Amerika’da yaşayan ve çocukları için klasik aşılar yerine homeopatik aşılama ve hastalık tedavisi yöntemlerini kullanmayı tercih eden bir annenin deneyimleri…
Bu hafta evimizde Calendula (aynısafa) haftası. Küçük oğlum sürekli düştüğü için ve ne hikmetse hep yüzü yaralandığı için, hem çabuk iyileşme sağlamak hem de yara izi kalmasını önlemek için homeopatik Calendula kremimizi kullanıyoruz. Geçtiğimiz haftalarda daha çok Arnica’ya yüklenmiştik. Morluk yaratma potansiyeli olan darbelerde hem acıyı alıyor, hem de morarmayı tamamen –üzerine basarak söylüyorum, tamamen—engelliyor Arnica.
Homeopatiden sadece hastalık sonrası değil, hastalık öncesinde de yararlanıyoruz biz. Homeoprophylaxis (homeo-pro-flaksis), homeopatik nosodları kullanarak alternatif bir tür aşılama yöntemi. Yıllar önce Avustralyalı homeopat Isaac Golden’ın homeoproflaksis yönteminden bahseden bir internet sayfasına denk geldiğimde fazla incelemeden bakıp geçmiştim. Sonra nasıl olduysa tekrar karşıma çıktı (kader işte) ve birkaç homeopatla görüşme yaptıktan sonra Kate Birch’ün sisteminde karar kıldım. Aslında Amerika’da homeopatik aşı üreten birkaç homeopatik eczane var. Celletech ve Apex bunlardan ikisi. Çeşitli hastalıklara karşı bu eczanelerden tek tek hastalık bazında ya da toplu olarak nosodlar edinilebiliyor. Kate Birch’ün sisteminde ise, ki kendisi Isaac Golden’ın sistemini neredeyse birebir uyguluyor, nosodları paket olarak ediniyor, belli bir sırayla uyguluyor, ve uygulama sonrası gözlemlediğiniz semptomlar dahil her şeyi kaydediyorsunuz. Bu sayede aynı zamanda homeoproflaksis’in etkinliğine dair yürütülen bir araştırmaya da katkıda bulunmuş oluyorsunuz.
Bu sistemin içerdiği nosodlar, boğmaca, kızamık, hemofilus influzenza (HIB), kızamık, meningokoksik menenjit, tetanoz, pnömokok hastalığı, çocuk felci, ve kabakulak. Ancak homeopatik eczanelerden ebola’ya karşı bile nosod edinebiliyorsunuz. Uygulaması oldukça kolay: ağızda eritilen bu minik şekerciklerin iki farklı dozu var. Her nosod alımında vücudun tamamen sağlıklı olması gerekiyor. Kate Birch’ün sisteminde, belli bir hastalığa ait nosodun birinci dozunu aldıktan sonra iki hafta ila bir ay arası bekleyip, aynı dozu 12 saat aralarla üç kere daha alıyorsunuz. Nosodu almadan yarım saat önce ve sonra bir şey yiyip içmemek gerekiyor. Bu şekilde birinci doz tamamlanıyor, sıradaki hastalığa geçiliyor. Bir turu tamamladıktan sonra ise daha kuvvetli bir doza geçilerek en baştan başlanıyor.
Washington DC’deki çocuk doktorumuza da danışarak karar verdiğim homeoproflaksis sistemiyle ilgili araştırmamda beni en çok etkileyen, Küba’da 2007’de görülen bir leptospirosis salgınında sağladığı ciddi koruma (vakalarda %91 ila 65 arası azalma) ve 1974’te Brezilya’daki bir meningokoksik menenjit salgınında aynı şekilde homeoproflaktik olarak korunan 18 bin 640 çocuktan sadece dördünde hastalık görülürken, korumasız olan 6 bin 340 çocuktan ise 32’sinde vaka görülmüş olmasına dair edindiğim bilgiler oldu.
Geçtiğimiz kış, homeoproflaktik korumaya ek olarak Boiron’un homeopati kitini de evde bulundurmaya karar verdim. Ünlü homeopat Dana Ullman’ın bebek ve çocuk hastalıklarında homeopati kullanımını anlattığı kitabına başvurarak kendimce semptomatik tedavi uygulamaya çalışıyorum deneysel olarak—ilaçlar şeker formatında olduğu için çocuklara kabul ettirmesi kolay oluyor. Ne yazık ki homeopatide semptomlarla ilacın birebir uyması gerektiği için ve henüz homeopatik bir doktora ailemizi götürmüş olmadığım için kendi kafamdan yazdığım reçetelerin ne kadar etkili olduğu konusunda kesin bir bilgi aktaramayacağım. Ama homeopatiyi araştırmaya, homeopatiyle uğraşmaya devam edeceğim kesin—ne de olsa homeopatinin yan etkisi yok. Mesela üçüncü doğumumda arnica montana kullanmak istediğimden eminim!
Merck’ten ilaç mümessilleri neden firmalarının aşılarını kendi çocuklarına yaptırmaz diye haberler paylaşırken, ipucu olabilecek bir haber daha düştü gündeme.
Merck’ün üst düzey biyokimyagerlerinden 44 yaşındaki Kurt Romondt, evinde tecavüz hapı olarak da bilinen bir hapın hammaddesi ile yakalanıyor.
Amerika’da total medikal faşizmin siyah postalları halkın hak ve özgürlüklerini çiğnemeye hız vermiş, medikal nedenler dışında devletin önereceği hiçbir aşıyı reddetme haklarının kalmaması için ilaç firmalarının resmi lobicileri eşliğinde eyaletler bazında yüzlerce kanun teklifi veren senatörlerinin kirli politikaları ayyuka çıkmışken artık bizzat CDC’den itirafçılar çıkmaya başlıyor olanları ifşa etmek için ve ebeveynlerin çocukları üzerindeki haklarını hiçe sayan bu kanunların geçmesini önlemek için genellikle MERCK’ten çocuğunu aşılatmamış eski ilaç firması çalışanları yürütülen kampanyaya katılıyor.
Bunca faydalı ve denilene bakacak olursak neredeyse hiçbir zararı olmayan bu hayat kurtarıcı aşıları olmak için neden herkes kuyruğa girmiyor, niye kanun yoluyla, zorla uygulanmak durumunda kalınıyor diye düşünmemiz gerekir.
Aşıların yarattığı zarar artık gizlenmeyecek boyuta ulaştığından, artık hemen herkesin ailesinde aşılardan zarar görmüş ve hem devlet hem de tıp tarafından yalnızlığa, çözümsüzlüğe ve maddi/manevi yıkıma terk edilmiş birileri olduğundan olabilir mi?
Düşünelim lütfen biraz…
https://youtu.be/7YVPkCQxqz4
Scott Cooper, Merck ilaç firması eski ilaç mümessili. 1992’de başarılarından dolayı almış olduğu bir ödül de var.
Oğlu 1991’de doğuyor, şu an 24 yaşında. Tek bir aşı dahi olmamış bir genç kendisi.
[Aman Allahım! Nasıl hayatta kalabilmiş, öyle değil mi?! Tüm o ölümcül hastalıklar; polio, kızamık, menenjit, bir uçak yolculuğu ötedeki sadece aşıyla önlenebilen(!) onca korkunç hastalık! Ne sorumsuz anne-babalar var hakikaten, çocuklarının hayatını tehlikeye atmışlar! Bu genç kesin sisteminde “aşıyla verilmiş toksin, virüs, kimyasal eksikliği sendromu”ndan (AVTVKE sendromu) muzdariptir şimdi, hayatta kalması mucize!]
Aşısız oğlunun gelişim süreci:
– “Çok çok sağlıklı” bir çocuk olarak yetiştiğini söylüyor babası.
– Hemen hiç hastalandığı olmuyor, hepsi de aşılı arkadaşlarına göre her zaman çok daha sağlıklı olduğunu gözlemliyor babası.
[Kesin yalan söylüyordur! Doktor muayenehaneleri, hastaneler hasta çocuklardan geçilmiyor. Hep bu aşısız, mikrop yuvası, ayrık otu, sürünün kara koyunu çocukların yüzünden, aşılı(!) arkadaşları hep hasta hep hasta!! Bir bıraksalar aşılı çocuklar nasıl sağlıklı olacak oysa?!]
– Aşılı arkadaşları sürekli burunları akar halde etrafta dolaşır, bol pastörize süt içerken kendi oğlunun sağlıklı hali hemen göze çarpıyor, fark ediliyor, ne bir burun akıntısı ne bir hastalık… Ve babası oğlunun ne kadar ZEKİ olduğuna da özellikle dikkat çekiyor.
1990’da daha ortada internet yokken, hamile kalan eşiyle aşı konusunda fikir ayrılığına düşüyorlar.
Aslında kendisi de o ana kadar aşının yararını sorgulamış biri değil, diğer pekçok insan gibi kendisine okulda belletileni kabullenmiş biri. O yüzden okuduğu onlarca kitaptan aşıların hem işe yaramadığını hem de sağlık için oldukça büyük riskler taşığıdığını öğrendiğinde şoke oluyor.
Eşi hamile kaldığında onunla aşı yaptırmama yönünde konuşmaya çalışıyor ancak eşi kesinlikle aşı yaptırma taraftarı ve buna yanaşmıyor.
Bu noktada bir anlaşmaya varıyorlar; Scott çalıştığı ilaç firmasından ve kütüphaneden bulabildiği lehte VE aleyhte konuyla ilgili tüm doküman ve kitapları eşine getirecek, eşi bunları okuduktan sonra kendi kararını verecek.
Gidiyor, tıp dergilerini, bilimsel yayın arşivlerini, kütüphaneleri tarıyor ve işe bakın ki aşılara lehte görüş bildiren epi topu birkaç yayın ve makale bulabilirken, aleyhte yazılmış kutu kutu kitap, doküman, yayını alıp eve taşıyor.
Bundan sonraki süreç eşinin yoğun okumalarıyla ilerliyor. İşten eve geldiğinde eşini hep getirdiği kitapları okurken ve çoğu zaman AĞLARKEN buluyor.
SONUÇ: Çocuklarının doğum vakti geldiğinde artık ikisi de bebeklerini aşılatmamak konusunda hemfikirler!
Gelgelelim, doğumu yaptıracak hekim bu kararlarından hiç hoşnut değil!
[Okuyucu kitlesinden toplu bir iç geçirme sesi yükseldiğini duyar gibiyiz :)]
Çekiyor odasına, alıyor Scott’u karşısına ve başlıyor ifadesini almaya: “Sen ki ilaç firmasında çalışıyorsun hani bir de, aşılatmayacağım da ne demek?!”
Scott öyle herhangi bir ilaç firmasında da değil, takvimdeki pekçok aşının üreticisi olan firmada çalışıyor üstelik!
“Dümdüz söyledim neden aşılatmayacağımızı”, diyor Scott, “lafı hiç dolandırmadan anlattım gerekçelerimizi ve büyük bir tartışma yaşandı aramızda, fakat sonuç olarak biz yine bildiğimizi yaptık” diyor.
Bir anısını anlatıyor arada:
Merckte verilen bir eğitime şirket avukatları da katılıyor bir keresinde ve Scott arada “en çok ne için dava ediliyoruz, ne büyüklükte bu davalar?” vb sorular yöneltiyor.
Avukatlardan biri tereddüt dahi etmeden davaların çoğu, hatta hemen hepsinin aşı departmanlarına karşı olduğunu söylüyor.
Bu videoyu izleyenlere şunları söylemek istiyor Scott:
Cidden, oturun ve konuyu kendiniz araştırın.
Aşı konusunda kararsız olanlardansanız, çocuğunuzu aşılatıp aşılatmayacağınızı bilmiyorsanız, lütfen ama lütfen kendi araştırmanızı yapın. Dünya kadar kaynak var konuyla ilgili, Dr. Sherri Tenpenny’nin websitesi istemeyeceğiniz kadar bilimsel çalışma, video sunum ve bilgiyle dolu.
Binlerce sayfalık tıbbi dokümantasyon var aşıların taşıdığı riski ortaya koyan. Dünya kadar [pekçoğu hekimler tarafından kaleme alınmış–evet “aşılar hayat kurtarır”dan ötesini araştırmış, gözünün önünde yaşananları elinin tersiyle itip CDC/FDA/WHO ne diyorsa onu yaparım ben dememiş hekimler de var!!–] kitap var, aynı şeyi anlatıyor hepsi de size, aşıların neden olduğu zararı ortaya koyuyorlar.
Amerikan Tıp Birliği (AMA), CDC ve doktorunuz tarafından size söylenenlere inanıyorsanız eğer yeterince araştırma yapmamışsınız demektir!
Bir sonraki video, yine bir Merck çalışanı, ilaç mümessili anne!
Kaliforniya’da aşı ret hakkının engellenmesine yönelik yasa teklifine KARŞI görüş bildirirken görüyoruz kendisini!
4 yaşında çocuğum var, AŞISIZ ve SAĞLIKLI, bu yasaya karşıyım diyor . . .
Yasemin’e, Adil Bey’e ve çocuklarımızın sağlık ve mutluluğu için yılmadan çalışan herkese minnet, sevgi ve selamlarımızla …
15 yıldır özel eğitimciyim. 15 yıldır otistik çocuklarla çalışıyorum. Bugün kesin karar verdim ki biz bu çocukları EL BİRLİĞİ İLE bozuyoruz.
Bir öğrencim bana 2,5 yaşında geldi. Az önce seansa aldım. Şu an 5 yaşında. Geldiğinde göz kontağı, dikkati, dil konuşma becerileri yaşına ve engeline göre iyi sayılabilecek bir durumdaydı.
O günden bugüne onlarca saat bireysel ve grup eğitimi şeklinde çalışmalar yapıldı. Hiçbir özel çalışma yapılmasa dahi o kadar etkileşim içerisinde bazı becerilerin doğaçlama olarak kazanılması beklenir.
Ama bırakın doğal olarak davranış edinimini, kendisi ile yapılan çalışmaları boşa çıkarmak istercesine bir gerileme var. Bazı şeyler vardır ki öğretemezsiniz ama geliştirebilirsiniz. Bunlardan bir tanesi “dikkat” konusudur. Geliştirilebilir bir beceridir ama öğretilmez. 2-3 yıl öncesine kıyasla inanılmaz dağınık öğrencimizin dikkati.
Teşbihte hata olmaz; sanki karşınızda alkol almış da sarhoş olmuş bir adam varmışcasına… Belli ki bağırsak florası, kanın kimyası ve hormonal denge bozuk. İçerde kazan kaynıyor yani. Bu nedenle yaklaşık 8 aydır beslenme düzenine de dikkat ediliyor, diyet yapıyor. Yine ele gelen bir gelişme gözlemlenmiş değil henüz.
Bu durumda beslenmeden hariç geriye kalıyor tek bir seçenek: AŞILAR!
İçinde ne olduğunu, hangi dozda olduğunu bilmediğimiz bir sürü yabancı madde metabolizmasını parçalamak istercesine zerkediliyor hayatının en taze, en masum, en günahsız olduğu ilk iki yılında. Cennetten tertemiz dünyaya gelmiş bir bebeğe, adeta ona savaş açmışçasına, bu dünyaya neden geldin dercesine saldırıyoruz.
