Haz 9, 2014 | Polio, SAĞLIK TERÖRİZMİ
Gezegenin en hayırsever(!) işadamı ve dünyanın en zengin özel vakfının [Bill &Melinda Gates Vakfı] sahibi Bill Gates, Hindistan’da polio’nun eradike edilmesi için açılan kampanyaya tam 1.9 MİLYAR dolar bağışlamıştı ve bu uluslararası koordinasyonla yönettikleri programla polio’yu eradike edemediler, ancak pekçok çocuğu eradike etmeyi başardılar!
1988 yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Uluslararası Rotaryenler Derneği, UNICEF ve Amerikan CDC kurumu tarafından kurulan Global Polio Eradikasyon İnsiyatifi adlı kurum, yürüttükleri kampanya ile 2010’da Hindistan’da sadece 42 doğal polio virüsü ile enfeksyion vakası görüldüğünü duyurdu.
Bu başarıya imza atan aşımız OPA, yani ağzıdan damla olarak verilen Oral Polio aşısı.
Önce polio’nun özelliklerini biraz tanımakta fayda var.
- Polio, kontamine dışkı (kaka) ile temasla (örneğin enfekte olmuş bir bebeğin altını değiştirirken) veya havadaki zerreciklerle, yiyecek veya suyla yayılan bulaşıcı, viral bir hastalık. Virüs vücuda burun ve ağız yoluyla giriyor, buradan barsaklara geçerek inkübe ediyor.
- Sonrasında, barsaklardan kana geçiyor ve anti-polio antikorları oluşuyor. Çoğu durumda bu noktada virüsün ilerlemesi duruyor ve birey polio’ya kalıcı bağışıklık kazanmış oluyor. [Okonek BM, et al. Development of polio vaccines. Access Excellence Classic Collection, February 16, 2001:1. www.accessexcellence.org/AE/AEC/CC/polio.html#]
- Birçoğumuz yanlış şekilde polio kapan herkes felç olur veya ölür diye düşünürüz. Bunda elbette devletlerin sağlık birimlerinin bizlere aşılanabilir herhangi bir hastalıkta korkutma amacıyla ÖNCElikle en kötü senaryoyu sunmasının büyük katkı payı var. Ancak, polio enfeksiyonlarının çoğunda ancak birkaç belirgin semptom ortaya çıkıyor. [Volk WA, et al. Basic Microbiology, 4th edition. Philadelphia, PA: J.B.Lippincott Co., 1980:455.]
- Hatta esasına bakılacak olursa, doğal polio virüsüne maruz kalan kişilerin %95’i salgın durumunda bile hiçbir belirti göstermiyor! [Physician’s Desk Reference (PDR); 55th edition. Montvale, NJ: Medical Economics, 2001:778. ve Burnet, M., et al. The Natural History of Infectious Disease New York, NY: Cambridge University Press, 1972:16.]
- Enfekte kişilerin sadece %5′inde hafif belirtiler, yani boğaz ağrısı, boyun tutukluğu, başağrısı ve ateş gibi belirtiler görülüyor ki bu da çoğu kez basit bir soğuk algınlığı veya grip teşhisi alabiliyor. [a) Physician’s Desk Reference (PDR); 55th edition. Montvale, NJ: Medical Economics, 2001:778. b) Neustaedter R. The Vaccine Guide. Berkeley, California: North Atlantic Books, 1996:107–8]
- Kas paralizisinin hastalığa yakalanmış her 1.000 kişide 1 gibi bir oranda seyrettiği tahmin ediliyor [Physician’s Desk Reference (PDR); 55 th edition. Montvale, NJ: Medical Economics, 2001:778. ve Baby Center. The Polio Vaccine (0-12 months). www.babycenter.com/refcap/155.html?CP_bid=]
- Bu durum bazı araştırmacı bilimadamlarına ‘paralitik polio’ [felç] geliştiren bu az sayıda insanda hastalığa anatomik yatkınlık olabileceğini, nüfusun geri kalan ezici çoğunluğunun ise polio virüsüne doğal olarak bağışık olabileceğini düşündürtmüş. [Moskowitz R. Immunizations: The Other Side.Mothering Spring 1984:36.]
- Paralitik polio nadiren kalıcı üstelik, çoğu kez felçten tam iyileşme sağlanıyor. [Harry NM. The recovery period in anterior poliomyelitis. British Medical Journal 1938; 1:164–7. ve Ramlow, J., et al. Epidemiology of the post-polio syndrome. American Journal of Epidemiology 1992;136:783.]
- Birkaç gün içinde kas gücü yerine gelmeye başlıyor ve sonraki 12-24 ay içinde iyileşme devam ediyor. [bkz bir öncekii kaynaklar]
- Vakaların çok düşük bir yüzdesinde paralizi kalıntısı görülüyor.
- Çok nadir olarak da solunum kaslarında paralizi nedeniyle ölüm gerçekleşiyor. [bkz. Yukarıdaki kaynak]
- Tedavi için hastanın yatakta istırahati sağlanıyor ve tutulan uzvun tamamen rahatlaması sağlanıyor. Şayet kişi nefes almakta zorlanıyorsa bir solunum cihazı veya eskilerin ‘demir ciğeri’ kullanılıyor. Gerekirse fizik tedavi uygulanıyor.
Bu arada, polio mevzubahis olduğunda mutlaka yanına iliştiriliverilen demir ciğerlerdeki çocuk fotoğraflarına baktığımızda sanki o dönem herkes felç geçirmiş de demir ciğere sokulmuş sanırız. Hayır, bu resimlerde gösterilen yerler Amerika’daki “referral center”lar, yani ülkenin dört bir yanından solunumda sıkıntısı olanların yönlendirildiği az sayıdaki sağlık merkezinin fotoğrafı bunlar. O dönemde de yollarda polio’dan düşüp ölen çocuklar filan yok yani. Bu da propaganda tekniklerinin en işe yarayanlarında biridir ve yetkililer de bunun gayet iyi farkında.
Polio ile ilgili tarihi ve tıbbi gerçekleri öğrenmek istiyorsanız, Dr. Suzanne Humphries’in sunumuyla şu linkteki videoyu Türkçe altyazılı olarak izleyebilirsiniz. O dönem polio olarak adlandırılan “hastalıklar”ın nedenlerini, daha sonra hangi ayak oyunlarıyla polio’nun eradike edilmiş gibi gösterildiğini ve bugün hala yaşanan felç vakalarına neden artık “polio” denmediğini öğrenebilirsiniz. Videonun özeti denilebilecek yazıya da şuradan ulaşabilirsiniz.
Gelelim dünyanın geri kalanıyla birlikte Türkiye’deki sağlık yetkililerinin de başvuru kaynağı olarak gördüğü, bizlere hep saygın, güvenilir kuruluş olarak gösterilen, Türkiye’deki hekimlere seminerlerde dayatılan propagandanın da kaynağı CDC’nin polio aşılamasıyla ilgili hiç de parlak olmayan siciline…
Örneğin, bizzat kendi websitesinde yaptıkları polio aşılamasıyla yaklaşık 98 milyon Amerikalıya kanserle ilişkilendilmiş maymun virüsü SV40‘yi bulaştırdıklarını tam 50 yıl sonra(!) itiraf ettikleri şu sayfaya bakalım:
Kanser, Simian Virus 40 (SV40) [40 no.lu Maymun Virüsü] Bilgilendirme Sayfası
– SV40, bazı maymun türlerinde bulunan bir virüstür.
– SV40, 1960’da keşfedilmiştir. Kısa süre sonra bu virüs polio aşılarında bulunmuştur.
– Bir bölümü SV40 ile kontamine haldeki polio aşısı 1955’ten 1963’e kadar 98 milyondan fazla Amerikalı’ya bir veya daha fazla(!) doz halinde verilmiştir; 10 ila 30 milyon Amerikalının SV40 ile kontamine aşıdan olmuş olabileceği tahmin edilmektedir.
– SV40 virüsü insanlardaki bazı kanser türlerinde tespit edilmiştir, ancak bu kanserlere SV40’nin yol açıp açmadığı tam bilinmemektedir.
– Mevcut bilimsel kanıtlar ağırlıklı olarak SV40 ile kontamine aşının kansere yol açmadığını gösterecek yöndedir; ancak, bunun aksini gösteren bazı araştırmalar da olduğundan bu konuda daha fazla bilimsel çalışmaya ihtiyaç vardır.
– Bugün kullanımda olan polio aşılarında SV40 yoktur. Eldeki mevcut tüm kanıtlar polio aşılarında 1963’ten beri SV40 bulunmadığını göstermektedir
Wikipedia da tabii CDC’den alıntı yapıyor polio aşıları sayfasında, “Kontaminasyona dair kaygılar” başlığı altında. Bakalım ne diyor?
“1955-1963 arasında kullanımda olan iğne şeklindeki polio aşısının (IPV) stoklarında SV40 olduğu tespit edilmiştir. [53] OPV aşısında yoktur. [53] Bir bölümü SV40 ile kontamine haldeki polio aşısı 1955’ten 1963’e kadar 98 milyondan fazla Amerikalı’ya bir veya daha fazla doz verilmiştir; 10 ila 30 milyon Amerikalının SV40 ile kontamine aşıdan olmuş olabileceği tahmin edilmektedir. [53] Daha sonra yapılan analizler, 1980’lerin sonuna kadar eski Sovyetler Birliği ülkelerinde üretilen ve SSCB, Çin, Japonya ve bazı Afrika ülkelerinde kullanılan aşıların kontamine olabileceğini göstermektedir ki bu da yüzlerce milyon kişinin daha SV40 virüsü almış olabileceğini gösterir. [58]”
Bu noktada, aşı tarihinin gelmiş geçmiş en ünlü ve nüfuz sahibi bilimadamlarından, Merck firması için kızamık, kabakulak ve kızamıkçık aşılarının geliştirilmesinde rol almış Dr. Maurice Hilleman‘ın verdiği görüntülü bir röportajda başta polio aşısı olmak üzere diğer pekçok aşıda (örn. Sarı Humma aşısındaki lösemi virüsü gibi) ve dönemin polio aşılarında SV40, AIDS ve kanser virüslerinin cirit attığını itirafını izleyin:
https://www.youtube.com/watch?v=tFY5dRD4aWA
Dr Hilleman bu açıklamaları yaparken meslektaşları kahkahaya boğuluyor, belli ki aşılardaki bu ölümcül kontaminasyonu fazlasıyla komik buluyorlar. Polio aşısındaki SV40 virüsünü (ve tabii 40. numaraya geliceye kadar diğer 39 ayrı virüsü) kendi aralarında tartışırken Hilleman’ın meslektaşları, o dönem Sabin’in bu aşısının [SV40 virüsü ile kontamine olduğu bilinmesine rağmen!!] saha çalışması deneyleri Rusya’da yapılmakta olduğundan, “tümörle dolu” Rus atletlere karşı Amerika’nın Olimpiyatları kazanma şansının artmış olacağını(!) söyleyip eğleniyorlar! Bu aşıların kansere yol açacağını biliyorlar! SV40 ile enfekte ettikleri deney farelerinden 2-3 hafta içinde tümör fışkırıyor.
Bu bildirimler öyle komplo teorisi filan değil, bizzat Merck’ün en yetkin aşı bilimadamlarından birinin sözleri. Bu söyleşinin yapıldığı dönemde öyle internet filan yok, bu videonun dolaşıma gireceğini belli ki aklına bile getirmemiş Hilleman. Bunun bilim camiası içinde bir sır olarak kalacağını düşünüyordu herhalde. Bu olayın basına niye yansımadığı kendisine sorulduğunda ise Hilleman, buna “Eh, herhalde gidip bunu anons edecek haliniz yok, bu bilim camiası içinde kalması gereken bilimsel bir mevzu”(!) yanıtını veriyor.
Buradan aşılar üzerinde çalışan bilimadamlarının bu denli önemli bir sorunda bile meslektaşları bilimadamlarını (bu durumda, Sabin) nasıl koruduğunu görebiliyoruz. Tüm kirli sırlar kendi sessizlik çemberlerinin dışına çıkmıyor, aşılarındaki kontaminasyonla ilgili gerçeği halka(!) açıklama gereği duymuyorlar.
Şimdi CDC’nin polio’daki SV40 kontaminasyonu ile ilgili bildirimlerine dönelim.
Kamuoyuna sürekli “güvenli” ve “etkili” olduğu söylemiyle dayattıkları ve her geçen gün sayısını arttırdıkları aşıların bizzat hastalığa, hatta ve hatta kanser gibi feci bir hastalığa yol açtığının kabulü CDC’nin yaratmaya çalıştığı kurşun geçirmez aşı güvenliği mitine bir de aşı ret hakkını tümden yasaklamak için kampanya yürüttükleri bir zamanda büyük bir halkla ilişkiler darbesi indiriyor.
