CDC’den Dr. Coleen Boyle, 2012 kasım ayında kongreye verdiği yeminli ifadede, eldeki kanıtların aşılardaki cıvayla otizm arasında hiçbir bağıntı olmadığını gösterdiğini ifade ediyor.
Kısa süre önce yapılan, ancak dinazor anaakım medyada hiç yer bulmayan bir basın açıklamasıyla, Dr. Brian Hooker’ın ‘Bilgiye Erişim Özgürlüğü yasası’ kapsamında CDC’den talep ettiği belgelerin sonunda teslim edilmesiyle birlikte, CDC’nin aşılarda kullanılan thimerosal adlı cıva türevinin otizm, ‘organik olmayan uyku bozuklukları’ ve konuşma bozuklukları ile bağıntısını ortaya koyan verilere sahip olduğu duyurulmuştu.
Yaklaşık 10 yıl boyunca Bilgiye Erişim Yasası yoluyla CDC’ye 100’den fazla başvuru yaptığı halde yanıt alamayan Dr. Hooker, sonunda Amerikan kongresinden iki senatörün de yardımıyla CDC’ye yaptığı yazılı başvurudan sonuç alıyor.
Bu gelişmelerden dünya kamuoyu neden haberdar değil derseniz, Amerikan basınında bu bilgilere tam karartma uygulanmakta da ondan.
Yıllar yılı ortada aşılardaki thimerosal’ın otizmle bağıntısını gösteren çalışma olmadığını söyleyip duran CDC için takdir edersiniz ki oldukça itibar sarsıcı bu bilgi. Aşağıdaki videodan, Amerikan kongresince 2012’de düzenlenmiş son Otizm Duruşması’nda CDC’nin, hayır, Thimerosal’la otizm bağıntısını gösteren çalışma yoktur şeklindeki yeminli ifadesini izleyebilirsiniz. Thimerosal adlı cıva türevi bugün halen gebelere ve 6. aydan itibaren bebek ve çocuklara vurulan grip aşılarında kullanılmaya devam ediyor.
Amerikan kongresince düzenlenen Otizm Duruşması’ndan diğer önemli anları buradan izleyebilirsiniz. 2012’de bu konuyla ilgili C-SPAN adlı TV grubu dışında haber yapan başka basın kuruluşu yok.
Reklam gelirlerinin büyük bölümünü ilaç firmalarından sağlayan anaakım medyanın aşılar ve otizm konusundaki resmi duruşu elbette devletle koordineli olarak hep “aralarında ilişki olmadığı kanıtlanmıştır”şeklindedir ve tabii Dr. Andrew Wakefield medyanın en sevdiği günah keçisidir; sözümona çalışmasına fesat karıştırırken yakalanmış ve “gözden düşmüş doktor”dur kendisi. Bu kaynaklardan Dr. Andrew Wakefield’ın çalışmasındaki bulguların en az 28 başka çalışmada daha replike edilmiş olduğunu ya da bu hekime şu ana kadar açılmış ve suçunu ispat eden herhangi bir mahkeme filan olmadığını duyuyor muyuz? Elbette hayır. Kendisinin açtığı karşı davanın duruşmalarına ise henüz geçilmiş değil ve ayrıca Dr. Wakefield’ın yazarlarından biri olduğu bu çalışmada kendisinin altında çalıştığı kıdemli doktor ve çalışmanın baş yazarının İngiltere’de açtığı davada, kendisine yöneltilen tüm suçlamaların düşürülmüş olduğunu da bu endüstri yandaşı medyadan duyamıyoruz nedense.
Oysa, CDC’nin siparişiyle sözümona aşılarla otizm arasında bağıntı olmadığını kanıtlayan çalışmaları yürütmüş kişi, CDC’den kendisine sağlanan fonlardan milyonlarca doları zimmetine geçirmiş ve bugün hala kırmızı bültenle aranan bir suçlu ve hala adalet önüne çıkarılabilmiş değil. Gelin görün ki anaakım medyadan bu konuda hemen hiçbir şey duymuyoruz. (Bkz. CDC Aşı-Otizm Bağıntısı Skandalı: Yanlış adamı astılar)
Otizm-aşı tartışmasını anlayabilmek için ilaç endüstrisinin maaşa bağladığı medyadan gözümüzü kulağımızı biraz ayırıp, örneğin Emmy Ödüllü gazeteci Ben Swann‘ın hazırladığı şu dosyaya bakmamız lazım:
https://www.youtube.com/watch?v=wfqpZqEP6gg
Ayrıca The Canary Party tarafından hazırlanan ve Rob Schneider’ın seslendirdiği aşağıdaki mükemmel video yine konuyu daha geniş bir perspektife oturtabilmemize yardımcı olacaktır.
https://www.youtube.com/watch?v=6S1-LgYyjQg
Brian Hooker, A Shot of Truth adlı ebeveyn insiyatifli kuruluşun bilim danışmanlığını yürütüyor, biyokimya dalında doktorası var ve aynı zamanda otizmli bir evlat sahibi. Sloganı ‘Saving lives. Protecting people.’ gereğince insan hayatı kurtarıp halkı korumayı görev edinmiş, ancak nedense 10 yıl boyunca verileri saklamak için kapıları sıkı sıkı kapatıp ayak direme gereği duymuş CDC’den sonunda araya kongreyi sokarak alabildiği veriler tarihi önem taşıyor. Hooker’a göre, o dönem CDC’de epidemiyolog olarak görev yapan tıp hekimi Thomas Verstaeten’in 1991 – 1997 yılları arasında doğmuş 400.000’inin üzerindeki bebeğe ait veriler üzerinde yaptığı analiz, “2000 yılında CDC yetkililerinin, Thimerosal maruziyetinin otizm, organik olmayan uyku bozuklukları ve konuşma bozukluğu riskini son derece arttırdığı yönünde dahili olarak bilgilendirildiklerini tartışmaya yer bırakmayacak şekilde kanıtlıyor.” Bu durumda CDC’nin asıl kurtarmaya baktığının kendi paçası, korumaya çalıştığının ise yine kendi çalışanlarının canı olduğu gün gibi aşikar, zira takvime yüklenen aşıları topluma ‘etkili ve güvenlidir’ diyerek gerekirse zorla dayatan kurum bizzat CDC.
Verstraeten çalışması daha sonra ilk defa 2005’te kamuoyuyla paylaşıldığında ise, bebeklikte Thimerosal maruziyetinin otizm riskini tam 7.6 kat arttırdığına dair ortada hiçbir kanıt kalmayacak şekilde üzerinde oynanmış olduğunu görüyoruz. Bu noktada gerçeği ortaya çıkarabilecek tek kişi, Dr. Verstraeten, sessizliği tercih ediyor ve 2005 yılında çalışması yayımlanmadan çok önce bavulu toplayıp Belçika’ya, aşı üreticisi GlaxoSmithKline (GSK) için çalışmaya gidiyor. Çocuklarının cıvadan zarar gördüğünü kanıtlamak için çırpınan anne-babaların tüm uğraşları ve Dr. Verstaeten’e çağrıları sonuçsuz kalıyor. O dönem kongre soruşturmalarını yürüten senatör Dr. Dave Weldon’ın, CDC’nin başı Julie Gerberding’e bu düzmece çalışmayla ilgili yazdığı ve ağır eleştirilerde bulunduğu mektubu buradan okuyabilirsiniz.
Aradan 14 sene geçtikten, milyonlarca çocuk zarar gördükten sonra bugün o aranan kanıta sahibiz. Yeni ele geçirilen 1999 tarihli, “Hayatın ilk ayında Thimerosal’lü aşıya yüksek maruziyet sonrasında artan gelişimsel, nörolojik bozukluk riski.” başlıklı bu çalışmanın, Epidemik İstihbarat Servisi (Epidemic Intelligence Service-EIS) kongresinde sunumu yapılmadan önce mutlaka CDC’deki üst düzey yetkililerin onayından geçmiş olması gerekiyor. Ağırlığının %50’si cıva olan Thimerosal, 2000’lerden önce çoğu çocuk aşısında ve gebelere vurulan RhoGAM® iğnesinde mevcuttu.
