık çocuklara önerdikleri grip aşılarında olduğu gibi, çok dozluk [büyük] flakonlar halindeki aşıların hepsinde(!) hala thimerosal mevcut!
Bebeğinize gidip mahallenizdeki kilinikte grip aşısı yaptırıyorsanız, bolus doz cıva alıyor demektir.
Oldukça yüksek seviyede cıvadan bahsediyoruz: doz başına 12.5 mikrogram.
EPA’nın ‘balık yendiğinde’ aşılmaması gereken cıva miktarı için koyduğu standartlara bakacak olursanız, bir bebeğin bu dozda cıvayı zarar görmeden alabilmesi için 125 kg olması lazım.
Thimerosal’lu aşı yapmak kanunen yasaklanmış filan değil bakın.
Bir HMO (sağlık hizmeti veren özel şirket) aşı üreticisi firmaya veya eyaletin halk sağlığı kurumuna gidip, “aşı satın almak istiyoruz ama en ucuzunu istiyoruz, çünkü bütçemiz müsait değil”, diyebilir.
“Bulunduğumuz eyalette, kurumumuza bağlı sağlık hizmeti alan çocuklarımız için bu thimerosal’lu [UCUZ] aşıları satın alabilir miyiz?”
Yanıt, evet, alabilirler! Yasaya aykırı filan değil bu.
Sonuçta thimerosal’suz aşıları tercih edip etmemek bu şirketlerin elinde ve siz de onlara itimat etmiş oluyorsunuz bu kararda.
Ve herzaman thimerosal’sız aşıları tercih etmediklerini de biliyoruz!
Çünkü beni arayan anneler soruyor, “Dr. Haley, çocuğumu aşılatmak zorundayım, ne yapmam lazım?
Aşının ürün bilgisini göstermelerini talep edin, diyorum onlara.
Aşının thimerosal’suz olup olmadığı ancak bu belgeden kesin olarak anlaşılabilir.
Kağıtta “koruyucular” başlığı altına bakıyorsunuz ve thimerosal geçiyor mu, bakıyorsunuz.
Geçtiğimiz son birkaç yıl içinde öyle çok anne geri arayıp, “çocuğuma vermek istedikleri aşı thimerosal’lu çıktı” dedi ki…
Sonuç olarak, Amerikan çocuklarının thimerosal’a maruziyetinin ortadan kaldırılmış olduğuna dair hiçbir kanıt yok ortada.
İnsanları, benim gibileri yatıştırmak için söyleyip durdukları bir şey bu sadece.

Soru: Boyd Haley ya da Calgary Üniv’den biriydi sanırım, ha evet Kanada’dan gelen çalışmaydı ama Boyd Haley de aynını gösterdi,
salyangozların beyin nöronlarını alıp farklı ağır metallerle dolu solüsyon veriyorlar nöronlara ve kamera çekimiyle nörona cıvalı solüsyon verildiğinde nasıl parçalandığını gösteriyorlar.
Benim anladığım kadarıyla bu kullanılan, tepkimeye girmemiş metalik (elemental) cıva ama emin değilim, yanlışsa düzeltin lütfen, ve ayrıca bu karışıma bir de alümimyum eklediklerinde reaksiyonu katalize ettiğini söylüyorlar.

Video: Burada, salyangoz beyin dokusundan alınmış canlı beyin nöronu aksonunu büyüme konisi aktivitesi uyarınca linear büyüme gösterirken görüyoruz. Büyüme konilerinin salyangozdan insana, tüm hayvan türlerinde tıpatıp aynı yapı ve davranış özellikleri gösterdiğinin ve aynı yapıda proteinleri kullandıklarının bilinmesi önemli. Bu deneyde, yine salyangoz beyin dokusundan alınmış nöronlar birkaç gün boyunca kültürde büyütüldükten sonra, Takip eden 30 dakika boyunca, akson membranının hızla dejenerasyona uğrayıp ardında, ekranda görünen çıplak kalmış bir sinir telciği bıraktığı görülüyor. Oysa, aynı konsantrasyona ilave edilen alüminyum, kurşun, kadmiyum ve manganez gibi diğer ağır metaller bu etkiyi GÖSTERMİYOR.
Elde edilen bu yeni bulgular, cıvanın nasıl nörodejenerasyona yol açtığına dair önemli görsel kanıtlar ortaya koyuyor. Daha da önemlisi, bu çalışma, çok düşük seviyede cıvanın hakikaten de beyinde bu nörodejeneratif prosesi başlatabilecek presipitan bir faktör olduğuna dair İLK DİREKT KANIT olmuş oluyor.