Mesleğe başladığım ilk yıllardan beri hep benzer öyküleri dinlerim ailelerden:
“Aslında gayet normal bir bebekti…”
“Bebektir dedik, bazı şeyleri görmezden geldik…”
“Ama içim aslında rahat değildi…”
“Zamanla giderek daha da uzaklaştı bizden…”
“10’a kadar sayıları bile sayabiliyordu…” (örnekler çoğaltılabilir..)
Peki, bu kadar çocuğa ne oldu zamanla? Neden oldu? Bu anlatımların hepsi birden “aile duygusallığı”na bağlanamazdı ya..!
Biz eğitimciler olarak çoğunlukla biraz da avamî tabiriyle; “çocuğuna konduramıyor” diye nitelerdik bu anlatımları.
Ama bugün onca yıllık tecrübe ve bu anlatımları yan yana koyduğumda yapbozun parçaları birleşiyor. Aslında modern tıp, eğitimciler, aileler, devlet, toplum, biz hepimiz bebekliğinin ilk 1-2 yılında onca aşı yüklemesi ve güvenliksiz gıda kullanımı ile (mamalar, annenin beslenmesindeki handikaplar vb) otizmli yapıyoruz bu çocukları.
1975 yılında 5000’de 1 olan otizm görülme sıklığı 2014’te 68’de 1’e yükseldiyse oturup düşünmek gerekir. Nedir bu çığ gibi artış? Ve dahası, ailelerden başka kimin umurunda bu durum?
Lafı eğip bükmeye gerek yok. Nesillerimiz bozuluyor. Otizm dışındaki dikkat eksikliği, hiperaktivite, özgül öğrenme bozukluklarındaki inanılmaz artışları saymıyorum bile.
Durum bize gösteriyor ki toplum, devlet ve siyaset olarak bugün asıl gündemimiz “sınır güvenliği” değil “gıda güvenliği”dir! Toplumsal değişimden önce “hücresel değişim” (mutasyon) konusuna eğilmeliyiz belkide..! O değişimi gerçekleştirmek ya da o sınırı ihlal etmek için dahi sağlıklı bir birey gerekli!
Şu seçim döneminde A, B ya da C partisinin umurunda mı bunlar? Topluma ne vaadediyorlar? Toplum (STK’lar) ne kadar ifa ediyor kendi misyonunu? Topluca, vıcık vıcık olmuş bir yozlaşmışlık kültürünün içinde günü kurtarmaya çalışıyoruz. Siyasi çamur atmalar, ideolojik kamplaşmalar ya da magazin gündemleri ile harcıyoruz birbirimizi…
Sonuç…
Bütün bu yukardaki denklemden sonra, el ele vererek bile isteye harcıyoruz nesillerimizi…
İlk yıldan itibaren giderek kötüleşen çocuklar ve otizm teşhisi… Eşlik eden başka problemler… Devamında kullanılan bir sürü ilaç… Metabolizmayı daha da bozmak için mücadeleye devam durumu…
Bu tıp bu kafayla bu sorunları çözemez.Öyle bir iddiası da yok zaten. İlaca, hastaneye, doktora bağımlı olun yeter…
Sonucun sonucu;
Biz de bu kafayı değiştirmedikçe bizim için hiç kimse bir şeyi değiştirmeyecek..!
Genetiktir, fizyolojik sorunlar otizmde normaldir, başa gelen çekilir diyoruz.
15 sene önce aşıların yarattığı YENİ bağırsak sendromunu ilk defa tıp camiasına duyurup, bunu tedavi ederek otizmli çocukların ağrısını sızını dindirmekle kalmayıp davranışlarında da hayli büyük gelişmeler kaydettiren Dr. Andrew Wakefield’ı ASIP, şimdi reddettiğimiz bağırsak sorunu için aşı sunabiliyoruz??
Bizzat aşı ve antibiyotiklerle yarattığımız bağırsak sorunlarından bir de üstüne kar etmeyi düşünüyoruz?
“Bu aşımızı yapalım size, sonra da bunun yarattığı yan etkiler için bakınız böyle bir aşımız var.”
Tanıdık geliyor mu? Hani bunca kahredici bir şey olmasa, hakikaten iyi mizah yapıyor bunlar diyesi var insanın!
İnsanlar kaka transferi, faydalı bakteri transferi gibi yollarla bağırsak florasını destekleyerek tıbbın imkansız dediği iyileşmeleri kaydederken bizim hala tek sunabildiğimiz seçenek bir aşı oluyor, gerçek tedavi yöntemlerini hala ısrarla hasır altı etmeye uğraşıyoruz?
Ancak Big Pharma ve Tiran Tıp camiasından beklenebilecek bir hamle.
Edward Jenner, kendi oğlunu çiçekle aşılarken. Oğlan, 10’larca kez aşılandıktan sonra daha 21 yaşında tüberkülozdan ölüyor.
Sevgili …….. hanım şöyle bir yazı iletti. Okur okumaz aklıma gelenleri yazmak istedim, başka katkıda bulunmak isteyen olursa yorumlarınızı bekliyorum. 🙂
Yakın tarihimizde “tarihi yeniden yazmak” moda oldu biliyoruz. Bu defa da aşı tarihi siyasi emellere kurban gitmiş. Birkaç doğrunun arasına yalan yanlış ne serpiştirirsek serpiştirelim, sorgulamadan her duyduğuna inanmaya ant içmiş bir topluluğu ikna edebiliyoruz.
Yazarın Osmanlıcılık güzellemesine dahil etmeyi unuttuğu(!) birkaç gerçek:
1. Bahsi geçen yıllar Avrupa’da sanayi devriminin son sürat gittiği ve peşisıra yoğun salgınların görüldüğü bir dönem.
O yıllarda İngiltere’de henüz belediye hizmeti yok; bu da çöplerin sokaklardan toplanmaması, hayvan leşlerinin düştükleri yerde kalması, kanalizasyon şebekesi ve temiz suya erişimin henüz olmaması demek.
İngiltere’de hızla kömür madenciliğine geçiliyor; çocuk işçi çalıştırmak henüz yasaklanmamış, anne-babalar günün büyük bölümünü madende çalışarak geçiriyor, çalışmayan çocuklar sokaklarda aç bi ilaç dolaşıyorlar.
Sanayileşmeyle birlikte büyük şehre göç hızlanmış, bir hanede 10-15 kişi beraber yaşıyor, yarı aç yarı tok.
2 seneye yaklaşık zamandır çeşitli vesilelerle anlatmaya çalışıyorum; hastalık bağışıklık sisteminizin ne kadar sağlam olduğuna bağlı, bağışıklık sisteminizin ne kadar sağlam olduğu da ne kadar düzgün beslendiğinize, hijyene ve yaşam koşullarınıza doğrudan bağlı..
İngiltere bir kuzey ülkesi, yılın bir iki ayı doğru dürüst güneş alıyor ve insanlar zaten günün büyük bölümünü madenlerde veya fabrikalarda çalışarak geçiriyor. Aileler çok çocuklu, ancak bu çocukları besleyecek imkan çok kısıtlı bir kesimde var, hatta çocuklar da çeşitli fiziksel işlerde çalışıyor. İklim koşulları nedeniyle tarım açısından Osmanlı’nın zenginliğiyle boy ölçüşmeleri mümkün değil. Çeşitli bilimsel makalelerde belirtildiği gibi, vücutta TEK BİR vitaminin eksik olması durumunda dahi kişi hasta olabiliyor ve hastalığı ağır seyredebiliyor.
Osmanlı’da o dönem ne çocuk işçiliği var ne de Avrupa ülkelerinin büyük şehirlerinde görülen sefalet. Çocuklar sağlıklı, bakımlı. Yaşlı teyzeler çiçek geçirmiş kişilerin yara kabuklarını alıp kurutup, daha sonra sağlıklı(!) çocukların veya yetişkinlerin kollarına açtıkları çiziklere yediriyorlar.
Yazar hanım bahsetmemiş ancak bu uygulamanın mucidi bizim teyzeler değil, Çinliler. Çinlilerin yöntemi çok daha başarılı bakın. Yara iltihaplarını alıp kurutup toz haline gitiriyorlar ve BURUNDAN çekiyorlar.
Bağışıklık sisteminin nasıl çalıştığını bilen herkes için bu yöntem çok şey anlatıyor aslında. Vücudumuzun ilk savunma hattı cildimiz ve ağız, göz burun açıklıklarımız, bunların sahip olduğu mukozal yapı değil mi? Mikropların kana ulaşabilmesi için öncelikle bu sistemleri aşması gerekiyor. Bugün bizlere aşıları dayatan sağlıkçıların hiçbirinden bağışıklık sisteminin 2 bölümü olduğu ve aşılamanın bu ilk savunma hattını doğrudan bypass ederek bağışıklık sisteminin dengesini bozduğunu duymuyoruz? Vücuda normal yoldan, cilt-ağız-burun-boğaz yoluyla tanıtılmış patojenlere karşı bağışıklık sistemimizin tüm unsurlarıyla harekete geçeceği, bu yüzden de çok daha etkili bir savunma yapacağı aşikar. Ama aşı sanayisi bunu size açıklasa o zaman aşının gerekliliğini sorgulamaz mısınız? Madem hastalık etmenini doğanın öngördüğü şekilde cillten, burundan, ağızdan aldığımızda gayet etkili şekilde korunabiliyoruz, o halde iğneyle kas içine mikrop zerk etmenin ne manası var?!
Çin ve Osmanlı’nın uyguladığı inokulasyon yöntemi ve bugünün aşı yöntemi arasındaki en temel fark bu işte;
Eskiler hastalık unsurunu vücuda doğanın öngördüğü yoldan tanıtıyor, bizler ise elde iğne cildi, mukozal sistemi aşıp doğrudan kas içinden kana veriyoruz mikropları.
Yazar hanım ve bugünün “yerli aşı isterük”çüleri bu farkın farkındalar mı acaba?? Enfiye kutularından kurutulmuş cerahat tozu mu çekelim hep birlikte yoksa “yetişmemiz gereken” batı gibi biraz ondan biraz bundan mikrop bakteri kokteyli yapıp yenidoğmuş çocukların doğum anını iğne seromonisi ve çığlıklarla mı kutlayalım? Hangisi savunduğumuz, talep ettiğimiz yöntem??
Yoksa acaba Osmanlı ile o dönemin hastalıktan başını alamayan Avrupası arasındaki farkı yaratan hijyen, düzgün beslenme yolundan gidip çocuklara çalışsın diye bahşedilen ve hiçbir eksikliği bulunmayan bağışıklık sistemlerini desteklemeyi mi seçsek?
Yazıda bahsi geçen meşhur Pasteur’ün ölüm döşediğinde dediği gibi;
Mikrop hiçbir şeydir, aslolan vücudun sağlığıdır…
Bugün artık Pastör’e borçlu olduğumuz tıbbın “mikrop teorisi”nin nasıl düpedüz yanlış olduğu KANITLANDI. Sadece bağırsaklarımızda kilolarca bakteri, parazit ve mantar taşıyoruz ve bunlar olmadan hayatta kalmamız mümkün değil!
Bugünün batı toplumu bu keşfe imza atarken biz biraz geriden takip ediyoruz her zamanki gibi ve hadi aşı yapalım, daha çok yapalım, kendimiz yapalım fantezileri kuruyoruz.
2. nokta … Yaşlı teyzeler [bugünkü gibi] her önüne gelene gözükapalı mikrop vermiyorlardı elbette. İnokulasyon yapılacak çocuğun mutlak surette sağlıklı olduğu bir dönemde, çok çok küçük bir miktar, belki bir toplu iğne başı kadar mikrop tanıtılıyordu vücuda. Ve çocuk evde bakıma alınıyor, hastalığı bu şekilde kapsa da kısa sürede iyi bir bakımla ayağa kalkıyordu.
Bugünün doğum anından itibaren ilaçla aşıyla yetişen, doz doz karma aşılarla bağışıklık sistemi dağlanan, antibiyotik turundan antibiyotik turuna koşan, türlü alerjilerle boğuşan, kronik yeme bozukluklarıyla pençeleşen çocuklarına yapsalar aynı işlemi o teyzeler, çocuğu öldürmeleri işten bile olmazdı ve aslında bu hiç sürpriz de olmazdı.
Ne demiştik? Aslolan vücudun ne kadar sağlıklı, dirayetli olduğu. Aynı mikrop neden Afrikalı çocuğu öldürürken bizde hafif bir ateşlenmeyle geçiyor? Sormamız gereken soru bu. Bu sorunun çok basit bir cevabı var ve çocuğunuzu koruyacak olan da bu bilgi, aşılar değil!
Bir de sormazlar mı hiç insana? Yahu bizim Osmanlı’nın pekala başarıyla uyguladığı bu yöntemi İngilizler almış uygulamış da niye becerememiş?? İnokulasyon yönteminde mi sorun varmış yoksa gavurda tutmamış mı aşı, acep n’olmuş da son sürat salgınlar devam etmiş bir 200 sene daha??
Çiçek aşısı kiti. Önce 1 seferde ömür boyu bağışıklık vaadi, sonra nedense 2. ve 3. doz işkencesi “zorunlu” hale getirilmiş meşhur aşımız.
Yazıdaki hayal mahsulü “bakınız bizde ne aşılar vardı” masalına hiç deyinme gereği duymuyorum bile. İngilizcesi olanlar burada verilen bilgilerin büyük çoğunluğunun yalandan ibaret olduğunu kısa bir araştırmayla görebilir. Fakat tabii bu tip dezenformasyon birimlerinin dayanağı da bu değil mi, halk nasıl olsa sorgulamayacak, sorgulamak istese de yabancı dil bilgisi gerektiren kaynakları anlamayacak.
90’lara kayıp yıllar demiş hanımefendi, sanırım özelleştirecek hiçbir şeyimiz kalmadığı bilgisinden ve bunun da son 10 yılda olduğu bilgisinden bihaber?? Sağlık sisteminin bir önceki sağlık bakanı döneminde “dönüşümünün” tamamlandığını da duymamış herhalde? Dönen dümenlerin hepsine gözümüzü kapayalım biz 2000lerde, tek derdimiz Osmanlının uyguladığı TEK ve ilkel bir aşılama prosedürü olsun. Bunu kotardık mı dış mihraklar bizi biyoterörizmle vuramaz değil mi?
Biyoterörizm olanca hızıyla yıllardır sürüyor oysa .. çocuklarımızın genleri tahrip ediliyor bu ağırlıklı çoğunluğu son 10 yılda takvime dahil edilmiş teknolojik aşılarla, Monsanto’nun bizzat devletin başı tarafından yeşil ışık yakılan ucube yemleriyle besleniyor bu çocuklar, dereleri uluslararası şirketlere peşkeş çekiliyor, yeşil doğa yerini villa koruluğuna bırakıyor .. kayıp yıllara rahmet okutur bu gelişmeler .. kapımıza zorla aşı yapmak için dayanıyorlar diye şikayet dahi edemeyeğiz yakında, ama biz masal dinlemek istiyoruz toplum olarak .. bir varmış bir yokmuş .. Osmanlı zamanında 2. Abdülhamit efendi ……
Madalyonun diğer yüzü çok karanlık, belki de bakmamak en iyisi. Ancak, basit bir kızarıklık, biraz ateşle bitmiyor aşıların vücutta yarattığı tahribat.