Kendi ‘Aşı Güvenliği Verihattı’ (Vaccine Safety Datalink-VSD) veritabanı son derece yüksek bir risk oranı gösterse de CDC halen daha “Thimerosal’lı aşıların çocuklarda görülen otizmle ilişkisi yoktur” demeye devam ediyor. Devlet arşivlerinde bu inkarları defalarca kayda geçmiş durumda, örneğin 1 Mayıs 2003’teki şu Kongre kaydınabakalım. CDC’nin thimerosal’un risklerini kabul ve ikrara hiçbir zaman yanaşmayacağının ilk belirtileri ta 2001’de, CDC/NIH-Ulusal Sağlık Enstitüleri sponsorluğunda gerçekleştirilen IOM-Tıp Enstitüsü, Bağışıklama Programı Güvenlik Değerlendirmesi toplantısının başkanlığını üstlenen Dr. Marie McCormick‘in dışarı sızdırılan şu açıklamasıyla açıkça görülebiliyor: “…otizmi hiçbir şekilde gerçek bir yan etki olarak kabul etmeyeceğiz…” [“…we are not ever going to come down that it [autism] is a true side effect….”] [sf 97] Önemli bir başka nokta da, yılda 4 milyar dolar tutarında aşı satın alımı yapan CDC’nin eski şefi Julie Gerberding, şimdi Merck aşı/ilaç şirketinin aşı departmanı müdürü.
Dr. Hooker’ın tüm dileği şu: “CDC’nin görevi suistimalini gösteren bu ve diğer kanıtların ivedilikle kongre ve kamuyona ulaştırılmasını sağlamalıyız. Kaybedecek zamanımız yok. Çocukların geleceği tehlikede.” Amerika’daki otizm camiasında aktivistler arasında bir bölünme yaşanıyor aslında ve bir kısım ebeveyn aşı malülü çocukları için devletin tazminat ödenmeye zorlanmasının, konunun kongreye taşınmasından daha öncelikli olduğuna inanıyor. Ancak, kendisi de otizmli evlat sahibi Dr. Hooker, önleyici tedbirler alınmasının, “en kıymetli hazinemiz – çocuklarımızın zihinlerinin korunması”nın her şeyden önce geldiği düşüncesinde. “Seçtiğimiz idari yetkililerin, doktorlar ve danışanlarını aşı riskleri konusunda karanlıkta bırakan devlet yolsuzluklarından haberdar edilmeleri lazım”, diyor.
Dr. Brian Hooker, biyomühendislik alanında 15 yıllık deneyime sahip bir bilimadamı ve biyoloji ve kimya uzmanı olarak Simpson Üniversitesi’nde yardımcı doçentlik görevini sürdürüyor. Mühendislik ve bilim alanında uluslararası tanınırlığı olan hakemli dergilerde yayımlanmış 50’nin üzerinde makalesi var. Normal gelişim gösterirken, olduğu thimerosal’lu aşılardan sonra gerileyerek otizm teşhisi alan 16 yaşında bir oğlu var.
Dr. Brian’ın konuyla ilgili araştırmaları Focus Autism Vakfı tarafından maddi olarak destekleniyor.
Focus Autism Vakfı, başta aşılar olmak üzere otizm epidemisinin ve kronik hastalıklardaki artışın ardında yatan neden veya nedenlerin ardındaki gerçekleri halka ifşa etmeye kendini adamış bir kuruluş. Daha fazla bilgi için, focusautisminc.org adresini ziyaret edebilirsiniz.
A Shot of Truth, sponsorluğunu Focus Autism Vakfı’nın yaptığı, kar amacı gütmeyen bir 501(c)(3) tipi organizasyon ve eğitim amaçlı websitesidir.
Basın açıklamasının orijinalini buradan görebilirsiniz.
LivingWhole.org blogunun yazarı Megan’la tanışın… Eskilerin sıradan çocuk hastalığı, aşı sonrası dönemin korkulu rüyası kızamığı ters köşeye yatırmış, örülen korku perdesini yalın sağduyusuyla yırtıp atmış, gerçeğin gözünün içine dimdik bakmış bir anne: “bu anneye kıytırık kızamık vız gelir!”, diyor!
Kendisinden dinleyelim …
“Önce grip, sonra boğmaca, ondan sonra kabakulak, polio ve tabii tahmin edilebileceği gibi şimdi de kıytırık kızamık. Ne düşündüğünüzü biliyorum:
“[Derin bir iç çekiş!] Korkunç, ölümcül bir hastalıkla dalga mı geçti şimdi bu? Bu yılın ilk beş ayı itibariyle kızamığın belki de ta 2000’den beri görülmüş en yüksek rakamlara ulaştığını bilmiyor mu?”
Evet aynen öyle yaptım ve lütfen o son cümleyi yüksek sesle bir kez daha tekrarlayıverin, zira hakikaten de kulağa geldiği kadar gülünç bir durum bu. Bir dolu saçmalık ve aşağılayıcı “aşı karşıtları” retoriği ile uğraşmaktan kendimi dize kadar sığır pisliğine batmış ve acil lastik çizme ihtiyacında hissediyorum. Çocuğum kızamık kapar diye korkuyor muyum? Kesinlikle hayır. KKK aşısından korkuyor muyum…hem de nasıl. Gerçekleri, hakikaten gerçekleri bilseydiniz emin olun siz de korkardınız.
(Kıytırık) Kızamıkla İlgili Tutarsızlıklar
CDC’nin en son yayımlanan Haftalık Morbidite ve Mortalite Raporu‘na (MMWR) göre kızamık “ciddi komplikasyonlar ve ölümle sonuçlanabilecek son derece bulaşıcı, akut viral bir hastalık.” Elbette bundan önceki MMWR raporlarında ve CDC’nin sürveyans klavuzunda bu “ciddi komplikasyon ve ölüm” kısmı yok hastalık tanımında ama biz burada insanları çocuklarını aşılatmaya ikna etmeye uğraşıyoruz ya, raporun bu güzide 2014 sayısında global bir bakış açısı kazandırıp kızamığa, duygu sömürüsü çıtasını bir üst noktaya çıkartıyor ve tehlikenin farkında mısınız diye soruyoruz anne-babalara; ölüm var işin ucunda diyoruz.
Yazılı/görsel basını takip ettiyseniz, aşı-karşıtlarına nefret kusan yazıları okuduysanız ya da hani Dünya Sağlık Örgütü‘nün istatistiklerine filan rastgeldiyseniz dünyada her yıl 122,000 kişinin kızamıktan öldüğünü duydunuz demektir. Korkunç hakikaten de, değil mi?
Ve fakat aynı MMWR raporunda CDC, kızamığın klinik açıdan tanımını şöyle yapıyor: “3 gün veya üzerinde süreyle vücut genelinde görülen döküntü, 38.3 veya üzerinde seyreden ateş ve buna eşlik eden öksürük, burun akıntısı ve/veya konjunktivit ile karakterize hastalık.” Başka bir deyişle, Amerika Birleşik Devletleri’nde doktor muayenehanelerinde görülen kızamık tipik olarak döküntü, öksürük ve ateşten ibaret; hastalığın kullandıkları tüm raporlarda ve sürveyans verilerinde geçen klinik tanımı bu. Bu ülkede [ABD] yılda kaç kişinin kızamıktan öldüğünü biliyor musunuz? Yaklaşık sıfır kişi.
E peki bunlardan hangisi kızamık? Öldüren mi…yoksa basit döküntü çıkartan mı? Bu sorunun yanıtı global istatistikleri işin içine katıp katmadığınıza göre değişir. Katmıyorsanız, döküntüden ibarettir. Yok eğer gelmiş geçmiş en tartışmalı aşılardan birini çocuklarına yaptırsınlar diye insanların kalplerine korku salmaksa amacınız, hastalığı sansasyonel hale getirmekse…kelimelerle ifade edilemeyecek denli korkunç, dünyayı temelinden sarsacak derecede ölümcül bir hastalıktır kızamık. Ancak gelin görün ki bunun gerçekle yakından uzaktan alakası yok…en azından ABD’de durum böyle ve bunun nedenini anlamak da o denli zor değil.
“Kızamık daha ziyade yeterince beslenemeyen, özellikle A vitamini eksikliğinden muzdarip, bakımsız kalmış veya bağışıklık sistemi HIV/AIDS veya başka hastalıklar nedeniyle zayıflamış küçük çocuklarda ağır seyreder. […] Yüksek oranda malnütrisyon (zafiyet) görülen ve yeterli sağlık hizmeti verilemeyen bölgelerde yaşayanlarda kızamık vakalarının %10’u ölümle sonuçlanabilir. […] Kızamık ölümlerinin %95’ten fazlası kişi başına düşen gelir oranı düşük ve sağlık altyapı hizmetleri zayıf ülkelerde görülmektedir. […] Göçmen kamplarında aşırı kalabalıklaşma enfeksiyon riskini son derece arttırır.”