Soru: Bu çalışmadan haberdar mısınız? Başka şekilde bir açıklama getirmek istersiniz ya da?

Dr. Offit: Yo yo, tıp tarihine bakacak olursanız bence hücre üzerinde yapılmış laboratuvar çalışmaları olsun veya kobay hayvanlar üzerinde yapılmış deneyler olsun, bunların çocuklarda ortaya çıkacak etkiyi her zaman tahmin edemediğini görürsünüz.

Dr. Haley: Bilme bakmayalım diyor yani.
Her zaman birebir aynı etkiyi tahmin edebiliyor muyuz? Elbette ki hayır.
Ancak esas olarak, herhangi bir materyalin toksik etkiye sahip olup olmadığını çoğu zaman açıklayabiliyor, tıpkı bu çalışmadaki gibi, görülen etkiyi biyolojik olarak açıklayabiliyoruz laboratuvar deneyleriyle.
Calgary’den gelen bu çalışma, benim çalışmalarımı da aynen destekliyor ve şunu gösteriyor; Cıva, normal insan beyni dokusuna verildiğinde, Alzheimer’slı beyinle aynı biyokimyasal anomalileri oluşturuyor.
Bu da, cıvaya maruziyetin, her neden kaynaklıyor olsursa olsun Alzheimers’a fazlasıyla müsait kişiler için çok önemli boyutta etkisinin olacağı alamına gelir.
Calgary’deki ekiple beraber bir çalışma yaptık; fareleri alıp ‘cıva buharı odaları’na koyduk. Ve farklı sürelerle cıva buharı soluttuktan sonra farklı farklı zamanlarda hayatlarına son verdik.
Beyinlerindeki cıva miktarına ve Alzheimerslı beyinde en fazla zarar gören protein olan ‘tubulin’in ne durumda olduğuna baktık.
Elde ettiğimiz sonuçlar yine aynı oldu; cıva buharına maruz bırakılan farelerde tubulin ve beyinde TAM fonksiyon kaybı meydana geldi.
Hatta daha sonra Calgary Üniv’de, aynı çalışma kültür nöronları üzerinde yapıldı. Burada da cıvanın, (benim de bulduğum gibi) SADECE cıvanın normal beyne, insana beyniyle türdeş bir beyne verildiğinde bu biyokimyasal anomalilere yol açtığı gösterildi.
Kültürdeki nöronlarda da yine aynı şey çıktı ortaya; çok çok düşük dozlarda verilen cıva, YALNIZ cıvada tubulin bütünüyle dağılıyor, parçalanıyor.
Cıva aynı zamanda beyin hücrelerinde aynı Alzheimers’da görülen patolojik sinir ucu uzantıları oluşturuyor.
O zaman beri başka çalışmalar da yayımlandı, hatta daha geçenlerde Kore’den bir çalışmada kültürdeki sinir hücrelerine cıva verildiğinde, ‘beta amiloid plak’ oluşturduğu tespit edildi.
Yani başka bir deyişle, bugün artık cıvanın ‘nörofibriler yumaklar’, ‘beta amiloid plaklar’ ve ‘tau proteini hiperfosforilasyonu’ oluşumunu arttırdığı gösterilmiş durumda.
Ve bu üç durum da Alzheimer’s hastalığınına ait teşhis kriteridir.
Ve fakat devletimiz, bu ülkede Alzheimer’s hastalığını azaltmak için gerekli inisiyatifi ele alıp da hem bizzat ülkemizden hem de dünyanın dört bir yanından gelen sağlam, güvenilir bilimsel çalışmalara bakmayı reddediyor!
Alzheimers’ı önlemenin yolu, cıva maruziyetini ortadan kaldırmaktan geçer.