Bizim iyiliğimiz, hatta “sürünün” iyiliği için bizlere nedense zorla uygulanmaya çalışılan bu medikal uygulamanın kesinlikle milyonda 1 olmayan yan etkilerinden basit bir seçmeyi bizzat CDC’nin sitesinden görebiliyoruz. Nedense demir ciğer içindeki polio kurbanlarında olduğu gibi çarşaf çarşaf vermiyor CDC bunları, gözümüzün ucuyla bakalım, aklımızda yer etmesin isteniyor belli ki.
İşte bu, sadece bir avuç aşı reaksiyonunu daha “yakından” görelim istiyoruz, içimiz bu çocuklar için kan ağlayarak.
Bunlar görünür reaksiyonlar, bir de gizli tufan var bebeklerimizin beyinlerinde, sinir ve sindirim sistemlerinde kopan, içine sokuldukları kronik sitokin fırtınası, enflamasyon var. Bunlar görünür değil ama, henüz dilsiz bebeğinizin tek yapabildiği ağlamak. Onu da ağrı kesicilerle susturuyoruz nasılsa…
Dünyanın en fazla aşılanan ülkesi Amerika’da çocuklarda ölüme yol açan hastalıkların başında ne geliyor dersiniz?
KANSER!
Paylaşılan aşı içerik listesinde sıralanan 40 farklı kimyasal, metal, antibiyotik, deterjan artığı, fötal hücreler, çeşitli hayvan hücrelerinin hepsi de Pharma Sağlığı için çok faydalı, evet.
Bizim sağlığımız aşılardan sonra ne durumda, ona bakalım şimdi:
Babasının olduğu “çiçek”–evet yanlış duymadınız, Amerika’da askeri personelde kullanılıyor bu aşı hala– aşısından sonra ciddi reaksiyon geliştiren 2 yaşındaki miniğin resmi bu. Peki nasıl olabilir böyle bir şey? CDC’den yetkililer inceleme yapıyorlar ve evin her yerinde bu enfeksiyöz virüsü buluyorlar.
Bu etkiye sahip aşının 200 sene önceki çok daha ilkel versiyonunun el kadar bebeklere önce 1 ve daha sonra en az 2’şer defa (!) verildiğini düşünün, neden aşılamayı kanunen zorunlu hale getirmek zorunda kaldıklarını anlayabiliyorz şimdi sanırım. Çünkü insanlar bu berbat aşının çocuklarına, kendi vücutlarına yaptığı şeyin farkında, aşıdan dolayı çiçek geçirip ölenlerin sayısı oldukça fazla, insanlar vebadan kaçar gibi kaçıyor bu aşıdan. Toplu aşılamalardan sonra olmadık reaksiyonlar, sifilisinden anında ölümlere kadar pekçok reaksiyon ve elbette bizzat daha büyük çiçek salgınları yaşanması tesadüf olabilir mi ve acaba çiçek gerçekten bu aşıyla ortadan kaldırılmış olabilir mi, insan bu masalla uyutulmayı zekasına hakaret saymayan hekimlerimize hayret ediyor doğrusu!
Resimde miniğin karın bölgesi görülüyor.
Ve sevgili Ian’ın Hepatit-B aşısına verdiği reaksiyon. 1 ay boyunca sorunun kaynağını bulmak için vücudunu tam manasıyla delik deşik eden, yapılmadık tahlil bırakmayan hekimlerin bizzat aşı prospektüsünde yazan alerjik reaksiyonu bir türlü tanıyamaması, ailenin ısrarla aşıyı sorgulamasına rağmen hekim ordusunun “her şey olabilir ama aşı olamaz” çizgisinde hiçbir değişiklik olmaması, ihtimal olarak dahi kabul etmemeleri . . . Ian’ın yürek dağlayan hikayesi hiç de yabancı değil aslında bizlere. Bu bir türlü açıklanamayan ölüm ve reaksiyon vakalarının hiç de zihinlere aşılandığı gibi milyonda bir olmadığını biliyoruz, öyle değil mi?
BCG – verem aşısının ender görülen ancak ölümcül seyrinden dolayı korkutucu yan etkilerinden dissemine tüberküloza yenik düşen 7 aylık bebeğin hazin hikayesini ise buradan görebilirsiniz.
Aşılama sonrası ciltte görülebilecek ağır reaksiyonlar şuna benzeyebiliyormuş, yine CDC’den öğreniyoruz. Literatürdeki ismi Eczema Vaccinatum.
Uzun uzun araştırılmış, ilaç firmaları(!) tarafından hayvan ve insan modellerinde denendikten sonra FDA’in uzman sağlıkçıları tarafından “güvenlidir” onayıyla ruhsatlandırılmış, fakat aşı tarihine yarattığı beyin özrü, ölüm ve diğer muhtelif sorunlar nedeniyle en fazla tazminat ödenmiş aşı ünvanıyla geçmiş, ha bir de elbette nedense 4-5 doz vurulmasına rağmen 30 sene boyunca boğmacayı bir türlü ortadan kaldıramamış aşımız DBT – difteri, tetanoz ve tam hücre Boğmaca aşımız. Pekçok çocuğun ve ailesinin mahvına sebebiyet veren bu “güvenli” aşımız, yerine daha az reaktif olduğu ileri sürülen DTaB-difteri, tetanoz, aselüler boğamaca aşısı konulmak suretiyle piyasan kaldırılıyor. Aşının yüzde (ve beyinde) yarattığı şekil-işlev bozukluklarına örnek:
Bir başka aşı mağduru masum bebek, yine CDC’den. Aşıların etkisinin, etkinliğinin ve yan etkilerinin neden öngörülemeyeceğini hatırlatıyor insana. Görünüşte sağlıklı, neşeli bir bebek ve aşılama sonrası girdiği hal bu. Hepimiz tıpkı parmak izlerimiz gibi birbirimizden farklıyken, hayır biz illa hepinize aynı ilacı, gerekirse zorla vereceğiz, tabii sizin iyiliğiniz için(!) diyen bir medikal mafyayla karşı karşıyayız.
Aşılar nörolojik hasara yol açabilir uyarısını yapanlar neyi mi kastediyor? Bu güzel kızımızda DBT aşısı sonrası oluşan nörolojik hasar:
Çiçeği eradike ettiği iddia edilen “efsane”vi çiçek aşısını, aşıyı olan birinin az kalsın kolunu eradike ederken görüyoruz şimdi de:
Hangi aşı prospektüsünü açsanız baş sırada yerini alan yan etki, egzema bazı çocuklarda neye benziyor bakalım şimdi de. Milyonda 1 efsanesi eskiden işe yarıyordu, ancak şimdi internet var, aşıdan sonra sıklıkla oluşan reaksiyonların gerçeği artık yüzümüze bakıyor.
Aşı sonrası oluşabilecek doku hasarı ne boyutta olabiliyor, buna bakalım şimdi de. Bu çocuk hayatını kaybediyor. CDC’nin verdiği bilgiye göre hani şu sürü bağışıklığıyla korumaya çalıştığımız bağışıklık sistemi baskılanmış, o yüzden aşılanamayan çocuklar var ya, işte o çocuklardan birinin aşıya verdiği tepki bu! Bu meleğin aşıya verdiği tepki, yüce tıp literatürüne vaccinia necrosum olarak geçmiş durumda.
Bizzat aşıyı geliştiren biliminsanları ve eski Merck çalışanları tarafından işe yaramadığı gibi hayli tehlikeli olduğu yönünde açıklamalar gelmesine rağmen Amerika’da hem kızlara hem de erkeklere(!) uygulanan HPV aşısı, Gardasil’den sonra ölen pekçok genç kızın aileleri tarafından oluşturulmuş grup ve siteleri internetten bulabilirsiniz. Ölmeyip de hayatına devam edenlerden bazıları maalesef ömür boyu böyle bir hayata mahkum ediliyorlar. Aşı öncesi ve sonrasında bu genç kızımızın hali…
Burada verilenler aşı prospektüslerinde çarşaf çarşaf yazan yan etkilerin yalnızca birkaçı. Önemli olan nokta şu; doktorlar aşı güvenliği çalışmalarının bizzat aşı firmaları tarafından yapıldığını ve aşılarını onaylatmak için kongrenin geçirdiği bir yasayla FDA’e “zorunlu bağış”ta bulunduklarını, FDA’in halkın ödediği vergilerle çalışan bir devlet kurumu olmaktan çoktan çıkıp, denetlemekle yükümlü olduğu ilaç sanayiinin paraya bağladığı kağıttan bir kuruluşa dönüştüğünü bilmeleri gerekiyor.
Hiçbir tıbbi uygulama kişiye zorla dayatılamaz, kendi iyiliği için bile olsa. Son dönemde “blockbuster” ilaç çıkaramayan Pharma’nın karlılığının devamı için yeni kapısı aşılara bir de bu açıdan bakmaları gerekiyor. Bu aşılarla yaratılan çığ gibi sağlık sorunları için yine kimin ilaç ve medikal cihazları, teçhizatı kullanılıyor, kimler bu “iş”ten kar sağlıyor bir düşünsünler.
Tamamen sağlıklı bir avuç çocuk üstünde denenen ve 3-5 gün yan etki var mı diye bakıldıktan, arada oluşan ölüm varsa istatistiklere yanısımasın diye çalışma dışı bırakıldıktan sonra evet, tüm dünya popülasyonu için aynı şekilde güvenlidir diye piyasaya sürülen aşılar sizin erken, düşük doğum ağırlıklı doğan bebeğiniz için güvenli olmayabilir. Ailenizde kronik veya otoimmün hastalık öyküsü varsa çocuklarınız aşı reaksiyonu için çok daha büyük risk altında demektir. Sezeryanle doğmuş, formüla sütle beslenmiş, midelerine zorla GDO’lu suni yem tıkılarak şişirilmiş mutant hayvanların etiyle, pastörize / UHT sütüyle, peyniriyle, yoğurduyla beslenmiş çocuklar aşı reaksiyonu için risktedir.
Hekimlerimiz bunları bilmiyor olabilir. Ancak anne-baba olarak bunları sonuna kadar araştırmak ve gerçeğe ulaşmak bizlerin görevi.
Çünkü çocuklar bizim. Sağlık bizim. Çocuklarımız üzerinde her türlü karar hakkı da bizim!
Aldığı fizik eğitiminin ardından tıp fakültesine devam eden Dr. Humpries, hayli başarılı bir dahiliye uzmanı ve nefrolog olarak 12 yıl hizmet veriyor klasik tıbba. Ardından, bakımı altındaki hastalara hastane protokolü gereği yapılan aşıların hastalarında yarattığı rahatsızlıkları birinci elden tecrübe etmeye başlayınca konvansiyonel öğretilmişlikleri reddedip, konuyu bizzat kendi araştırmaya karar veriyor.
Dr. Suzanne Humphries artık bir klasik tıp hekimi değil, bu mesleği kendi isteğiyle terk ediyor.
Ve bugün Dr. Humpries, Roman Bystrianyk ile birlikte kaleme aldığı “Dissolving Illusions: Disease, Vaccines, and The Forgotten History” adlı, aşıların gerçek tarihini belgelerle ifşa eden dev eseri ve gönül verdiği alternatif tıpta edindiği deneyimle, danışanlarına bütünleyici tıbbın sağladığı engin imkanlarla yardımcı oluyor.
Bu videoda, kendisinin İsveç’te verdiği bir sunumdan “Sürü Bağışıklığı” ile ilgili bölüme yer verilmiş.
Sunumun orijinali için aşağıdaki video serisini izleyebilirsiniz. Yukarıdaki kısa segment ise Türkçe altyazılıdır.
27 Ağustos 2014 tarihinde Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi CDC‘den (Centers for Disease Control and Prevention) üst düzey bir bilimadamı, CDC’nin şu andaki ‘Bağışıklama Güvenliği’ direktörü Dr. Frank DeStefano‘nun da aralarında bulunduğu diğer bazı yetkililerle birlikte yürüttükleri ve 2004’te Amerikan Pediyatristler Birliğinin yayın organıPediatrics dergisinde yayımlattıkları KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısının güvenliğini ölçen bir çalışmada, çalışmanın tarafsızlığını sağlamak üzere baştan oluşturulmuş “sonuç protokolü”ne uymadıklarını, “istatistiksel önem arz eden verileri” kasıtlı olarak çalışmadan çıkarttıklarını itiraf etti. Kendisinin ifadesine göre, yaptıkları çalışmada, “belirli bir aşının, nüfusun belirli bir altgrubunda yarattığı etkiyi gösteren bulgular çalışmadan çıkartıldı”. İtirafı yapan Dr. William Thompson ayrıca, “aşıların risklerini doğru ve düzgün şekilde kamuoyuna aktarmak CDC’nin yükümlülüğüdür” diye de ekliyor avukatı aracılığıyla yayımladığı açık mektupta.
İşte o mektup:
Dr. Thompson’ın bu açıklamasına katılmamak mümkün değil; CDC yetkililerinin, bazı çocuklarda diğerlerine oranla daha yüksek gözlemlenebilecek aşı risklerini kamuoyundan kasıtlı olarak gizlememesi gerekir. Ne yazık ki, CDC yetkililerinin şeffaflıktan uzak, Amerikan ve dünya kamuoyundan aşıların riskleri ile ilgili gerçekte ne bilip ne bilmediklerini gizleyen tutumları uzun bir geçmişe sahip.
Geçtiğimiz temmuz ayında, CDC’nin bağlı bulunduğu Amerikan Sağlık ve İnsan Hizmetleri Dairesi (DHHS-Department of Human Health and Services) tarafından RAND Corporation‘a bütçe sağlanarak yaptırılan çalışma aşıların “son derece güvenli” olduğunu bulmuştu. Ancak bu çalışmanın dizaynının ve hakem kontrolünün bizzat CDC’nin Bağışıklama Güvenliği Direktörü DeStefano’nun da aralarında bulunduğu üst düzey CDC yetkilileri tarafından yapıldığı gerçeği kamuoyuyla paylaşılmamıştı.
Devletin önerdiği istisnasız her aşıyı, sorgu sual etmeden çocuğuna yaptırması emredilen anne-babalar için bu büyük bir problem.
Neden mi?