Malumu ilan etmek gibi olmasın ama üçüncü dünya ülkesinde yaşamıyoruz. Ha ama sabah kapıdan dışarı adımımı atıp da belediye hizmeti nedir görmemiş, çöpten pislikten geçilmeyen, kanalizasyonu olmayan bir yola ayak basarsam, etrafım da açlık sefalet içinde milyonlarca insanla çevrili olursa haberdar ederim sizi, merak etmeyin.
Bakın, gelişmekte olan ülkelerin global istatistiklerini tutup ABD’ye uyarlamak, Afrika’da ABD istatistiklerinden yola çıkarak obeziteye karşı kampanya yürütmek gibi bir şey. Evet, hakikaten de çok mantıklı dünyanın 2. en şişman ülkesini kalkıp açlıktan karnı sırtına yapışmış bir ülkeyle kıyaslamak. ABD’nin ilk üçteki ölüm nedenleri (kalp hastalığı, kanser ve kendi sağlık sistemimiz {iatrojenik ölümler}) üçüncü dünya ülkelerinin ilk üçüyle aynı değil. Aslına bakarsanız gelişmekte olan ülkelerde kızamık “ilk 10”a dahi giremiyor. Dünya çapında 122,000 kişi kızamıktan ölüyor evet ama sadece milli gelirin düşük olduğu ülkelerde trafik kazalarında ölen insan sayısı yarım milyonun üzerinde. Bunun için aşı geliştirdiklerini gördünüz mü?
Ölümü hafife almaya filan çalışmıyorum burada ancak işimize geldiğinde global veri kullanmanın, bu ülkede hastalıkların düşüşe geçişini bir kalemde aşıya bağlamanın, sanayileşmiş bir ülkeyle gelişmekte olan arasındaki farkları görmezden gelmenin ve tabii KKK aşısı gibi aralarında ölüm de olmak üzere pekçok ağır yan etkisi olan ve yan etkilerin bu ülkede çok daha yüksek oranlarda seyrettiği bir aşının zararlarını tamamen gözardı etmenin ironik olduğunu düşünüyorum.
Kıytırık Kızamıkla İlgili Gerçekler
2014‘te şu ana kadar 228 kızamık vakası var; ne bir ensefalit [beyin iltihabı] ne de ölüm var. 2013’te 189 kızamık olgusundan hiçbirinde ensefelat veya ölüm yok. 2012; 54 kızamık vakası, ensefalit yok, ölüm yok. 2011; 22 kızamık vakası ve evet gerisi tahmin ettiğiniz gibi…ne ensefalit ne de ölüm. Liste daha da uzar ama ne demek istediğim anlaşıldı sanırım. Genel itibariyle kızamık tatsız ama ölümcül olmayan bir hastalık.
Oysa bunun aynını KKK aşısı için söylemek mümkün değil. 1 Mart 2012 itibariyle KKK aşısını müteakip 842 ağır fiziksel zarar ve 56 ölüm vakası var. 1990’dan bu yana Aşı Sonrası İstenmeyen Etki Bildirim Sistemi (ASİE/VAERS)’ne 6,058 ağır yan etki bildirilmiş. İşin daha üzücü tarafı ise görülen yan etkilerin sadece %1 ila %10’unun sisteme giriliyor oluşu. Ah tabii tabii şimdi hatırladım, önemli olan kaç kızamık vakası var onun istatistiğini vermekti…öyle KKK yan etki verilerinin filan bir önemi yok. Tabii dünyada KKK’dan kaç ölüm yaşanmış, bu global veriler de bizi ilgilendirmiyor bu aşamada.
Ama kızamık kör edebilir…aynı şekilde KKK aşısı da.
Ama kızamık ensefalite yol açabilir…aynen KKK aşısı da.
Ama kızamıktan zatürre olabilirsin…aynı şekilde KKK aşısından da.
Ama aşılanmazsam kızamık geçirebilirim…Aşıyı olduğun takdirde hem doğrudan aşıdan kızamık kapabilir hem de yıllar içinde aşının etkisi kaybolduğundan ilerleyen yaşlarında kızamığı geçirebilirsin. CDC der ki, KKK aşısını olanların yüzde 5 ila 10’unda ateş ve kırmızı döküntü görülür. Bu da, 13-14 milyon dozla aşılanan 1 yaş çocukları düşünüldüğünde ABD’de her yıl 650,000 ila 1,300,000 aşı kaynaklı kızamık vakası var demektir.
“Kızamık, kabakulak ve kızamıkçık aşısı uygulaması ardından tarafımıza nadir de olsa çeşitli sebeplerden ve bazen de bilinmeyen sebeplerden dolayı gerçekleşen ölüm vakaları bildirilmiştir […].” – KKK aşısı ürün bilgisi
Ama çocuğum kızamık kaparsa…ölebilir. ABD istatistiklerine bakıldığında çocukların KKK aşısından ölme ihtimali daha yüksek.
Ama kızamık aşısı pekçok ölümü engelledi. Yanlış. Bu kitaptan kızamıkla ilgili bölümü oku. Hikaye anlatılmış bizlere bugüne kadar. Ayrıca, herhangi bir aşının ölümü engelleyip engellemediğini test etmek mümkün değil. Bunun için diyelim bir kızamık salgını çıktı, bu salgında herkesin kızamık kapacağını farzetmen ve aşılanmışların da kesinkez kızamıktan korunacağını varsayman gerekir.
Ama kızamık aşısı güvenli ve etkili olduğu kanıtlanmış bir aşı.Yine yanlış. Ama bu aşı birgün olur da çift-kör (salin suyla) plasebo kontrollü deneyden geçtiğinde ve tabii ‘“etkili” = “ömür boyu bağışıklık”’ demek olduğunda beni ara haber ver, e mi?
Ama sen aşı olmazsan benim henüz aşılanamayacak yaştaki yavrum için tehlike oluşur. Hepimiz duyduk bunu değil mi:
“Aşılanmayan kişiler kendilerini ve başkalarının hayatlarını tehlikeye atmış olurlar- özellikle de aşılanamayacak kadar küçük ve ağır komplikasyon geçirme riski en fazla olan küçük bebekleri”. Dr. Anne Schuchat
Kesinlikle gerçek dışı. Bebeklerimizi tehdit altına sokan, yüksek oranda aşılanmış bir popülasyonda hızla kaybolan yapay bağışıklıktır. Bebeğinin hayattaki ilk yılında ona sağlam bir koruma sağlayacak şey nedir biliyor musun? İyi bildin, doğal yoldan kızamık geçirmiş veya temas etmiş anneden yavrusuna geçecek ve ilk yıl ona koruma sağlayacak antikorlar. Hatta öyle ki, tıp literatürü bu tip korumanın 10 yıla kadar sürebileceğini bile söylüyor. Hayret bir şey hakikaten.
Doğal Yoldan Kızamık Geçirmenin Faydaları
Ne aşıdan ne de dolaşımdaki bir virüsten kimse çocuğu hastalık kapsın istemez, bu bu kadar basit, ancak gelin görün ki, bu virüslere doğal yoldan maruz kalmamız bağışıklık sistemimizin gelişebilmesi ve ilerleyen yıllarda hastalıklardan korunabilmemiz için fevkalade önemli aslında.
Çocukken çıkaracağınız kızamık döküntüsü sizi yetişkinlikte kanserden koruyabileceği (The Lancet, Bluming 1971, Pasquinucci 1971, Taqi 1981) gibi, aynı zamanda dejeneratif kemik ve kıkırdak hastalıkları, sebasöz cilt hastalıkları, immünoreaktif hastalıklar ve bazı tümörlere karşı da koruyabilir.
Ve tabii medyada çıkan kızamık aşısının kanseri tedavi ettiği yönündeki haberlere itibar ediyorsanız, o zaman gerçek virüsün de aynını yapabileceğini– üstelik de kalkıp 10 milyon insana gen mühendisliğiyle üretilmiş ‘ergen mutant ninja kaplumbağa’ kıvamındaki kızamık virüsü zerk etmenize gerek olmadan- kabul etmek durumundasınız demektir.