Peki ama acaba bu SV40 ve polio aşılarıyla sınırlı kalmış talihsiz ve münferit bir olay mıdır yoksa adına da “adventitious viruses” [dışarıdan tesadüfen karışmış olan virüsler] dedikleri, aralarında farelerdeki meme tümörü virüsü gibi “içkökenli retrovirüsler” ve daha bulunmamış nice virüsün olduğu geniş skalada kirletici bugün dahi aşı üretimi için kullanılan ‘seed stock’ (aşı kültürü) ve ‘hücre substrat’larını kirletmeye devam etmekte midir, asıl soru bu. Düşünecek olursak, Hilleman’ın da videoda söylediği gibi SV40 sonuç itibariyle aşılarda buldukları 40. virüsün adı ve bu daha 50 sene önceki vaka. Vaksinolog ve virologlar kimbilir daha hangi gün ışığına çıkmamış hastalık vektörleri buldular aşılarda ve bizim haberimiz bile olmadı!
Üstelik, CDC’nin sitesinde verdiği bilgiler oldukça yanıltıcı. Örneğin CDC diyor ki:
“SV40 virüsü insanlardaki bazı kanser türlerinde tespit edilmiştir, ancak bu kanserlere SV40’nin yol açıp açmadığı tam bilinmemektedir.”
Oysa SV-40’nin karsinojenite mekanizması gayet iyi bilinmekte tıp dünyasında. Bu virüs, insanlardaki tümör baskılayıcı p53 proteininin, ki bu protein insan genomunda instabiliteyi ve kanser oluşumunu önlemedeki kritik rolü dolayısıyla “genom muhafızı” olarak tanımlanan bir gen ürünüdür, transkripsiyonel özelliğini düşürüyor. [Read, A. P.; Strachan, T.. Human molecular genetics 2. New York: Wiley; 1999.ISBN 0-471-33061-2. Chapter 18: Cancer Genetics.]
p53 devre dışı kaldığında, programlı hücre ölümü (apoptosis) ve hücre siklusu aresti işlev göremez hale geliyor ve bu da kontrol dışı (ölümsüzleştirilmiş) hücre çoğalışına ve tümör oluşumuna neden oluyor. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler SV40’nin tümör oluşturma özelliğini teyit etmiş durumda [ M Carbone, R Stach, I Di Resta, H I Pass, P Rizzo. Simian virus 40 oncogenesis in hamsters.Dev Biol Stand. 1998 ;94:273-9. PMID: 9776247], ki bu da çeşitli insan tümörlerindeki SV40 mevcudiyetinin kanserle tesadüfi bir korelasyondan ziyade nedensel ilişkisini destekler yöndedir.
[Regis A Vilchez, Claudia A Kozinetz, Amy S Arrington, Charles R Madden, Janet S Butel. Simian virus 40 in human cancers. Am J Med. 2003 Jun 1 ;114(8):675-84. PMID: 12798456
Narayan Shivapurkar, Takao Takahashi, Jyotsna Reddy, Yingye Zheng, Victor Stastny, Robert Collins, Shinichi Toyooka, Makato Suzuki, Gunjan Parikh, Sheryl Asplund, Steven H Kroft, Charles Timmons, Robert W McKenna, Ziding Feng, Adi F Gazdar. Presence of simian virus 40 DNA sequences in human lymphoid and hematopoietic malignancies and their relationship to aberrant promoter methylation of multiple genes. Cancer Res. 2004 Jun 1;64(11):3757-60. PMID: 15172980
Fernanda Martini, Alfredo Corallini, Veronica Balatti, Silvia Sabbioni, Cecilia Pancaldi, Mauro Tognon. Simian virus 40 in humans. Infect Agent Cancer. 2007 ;2:13. Epub 2007 Jul 9. PMID:17620119
Regis A Vilchez, Claudia A Kozinetz, Amy S Arrington, Charles R Madden, Janet S Butel. Simian virus 40 in human cancers. Am J Med. 2003 Jun 1 ;114(8):675-84. PMID: 12798456
P Rizzo, I Di Resta, R Stach, L Mutti, P Picci, W M Kast, H I Pass, M Carbone. Evidence for and implications of SV40-like sequences in human mesotheliomas and osteosarcomas. Dev Biol Stand. 1998 ;94:33-40. PMID: 9776223
D S Schrump, I Waheed. Strategies to circumvent SV40 oncoprotein expression in malignant pleural mesotheliomas. Semin Cancer Biol. 2001 Feb;11(1):73-80. PMID:11243901
Khaled Amara, Mounir Trimeche, Sonia Ziadi, Adnene Laatiri, Mohamed Hachana, Badreddine Sriha, Moncef Mokni, Sadok Korbi. Presence of simian virus 40 DNA sequences in diffuse large B-cell lymphomas in Tunisia correlates with aberrant promoter hypermethylation of multiple tumor suppressor genes. Int J
S G Fisher, L Weber, M Carbone. Cancer risk associated with simian virus 40 contaminated polio vaccine. Anticancer Res. 1999 May-Jun;19(3B):2173-80. PMID: 10472327
Kristin K Deeb, Aleksandra M Michalowska, Cheol-Yong Yoon, Scott M Krummey, Mark J Hoenerhoff, Claudine Kavanaugh, Ming-Chung Li, Francesco J Demayo, Ilona Linnoila, Chu-Xia Deng, Eva Y-H P Lee, Daniel Medina, Joanna H Shih, Jeffrey E Green. Identification of an integrated SV40 T/t-antigen cancer signature in aggressive human breast, prostate, and lung carcinomas with poor prognosis. Cancer Res. 2007 Sep 1;67(17):8065-80. PMID:17804718
Giuseppe Barbanti-Brodano, Silvia Sabbioni, Fernanda Martini, Massimo Negrini, Alfredo Corallini, Mauro Tognon. Simian virus 40 infection in humans and association with human diseases: results and hypotheses. Virology. 2004 Jan 5;318(1):1-9. PMID:15015494
CDC’nin ayrıca SV40 virüsünün kansere sebebiyet verdiğinin henüz kanıtlanmamış olmadığını söylemesi de yanıltıcı, zira hangi kanser türü olursa olsun bunun tek bir sebepten kaynaklandığı zaten söylenemez. SV40’nin birtakım tümörlerin patojenezinde eşetkenlerden biri olduğu gayet iyi biliniyor:
[Fang Qi, Michele Carbone, Haining Yang, Giovanni Gaudino. Simian virus 40 transformation, malignant mesothelioma and brain tumors. Expert Rev Respir Med. 2011 Oct ;5(5):683-97. PMID: 21955238 ve Lynn M Crosby, Tanya M Moore, Michael George, Lawrence W Yoon, Marilyn J Easton, Hong Ni, Kevin T Morgan, Anthony B DeAngelo. Transformation of SV40-immortalized human uroepithelial cells by 3-methylcholanthrene increases IFN- and Large T Antigen-induced transcripts. Cancer Cell Int. 2010;10:4. Epub 2010 Feb 23. PMID: 20178601].
O yüzden de baştan savmacı bir şekilde hiçbir alakasının olmadığı izleniminin verilmesi veya etkisinin minimize edilmeye çalışılması yanlış.
CDC: “Eldeki mevcut tüm kanıtlar polio aşılarında 1963’ten beri SV40 bulunmadığını göstermektedir.”
Acaba öyle mi? 2005’te, Cancer Research (Kanser Araştırmaları) dergisinde şu başlıkla bir makale yayımlandı: “Bazı oral polio aşıları 1961’den sonra enfeksiyöz SV-40 ile kontamine olmuştur.” [ Rochelle Cutrone, John Lednicky, Glynis Dunn, Paola Rizzo, Maurizio Bocchetta, Konstantin Chumakov, Philip Minor, Michele Carbone. Some oral poliovirus vaccines were contaminated with infectious SV40 after 1961. Cancer Res. 2005 Nov 15 ;65(22):10273-9. PMID:16288015#]
Bu çalışmanın yapılmasındaki amaç ise insanlarda görülen çok sayıda tümörde SV40’ye rastlanmış olması ve DSÖ’nün 2000 yılında, 1961’den sonra üretilmiş polio aşılarının test edilmesi yönünde tavsiye kararı yayımlamış olmasıdır. Yapılan testlerde, doğu Avrupa’dan büyük bir üreticinin (EEVM) 1960’ların başından aşağı yukarı 1978’e kadar ürettiği ve dünya çapında kullanılmış olan aşılarında SV40 virüsü bulunmuş. 3 ayrı teknikle yaptıkları testlerde EEVM’de 2 ayrı enfeksiyöz SV40 suşu bulmuşlar.
Araştırmacıların bu bulguyla ilgili yorumu şöyle:
“Test ettiğimiz EEVM numuneleri 1966 ve 1969 yıllarında üretilmiş olduğundan en azından o döneme kadar bazı polio aşılarının SV40 ile kontamine olduğunu göstermiş bulunuyoruz. Test edilen EEVN aşı numuneleri (Tablo 1), 1978’e kadar kullanımda kalan aynı ‘tohum virüs’ten üretilmiş aşılar olup belli ki SV40’den temizlemek için başka herhangi bir saflaştırma işlemi (pürifikasyon) yapılmadığı görülmektedir. Dolayısıyla, 1978’de yeni bir ‘tohum virüs’e geçilinceye kadar üretilmiş EEVM aşılarının SV40 barındırdığı düşünülebilir. Sözkonusu tohum virüsü veya bundan üretilmiş aşılarla ilgili bilgi mevcut değildir. Bu yüzden, elde ettiğimiz verilerden yola çıkarak EEVM aşılarının tam olarak ne zaman SV40’den arındırılmış olduğunu tespit edebilmiş değiliz, ancak bunun DSÖ’nün sağladığı ve testlerimizde temiz çıkan tohum virüsü stoğunun kullanılmaya başlandığı 1980’li yıllara tekabül ettiğini söylemek mümkün.”
Bu noktada, bugün hala Türkiye’de kullanımda olan oral polio aşılarının (OPA) Amerika’da gayet iyi bilinen tehlikerinden dolayı kullanımdan kaldırıldığını ve yerine iğne şeklindeki inaltive edilmiş (öldürülmüş) aşılara (IPV) geçildiğini belirtelim.
“1961’den beri görülen polio salgınlarının neredeyse tümü oral polio aşısından kaynaklanmıştır.” – IPV aşısının mucidi Jonas Salk’un Amerikan senatosu altkomitesine verdiği ifadede geçen itiraftır.
Amerika gibi gelişmiş ülkelerde 1973’ten beri doğal polio virüsünden ziyade bizzat aşı (OPA) yüzünden gelişen polio vakaları nedeniyle paralizi (aşıya bağlı polio paralizisi/vaccine-associated polio paralysis/VAPP) ortaya çıktığı tıp literatürüne geçmiş durumda [ Strebel PM, Sutter RW, Cochi SL, et al. Epidemiology of poliomyelitis in the United States one decade after the last reported case of indigenous wild virus-associated disease. Clin Infect Dis 1992;14:568-79.]. Hatta bu yüzden, CDC’ye bağlı Amerikan ‘Bağışıklama Uygulamaları Danışma Kurulu’ (ACIP), 2000 yılında OPA’yı tamamen kullanımdan kaldırıp IPV aşısına geçiyor. Daha sonra 2004’te de CDC çıkıp bakın ne güzel, yaptığımız bu aşı değişikliğiyle artık aşıdan kaynaklanan polio vakası görmüyoruz, bu Amerika’da halk sağlığı adına büyük bir başarıdır(!) açıklaması yapıyor, kendi kendini tebrik ediyor! Hakikaten devletin 1990’dan 2003’e kadar olan verilerine bakılınca, Amerika’da en son görülen aşıya bağlı polio vakasının 1999’da olduğu görülüyor.
Peki ama, 30 yıl boyunca bu zayıflatılmış canlı virüs aşısının, bizzat aşıyı olmuş kişilerde ve etraflarındaki temaslı kişilerde SHEDDING dediğimiz, dışarıya canlı organizma yayma yoluyla polio’ya yol açtığı bilinmesine rağmen(!) devlet neden ısrarla bu aşıyı önermiş?
Cevap: Temas bağışıklığı! (Contact Immunity)
Canlı ve zayıflatılmış virüs aşılarını olan kişilerin dışkıları veya vücut sıvılarıyla temas eden aşılanmamış kişilerin bu yolla “bağışıklanması” sağlanıyor.
Ve devlet, 30 sene boyunca halka ‘çocuğunuzun olduğu aşıdan polio kapabilir ve bazı durumlarda felç olabilirsiniz” bilgilendirmesini yapmadan(!), kendi aklınca bebekler vasıtasıyla toplumdaki yetişkin popülasyonu da pasif olarak bağışıklıyor!
Ucuz ve uygulanması kolay olmasının yanında OPA’nın en büyük tercih sebebi işte bu! ‘Aydınlatılmış rıza’ hakkını çöpe atabilirsiniz, sizin bilginiz dahi olmadan devlet sizi bağışıklıyor! OPA ile aşılanmış bebeğinin altını değiştirirken polio kapıp felç geçiren yetişkinlere defalarca tazminat ödediklerini Amerika’nın bizim gibi ülkelerde yaşayan halk biliyor mu? HAYIR.