Soru: Aynı noktaya dönmek istiyorum; Burbucher’ın çalışmasında ortaya konan şey şu: Etilcıva vücuttan TAMAMEN ATILMIYOR, sadece kandan temizleniyor, kanda görememenizin nedeni ORGANLARA gitmesi.

Dr. Offit: Burbucher’ın gösterdiği şey . . .

Soru: Bu YENİ bir bilgi mi yoksa aksi gösterildi mi?

Dr. Offit: Yo yo, Burbucher’ın bulduğu şey şu; ister ‘ETİL’ ister ‘METİL’ cıva olsun, esas itibariyle İNORGANİK haldeki cıva beyne ulaşabiliyor. Burada etil veya metil cıva molekülünü serbest bırakıyor.
Peki bu toksik midir? Tehlikesi var mıdır? Öyle olduğuna dair HİÇ KANIT YOK Kİ!
Maymunlardaki(!) deneyi evet ilginç bir şey gösteriyor, fakat benim bildiğim kadarıyla burada herhangi zararlı bir etki olduğuna dair bir bulgu yok.

Elbette organik cıvanın metilcıva halinin zararlı olabileceği gayet iyi biliniyor veya aşılardan alacağınızdan logoritmik olarak daha yüksek miktarlardaki etilcıva da zararlı.
Fakat burada önemli nokta şu; gerçek hayatta böyle bir etki var mı yok mu, ona bakacaksınız!
[Etil cıva] Gerçekten zararlıysa, çalışma yapıp göstereceksiniz o zaman bu zararı!
Ve bu sorunun cevabını en iyi verebilecek olan da bir EPİDEMİYOLOJİ çalışmasıdır, hayvan modelli deney veya laboratuvarda hücrelerle yapılmış bir deneyler değil.
Bir şeyin çocuklara zararı olup olmadığını mı öğrenmek istiyorsunuz, o zaman bunu ÇOCUKLARDA TEST EDECEKSİNİZ.
Ve bu da ziyadesiyle yapılmış durumda zaten.

Soru: Yani size göre elemental cıvanın beyne herhangi bir zararı yok, öyle mi?

Dr. Offit: Bilmiyorum! BİLMİYORUM. Yani ilginç bir bulgu tabii . . .

Dr. Haley: Yani, hakikaten akıllara durgunluk verici bir yorum bu . . .
Bakın, farelerde yapılan deneyler, ve aynısı tavşanlarda da yapıldı, tavşanlara radyoaktif thimerosal zerk edildi ve 6 saat içinde thimerosal’ün %75’inin kandan temizlendiği görüldü, ancak kandaki değerler düşerken ne oldu, thimerosal vücudun diğer tüm organlarında hızla birikmeye, artmaya başladı.
Yani cıva tavşanın vücudunu terk etmiş filan değil bakın tavşan idrarla filan atmış değil, o kadar hızlı atılmaz bu zaten vücuttan.
Bunlar belgeli, ispatlı bilimsel çalışmalar;
Thimerosal vücuttan kısa sürede atılan bir şey değil!
Kanı terk etmesi, diğer dokulara yerleşme prosesinde –ki dokulara da toksik etkisi vardır– ilk adım sadece.
Ve hatta cıvanın vücuttan TAMAMEN temizlenmesi için katedilmesi gereken uzuuun yolun daha belki ilk adımı.
Ama bu cıvanın toksik etkisini değiştirmiyor!
Esaslı toksik etki yaratacak denli uzun kalıyor çünkü vücutta.
Bu bilim caimasında gayet iyi bilinen bir gerçek, o halde neden kalkıp çocukları aşıladığınızda thimerosal’un vücuttan 6 saatte veya şu kadar saatte temizlendiğini söylüyor ki?
Söyledikleri tamamen yanlış! Yayımlanmış hiçbir çalışma yok bu söylediklerini destekleyen.