Sağladığı “Faydalar”a oranla Taşıdığı Riskler
Şimdi, bir yanda kaşıntılı kızarıklar şeklinde döküntü, burun akıntısı, ve öksürükle kendini belli eden ve yetişkinlikte bizleri daha ciddi hastalıklara karşı koruduğu gibi annenin hayatının ilk yılında bebeğine koruyucu antikorları geçirmesini sağlayan kızamık … diğer yanda ise ancak ve ancak geçici bağışıklık sağlayan (tabii onu bile sağlayıp sağlamayacağının garantisi yok) ve aşağıdaki yan etkilere neden olabilecek KKK aşısı var:
Panikülit [deri altı yağ dokusu iltihabı]
Atipik kızamık
Ateş
Senkop [beynin kansız kalışı nedeniyle gelişen geçici bilinç kaybı; bayılma hali; baygınlık]
Başağrısı
Göz kararması/sersemleme
Malez [keyifsizlik; herhangi bir hastalığın başlayacağını gösteren kırıklık hissi]
İritabilite [uyartıya aşırı duyarlı olma hali]
Vaskülit [kan veya lenf damarı iltihabı]
Pankreas iltihabı
İshal
Kusma
Parotit [parotit bezi iltihabı]
Bulantı
Diyabet
Trombositopeni [kanda trombosit sayısının-kanamaya uzanmak üzere- ileri derecede azalışı]
Purpura [kılcal damar duvarlarından kan sızmasına bağlı olarak deri ve mukozalar üzerinde, başlangıçta kırmızı, daha sonra morumsu renk alan peteşiler ya da ekimozlar oluşmasıyla belirgin kanama bozukluğu]
Bölgesel lenfadenopati [Lenf düğümlerini tutan herhangi bir hastalık]
Lökositoz [kanda lökosit sayısının artışı; lökosit sayısının 1 mm3 kanda 10.000′in üstüne çıkışı]
Anafilaksi [önceden vücuda girişiyle duyarlılık oluşmuş bir antijen(ilaç, aşı, belli bir besin maddesi, hayvansal serum, böcek zehiri, kimyasal madde vb.) ‘in, vücuda ikinci defa girişiyle gelişen, yaşamı tehdit edici aşırı duyarlılık reaksiyonu]
Artrit [eklem iltihabı]
Artralji [eklem ağrısı]
Miyalji [kas veya kaslarda hissedilen ağrı; kas ağrısı]
Ensefalit [beyin iltihabı]
Ensefalopati [beyin dokusunda dejeneratif değişikliklerle belirgin herhangi bir beyin hastalığı]
Kızamık inklüzyon cisimciği ensefaliti [Measles inclusion body encephalitis (MIBE)]
Subakut sklerozan panensefalit (SSPE) [mutant kızamık virüsünün neden olduğu, oldukça nadir rastlanani santral sinir sisteminin yavaş virüs infeksiyonudur. Kızamık infeksiyonunun nadir görülen, fatal seyreden geç dönem komplikasyonudur]
Guillain-Barré Sendromu [akut bir sendrom olup periferik sinirlerin tümü ya da bir bölümü üzerinde ciddi hasara yol açar. Hastalık, sinir liflerini kaplayan miyelin tabakasının iltihaplanması ve tahrip olmasından kaynaklanır. Ayak ve bacak kaslarından başlayarak kısa sürede karın, göğüs, kol ve yüz kaslarına yayılan, kaslarda -bazen felce uzanabilen- kuvvet azalması ve his kaybı ile belirgin polinevrit]
Akut disemineensefalomiyelit [Herhangi bir enfeksiyon’un komplikasyonu olarak gelişen ensefalomiyelit]
Nöbetler [özellikle aniden gelişen konvülsiyonlarla belirgin nöbet]
Konvülsiyonlar
Polinevrit [birkaç sinirin aynı anda beraber iltihabı], polinöropati [birkaç siniri ilgilendiren herhangi bir hastalık veya bozukluk; özellikle birçok sinirin -iltihaplanma olmaksızın- dejeneratif değişiklikler göstermesi]
Okülomotor sinir paralizileri [göz sinirlerini tutan felç], parestezi [herhangi bir vücut bölgesinde -otonom sinir sistemindeki dengesizliğe bağlı olarak- gelişen, geçici his yokluğunun eşlik ettiği uyuşma veya karıncalanma hali]
Aseptikmenenjit
Pnömoni [zatürre]
Pnömonit
Boğaz ağrısı
Öksürük
Rinit [burun mukozasının iltihabı; nezle;]
Stevens-Johnson sendromu [Stevens-Johnson sendromu cilt ve mukoza zarının ilaç veya enfeksiyona karşı ciddi şekilde reaksiyon gösterdiği nadir görülen ciddi bir rahatsızlıktır. Stevens-Johnson sendromu genellikle grip benzeri belirtilerle başlar ve ardından sonuç olarak cildin üst katmanının ölerek dökülmesine neden olan cilde yayılan ağrılı kırmızı veya morumsu kızarıklıklar ve su kabarcıkları oluşur]
Mültiform eritem [deri ve mukozalarda aynı anda çeşitli tip (papül, vezikül, bül vb.)’te erüpsiyonla belirgin durum]
Ürtiker
Kızamık benzeri döküntü
Pruritus [kaşıntı]
Nöral sağırlık
Otitis media [kulakta ağrı ve dolgunluk hissi, işitme kaybı, akıntı ve ateşle seyreden, çoğu kez üst solunum yollarından yayılan bakteri veya virüsün sebep olduğu orta kulak iltihabı]
Retina iltihabı
Optik nörit (yani, körlük)
Papillit [görme sinirinin retina’ya girdiği yer (optik papilla)’in ödemli iltihabı]
Retrobulbar nevrit
Konjunktivit
Epididim iltihabı
Orşit [testis iltihabı]
Ölüm
Vaskülit
Pankreas İltihabı
Parotit bezi iltihabı
Trombositopeni
Purpura
Lenfadenopati
Stevens Johnson Sendromu
Olabilir, ama sen hani şu her kanalda/gazetede çıkan kızamıklı çocuğun korkunç halini görmedin mi, daha nasıl böyle konuşabiliyorsun?
Evet gördüm ve hatta bu çocukcağızın bağışıklık sistemini tebrik edesim geldi. Bak, bu kırmızı döküntüye yol açan şey kızamık virüsü değil, anlıyor musun? Bu döküntü çocuğun hücresel bağışıklık sisteminin, virüs taşıyan hücreleri yok etmekle meşgul olduğunun fiziksel kanıtı sana ve inanılmaz da önemli bir aşama. Başka bir deyişle bu korkunç döküntü, T hücreleri kızamık virüsünü nötralize ederken ortaya çıkan bir yanürün, bu olmasaydı çocuklarımız ölebilir veya yetişkinlikte çok daha feci hastalıklara yakalanabilirlerdi.
Üçüncü dünya ülkelerinde çocukların kızamıktan ölmesinin sebebi:
a) beslenme yetersizliği
b) A vitamini eksikliğinden dolayı işlevini yerine getiremeyen hücresel bağışıklık sistemlerinin virüsü (döküntü çıkartmak yoluyla) nötralize edememesi, vücuttan temizleyememesi (kaldı ki DSÖ, A vitaminin desteği ile kızamıktan ölümlerin yarı yarıya azaltılabileceğini söylüyor).
c) küçük çocukları daha annelerinden aldıkları koruyucu antikorlar vücutlarındayken tutup KKK ile aşılıyor olmamız.
KKK Aşısı
Al bak bu da KKK aşısı sonrası döküntü çıkaran bir çocuğun resmi. Ne yazık ki bu çocuk ne ömür boyu bağışıklık kazanacak bundan, ne bebeğine aktarabileceği antikorları olacak ve hatta ileri yaşta yine kızamık geçirme tehlikesiyle (ki bunun çok daha tehlikeli olduğunu biliyoruz) ve aralarında kanserin de olduğu pekçok başka hastalık riskiyle karşı karşıya olacak. Burada görülen kızarıklıklar da aslında bu çocuğun bedeninin mevcut bir enfeksiyonu temizlemeye çalıştığının ispatı aslında, ancak bu defak, enfeksiyon aşıdan kaynaklanıyor. Nasıl? Bunu haberlerde hiç görmediniz mi? Ben de görmedim.
Bunlar da KKK aşısını olmuş başka iki çocuğun resimleri.
Evet, hani kızamıktan korusun diye çocuğunuza vurduğunuz aşının marifetleri bunlar.
KKK aşısından sonra sakat kalan, felç geçiren, kronik hastalık geliştiren ve hatta ölen çocuklar da cabası…hem burada hem de üçüncü dünya ülkelerinde.
Tabii KKK aşısı deyince aklımıza gelen tek şey otizm bizim. İleri sürülen ana argüman şu:
a) KKK aşısının otizmle alakası yoktur, ve
b) öyle olsa bile, ölümcül kızamık hastalığı, ömür boyu sürecek otizmden daha büyük bir tehdittir… o yüzden de başkalarını korumak adına hepimiz aşılanmalıyız. KKK aşısı-otizm bağıntısına ister inanın ister inanmayın, şayet KKK aşısı herhangi bir çocuk için en ufak bir hastalık riski taşıyorsa hiçbir çocuğa uygulanmaması gerekir. Keyifsizlikten öte bir rahatsızlık vermeyen hafif bir döküntü ile KKK aşısının sayılan TÜM bu yan etkileri mukayese dahi kabul etmez.
