Aşı konusunda düşünüp taşınma işi bebeğin doğumuna bırakıldığı takdirde oluşacak aşı maluliyetini fark etmek sizin için neredeyse imkansız olacak. Aşılar çocuğunuzu vurduğunda yorgunluktan ölüyor olacaksınız. Minik detaylardan gözünüzü alıp da resmin bütününü görecek haliniz olmayacak. Beliren semptomlara yara bandı yapıştırmakla meşgul olduğunuzdan ortadaki sendromu göremeyeceksiniz bile. Size hassas, biraz fazla ilgi isteyen bir bebeğiniz olduğu söylenecek belki ve bebeğinizin bu hassasiyeti kendini kolik, reflü, baş vurma, gıda alerjileri veya ciltte temas gören yerde oluşan kızarıklıklarşeklinde gösterecek. Size ‘aa bunların hepsi normal şeyler canım’ denecek ki aslında yalan da değil, bugünlerde “normal” addedilen şeylere bakacak olursak… Şimdi etrafta bu belirtileri gördüğüm bebek olduğunda müdahale etmeye çalışıyorum. Anne-babalarına bu hassasiyetlerin doktorlarının kendilerine söylediğinden çok daha derin anlamları olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Bu insanların ne olup bittiğini anlayamayacak denli bir koşuşturmaca içinde olduğunu biliyorum.
Oğlum dünyaya geldiğinde diğer pekçok kişi gibi biz de bebek odasının rengine aşılardan daha fazla kafa yormuştuk itiraf etmek gerekirse. Ondan herhalde bir 10 sene önce tek bir kişi biliyordum çocuğunu aşılatmayan, o da bana “çocuklarımızın vücuduna o iğrenç şeyleri sokmuyoruz biz” demişti. Ürkmüştüm açıkçası adamdan. Bana komplo teorileriyle uğraşan biri gibi gelmişti. Asla onun yaptığını yapmayacaktım.
Çocuğumuzun hayata gelişinin üçüncü gününde, hastaneden çıkmadan hemen önce Hepatit B aşısı ile ilgili evrak getirildi önümüze. Biyoloji üzerine yüksek lisansım var ama Hep B nedir bilmiyorum o dönem. Okuduğum çocuk yetiştirme kitaplarından hiçbirinde, verilen ağrı kesicilerden kafamın iyi olduğu bir anda hiçbir fikrimin olmadığı bir konuda benden karar vermemin isteneceği yazmıyordu ki. Eğer bilmiyorsanız, Hepatit B enfekte kişinin kanından kirli iğne paylaşımıyla da bulaşabilecek esas itibariyle zührevi bir hastalık. Çocukların oyun bahçelerinden, hapşırıktan veya içtikleri sudan Hepatit B kapma olasılıkları yok yani. Çocuk cinsel ilişkiye girme yaşına geldiğinde doğumunda vurdukları aşının etkisi çoktan geçip gitmiş olacak. Anne Hep-B pozitifse, gebelik döneminde yapılan tahlillerde bu mutlaka ortaya çıkar, anne durumunu öğrenir zaten. Öyleyse hastanelerde yenidoğanların hepsine birden niye vuruluyor bu aşı? Yapabiliyorlar da ondan. Çünkü kimse kendilerine “Hayır.” demiyor da ondan. Bu kadar basit işte.
Hepimiz doktorumuza güvenmek isteriz. Kimse CDC veya Amerikan Pediyatri Birliği’nin çocuklarımızın yararına çalışmadığına inanmak istemez. Kimse geriye dönüp baktığında bebeğine kendi eliyle zarar vermiş olduğunu görmek istemez. Kimse çocuğununun doktoruyla anlaşmazlığa düşmek istemez. Kimse eşiyle bu yüzden mücadele halinde olmak da istemez.
