Memleketi KİM Bölüyor?
Banu Avar’ın 25 Mart 2013 konuşması:
http://www.youtube.com/watch?v=d7yM39NwBzM&feature=youtu.be
Banu Avar’ın 25 Mart 2013 konuşması:
http://www.youtube.com/watch?v=d7yM39NwBzM&feature=youtu.be
1- Otizm ve Mitokondriyal Bozukluk
2- Otizm ve Gastroentestinal Enflamasyon
3- Otizm ve Nöroenflamasyon
4- Otizm ve Enflamasyon Tedavisi
5- Otizm ve Oksidatif Stres
6- Otizm ve Oksidatif Stres Tedavileri
7- Otizm ve Enfeksiyonlar
8- ALÜMİNYUM TOKSİSİTESİ
9- Beslenmeyle İlgili Tedaviler
10- Beslenme Yetersizliklerinin Giderilmesi
11- Otizmde İMMÜN DİSREGÜLASYONU
12- Çevresel Toksisite Kaynakları
13- THIMEROSAL ve TOKSİSİTE
14- Binstock yayınları (aşıların da aralarında olduğu çeşitli yayın ve makaleler)
15- 2008 Marta yı itibariyle thimerosal içeren aşılar
16- Aşı promosyonuna ne kadar, aşı güvenliğine ne kadar para harcandığı
17- Aşılar ve Otizm arasında bağlantı yoktur diyen çalışmalar ve bu çalışmalara getirilen eleştiri ve sunulan karşı deliller
18- 1983 ve 2008 yıllarında verilen aşı ve dozlarının karşılaştırması
Mast hücrelerinin etrafında otonom sinir sisteminin sempatik ve parasempatik sinir uçları vardır. Bir yabancı istilacı saptandığında mast hücreleri otonom sinir sistemini, beynin hipotalamus adı verilen bölümünü uyarır. Hipotalamus, tüm vücudun sempatik ve parasempatik tepkisini kontrol eder.
Son kertede, vücudunuzun bağışıklık yanıtı ve seviyesi hipotalamusunuzun vereceği yanıta bağlıdır. Beyninizin bu bölümü diğer pekçok sinyali de alır, Şeker seviyesi. Şeker seviyesinin fazla düşük veya yüksek olduğunun saptanması durumunda hipotalamusunuz pankreas ve karaciğerinize gerekli düzenleme için sinyal gönderecektir. Sıcaklık veya soğukluk. Hipotalamusunuz vücut ısınızın düştüğünü algıladığı takdirde metabolizmayı arttırmak üzere tiroid bezinizi hipofiz beziniz vasıtasıyla tiroksin T4 veya triiyodotironin (T3) salgısını yükseltecek şekilde uyarır. Vücut ısınız fazla yükselmişse de, hipotalamusunuz parasempatik sinir sisteminizi aktive ederek, kan damarlarınızın ısıyı salması için genleşmesini sağlar, vücudu rahatlatmak için kalp ritminizi ve nefes alış verişinizi yavaşlatır. Hipotalamusun bölümlerinden her biri diğerlerini bulunduğu lokasyona bağlı olarak etkileyebilir. Bu da bizi immün kontrolü konusuna getirir.
Bağırsaklarınız ve bağışıklık sisteminiz
Parasempatik sinir sisteminiz alt orta hipotalamusta yer alır. Bu nükleustaki lezyonlar, bağışıklıkla alakalı gen ailelerinin ifadesini doğrudan değiştirme kapasitesine sahiptir. Kiba T, Yagyu K. J Neuroimmunol. 2013 Apr 15;257(1-2):1-6.
Bir başka deyişle, hipotalamusunuzdaki işlev bozukluğu (şeker aşırı yüksek veya düşük olduğunda veya erken dejenerasyona uğradığında) protein sentezi yoluyla oluşturacağı yanıtı doğrudan etkiler. Artık aynı şekilde tepkide bulunmayacaktır.