Hep Aynı Nakarat
Medyanın kızamık propagandası yeni bir fenomen değil. 1996’da da, 2008’de de, 2011’de de açıklanan kızamık oranları hep “tüm zamanların en yüksek oranları”ydı ve tabii (herzamanki gibi) bunun tek suçlusu da aşısızlardı. Oysa istatistiklerde yıldan yıla dalgalanmalar yaşanıyor ve hangi yıl olursa olsun salgınların ağırlıklı olarak yabancı ülkelere seyahatte bulunanlarda başgösterdiği de aşikar. Ayrıca kızamık her sene aşılılar arasında da görülüyor, hatta salgınların en yoğun görüldüğü yerler New York, Kaliforniya ve (bu yıl) Ohio gibi ülke çapında en yüksek aşılanma oranlarına sahip, yani teoride şu “aşı kaynaklı” sürü bağışıklığının koruması gereken eyaletler. Ya evet, hani şu sürü bağışıklığı meselesi… Bundan daha da vahimi ise bugünlerde kızamık kapanların büyük çoğunluğunun yaşının ileri olması. Aşılara teşekkür etmek lazım bunun için tabii.
Çocuğum hiçbir şekilde hasta olsun istemem ama kimse beni bu Dexter’ın laboratuvarından çıkma, kızamığı tutup en riskli seyredeceği bebek veya yetişkin popülasyonuna çekmekten başka işe yaramayan, ağır yan etkilere sahip , tutup herhangi birini çocuğuna içirmeye kalksa anne-babanın hapse atılacağı denli toksik madde ve virüs dolu, geçici, sahte bağışıklığın doğal bağışıklığa üstün olduğuna ikna edemez. Kanıta dayalı tıbba amenna, ama iş “kötü kanıt”a geldiğinde buna dur derim.
Çocuklarımı hiçbir koşulda aşılatmıyorum. Ne şimdi, ne de hiçbir zaman. Sizin kıytırık kızamığınız bu anneye vız gelir.”
“Kızımın bugün uyutuluşunu izlediğim andan beri aşılara lanet okuyorum. Elimden tek gelen ağlamak oldu. Bir daha size “aşılar güvenlidir, “yan etkiler milyonda birdir”, “aşı karşıtları kaçıktır” diyen olursa ona kızımın hikayesini anlatın. Çünkü çektiğim ızdırap fazlasıyla gerçek.
Bu fotoğrafı koyup koymama konusunda çok tereddüt ettim, ancak sonra bir zamanlar pek güvendiğim aşıların neye mal olduğunu herkes görmeli diye düşündüm. Ben bir taraftan alnını okşayıp dua ederken bebeğimin ağlaya ağlaya uykuya dalışını izledim ve gözyaşlarım sel oldu. Eminim bu uykudan sağ salim uyanacak, ancak önümüzdeki bir saat yanıbaşında oturup uyanmasını beklemek çok sancılı, çok zor olacak benim için.
Resimde uyutulmak üzere o aptal gazı verirlerken görüyorsunuz yavrumu. Sonra odadan çıkartıldım. Keşke orada yatan o değil ben olsaydım. Daha hiçbir şeyden haberi yok ki onun, daha küçücük bir bebek.”
Tatlı Adaline’in Yolculuğu
Adaline, 7 Mayıs 2013’te mutlu, sağlıklı bir bebek olarak dünyaya geldi. 2. ayda biz de herkes gibi gidip rutin aşılarını [Hep-B, Rotavirüsü, Difteri-aselüler Boğmaca-tetanoz (DtaB), Hib, KPA, IPA]yaptırdık, hiçbir şeyi sorgulamadık bile. O günün gecesinde ve takibeden günlerde Adaline’nin durumu hep daha kötüye gitti.
Sıradan reaksiyonlarla; iğne yerinde şişlik, kızarıklık, huzursuzluk, uyku hali, sersemlik, kusma, bulantıyla başladı her şey.
5 gün sonra kan pıhtısı kusmaya başladı ve iyice letarjik hale (uyuşukluk, hareketsizlik) geldi. Hemen acile götürdük ve şiddetli reflü ve dehidrasyon teşhisi konuldu.
Birkaç gün hastanede yattıktan sonra eve çıktık. İşte bu noktadan sonra küçük meleğimiz asla eskisi gibi olmadı.
Aşıdan sonra oluşan reaksiyonun “NORMAL” olduğu, 4. ay aşılarının vurulmasından hiçbir sakınca olmadığı söylendi bize.
Ve 4. ay aşılarını da [Rotavirüsü, DTaB, Hib, KPA, IPA] oldu Adaline.
Bu defa çok daha çabuk şekilde çok daha kötü hastalandı. Nöbet atakları geçirdi, yoğun şekilde kustu, kan pıhtısı kustu, kalbi hızla atıyordu ve tüm vücudu şişti.
O hafta 500 gram verdi. Uyarıya neredeyse hiç yanıt vermiyordu ve Teksas Çocuk Hastanesi’ne kaldırıldı.
Birkaç hafta boyunca bir dolu test yaptılar. Bir iki ay öncesine kadar mükemmelen çalışan kalbinde şimdi “Triküspid Regürjitasyon” [triküspid kapaktaki yetersizlik nedeniyle sistol esnasında bir kısım kanın, sağ karıncıktan tekrar sağ kulakçığa geçişi] çıktı ve kapakçığın değiştirilmesi gerekebileceğini öğrendik. Tüm vücudunun içten şiştiğini öğrendik. Hiçbir şey yiyemediği için beslenme tüpü takıldı. Kalbini ve akciğerlerini takip için apne ve kalp monitörüne bağlandı. Her şeyi kontrol altına alabilmek için pekçok ilaç denendi. 4 aylıkken ilk ameliyatlarını geçirdi. Onun acı çekerken görmek beni kahretti. Bütün bu korkunç sorunları olduğunu söylediler bize. Neyse ki birçoğunu yendi, beslenme borusu ve apne monitörü takılı halde; kalbi, mobilitesi ve kusmayı engellemek için alması gereken birkaç ilaçla birlikte taburcu edildik.
O günden sonra da birkaç kez hastane yatışımız oldu ve daha da olacak.
Aşılamayla ilgili tehlikelerin hiçbirinden haberdar değildim ben. İlaç kutularında yazan o “riskler” benim bebeğim için geçerli olamazdı. Koruması gerekiyordu bunların, zarar vermesi değil.
Şimdi amacımız tıpkı Adaline gibi aşıdan zarar görmüş diğer çocuklar; beslenme borusuna bağlı olanlar, kalp problemleri olanlar ve genetik bozukluklara sahip olanlara sahip çıkmak, haklarını savunmak.
Umarım yeni anne-baba olanlar, zaman ayırıp, masum evlatlarının vücutlarına soktukları aşı ve ilaçları iyice araştırırlar.
Bana herhangi bir sorunuz olursa çekinmeden sorun. Lütfen.
Ed-Not:Bu yazı Vaccination Information Network adlı sitede yayımlanmış yayımlanmış orijinalinden çevrilmiştir. Kendisinin medikal durumuyla ilgili gelişmeleri Facebook’ta adına açılmış olan Sweet Adaline’s Journey sayfasından takip edebilirsiniz.
Aşılama sonrası hangi potansiyel yan etkileri izlemeye almanız gerektiği konusunda bir fikriniz yoksa lütfen burada, burada ve burada verilen aşıya özel yan etkileri okumakla işe başlayın ve herhangi bir yan etkide durumu doktorunuza bildirin.
Aşı Yaptırmaya Mecbur Değilim Hareketi’nin Facebook sayfasında aşıyla ilgili gelen şu yoruma cevaben kaleme alınmıştır:
“Çocuklarınız yarın bir gün bulasiçi bir hastalığa yakalandığında hastaneye de gitmezsiniz o zaman sanırım :s bazı bulaşıcı hastalıkların ne ggibi komplikasyonlara sebep olduğunu bilseniz keşke. .. örneğin kızamik olduğunda hastalığı geçirdikten sonra virüsün vücutta kalarak SSPE’ye sebep olması gibi. .. bi araştırın derim. …”
Yüzlerce pediatri doktoru yetiştirmiş bir hocanın, Robert Mendelsohn’un kitabını önermek isterim size: Doktorunuza Rağmen Sağlıklı Çocuk Nasıl Yetiştirilir (How to Raise a Healthy Childe, In Spite of your Doctor)
“bazı bulaşıcı hastalıkların ne ggibi komplikasyonlara sebep olduğunu bilseniz keşke. .. örneğin kızamik olduğunda hastalığı geçirdikten sonra virüsün vücutta kalarak SSPE’ye sebep olması gibi”, demişsiniz..