O gün Hep-B aşısının yapılmasına izin verdik. Kendi kendimize, “Çok mühim bir şey olmalı yoksa böyle sayfa sayfa muvafakatname evrağıyla gelmezlerdi,” diye de düşündük ama yine de imzayı attık. O akşam bebeğimizi alıp eve çıktık ve histerik şekilde ağlayıp duran bu bebeği yeniden karnıma sokmanın bir yolu olsa keşke diye diye sabahı ettik. İki olayı birbirine hiç bağlamadık bile. Dedim ya, doğum sonrasının yoğunluğunda kendimizi kaybetmiştik bir kere…
Bir hafta sonra durumumuz hala içler acısıydı. Eşim bana yardımcı olmak için işten fırlayıp doğru eve geliyordu. Ben hala üstümde pijamalar, kusmuk ve mememden sızmış sütle üstüm başım batmış halde öylece oturuyor oluyordum. Bebeğimiz ağlıyordu. Ben ağlıyordum. Ne bir şey yemiş, ne dişimi fırçalamış ne de iki çamaşır katlamış oluyordum. İki haftalıkken oğlumuza “klasik kolik” teşhisi konuldu ve sonraki beş ay boyunca da geçmedi kolik. Çevremizdekilerin gördüğü en ağır kolik vakasını yaşıyorduk. Evliliğimizi kurtarmak adına çareyi antispazmodik bir ilaç vermekte bulduk.
2. ay aşılarından bir gün önce
Dokuz haftalık olduğunda ağlak bebeğimi alıp 2. ay kontrolüne götürdüm ve üstüme yine birtakım evraklarla geldiler. Bu kontrollerde ne olup biteceğine ilişkin pek bir bilgim yoktu, hazırlıksızdım. “Burayı, burayı ve burayı imzalayın. Aşılarını olması lazım.” Üç enjeksiyon ve iki de ağızdan damlaydı aşıları, yedi hastalık için veriyorlardı. “Bir zararı olmaz, eminsiniz değil mi? Niye bu kadar çoklar?” Soru sormanızı istemiyorlar. Sorularınıza verecek bir cevapları yok. Aşı prospektüsünde birtakım yan etki listeleri var, ancak bunu size göstermiyorlar. Acele ettiriliyorsunuz, oldu bittiye getiriliyor her şey.
Doğum sonrasında en hassas ve zorlu zamanınızda annelik içgüdülerinizden tamamen arındırmaya çalışıyorlar sizi.
Doğum sonrası anksiyetem tavana vurmuş haldeydim o ara. Eski benden eser kalmamış, uykusuzum, ruh gibi dolaşıyorum. Acılar içinde kıvranan bir bebeğin saatlerce bitmek bilmeyen ağlayışları, haykırışlarıyla geçiyor günler. Başka hiçbir şey düşünemeyecek haldeyim.
Aşıları ben emzirirken vurmaları mümkün mü diye soracak oldum, reddedildim. İmzaları verdim ve aşıları vurdular. 20 dakika geçmeden öyle derin bir uykuya daldı ki uyandırmak mümkün değil. Bizim kolikli oğlan etrafta bunca gürültü, insan varken öyle kolay kolay uyuyacak bir bebek hiç değil. Daha araba koltuğuna koyar koymaz uyuduğu görülmüş şey değil. Eşimi arayıp ters bir şeyler var diyorum. Eve geliyoruz, arabadan alıp beşiğine koyuyorum, hala uyanmıyor. O beşikte ben başında saatlerce uyudu öyle, daha önce hiç olmamıştı bu.
En sonunda uyandığında öyle bir çığlık çığlığa ağlamaya başladı ki ne öncesinde ne de sonrasında böyle bir ağlama duymuşluğum yok.
Elimde telefon odasına dalıp hemşireye ağlayışını dinlettiğimi hatırlıyorum. Bana ısrarla bu histerinin “enjeksiyon yerindeki acı/sızı”dan olduğunu ve biraz daha Tylenol vermem gerektiğini söylüyor. İnanmıyorum dediğine. Çıkarken elime tutuşturdukları notta çığlık şeklinde ağlama olursa sağlık merkezini derhal aramam gerektiği yazıyor, ama aradığımda bana bunun normal olduğu söyleniyor?!
Kucağa alınmak istemiyor. Ona dokunumamı istemiyor. 15 dakika boyunca kulakları yırtan çığlık çığlığa ağlamadan sonra emzirip yeniden uyutabiliyorum. Sadece bir karış ötesinde oturmuş uyumasını seyrederken ikinci kez uyanıyor. Kollarının kaskatı havaya fırlayıp da çığlık çığlığa ağlamaya başlayışını ömrüm oldukça unutmayacağım. Gözleri sımsıkı yumulu, bütün enerjisini o mini minnacık bedeninden o korkunç sesleri çıkarmaya harcıyor gibi. Bana bakmıyor. Benim orada olduğumun bile farkında değil. Yeniden uyuya kalıyor, çığlıklar susuyor.