Dr. Offit: Aşıların HERHANGİ bir şekilde otizmde rolü, hani GERÇEK, elle tutulur bir rolü olduğunu iddia edip de bu ilişkiyi hiçbir epidemiyolojik çalışmayla ortaya koyamıyorsanız olmaz bakın.
Niye bulunamıyor bir türlü bu ilişki peki? Ortada böyle bir ilişki YOK da ondan!

Dr. Haley: Bahsettiği epidemiyolojik çalışmalar için şunları söyleyebiliriz:
neredeyse tamamı CDC tarafından fonlanmış çalışmalar bunlar;
hiçbiri(!) Amerikalılar tarafından yapılmış değil;
ağırlıklı olarak Danimarka’da yürütülmüş çalışmalar;
yaptığı bu çalışma için tahsis edilen fondan zimmetine para geçirdiği için Amerikan Adalet Bakanlığı tarafından “en çok aranan” listesine alınmış biri tarafından yapılmış bunlar da;
mantığa aykırı sonuçlar çıkarma pahasına bir dolu istatistiki manipülasyonda bulunulmuş çalışmalar…
Örneğin, bahsettiği çalışmalardan biri, MADSEN çalışması …
Bunda diyorlar ki, bir NÖROTOKSİN olan thimerosal adlı zehirli materyalin, yenidoğanlara [aşı yoluyla] verilmesinden vazgeçildi diye otizm oranları 20 kat artmış!
Çalışmanın ilk grafiğinde gösterdikleri bu.
Böyle SAÇMA bir şey olabilir mi?!
Saçmalıktan başka bir şey değil bu!
Bu çalışmayı alıp yakında inceledik tabii sonra ve verilerin ne kadar yanlı şekilde toplanmış olduğunu gördük.
CDC’nin bu şekilde Avrupa’da fonladığı o 6 yayınla ilgili sorunları sıralayan bir çalışma da biz yayımladık ve burada istatistiğin temel kurallarının nasıl hiçe sayıldığını tek tek gösterdik, sırf istedikleri sonucu çıkartmak için(!) yok saydıkları kurallar bunlar.
Mark Twain’in o meşhur sözündeki gibi; “Yalancılar, kuyruklu yalancılar ve istatistikçiler”…
Parayla tutulmuş, görevi de Thimerosal’u güvenli göstermek, herhangi toksik bir etkiye yol açmıyormuş gibi göstermek olan insanlar bunlar.
Bunu da istatistiksel analizin her ne kuralı varsa çiğneyerek yapmış durumdalar.
Bunların tümünü yayımlanmış çalışmamızda ayrıntılarıyla gösterdik zaten.

Dr. Offit’in bahsini ettiği epidemiyolojik (ya da istatistiki) çalışmalardan biri hariç diğer hepsinin gözden geçirildiği, 2003 yılından öncesine dayanan daha eski bir çalışma da mevcut.
Bu çalışmalar, o sene sona erecek olan toplam 3 yıllık bir kongre soruşturması kapsamında masaya yatırılıyor.
[TIPTA CIVA KULLANIMI İLE İLGİLİ RAPOR, Temsilciler Meclisi Üyesi, Sn. DAN BURTON, ABD Kongre Kayıtları – 20 Mayıs, Salı]

Soruşturma sonuçlarının yer aldığı rapora göre,
“Bugüne kadar, otizm ile aşılar arasında hiçbir tür bağıntı olmadığını gösteriyor diye tarafımıza iletilen,
bizzat CDC tarafından yapılmış veya fon sağlanmak suretiyle sipariş edilmiş çalışmaların
kötü dizayn edilmiş, temsil gücü zayıf ve hayati kusurlar taşıyan çalışmalar olduğu görülmüştür.
CDC’nin böylesi çalışmaların promosyonuna verdiği ivedi destek ve ehemmiyet,
aşılamadan kaynaklı olumsuz reaksiyonlarla ilgili ortaya çıkmakta olan teori ve klinik verilere
tarafsız ve adil şekilde bakmalarına engel teşkil eden felsefi bir çıkar çatışması içinde olduklarını göstermektedir.