CDC’nin polio aşısı ile ilgili bilgilendirme metnine bakalım:
“Bir doz OPA almış çocukların dışkısından 6 haftaya kadar aşıdaki canlı polio virüsü yayılabiliyor [SHEDDING]. Maksimum ‘shedding’, aşılamadan sonraki 1-2 hafta içinde görülüyor, özellkle de de ilk dozdan sonra oluşuyor bu. Aşıyı olan bireylerden, bunlarla temas halindeki kişilere aşı virüsü geçebiliyor. Aşılı kişinin kakasıyla temas eden bireyler aşı virüsü ile enfekte olabiliyor.“
Bu aşıları olmuş kişilerle temas eden kişilerin %25’inin(!) bu yolla “bağışıklandığını” belirtiyor meşhur Paul Offit (for profit). [Offit, Paul A. (June 2010). “Polio Vaccine”. The Children’s Hospital of Philadelphia. Retrieved 18 August 2010.] Ancak pasif yolla kazanılmış bu bağışıklığın, sürü bağışıklaması ile korumaya çalıştıklarını iddia ettikleri vücut mukavemeti düşük, bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde çok ağır, hatta ölümcül sonuçlara yol açabileceğini halka söyleme gereği duymuyorlar!
ACIP’in 2000’de terk ettiği bu tehlikeli aşı (OPA), bugün 3. dünya ülkeleri ile birlikte Türkiye’de de kullanılıyor.
Durum şu; bugün Türkiye’deki insanlar üzerinde bu aşıyla gizli ve hukuksuz bir “temas bağışıklığı deneyi” yürütülüyor. Sağlık Bakanlığı’nın OPA aşılamasının bu yönü ile ilgili kamuoyuna hiçbir açıklaması olduğunu zannetmiyorum. Bilen, duyan varsa lütfen göstersin. O zamana kadar, devlet halkı üzerinde yürüttüğü bu uzun süreden beri devam eden deneyde insanları kobay faresi yerine koymaya devam edecek!
Bugün Türkiye’de çocuklar 2 yaşın altında DaBT-IPA-Hib 5’li karma aşı ile tam 4 doz Inaktive polio aşısı, bunun üzerine 6. 18. aylarda 2 doz da OPV aşısı oluyorlar! [http://www.asidunyasi.com/bagisiklama/saglik-bakanligi.aspx]
E peki 2013’ün sonunda, Suriye’deki küçük çaplı polio salgınını bahane edip Sağlık Bakanlığı Türkiye genelinde 5 yaş altı çocuklara 2 doz daha OPA uygulama kararı almadı mı?! [http://www.medimagazin.com.tr/ana-sayfa/guncel/tr-cocuk-felcine-karsi-5-yas-alti-cocuklara-ek-asi-yapilacak-1-11-54483.html]
Toplumdaki genel kanı ne? IPV için çok uzun süre, OPA için de muhtemelen ömür boyu koruyor diye biliyoruz, değil mi? Öyleyse bizim Sağlık Bakanlığı 2 yaş altında toplam 6 doz polio aşısı olmuş çocukların 5 yaşına kadar bile korunmayacağını mı düşünüyorlar yoksa, bu kadar mı güvensizler bu ömür boyu koruyan aşılarına karşı?! Yoksa 6 doz verdikleri aşı 3 sene bile korumazken bir 7.si veya 8.isi mi koruyacak?!
Hemen CDC aşı bilgilendirme formunda tam olarak ne yazıyor bir de ona bakalım:
IPA, OPA’ya göre daha az lokal mide-barsak bağışıklığı sağlıyor gibi gözüküyormuş, o yüzden IPA alanlar OPA alanlara oranla doğal polio virüsünü kapmaya daha müsaitmiş.
E bizim çocuklar ikisini de oluyor, 4 ondan 2 bundan? CDC’ye göre de bu şekilde aşılanan çocuklar polio için komple aşı dizini almış sayılıyormuş? Madem bağışıklar artık, daha neden ek doz alıyorlar?
IPA’nin sağladığı bağışıklığın süresi kesin olarak bilinmiyormuş?! Ancak, önerilen tüm dozlar [4 doz] alındığı takdirde uzun yıllar koruduğu tahmin ediliyormuş?!
OPA için ise poliovirüsüne karşı bağışıklık sağlamada son derece etkili diyor CDC. OPA’nin tek dozu, aşılananların %50’sinde her 3 virüs tipine de “bağışıklık” oluşturuyormuş [burada bağışıklık kazandırmanın, kendilerince belirledikleri bir oranın üzerinde antikor üretimi anlamına geldiğini hatırlatalım; yani, tutup aşıyı olan kişiyi doğal virüse maruz bırakıp bu kişi gerçekten hastalığı kapıyor mu kapmıyor mu diye bakılmıyor, sadece aşıyı vurduk, ne kadar antikor oluştu diye bakılıyor! Antikor mevcudiyetini bağışıklık manasına gelmediği ise tıpta uzun yıllardır bilinen bir olgu aslında!]
3 doz alanların %95’inden fazlasının her 3 virüs tipine “bağışıklandığı”nı tespit etmişler. Diğer canlı virüs aşılarında olduğu gibi, oral polio virüsü aşısı da MUHTEMELEN kişiye ömür boyu bağışıklık kazandırırmış. OPA ayrıca mükemmel barsak bağışıklığı sağlarmış, bu da sizi doğal virüsle enfeksiyondan korurmuş.
CDC, bilgilendirme formundaki bunca bilgi için topu topu 5 referans göstermiş, şaşılacak şey, 5’i de yine CDC’nin kendi sitesinden.
Oysa aşı etkinliği/koruma süresi için burada verilen bildirimlerin geçerliliğini, doğruluğunu araştırmak isteyenler için bu bilgilerin hangi aşı üreticisinin kaç kişi üzerinde, ne kadar süreyle yaptığı deneylerin sonuçlarına dayandığını belirtmesi gerekmez miydi? Belli ki hayır.
CDC’nin bilgilerini bizzat biz kaynağına giderek araştıralım bakalım neler çıkıyor?
CDC’nin formunda Amerika’da Sanofi-Pasteur‘ün IPOL adlı IPV aşısının kullanımda olduğu yazılmış. Aşı her üç tipini ihtiva ediyor polio virüsünün, pek güzel. Virüsler maymun böbreği doku kültüründe büyütülmüş (Vero cell line) ve formaldehidle inaktive edilmiş! Hilleman’ın videosunda maymunlar ve ihtiva ettikleri sayısız virüsle ilgili kısmı bir daha izleyin derim bu noktada. Hani şu FDA’in kanserojen maddeler klasmanına aldığı formaldehid’in yanısıra daha mı neler var aşıda; koruyucu olarak 2-phenoxyethanol (antifriz etken maddesi!) ve eser miktarda neomycin, streptomycin ve polymyxin B. Ne güzel, bebekler aşılarla hayatlarındaki ilk antibiyotik turlarını da almış oluyorlar böylelikle!
Bakalım üreticinin bilgilendirme formu ne diyor aşılarının etkinliği (vurulduktan sonra kişiyi hastalıktan koruma gücü (efficacy) hakkında:
Ve fakat o da ne? Firma bu bilgileri vermemiş bile. Onun yerine verilen bilgilere geçmeden önce “effectiveness” ve “efficacy” terimleri arasındaki ayrımı da bu noktada bilmemiz gerekiyor.
İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü , İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Gülbin Gökçay anlatmış bizlere bu ayrımı:
Aşının koruyuculuğu (Vaccine efficacy): İdeal koşullarda aşının yarattığı koruyucu etki;
Aşının etkinliği (Vaccine effectiveness): Saha uygulamalarında aşının yarattığı koruyucu etki
Aşı prospektüsünde şu bilgilere yer verilmiş:
İnaktive polio virüsü aşısı, virüsün her üç tipine de nötralize edici antikor üretimi sağlar ki bu da koruyucu etkiyle alakalıdır.
Ve
ABD’de aşı için onay, aşının sağladığı immünojenesite [bağışıklık sağlayıcılık] ve güvenlik profiline bakılarak verilmiştir.
İmmünojenesite dediğimiz şey basit bir şekilde, vücudumuzun yabancı bir maddeyi tespit edebilme ve buna bağlı olarak immün yanıt oluşturabilme kapasitesidir oysa.
Üretici firmanın verdiği serokonversiyon oranları da şöyle:
Yapılan çalışmalara göre, hayatın ilk yılında aşıdan 2 doz alan bebeklerde, tespit edilebilir serum nötralize edici antikor (nötralize edici titer ³1:4) için seroprevelans oranları (Virüs tip 1 için) %88 ila %100 arasında; (Virüs tip 2 için) %84 ila %100 arasında; ve (virüs tip 3 için) %94 ila %100 arasındadır.
* Serokonversiyon denilen şey kanda antikor bulunması demek, bunların hastalığı önlemesi demek değil.
Ve can alıcı nokta .. IPOL aşısı için tedavülden kaldırılan, geri çekilen 1950’nin Salk aşısı verileri kullanılmış!
Yukarıdaki bildirimler için verilen referanslara baktığınızda gördüğümüz şey şu:
8. Salk J, et al. Antigen content of inactivated poliovirus vaccine for use in a one- or two-dose regimen. Ann Clin Res 14: 204-212, 1982
9. Salk J, et al. Killed poliovirus antigen titration in humans. Develop Biol Standard 41: 119-132, 1978
10. Salk J, et al. Theoretical and practical considerations in the application of killed poliovirus vaccine for the control of paralytic
poliomyelitis. Develop Biol Standard 47: 181-198, 1981
11. Unpublished data available from Sanofi Pasteur SA
12. Unpublished data available from Sanofi Pasteur Inc.
SONUÇ: eIPV (veya IPOL)’ün koruyucu etkisi, kör ve kontrollü bir deneyle bilimsel olarak gösterilebilmiş değil! Aşının etkinliği (sahada sizi ne kadar koruyacağı) bilinmiyor!
Bırakmayalım IPOL prospektüsünü ve devam edelim. Şöyle deniyor:
“Poliovirüsü enfeksiyonlarının %90 ila %95’i asemptomatikdir [belirtisiz seyreder]. Enfeksiyonların %4 ila %8’inde düşük ateş ve boğaz ağrısının eşlik ettiği non-spesifik hastalık (hafif hastalık) oluşur.”
Peki Illinois Tıp Dergisi’nin “Polio Aşılarının Mevcut Durumu” adlı makalesinde ne deniyor:
“Polio enfeksiyonu ile klinik hastalık arasındaki farkı ortaya koymamız gerekir. Burada kullanılması gereken prototip, bildirimi yapılması gereken klinik tüberküloz hastalığına karşı, tüberkülin reaktörünün enfeksiyona işaret ettiği tüberküloz enfeksiyonudur. Bilinen her bir paralitik polio vakasına karşı elimizde yaklaşık bin adet subklinik polio enfeksiyonu vardır. Bu subklinik polio enfeksiyonları, yetişkinlerde yüksek orandaki doğal bağışıklığı gösterir. Günümüzdeki aşı problemini anlamada en önemli faktör, hastalık ortaya çıksa da çıkmasa da barsaklarda enfeksiyon yaşanabilecek olmasıdır.”
Ve şöyle devam ediyor makale:
“Öldürülmüş [inaktive] aşı teorisi şu şekildedir: dolaşımdaki yeterli miktarda antikor, poliovirüsünü merkezi sinir sistemine ulaşmadan nötralize edecektir. Öldürülmüş aşılarla ilgili yaşanan en büyük hayal kırıklıklarından biri de kan dolaşımındaki antikorların tek başlarına alimenter enfeksiyona [sindirim sistemindeki enfeksiyona] karşı koruma sağlamıyor oluşudur. Ancak ve ancak alimenter enfeksiyonu lokal immünite takip ettiği takdirde hastalığa karşı daha tutarlı bir bağışıklık sağlayabiliriz.”
Buraya kadarki bilgileri bir özetleyelim, neler öğrenmişiz:
1. Polio aşı üreticileri aşılarının etkinlik değerini bundan 60 sene önce yapılmış, bilimsel araştırma derecelendirme kriterlerine göre “düşük kalite” kabul edilen 2 veya 3 ‘observational study’ (gözlem çalışması)’na dayandırıyor, kendi aşı deneylerinin sonucunu nedense(!) yayımlamıyormuş!
2. Amerika’da kullanılan Sanofi-Pasteur’ün IPOL aşısının gerçek hayatta kişiyi poliodan ne derece koruyacağı bilinmiyormuş!