Bütün geceyi ta 2 ay önce yapmış olmam gereken araştırmayı yapmakla geçiriyorum. Attığı çığlığa “cry-encephalitis” yani ensefalit ağlaması deniyormuş, aynı zamanda DTaB çığlığı olarak da bilinirmiş. Beyin iltihaplanması bu. Tamı tamına beyinde aşıya bağlı oluşan alerjik bir reaksiyon. Nadir görülen bir şey de değil. Tutup acile götürsem bir EEG ile belgelenecek bir şey hem de. Oysa bana pediyatristimizin ofisi tarafından yalan söylendiği için olay geçmiş, belgeleme şansı yitirilmiş oluyor.
İşte bu olay bizim için aşı dosyasının kapanmasına giden yolun başlangıcı oldu.
Çocukların sinir sistemi yollarını kaplayan miyelin kılıfları henüz oluşmamış olduğundan bütün bu virüsler, alüminyum, cıva, formaldehid, MSG ve hayvan DNA’sının bombardımanına karşı korunmasızlar. Miyelin kılıfı olmayan sinirler hasar gördüğünde buna otizm diyoruz. Asperger’s diyoruz. Epilepsi diyoruz. Astım diyoruz. Kafa yaralanmalarında miyelin kılıfına gelecek zararın fiziksel ve zihinsel olarak özür oluşturucu boyutta olabileceği literatürde gayet iyi dokümente edilmiş ve anaakım medya tarafından da kabul edilmiş bir gerçek. Ancak iş otizme gelince bağıntı görmezden geliniyor.
Samimi söylüyorum çocuğumu aşılatmamayı düşündükçe mideme ağrılar giriyordu o dönem. Sürekli fikir değiştirip durdum. Tamam dedim, bir sonraki aşı turunda gider acilin otoparkında bekleriz herhangi bir şey olursa diye. Sonra dedim bu nasıl bir deliliktir, hangi anne çocuğunu acilllik etme ihtimali olan bir şeyin yapılmasına göz yumar? 4. ay kontrolüne bir gün kala ancak kendimde doktoruna bir yaşına gelinceye dek aşıları ertelemeye karar verdiğimizi söyleme cesaretini bulabiliyorum. Doktor kararı öyle iyi karşılıyor ki bunca vesveseyi boşuna yapmışım diye düşünüyorum.
Bu arada bebeğimizde geçmeyen egzema peyda oluyor. 4. ayda daha ilk kez ağzına koyduğu bir kaşık muzdan vücudu tepeden tırnağa kızarıklıklarla kaplanıyor. Ek gıdaya geçmek için 2 ay daha bekleyelim diyoruz. 6. ayda yediği tatlı patatesten yüzünde temas kızarıklığı oluşuyor bu defa. Doktoru sıkıştırıyorum, nedenini bulun bana diyorum ve kan tahlili sonuçları yerfıstığına alerji gösteriyor.
6 ay emmiş oğlumun ölümcül bir fıstık alerjisi var. Bağlantı filan görmüyorum. Hiçbir şey göremeyecek kadar derde batmıştım artık.
12. ayda bize “CDC takvimi bağnazı” olmadığına dair sözler vermiş çocuk doktorumuz aşılara başlamayacağımız için bizi kovuveriyor. “Çocuğunuzu aşılamıyor olmak beni strese sokuyor” diyor bize. Bebeğim kucağımda, ona korku ve endişelerimizden bahsetmeye çalışıyorum, on ay önce yaşadıklarımızın ne denli korkunç olduğunu anlatıyorum. Ona bu defa acillik olmaktan korktuğumuzu söylüyorum. Karşılığında aşağılanıyorum. Meğersem tüm ekibine o gün kliniğiyle ilişiğimizin kesileceğine dair bilgi geçmiş bile. Gözyaşları içinde ayrılıyorum oradan. Aylarca keşke bunları da söyleseydim doktora diye aklımda kurup duruyorum.
O günden sonra bir daha aşı yaptırmıyoruz. Karardan dolayı kendimize güvenmemiz ise zaman alıyor. İkimiz de o ara ne yaptığımızı tam bilmesek de ve aslında korkudan ölsek de eşim aşı yaptırmama konusunda bana yine de destek çıkıyor.