Çünkü,
– CDC’nin bağlı olduğu DHHS’nin aynı anda hem aşılara ruhsat veren hem de aşı güvenliğini denetlemekten sorumlu kurum olması,
– Aşıların hızlı ruhsatlandırılabilmesi (fast-tracking) için üretici ilaç firmalarından para alıyor olması,
– İlaç firmalarıyla ortaklaşa olarak aşı geliştiriyor ve bu aşıların satışından kar elde ediyor olması,
– Amerikan eyaletlerinde daha sonra yasallaştırılmak üzere uygulamaya sokulacak ulusal aşı politikalarını belirleyen idari kurum olması,
– Tüm bunların yanısıra, hangi çocuğun aşı mağduriyetinden dolayı tazminat alıp hangisinin almayacağına karar verici organ olması
açık bir menfaat ihtilafı (çıkar çatışması)nı gösterir. Bu, tek başına bir fedaral kuruma tahsis edilmiş gereğinden fazla güç demektir. Bu, tilkinin kümese bekçi yapılmasından başka bir şey değildir. Bu nedenle yıllardan beri Amerika’da gerek güvenilir aşı talebinde bulunan halk, gerek kongrede aşılar ve otizm ile ilgili soruşturmaları yöneten senatörler, gerekse aşağıdaki prezantasyonunda CDC’nin üretmiş olduğu bilimsel çalışmalardaki ağır kusurları ve hatta görevi suistimal vakalarını ortaya koyan çalışmalarıyla Dr. Brian Hooker gibi bilimadamları, aşıların güvenliğini denetleme yetkisinin derhal CDC ve DHHS’ten alınması gerektiği yönünde çağrı yapıyorlar.
Aşıların ta çiçek aşılamasından beri beyinde enflamasyona, gelişim geriliğinden tutun zihinsel engelliliğe kadar çok geniş yelpazede beyin özrü semptomlarına yol açtığı biliniyor. O yüzden de, Amerikan Kongresi ve ABD Yüce Mahkemesi’nin aşıları “kaçınılmaz olarak güvenli olmayan ilaç” olarak ilanı ile birlikte ilaç firmalarını, haklarında açılacak davalara karşı hukuki koruma altına alışı manidardır. Kaçınılmaz olarak güvenli olmayan aşıları olmak için imzaladığınız muvafakat formuyla birlikte bu riski göze aldığınızı resmi olarak kabul etmiş ve oluşabilecek yan etkilerden dolayı hak arama yolunu kendinize kapatmış oluyorsunuz. Amerika’da bugün aşıdan zarar gördüyseniz;
aşıyı geliştirenleri,
aşıya güvenli ve etkilidir diye onay vermiş devletin idari kurumlarını,
aşıyı ulusal takvime alıp önerenleri,
aşıyı pazarlayanları,
yasa yoluyla zorunlu tutanları,
aşılamayı yapanı, veya
aşı satışından kar elde edenleri,
jüri önünde yargılanmak üzere dava edemiyorsunuz.
Amerikan devletinin ilaç firmalarına sağladığı bu dokunulmazlığın ardında elbette, kendilerine karşı peş peşe açılan bireysel davalar nedeniyle ödemek zorunda kaldıkları milyonlarca dolarlık tazminat sonucunda, “çok ucuza” sattikları bu farmasötik ilaçlardan davalar nedeniyle yeterince kar edemedikleri gerekçesiyle devleti bu koşullarda Amerika’da aşı üretimi “iş”ine son vermek ve fabrikalarını Kanada’ya taşımakla tehdit eden ilaç firmalarının şantajı yatıyor. Toplum sağlığı çalışmalarının belkemiği olarak gördükleri aşılardan mahrum kalmayı göze alamayan Amerikan devleti de, çıkardıkları 1986 tarihli yasayla, aşı üreticilerine tam hukuki koruma sağlıyor. Bu korumayla birlikte Amerikan aşı takvimi hızla genişleyerek, önerilen aşı sayısı hızla 3 katına çıkıyor.
CDC’nin kendi bünyesinden üst düzey bir bilimadamının aşı riskleriyle ilgili verilerin halktan gizlendiğini itirafı, anne-babaların bugüne kadar dile getirdikleri aşı güvenliğiyle ilgili endişelerin haklılığını bir kez daha ortaya koyuyor, ancak burada altının çizilmesi gereken nokta, bunun CDC’nin benzer şekildeki ilk icraati olmayışı.
Yakın geçmişten birkaç örnek vermek gerekirse;
– CDC, Thimerosal-Otizm bağıntısını gizliyor: Biomed Research International adlı dergide bu yıl yayımlanan, yazarları arasında yine Dr. Brian Hooker ve Amerikan otizm camiasının yakından tanıdığı simaların da yer aldığı, “Aşılardaki thimerosal’ı güvenli göstermek için yapılmış araştırmalarda saptanan metodolojik sorunlar ve görevi suistimale dair kanıtlar” başlıklı çalışma, CDC’nin aşılardaki cıva (thimerosal) ile otizm bağlantısını aktif şekilde örtbas etmeye yönelik faaliyetlerini ikna edici kanıtlarla ortaya koyuyor.
Bu noktada, CDC’nin aşıların otizme yol açmadığını kanıtlamak için bugüne kadar sadece aşılarda kullanılan tek bir madde, thimerosal adlı etilcıva ve takvimdeki 14 aşıdan da sadece tek bir aşı, KKK‘ya baktığını, ne thimerosal ne de aşıların içinde kullanıldığı bilinen diğer 40′a yakın maddenin birlikte kullanıldığında yaratacağı sinerjik etkileşimi ne de takvimde yer alan tüm aşılar ve bunların toplam dozajının bebek ve küçük çocuklarda kümülatif ve sinerjik etkisinin çalışılmamış olduğunu hatırlatmak isterim.
Thimerosal’ın otizme yol açmadığını kanıtlamak için bizzat CDC tarafından yaptırılan toplam 6 çalışma var. Bu çalışmalardan biri, bir önceki yazıda ele alınmış Verstraeten çalışması. Bir diğeri ise, Dr. Brian Hooker’ın aşağıdaki prezantasyonunda ele aldığı, thimerosal maruziyeti arttıkça otizm riskinin azaldığı(!) sonucuna varan Price ve arkadaşlarının çalışması. Yine bir diğeri, CDC’den araştırma için tahsis edilen bütçeden kendi hesabına 1 milyon dolar geçiren Danimarkalı Dr. Paul Thorsen‘ın baş yazarlarından biri olduğu Madsen ve arkadaşlarının çalışması. Dr. Thorsen ayrıca yine CDC için yapılan, KKK aşısı ve otizm arasında bağlantı olmadığı sonucuna varan bir başka çalışmanın da yazarları arasında. Yüzlerce seneyle ifade edilen hapis cezası istemiyle halen Amerika’ya iadesi beklenmekte olan Thorsen’ın aşı-otizm ilişkisi yoktur savına en büyük katkıyı sağlayan bu iki büyük çalışması ise yayımlanmış oldukları dergilerden geri çekilmek yerine CDC tarafından hala referans olarak gösterilmekte.
Amerikan kongresi alt komisyonunca da incelenen ve içerdiği ağır kusurlar nedeniyle büyük eleştiri alan bu 6 çalışmanın tümüyle ilgili tespit edilmiş metodolojik kusurlar, veri manipülasyonu, çalışma yazarlarının ilaç firmaları ile finansal ilişkileri konusunda okuma yapmak için çalışmanın orijinalini buradan görebilir veya Greenmedinfo tarafından hazırlanmış özetine ulaşabilirsiniz.
Çalışma yazarları şu değerlendirmede bulunuyorlar:
“Değerlendirmeye alınan yayınlardan 5’i doğrudan, ana misyonu aşı promosyonu olan CDC tarafından sipariş edilmiş olduğundan menfaat çatışması ve çalışmada yanlılık ihtimali gündeme gelmektedir. Bu çalışmalarda aşılardaki Thimerosal’un ağır nörolojik bozukluklarla ilişkisi ortaya çıktığı takdirde, bu bulguların CDC’nin yürüttüğü aşı programına zarar verebileceği göz önüne alınmalıdır.”
– CDC, Polio aşılarının kanser ilişkisini gösteren websayfasını “yok ederken” yakalanıyor: CDC geçtiğimiz yıl kendi websitesinde yer alan, 98 milyon Amerikalıya kanserle ilişkilendirilmiş maymun virüsü SV-40 ile kontamine polio aşılarının verildiğini kabul ettikleri sayfayı silerken yakalanmış ve gelen tepkiler üzerine sayfa yeniden oluşturulmuştu. Polio aşıları ve SV-40 kontaminasyonu ile ilgili yazıya buradan ulaşabilirsiniz.
Açıkça görülen şu ki, şayet aşılarla ilgili gerçekler açığa çıkmış olsa, mesela tıp literatüründeki aşıyla ilşkisi bilinen 100’den fazla yan etki ve/veya hastalık ve hani sadece kalıcı beyin hasarı (otizm spektrumu bozuklukları) da değil, örneğin ani bebek ölümlerinin aşıyla ilişkisi bilinse, hem bunları çoğu kez kanunsuz şekilde dayatan sağlık kurumları hukuki olarak zarardan sorumlu konumuna düşmesi (ki bu da teorik olarak trilyonlarca dolarlık tazminat demektir) hem de aşı malülü çocukların ebeveynlerine yaşatılan Stockholm Sendromunun kabından taşıp yaşanan bunca acı, eziyet ve öfkenin CDC, Medya ve İlaç Endüstirisi’nin elbirliğiyle kurduğu kağıttan kulenin bir gecede yerle bir olması işten bile olmayacaktır. İşte o yüzden aradan geçen 14 seneden sonra çektiği vicdan azabına yenik düşerek, ağır otizmli evlat sahibi Brian Hooker’a CDC’deki iç yazışmaları ve gizli belgeleri ulaştıran bilim doktoru William Thompson’un ortaya çıkardıkları çok önemli.
Geçtiğimiz iki hafta içinde olaylar kısaca şu şekilde gelişiyor:
CDC’nin verilerini yeniden analiz eden Dr. Brian Hooker, KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısını 36. aydan önce olan çocuklarda otizm gelişme riskinin istatistiksel olarak önem arz edecek şekilde arttığını buluyor. [1]
Risk artışı en fazla siyahi erkek çocuklar için geçerli; 36 aylıktan önce KKK ile aşılanmış bu çocuklarda otizm görülme riski, eşleştirildikleri kontrol grubundakilere göre 3.4 KAT daha fazla. [1]
Çalışmaya dahil edilen TÜM çocuklar için, 36. aydan önce aldıkları KKK aşısının otizm riskini arttırdığı görülüyor. [1]
Dr. Hooker’a bu sorunu işaret eden, CDC için 2004 yılında yürüttükleri ve 36. aydan önce yapılacak KKK aşılamasının otizm riski oluşturmadığını gösteren çalışmanın yazarlarından, kadrolu CDC çalışanı Dr. William Thompson oluyor. Dr. Thompson halen CDC’de, “itirafçı” koruması altında görevine devam etmekte. Dr. Thompson, Dr. Hooker’a CDC’deki araştırmacıların siyahi erkek çocuklar için hayli yükselen bu risk oranını 2001’den beri bilmelerine rağmen bilinçli olarak üzerini örttüklerini açıklıyor. [2]
CDC, ilk KKK dozunu 36. aydan önce alan siyahi erkek çocuklarda otizm riskinin arttığını inkar etmeyen bir açıklama yayımlamış durumda. [3]
Dr. Hooker’ın analizi siyahi erkek çocuklar için 3.36’lık bir Rölatif Risk (RR) gösteriyor. Rölatif Risk seviyesi p=0.0019’lık istatistiksel önemde, bu da Dr. Hooker’ın bulgularının şansa bağlı olma olasılığının yaklaşık 1.000’de 1 olduğu anlamına geliyor.
Bilimsel araştırma metodolojisinde “p”, olasılık demek. Bir şeyin “istatistiksel olarak önemli” olduğu söyleniyorsa, veri analizinde belirli bir olasılık düzeyi gösterilmiş demektir. Sonuçların anlamlı olması veya “istatistiksel olarak önemli” sayılabilmesi için .05’lik bir olasılık değeri gerekir. .05’lik olasılık, gördüğünüz şeyin gerçek olduğuna, şansa bağlı oluşmadığına %95 oranında kesinlik kazandırır. 1.000’de 1’lik bir seviye ise gördüğünüzün gerçekliğini ve şansa bağlı olmadığını %999 oranında garantiler.
Veriler üzerinde yapılan bu yeni analiz önemli çünkü 2004’te, CDC araştırmacıları aynı verileri kullanarak yayımladıkları çalışmada otizmli çocuklar ile kontrol grubu (otizm teşhisi olmayanlar) arasında KKK aşısı zamanlaması bakımından istatistiksel önem bulunmadığını iddia etmişler ve 9 Şubat 2004’te bu bulguları Tıp Enstitüsü’nün (IOM) Bağışıklama Çalışmaları Güvenlik Değerlendirmesi Komisyonu’na sunmuşlardı. Dr. Thompson’ın ortaya çıkması için uğraş verdiği gerçek, CDC yöneticilerinin tamamen bilgisi dahilinde çalışma sonucunu etkileyecek veri manipülasyonunun kendi mesai arkadaşları tarafından bilinçli olarak yapılmış olması ve kendisinin de buna alet olması.
Bu çalışma, Pubmed’de tam 91 başka hakemli çalışma tarafından referans olarak gösterilmiş. Hakemli dergilerde çıkan aşı, aşı güvenliği ve aşılarla otizm ilişkisine dair çalışmaları inclediğinizde çoğunun bu düzmece çalışmadaki yazarlar tarafından yapılmış olduğunu görürsünüz. Bu durumda aşı-otizm bağlantısını araştırmış komple tüm çalışmaların sorgulanması gerekir. Çocuğunun sağlığı için karar vermeye çalışan aileler, aşı politikalarını belirleyen, hangi aşıların takvime ekleneceğine karar veren idari merciler ve tıp çalışanlarının hepsi bu çalışmalara dayanarak hüküm veriyor. Bu araştırmalar sadece Amerika’yı bağlamıyor, tüm dünyada kararlar bunların sonucuna göre belirleniyor. Bu ne tek bu çalışmayla ne de sadece Atlanta’daki siyahi Amerikalı çocuklarla ilgili bir durum.
Dr. Hooker’ın bulguları ile ilgili en önemli noktalardan biri şu:
Evet, doğru duydunuz. Arada hiçbir fark yok. CDC’nin araştırmacıları da aynen “eşleştirildikleri kontrol grubuna göre otizm teşhisi almış çocukların yüksek oranda 36 aydan önce aşılanmış olanlar olduğunu” buluyor. Hatta bu bilgi, 2004 Tıp Enstitüsü (IOM-Institute of Medicine) kongresinde çalışmanın sonuçlarını sunan Dr. Frank DeStefano tarafından açıklanıyor.
DeStefano IOM’e, KKK aşısını 36 aydan önce olmuş çocuklarda, 36 aydan önce bu aşıyı olmamış yaşıtlarına göre daha fazla otizm görüldüğünü söylüyor. Fakat aynı çalışma Pediatrics dergisinde yayımlandığında bu bilgiyi göremiyorsunuz.