3. Buna rağmen “güvenilir kaynak” CDC, bu aşı için uzun süre korur herhalde diyormuş!
4. Kanda virüse özel antikor mevcudiyeti kişinin hastalığa karşı korunduğu manasına gelmiyormuş,
5. OPA aşısından kişi bizzat polio kapabiliyor ve felce uzanan tablolar görülebiliyormuş.
6. Hem IPA hem de OPA ile aşılanan kişiler polio virüsünü temaslı kişilere bulaştırabiliyor ve burada da ağır hastalık tablosu ile karşılaşılabiliyormuş.
7. Shedding riskini, bugün 6 dozluk polio aşılaması yürüten sağlık görevlilieri danışanlarına yükümlü oldukları halde(!) bildirmiyormuş.
8. Türkiye devleti, tıpkı Amerika gibi halkı üzerinde etkinlik ve güvenliği kanıtlanmamış polio aşıları ile büyük çapta deney yürütüyormuş.
Güvenilir kaynak CDC’nin eteğinden başka hangi taşları dökmüş olduğuna bakalım çabucak:
2012’de CDC, “Aşı kaynaklı polio virüsleri hakkında güncelleme – dünya çapında, Nisan 2011-Haziran 2012” başlıklı bir basın açıklaması yapıyor. Açıklama şu şekilde:
“1988’de Dünya Sağlık Asemblesi dünya genelinde polio’yu eradike etme kararı almıştır. Polio eradikasyonu için kullanılagelmiş en büyük araçlardan biri canlı, attenüe (zayıflatılmış) oral polivirüsü aşısıdır (OPA). Maliyeti düşük bu aşı ağızdan kolaylıkla uygulanabilmekte, aşıyı alanları doğal polio virüslerine (DPV) dirençli hale getirmekte ve sağladığı dayanıklı hümoral bağışıklıkla paralitik hastalığa karşı uzun vadeli koruma sağlamaktadır. Buna karşın, ‘aşıya bağlı paralitik poliomiyelit’ (VAPP-vaccine-associated paralytic poliomylitis) vakaları hem OPA’yı almış bağışıklık sistemi normal düzeyde çalışan kişilerde hem bunların temaslı olduğu kişilerde hem de bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde görülebilmektedir. Ayrıca, OPA aşısı kapsayıcılığının düşük olduğu bölgelerde ‘aşı kaynaklı polio virüsleri’ (VDPVs – vaccine-derives polioviruses) ortaya çıkarak polio salgınlarına yol açabilmekte ve immün yetersizliği olan kişiler bu virüsleri yıllarca replike edebilmektedir.” (vurgular bana ait)
Devam ediyor CDC:
“Aşı kaynaklı polio virüsleri insanlarda paralitik polio’ya [felç] yol açabildiği gibi bu virüslerin sirkülasyonda kalma potansiyelleri de mevcuttur. AKPV’ler biyolojik bakımdan doğal polio virüslerine (DPV’leri) benzer ve çoğu ‘aşıya bağlı polio virüsü’ izolatından farkları, uzun süreli replikasyon veya transmisyonla uyumlu genetik özelliklere sahip olmalarıdır. AKPV’ler ilk defa poliovirüsü izolatlarının sekans analizleri [DNA dizim analizi] yapılmak suretiyle tespit edilmiştir.” (köşeli paraztezle verilen bilgiler ve vurgu bana aittir)
Şimdi, CDC, aşılama ile ilgili bu probleme nasıl bir çözüm önerisi getiriyor dersiniz? Tahmin ettiğimiz gibi, aşıya bağlı felç vakalarını ve virülan aşı virüslerinin yayılmasını engellemek için CDC’ye göre çözüm, ‘kitlesel halde aşılama’!
Aynen şöyle diyorlar:
“Aşı kaynaklı polio virüsünün ortaya çıkışını ve yayılmasını önlemek için tüm ülkeler, her üç polio virüsü serotipine karşı yüksek aşılama oranı sağlamalıdır.”
İmmün yetersizliği bozuklukları, vücudun bağışıklık yanıtında azalma olması veya hiç yanıt oluşmaması durumunda ortaya çıkıyor. Bir başka deyişle, dünya genelinde devletler aktif olarak, milyonlarca hasta ve immün yetersizliği bulunan çocuğa aşı-kaynaklı-polio geçirteceğini bildikleri bir aşıyı dayatıyorlar!
Şimdi, yeniden bıraktığımız yerden, Bill Gates’in, Hindistan’da ilahlaştırılan Bollywood aktörleri ile elele yürüttüğü polio eradikasyon programının gerçeklerinden devam edelim.
Dünya genelinde devletler kitlesel aşılamalarını daha etkin yürütmek için Bill ve Melinda Gates’in vakfına tam destek sağlıyor. Çünkü bu vakfın hedefi gezegenden polio’yu temizlemek. Ancak Gates bell ki bu gözü dönmüş aşılama programlarıyla, immün yetersizliği bulunan veya hasta onbinlerce çocuğa bizzat bu aşılardan polio geçirteceğinden bihaber. Ya da bunu işin maliyeti hesabına yazıyor kendi fayda/zarar çetelesinde! Gates, hertürlü işini bırakmış, Bollywood aktörleriyle aşı halkla ilişkiler kampanyaları yürütmekle meşgul.
2010’da Polio Global Eradikayon İnisiyatifi’nin Hindistan’da sadece 42 doğal polio vakası bildirdiğini büyük fun-fare’le açıkladığından bahsetmiştik. Bu yıldızlı aferinlik başarı öyküsünün üstünü şöyle bir kazıyınca bakalım altından hangi korkunç gerçekler çıkıyor.
Hindistan’daki halk sağlığı yetkilileri, her yıl 100 ila 180 çocukta ‘aşıya bağlı polio paralizi’nin (VAPP) görüldüğünü tahmin ediyor. Demek ki, yılda 100-180 aşı kaynaklı felç vakası, doğal polio vakalarının nereden baksanız 3 veya 4 katı üzerinde! Hadi diyelim PGEİ görülmekte olan doğal polio ve aşıya bağlı polio vakalrını düzgün rapor ediyor, yine de ardında Birleşmiş Milletler altında çalışan UNICEF, Amerikan CDC’si, Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlar olan PGEİ gibi bir kuruluşun, yürüttüğü “bağışıklama” kampanyasının gerçek hayattaki etkilerini iyisiyle ve kötüsüyle bildirmesi gerekmez mi başarısını kendi kendine kutlamadan önce? Her Allah’ın yılı aşıya bağlı paralizi geliştiren düzinelerce Hintli çocuk için PGEİ’nin Hindistan’ı nerdeyse “polio’suz” ilanı hem samimiyetten uzak hem de polio’yu doğal bir hastalık vektöründen çıkartıp insan eliyle yaratılmış (İATROJENİK) bir hastalığa dönüştürmelerindeki rollerini minimize etme çabasından, ortadaki bariz suçlarını örtbas etme gayretinden başka bir şey değildir.
Önümüzdeki vahim tablo böyleyken yine, bu halk sağlığı “uzman”larının verdikleri rakamlara biraz daha yakından bakmak istediğimizde tablo daha da vahimleşiyor.
Oxford Journal’ın Clinical Infectious Diseases dergisine göre görülen vakalar bu bildirilenlerin çok üzerinde. Dergide şöyle deniyor:
“2005 yılında, ABD’nin küçük bir köyünde çocukların aşı-kaynaklı polio kaptıkları bildirildi. 70‘ten fazla vaka bildirimi de Nijerya‘da var. 2006’da, Hindistan Tıp Birliği İmmünizasyon altkomitesi’nin Polio Eradikasyon İnisiyatifi raporuna göre Hindistan’da 1600 aşı-kaynaklı polio görüldü. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, bildirilen bu vakaların, çoklu kereler OPV aşısının uygulandığı kitle aşılama kampanyaları esnasında bildirilmiş olmasıdır. 2008’de Pakistan’dan, çoklu kereler OPA aşısı uygulamasının yapıldığı kitle aşılama kampanyalarının devam ettiği tüm illerden pekçok polio vakası bildirimi alınmıştır.”
Yıllar geçtikçe rakamlar da giderek artıyor ve kısa süre önce yayımlanan bir makaleye göre aşıdan polio kapan çocukların sayısı artık epidemik boyutta.
Neetu Vashishi ve Jacob Puliyel’in Medical Journal of Medical Ethics (Tıp Etiği Dergisi)’nde yayımlanan makalelerinde şöyle deniyor:
“… Hindistan’da bir yıldır polio görülmezken, ‘non-polio akut flask paralizi’ (NPAFP) vakalarında korkunç bir artış gözlemlenmiştir. 2011’de bu rakamlara fazladan bir 47,500 yeni NPAFP vakası daha eklenmiştir. Klinik açıdan polio paralizisinden farksız, ancak 2 kat daha ölümcül olan NPAFP’nın insidansı, alınan oral polio aşı dozuyla doğrudan orantılıdır. Bu veriler polio sürveyans sisteminde kayıtlı olmasına rağmen konuyla ilgili hiçbir soruşturma yürütülmemiştir. Tıbbın ‘primum-non-nocere’ [öncelikle zarar vermeyeceksin] ilkesi çiğnenmiştir.“
Aşıdan kaynaklanan polio vakalarıyla ilgili bildirimlerin sayısı bunca yüklüyken bir yerlerde birilerinin bu yıkımı durdurmaya çalışmasını beklersiniz ancak boşuna. Aşı programını durdurmak şöyle dursun, Bill Gates adlı “hayırsever” kişiliği bir dizginleyen çıkmadığı gibi dünya genelinde devletler dilediğini yapması için bu adama yeşil ışık yakmış gözüküyorlar.
Aşı-kaynaklı polio geçiren çocuklardan birçoğu hayatını kaybedecek. Bu polio eradikasyonu filan değil, düpedüz Hintli çocuk eradikasyonudur! Gayet net! Siz bir hastalığı eradike edeyim derken yerine bir başka hastalığı koyuyorsanız bu eradikasyon filan değildir. Hastalıksız, sağlıklı çocuklar görüyorsak ortada ancak eradikasyondan bahsedilebilir!
Hindistan’da yaşananlara bakarak insan Türkiye’de geçtiğimiz seneden beri uygulanan toplu ve çoklu OPA aşılamalarının gerçekte ne gibi olumsuz sonuçlar yarattığını merak ediyor. Türkiye’de acaba polio sürveyansı ne durumda, bilmiyoruz. Çünkü Sağlık Bakanlığı’nın kamuoyuna bu yönde bilgilerndirici hiçbir açıklaması yok!. 6 doz polio aşısının üzerine ek OPA aşılarını alan çocuklarda acaba bu adına polio değil de bambaşka bir ad, ‘flask (geçici) paralizi’ veya “non-polio akut flask paralizi” denilen ama polio’dan farksız olan kaç vaka var acaba?
Ara 4, 2013 | Aşılanabilir Hastalıklar, Menenjit, SAĞLIK TERÖRİZMİ
Meningokok hastalığı nedir?
Meningokok hastalığı, yani neisseria meningitidis, menenjit (beyin zarı iltihabı) ve menengokoksemi’ye veya septisemi’ye (kan zehirlenmesi) yol açabilen ciddi bir bakteriyel hastalık [1]. 2 yaşın üstündeki herkeste sıklıkla görülen belirtileri yüksek ateş, baş ağrısı ve boyun tutulması. Bebeklerde klasik belirtilerin yakalanması daha zor olabiliyor [2]. Meningokok patojeni en az 13 farklı suştan oluşuyor ve A, B, C, Y, W-135, 29E ve Z serogrupları mevcut [3].
Meningokok hastalık ne sıklıkta görülüyor ve ne derece ciddi bir hastalık?
Meningokok hastalık nadir görülüyor. CDC’ye göre Amerika’da her yıl 1400-2800 vaka görülüyor, yani 200,000’lik nüfus başına 1 veya 2 vaka [4]. Ülkedeki 14 milyon üniversite öğrencisi nüfusunda her yıl bu hastalığı geçiren 100 kişi var [5]. Nüfusun yaklaşık %10’u hastalık geliştirmeden bakteriyi vücudunda taşıyor [6]. Neisseria Meningitis de dahil olmak üzere menenjite yol açan hiçbir bakteri soğuk algınlığı veya grip kadar bulaşıcı özelliğe sahip değil [7]. Bakteriyel menenjit vakaları antibiyotikle tedavi edilebiliyor [8]. Vaka/ölüm oranı %10 civarında [9]. Vakaların yaklaşık %15’i işitme kaybı veya başka sekele yol açıyor [10].
Ülkemizdeki insidansı ise, aşıyı ‘rutin aşı şemasına alınmaya aday’ gösteren, Türkiye Aşı Danışma Kurulu ve TC Sağlık Bakanlığı Aşı Bilim Kurulu baş üyesi Prof. Mehmet Ceyhan’dan alalım:
– Şubat 2005 – Şubat 2006, Çok Merkezli Çalışma, 0-16 yaş
– Bakteriyel Menenjit 3,5 / 100,000 (%56.5 N. Meningitis)
– Yaklaşık Meningokoksik Menenjit İnsidansı 1,99/100,000
Bu aşıyı rutin aşı takvimine alan Amerika’dan nasıl feyz almamız gerektiğini belirtmek istercesine bir de not düşüyor Sn. Ceyhan:
– Meningokokal hastalığın sıklığı ülkeden ülkeye değişmekle birlikte Amerika’da yüzbinde 1, Avrupa’da yüzbinde 1 ile 6,4 arasında değişmektedir.