Bugün, 4 yaşında
13. ayda oğlumuz bir doğumgününde ısırık aldığı köftedeki cevizden kurdeşen döküyor. 16. ayda artık canımıza tak ediyor ve 600 dolarlık deri testi için alerji uzmanına gidiyoruz. Buğday, yumurta, kavun, kedi, kanaryaotu, çimen, hertürlü ağaç yemişine alerjinin yanısıra yerfıstığına ölümcül alerjisi çıkıyor. Sonra sonra mısır veya patates de yiyemediğini öğreniyoruz ve bügün bile hala muz yiyemiyor. Bebeğimin bir düzine alerjisi çıkıyor.
Nasıl besleyeceğimi yeni baştan öğrenmek zorunda kalıyorum çocuğumu. Diyetinden sorunlu gıdaları çıkara çıkara sonunda organik Paleo/Taş Devri diyeti uygular oluyoruz ve hatta altı ay sonra eşimle ben de aynı diyete geçiyoruz.
Çocuğuma 16 aylıkken bir dolu alerji teşhisi konuluyor ve ben hala bunun aşılardan gördüğü zararla ilişkisini göremiyorum, düşünün. Tam manasıyla şaşkına dönmüşüm artık. Alerji uzmanına sorunların neden kaynaklandığını soruyorum ve bana verdiği cevap: “Az aşı olmaktan. Yiyecekleri vücudumuz saldırıya geçmeden yiyebilmemiz için immün sistemimizi aşılarla uyarmamız, çalışmaya zorlamamız lazım.”
Böylesi temelden yoksun bir şeye inandığımdan değil, ancak dedim ya, o zaman semptomlara yara bandı yapıştırmaktan sendromu göremeyecek durumdayım. Malum aşı hadisesinden neredeyse 2 yıl sonra,The Greater Good adlı belgesel yayımlanıyor ve kafamdan aşağı kaynar sular boşalıyor. Her şey yerli yerine oturuyor bir anda. Kolik, ensefalit ağlaması, kızarıklıklar, mast hücresi sorunları, aşırı tepki veren immün sistem…
Şimdi, hassas çocuğumuzu aşılatmaya devam etseydik onu zorla nasıl bir yola sokmuş olacağımızdan en ufak şüphemiz bile yok. Kalben biliyorum, oğlum aşıları kaldırabilen bir çocuk değil ve şayet devam etseydik bugün otizmliydi. Bütün işaretler mevcuttu çünkü. İstatistiksel olarak DNA’sının yarısını paylaştığı ikinci çocuğum bambaşka, kesinlikle böyle değil. Kızımın vücuduna iğne değmiş değil. Her şeyi yiyebiliyor. Temas kızarıklıkları yok. Hiç koliği olmadı. Egzeması yok.
En çok ağırıma gidense şu yalnız: En hararetli aşı savunucularına bakıyorsunuz. Bunlar sosyal paylaşım alanlarında başımın etini yiyip, bana çocuğumu aşılatmadığım için ne denli kötü bir ebeveyn olduğumu söyleyip duran diğer anne-babalar. Fakat aylar sonra, belki yıllar sonra ve illa ki özelden ne öğreniyorum dersiniz?
Çocuklarının gıda alerjileri var. Çocuklarında öğrenme özrü var. Çocukları DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu) için ilaç alıyor. Çocukları ağır astımlı. Çocukları otizm spektrumunda.
Özelde tüm bu sorunları yaşarken nasıl oluyor da sosyal paylaşım alanlarında uluorta çıkıp “Biz tüm aşılarını yaptırdık ve hiç sorun yaşamadık çok şükür!” diyebiliyorlar?
Yeni çağın normaline hoş geldiniz. Çocuğunuz sağlıklı filan değil. Çocuğunuz aşı malulü—tıpkı benimki gibi.
Robyn biyoloji üzerine yüksek lisans sahibi, deneyimli bir laboratuvar teknisyeni. Önceleri The Robyn Nest adlı halka açık blogunda yazarken güvenlik nedenlerinden dolayı blogunu gizliye almış bulunuyor. Ne yazık ki gerçeği paylaşan anneler baskıya uğruyor günümüzde.
Kendisinin aşılar ve fıstık alerjileri bağıntısı üzerine yazılmış kitaplardan derlediği bilgileri paylaştığı makalesi için buraya bakabilirsiniz.