Tekrar mast hücrelerine dönüyoruz. Vücutta yiyecek, mikrop veya aşılar da dahil olmak üzere herhangi başka türden yabancı patojen miktarı arttığında enflamatuvar (iltihabi, yangısal) bir tepki oluşacaktır. Aşıları ele alırsak, hepsi birer hipotalamik-otonom yanıt olan vücutta şişme, enflamasyon, bazı durumlarda ateşlenme ve bazen de mide-barsak reaksiyonları oluşacaktır. Bunun yanısıra barsaklarda hücresel lenfositik, mast hücresi yanıtı da oluşacaktır.
Yabancı madde istilası arttıkça otonom reaktivite ve yanısıra mast hücre reaktivitesi de artacaktır; bağışıklık sisteminin tepkisi ise daha da büyük olacaktır. Bol miktarda pro-enflamatuvar sitokin, yani bağışıklık sistemince tetiklenen kimyasal birim üretimi olacaktır. Günümüz toplumlarını kırmakta olan kronik rahatsızlıklar ile ölümlerin başlıca sorumlusu çoğu kez işte bu sitokinlerdir. Astım, diyabet, artrit, kardiyovasküler hastalıklar, kanser, istediğinizi seçin, hepsi bu pro-enflamatuvar sitokinlerle ilişkilidir.
Antienflamatuvar fenotip ve fiziksel aktiviteyle ilişkilendirilmiş faydalara aracılık eden “kolinerjik antienflamatuvar yol”dur (CAP). Fiziksel aktivite, parasempatik tonu güçlendiririci ve CAP’yi aktive edici özelliğiyle kronik enflamasyonu dizginleme ve pekçok kronik hastalığı önlemede izlenebilecek teröpatik bir strateji olabilir. Med Hypotheses. 2013 May;80(5):548-52. Lujan HL, Dicarlo SE. Department of Physiology, Wayne State University, School of Medicine.
Pediyatristler ve aşı savunucuları, bağışıklık sağlayacağız diye kullandıkları araçlarla aslında ta mast hücreleri ve diğer lemfatik hücrelerden başlayıp alt orta hipotalamusun otonom yanıtına kadar vücutta yüksek oranda enflamatuvar yanıta sebep oluyor olabilirler.
Dr. Paul Offit, Philadelphia Çocuk Hastanesi’nde Enfeksyionel Hastalıklar Anabilim Dalı Başkanı ve aynı zamanda da hastanenin Aşı Eğitim Merkezi’nin yöntecisidir. Kendisi görüş ve bildirimlerine en fazla atıfta bulunulan aşı güvenliği savunucusudur. Dr. Offit, bebeklerin “tek seferde 10.000 aşıyı birden” tolere edebileceğini öne sürmüştür. O 10.000 aşıyı olan çocuk ve hatta bunun çok daha küçük bir oranını almış herhangi bir çocuğun sağlık sorunları olacağı açıktır. Bu zavallının biraz büyümesini beklemek yeterli. Kronik dejeneratif hastalıklar var geleceğinde…tıpkı bugünkü çocukların sahip oldukları gibi…diyabet, astım, artrit, otizm…(yaşı 3 ila 17 arasında tam 5.2 milyon çocuk bugün ADHD tanılı. Diyabet bugün çocuk ve adölesanlarda en sık görülen kronik hastalıklardan biri. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan 25.8 milyon çocuk ve yetişkin, yani nüfusun %8.3’ü diyabetli. Diyabet tanısı almış 18.8 milyon insana tanısı konulmamış 7.0 milyon kişinin yanısıra prediyabet dediğimiz diyabet öncülü durumdaki 79 milyon kişiyi ekliyoruz. Astım, sadece 2011 yılı içinde 4.1 milyonu en az bir kriz veya epizod yaşamış, 18 yaşın altında tam 7.1 milyon çocukta görülmekte olan, çocukluk çağının en en çok rastlanılan kronik hastalıklarındna biri. CDC’nin Otizm ve Gelişimsel Engel İzleme (ADDM) Ağı verilerine göre [Amerika’da] 88 çocuktan 1’i otizm spektrumundaki bir bozukluğa sahip [ed not: bu oran 2013 itibariyle 50 çocukta 1’e yükselmiştir.] A.B.D’de 2006-2008 yılları arasında yaklaşık 6 çocuktan 1‘inin konuşma geriliği gibi hafif özürlerden zihinsel özürlülük, serebral palsi ve otizm gibi ciddi gelişimsel bozukluklara kadar en az bir bozukluktan muzdarip olduğu görülüyor.