Yüzbinde 1 sıklıkta görülen ülkede bile aşıyı rutin aşı takvimine sıkıştırmakta sakınca görmüyorsa Amerika, biz de yüzbinde 1,99’luk veya 3,5’lik insidansımızla elbette tüm çocukları topluca aşılayabiliriz! Amerika için verdiği oran yine kendi verdiği gibi 0-16 yaş grubunu mu yansıtıyor, belirtmemiş ama olsun, demek ki bizim çoktan geçmemiz gerekirmiş aşılamaya, geç bile kalmışız!
2 yılda bir kendisinin başkanlığında düzenlenen Türkiye Aşı Sempozyumunda 2007’de bir başka değerli hekim, Tekirdağ Sağlık Müdürlüğü’nden Müdür Yardımcısı Dr. Mahmut Akdağ bakın sunumunda hangi noktaya değinmiş:
Tablo gayet net. Eğer bir hastalıktan insanlar yeterince korkmuyor ve aşılara da güvenmiyorsa aşı olmayı reddediyor. Demek ki, ebevynleri aşıya en kolay ikna yolu hastalıktan iyice korkmalarını sağlamak! Aşı hakkında da bakın ama Amerika, İngiltere kaç yıldır şu kadar milyon çocuğa vurdu, demek ki aşı güvenlidir şeklinde bilimdışı bir güvenlik algısı yaratıldığı takdirde, siz istediğiniz aşıyı takvime alır, rutin olarak yüzbinlerce çocuğa vurursunuz.
Prof Mehmet Ceyhan da meningokok aşıları üzerine yaptığı kapsamlı araştırma ve sunumunda “korku” parametresini atlamamış, bakın meningokok hastalıkla ilgili ebeveyn korku skalası neye benziyormuş İngiltere’de:
18-24 aylık çocuğu olan İngiliz anne babalar bu tabloya göre su çiçeği ve gribi ciddi bir hastalık olarak görmüyorlar; boğmacadan biraz daha fazla korkuyorlar ve %50’si evet ciddi bir hastalıktır diyor; difterinin ciddi hatta çok ciddi bir hastalık olduğunu düşünenlerin oranı yüksek, kızamık için de difteriden biraz daha yüksek bir korku düzeyi yakalanmış durumda ve MENENJİT’e gelindiğinde açık ara farkla anne-babalar bunun çok ciddi bir hastalık olduğuna kani gözüküyor.
Toplumda ne kadar az sıklıkta görülüyor olduğunun bir önemi yok, DSÖ kitlesel aşılama yapabilmeniz için Orta endemik hız (2 -10 vaka / 100,000 nüfus / yıl) yeterlidir demiş bir kere. Prof. Ceyhan da 2008 yılında yaptığı bu “çok merkezli” çalışmada, toplam kaç kişinin tarandığını belirtmediği halde(!) kitlesel aşılamayı mazur gösterecek bir oranı “tutturmuş” gözüküyor Türkiye için.
Kendisini yine pnömokok aşıların (menenjit ve zatürreyi önlemek amacıyla) rutin takvime alınması öncesinde yaptığı ve Sabin.org web sitesinde yayınlanan(!) benzer çalışmalardan hatırlıyoruz. 2008’de yaptığı bu çalışmada açıkça Türkiye’de invazif pnömokok hastalıkları sürveyansı OLMADIĞINI yazmasına rağmen aşı 2008’in Kasım ayından itibaren uygulanmaya başlanıyor. İlk önce kış şartları düşünülerek, Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde takvime konuluyor. Ocak 2009’dan itibaren de tüm Türkiye’de uygulanmaya başlanıyor. Bu aşı bebekler 1 yaşına gelene kadar 4 doz uygulanıyor.
Medimagazin’in haberinden devam edelim:
“Ankara’da iki gün süren ‘Pnömokok Aşıları Sempozyumu’nda 11. aşı olarak takvime konulan KPA, enine boyuna tartışıldı. Pnömokok bakterisi zatürre, menenjit, orta kulak iltihabı ve sinüzit gibi hastalıkların en önemli sebebi. Sempozyumda konuşan Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, aşının hastalıklara karşı korunmada tek yol olduğunu kaydetti. Pnömokok hastalıklarının son dönemde antibiyotiklere karşı direnç kazandığı için tedavisinin güçleştiğine dikkat çekti. Okulöncesi çocukların yaklaşık yarısının boğazlarında bu bakterinin bulunduğunu da aktardı.”
Türkiye’de sürveyansı olmayan pnömokok için sayın profesör hangi çalışmalardan hareketle çocukların yaklaşık yarısın boğazında bulmuş bu bakteriyi soruyoruz? Bu bakteriyi sağlıklı insanların çoğunun boğazında taşıdığı bir gerçekken, hastalık yapan etmenlerin neler olduğunun altı çizilmeden aşıyı tek yol olarak önermek bilimsel bir yaklaşım mıdır ve tıp etiğine sığar mı?
Sahip olduğu genç nüfus oranıyla Türkiye ilaç firmaları için bulunmaz bir pazar ve devletimiz de belli ki 2 gün ortada doğru dürüst bir çalışma olmamasına rağmen konuyu enine boyuna tartışmış ve hiçbir masraftan kaçınmayarak bu son derece pahalı aşıyı takvime koymuş!
Prof. Mehmet Ceyhan’ın araştırmalarında başlıca kaynak olarak kullandığı dünya ülkelerindeki meningokok enfeksiyonlarıyla devam edelim.
Dünyada diğer ülkeler de oldukça düşük sayıda meningokok bildirimi yapıyor. Örneğin, Avustralya 1998’de 421 vaka bildirmiş, Kanada sadece 126 olgu görmüş, Japonya’da ise sadece 6 bildirim var [11]. İngiltere Sağlık Bakanlığı’ndan şöyle bir iitraf geliyor: “Meningokok enfeksiyon göreceli olarak nadir görülmektedir, İngiltere’de yılda yaklaşık 100,000’de 5 vaka görülmektedir.”[12] Ancak İngiltere Ulusal İstatistik Bürosu’na göre meningokok enfeksiyon artık 1-5 yaş grubundaki İngiliz çocuklarda başı çeken ölüm nedeni olmuş durumda [13]. ABD’de, N. meningitidis çocuk ve genç yetişkinlerde görülen bakteriyel menenjitin bir numaralı sebebi haline gelmiş [14].
Peki meningokok nasıl oldu da bakteriyel menenjitin bir numaralı sebebi haline geldi?
Mevcut kanıtlar, pnömokok ve meningokok hastalıklarla ilişkili bakteriyel enfeksiyonların Hib aşısı uygulamasına geçildikten kısa süre sonra arttığını gösteriyor. Örneğin, Avustralya, New South Wales’de meningokok hastalık insidansı (Hib aşısının henüz kullanılmadığı) 1988 yılı ile (ulusal çapta Hib aşılama kampanyası baştıldıktan sonraki) 1993 yılı arasında %700’ün üzerinde artış gösteriyor [15, 16]. Avustralya’da gözlemlenen artış öylesine büyük ki doktorlara bu alarm verici yükselişle başa çıkmada yeni metodlar öğretilmeye başlanıyor [17].
İngiltere’de, Hib aşısının genel kullanıma sokulmadığı 1980’lerin büyük kısmı boyunca yılda 600 meningokok hastalık ortaya çıkıyor [18]. Konjüge Hib aşısının geniş ölçekli kullanımına 1990’ların başında geçiliyor. Hib aşısı devreye girdikten sonraki 1994/1995 hastalık bildirim döneminde, laboratuvar teyitli 1,555 vaka bildiriliyor, yani yüzde 150‘lilik bir artış görülüyor! [19] Dört yıl sonra, 1998/1999 bildirim döneminde-yine Hib aşısı devreye girdikten sonra– 2,962 laboratuvar teyitli vaka bildiriliyor [20]. Bu yüzde 150’nin üzerine bir yüzde 90‘lık artış daha demek! İngiltere Sağlık Bakanlığı bu artışın bir kısmının bildirimlerdeki iyileşmeye bağlı olabileceğini ancak “bunun muhtemelen gerçek bir artışı işaret etmekte” olduğunu kabul ediyor [21]. Yani bir başka deyişle, Hib aşısı toplamda menenjit ve kan zehirlenmesi gibi bakteriyel enfeksiyonlarda azalma sağlamamış, sadece bunun yerine farklı bakteriyel ajanların–pnömokok ve meningokokların–enfeksiyonlarda ağırlık kazanmasına yol açmış?!
Bir düşünelim … Menenjit ve zatürreden korusun diye Hib aşısını takvime alıyoruz, azalmak yerine bu defa pnömokok ve meningokoklar daha sık görülmeye başlayınca bu defa KPA aşısını devreye sokuyoruz, hastalıklar daha da ölümcül olmaya başlayınca bu defa da çözümü meningokok aşısında arıyoruz. Ne mantığa ne bilime sığıyor bu örüntü, ama bir iş modeli olarak ilaç sanayiinin ajandasına oldukça uygun diyebiliriz.
Yapılan bilimsel çalışmalar özünde dormant (yani uykuda, inaktif) olan mikroorganizmaların (ya da daha önce ortamda mevcut olmayan mikroorganizmaların) nasıl felaket derecede virülans kazanarak sağlığı ciddi anlamda tehlikeye atabileceğini gösteriyor [22, 23]. Oluşan bu yeni ve bazen de ölümcül suşlar, daha önceden varolan patojenlerin mutasyona uğraması, aşırı antibiyotik kullanımı veya “atipik” hastalıkların ortaya çıkmasını provoke eden aşılardan kaynaklanabiliyor. Ortaya çıkan atipik kızamık suşlarına dair tıp literatüründe oldukça geniş bilgi bulunmakta [24]. Ve şimdi de atipik menenjit saptanmış? [25]. Yakın geçmişte yenidoğanlar ve bağışıklık sistemi yetersiz olanlarda toplam 17 adet “C. meningo-septicum suşunun atipik varyantı” izole edilmiş. Çalışmalar bu yeni türün pekçok da altgrubu bulunduğunu ve çoklu antibiyorikler de dahil olmak üzere antimikrobiyal ajanlara dirençli olduklarını gösteriyor. Bu atipik patojen menenjit, pnömoni (zatürre), endokardit (kalbin iç yüzünü örten tabaka iltihabı) ve kan enfeksiyonlarına yol açıyor. Ayrıca son derece virülan bir patojen bu: bir kreşte yaşanan salgında %55 gibi yüksek bir ölüm oranı bildirilmiş. Yetkililer bunun salgınlara yol açmasından korkuyor [26]. Yakında Prof. Mehmet Ceyhan’ı bu suşa karşı “koruma” sağlayan yeni bir aşının promosyonu üzerine sunumlar verirken görebiliriz bence.
Meningokok hastalığa yakalanma riski en çok kimlerde var?
Altta yatan kronik bir hastalığa bağlı çeşitli tıbbi sorunları olan, immün sistemi yetersizliğinden muzdarip kişiler en fazla risk altında olanlar [27]. Bebek ve çocuklarda orantısız şekilde fazla görülmesine rağmen tüm vakaların neredeyse üçte ikisi 15 yaş ve üstündekiler [28]. Enfekte kişinin ağız salgılarıyla doğrudan temasta bulunan kişilerde enfeksyion riski artıyor [29]. Okul yurdu gibi ortamlar, sigara ve alkol kullanımı, kalabalık hanede yaşama, düşük sosyo-ekonomik statü gibi faktörler hastalık riskini arttıran etmenler [30].
Meningokok aşısı var mı?
Amerika’da meningokokun 13 farklı suşundan yalnızca 4’üne (A, C, Y ve W-135) karşı koruma sağlayan Menomune adlı aşı 1981’den bu yana kullanımda. Bu aşı 2 yaş ve üstündeki kişilere uygulanabiliyor.
İngiltere’de üç meningokok aşısı, Kanada’da ise beş aşı kullanımda.
2005 Ocak ayında FDA yeni bir meningokok aşısı, Menactra (MCV4)‘e ruhsat veriyor. Bir ay sonra CDC bunu daha ziyade 11-12 yaşındakiler ile yurtta kalan üniversite 1. sınıf öğrencilerine uygulanmak üzere ulusal aşı takvimine alıyor.
Kendisinden önceki aşı gibi Menactra da meningokokun 13 farklı suşundan 4‘üne karşı koruma sağlıyor [31].