Aldığı fizik eğitiminin ardından tıp fakültesine devam eden Dr. Humpries, hayli başarılı bir dahiliye uzmanı ve nefrolog olarak 12 yıl hizmet veriyor klasik tıbba. Ardından, bakımı altındaki hastalara hastane protokolü gereği yapılan aşıların hastalarında yarattığı rahatsızlıkları birinci elden tecrübe etmeye başlayınca konvansiyonel öğretilmişlikleri reddedip, konuyu bizzat kendi araştırmaya karar veriyor.
Dr. Suzanne Humphries artık bir klasik tıp hekimi değil, bu mesleği kendi isteğiyle terk ediyor.
Ve bugün Dr. Humpries, Roman Bystrianyk ile birlikte kaleme aldığı “Dissolving Illusions: Disease, Vaccines, and The Forgotten History” adlı, aşıların gerçek tarihini belgelerle ifşa eden dev eseri ve gönül verdiği alternatif tıpta edindiği deneyimle, danışanlarına bütünleyici tıbbın sağladığı engin imkanlarla yardımcı oluyor.
Bu videoda, kendisinin İsveç’te verdiği bir sunumdan “Sürü Bağışıklığı” ile ilgili bölüme yer verilmiş.
Sunumun orijinali için aşağıdaki video serisini izleyebilirsiniz. Yukarıdaki kısa segment ise Türkçe altyazılıdır.
Amerikan vatandaşları Disneyland’da başgösteren kızamık vakaları sonrasında bireysel hak ve özgürlüklerinden biraz daha kaybetmiş buldular kendilerini. 320 milyon nüfuslu ülkede 50 kişilik “salgın” herzamanki gibi medya ve “seçilmiş” halk sağlığı uzmanları tarafından bütünüyle perspektiften çıkartılıp objektif değerlendirme kriterlerinden tamamen yoksun bir şekilde bir halkla ilişkiler ve propaganda kampanyasına dönüştürülmüş ve her zamanki gibi gerçekler ve sağduyu pencereden uçup gitmiş gözüküyor.
Bundan sadece birkaç ay önce KKK aşısı üreticisi Merck’ün ve CDC’nin başını çok ağrıtması gereken, bizzat CDC’den üst düzey bilimadamının KKK aşısı ve otizm bağlantısını kasıtlı şekilde nasıl örtbas ettiklerini itirafı internette otizm aileleri nezdinde fırtınalar koparırken “penguen belgeseli oynatmayı” tercih eden basın yayın kuruluşlarından şimdi günün her saati “korkunç kızamık salgını”na dair gelişmeleri dinliyor olmamız manidar elbette. Burada da kalınmıyor artık… Medyada açıkça çocuğunu aşılatmayanların hapse atılmaları, çocuklarının ellerinden alınıp zorla aşılanması gerektiği haykırılıyor. Kimileri muzdarip oldukları miyopiden burunlarının ucundaki gerçekleri görmekten aciz olsa da, Amerika’nın dümen suyundaki Türkiye’de çok yakında aynı medikal faşizmin beyaz önlük altı siyah postalları altında ezilirken bulacağız anne baba olarak kendimizi ve çocuklarımızın sağlığını.
İlaç sanayii Amerika’da ve esasen dünyanın her yerinde devlet aygıtı olarak çalışmakta artık. Tüm bu tartışmalar arasında dikkatten kaçmaması gereken bir gerçeği de hatırlatalım. KKK aşısının üreticisi Merck’in aşı departmanı başında şu an kim var dersek hatırlayacaksınız sanırız; CDC’nin önceki şefi sayın Dr. Julie Gerberding.
Devletteki “görev”ini tamamlar tamamlamaz, yani ulusal aşı takvimine aldırttığı dünyanın en pahalı aşısı (yine Merck’ten) Gardasil’i hem kız hem de erkek çocuklara mecburi tuttuktan ve otizm bağıntısında tüm dünyada tartışmaların baş aktörü, Merck’ün yıldız aşısı KKK ile ilgili gerçekleri inkar için sipariş ettiği dev epidemiyolojik çalışmaların sonuçlarının kendi idaresi altında kasten çarpıtıldığından haberdar olduğuna dair kanıtlar bugün su yüzüne çıkmış büyük şef görevini bir sonraki meslektaşına devrettikten sonra doğrudan Merck’ün üstün hizmetleri için kendisine tahsis etmiş olduğu koltuğa yerleşiyor. Ne güzel değil mi? Devletin aşı politikalarına yön veren idari merciinin en tepedeki ismi gerekli düzenlemeleri yaptıktan ve Pharma sağlığı, pardon, “halk sağlığı” için halka rağmen üstün hizmette bulunduktan sonra eski iş ortağı, şimdiki işvereni tarafından bol sıfırlı maaş çekiyle ödüllendiriliyor.