Bir diğer önemli nokta da, Dr. Hooker’ın bildirdiği rakamların Rölatif Risk’i göstermesi. Kontrol grubundakiler için rölatif risk değeri 1.0. Vaka grubundakiler için risk yüzdesindeki artışı görmek için, vaka grubundaki risk (3.36)’dan kontrol gurubu risk oranı (1.0)’ı çıkartıyoruz. Bu durumda siyahi Amerikalı erkek çocuklardaki yüzde artışı 2.36 olarak karşımıza çıkıyor; yani bu çocuklar için otizm riskindeki artış %236.
%236’lık bir artış oldukça önemli bir oran (p=0.0019) ve CDC tarafından bu gerçeğin gizlenmesinin izah edilebilir yanı yok.
Şimdi bu %236 risk artışının gerçek yaşamda gerçek çocuklar için ne anlama geldiğine bakalım:
Stats.org sitesine göre, “geniş bir popülasyonda risk oranlarında ufak bir artış pekçok ölüm vakasıyla sonuçlanabilir”, ya da mevcut durum için konuşacak olursak çok daha fazla otizm vakası oluşabilir.
Ancak biz burada öyle küçük bir artıştan da değil, siyahi erkek çocuklar için tam %236’lık bir artıştan bahsediyoruz. Peki bu ne demek?
CDC’nin Amerika’daki otizm oranları ile ilgili bildirimlerinde de büyük sıkıntı var ancak yine de Amerika’da 18 yaş altı, karma ırktan olmayan, sadece siyah erkek çocukların nüfustaki payı ve şu anda açıklanmış olan mevcut otizm oranları ve bunların senelik artış hızı ile birlikte elimizdeki %236’lık artış payını hesaba katarsak, her 100.000 siyahi erkek çocukta fazladan 3.469 otizm vakası yaşanıyor, toplamda ise bu rakam 100.000 siyahi erkek başına 4.939 otizm vakası ediyor.
Siyahi erkek çocuk nüfusu toplamda yaklaşık 5 milyon olduğuna göre, takvime uygun olarak KKK aşısı olmanın sonucunda otizm teşhisi almış çocuk sayısı 246.950 oluyor.
250.000 yaşam demek bu. 250.000 aile…
CDC bilimadamları bu riskten haberdar oldukları 2001 tarihinde gerçekleri açıklamış olsaydı en az 250.000 siyahi erkek çocuğun otizm teşhisi alması önlenebilirdi.
Bu öğrenme ve davranış bozuklukları da aşıların bir sonucu olabilir mi? Büyük ihtimalle öyle, ancak tabii bu soruların yanıtı şayet CDC 13 yıl önce bu bilgileri saklama yoluna gitmeseydi belki de şimdiye kadar bulunmuştu.
Bilimsel araştırmanın gayesi soruların önüne set çekmek değil, daha fazla soru sormak ve bunların yanıtlarını aramaktır. CDC’nin salt bu çalışma veya KKK-aşı bağıntısıyla sınırlı kalmadığı bilinen bu tutumu nedeniyle hem siyahi ailelerin çocuklarının sağlığıyla ilgili doğru karar verebilmesi engellenmiş, hem de bilim caimasının neden bu çocukların daha fazla risk altında olduğunu öğrenebilmek için çalışma yapmasının önü kesilmiştir.
Hile karıştırılan bu 2004 çalışması aslında otizme yatkın belirli bir grup buluyor. Şayet bunu müteakip başka çalışmalar yürütülse, çok büyük ihtimalle otizme yatkın başka gruplar da çıkacak ortaya. Belki de bu bilgiyi karanlığa gömmelerinin asıl nedeni budur, kimbilir?
Tekrar 2004 çalışmasına geri dönecek olursak, yazarlar arasında adı geçen bilimadamları kimler mi?
Aşı-otizm bağlantısı olmadığı yönünde çoklu çalışmaları bulunan ve her defasında çalışmalarındaki ağır kusurlar açığa çıkan CDC Bağışıklama Programı Güvenlik Dairesi’nden tıp doktoru Frank DeStefano.
CDC Ulusal Bağışıklama Programı dpt, William Thompson, PhD
Coleen Boyle, PhD (kendisi şu anda CDC direktörünün bir alt pozisyonu olan Ulusal Doğum Kusurları ve Gelişim Bozuklukları Dairesi’nin başkanlığını yürütmektedir)
Marshalyn Yeargin – Allsopp, MD
Ve CDC Doğum Kusurları ve Gelişim Bozuklukları dpt, – Tanya Karapurkar Bhasin, MPH
CDC itirafçısı William Thompson’ın Melinda Wharton, Walt Orenstein, Kim Lane, Kevin M. Malone, Beverly Dozier, Robert Chen, David Shay, Coleen Boyle ve Roger Bernier’e gönderdiği emaile bakalım. Bu email’de adı geçen bazı kişileri aşı konusunda araştırma yapmış olanlarımızın gayet yakından tanıdığını düşünüyorum. Emailden, Adalet Bakanlığı’nın 2002’de CDC hakkında bir soruşturma yürütmekte olduğunu ve kendilerinden “KKK, Thimerosal ve Otizm ile ilintili çok sayıda belge talep ettikleri”ni anlıyoruz.
Bu aşamada Dr. Thompson siyahi çocuklarda KKK aşısına bağlı yüksek otizm riskini yapmakta oldukları kendi çalışmaları dolayısıyla biliyor ve elde ettikleri bu sonuçlardan emailinde “hassas sonuçlar” olarak bahsediyor. Bu mektupta CDC bilimadamları ve idarecilerini açıkça, Adalet Bakanlığı’na verilmesi ve daha da önemlisi verilmemesi gereken dokümanlar üzerinde tartışırken görüyoruz.
Metin şu şekilde:
Sevgili Melinda,
Sana bir kez daha Adalet Bakanlığı’nın kısa süre önce talep ettiği KKK, Thimerosal ve Otizm ile ilintili geniş çaplı dokümantasyonla ilgili olarak yazıyorum. Seninle ilk olarak 3 Eylül 2002 tarihinde, MADDSP KKK/Otizm çalışmasında bizi zora sokan hassas sonuçlarla ilgili olarak görüşmüştük. Ayrıca bu çalışmayla ilgili belgelerden hangilerini teslim etmemiz gerektiğiyle ilgili olarak durumu nazikleştirebilecek birtakım yasal konulara da dikkatini çekmeye çalışmıştım. Sonrasında hem Beverly Dozier hem de Kevin Malone tarafından bizlere Adalet Bakanlığı’na vereceğimiz belgelere çok geniş bir tanım uygulamamız gerektiği söylendi.
Bu nedenle; ajandalar, analiz planları, excel dosyaları, SAS programları, makalelerin taslakları, düzeltilmiş halleri ve bu çalışmada Ulusal Bağışıklama Programı OD’nin talebi doğrultusunda çalışmaya başladığım 2001 Şubat tarihinden bu yana Ulusal Doğum Kusurları ve Gelişim Bozuklukları Merkezi’nde üzerinde tartışmakta olduğumuz hassas sonuçlar da dahil olmak üzere elimdeki tüm belgeleri teslim edeceğim. Bunun yanında UBP’deki görevim boyunca dahlim olan tüm diğer KKK, Thimerosal veya otizm çalışmalarını da vereceğim. Tüm bu belgeleri 21 Ekim tarihine kadar teslim etmeye çalışacağım. Bütün bu dokümanların hassas bilgiler içerip içermediğine bakacak zamanım olmayacak.
Kimsenin kanuna aykırı bir iş yapmış olduğunu zannetmiyorum, ancak makalemiz yazarlarından Dr. Coleen Boyle’un, 2002 Nisan ayında kongre üyesi Dan Burton’ın KKK ve Otizm ilişkisini soruşturan komitesinde ifadeye çağrılması beni ziyadesiyle tedirgin etti. MADDSP KKK/Otizm Çalışması’na dair hukuki mevzularla ilgili tedirginliğim ise, UDKGBM’deki arkadaşlarımız Adalat Bakanlığı’nın talebi doğrultusunda uygun dokümanların hazırlanıp sunulması ile ilgili mütalaalarımızda emaillere bir avukatı, Beverly Dozier’i cc’lemeye başladıklarında daha da arttı. 16 Ekim saat 13.00’te UDKGBM’de dokümantasyon teslimiyle ilgili yapılan toplantıda Beverly’nin Adalet Bakanlığı’nın değil, UDKGBM’nin avukatı olduğunu ve Dr. Coleen Boyle’a hangi dokümanları vermesi gerektiği konusunda yasal tavsiyelerde bulunduğunu öğrendiğimde ise endişem daha da arttı. Bu yüzden, bu çalışmayla ilgili vereceğim dokümanlarının hepsinin gereği gibi olması için ben de kendime avukat tutacağım. Bu tip bir çalışma yaparken yasal olarak kendi başımıza bir iş gelir mi diye endişelenmek durumunda kalmamız büyük talihsizlik. Bu konuda duyduğum derin endişeden dolayı makale taslağından adımı ciddi olarak çıkartmayı düşünüyorum.
Epidemiyolog William Thompson’ın CDC’nin o dönemki şefi ve bugün şikayet konusu KKK aşısının global tekelini elinde bulunduran Merck firmasının aşı departmanı şefi Dr. Julie Gerberding‘e 2 Şubat 2004 tarihli bir mektubu da ortaya çıkıyor. Bu tarih önemli, zira bundan sadece bir hafta sonra, 9 Şubat’ta IOM’in aşı güvenliği ve aşılarla otizm bağlantısı konusundaki tarihe mihenk olmuş toplantısı var.
Bu mektup, CDC’deki üst düzey yöneticilerin aşı güvenliği ile ilgili sorunlardan bundan en az 10 sene önce haberdar olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Dr. Thompson bu mektubundan sonra insan kaynakları departmanından uyarı alıyor, IOM toplantısına CDC adına katılacak konuşmacı listesinden çıkartılıyor ve mart ayında idari izine ayrılması sağlanıyor.
Mektupta Dr. Thompson “Metropolitan Atlanta Otizm Deney-Kontrol Çalışması’nın sonuçlarına dair bir özet sunacağını” belirtip, ancak bu veriler KKK aşılarının siyahi erkek bebeklerde otizm riskini arttırdığını gösterecek diye hayıflanıyor. Thompson tam olarak, “KKK aşısı alımıyla otizm arasında istatistiksel ilişkilere dair birkaç sorunlu bulguyu paylaşmak zorunda kalacağım”, diyor.
Ardından Dr. Gerberding’in aşı/otizmin nedensel bağlantısı hakkındaki sessizliğini açıkça eleştirerek, “Milletvekili David Weldon”ın CDC’de bağışıklama programı dahilinde çalışan bilimadamlarının “dürüstlük ve meslek ahlakı” ile ilgili yönelttiği soru ve eleştirilere yazılı bir yanıt vermesini istiyor. Dr. Thompson mektubunda ayrıca şu sözlere yer veriyor:
“Ulusal Bağışıklama Programı’ndaki çalışanlara geçtiğimiz on yıl boyunlarca bağışıklama güvenliğiyle ilgili sorunları çok kötü idare ediyorlar ve halkla ilişkiler savaşını kaybediyoruz diye defalarca söyledim.”
Bu mektuptan sonra CDC geriye dönük olarak otizm çalışmasındaki veri grubundan önemli bir oranı çıkartmak suretiyle kasıtlı olarak bilimsel sahtekarlığa imza atıyor ve ortada istatistiksel öneme haiz bir ilişki kalmamasını sağlıyor. IOM’de çalışmanın üzerinde oynanmış sonuçlarını Dr. Frank DeStefano açıklıyor ve Coleen Boyle da daha sonra Kongre soruşturmasındaki yeminli ifadesinde “KKK aşılaması ve otizm arasında bağlantı olduğuna dair elde muteber kanıt” olmadığını söyleyebiliyor.
CDC’nin imza attığı bu inanılmaz sahtekarlık ortaya çıktıktan sonra, KKK aşısı ve otizm arasında bağlantı olduğunu iddia ettiği suçlamasıyla hakkında karalama kampanyaları açılan ve bir gazetecinin iddialarından yola çıkılarak gerçekleştirilen uydurma bir tıp konseyi soruşturması sonucu meslekten men edilen uzman gastroenterolog Dr. Andrew Wakefield bu konuyla ilgili kısa bir film yayınlıyor. Filmde CDC’nin Ulusal Doğum Kusurları ve Gelişim Bozuklukları Merkezi (UDKGBM) direktörü Coleen Boyle’un kongre önünde verdiği yeminli ifadede KKK-otizm bağıntısını gizlemek için üzerinde oynanmış bu orijinal CDC çalışmasının bulguları hakkında yalan söylediğini belirtiyor.
“Oh my God, I did not believe that we did what we did, but we did. It’s all there. This is the lowest point in my career, that I went along with that paper. I have great shame now when I meet families of kids with autism, because I have been part of the problem.”
“Tanrım, böyle bir şeyi yapmış olmamıza inanamıyorum, ama yaptık işte. Her şey ortada. Kariyerimin dibe vurduğu noktadır bu, o makalenin o şekilde yayımlanmasına ses çıkarmamak. Şimdi otizmli çocuk aileleriyle biraraya her geldiğimde kendimden utanıyorum, bu problemin bir parçası olduğum için.” – Dr. William Thompson
Peki tam olarak ne yapmışlar bu saygın CDC bilimadamları? Bu konuya biraz arkaplan kazandırmak gerekiyor önce…
Dr. Brian Hooker’ın geçtiğimiz günlerde AutismOne/Thriiive kongresinde yaptığı sunumda Dr. William Thompson’un kendi elyazısıyla notlarını görüyoruz. Önemli nokta şu, Dr. Hooker’ı bu konuya yönlendiren ve ortadaki sahtekarlık ve kandırmacanın boyutunun açıklığa kavuşmasını sağlayan bizzat Dr. Thompson. Sunumda ayrıca, CDC’nin bir diğer aşı/otizm çalışmasını (Price ve ark.) değerlendiren hakemlerin yazılı yorumlarına da yer veriliyor. Çalışmanın orijinal hakemlerinden gelen hayli güçlü eleştiriler açıkça görülüyor. Çalışmaları inceleyen CDC’nin kendi hakemlerinin bu olumsuz değerlendirmelerine rağmen CDC bu bulguları aynen yayımlamaktan çekinmiyor. Amerikan Pediyatri Birliği’nin resmi yayın organı, hakemli yayın dergisi Pediatrics, ki ilaç firmalarından gerek doğrudan aldığı bağışlar gerekse de elde ettiği reklam gelirleri olsun endüstriyle finansal ilişkisi bilinmektedir, daha önce JAMA (Amerikan Tıp Birliği Dergisi) ve NEJM (New England Journal of Medicine) tarafından geri çevrilen bu çalışmayı aynen yayımlıyor ve bugün halen daha bu çalışmayı geri çekmiş değil. Bu derginin Amerika ve dünyanın geri kalanında çocuk hekimlerinin başvuru kaynağı olduğunu düşünürsek, hekimlerin bu yolla nasıl yanlış yönlendirildiğini ve neden aile hekimi veya pediyatristlere aşı güvenliği konusunda güvenemeyeceğimiz açıklığa kavuşmuş oluyor.