Cümleyi şöyle değiştirsek tıbben daha doğru olur mu acaba?
“Bazı bulaşıcı hastalıkların, kötü yaşam koşullarına sahip, yetersiz beslenen ve bağışıklık sistemi zayıf bir kısım çocukta ne gibi komplikasyonlara sebep olduğunu bilseniz keşke …”
Kızamığa bağlı SSPE vakalarının görülme sıklığı kitle aşılaması başlamadan önce Amerika’da milyonda 1’lerle ifade edilirken bu oranın kızamık aşılamalarına başilandıktan sonra arttığı bilim tıp dünyasında bilinen ama ifade edilmeyen gerçekler arasında değil mi?
Bakın mesela, 1996’da Viroloji Arşivi adlı tıp gergisinde yayınlanan bir makaleden alıntı:
“Since the introduction of measles vaccines, vaccine-associated SSPE has increased in the USA. Therefore, we should pay attention to SSPE after inoculation with measles vaccine, despite the decrease in the incidence of [wild] measles.”Halsey N.Risk of subacute sclerosing panencephalitis from measles vaccination. Pediatr Infect Dis J. 1990 Nov;9(11):857-8. No abstract available.PMID: 2263442; UI: 91088240.”
Doğal kızamık virüsü ile kızamık enfeksiyonu büyük oranda azalmış olmasına rağmen eskisine oranla aynı oranda hatta daha fazla SSPE vakasıyla karşılaşılmasını nasıl açıklamalıyız sizce?
Türkiye’den de tekli kızamık aşılarından sonra Güneydoğu’da görülen yüzlerce SSPE vakasının üstünün örtüldüğünü, yok sayıldığını, aşıyı zorunlu tutan (ki kanunen aslında zorunlu değildir) devletin, neden olduğu bu korkunç hastalıkla ilgili hiçbir sorumluluk almamasını, ailelere hiçbir yardımda bulunulmamasını nasıl değerlendirmek gerekir?
Türkiye’deki çocuk hastalıkları dergisinde yayınlanan olgu sunumlarına ve epidemiyolojik değerlendirmelere baktığınızda, SSPE tanılı çocukların %70’inin aşılı olduğunu ve son 10 yılda TR’de SSPE görülme yaşının da öne kaydığını görüyoruz.
Şimdi, elimizdeki bu bilgiyi bir başka yabancı yayınla birleştirelim isterseniz ki tablo netleşsin:
“The most striking feature of the data is the rapid decline in SSPE incidence. Corresponding to this decrease is anincrease in the proportion of cases following measles vaccination. There also is a shorter incubation period for SSPE following vaccination than after measles infection.(Dyken PR, Cunningham SC, Ward LC.: Changing character of subacute sclerosing panencephalitis in the United States.Pediatr Neurol. 1991 Mar-Apr;7(2):151./Dyken PR: Neuroprogressive disease of post-infectious origin: a review of a resurging subacute sclerosing panencephalitis (SSPE).,Ment Retard Dev Disabil Res Rev 2001;7(3):217-25 )”
SSPE vaka sayısındaki ani düşüşle beraber bir yandan da kızamık aşılamasından sonra başgösteren SSPE olgu sayısı artıyor. Kızamık enfeksiyonuna göre aşılama sonrası görülen SSPE’nin inkübasyon süreci daha kısa!
Artık aşılı nesillerin bebekleri maalesef anneler çocuklukların oldukları aşının “koruyucu” etkisini çoktan yitirmiş olduklarından, SSPE için riskli evre olan 1 yaş altında enfeksiyona tamamen açıklar. 1 yaş altında ve/veya tam 12. ayda vurulan modifiye edilmiş canlı kızamık virüsünün SSPE’ye yol açmayacağını garanti edebilir miyiz? Doğal yoldan fulminan kızamık geçirip virüsü tamamen vücuttan temizleyemeyen bebek, bu modifiye, ancak kızamığa yol açtığı IOM 2011 raporunda açıkça yazan aşı virüsünden subklinik veya atipik kızamık kapamaz mı? Yanıt, kesinlikle evet!
Sizce kızamığı normal geçirme yaşı olan 5-6 yaşlarında bırakalım sağlıklı çocuklarımız bu bir zamanların en çok görülen hafif hastalığını geçirip ömür boyu bağışıklık kazansın ve anneler ilk 1 sene ve hatta sonrasında, gerek plasental koruma gerekse emzirmek suretiyle pasif koruma sağlasın mı bebeklerine, yoksa aşılı ama artık çoktan koruyucu olduğu sanılan antikorlarını yitirmiş genç anneler ve bebekleri kızamığa ve komplikasyonlarına tamamen açık bir şekilde risk altında mı yaşasınlar?
Reuters Haber Ajansı’nın haberine göre Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) tarafından Perşembe günü yapılan açıklamada, babasının olduğu çiçek aşısına bağlı olarak ağır bir reaksiyon geliştiren iki yaşındaki çocuk iyileşiyor, ancak ‘hastalık dedektifleri tarafından evlerinde yapılan incelemede evin her yerinin bulaşıcı özellikteki virüsle kaplı olduğu tespit ediliyor.
Chicago Üniversitesi’nden Dr. John Marcinak ve CDC’den uzmanların açıklamasına göre İndiana’lı küçük çocukta, Irak’taki görevi gereği çiçek aşısı vurulan asker babasıyla oynadıktan sonra ‘egzema vaksinatum’ olarak bilinen nadir bir döküntü oluşuyor.
Chicago Üniversitesi’nden Dr. John Marcinak ve CDC’den uzmanların açıklamasına göre İndiana’lı küçük çocukta, Irak’taki görevi gereği çiçek aşısı vurulan asker babasıyla oynadıktan sonra ‘egzema vaksinatum’ olarak bilinen nadir bir döküntü oluşuyor.
Uygulanan deneysel tedaviler etki gösteriyor ancak CDC yetkilileri bu vakanın, çiçek aşısı olmuş kişilerin dikkatli olması gerektiğini gösterdiğini belirtiyor.
CDC’ye göre bu, 1988’den beri ABD’de görülen ilk egzema vaksinatum vakası. CDC’nin yayınladığı haftalık ulusal hastalık ve ölüm raporunda çocuğun 48 saat hastanede yattığı, ancak ileride muhtemel yara izleri dışında başka bir yan etki beklenmediği belirtiliyor.
Poks virüsleri cansız objeler üzerinde varlıklarını sürdürebildiklerinden uzmanlar ailenin evini test ediyor.
“Evden alınan sürüntü örneklerinde (örn. banyo havlusu, terlik, oyuncak davul, şifonyer, arabadaki çocuk koltuğu, kozmetik şişesinden alınan örneklerde) ve çocuğun hastane odasına getirilmiş eşyalardan (örn. Bebek maşrapası ve çocuk oto koltuğu) alınan örneklerde ‘vaksiniya’ virüsü DNA’sına rastlanmıştır,” diye rapor ediyor araştırmacılar.
Evi buharla temizleyip, giysi ve örtüleri asit uygulamasının ardından yıkıyorlar.
Dünya Sağlık Örgütü, 1979 yılında doğal çiçek hastalığının ortadan kalktığını ilan etmişti.Amerikan hükümeti, muhtemel bir biyolojik saldırıda virüsün kullanılma ihtimaline karşı askeri personel ve seçilmiş bazı sağlık çalışanları için çiçek aşılamasını yeniden uygulamaya alıyor.
Raporda, “Amerikan Savunma Bakanlığı, 2007 Mart ayından itibaren yaklaşık 1.2 milyon kişiyi aşılamıştır,” denmekte.
Çiçek (smallpox) aşısında yine poks ailesinden, çoğu defa zararsız ‘vaksiniya’ adlı virüs kullanılmakta. Deri kazınarak cilde tatbik ediliyor, zamanla kabuk bağlayıp düşecek bir püstül (kabarcık) oluşturuyor.
Egzema veya immün sistemi problemleri olan kişiler aşılandıkları veya aşılı bir kimsenin vezikülleri ( İçinde seröz sıvı bulunan küçük deri kabarcığı) ile temas ettikleri takdirde ağır reaksiyon geçirebiliyor.