Dr. Offit: Cıvanın bir toksin olduğu kesin, buna şüphe yok zaten. Ve fakat, 16. yy’da Paracelsus’un dediği gibi, “zehir ile ilacı ayıran DOZdur”. Her koşulda doğru bir söz bu.

Dr. Haley: Paracelsus’un dediğindeki mantığı anlıyoruz elbette; gidip 1 bira içtiğinde 10 bira içtiğindeki kadar sarhoş olmayacağını herkes bilir.
Fakat Thimerosal için düşündüğümüzde, “Bir BEBEK ne seviyede Thimerosal alırsa zehirlenir?”, hangi seviyede thimerosal toksik etki göstermeye başlar ve tabii bu madde aşıyla verildiğinde o toksik seviyeye ne kadar yaklaşmış oluyorsunuz diye bir parça düşünürseniz, bu çocuklara zerk edilmekte olan miktarın HAYLİ toksik olduğunu anlarsınız.
Çok düşüncesizce laflar ediyor hakikaten.

Artı, cıvanın KURŞUN, KADMİYUM ve ALÜMİNYUM gibi başka şeylerle SİNERJİK etki gösterdiğini yapılan çalışmalardan biliyoruz, ki alüminyumla bu etkiyi nöron çalışmamızda göstermiş bulunuyoruz.
Thimerosal’u verdiniz, üzerine bir de kurşun, kadmiyum ve alüminyumdan herhangi birini eklediğiniz takdirde, cıva dozunun toksisitesini kat be kat arttırmış oluyorsunuz.
Çoğu diğer metalin mevcudiyetinde, cıvanın etkisi sinerjetik olarak artıyor.
Yayımlanmış bir çalışmada hatta, toksik olmayan dozda CIVA ve (bunun 20’de 1’i kadar) yine nontoksik KURŞUNu alıp karıştırıyorlar ve fareleri 100’de 100 öldürecek güçte bir karışım elde etmiş oluyorlar.
Farelerin hepsini öldürüyor bu karışım.
Ki, iki nontoksik maddeyi karıştırıyorsunuz, hiçbirini öldürmemesi gerekiyor normalde.

Dr. Offit: Ancak alüminyum ıııh thimerosal kadar iyi ıııh çalışılmış değil kesinlikle.
“Aluminyum alanlar x alüminyum almayanlar” diye karşılaştıran bir çalışma yok, OLAMAZ da zaten, çünkü aşılarda, BAZI aşılarda ‘adjuvan’ kullanılması ŞART.

Güney Illinois Üniversitesi Tıp Fakultesi’nden Dr. David Ayoub’un hazırladığı bu grafikte, 18 aya kadar çocukların aşılardan aldığı alüminyum ve ek etilcıva miktarları karşılaştırılıyor.

alüminyum

1970’ten 1985’e kadar çocuklar içinde HEM cıva HEM de alüminyum olan 4 aşı oluyor.

Bu rakam 1986'da 5'e,
1994'te 10'a,
2000'de de 11'e çıkıyor.

Sonra, 2001’de, aşılara koruyucu olarak sonradan(!) ilave edilmiyor cıva,
ancak HALA eski seviyenin ONDA BİRİ kadar da olsa aşılarda mevcut,
ve diğer yandan alüminyumlu aşılar 15’e (!) yükseliyor.

2004’te alüminyumlu aşı sayısı değişmezken, koruyucu olarak cıva ihtiva eden 3 aşının yeniden takvime alındığını görüyoruz.

2007’ye gelindiğinde, 18 aydan küçük çocuklar cıva içeren 3, alüminyum içeren 17 aşı olmaktalar.