Perspektife oturtmak gerekirse, Offit Çocuk Hastalıkları Hastanesi’nde aşı üreticisi Merck‘ün finansmanındaki 1.5 milyon dolarlık araştırma kürsüsünün başında. Merck ile ortaklaşa ürettikleri ishal önleyici aşı, Rotateq’in patentine sahip, ki hatırlarsanız bu ishal durumu yabancı bir istilacıya karşı verilen parasempatik bir yanıttı. Bu kişi aşı endüstrisinden çok daha büyük kar elde ediyor bile olabilir. Ajandanın ne olduğu düşünülmeli, her zamanki gibi.
İşin özü şudur: bebeklerin bağışıklık veya sinir sistemleri henüz tam gelişmemiştir. Bu mühim sistemler tam anlamıyla gelişinceye kadar bebeklere verilebilecek en iyi bağışıklık, anne sütündeki immünoglobülinlerdir. Bir bu kadar önem taşıyan bir başka şey de bağışıklığın beşiği mide-barsak (gastroentestinal) sisteminin normal florayı sağlayacak şekilde karbonhidrat ve şeker ihtivası düşük, prebiyotik ve probiyatik ihtivası zengin bir diyetle desteklenmesidir.
Yenidoğan ve büyük çocuklara verilen aşı ve antibiyotikler çocukları uzun dönemde çaresi olmayan nörolojik reaksiyon riski altına sokmaktadır. Uzun süreli bağışıklık ise ortadan kalkmaktadır. Dünyanın neresine giderseniz gidin artık yaşanan budur.
Dr. Peter Lind, ABD’nin Oregon, Salem şehrinde metabolik ve nörolojik şiroprakrasi icra etmektedir. Sağlık üzerine 5 kitabı ile yayımlanmış bir romanı, ayrıca sağlık üzerine kaleme aldığı yüzlerce makalesi bulunmaktadır. Klinik uzmanlık alanı fiziksel, beslenme ile alakalı ve duygusal gerilim/stres üzerinedir.
“Şehirler vasıtalar etrafında inşa edildiklerinde insan ayağı değersizleştirilmiş olur, okullar öğretmeye soyunduklarında kendini yetiştirme kaybolur ve hastaneler zor durumda olan herkesi kendi bünyelerine aldıklarında yeni bir ölme biçimi var olur”
diyor Ivan Illich. Hayatın tıbbileşmesi başlığı altında ölümün diğer yüzü doğum için de aynı şeyi söyleyebiliriz:
Ülkemizde özellikle son on yılda yeni bir doğum biçimi var:
Sezaryen!
Dünya üzerinde hiçbir canlı yoktur ki yavrusuna dokunmaya çalışan bir başka canlıya tepki göstermesin. Yeni doğum yapmış bir kedinin yanına yaklaşıldığında gözlerinden açığa çıkan enerjiyi görmeyen var mıdır? Ağaca tırmanan bir insanı gagalayan karga, yuvasına karşı bir tehdit gördüğü anda yuvasını başka bir yere taşıyan güvercin… Var mı aramızda aslan yavrusunun yanına yanaşabilecek birileri? 🙂
Sanmam… Ancak anne aslan uyuşturulursa…
Peki, bizler nasıl bir uyuşturucu ile uyuşturulduk da doğumlarımız böylesine müdahaleye açık hale geldi? En içgüdüsel, hiçbir bilgimiz olmasa dahi yapabileceğimiz “doğum”larımız nasıl da kaydı gitti ellerimizin arasından?