Buradaki asker, sağlık öyküsünde cilt alerjileri olmasına rağmen aşılanmış.
Raporda, “Görev yerine sevki ertelendiğinden asker daha önce planlanmamış bir şekilde Indiana’daki ailesini görmeye gitmiştir,” diyor. “Oğluyla girdiği rutin münasabetler ‘kucaklaşma, boğuşma, uyuma ve banyo alma’dan oluşmaktadır.” denmiş.
Çocukta önce döküntüler beliriyor, akabinde durumu ağırlaşıyor. Bir haftalık deneysel tedavilerden sonra düzelmeye başlıyor.
Uygulanan tedaviler arasında Siga Technologies Inc. tarafından üretilen bir antiviral ilaç, vaksiniya immün globulini ve bir de Gilead Sciences Inc tarafından üretilen ‘cidofir’ adlı antiviral bir ilaç bulunuyor.
Çocuğun annesinde de kırmızı döküntüler oluşuyor, ancak aşılı insanların kanından temin edilen immün globulin verildikten sonra döküntü geçiyor.
Perşembe günü toplanan FDA danışma kurulu tarafından, Acambis Plc şirketince üretilmekte olan ve eskisine oranla daha güvenli olduğu düşünülen yeni çiçek aşısının onayı için tavsiye kararı çıkarılıyor.
E4VI’dan Ed-not: CDC 2013 Mart’ında Kaliforniya’da yine aşıya bağlı çiçek salgını kaydediyor. Demek ki yeni aşı da o kadar güvenilir değilmiş.
Bir çocuk doktorunun annelik serüvenini bizlerle paylaştığı ve çocukları için ilaç ve aşı kullanımını sorgulayan diğer annelerin girdiği tehlikeli yolu bizlere ihtar ettiği ‘Güncel Anne’nin Karşıyız Karşı, Her Şeye Karşı….yazısına “LilliputianMe” olarak verilmiş ve nedense yayımlanmamış cevabımdır.
Yazınızda ve yorumlarınızda aşı güvenliği(!) konusunu gayet baside indirgeyerek, “en büyük buluş” ve “hayat kurtarır” demekten öteye gitmediğinizi ve nedense büyük bir tedirginlikle, hani vampire haç çıkarma refleksiyle, “gelme üstüme, 1’e 100 makale koyarım önüne” gibi fazla savunmacı, bilmeyeni ürkütecek ancak konuyu yıllardır araştıran ve ‘science-literate’ birini de bıyık altından güldürtecek yorumlar yapıyorsunuz. Benim vurgum açık; bu konu yüzeysel “mesleki” bilgi ya da “aşılar hayat kurtarır” tarzı basit sloganlarla geçiştirilecek bir konu değil.
Sizin şahsınızı, mesleğinizi çürütmek değil burada gaye; işin doğrusunu anlamak, karşılıklı saygı çerçevesinde dinlemek ve fikir alışverişinde bulunmak.
Otit Media konusunda farkındaysanız aşıdan da ileri gittim ve rutin olarak tedavi amacıyla kullanılan antibiyotiğin plasebodan farkı olmadığı gibi, üstüne bir de enfeksiyonu nüksettirdiğini ortaya koyan bilimsel çalışmaları gösterdim ve siz de konuyu sağduğuyla değerlendirip, orta yolu bulucu ve yapıcı görüş bildirdiniz. Şimdi, aynı sağduyuyu ve uzlaşmacı yaklaşımı neden aşı konusunda göster(e)mediğinizi bir düşünün istiyorum. Neden sorgulanamıyor ya da tıpkı antibiyotiklerde olduğu gibi çıkış noktasındaki gerekliliği ve işe yararlığının yaygın ve yanlış kullanımdan ötürü artık yarardan fazla zarar getirdiği penceresinden bakılamıyor aşılara?
İmmünoloji tıbbın alt dalıdır, size bahsettiğim kişi Harvard ve Stanford Üniversitelerinde bu konuda uzmanlığını almış ve bizzat aşı geliştirme çalışmalarında bulunmuş bir biliminsanıdır. İşin içinde ve sistemin çarklarının nasıl işlediğini bilen ve bu konuda kimileri gibi sessiz kalıp kariyer yürütmektense bu arazlar konusunda insanları bilgilendirmeye çalışan, bağışıklık sistemi ve aşı konusunda uzman bir isimdir. Bu ‘uzmanl’ etiketinden haz ettiğim için de söylemedim, sizin kriterleriniz (SCI veya SCI-E dergiler vs.) böyle gerektirdiği için belirttim.
Yalnız, bana linkini verdiğiniz 8 yayından 3’ünün doğrudan aşılar ile ilgili olduğunu nasıl kaçırdınız, onu pek anlamadım?
Sizin “aşı-karşıtı” yayın olarak değerlendireceğiniz, spesifik olarak PREVENAR aşısı ile ilgili bir yayını verdim zaten. Şimdi, öncelikle bunu okuyup çözümlemeyi mi tercih edeceksiniz yoksa internetten bana 100 başka yayın mı bakacaksınız merak ediyorum. Karşılıklı gayenin ne olduğunun anlaşılması için güzel bir örnek olacak sanırım.
Aşılar ve yan etkileri konusunda verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim, ancak bunlar zaten nette aşı yazdığınız zaman herkesin önüne çıkan yüzlerce farklı siteden farklı değil, ancak fazlasıyla eksik! Aşılar herkes için güvenli değildir ve aralarında ölüm de olmak üzere pek çok kalıcı rahatsızlığıa sebep olmaktadır ve 1986 yılında Amerikan Yüce Mahkemesi tarafından “unavoidably unsafe”, kaçınılmaz olarak güvenli olmayan ürün kategorisine alınmıştır. Ülkemizde böyle bir sistem yok ancak Amerika’da sadece 20 yılda aralarında ölüm ve ansefelapati de olmak üzere binlerce kişiye 2.5 milyar doların üzerinde tazminat ödenmiştir.
PUBMED’den rica edeceğim, neredeyse %100 aşılı popülasyonlarda görülen salgınlarla ilgili yayınları da araştırın ama en önemlisi bunun nedeni(!) hakkında araştırma yapın. Ayrıca, koruyuculuğu 3-4 seneyi geçmeyen(!) aşılarla birlikte çok sıkı karantina yöntemleri uygulanmadan, henüz eradike edilmemiş bir virüsün (diyelim ki kızamık) hastalığı çok daha tehlikeli boyutlara sürükleyebileceğine katılır mısınız? Bir de 2010 IOM (American Institute of Medicine) Aşı ve Yan Etki raporuna göre kızamık aşısının da bizzat “atipik kızamığa” yol açtığı “kesin” olarak belirlenmiş. Bu durumda, aşıyla en iyi ihtimalle 3-4 sene ötelediğiniz, canlı virüs aşısından bizzat atipik kızamık geçirebileceğiniz ve hatta bu hastalığı küçükken geçirmiş ve ömür boyu bağışıklık(!) kazanmış yetişkin ve yaşlıların da bu korunmadıkları atipik kızamık nedeniyle sağlıklarının tehlikeye girebileceği ihtimallerine ne dersiniz?
Son olarak, madem kızamık yükselişte, siz zaten biliyorsunuzdur ama koruyucu hekimlik şapkası altında riskli bölgelerde yaşayanlara mutlak surette A vitamini takviyesi yapılması gerektiğini, hatta oral A vitamini alımının kızamık komplikasyonları nedeniyle ölümleri önemli oranda engellediğini belirtmek gerekir. Hatta siz sürekli takiptesinizdir ama buradan da verelim PUBMED linklerini, belki faydalanan olur:
Çağların ortak aklından süzülüp geçerliliğini korumuş özdeyişlerimizden biridir ya bu, ne kadar da doğrudur!
Genç anne-babalar olarak bir araya gelindiğinde insan muhataplarını çocuklarına davranışlarından ve dahi bizzatihi çocuklarının davranışlarından daha iyi tanıma fırsatını yakalıyor. Akranlarınızın çocukluklarını, yetiştirilme tarzlarını ve aile yapılarını az çok kestirebiliyorsunuz. Bir arkadaşım, bir eğitimci olarak pedagojik formasyon bilgim olmasından ötürü çocuklarla iletişimde daha avantajlı bir konumda olduğumu hatırlattığında kendisine gayet samimi olarak çocuk yetiştirme işinin kitaptan çalışılarak öğrenilecek bir şey olmadığını ve bana kalırsa esasen herbirimizin çocuk sahibi olduğumuzda kendi anne-babamız bize nasıl davrandıysa çocuğumuza aynen o şekilde yaklaştığımızı ve farkında olmadan kendi yetiştirilme tarzımızı mükemmelen yansıttığımızı söylemiştim.