Bir başka manidar gelişme de, bu kızamık “salgını”nın yine Merck’ü KKK aşısı deneylerine sahtekarlık karıştırmakla ve FDA’yi de görevini ihmal etmekle itham eden kendi virologlarının davasında bir sonraki aşamaya ulaşılmış olması. Çok yakında ifşa olacak gerçeklerden önce birkaç eyalette daha aşı reddini yasaklatarak önlemlerini şimdiden almaya çalışıyor proaktif ilaç firmaları. Ne de olsa paranın konuşulduğu yerde gerçeklerin hiçbir ehemmiyeti yok, can sıkıcı teferruatlar bunlar [linkte aşılar ve otizm bağlantısını gösteren 86 çalışmayı görebilirsiniz] …
50 kızamık vakası, 10 senedir tek bir ölüm yok kızamıktan, diğer yandan her 50 çocuktan 1’i otizm spektrumunda … Durum böyleyken yetkililer odadaki fili (otizmi) görmezden gelip halkı kızamık öcüsüyle korkutmayı ve bunun için tıp etiğini, insan haklarını süresiz olarak rafa kaldırmayı tercih ediyor.
Reklam gelirlerinin aslan payını ilaç firmalarına borçlu olan Amerikan medyasının elbette bu konuda sadakatinin kime olacağını tahmin etmekte zorlanmıyoruz. Ancak, hep dediğimiz gibi, büyük birader Amerika’da sahnelenen oyunun en fazla 2-3 yıl içinde aynı replikler ve fakat bu defa yerli “yıldız”larla Türkiye’de perde açacağını bildiğimizden önümüzü görelim, yarınımızda bizleri neler bekliyor önizleme yapalım istiyoruz.
1. Kızamık, boğmaca veya grip gibi aşıları olanların bu hastalıkları aşıdan kapıp, aşılı veya aşısız, başkalarına geçirme ihtimali var mı?
2. Evetse, aşılılardan diğer aşılı ve aşısızlara hastalık bulaşının kontrol ve izlemi sağlık birimlerince yapılıyor mu?
3. Hayırsa, ortaya çıkan herhangi bir salgında öncelikle ve sadece aşısız popülasyonu suçlamak ne derece mantıklı ve bilimsel?
4. Bundan sadece bir 20 sene önce tek doz aşıların ömür boyu koruduğunu düşünen tıp camiasının gözbebeği aşıların koruyucu süresi hakkında itiraf etmek zorunda kaldıkları son gelişmeler neler ve buna karşın önerdikleri “çözüm yolu” ne?
5. İşe yaramadığı tescillenmiş aşılarla sürü bağışıklığı sağlanması mümkün mü?
6. Hemen her sene koparılan salgın yaygarasının altında insanların aşı ret hakkını tümden yasaklama motifi yatıyor olabilir mi ve bundan çıkarı olabilecek kimleri tanıyoruz?
Bu sunumda yer almasa da bir ek bilgi daha vermek gerekiyor burada. Disneyland’da tespit edilen kızamık virüsü tipinin Orta Doğu ve Güneydoğu Asya ülkelerine has kızamık virüsü tipi olduğu anlaşılmış durumda. Yani Merck’ün KKK aşısını istediğiniz kadar olun, bu yabancı tip virüslere karşı korunmasızsınız. Tüm dünyada kızamık eradike edilemeden sizin herhangi bir aşıyla bir ülkeden kızamığı eradike etmeniz sadece bu nedenden dolayı bile imkansız.