Sezaryen, hayati bir tehlike olduğunda, yani siz denize düştüğünüzde, tutunacak bir can simidi olabilir; ancak unutulmaması gereken hayati tehlike arzeden durumların; belki yüz kişiden birinin başına gelecek türden olaylar olmasıdır. Öyle her yüz kadından yetmişinin başına gelmesi imkânsız türden olan durumlar…
Neden sezaryenle dünyaya gelen bir nüfus olma yolunda gidiyoruz? Aklımıza gelenler:
Negatif doğum hikâyelerinin kolektif bilincimizi etkilemesi, toplumumuzda doğuma olumsuz, ağrılı ve acılı bir eylem olarak bakılması,
Özellikle kentli kadının doğuma yönelik içkin bilgisini kaybetmesi, bedenine, doğurabileceğine inanmama,
Yine özellikle büyük şehirlerde masa başı çalışma koşullarında yaşayan kadının doğumun gerektirdiği fiziksel esnekliği kaybetmesi (topyekûn bir kayıp olmayıp, az bir çaba ile geri kazanılabilir),
Hayatın tıbbileşmesi ve doğumların medikalize olması,
Doğumun evden hastaneye geçişinde fiziksel koşulların yetersizliği; doğum evlerinin azlığı, hastanelerde doğum mahremiyetinin kaybolması,
Doğumun evden hastaneye geçişinde doğum destekçilerinin rol değiştirmesi, ebelerin doğumdan el çektirilmesi; evden hastaneye geçiş yapan ebelerin mesleklerinin özü olan şefkat, merhamet, yargılamadan destek olma bilincini kaybetmeleri, ebelerden beklediği desteği alamayan kadınların ebelik mesleğine yönelik güven ve saygı duygularını kaybetmesi,
Doğumda esas rol almaya başlayan doktorların eğitimleri gereği müdahale etme motivasyonları, yeni bir canın müjdecisi olan kadını “gebe” olarak değil “hasta” olarak görmesi ve bu yönde muamele etmesi,
Modern tıbbın kadim geleneğin doğuma yönelik el becerilerini (bebeği döndürme teknikleri vs) kullanmaması, söz konusu bilgi ve becerilerin zamanla kaybolması,
Sezaryen doğumların anne bebek açısından daha faydalı olduğuna yönelik yanlış bilimsel ve toplumsal görüşler (sezaryen annenin cinsel yaşamını korur, sezaryenle doğan bebekler daha akıllı olur vb.)
Çağın olgusu hız duygusunun doğumun sahibi ve destekçilerini etkilemesi, doğumu sükûnetle beklemek yerine müdahale etme duygusunun ön plana çıkması,
“Hasta/gebe hakları” konusunda bilgi eksikliği, doktorun kararının sorgulanamaz addedilmesi.
Günümüzde yukarıda sayılan nedenler dolayısıyla gereksiz ya da planlı (önceden tarihi saati belirlenen) sezaryen ile dünyaya gelen bebeklerin sayısı hızla artmıştır.
Bununla birlikte, “eşya aslına rücu eder” evrensel ilkesi doğum eylemi için de geçerli olmuş, düşünmediği halde sezaryen olmuş kadınlar doğumlarını sorgulamaya başlamış, bazı noktaların yanlışlığının farkına varmış ve sonraki doğumlarında aynı olumsuz tecrübeleri yaşamak istemediklerine karar vermişlerdir. Bu karar ile birlikte karşımızda yeni bir kavram vardır: SSVD!
SSVD (Sezaryen Sonrası Vajinal Doğum). SSVD’yi; mükerrer sezaryen olmamak için, doğumun coşkusunu ve doğallığını yaşayabilmek için, doğuma inandıkları için, bilimsel veriler doğal doğumun hem anne hem bebek için en sağlıklı yol olduğunu gösterdiği için doğumlarına sahip çıkmaya çalışan kadınların doğruyu, gerçeği, hakikati arama çabası olarak ifade etmek mümkündür.
SSVD hakkında Sağlık Bakanlığı:
“Daha önce iki kez sezaryen ile doğum yapmış ve vajinal doğum için herhangi bir ek risk faktörü olmayan gebelere riskler ve yararlar (yukarıdaki belirtilen riskler) anlatıldıktan sonra planlanmış vajinal doğum önerilebilir.”[1] demektedir.