Kurabiye insanların aynen bir teyp gibi davranış ve söylemlerimizi kayda aldıklarını sizler de gözlemlemişsinizdir. Küçük efendi canı yanıp ağlayan bir çocuğa gidip de “ah, canııımm” diye sarılıp okşadığında (bazı durumlarda uf olan yere öpücük kondurduğunda); beraber video oyunu oynarken puanı kaybeden takım arkadaşı annesi, “ah, ben kaçırdım, pardon oğlum” dediğinde karşılık olarak, “bişey yook, ben de kaçırıyorum bazen!” diye cimcimlediğinde; yerli yersiz her cümlenin sonuna (annesi marifetiyle) “yaa” ünlemi eklemlendirdiğinde; diş fırçalarken gelişen bir diyalogda babasının “e peki neden öyle olmuş ki o?” diye gelişigüzel sorduğu bir soruya (babası marifetiyle) “siz sorasınız diyee!” diye cevap yapıştırıp, içeriden anne (içinden babaya ‘eh bak işte incilerin nelere mal oluyor’ diye serzenişte bulunurken) bu hazırcevaplık karşısında orta şiddetli bir kahkaha silsilesine engel olamadığında; annesi kazara bir yerini incitip ah vah ettiğinde, “ama dikkat etmeniz lazım annesii” diye esasen teselli amaçlı tembihlerde bulunduğunda ve daha irili ufaklı pekçok enstantanede kendinizi küçük efendinin şahsında birebir görüp duyduğunuzda anlık olarak farkına varıyorsunuz bu kabiliyetli aktörlerin rol çalmadaki üstün kabiliyetlerini ve dahi anne-baba olarak sergilemekte olduğunuz performansı.
Velhasıl, bizlerin bir tutam farkındalıkla gözlemleyebildiğimiz bu kayda alma/rol çalma durumunu, tabii bu alanın “uzman”ları* da ifade ediyorlar. Diyorlar ki, çocuklar aynanızdır; yaptığınız her davranış ve sarf ettiğiniz her sözün aksini çocuklarınızda görürsünüz. Bir çocuğun öğrendiklerinin %95’i, onlara model olarak sunulanlardır; şöyle yap böyle yap diye tembihlediklerinizden öğrendikleri ise işte bu kalan %5’lik bölümü oluşturur. İnsanoğlunun yaşadığı her durumun, duyduğu her sözün kalıcı bir şekilde bilinçaltına kaydedilmesi durumu (psikanalistlere tükenmez bir ekmek kapısı oluşturduğu kadar) anne-babaların ve çocuğun hayatında rol oynayan tüm aktörlerin ayırdında olması gereken ve bana kalırsa şu veya bu şekilde çoğumuzun ihmaline uğrayan konulardan biridir.
Henüz 10 aylık oğlumdan bir vesileyle gayriihtiyari özür dilememin, evinde bulunduğumuz büyüklerimizin ne kadar garibine gittiğini ve “çocuktan özür mü diliyorsun sen?” diyerek aralarında epey eğlendiklerini hatırlarım. İşte bu “çocuğu adam yerine koymama” durumu, küçük insanların adı üstünde küçük, henüz konuşamıyor ve dünyadan bihaber olma durumlarının, biz büyükler tarafından lilliputların duygularının da olmadığı şeklinde yanlış algılanmasına neden oluyor. Biz büyükleri incitecek, alınmamıza sebep olacak veya mutsuz edecek her tip vaka ve davranışın kurabiye insanları da aynı şekilde etkileyeceği gözden kaçıveriyor. Halbuki, duygusal manada incindiğimiz anlarda düşünme mekanizmamızın sekteye uğradığını, düşünemediğimiz anlarda ise öğrenmenin de gerçekleşmediğini, anca olayları hafızaya ve bilinçaltına kaydetme moduna geçtiğimizi unutuyoruz. Genellersek, yetişkinlerin çocuklara tepeden bakan (literally!) bir edayla ders vermesi; kimi yerde alaya alıp aşağılaması; ebeveyn olduğunu unutup gardiyanlık kisvesine büründükleri anlarda emir vererek, zorlayarak ve karşılığında itaat bekleyerek onları yola soktuklarını ve doğru davranmaya sevkettiklerini zannetmeleri; olmuyor değil, bazen sesler yükselip de beden ve konuşma dilinin tehditkarlaşması ve hatta malesef bazen şiddete başvurulması bu küçük beyinlerin düşünme mekanizmasının durmasına ve onlara sunulan bu öğrenme modellerini birbir kayda geçirmelerine neden oluyor. Bu noktada ikinci manidar atasözümüz devreye giriyor: ne ekersen onu biçersin?
Enteresan değil midir, gençler çoğu kez “kimseye/hiçbir şeye saygısı kalmamak”la suçlanırlar? Düşünüyorum da, acaba biz büyükler çocuklara saygılı olmayı öğretiyoruz derken bizzat kendimiz çocuklara saygıda kusur ediyor olmayalım? Başka bir fail aramaya gerek yok, kadro belli; çocuklar saygıyı da saygısızlığı da aynen bizlerden, bizim birbirimize ve kendilerine davranış şeklimizden kopyalıyorlar. Seçim hakki sürekli gaspedilen, fikrine danışılması gerektiği nedense hiç akla gelmeyen, önem verilmediğini hisseden, sürekli ders verilen, nedenini anlamadığı/zorunluluğunu kavrayamadığı birtakım durumlara mutlak itaati beklenen, “onların iyiliği için” pekçok şekli (kurallar) ve fiziksel kısıtlamalarla (beşikler, pusetler, kapalı oyun alanları, kreş odaları) büyümeye alıştırılan ve yaşamlarındaki ilk deneyimleri çoğu kez çaresizliği öğrenmek olan çocuklarımızdan bekleyebileceğimiz saygı anca “sözde” kalmayacak mıdır?
Biz olgun armutlar da esasen çekirdekten maruz kaldığımız bu aynı “saygı yoksunu” evreden biriktirdiğimiz eski ‘teyp’lerle donanımlıyız. Kendi çocuğumuz bize zorluk çıkardığı anlarda işte bu teybin ‘oynat’ düğmesine basmış ve bizim banttan çocukken bize ne söylenmiş nasıl davranılmışsa aynını tekrarlamamıza neden olmuştur. Anne-babanızdan işittiğiniz sözleri şimdi çocuğunuza söylerken yakaladığınız oluyor mu hiç kendinizi? Bu öylesine otomatikleşmiş bir sistemdir ki siz daha söylediğinizi fark etmeden ağzınızdan çıkıverir aynı (saygısız) nakaratlar.
İyisi mi biz “lütfen”** çocuklarımızın yaşam alanımızı paylaşan birer canlı, birer birey olarak zaten sahip oldukları özlük haklarını tanıyalım; bilinçaltımıza yerleşmiş eski bantlardan kurtulamıyorsak bile en azından bunların varlığının ayırdında olalım ve devreye girmeden önce müdahale edip senaryo metninin uygunsuz satırlarını editleyebilelim. Minik insanlara ise bizlere daha iyi birer insan olma, sivriliklerimizi törpüleme şansını ve motivasyonunu verdikleri için tekrar “teşekkür edelim”*** ve “özrümüzü”**** samimi olarak ilettiğimiz Lilliput ülkesi sakinlerinin bilinçaltı bantlarına sevgi-saygı-hoşgörü temalarını ilave edelim. Çocuklarımızda değişmesini istediğimiz birtakım özellikler varsa önce bu özelliklere kendimiz sahip olmaya çalışalım ve bence en önemlisi, çocuklarımızın olmasını istediğimiz insanlara önce kendimiz dönüşelim…
Küçük insanımın bana verdiği büyük mutluluk ve ondan öğrendiğim bir dolu şey için teşekkur mahiyitende yazılmıştır.
*Gerekli gereksiz pekçok kimseye atfedilen bir titrdir; bence en önemlisi kişinin kendi çocuğunun ne derece uzmanı olduğudur.
**Çocuklarımızdan mutlaka kullanmalarını bekleyip, bizlerin kendilerine hitapta fazla önemsemediğimiz rica kalıbı.
***Ayni şekilde, Lilliputlar’la münasebette büyüklerin kullandıkları takdirde onların da kendiliklerinden hayata geçirmeyi bildikleri kalıplardandır.
****Büyükler özür dilemeyi bildiğinde, küçükler de mükemmelen kendilerini taklit edeceklerdir; tecrübeyle sabittir.