Ama biz koltuğumuza kurulup sahnelenen oyunun heyecanına bırakalım kendimizi yine de …
Hep aynı düzenlemeyi görüyoruz bu oyunlarda; problem – reaction – solution. Önce bir problem var et, ardından tepki topla, insanlar bizi kurtarın bu dertten desin ve baştan hazır çözümünüzü kucağını açmış bekleyen halka sunuverin, günü kuratın, ajandanızı aksatmadan yürütün. Her defasında ayakta alkışlanıyor, kapalı gişe oynuyor bu şov, kaçırmayın …
Disneyland ziyaretçileri arasında kızamığa yakalananlar olduğu ve tahminlere göre Kaliforniya, Washington, Utah ve Colorado eyaletlerinden kişilerin buradan kızamık kaptığına dair ilk bildirimin geldiği 14 Ocak 2015 tarihinden bu yana ABD ve dünya medyasında konuya dair yüzlerce haber yapıldı. (1)
Toplum sağlığı yetkililerinin ‘dünya üzerindeki en mutlu yerle bağlantılı’ dedikleri 51 laboratuvar teyitli kızamık vakası hakkında daha elde çok fazla veri olmamasına rağmen haber yıldırım hızıyla tüm dünyaya yayılmış durumda.
23 Ocak tarihinde CDC’nin yayımladığı Sağlık Bülteni’ne göre, “salgını başlatanın kim olduğu belirlenebilmiş değil”. (2)
Ebeveyn ve Çocuklarının Şeytanlaştırılması
ABD’nin nüfusu 320 milyonun üzerinde, Kaliforniya’da ise 38 milyon kişi yaşıyor. Öyleyse bir avuç kızamık vakasından yola çıkarak Kaliforniya’da yayın yapan gazetelerden biri nasıl oluyor da suçu derhal çocuklarını araştırmaları sonucunda aşılatmamayı seçmiş anne-babalara atıp, bu kişileri “keyfe keder şekilde bilimi reddeden” “cahiller” olarak yaftalayabiliyor? (3)
Astrotürf (kime denir buradan okuyun, 4) ve troller (5, 6) de bunu kendilerine yeşil ışık olarak görüp sosyal siteler ve forum alanlarında, aşıya bağlı beyin özrü geliştirmiş çocukların genetik mutantlar, çocuğunun aşılardan zarar gördüğünü söyleyen annelerin ise “yalancı” ve “cadı”olduklarını ileri sürüyorlar. (7)
Suç Atma ve Yaftalama Yarışında Başı Çeken Pediyatrist
UCLA Üniversitesi’nin önde gelen pediyatrist ve enfeksiyon hastalıkları uzmanı Dr. James Cherry, (8) çıktığı TV programında kamuoyu önünde alenen bu suç atma ve yaftalama oyunun bir parçası olarak, devletin önerdiği ve aralarından KKK’nın da olduğu 16 aşıyı 69 doz halinde çocuğuna vurdurmayı reddeden anne-babalara hakaretler savuruyor.
Dr. Cherry’nin ifadelerinden bazıları şöyle: “Hakikaten kafası hiç çalışmıyor bu insanların,” (9) ve “Bazı insanlar gerçekten de inanılmaz bencil olabiliyor.” (10)
İsim takma ve yaftalama elbette insanların dikkatini habire sınıfta kalan, korumayan aşılar ve kendi kendine çözülüp dağılmakta olan sürü bağışıklığı efsanesiyle ilgili uygunsuz gerçeklerden başka yöne çekmek için iyi bir yol. (11)
Aşılanma Oranı Hayli Yüksek ABD Popülasyonu
Şöyle ki: 2014 yılında Amerika’da bildirimi yapılmış 644 kızamık vakası var, (12) oysa anaokuluna başlayan çocukların %95‘i iki doz KKK aşısı almış durumda (13), aynı şekilde 13 ila 17 yaş grubu okul çağı çocuklarının da %92‘si iki doz KKK ile aşısı tam çocuklardan oluşuyor. (14)
Ayrıca, ABD’de üç yaş altındaki çocukların yalnızca %1‘i hiç aşılanmamış çocuklardan oluşuyor, yüzde92‘si ise en az bir veya daha fazla KKK aşısı almış durumda. (15) Bazı eyaletlerde, KKK ile aşılanma oranları yüzde 100‘e yaklaşıyor. (16)
Dr. Cherry’ye göre aşılanma oranı yüzde 90’ın üzerinde olduğu takdirde kızamık için sürü bağışıklığının devrede olduğunu söyleyebiliyoruz. (17) Ve fakat tek doz KKK aşılaması için bu durum Amerika’da 1981 yılından beri geçerli zaten (18) ve iki dozluk KKK uygulaması için de 2000’den beri geçerli, kaldı ki CDC’nin tam da bu yüzden 2000 yılında kızamığın ABD’de kökünün kazındığını ilan etmişliği vardır. (19)
Fakat belli ki ABD’de kızamık eradike filan edilmiş değil, tıpkı bunun başarılabildiği başka bir ülke de olmadığı gibi… En son bilimsel kanıtlara göre zaten dilerseniz dünyadaki herkesi,–kadın, erkek, çoluk çocuk– dilediğiniz dozda aşılayın KKK ile, kızamığı ortadan kaldırmanız mümkün değil.(20, 21, 22, 23)
ABD’de epi topu 51 kızamık vakası için koparılan bu yaygaranın nedeni nedir?