2007 Temmuz’unda CDC tavsiyesini genişleterek MCV4’ün 11-18 yaş aralığındaki tüm gençlere vurulmasını öneriyor [32].
2011 Nisan ayına gelindiğinde bu aşı 9 aylıktan 55 yaşındakilere kadar kullanım için ruhsatlandırılıyor [33].
2011 Ocak ayında ise bir üçüncü meningokok aşısı, Menveo, 2 – 55 yaş grubunda kullanım için FDA’den onay alıyor [34].
Türkiye’de de Sanofi-Pasteur’ün üretcisi olduğu Menactra (MCV4) aşısına onay veriliyor.
Aşıda neler var?
Thimerosal (cıva) ve laktoz katkılı Menomune aşısını bir tarafa bırakırsak, Menactra aşısında “neisseria meningitidis‘in her biri difteri toksoidi proteini ile konjüge edilmiş A, C, Y ve W-135 serogruplarından kapsüler polisakkarid antijenleri” bulunuyor. Bunlar daha sonra “santrifügasyon, deterjan çökelmesi, alkol çökelmesi, çözücü ekstraksiyonu ve diafiltrasyon yöntemleriyle arındırılıyor”. Corynebacterium diphtheriae (difteri basili) kültürleri “modifiye edilmiş bir Mueller ve Miller besiyerinde büyütülüyor ve formaldehidle detoksifikasyonu sağlanıyor.” Her doz aşı “sodyum fosfatla tamponlanmış izotonik sodyum klorür solüsyonunda formüle ediliyor” [35].
Meningokok aşısı ne derece güvenli?
İngiltere’de 1999 Kasım’ında ulusal çapta meningokok aşı kampanyası başlatılır. Daha bir yılı bulmadan, 2000 Eylül ayında İngilliz İlaç Güvenliği Komitesi (British Committee on Safety of Medicines – CSM) bu “menenjit” aşısından sonra oluşan tam 7,742 sarı kart bildirimi (aşı sonrası istenmeyen etki bildirimi) alır ve bunlar arasında 12 de ölüm vardır [36]. Bu noktada İngiltere hükümeti halkı ölümlerin çoğunun Ani Bebek Ölümü (SIDS) sendromuna bağlı olduğuna inandırmaya çalışır [37].
Amerika’da, diğer çocuk aşılarının yanısıra Menomune aşısından sonra ortaya çıkan reaksiyonlar da Aşı Sonrası İstenmeyen Etki Bildirim Sistemi (VAERS)’e bildirilir. Bu menenjit aşısından sonra bildirilen yan etkiler arasında anafilaksi (ağır alerjik reaksiyon) ve havale/nöbet, duyu/his kaybı gibi nörolojik bozuklular da yer alır [38]. Bunun yanısıra, üretici firma henüz sebep-sonuç ilişkisi tam kurulamamış olsa da, Menomune aşılamasından sonra ağır bir böbrek rahatsızlığı olan IgA nefropati’nin görüldüğünü de kabul eder ve aşı prospektüsüne koyar [39].
Sanofi-Pasteur’ün yeni meningokok aşısının güvenli olup olmadığını anlamak için yapılan çalışmalarda Menactra (MCV4) ve Menomune aşısını olanların yaşadığı istenmeyen etkiler karşılaştırılıyor. Menactra’yı olanlar ile gerçek manada plasebo alanları karşılaştırmıyorlar. Yani aşılılar aşısızlarla karşılaştırılmıyor [40]. Ve tabii böylelikle aşının olduğundan daha az reaktifmiş gibi gözükmesi sağlanıyor. Deney sonunda buldukları sonuç şu: İki aşı grubu arasında “malez (keyifsizlik), ishal, anoreksiya, kusma veya döküntü çıkarma oranlarında belirgin bir fark yok” [41]. Oysa 11-18 yaş grubundaki deneklerle yapılan bir çalışmada, deneye katılanların yarıya yakını en az bir sistemik reaksşyon ve yaklaşık yüzde 5’i de (yani aşılanmış her 20 kişiden 1’i) en az 1 ağır sistemik reaksiyon geçiriyor [42]. Sistemik olmayan yan etkiler de oldukça sık görülmüş aslında. Örneğin, bu aşıyı olanların %13’ü, aşının vurulduğu kolda hareketi engelleyecek kadar şiddetli ağrı şikayetinde bulunmuş [43]. 18-55 yaş grubundaki deneklerden yüzde 62’si en az bir sistemik reaksiyon ve yaklaşık yüzde 4’ü de en az 1 ağır sistemik reaksiyon göstermiş [44].
İstenmeyen Etki Bildirimleri
Bu yeni aşı (Menactra veya MCV4) FDA’den resmi olarak güvenlidir diye onay alıp piyasaya sürüldükten kısa bir süre sonra, aşıyı olanlar arasından Guillain-Barre sendromu (GBS) geçirenler çıkıyor [45]. GBS, sinirlerde enflamatuvar demiyelinasyonun oluştuğu ağır bir nörolojik hastalık. “Ayak ve bacak kaslarından başlayarak kısa sürede karın, göğüs, kol ve yüz kaslarına yayılan, kaslarda -bazzen felce uzanabilen- kuvvet azalması ve his ve refleks kaybı ile belirgin polinevrit olarak tanımlanıyor bu hastalık. Duyusal abnormaliteler, kranyal (kafa) sinirlerinde etkilenme ile solunum kaslarında felç de görülebiliyor. Az sayıda hastada ölümle sonuçlanıyor, hastaneye kaldırılanların %20’sinde uzun süreli sakatlık görülebiliyor” [46]. Bu aşıdan sonra ortaya çıkmış GBS vakalarına dair olgu sunumlarından birkaç örnek şöyle:
- Olgu 1: “18 yaşında erkek, MCV4 ile aşılanıyor; 15 gün sonra ayaklarında ve ellerinde karıncalanma hissi oluşuyor… Aşılanmadan 16 gün sonra hastaneye kaldırılıyor… 3 gün müşahade altında tutulup taburcu edildşkten 2 gün sonra bilateral zayıflık ve bacaklarda artan güçsüzlük nedeniyle yeniden hastaneye yatırılıyor. Hastanın dizkapağı, triseps ve biseps derin tendon refleksi kayboluyor. Sinir iletim çalışmaları… motor sinir iletimi hızında Guillain-Barre sendromuyla uyumlu kötüye gidiş saptıyor.”
- Olgu 2: “17 yaşında erkek, MCV4 ile aşılanıyor; yaklaşık 25 gün sonra yürümede zorlanmaya başlıyor, ardından ayaktayken bir koltuğa oturma hareketinde zorlanma başlıyor… Aşılamadan otuziki gün sonra, kol ve bacaklarda bilateral kas güçsüzlüğü ve derin tendonlarda refleks kaybı şikayetleriyle hastane yatışı sağlanıyor.”
- Olgu 3: “17 yaşında kız…MCV4 ile aşılandıktan ondört gün sonra ayak parmakları ve dilde uyuşma ile boğazında yumru şikayeti başlıyor. Bu belirtileri kalça ve parmakuçlarında uyuşma, kolda güçsüzlük, koşamama, yürümede güçlük ve düşme takip ediyor. Aşılamadan 16 gün sonra hastaneye kaldırılıyor ve nörolojik muayenesinde her iki kol ve bacakta kas tonusunda azalma ve zayıflama, bilekler, dizler ve kollarda refleks azalması veya yokluğu saptanıyor.”
- Olgu 4: “18 yaşında kız MCV4 ile aşılanıyor…. Aşılamadan otuzbir gün sonra hasta bacaklarında uyuşma ve parmak uçlarında duramama şikayetinde bulunuyor. Ertesi sabah ayağa kalkamıyor. Hastane yatışı gerçekleştiriliyor ve yapılan fizik muayenede el ve ayak bileklerinde bilateral kas zayıflaması; ayak bileği, diz ve derin tendon reflekslerinde azalma ve kaybolma tespit ediliyor.”
- Olgu 5: “18 yaşında kız MCV4 ile aşılanıyor; 14 gün sonra merdivenden yukarı çıkarken bacaklarında ağırlaşma hissediyor. Takibenden 8 gün boyunca yürümede güçlük devam ediyor bacağında bilateral ağrı hissediyor. Bunu başağrısı, sırt ve boyun ağrısı, kusma ile her iki elde karıncalanma hissi takip ediyor. Yürüyemez oluyor ve … progresif güçsüzlük ve yürüyememe hali nedeniyle hastaneye yatırılıyor…. Güçsüzleşme ilerleyerek kollarda felç, yutmada zorlanma ve solunum güçlüğü oluşuyor.”
Bu beş GBS olgusu, Amerika’nın doğu yakasında 6 haftalık bir süre içinde gelişiyor. Kurbanların hepsi 17 veya 18 yaşında; belirtiler Menactra aşılamasından 14 ila 31 gün sonra ortaya çıkıyor [47]. 20 Ekim 2006’da FDA ve CDC, tüketicileri ve sağlık çalışanlarını Menactra’nın rutin uygulaması sonrasında ortaya çıkan 17 teyitli GBS olgusu nedeniyle uyarıyor. Olgular yaşça büyük ergenler ile 20 yaş ve üstündekilerde görülüyor. GBS, Menactra aşılamasından sonraki 6 hafta içinde ortaya çıkıyor [48]. İkiden fazla hukuk firması aşı kurbanlarını temsil etmek için devreye giriyor, ancak yine de aşı piyasadan çekilmiyor [49, 50]. Onun yerine, aşının üreticisi firma Sanofi-Pasteur, aşının ürün bilgisine (prospektüs) “aşıyla bağlantılı GBS bildirimleri olduğu”na dair bilgilendirme koyuyor [51]. FDA ve CDC “durumu takip etmeye devam ediyoruz” diyor [52]. Ancak bundan yalnızca 2 hafta sonra, 3 Kasım 2006’da, CDC’ye bağlı Aşı Danışma Kurulu (ACIP) çıkıp “daha önce Menactra ile rutin şekilde aşılanması öngörülen tüm yaş gruplarında aşılamanın yeniden başlatılması” kararını açıklıyor [53].
Sunumlarında ACIP kararlarına geniş şekilde yer veren ve bu aşıyı tek yol olarak göstermekten çekinmeyen Prof. Mehmet Ceyhan acaba aşının bu yan etkisini 2 günlük toplantılarında konu etti mi ya da kamuoyunu bu yan etki için uyarmayı düşünür mü ve aşıdan sonra GBS geliştirecek çocuk ve gençlerin aileleri tazminat için Sanofi-Pasteur’ü mü, bu aşıya Türkiye’de kullanım için onay veren Aşı Danışma Kurulu üyeleri veya Sağlık Bakanlığı’na mı, nereye dava açabilirler acaba?
Meningokok aşısı ne derece koruyor?
Menomune’ün koruyuculuk oranı fazlasıyla değişken ve bu yüzden de güvenilir değil [54]. Aşılamadan sonraki 3 yıl içinde antikor oranları önemli ölçüde düşüyor [55]. Aşı, 2 yaş altı çocuklarda işe yaramıyor. Bu yüzden de, meningokok hastalık en fazla 24 aydan küçük çocuklarda görülmesine rağmen aşı bu yaş gurubunda kullanılamıyor [56]. 24 – 36 aylık çocuklarda ise aşı sadece %52 oranında etkili. Aşılandıklarında 4 yaşından küçük olan çocuklara 3 yıl sonra bakıldığında, “A” suşuna karşı korumanın yüzde 10’un da altına düştüğü görülüyor [57]. Menactra’nın koruma oranını da Menomune’ye bakarak, “Mennomune’yle göstermiş olduğu immünolojik denklik”ten anlıyorlar [58]. Sanofi-Pasteur, Menactra aşısının koruyucu etkinlik açısından Menomune’den “aşağı kalmadığını” söylüyor [59]. Nasıl ama, içimiz rahat şekilde vurabiliriz artık aşıyı değil mi, belki korur belki korumaz ama biz yapmış olalım.
Yetkililer bu meningokok aşısını satabilmek için sürekli olarak yılda şu kadar vaka görüldü bu kadar kişi öldü diyorlar. Ancak bu son derece yanıltıcı bir söylem, zira aşı bu trajik ölümlerin büyük kısmını zaten önlemeyecek. Çünkü bu aşılar bilinen 13 suştan sadece 4’ünün yol açtığı meningokok hastalıkları önlemek üzere tasarlanmış [59].
Meningokok aşısında, gelişmiş ülkelerde ve Türkiye’de en fazla meningokok hastalığa yol açan B suşu yok, yani buna karşı korunmuyorsunuz [60,61].
Aşının korumadığı bu B suşu aynı zamanda bilinen tüm suşlar arasında en virülan (hastalık yapıcı özelliği en yüksek) olan; meningokok menenjite ve en çok ölüme yol açan serotip.