Amerikan Kadın Doğum Birliği (ACOG), Mükerrer sezaryenin SSVD’den daha riskli olduğunu ve birden fazla sezaryen geçmişi olmasının SSVD riskini arttırmayacağını belirtmektedir.[2]
Türkiye’de SSVD destekçileri; SSVD ve doğum bilincinin yaygınlaştırılması için çaba göstermektedirler. Esasen SSVD anlayışı aynı zamanda müdahalesiz doğumları desteklemektedir. Müdahalesiz doğum ile kasıt; rutin suni sancı, rutin epizyotomi, NST vb. cihazlara sürekli bağlı kalınması gibi uygulamalardan mümkün olduğunca kaçınarak; gebenin serbestçe hareket etmesi, yerçekiminden faydalanması ve doğumun aceleye getirilmeden akışına bırakılmasıdır. Zaruri sezaryen gerektiğinde ise, gerçek bir sakınca yoksa, doğumun sürecinin kendiliğinden başlamasının beklenmesi oldukça önemlidir. Nitekim her bebeğin anne karnında doğum başlayana kadar kalma hakkı olduğunu unutmamak gerekir.
Hypnobirthing felsefesi der ki; bütün doğal doğumların bir amacı ve planı vardır; kelebek çıkarken kozasını yırtıp açmayı kim düşünür? Kim civcivi dışarı çekip çıkarmak için kabuğu kırar?
İlk doğumu sezaryen olup (gerekli veya ülkemizde çoğunlukla gerekli olmadığı halde); sonraki doğumlarında “kadın olmanın kendiliğindenliğini” yaşamak isteyen tüm kadınlara:
“Benim bir umudum var”: SSVD
dostane…
[1] T.C. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, “Doğum ve Sezaryen Eylemi Yönetim Rehberi”, Ankara, 2010, http://www.asm.gov.tr/UploadGenelDosyalar/Dosyalar/143/E%C4%9E%C4%B0T%C4%B0M/25_01_2011_15_44_25.pdf, s. 33.
[2] American College of Obstetricians and Gynecologists, Midwifery Today, No. 36, s. 47;
http://www.ourbodiesourblog.org/wp-content/uploads/2010/07/ACOG_guidelines_vbac_2010.pdf .
Hep aynı hikaye. Sonbahar başladıktan sonra gazeteler ‘gripten dünyada su kadar kişi ölecek şeklinde’ grip ile ilgili haberler ile dolmaya başladı. Tabii aynı gazetelerde grip aşılarının boy boy reklamları da var. Eczanelerin camekanları “Yeni grip aşısı geldi” ilanları ile doldu. İsteyen kişi hekime danışmadan eczaneye giderek aşı olabiliyor. Dostlarımız, akrabalarımız ve hastalarımız her yıl bıkmadan hep aynı soruları soruyorlar. “Grip aşısı olalım mı?”, “Grip aşısının zararı var mı?”, “Grip aşısı Alzheimer hastalığı yapabilir mi?” , “Grip aşısı otizme yol açabilir mi?”, “Grip aşısı kanser yapar mı?”
İsterseniz konuyu sorulu cevaplı bir şekilde irdeleyelim.
Grip asısı soğuk algınlığından ve diğer üst solunum yolu enfeksiyonlarından korur mu?
Grip asısı sadece grip mikrobuna etkilidir; soğuk algınlığına ve diğer üst solunum yolu enfeksiyonlarına değil.
Grip asısı her grip virüsüne etkili midir?
Grip aşısı sadece influenza virüslerinin yaptığı griplere karşı koruyucu olabilir. Örneğin yapılan aşı kuş gribinden korumaz.
İnfluenza virüsünün A, B ve C tipleri hastalık yapar (daha çok A ve B tipleri). Her tipin birçok suşu (alt tipi) vardır.
Aşılar iki A suşu ve bir B suşu içerir (trivalan = üç değerlikli). Bunlar en çok görülen suşlardır ve bunlardan yapılan aşılar influenza enfeksiyonlarının % 70’inden korur. Diğer suşlarla olan (%30) influenza enfeksiyonlarını etkilemez.
Bir suşa karşı kazanılan bağışıklık diğerleri için geçerli değildir. Ayrıca virüslerin sık sık antijenik mütüasyonlara uğraması (yapı değiştirmesi) nedeni ile kalıcı bir bağışıklık mümkün değildir.
Kimler aşı yaptırmalıdır?