CDC çalışmayı 2004’te Pediatrics‘te yayımlıyor. Bu tarih aynı zamanda İngiltere’de The Sunday Times adına Brian Deer adlı gazeteci tarafından Dr. Andrew Wakefield’e saldırının başlatıldığı tarih. Deer, Sunday Times editörü Paul Nuki tarafından 2003 eylülünde KKK aşısı ile ilgili büyük bir haber bulması için tutuluyor. Bunun meşhur Rupert Murdoch’un Amerika, New York bazlı uluslararası medya imparatorluğunu Amerikan devleti veya başka çıkar gruplarının emelleri doğrultusunda kullanıp kullanmadığı, elde kanıt olmadığı için şu anda bir spekülasyondan ibaret. Ancak şu ayrıntı yine çok önemli; Paul Nukki, Profesör George Nukki’nin oğlu. Prof. Nukki, menenjite yol açtığı için daha sonra üretici firma tarafından piyasadan geri çekilen Pluserix adlı KKK aşısını, menenjitle ilgili sorun bilindiği halde İngiltere’de kullanım için onaylayan kurulun üyesi. Biran Deer’ın gerçek motifi her ne olursa olsun, kariyerini yaktığı ve ilaç endüstrisinin tüm günahlarının omuzlarına yüklendiği dünyaca ünlü hekim Dr. Andrew Wakefiled ve eşine itirafçı William Thompson’dan gelen şu telefon mesajları oldukça anlamlı:
İlk mesaj 20 Ağustos 2014’te Dr. Andrew Wakefield’ın eşine geliyor:
I do believe your husbands career was unjustly damaged and this study would have supported his scientific opinion. Hopefully I can help repair it.
“Eşinizin kariyerinin haksız yere zarar gördüğüne inancım tam. Bu çalışma kendisinin bilimsel görüşünü destekler nitelikteydi. Yapılan yanlışı onarabilmeyi umud ediyorum.”
Diğeri, Dr. Wakefiled’a gelen JPEG mesajı:
A. Wakefield: Basın açıklaması gerçek mi?
W. Thompson: Evet.
A. Wakefield: Teşekkürler. Doğru ve saygıdeğer olanı yaptın.
W. Thompson: Aynı fikirdeyim. Benim namuzssuzluğum yüzünden ödediğin bedel için tekrar özür dilerim.
A. Wakefiled: Seni tamamen affettim ben, hiçbir kırgınlık yok aramızda.
W. Thompson: Bunu samimiyetle söylediğini biliyorum ve seni daha yakından tanıyabilmiş olmaktan ötürü müteşekkirim.
Autism Media Channel Direktörü Polly Tommey ise The Truth Barrier’a, gerekli cesareti, yani aslında yasal korumayı bulabilseler konuşmak isteyen başka itirafçıların da olduğunu ifade ediyor.
“Başka itirafçılar da var. Kim olduklarını biliyoruz, kendileriyle görüştük. Ancak çok korkuyorlar. Bunlardan bazılarının bildikleri yanında Thompson’ınkiler çocuk oyuncağı kalır. KKK’nın çok büyük bir problem olduğunu biliyorlar, verilerle oynanmış durumda, kendilerine bazı şeyleri gizlemeleri talimatı verilmiş…”
“Gardasil’le ilgili konuştu birisi. ‘KKK’yı bırakın—Gardasil bugüne kadarki belki de en büyük vukuat. 144 kız bu yüzden öldü bile.’ dedi. Thompson daha başlangıç.”
Şimdi, dilerseniz 29 Ağustos’ta Dr. Hooker tarafından AutismOne/Thriiive konferansında verilen sunumla 2000’lerden beri süreç nasıl gelişti, aşılar/otizm ve/veya aşılar/diğer nörogelişimsel bozukluklar arasındaki ilişkiye dair ne tür çalışmalar ortaya koyuldu, bu çalışmalar ne derece güvenilirdir bunlara bakalım. Sunum slaytları yazılı olarak verilene kadar maalesef videoda gözüktüğü ve Dr. Hooker tarafından okunduğu kadarıyla paylaşabiliyorum bilgileri. Gelin Dr. Hooker’ın ağzından dinleyelim gelişmeleri:
İsmim Brian Hooker, biyokimya mühendisiyim. Özellikle 15. ayda aldığı aşılar sonrasında çok ciddi nörogelişimsel bozukluklar geliştirmiş Steve adında otistik bir oğlum var. Şu an 16 yaşında, hala konuşamıyor ve çok ciddi tıbbi rahatsızlıkları var. Oğlum eşimle hayatımızın neşe kaynağı, eşim oğluma bakabilmek için evden çalışıyor.
2002 yılından bu yana aşıların güvenli hale getirilmesi adına çalışmlar yapıyorum ve CDC’deki potansiyel sahtekarlık ve görevi kötüye kullanma vakalarını inceliyorum. CDC itirafçısı Dr. Thompson’la ilk görüşmelerim 2002 yılına dayanıyor. Araştırma yapan bir bilimadamı olarak benimle görüşmek üzere CDC tarafından tayin edilen kişi kendisiydi. Kendisiyle aylar boyunca bilimsel konularda görüşmelerimiz oldu ve bu süreçte benimle paylaşmaktan epey rahatsız oldukları konulara gitgide yaklaşmış oldum. Çok daha spesifik sorular sormaya başladım, daha çok Thimerosal [etilcıva] ve otizm hakkındaydı bunlar.
2004 yılnda CDC benimle yazılı/sözlü tüm irtibatı kesti. ‘Ulusal aşı malüliyeti tazminat programı’ndaki dahlimden dolayı benim kendilerini dava ettiğimi söylediler. CDC, görüştüğüm Dr. Thompson da dahil olmak üzere tüm bilimadamlarına benimle teması kesmelerini söyledi. O noktadan sonra CDC ile tek iletişimim, Bilgiye Erişim Özgürlüğü Yasası (FOIA) yoluyla elde edebildiğim bilgilerden ibaret. O zamandan beri CDC’ye 100 kadar FOIA talebim oldu, kongre üyeleriyle birlikte çalıştım, kongre de aynı şekilde belge talebinde bulundu ve sonuç olarak elimde CDC’den onbinlerce sayfalık belge mevcut.
IOM [Tıp Enstitüleri-Institutes of Medicine] Prezantasyonu – Çözümlenmemiş Sorunlar
1. Irk etkisini ne yapacağız??
– siyahiler için büyük bir etki gösteriyor, ancak beyazlarda bu etki yok.
Bu gerçekten de her şeyi açıklıyor aslında. Dr. Thompson’ın şahsi notları bunlar.
Şimdi…Dr. Thompson bir ‘etki’ [effect] buluyor. Siyahi ırktan çocuklardaki otizm insidansında KKK aşısının zamanlamasının kritik önemde olduğunu buluyor.
Bu ‘etki’yi 2001’de buluyor. Bu etkinin görüldüğü ilk tarih 7 Kasım 2001 ve bu konunun gündeme getirildiği toplantının notları da var Thompson’da. Kendi elde ettiği sonuçlar, KKK aşısını zamanında almış siyahi çocuklarda–bu noktada henüz erkek x kız çocuk karşılaştırması yapmış değil, henüz toplam siyahi gruba bakıyor–kendi notları, KKK’yı takvimde önerilen zamanda (12 ila 18. aylar arasında) almış siyahilerde, KKK aşısını 36. aydan sonraya ertelemiş siyahilere oranla yaklaşık 2.5 kat daha fazla otizm teşhisi olduğunu buluyor.
Dr. Thompson’ın elinde bir sorun var bu noktada ve bu ortaya çıktıktan hemen sonra çalışmanın diğer yazarları (Tanya Kurapurkar, Coleen Boyle, Dr. Marshalyn Yeargin ve Dr. Frank DeStefano) bu hakikati hasır altı etmek için metodolojiler bulmaya girişiyorlar. Çalışma son haline getirilip yayımlandığında, siyahi çocuklarda KKK aşısının zamanlaması ile otizm arasında hiç ilişki kalmıyor.
Çalışma yayımlanmadan önce Dr. Thompson’dan IOM’in 2004 toplantısında bulgularını sunması isteniyor.
Bu noktada konunun arkaplanını da vermemiz gerekir; bahsi geçen IOM toplantısı, devletin aşılar ve otizm konusundaki pozisyonunun belirlendiği dönüm noktası sayılacak toplantı aynı zamanda. Bu toplantı bizzat CDC tarafından alelacele IOM’ye ihale edilerek, kendilerinden KKK/Otizm ve Thimerosal/Otizm ilişkisini çalışmış epidemiyolojik ve biyolojik yayınların yeniden incelenmesi isteniyor.
Siyahiler için ortada bir ‘etki’ olduğunu gayet iyi bilen Dr Thompson, IOM toplantısından tamı tamına birbuçuk hafta önce işte bu şekilde kıvranıyor.
Ve işe bakın ki Dr. Thompson’ın sunumu yapması engelleniyor, yerine DeStefano geçiriliyor ve toplantıda ortaya konulan bulgular kayda geçirilmiyor. Ve çalışmanın son hali yayımlandığında, sonuçların hayli kuşkulu istatiksel tekniklerle sulandırılmış, siyahilerdeki otizm riskiyle ilgili ortada kanıt kalmamış olduğunu görüyoruz.
2004 Şubat ayında Pediatrics Dergisinde çıkan çalışmanın başlığına bakalım:
“Otizmli çocuklar ve okul eşleştirmeli kontrol grubunda kızamık-kabakulak-kızamıkçık aşılamasının ilk alınma yaşı: Metropolitan Atlanta’da nüfus bazlı bir çalışma.”
Sonuç olarak şunu diyorlar; tüm çocuklar için küçük de olsa bir ‘etki’ buluyorlar. 36 aydan önce aşılanmış tüm çocukları, 36. aydan sonra aşılanmış tüm çocuklarla karşılaştırdıklarında, önce aşılanmış olanlarda otizm insidansında %50‘lik bir artış görüyorlar, fakat bunu “bunlar büyük ihtimalle otizm teşhisini önceden almış olup da Atlanta eyaletinde engelliler (otizmliler) için sunulan [3-5 yaş arası/okul öncesi] “erken müdahale programı” (early intervention program)ından yararlanabilmek için mecburi KKK aşısını zamanında yaptırmak zorunda olanlardır” diyerek geçiştiriyorlar.
EdNot:
2004 çalışmasının orijinal dizaynı iki grubu karşılaştırıyor: 1) KKK aşısını olmuş otizmli çocuklardan oluşan vaka grubu ve 2) KKK aşısını olmuş, fakat otizmli olmayan çocukların oluşturduğu kontrol grubu. Hepsi Metropolitan Atlanta Georgia’dan olan bu iki grup yaş, cinsiyet ve ırk gibi demografik kriterler yönünden eşleştiriliyor. Araştırmanın amacı ikinci grupla karşılaştırıldığında ilk grupta 18, 24 ve 36. aylarda otizm teşhisi alma oranlarında herhangi bir artış olup olmadığını görmek. Şayet KKK’nın vaka grubundaki çocukların otizm geliştirmesinde payı varsa, bu grupta KKK’yı 18, 24 ve 36. aylarda almış çocukların yüzdesinin daha yüksek olmasını bekliyoruz. Şayet yüzde yüksek çıkarsa bu, ilk grup için rölatif riskin daha yüksek olduğunu gösterir. İki grupta da risk açısından fark yoksa, ilk grubun ikinci gruba oranı 1 olacağından KKK’nın vaka grubundakilerin otizmiyle bir ilişkisi olmadığını söyleyebiliyoruz. 1‘in üzerinde çıkacak bir oran, şayet istatistiksel olarak önemli bir değer veriyorsa, ilk grubun rölatif olarak KKK’dan etkilenme riskinin ikinci gruba göre daha yüksek olduğunu anlıyoruz.
Orijinal çalışmada geçen ifade ve CDC’den bu konuyla ilgili gelen resmi açıklama şu şekilde:
“36 aydan önce aşılanmışlara bakıldığında vaka [otizmli] ve kontrol [nörotipik] grubu çocuklar arasında en büyük fark 3-5 yaş arası grupta gözlemleniyor. (sf. 264) CDC: Otizmli çocuklarda 24 ve 36. aylar arasında aşılanmış olma durumu biraz daha yaygın ve bu ilişkinin en güçlü olduğu grup da 3-5 yaş grubu.”
Esasında bu cümleyle KKK aşısının otizm riskini arttırdığını kabul etmiş oluyorlar. Ancak bu bulguyu, siyahi erkek çocuklarda 36. ay KKK aşılamasının otizm riskini arttırdığına dair kanıt olarak yorumlamak yerine, bu durumun “vaka grubundaki (otizmli) siyahi erkek çocukların okulöncesi özel eğitim kurumlarına kabul için gerekli aşıları olmalarından kaynaklanabileceği”ni ileri sürüyorlar.
Dr. Hooker’ın itirazı, 1) Orijinal çalışmada vaka grubunun tümüne (beyaz/diğer ırklar/kız veya erkekler) atfedilen bu 24-36 aylar arasındaki otizm insidansındaki artışın ardında aslında büyük oranda siyahi erkek çocuklarda bu yaş aralığında fırlayan otizm insidansının yattığı, ancak çalışmada bu etkinin kasten gösterilmemiş olması ve 2) Otizm insidansında bu yaş aralığında görülen artışı, “otizmin muhtemelen anne karnında başladığı” varsayımı, hatta önkabulüyle çalışmaya başladığını itiraf eden Destefano’nun, ki siz aşılama yaşının otizme etkisi olup olmadığını araştıran bir çalışmaya “doğuştan” olduğu, yani aşıların bir etkisi olmadığı düşüncesiyle başlıyorsanız bir bilimadamı olarak dürüstlüğünüz şüphelidir, “elde edilen bu istatistiğin biyolojik açıklaması olamaz, çocuklar o yaştan sonra otizm geliştiremezler, o halde bu yaş aralığındaki yükselişin KKK aşılamasıyla alakası yoktur, belli ki bu çocuklar daha önceden otizm teşhisi almışlardır zaten ve aileler de otizmli çocukları 36. aydan itibaren başlayan ancak katılım için KKK aşısı şartı aranan özel eğitim programına verebilmek için 24 ve 36. ay KKK aşılarını yaptırmışlardır, buradaki yığılma bundan kaynaklanıyordur şeklindeki açıklamasının 1. nedenden dolayı geçersiz olması. Zira bu durumda özellikle siyahi erkek çocukların koşup herkesten önce 36. ay aşılarını olmaları gerekir.
Burada kasten gözardı ettikleri gerçek ise esasında bu ‘etki’yi sadece siyahi çocuklarda bulmuş olmaları. Kendi analizimi yaptığımda, ki buna birazdan değineceğiz, bu ‘etki’nin sadece siyahi erkek çocuklarda olduğunu gördüm. Bu spesifik yaş-cinsiyet grubunun diğerlerinden önce aşı olmaya koştuğunu söylemek hayli gülünç olur. Çünkü hakikaten de beyaz erkek çocuklarına, beyaz kız çocuklarına, siyahi kız çocuklarına baktığınızda bu ‘etki’ yok. Sadece siyahi erkek çocuklar için geçerli bu etki.