Meningokok aşısı, hastalık suşlarını daha virülan hale getiriyor olabilir. Örneğin, Klinik Mikrobiyoloji Dergisi‘nin son sayısında, ortaya çıkan yeni ve oldukça şiddetli hastalığa yol açan bir suşu inceleme altına alan aşı araştırmacıları “meningokokların tek bir serogrubuna karşı yapılan kitlesel aşılamanın, yeni keşfedilen hipervirülan B suşu gibi aşıyla da önlenemeyecek serogrupların ortaya çıkmasına neden olup olmadığını” değerlendiriyorlar [62]. Vardıkları sonuç şu: Daha öncede bölgede C grubunu kontrol altına almak için yapılan kitlesel aşılama kampanyasına bağlı olarak ortaya yeni B grubu meningokok hastalıkları ortaya çıkmış [63, 64].
Bilimadamları nicedir meningokok bakterilerin kapsül tipi değiştirme yeteneği olduğundan şüpheleniyorlar zaten. Örneğin, Oregon’daki B serogrubu insidansı 1987-1992 arası dönemde iki katın üzerine çıkıyor [65]. Daha da hayret verici olanı, aynı dönemde B serogrubu hastalığın 15 – 19 yaş grubundakilerde insidansı tam 13 kat (yüzbinde 0.5’ten 6.4’e) artıyor [66]. Indian Journal of Medical Microbiology (Hindistan Tıbbi Mikrobiyoloji Dergisi)’nde yayımlanan bir makale “meningokok bakterilerin kapsül üretiminden sorumlu genetik materyali değiştirme ve böylelikle de B serogrubundan C’ye veya tam tersine geçme kapasitesine sahip olduğu”nu bir kez daha teyit ediyor [67]. Hatta makale yazarları şu sonuca varıyor: “Serogruba özel koruma sağlayan aşıların geniş çaplı kullanımı sonucu kapsül değiştirme, virülansın önemli bir mekanizması haline gelebilir.” [68] “Penisiline yanıt vermeyen meningokok bakterilerindeki artış” belki de bu yüzden gözlemleniyordur diyorlar [69].
Meningokok aşıyı yaptıracakların, bu aşının onları pnömokok, B tipi haemophilus influenzae veya yeni yeni ortaya çıkan atipik bakteri suşlarına bağlı bakteriyel menenjitten korumayacağını da bilmesi lazım [70]. Bu durumda, kişi aşılandığı halde bakteriyel hastalığa yakalandığı takdirde aşının mı korumada yetersiz kaldığı yoksa hastalığa aşının mı yol açtığı, aşının kapsamadığı bir suştan mı hastalanıldığı yoksa tamamen farklı bir bakteriyel patojenin mi buna yol açtığını belirlemek oldukça güç olacaktır. Şu hikaye sayılan bu ihtimalleri güzel bir şekilde özetliyor aslında:
“Lisedeyken annemler beni menenjite karşı aşılattılar. Menejit aşısını olduktan sonra vücudumun her sistemine saldıran ağır bir enfeksiyona yakalanıp hastanelik oldum. Hastane yatışının ilk iki günü annemleri tanımamışım bile. Doktorlar lumbar ponksiyon (beyin-omurilik sıvısı çekmekte kullanılan iğne) yaptılar. Koca iğneyi omuriliğe sokup sıvı alabilmek için vücudumun orta bölümünü uyuşturdular tabii. Menenjit teşhisi konuldu. Üç hafta hastanede yattım. Ölümden döndüğüm bu hastalığa olduğum menenjit aşısının yol açmış olabileceğini düşünmek dahi istemediler.” [71]
Aşıyla İlgili Gelişmeler
Aşı araştırmacıları “önünde sonunda meningokok hastalığının önlenebilmesi için B serogubuna karşı da etkili bir aşı geliştirilmesi gerektiğini” söylüyorlar, zira ülkemizde de gelişmiş diğer ülkelerde de menenjite en çok yol açan bakteri grubu bu. Tabii bunun üzerinde çalışmaların çoktan başlamış olduğu da bir gerçek. Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün gözetimi altında Water Reed Askeri Araştırma Enstitüsü, “B Grubu Meningokok 44/76 MOS NOMV 5D” adı verilen yeni bir “Menejit B” aşısının deneylerine başladı bile [72].
Yeni Zelanda da MeNZB adındaki yeni, deneysel “Menejit B” aşısını test etmeye başladı. Popülasyonun geniş bir bölümü kobay faresi olarak kullanıldı. Ancak bir grup gazeteci kısa süre sonra kirli ilişkileri ve programın sorunlu yanlarını ortaya çıkaran bir yazı kaleme aldılar; Meningokok Altınına Hücum. Özetle şöyle diyorlardı yazılarında: “Anne babalara ve kamuyouna meningokok hastalık ve MeNZB aşısıyla ilgili son derece eksik bilgilendirme yapılmıştır. Ortada ciddi anlamda ‘çıkar çatışması’ olduğuna dair yeni kanıtlar ortaya çıktı ve Sağlık Bakanlığı’nın, bağımsız çalışması gereken Sağlık Araştırma Konseyi’ne bulunduğu müdahalelerden dolayı Kraliyet Soruşturma Konseyi’nin acilen resmi bir inceleme başlatması gerekmektedir. 1.15 milyon Yeni Zelendalı çocuğun toplu halde aşılanmasını öngören bu program bize göre ahlaki ve güvenlik bakımından son derece kusurlu ve tehlikeli olup, toplum sağlığı ve aydınlanmış rıza ilkeleri ile Nuremberg İlkesi’ne ve Yeni Zelanda kanunlarına aykırıdır…. Kamuoyunun 20 yaşın altında herkese vurulması öngörülen deneysel bir aşı hakkında tüm gerçekleri bilme hakkı vardır.” [73] Yeni Zelandalı araştırmacılar ayrıca bu MeNZB aşısının global pazara yönelik araştırma ve geliştirme çalışmalarının da yürütülmekte olduğunu belirtiyorlar.
Türkiye’de de GSK ve Pfizer gibi dev ilaç şirketleri, üstelik de aşı geliştirmek için fabrika ve merkezler açarken, umuyoruz Sağlık Bakanlığı ve kanuoyu bu firmaların işledikleri kriminal suçlar nedeniyle rekor seviyede tazminat ödemeye mahkum edilmiş, ancak devede kulak kalan bu milyon dolarlık tazminatları ödedikten sonra işlerine aynen devam eden ve Türkiye, Hindistan gibi bol nüfuslu ve denetimlerin çok sıkı yapılmadığı ülkelerde pazar paylarını genişletmekle meşgul sabıkalı şirketler olduğunu hatırlar.
Prof. Ceyhan derinlemesine araştırmış, derhal maliyet raporları düzenlemiş örneğin bu aşı için. Amaç bu aşıyı da giderek kalabalıklaşan aşı takvimine almak. Bu aşıyı rutin olarak milyonlarca çocuğa vurmayı gerektirecek bir durum var mı bakalım:
Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre (1989-1999), yılda ortalama 667-2030 meningokok menenjit olgusu bildirimi yapılmakta [bunların hangi yaş gruplarında olduğu verilmemiş, toplam nüfusta görüldüğü dikkate alınmalı], hastalandırma hızı 100 binde 1,01-35,3 olarak değişmektedir.
Her yıl ortalama 47-151 meningokok menenjit ölümü olmakta [yine, tüm nüfus gruplarında gerçekleşen ölümler bunlar], ölüm hızı milyonda 0,71-2,62 olarak verilmektedir. Ancak gerçek rakamların bildirimi yapılanların çok üstünde olduğu tahmin edilmektedir [aşı yan etki bildirimlerinin neredeyse hiç olmadığını düşünecek olursak şaşırtıcı değil].
Son yıllarda meningokok hastalığın görülmesi ve ölüm hızlarında azalma olmasına rağmen, ülkemizde beş yaş altı çocuk ölümlerinin %9,5’inden meningokok menenjit sorumludur. Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre, meningokok menenjit beş yaş altı ölüm nedenleri arasında beşinci sırayı almaktadır.
İnsidanslar bu denli düşükken sadece riskli gruplara önermek yerine Prof Ceyhan bunun çok ciddi bir toplum sağlığı sorunu olduğunu belirtmiş ve önce aşı takvmini açıp bu aşıya uygun bir boşluk buluvermiş:
Amerikan aşı takvimini şablon olarak kullanan yetkililerimiz altta maviyle gösterilen yerde ileride nasıl ölümcül olduğundan dem vuracakları hastalıkların takvimdeki yerini bulmuş bile! Meningokok aşısının ilk dozu için henüz boş olan 9. ay seçilmiş ve tabii ikinci doz da yine Amerika’nın önerdiği şekilde 12. ayda. 12. ayda bebekler KKK [tek dozda 3 aşı], KPA ve Su Çiçeği aşılarıyla birlikte meningokok aşıyı da oldukları takdirde, aynı anda tam 6 aşı birden olmuş olacaklar! Lütfen Sn Ceyhan çıkıp bu aşının sayılan diğer aşılarla birlikte güvenle vurulabileceğini gösteren klinik deneyleri göstersin. Kaç çocuk üzerinde hangi aşı kombinasyonlarıyla denenmiş bu aşı, yan etki için kaç gün izlem yapılmış, ne tip yan etkiler ne oranda görülmüş. 17-18 yaşındaki gençlerde, üretici firmanın deneyleri sırasında ortaya çıkmayan ancak genel nüfusa vurulduktan sonra görülen Guillain-Barre sendromu veya başka hastalıkların henüz 12 aylık ve aynı anda tam 6 farklı aşı olan bebeklerde hiçbir soruna yol açmayacağını söylesin!
Onay verilen bu meningokok aşısı salt çocuklara değil, tüm nüfusa öngördükleri, oldukça kullanışlı bir aşı. Yavaş yavaş ergenler ve yetişkinler için de sayısı giderek artan aşı takvimleri oluşturmayı başarıyoruz. Bebeklikten onlarca aşıyı olmuş bireylerin ergenlik ve yetişkinlikte de, şayet ölmez sağ kalırlarsa koşa koşa aşılarını olmaya şartlanacaklarını biliyorlar. Nereden mi? Önümüzde Amerika gibi dünya tarihinin en yüksek sayıda aşısını nüfusuna zorla uygulayan, ancak gerek bebek ölümlerinde gerekse otizm, ADHD, kronik ve otoimmün rahatsızlarda dünyada başı çeken şahane bir örneğimiz var, başka kimi takip edebiliriz?
Yine Sn Ceyhan’dan beşikten mezara olunacak meningokok aşı çizelgesi:
Bakalım takvime yeni bir aşı eklerken neler değerlendiriliyormuş:
Hastalık yükünün 2 yaş altı bebeklerde görece olarak oldukça düşük olduğu ortada. Aşının maliyetini elbette ihaleyi alacak aşı firması için kar hanesine yazıyoruz. Aşılama elbette günümüzde bilim ve sağlıktan öte politik uygulamalar olduğu aşikar. Aşının kabul edilebilmesi için sahadaki hemşire ve hekimlerin anne-babaları nasıl korkutması gerektiğine dair çalışmalar belli ki büyük başarıyla yürütülmüş. Hatırlayalım, ne kadar korkarlarsa o kadar kolay kabul ederler!
Ajandamızda güvenlik sorunundan önce gelen kıstaslarımız var, o da işin maliyeti. Aşının güvenlik çalışmalarına dair hiçbir bilgiye yer verilmezken, Sn Ceyhan görev bilinciyle rutin olarak uygulandığı takdirde bu aşının devlete ne kadar kar getireceğini (Amerikan doları üzerinden) hesaplamış elbette:
Tüm bebekler aşılandığı takdirde gördüğünüz üzere devlet sağlık harcamalarında muazzam(!) bir kar elde ediyor?! Arada takvime yığdıkları bunca aşıdan bağışıklık sistemi, sinir sistemi, beyni, sindirim sistemi ağır hasar gören, çeşitli nörolojik rahatsızlıklar geçiren hatta ölen çocuklarımız olabilir. Ancak merak edilmesin, bunlar için de Ani Bebek Ölümü denilen bir kategorimiz var, sahipsiz değiller, birer “istatistik” olarak kayda geçecekler elbet. Yaşayanlar da sağlıklıyken oldukları bu aşılar neticesinde edindikleri ömür boyu sürecek kronik rahatsızlıkları neticesinde artık ilaç şirketleri ve sağlık sisteminin daimi müşterisi olarak hayatlarını sürdürsünler. Maliyet etkinlik raporları ortada, kimsenin bireysel “sağlığını” düşünecek durumda değiliz, aslolan sürünün sağlığı ne de olsa.
Yeni meningokok aşımız vatana millete, ilaç şirketi temsilcileriyle birlikte oturdukları ve hangi aşıların takvime alınacağına karar verme yetkisine sahip Aşı Çalışma Kurulu üyelerine hayırlı olsun!
Kas 30, 2013 | İnfluenza, SAĞLIK TERÖRİZMİ
Aşıların – evet, tüm aşıların – ne denildiği gibi etkin ne de güvenli olduğunu kanıtlayan bilimsel çalışmalar üzerine uzun uzadıya yaptığım araştırmaların altıncı yılında ilgim, feci şekilde kusurlu ve kabul edilemez derecede tehlikeli kolektif davranışları koruyup baki kılan kültürel iletim birimlerine çevrilmeye başladı.