Sağlıklı çocuklara önerilmez. Sık geçirilen üst solunum yolu enfeksiyonları gerçek bir endikasyon değildir; Aşı, maalesef çocuk yuvaları ve kreşlerde yaygın olarak uygulanılmaktadır.
Bazı hekimler kronik hastalıkları (akciğer, böbrek, kalp diyabet vb) olan kişilere her yıl grip aşısı olmalarını önermektedir. Bize göre potansiyel zararları nedeni ile bu kişilere aşı yapmaktan kaçınılmalıdır.
Bağışıklığı baskılayıcı (immünsüpresif) tedavi görenlerde (kanser hastaları vb) grip aşısı yapılabilir. Bize göre aşı yapmanın tek endikasyonu budur. Ama yine de potansiyel tehlikelere karşı uyanık olunmalı, ve mümkün olduğunca aşıdan kaçınılmalıdır.
Bazı hekimler yaşlı kişilere her yıl grip aşısı önermektedir. Bu hekimlerin hastalarına mutlaka aşının içinde alüminyum, cıva gibi ağır metaller olduğunu ve bunların bunamaya yol açabileceğini uyarması gerekir.
Grip aşısı hangi yaşlarda kaç dozda yapılıyor?
Aşı grip mevsiminin(Sonbahar) ilk aylarında (ekim-kasım) yapılır
Aşı 6 aydan küçük bebeklerde yeterli bağışıklık sağlamaz.
6 ay – 3 yaş arası çocuklara: 4-6 hafta ara ile iki kez yarımşar (0.25 mL) doz kas içine yapılır.
4-12 yaş arası 0.5 mL tek doz. İlk kez yapılıyorsa 4-6 hafta sonra ikinci doz yapılır.
Daha sonraki yaşlarda ve büyüklerde: 0.5 mL tek doz yapılır. ikinci doz yapılmaz.
Grip aşısının sağladığı bağışıklıkla, doğal olarak geçirilen gribin sağladığı bağışıklık aynı mıdır?
Grip aşısı solunum yolunu devre dışı bıraktığı için (ağızdan alınmıyor, iğne tarzında kalçadan yapılıyor) bağırsakta mukozal (iç tabaka) bağışıklık sağlamıyor. Doğal olarak geçirilen mikrobik hastalıklar ise mukoza bağışıklığı yapıyorlar. Bu da bağışıklık sistemini güçlendirerek birçok alerjik ve kronik iltihabi hastalıktan sizi koruyor (hijyen teorisi). Her hastalığın aşısını oluyorsanız bu korunmadan yoksun kalıyorsunuz.
Etkisi bu kadar şüpheli olan aşının zararları var mı?
Önce aşının hangi maddeleri içerdiğine bakalım;
Bu bilgilerden sonra düşünün: Attığınız tas, ürküttüğünüz kurbağaya değiyor mu?
Gripten korunmak için ne yapalım?
Enfeksiyonlardan korunmak için neler yapılmalı?
Grip tedavisi için ne yapalım?
Sağlıcakla kalın
Ahmet Aydın
Hep aynı hikaye. Sonbahar başladıktan sonra gazeteler ‘gripten dünyada su kadar kişi ölecek şeklinde’ grip ile ilgili haberler ile dolmaya başladı. Tabii aynı gazetelerde grip aşılarının boy boy reklamları da var. Eczanelerin camekanları “Yeni grip aşısı geldi” ilanları ile doldu. İsteyen kişi hekime danışmadan eczaneye giderek aşı olabiliyor. Dostlarımız, akrabalarımız ve hastalarımız her yıl bıkmadan hep aynı soruları soruyorlar. “Grip aşısı olalım mı?”, “Grip aşısının zararı var mı?”, “Grip aşısı Alzheimer hastalığı yapabilir mi?” , “Grip aşısı otizme yol açabilir mi?”, “Grip aşısı kanser yapar mı?”
İsterseniz konuyu sorulu cevaplı bir şekilde irdeleyelim.
Grip asısı soğuk algınlığından ve diğer üst solunum yolu enfeksiyonlarından korur mu?