2015 itibariyle çocuklara önerilen aşılardan 10’una koruyucu olarak cıva, 6’sına ise adjuvan olarak alüminyum ilave edildiğini görüyoruz
Soru: Vücudumuzun verdiği immün yanıt bize zarar verebilir mi? Aşılarla ilgili problem, immün sistemimizin gördüğü yabancı proteinlere verdiği tepkiden kaynaklanıyor olabilir mi?

Dr. Offit: BAZI enfeksiyonel hastalıkların vücudun kendine reaksiyon vermesine yol açabileceği bir gerçek.
Kampilobakter mesela… vücutta aşağıdan yukarıya doğru gelişen bir çeşit felç olan Guillain-Barre sendromuna bizzat yol açabilen, bakteriyel bir bağırsak enfeksiyonu bu.
Ve tabii “Borrelia Burgdorferi” denilen LYME bakterisi, vücudun bakteriye reaksiyon verirken aynı anda da eklem yerlerinizdeki hücrelere de saldırıp kronik artrit geliştirmenize neden olabilir.
Fakat aşıların(!) böyle bir şey yaptığına dair herhangi bir kanıt yok elimizde.

Dr. Haley: Cıvanın canlıları immünolojik sorun gelişimine ve ayrıca bakteriyel enfeksiyona yatkınlaştırdığı dünya kadar araştırmayla gösterilmiş durumda.
Örneğin, bir bakteri tipinin enjeksiyonuyla artrit geliştirmeye yatkın, aşırı kilolu boz fareleri ele alalım.
Bakteriyi enjekte etmeden önce bir doz cıva verildiği takdirde çok daha çabuk ve kolay şekilde artrit geliştirdikleri gözlemlenmiştir bu hayvanların.
Bir başka deyişle cıva, bakterinin eklem yerlerine nüfuz edip artrit oluşturma kabiliyetini arttırıyor.

Yaptığımız çalışmalarda, ki bunlar dünyanın en iyi birtakım toksikoloji dergilerinde yayımlanmıştır, kardiyovasküler sistem zarlarına VE bağırsakların iç yüzeyini kaplayan zarlara baktığımızda;
metil cıva, etilcıva ve thimerosal, hepsinin de bu zarları SON DERECE GEÇİRGENLEŞTİRDİĞİNİ tespit ettik.
Bu zarlar geçirgenleştiğinde ise bağışıklık sistemi kompartmentalizasyonunu kaybediyor. Yani, immün sistemin kompartmentalize halde kanda bulunması gerekiyor;
immün sistem bileşenlerinin bağırsaklarımızda işi yok, bağırsak partiküllerimizin de kan dolaşımına yıkımlanmadan hiçbir şekilde girmemesi lazım.
İşte siz gider cıvaya maruz kalırsanız, bu belirli bir seviyeye ulaştığında, bu zarlar gerçirgenleşebiliyor ve tıpkı “sızıntılı bağırsak sendromu” veya kolit vs’de olduğu gibi(!) sızdırmaya başlıyor.
Bu sızıntı hali oluştuğunda bağışıklık sistemi görev yerini şaşırıyor ve saldırmaması gereken yerlere saldırmaya başlıyor, normal şartlarla hiçbir şekilde oluşturmayacağı antikorlar üretmeye başlıyor.
Bugün bu kadar çok insanın kanında, oraya hiçbir şekilde ait olmayan ve geçmemiş olması gereken gıda proteinlerine karşı antikor taşıyor olmasının nedeni budur işte.
Ve bu antikorların oluşmasının tek yolu da, mikromoleküllerine ayrılmamış gıda partiküllerinin, geçirgenleşmiş zarlardan geçerek kana karışmış olmasıdır.
Bu da ya arter membranlarınız ya da bağırsak yolunu kaplayan zarlarınızın geçirgenleşmesiyle mümkündür.

Dr. Offit: Fakat bana kalırsa artık elimizde aşılanmış ve aşılanmamış çocuklarda astım, alerji gibi sorunlardaki risk analizini yapmış mükemmel çalışmalar var.
Ve aşılanmış çocuklar daha fazla risk altında mı derseniz, bana kalırsa yanıt, hayır.