DeStefano ve Ark. 2004 çalışmasının yeniden analizi
Dr. Thompson’la dialog sürecinde kendisi bana daha önce Mark ve David Geier’la birlikte senelerce uğraşmamıza rağmen ulaşamadığımız CDC verilerine nasıl kolaylıkla erişebileceğimi gösterdi. CDC’nin Amerika’nın batı yakasında her 3 HMO (Health Maintenance Organisations]’yu kapsayan ve bireylerin aşılanma durumu ve tıbbi kayıtlarının tutulduğu, ‘Vaccine Safety Datalink’ (Aşı Güvenliği Veribağlantısı)’ndan bu çalışmayla ilgili verileri 2013 aralık ayında talep ettim ve ocak 2014’te veriler elimdeydi. Ondan sonra da eldeki çalışmayı yeniden analize koyuldum.
İşin aslı, bu “kamusal kullanıma açık veritabanı”nı (“public use dataset”) herkes kullanabiliyor! Dilerseniz sunumdan sonra bana gelin ve nasıl erişeceğinizi size de anlatayım. Bu veriler yasa gereğince halkın erişimine açık. Bu tür bilimsel çalışma ve yayınlar aşı yönetmelikleri konusunda kanun hükmünde kararnameler için kullanıldığından, yine yasa gereğince bu bilgilerin halka açık olması gerekiyor ve kanunen bu bizlere garanti ediliyor.
Veri gruplarını gayet basit ve sade bir metodla, ‘Chi-squared analysis’le yeniden inceledim. İstatistikte bana göre basitlik zarifliktir, bunun için en basit ve doğrudan sonuca götürecek yöntemle çalıştım. Bu yöntemde bireyleri otizm teşhisi olup olmadığına göre gruplandırdıktan sonra KKK aşısını ne zaman aldıklarına göre kategorilere ayırırsınız, gayet basit.
CDC daha ezoterik bir metod tercih etmiş, buna “conditional logistic regression” deniyor. Bu metodu kullanmaları evet, bazı açılardan uygun geldi bana ve tabii onlar bu metodu kullanmışlar diye ben de CDC’nin analizini özellikle birebir aynı şekilde tekrar ettim. Analizlerinde ne buldular ve ne zaman buldular bilmek istiyordum.
Çalışmaya Alınan Tüm Çocuklar için Tablo
ED-NOT: Tabloda üstte ‘toplam nüfus ‘, ‘sadece erkekler’ ve ‘sadece kızlar’ kategorileri var. Bu grupların ‘age cut-off’ denilen, çocukların KKK aşısını ilk alış tarihlerine göre (verili kategoriler: 18, 24 ve 36. aylar) sınıflandırıldıklarını görüyoruz ve her biri için de otizm teşhisi alma ‘olasılık oranı’ [odds ratio] ve bunun ‘istatistiksel olarak anlamlı’ olup olmadığını gösteren ‘p-value’ değeri verilmiş. Yani, KKK aşısını ilk olarak 18., 24. veya 36. aydan önce almış çocuklarda daha sonra ne oranda otizm görülmüş, KKK aşısının ilk alındığı yaşla otizm gelişimi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki var mı ona bakıyorlar.
Çalışmaya dahil edilen TÜM çocuklara baktığımızda, buna Toplam Kohort (toplam popülasyon) diyoruz, aşıyı ilk olarak 18. veya 24. aydan önce almış çocuklarda istatistiksel olarak önemli bir ‘etki’ görmüyoruz. ‘Olasılık oranı’na bakıyoruz ve burada 18. aydan önce KKK aşısı olmuş çocukların otizm teşhisi alma olasılığının 1.1 kat artmış olduğunu görüyoruz. Ancak burada bir de ‘p-value’ var ve bu değer şayet .05‘ten büyükse o zaman istatistiksel olarak önemli değildir diyoruz ve elde edilen bu sonucun güvenilir olmadığını anlıyoruz.
24. ayda yine aynı şekilde, ‘olasılık oranı’ biraz daha yükseliyor (1.21), ancak hala istatiksel olarak önemli bir değer görmüyoruz (p-value=0.151).
Fakat daha sonra 36. aya geliyoruz; CDC burada ‘olasılık oranı’nı 1.49 olarak bulmuştu ve benim de bulduğum değer aynen bu! İşte, Atlanta’da “okulöncesi özel eğitim programına katılım için erkenden aşılanmış olabilirler” diyerek hiçe saydıkları bulgu bu.
Burada ‘Sadece Erkekler’ kategorisine bakacak olursak, ‘olasılık oranı’nın daha da yükseldiğini ve 1.69′a çıktığını görüyoruz, yani KKK aşısını 36 aydan önce almış olanlarda otizm teşhisi alma oranı %69 artıyor.
Böyle bir ‘etki’yi kızlarda görmedim fakat biraz daha derinlemesine bakmaya karar verdim ve o yüzden de toplam kohort yerine Sadece Siyahi Çocukları inceledim.
Çalışma kohortunu (popülasyonu) daraltmış oldum. Bu arada, bu çalışma Metropolitan Atlanta’daki 5 okulda okuyan 1986 – 1993 yılları arası doğumlu çocuklarla yapılıyor. Tüm çalışmadakilerin %40’ını siyahiler oluşturuyor ve bu çocuklarda önemli oranda otizm vakası var, o yüzden hem vaka (otizm) grubundalar hem de aralarından ‘vakaya eşleştirilmiş kontrol’ler de (yani otizmli olanlarla aynı yaş/cinsiyet vb faktörlere sahip olanlar da) çıkıyor.
Şimdi, siyahilere baktığımda, 36. ayda karşıma 2.30‘luk bir ‘olasılık oranı’ çıkıyor, yani otizm teşhisi alma oranı 2.3 kat daha fazla ve elde edilen bu değer aynı zamanda istatistiksel olarak da önem arz ediyor. Hatırlayın, istatistiksel önemi gösteren bir p-değeri vardı, bu şu demek; siyahilerde genel olarak 36. aydan önce aşılanmışlarda otizm görülme ihtimali, 36. aydan sonra aşılanmış olanlara oranla %99 daha fazla.
Beni hayretler içinde bırakan şey ise, erkeklere baktığımda istatistiksel olarak önemli sonuçların 36. aydan da önce, 24. ay öncesi sonrası için gayet açık şekilde ortaya çıkmış olmasıydı. KKK aşısını zamanında olmuş siyahi erkek çocuklarda, 36. aydan sonraya ertelemiş olanlara göre otizm teşhisinde 3.36 katlık artış sözkonusu. Burada istatistiksel olarak önemli, koca bir ‘ETKİ’den bahsediyoruz. İtirafçıya hemen telefon açtım tabii, bulduğum sonuçları aktardım ve ilk tepkisi,
“Hah, buldun demek… İlişkiyi buldun!”
oldu.
Bu noktadan sonra daha da detaya inmek istedim. Çünkü kızlara bakıyorsunuz, böyle bir etki yok, sadece erkeklerde çıkıyor bu. Hatta siyahi erkeklerdeki bu etki öylesine güçlü ki, bir slayt geriye gidecek olursam eğer bunun tüm kohortun istatistiklerini yükselttiğini görürsünüz. Bu sadece siyahi erkeklere mahsus bir etki ve öylesine güçlü ki, tüm çocuklara birarada baktığınızda dahi bir etki oluşturuyor. Bu durumda, CDC’nin elinde bir sorun var tabii; belirli bir popülasyon için hayli yüksek risk sözkonusu.
Siyahi Çocuklar Çıkartıldığında
Beyazlar ve diğer ırklar kategorisine baktığımda, istatistiksel önemde bir sonuç görmüyorum, hiçbir şey yok burada, ne erkeklerde ne kızlarda. O halde iyice anlaşılıyor ki ortada koca bir etki var ve bu sadece siyahiler, hatta siyahi erkeklerde görülüyor.
‘Düşük doğum ağırlıklı’ çocukları çıkartayım dedim. Bu çalışmada DDA’lı çocuk yok, ancak doğum ağırlığı kaydı olmayan birtakım çocuklar var, o yüzden kaydı olmayanların hepsini çıkardım. Bunu yapınca 36. ay kategorisinde değerlendirme yapabileceğim çoklukta çocuk kalmadı, bu durumda 31. aya bakmak zorunda kaldım. Çünkü bu “31. ay sonrası” aşı yaşı kategorisinde en az 5 otistik çocuk temsil edilsin istedim. Bu şekilde baktığımda bile istatistiksel olarak hayli önemli bir etki çıktı; bu defa otizmde 2.64 katlık bir artış gözüküyordu. Doğum ağırlığı kaydı olmayanları eklediğimde dahi istatistiksel olarak önemli bir etki görüyordum.
İtirafçıya sordum, “Ne yaptınız?” dedim.
Bana, “Sana o görüşmeyi açıklayamam,” dedi. Gizlilik kaydı nedeniyle “Sana o görüşmede neler olduğunu anlatamam” diyordu.
[Bu noktadan sonra aralarında gelişen konuşma şu şekilde:]
Brian Hooker: “Toplantı notları nerede?”
Dr. Thompson: “Not filan yok.”
Brain Hooker: “Tamam … not filan yok … Peki ama NE oldu?”
Dr. Thompson: “Irk kategorisine bir tek Georgia’da geçerli nüfus kaydı olanları alıp sonuçları bu şekilde gizledik.”
Brian Hooker: “NEDEN?”
Dr. Thompson: “Katılımcı sayısı bu şekilde düşüyordu da ondan.”
Brian Hooker: “NEDEN??”
Dr. Thompson: “Problemli sonuçlar bu şekilde ortadan kalkıyordu da ondan.”
Brian Hooker: “NEDEN????”
Dr. Thompson: …………………
Doğru dürüst hiç bir nedeni yok bunun. Ve benim çalışmam Translational Neurodegeration dergisinde yayımlandığında itirafçının içinin rahatladığını söyleyebilirim. Bu konu uzun yıllardan beri-orijinal sonuçların yayımlanmasının üzerinden 13 yıl gibi bir zaman geçtiğini düşünürsek- Dr. Thompson’ın vicdanını sızlatmaktaydı çünkü.
Ve evet, CDC büyük bir sorunla karşı karşıya şu anda.
Makalemin Translational Neurodegeneration’da yayımlanması büyük olay oldu, benim bu çalışma için FocusAutism’den aldığım fonu ‘menfaat çatışması’ (conflict of interest) olarak açıklamamış olduğumu öne sürdüler. FocusAutism’in yönetim kurulunda olmamın yanısıra çalışmam için hibe almış olmam endişelendirmiş onları. Bu makaleyi ta NİSAN ayında hakem görüşü için dergiye teslim ettiğimde gerekli bildirimi gayet açık bir şekilde yapmış olduğumu düşünüyorum oysa. Makale 4 aylık oldukça sıkı bir hakem değerlendirmesinden geçerek yayımlandı, ancak şimdi daha fazla bilimsel değerlendirmeden geçirilmek üzere geçici olarak askıya alınmış durumda. Yeniden yayımlanacak mı yayımlanmayacak mı, olursa bu ne zamandır bilmiyorum ancak bilimsel sorgulamaya kapım her daim açık, bilakis sevinirim bu konuda daha fazla inceleme olmasına, daha fazla bağımsız biliminsanının konuya bakmasına.
Bakın ben bağımsız değilim. Bu konuda bağımsız olduğumu iddia edemem çünkü benim çocuğum otizmli. Bunu her sunumumda sorumluluk reddi altında açıkça belirtiyorum zaten. Ancak yaptığımız işin bilimsel açıdan geçerli olabilmesi için hakem değerlendirmesi prosesini takip ediyoruz, o yüzden yapılacak bu bilimsel soruşturmayı memnuniyetle karşılıyorum. Elde ettiğim sonuçların, yaptığım istatistiki analizin arkasındayım.
[EdNot: Hooker’ın DeStefano ve ark. 2004 çalışmasını yeniden analiz ettiği bu çalışma taşıdığı öneme ve çalışma yazarlarından Dr Thompson tarafından teyid edilmiş olmasına rağmen, ‘Translational Neurodegenaration’ adlı derginin Hooker’ın çalışmasını yayımladıktan sonra geri çekmesi ve yeniden dergiye konulup konulmamasını değerlendiriyor olması manidar.
‘Translational Neurodegeneration’dan bu konuda iki farklı açıklama görüyoruz:
“Bu makale, vardığı sonuçların geçerliliği hakkında oluşan ciddi şüpheler nedeniyle serbest erişime kapatılmıştır. Dergi ve yayımcısı bu makalenin erşime açık kalmasının kamuoyunun yararına olmayabileceğini düşünmektedir. Yürütülecek soruşturmanın ardından nihai editoryal işlem uygulanacaktır.”
“Bu makalenin yayımcısının, yazar ve hakemlerin bildirilmemiş muhtemel çıkar ilişkileri olması sebebiyle, çalışmada vardıkları sonuçların geçerliliği hakkında ciddi şüpheleri bulunmaktadır. Şu anda konuyla igili bir soruşturma yürütülmektedir. Bu minvalde, okuyucuların çalışmada bildirilmiş sonuçlara ihtiyatlı yaklaşmalarını tavsiye ediyoruz.”
Hangisidir sorun acaba? Çıkar çatışması mıdır olay yoksa sonuçlar mı geçersizdir? Çakışan çıkarları olan birisi bilimsel geçerliliği olan bir çalışma yapamaz mı? Elbette yapabilir. Bunu en başta, aşıları toplum sağlığının belkemiği olarak kabul ettirme ve dayatma çabasındaki CDC’nin kabul etmesi gerekir. Ortada bir çıkar çatışması varsa, öncelikle CDC’nin pozisyonu tartışılmalıdır.]
Makalemin askıya alındığı aynı gün Dr. Thompson da yazılı bir basın açıklaması yaptı. O haftanın başında CDC’den bir itirafçının olduğu kamuoyuyla paylaşılmış ve o hafta içinde yine bu itirafçının kimliği açıklanmıştı zaten, ancak Dr. Thompson avukatı aracılığıyla o gün ilk defa açıklama yaptı. O açıklamadan bazı satırlar okumak istiyorum:
“İsmim William Thompson. Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi’nde (Centers for Disease Control and Prevention) 1998 yılında beri çalışmakta olan kıdemli bir bilimadamıyım.
Pediatrics dergisinde 2004 yılında yayımlanmış makalemizde ben ve çalışmayı yürüten diğer arkadaşlarımız tarafından istatiksel olarak önem arz eden verilerin çalışmadan çıkartılmış olmasından ötürü pişmanlık duyuyorum. Çalışmadan çıkartılan veriler, KKK aşısını 36. aydan önce olan siyahi erkekler çocuklarda otizm riskinin arttığını gösteriyordu. Veriler toplandıktan sonra hangi bulguların bildirileceğine dair kararlar alındı ve kanaatimce çalışmanın sonuç protokolüne sadık kalınmadı.”