Grip asısı sadece grip mikrobuna etkilidir; soğuk algınlığına ve diğer üst solunum yolu enfeksiyonlarına değil.
Grip asısı her grip virüsüne etkili midir?
Grip aşısı sadece influenza virüslerinin yaptığı griplere karşı koruyucu olabilir. Örneğin yapılan aşı kuş gribinden korumaz.
İnfluenza virüsünün A, B ve C tipleri hastalık yapar (daha çok A ve B tipleri). Her tipin birçok suşu (alt tipi) vardır.
Aşılar iki A suşu ve bir B suşu içerir (trivalan = üç değerlikli). Bunlar en çok görülen suşlardır ve bunlardan yapılan aşılar influenza enfeksiyonlarının % 70’inden korur. Diğer suşlarla olan (%30) influenza enfeksiyonlarını etkilemez.
Bir suşa karşı kazanılan bağışıklık diğerleri için geçerli değildir. Ayrıca virüslerin sık sık antijenik mütüasyonlara uğraması (yapı değiştirmesi) nedeni ile kalıcı bir bağışıklık mümkün değildir.
Kimler aşı yaptırmalıdır?
Sağlıklı çocuklara önerilmez. Sık geçirilen üst solunum yolu enfeksiyonları gerçek bir endikasyon değildir; Aşı, maalesef çocuk yuvaları ve kreşlerde yaygın olarak uygulanılmaktadır.
Bazı hekimler kronik hastalıkları (akciğer, böbrek, kalp diyabet vb) olan kişilere her yıl grip aşısı olmalarını önermektedir. Bize göre potansiyel zararları nedeni ile bu kişilere aşı yapmaktan kaçınılmalıdır.
Bağışıklığı baskılayıcı (immünsüpresif) tedavi görenlerde (kanser hastaları vb) grip aşısı yapılabilir. Bize göre aşı yapmanın tek endikasyonu budur. Ama yine de potansiyel tehlikelere karşı uyanık olunmalı, ve mümkün olduğunca aşıdan kaçınılmalıdır.
Bazı hekimler yaşlı kişilere her yıl grip aşısı önermektedir. Bu hekimlerin hastalarına mutlaka aşının içinde alüminyum, cıva gibi ağır metaller olduğunu ve bunların bunamaya yol açabileceğini uyarması gerekir.
Grip aşısı hangi yaşlarda kaç dozda yapılıyor?
Aşı grip mevsiminin(Sonbahar) ilk aylarında (ekim-kasım) yapılır
Aşı 6 aydan küçük bebeklerde yeterli bağışıklık sağlamaz.
6 ay – 3 yaş arası çocuklara: 4-6 hafta ara ile iki kez yarımşar (0.25 mL) doz kas içine yapılır.
4-12 yaş arası 0.5 mL tek doz. İlk kez yapılıyorsa 4-6 hafta sonra ikinci doz yapılır.
Daha sonraki yaşlarda ve büyüklerde: 0.5 mL tek doz yapılır. ikinci doz yapılmaz.
Grip aşısının sağladığı bağışıklıkla, doğal olarak geçirilen gribin sağladığı bağışıklık aynı mıdır?
Grip aşısı solunum yolunu devre dışı bıraktığı için (ağızdan alınmıyor, iğne tarzında kalçadan yapılıyor) bağırsakta mukozal (iç tabaka) bağışıklık sağlamıyor. Doğal olarak geçirilen mikrobik hastalıklar ise mukoza bağışıklığı yapıyorlar. Bu da bağışıklık sistemini güçlendirerek birçok alerjik ve kronik iltihabi hastalıktan sizi koruyor (hijyen teorisi). Her hastalığın aşısını oluyorsanız bu korunmadan yoksun kalıyorsunuz.
Etkisi bu kadar şüpheli olan aşının zararları var mı?
Önce aşının hangi maddeleri içerdiğine bakalım;
Bu bilgilerden sonra düşünün: Attığınız tas, ürküttüğünüz kurbağaya değiyor mu?
Gripten korunmak için ne yapalım?
Enfeksiyonlardan korunmak için neler yapılmalı?
Grip tedavisi için ne yapalım?
Sağlıcakla kalın
Ahmet Aydın