Dr. Haley: Kanada’dan bir çalışma var; 2. ayda aşılananlarla aşıyı 4. ayda alanlar arasında astım oluşumu oranlarında fark olup olmadığına bakıyor.
Ve burada, 2. ayda aşılananlarda çok daha yüksek çıkıyor astım oranları.
Belli ki özellikle işine gelen, inanmak istediği çalışmaları seçiyor kendisi. Kendi inanç sistemine uymayan çalışmaları ise görmezden geliyor.

Soru: Genetiktir açıklamasını eleştirenler, ‘genetik salgın’ diye bir şey olmaz diye itiraz edeceklerdir. Sizce itirazlarında haklı olabilirler mi?

Dr. Offit: Bence ortada otizm salgını diye bir şey yok.
Zaman makinemiz olup da bir 30 veya 40 yıl öncesine gidebilseydik ve bugünün otizm teşhis kriterlerini aynen o dönemde de kullanarak baksaydık eğer ve tabii toplumda da farkındalığı bugünkü kadar üst seviyeye çıkarmış olsaydık
ve ayrıca da otizm teşhisi aldıkları takdirde sosyal hizmetlerden faydalanabileceklerini bugünkü gibi açık ve net ifade etmiş olsaydık, bana kalırsa bir 30 sene önce de şimdikiyle aynı çıkardı otizm oranları.

Dr. Haley: Otizm oranlarının 30 sene de önce de bugünküyle aynı olduğunu düşünmesi, bu adamın literatürden de bilimden de bihaber olduğunu gösteriyor.
Eğitim bakanlığı bile dünya kadar veri sağlıyor; erkek çocuklarıyla ilgili sorun var, bu çocukların okul başarıları giderek düşmekte, üniversiteye girmeyi bırakın eskiye oranla liseyi bitirebilenlerin bile sayısı düştü diyorlar.
Nörolojik hastalıklardan muzdarip, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozuklukları olan bu çocukların tedavisine harcanan paraya bakıyorsunuz…
Böyle bir şey nasıl söyler, aklım almıyor.
Demek ki tıp literatürünü okumuyor kendisi ve umud ediyorum sözümona uzmanı olduğu aşı geliştirmede literatür okurken otizmde olduğundan daha eleştirel düşünebiliyordur.
Verdiği cevaplara bakılacak olursa, otizm konusunda uzman görüşü filan bildirebilecek biri değil kesinlikle.

 

1943’te ilk defa Leo Kanner tarafından keşfedilinceye dek herhangi bir Otizm vakasına rastlanmıyor literatürde.

Onyıllarca nadir bir hastalık olarak kaldıktan sonra giderek yükselişe geçiyor.

Şu anda, CDC’ye göre her 68 çocuktan birini etkilemekte.

Kızlara göre erkek çocuklarda görülme oranı 4 kattan daha fazla.

Kızlar: 189’da 1
Erkekler: 42’de 1

Cıvayle ilintili hastalıkların ABD’de görülme oranları:
Otizm Spektrumundaki Bozukluklar –  4.9 milyon (çoğunluk çocuk)
Alzheimer’s Hastalığı –  5.4 milyon.
Kanser:  14.48 milyon.
Otoimmün hastalıklar:
Alerjiler, Kronik Yorgunluk Sendromu, Diyabet, Fibromiyalji, Lupus, Lou Gherig’s, Romatoid Artrit, Multipl Skleroz  –  15 ila 25 milyon.
Astım  –  43 milyon
Kardiyovasküler Hastalıklar  –  88.6 milyon
Obezite  –  97.4 milyon

Cıvaya bağlı oluşan ani ölümler:
Anafilaktik şok  –  1,500
Ani Bebek Ölümü  –  2,300
Astım  –  3,300
Ani Kalp Durması  –  381,600
ABD’de Kronik Hastalık Sahibi Çocuk Oranı  –  %54.1