Bakın, CDC daha hiçbir istatistik oluşturulmadan, daha hiçbir analiz yapılmadan, sonuçları tartışmak üzere daha hiçbir toplantı yapılmadan ÖNCE bir sonuç protokolü hazırlar ve bu protokole uymak zorundadırlar. Aksi halde, işlerine gelen verileri ayıklayıp kullanabilirler (CHERRY-PICKING) ki burada da yapılan, KKK aşısını aklayabilmek için kendi protollerini çiğnemiş olmalarıdır ve gerisi artık hikayedir.
Dr. Thompson’a yaptığı yazılı açıklamayla ortaya çıkıp sonuçlarımı teyit etmesinden ötürü müteşekkirim. Bu bulgular CDC’nin kendi bilimadamlarınca, yetkililerince teyit edilmiştir esasında; siyahi erkeklerdeki aynı etkiyi onlar da bulmuşlardı ve Dr. Thompson işte bu gerçeği yapmış olduğu bu açıklamayla teyit etmiştir. Ve açıklamanın devamında Dr. Thompson aşıların faydalarından bahsediyor…
Kaydettiğim telefon konuşmalarına değinmiş kendisi, buradan Dr. Thompson’a hitaben açıklamak istiyorum, o telefon görüşmelerini kanuna uygun şekilde kaydettim. Dr. Thompson’la görüşmelerimizin muhteviyatı gözönüne alındığında ve Amerikan çocuklarının sağlığının önemi düşünüldüğünde bu kararın ne denli önemli olduğu anlaşılacaktır. Bir hükümet yetkilisiyle aşı güvenliği konusunda yapılmış görüşmeleri kaydedip kaydetmemek öyle basite alınacak, keyfi olarak uygulanacakbir karar DEĞİLDİR. Bu üzerinde iyice kafa yorulduktan, hukuki yönü araştırıldıktan ve camiamızın önde gelenleriyle tartışıldıktan sonra alınmış bir karardır.
CDC aynı ‘etki’yigörüyor
Bu, 7 Kasım 2001 tarihli rapor. 16 – 18 ay kategorisine bakıldığında, ki bu çocukların ilk KKK dozunu aldıkları zaman dilimidir, ‘olasılık oranı’ (odds-ratio) 2.68‘dir. Bu ‘p-değerini/istatistiği’ni bildirmek yerine yazarlar CI dediğimiz güven aralığı (confidence interval) değerini bildirmişler. Bu alt CI değeri 1.0’ın üzerinde kaldığı takdirde sonuç istatistiksel olarak önemlidir. Burada açıkça görülüyorki, alt CI değerleri 1.0’ın üzerindedir; 1.43 çıkmıştır, üst CI değerleri 5.05’tedir, yani hakikaten de daha 7 Kasım 2001 gibi erken bir tarihte istatistiksel olarak önem arz eden bu sonuçlar ellerindedir. Ancak bu aşamadan sonra tutup bu hatalı ve istatistiksel olarak da kusurlu yöntemi, özellikle ve sadece ırk kategorisi içindoğum kaydı kısıtını koyma yöntemini uygulamaya geçirmişlerdir.
CDC bu sonuçları nasıl yok ediyor?
Doğum tarihi, otizm teşhisi ve ırk bilgilerinin hepsi okul kayıtlarında mevcut.
Georgia eyaletindeki bireylerin ırkını öğrenmek için doğum kaydına ihtiyaçları yok! Ellerindeki okul kayıtlarında bu bilgi mevcut zaten ve bu bilgi ellerinde! Veri merkezinden alınan işlenmemiş veriler bende var, biliyorum! Verilere baktığınızda aralarından tek tük birkaçının ırkı bilinmiyor, bunları çıkartırsınız çalışmadan, ancak birinin ırkını öğrenmek için doğum kaydı gerekmiyor ve zaten okul kayıtlarında açıkça yazıyor.
Çaşılmaya alınanların hepsinin Georgia eyaletinde geçerli doğum kaydı yok.
Esasına bakılacak olursa yaklaşık %40′ında bu belge yok. O zaman ne oluyor? Elinizdeki istatistiksel numune sayısı azalıyor, istatistikte popülasyon küçüldükçe ne oluyor, istatistiksel önemdüşüyor. Ve işte ‘etki’miz bu şekilde ortadan kaldırılmış oluyor…
Bu analiz için doğum kaydı bilgileri gerekli değil.
Şunu kesin olarak söyleyebilirim ki, Dr. Thompson’a göre analizde ırk değişkenini işleme koyabilmek için doğum kaydındaki bilgiler gerekmiyordu ve hatta çalışmanın orijinal protolünde bile yoktu. Hatta orijinal protokol şöyle diyor: “Irk değişkeni tamamıyla okul kayıtlarından alınabilecek tek değişken“. Protokolün aslında doğum kaydı kohortu diye bir şey yok. Yani, görüldüğü üzere kendi protokollerini çiğnemiş durumdalar.
Oysa CDC, ırkla ilgili verilerde sadece geçerli Georgia nüfusuna sahip olanlarınkini kullanmıştır.
Bu, Dr. Thompson tarafından kabul ve ikrar edilmiştir.
Dr. Thompson ayrıca bunun kendisi için kariyerinin dibe vurduğu nokta olduğunu da ifade etmiştir. Kendisinden bu bilgiyi örtbas etmesi istenmişti ve sonuç olarak IOM toplantısında sunumu yapamadığını da biliyoruz. O noktada buna vicdanının elvermediğini düşünüyorum.
Ve kendisi bu olanlardan dolayı çok pişman! Şunu doğrudan söyleyebilirim ki, Pediatrics’teki o yayında isminin geçiyor olmasından bile müteessir.
O kişileri kohorttan çıkarttığınız takdirde ne olur?
Burada tüm siyahileri görüyoruz ve çalışmaya alınanların sayısına baktığınızda, ırk değişkeni belirlenmiş olan siyahiler 986 kişi. İstatistiksel işlemleri uyguladığınızda–burada 36 aydan öncesi ve sonrasını görüyorsunuz–, kızlar ve erkekler toplamında otizm riskinin 2.3 kat arttığını görüyoruz. %95’lik güven aralığım (CI) !in altına düşmüyor, p-değerim bunun %99’unun üzerinde kesinlik taşıdığını gösteriyor, öyleyse bu istatistiksel olarak önemli bir sonuçtur diyoruz.
Ve fakat, Georgia eyaleti için geçerli doğum belgesi olanlara bakacak olursak eğer, bireylerin %30 ila %40’ını kaybediyoruz, ‘olasılık oranı’ düşüyor ve istatistiksel önemi yitiriyorsunuz ve problem çözülmüş oluyor. Ortada artık bildirilmesi gereken özel bir durum kalmıyor.
Dr. Brian Hooker’ın sunumunun bu çalışmayla ilgili kısmı bu şekilde. Daha sonra Price et al.’ın thimerosal’la ilgili kusurlu çalışmasının kendi yaptığı analize geçiyor, ki bu ayrı bir yazının konusudur.
Sonuç olarak bizlere medya ve çeşitli aşı yanlısı bloglarda aşıların otizme yol açmadığını kanıtlayan(!) onlarca çalışmanın varlığından bahsedilir hep, ancak işin esasına baktığınızda bu konuda sadece thimerosal ve KKK’nın otizmle ilişkisi çalışılmıştır ve hatta KKK için CDC toplamda 4 çalışmaya referans verir. Ancak bunlara şöyle bir baktığınızda bile pekçok soru işaretiyle karşılaşırsınız.
Bu çalışmalardan biri yukarıda bahsi geçen çalışmadır ve siyahi erkek çocuklar için önemli bağıntı gösterir.
Bir diğeri dolandırıcılık suçundan Danimarka’dan Amerika’ya iadesi beklenen meşhur Dr. Thorsen’in çalışmasıdır ve sırf bu bile, çalışmasıyla ilgili ortaya çıkarılan diğer hayati kusurları bir kenara bırakacak olsak bile bu kişinin imzası olan işleri şüphe altında bırakır.
Üçüncü çalışma ise toplam 28 çocuğun olduğu, güvenilir olmayan bir çalışma.
Sonuncusu ise yine kontrol grubu sadece 31 çocuktan oluşan, tıbbi değerlendirme ve davranış sorunları için ebeveynlerle yapılan telefon görüşmelerine dayanılmış bir çalışma. Bunun ötesinde, çalışma aslen otizmli çocukların yarıdan fazlasının KKK aşısından hemen kısa bir süre sonra (5 ayın altında) regresyona girdiklerini söylüyor. Buna rağmen çalışmanın yazarları KKK ile otizm arasında bağlantı olmadığı sonucuna varıyor.
İşte yapılan dağ gibi çalışmalar bunlar … Şimdi CDC’nin herbiri birbirinden kusurlu bu çelimsiz “çalışma”larla bunca senede itinayla inşa ettiği kağıttan kulenin yavaş yavaş nasıl yıkıldığına şahit oluyoruz. CDC’nin ortaya koyduğu her çalışmada benzer sorunları dile getirmiş, kadrolarında saygın bilimadamaları ve hekimlerin de olduğu otizm dernekleri 10 seneyi aşkın zamandır CDC’nin aşılarla otizm bağıntısını örtbas etmek için veri manipüle ettiğini söylüyorlardı zaten. En azından şimdi bir çalışma için işin bir söylenti değil, gerçek olduğu kanıtlanmış oldu. Bunun buzdağının sadece görünen kısmı olduğunu sanırım hepimiz biliyoruz, internette aşı yanlısı dezenformatif bilgileri ibadet eder gibi yayan kişi ve gruplar da… İşin acı tarafı, bu sözümona güvenilir bilimsel çalışmalar, Aşı Mağduriyeti Tazminat Programı kapsamında, çocukları aşılardan sonra otizm geliştirmiş 5000 ailenin talebinin reddinde kullanıldı. İşte bu yüzden, bu işin peşinin bırakılmaması, tanık celbi yetkisiyle Dr. Thompson ve çalışmanın diğer yazarlarının mahkemede yeminli ifadelerinin alınması, CDC’nin derhal soruşturmaya alınarak aşı güvenliğini araştırma yetkisinin bu kurumdan alınması gerekiyor. Bu arada, aşılar ve otizm arasındaki bağıntıyı destekleyen 86 çalışma için, yine otizmli evlat sahibi bir annenin derlemesini buradan görebilirsiniz.
Bu gelişmeleri Türk kamuoyunun da yakında takip ettiğini gözlemliyorum ve umuyorum ki anne-babalara aşı konusunda aynen Amerika’daki hukuksuz ve bilimdışı dayatmaları yine aynı sistematikle uygulamaya çalışanların kime ve neye hizmet ettiklerini deşifre eden haber ve araştırmalar en kısa zamanda Türk basınında da yer bulur.
Çocuk İmmünoloji-Allerji Uzmanı Prof. Dr. Alişan Yıldıran’ ın, CDC’nin KKK aşısı ve otizm bağlantısını gizlemek için yaptığı bilimsel sahtekarlığın geçtiğimiz hafta bomba etkisi yaratan ifşasından sonra yaptığı bu yorum, tavsiye ve çağrıyı ayakta alkışlıyorum. Dliyorum ki bu değerli hekimimiz, medico-pharmanın TR ayağı vasıtasıyla bir Wakefield’izasyon operasyonuyla etkisizleştirilmeye çalışılmaz ve bu cesur duruşu çeşitli nedenlerle gösterememiş sağlıkçı ve hekimlerimize de örnek olur!
Amerika’da bağımsız medyada, günlerdir meşhur CDC (Center for Disease Control and Prevention=Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi) tarafından çocukluk çağında mecburi olarak uygulanan MMR (KKK=Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak)aşısının, çocuklarda otizm görülme sıklığını kat kat arttırdığı yazılıyor (1).
Bağımsız medyada diyorum çünkü geçen yıl Taksim’den günlerce canlı yayın yapıp da, Ferguson’ daki Gezi benzeri olayları görmezden gelen meşhur CNN ve diğerleri bahsettiğim haberi de görmezden geliyor (2, 3).
İlginç (!) tevafuk; sağlık ile ilgili haberlerin cılkını çıkaran necib Türk matbuatında da bu konu ile ilgili bir satır yer almıyor (4).
Ancak, mağdurlar konudan elbette haberdarlar (5, 6).
Aşıların Snowden’ i diyebileceğimiz CDC’nin kıdemli bilim adamı Dr. Willian Thompson tarafından MMR aşısının çocuklarda otizm gelişmesi riskini arttırdığına dair verilerin gizlendiği ifşa edildi (3). Hâlbuki 2004 yılında Pediatrics’ te yayınladıkları çalışma (7) aşıların güvenli olduğuna dair en önemli referans olarak gösteriliyordu.
Hekim arkadaşlarımızın insan sağlığı için çalıştığından maalesef hiç şüphe etmedikleri CDC’ nin, hala ilgili dokümanları Amerikan Kongresi’ne teslim etmemesi ise şayan-ı dikkattir (8).
Hemen ardından, CDC ’nin konuyla ilgili verilerini yeniden değerlendiren Dr. Hooker’ in çalışması da MMR aşısının otizm gelişme riskini arttırdığını gösterdi (9).
Beyninizdeki gri hücreler arası bağlantıların iyice açılması için bir dipnot daha vermek istiyorum; CDC’ nin o dönemdeki aşı bölümü patronu Dr. Julie Gerberding şu anda en büyük aşı üreticisi olan Merck’ te çalışıyor (10).
MMR aşısındaki kızamık virüsünün yol açabileceği risklere ve ülkemizde milli aşı üretilmesi için neler yapılması gerektiğine daha önce elimden geldiğince dikkat çekmiştim (11, 12).
Kanaatimce, Sağlık Bakanlığı derhal MMR aşısı uygulamasını askıya almalı, üyelerinin üçte biri ticari firmaların temsilcisi olan (13) ‘Aşı Bilim Kurulu’nu gözden geçirmeli, her biri bir immünolojik deney olan 46 dozluk çocukluk çağı aşı takvimini mecburi olmaktan çıkarmalı, İngiltere’deki gibi tavsiye niteliğinde uygulamaya geçmelidir.
MMR aşısı askıya alındığı takdirde oluşabilecek yegâne sorun; bütün anne adayları çocukken aşılandığı ve ‘tabii’ kızamık geçirmediği için dolaşımlarındaki kızamık antikorlarının çok düşük olması (14) ve bu sebeple, doğurdukları bebeklerin bir yaşına kadar kızamığı ağır geçirme risklerinin olmasıdır. Bu sorun A vitamini (15) ve gerekirse IVIG uygulanması ile aşılabilir.
Bu vesile ile, vücuda zerk edildikten sonra geri alınması imkansız olan, antidotu-panzehiri olmayan biyoaktif materyalin muhtemel zararları konusunda millet ve memleketimizin âli menfaatleri açısından herkesi uyanık olmaya davet ediyorum.
KAYNAKLAR