Gerekli tüm bilgi ORTADA; hiçbir finansal bağı veya ajandası olmayan birbirinden parlak bilimadamları, hekim ve araştırmacılar ellerini taşın altına koyup aşı etkinlik ve güvenliğine dair kaygılarını dile getirmiş durumda, oysa sade vatandaş tutunduğu hiper-basitleştirilmiş “güvenlik” duruşunda takılmış gidiyor.
“Aşılara karşı değilim şahsen, yani demek istediğim, çok iş başardılar bugüne kadar. Elbette bazı riskleri vardır ama bunlar son derece nadir görülen şeyler.”
Şimdi anlıyorum ki, bu kötü tasarlanmış ve çağdışı immün modülatörlerinin işe yaramadığına; nörolojiik, otoimmün ve ölümcül riskler taşıdığına dair endişeleri doğrulayan PubMed makaleleri arşivimin, bilmek anlamak istemeyen için bir kıymeti yok. Bu bilgiler doğrultusunda ortaya çıkan sorular, her şeyden önce devletin, CDC’nin ve doktorunun kendisinin iyiliği için çalıştığına, gereken dikkat ve ihtimamı mutlaka gösterdiklerine ve verdikleri sağlık hizmetinde standart ahlaki yükümlülükleri yerine getirdiklerine inanma ihtiyacı içinde olanlar için aynı derecede provokatif olmayacaktır. Gücünü bir başkasına devretme ihtiyacındakiler için bu bilgiler bir anlam ifade etmiyor.
Bilimsel tartışmalar yerine, bu tıbbi otoriteyi kötüye kullanma alışkanlığını değiştirmeye kadir iki yol var gibi; bunlardan ilki bilimsel olmayan, anekdotal karşılaşmalar:
1. Aşıların işe yaramadığını ve hatta hastalığa yol açtığını bizzat görecekler
Birkaç pediyatrist hastam var. Ben daha bir şey söylemeden bu kadın hekimlerin hepsi bana aşılanmış popülasyonda virülansta artış gözlemlediklerini itiraf ettiler. Yaşadıkları bu klinik deneyimdir esasen CDC’nin bu eli ağır direktifini durup bir sorgulamalarını sağlayan şey.
Bu durumda ben de “Ah, öyle mi?” diyorum, “Aşılanmış popülasyonlarda enfeksiyon riskinin arttığına dair bilimsel çalışmaları okumuş muydunuz? Mesela 115 çocuğun katıldığı deneyde bu defa hakikaten plasebo olarak salin su kullandıklarında, aşılanmışların grip dışında bir enfeksiyona yakalanma riskinin 4.4 kat arttığını gösteren ŞU ÇALIŞMA var. Veya şu KANADA’da YAPILMIŞ OLAN var, dört gözlem çalışması yapmışlar ve 2008-2009 H1N1 aşılamasının aslında bu ismi geçen virüsü kapma riskini 1.4 ila 2.5 kat arttırdığı ortaya çıkmış?
Ancak, gözlemlerini doğrulayan bilimsel verileri oturtabilecekleri şahsi bir şablonları oluştuktan sonra dinliyorlar sizi. Peki ama ya o evreye gelinceye dek bu işe yaramaz ve tehlikeli müdahaleyi uyguladıkları çocuklar ne olacak?
2. Aşıdan zarar görmüş birini bilecekler
İnsan psikolojisinin temelinde var bu, orada uzakta olup bitenler en iyi ihtimalle bizle alakasız veya en kötü ihtimalle de uzak bir tehdit unsurudur bizim için. Yakınımızda, şahit olduğumuz birşey ise gerçektir. Pek azımız bizi kuşatan gerçeklerle, orada bir yerlerde öğrenilmesi gereken şeyler arasındaki boşluğu kapatma gereği hissederiz. Aşı uygulamasıyla popülasyona verilen zararın boyutunu kavramadaki zorluk, immün ve nörolojik tahribatın gizli ve sinsice ilerleyen doğasıyla alakalı aslında.
CDC, beyin iltihabı ve ölümün her aşının bilinen yan etkileri olduğunu raporlayadursun, çoğu kişi beyin iltihabının neye benzediğini bilmez bile. Beyin iltihabı denilen şey ADHD (dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu), otizm, öğrenme güçlüğü olarak kendini gösterebilir ve bu otoimmün rahatsızlıkların ortaya çıkması yıllar alabilir. Yıllar sonra ortaya çıkan bu sonucun izinin sürülüp aşıyla bağlantısının ortaya konulması ise ancak aşılanmış ve aşılanmamış popülasyonları karşılaştıran bilimsel çalışmalarla mümkün olabilir. Bu çalışmalar ise bugüne kadar yapılmış değil.
Ne yazık ki şimdi hepimiz, daha geçen hafta grip aşısından dolayı trajik şekilde hayatını kaybetmiş birini biliyoruz. CHANDLER WEBB adındaki bu 19 yaşında sağlıklı gence, ağır şekilde hastalanmadan bir gün ve ölmeden 1 ay önce fizik muayenesinde “rutin” ve “tavsiye edilen” grip aşısı yapılmıştı. Aşıya bağlı ensefalitten, bu müdahalenin bilenen bir riskinden öldü. Bu ailenin çektiği acılardan dolayı duyduğum kahır ve vicdan azabının üstüne, bana göre bir ‘adam öldürme’ suçu işlenmiş olduğu için de küplere biniyorum. Bu, aşının korucu etkisi olmadığı ve potansiyel olarak sağlıklı yetişkinlerde sakatlık ve ölüme yol açabileceğine dair ortaya konulan objektif değerlendirmeler hiç gözönüne bile alınmadan yapılmış tıbbi bir müdahale.
CDC ve devletin destek ve onayıyla yürütülen bu uygulamayı çevreleyen propaganda öylesine güçlü ki, bu genç adamı tedavi eden doktorlar sorunun ortadaki en bariz nedenini göremeyecek denli kör olmuşlar. Hekimler aşıyı olduktan sonraki 24 saat içinde oluştuğu tescillenmiş bir yan etkiyi daha anlayıp kabul etmekten acizken, immün sistem ve nörolojik gelişim üzerindeki, sizi ve sevdiklerinizi bir ömür boyu ilaca ve tedaviye mahkum edecek daha kompleks sorunları sistemin anlayıp çözümlemesini bekleyemezsiniz.
Ve unutmayınız ki bu aile ne iğneyi yapan hekimi ne de bu ölümcül ilacı üreten ilaç şirketini dava edemiyor.
Durumu şu şekilde özetleyelim dilerseniz; grip aşısının neden devlet ve kanun koyucu organların bizleri unuttuğu ve yolun kenarında düşüp ölmenize neden olabilecek bir gayenin peşinden gittiğinin kanıtı sayılacağından bahsedelim kısaca. Çok azınızın benim okumuş olduğum bilimsel yayınları okuyup, dersler alıp seminerlere katılacağınızı, uzmanlardan konuyla ilgili endişelerini dinleyeceğinizi biliyorum. O yüzden, hiçbir şey yapamıyorsanız burada verilen önemli bilgileri iyice bir sindirmeye çalışın ve bu mesele fikrinizin değişmesini sağlayacak kadar yakınınıza uğrayana dek bekleyin…tabii umarım bu değişim iş işten geçmeden oluşur.
- Ortada aşıyı gerektirecek bir durum yok: Eminim gripten ölen tek bir kişi bile duymamışsınızdır hayatınızda, duyduğunuzu düşünüyorsanız da sizi temin ederim bu, gribe benzer sendromlara yol açan ve hiçbiri de aşıyla “korunma”yan diğer 150-200 adet enfeksiyöz patojen tek tek bakılıp elenmeden konulmuş bir teşhistir bu. CDC’nin ortaya attığı astronomik “grip ölümü” oranlarına rağmen, 2001’de 18 (evet, onsekiz) teyitli vaka vardı örneğin. Bu verilere ulaşım imkanı gayet şüpheli bir şekilde engelleniyor, ancak sonuç itibariyle istatistikleri unutun gitsin, siz sadece uygulanan korkutmaca ve pazarlama taktiklerini görebilmek için sağduyunuzu kullanın yeter.
- Aşı işe yaramıyor: Cochrane Veritabanı – mevcut verilerin objektif, altın standarda uygun şekilde değerlendirmesini yapan kurum- yaptığı İKİ ÇALIŞMAda açıkça şöyle diyor: iki yaş altındaki çocuklarda ve yetişkinlerde aşının gripten koruduğunu gösteren veri bulunamadı. FDA’in (Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi’nin) eski Aşı Departmanı şefi bile şöyle diyor: “Şimdiye kadar geliştirilmiş hiçbir grip aşısının herhangi bir influenza atağına karşı koruduğu veya enfeksiyonu hafiflettiğine dair kanıt bulunmamaktadır.” Gripten korunduğun fikrini sevmekle gripten korunmak arasında fark var. Size aşıyı pazarlayan doktorun (veya eczacının) yaptığı da esasen bu işte – size bir fikri pazarlamak.
- Herkes için uygun tıbbi müdahale diye bir şey olabilir mi? BU WEB SİTESİ ve GREENMEDINFO‘da da ele alındığı gibi, işe yaramadığı bilinen veya güvenlik için test bile edilmemiş ve hatta çocuklar, yetişkinler, yaşlılar, hamile kadınlar da dahil olmak üzere muhtemelen uygulanması güvenli dahi olmayan demografik gruplara dayatılıyor bu aşı. Bir perinatolog hekim olarak bunun hassasiyetlerime neden ters olduğunu BURADA yazdım.
- Ne yaptığımızı bilmiyoruz: Aşıların içinde kültürlendiği civciv embriyolarında saptanması mümkün olmayan viral proteinlerin bulunma ihtimali bile, immün ruletinden başka bir şey olmayan aşı geliştirme işinin ve amansızca uygulanmasının ölüm ve kalıcı sakatlık durumlarına nasıl yol açtığına basit bir örnek aslında. Örneğin, grip aşısının yol açtığı belgelenmiş Guillain-Barre paralizisinde ‘C. jejeuni kontaminasyonu’nun ROLÜ OLDUĞU DÜŞÜNÜLÜYOR. Virüs ve ilişkili toksik koruyuculara karşı antikor üretmek, bağışıklanmak demek değildir. Bunu artık biliyoruz.
Sürünün güdülüp uçurumdan aşağı atılışını onaylamayan ancak acı ve hüsranla izlemek durumunda kalan bizler ise hep bir ağızdan şunu söylüyoruz: bu ajanlar, bir yandan “kaçınılmaz olarak güvenli olmayan” ilaç kategorisine alınıp, diğer yandan da devlet kurumlarının bize kabul ettirmeye çalıştığı gibi “güvenli ve etkili” olamaz. Bunlar ‘kaçınılabilir şekilde güvenli olmayan” ürünler esasına bakarsanız, aldığınız tıbbi hizmetlerden çıkardığınız takdirde tabii ki.
~Dr. Kelly Brogan
Lisans eğitimi Bilişsel Sinirbilim üzerine M.I.T’de tamamlayan Dr. Brogan, Harvard öğrencileri ile birlikte alternatif tıbbın tartışmaya açılması amacıyla halka açık forum düzenlemek için çalışmış, Hippocratic Society adına çeşitli konferanslar yönetmiştir. Cornell Tıp Fakültesi’ndeki eğitimi sırasında Psikiyatrik Onkoloji dalında Rudin Bursu kazanan Dr. Brogan Üreme Psikiyatrisi alanında çalışmaya başlamış ve New York Üniversitesi/Bellevue’de bu dalda ihtisas yapmıştır. Tıp ve psikiyatri arasındaki geçişliliğe olan özel merakından dolayı NYU/Bellevue/VA Hastanesi’nde Konsültasyon Liyazon Psikiyatrisi/Psikosomatik Tıp akedemik üyeliği ile kariyerine devam eden Dr. Brogan o tarihten beri de fakültedeki görevine devam etmekte ve özel muayenehanesinde de tıbbi hastalıkları ve yanısıra üreme çeviriminin hangi evresinde olursa olsun kadınları tedavi etmektedir. İcra ettiği fonksiyonel tıbbın temelinde holistik (bütüncül) yaşama, çevre bilinçli tıbba ve beslenmeye duyduğu tutku yatmaktadır. Psiko-Onkoloji, Kadın Sağlığı, Perinatal Mental Sağlık, Alternatif Tıp ve Bulaşıcı Hastalıklar konularında makaleleri yayımlanmıştır. Psikiyatri, Psikosomatik Tıp ve aynı zamanda da Tamamlayıcı ve Holistik Tıp alanlarında lisanslı hekimdir. Kişisel websitesine BURADAN ulaşabilir, haber bültenlerini takip etmek için BURAYA kaydolabilirsiniz.