İşe Yaramayan Grip Aşıları
Belki kamuyounun ilgisinin sadece bu sene milyonlarca Amerikalı’nın korumayan grip aşılarını olduğu ve bu işe yaramayan grip aşılarını olmadıkları takdirde sağlık çalışanlarının işten atıldıkları gibi gerçeklere odaklanması yerine Disneyland’daki bir avuç kızamık vakasıyla oyalanması işlerine geliyordur halk sağlığı yetkililerimizin. (24, 25)
Bu seneki grip aşısını olduysanız, dolaşımdaki influenza suşuna karşı sizi hiçbir şekilde korumayacak mesela. (26, 27, 28) Daha fenası, senelik grip aşılarını ne kadar sık olursanız korunma şansınızın bir o kadar düştüğü bilimadamları tarafından teyit edilmiş durumda! (29, 30)
Aşıyı olup da belirti geliştirmediği veya sadece hafif grip berlirtileri oluştuğu için virüsü “shedding” dediğimiz yolla etrafa yaydıklarından, insanlara bulaştırdıklarından bihaber şekilde okuluna giden, çarşı pazar alışverişini yapan, hastanede, klinikte çalışan kaç kişi vardır dersiniz? (31, 32)
Ve tabii kimbilir kaç çocuk o burunlarına sıkılan canlı influenza virüslü grip aşısından hasta oluyor (33) veya canlı aşı virüsünü etrafındakilere bulaştırıyor?! (34, 35)
Korumayan Boğmaca Aşısı
Boğmaca aşısı da sınıfta kalan aşılardan. (36, 37) Tıpkı kızamık gibi son yıllarda Kaliforniya ve diğer eyaletlerde hem çocuklar hem de yetişkinlerde ‘B. Pertussis’ ile boğmaca enfeksiyonu vakalarında büyük artış gözleniyor ve boğmacaya yakalananların pekçoğu aşılı. (38, 39)
30 sene önce de boğmaca salgınları için durum aynıydı ABD’de. (40, 41)
Bilimadamlarının bunca zamandır yazıp çizdiği gerçeği halk sağlığı yetkililerinin anca kabul ettiğini görüyoruz: boğmacaya karşı tam aşılı olsanız da boğmaca geçirebilir, ve fakat hastalığınız atipik veya belirtisiz seyredebilir ve boğmacayı aşılı veya aşısız kişilere bulaştırabilirsiniz. (42, 43, 44)
Esasına bakılacak olursa Dr. Cherry bizzat kendi kabul ediyor Amerika’da okul çağındaki çocukların yüzde 95 ve hatta daha fazlası çoklu kereler boğmacaya karşı aşılanmış olmalarına rağmen (45) her yıl teşhis almayan milyonlarca B. Pertussis boğmaca vakası yaşandığını. (46)
2013’te Dr. Cherry şöyle yazıyor, “Ne B. Pertussis enfeksiyonu ne de pertussis (boğmaca) aşısı uzun vadeli bağışıklık sağlar. Enfeksiyon ve hastalık yaşam boyu, her yaşta tekrar tekrar geçirilir.”(47) Bu demektir ki, boğmaca aşılamasıyla sürü bağışıklığı sağlama efsanesini çöpe atabiliriz. (48)
Korumayan Kızamık Aşısı
Boğmaca veya grip salgınları için aşısızları suçlamak pek bilimsel değil gördüğümüz gibi. Kızamık salgınları için aşısızları suçlamak da aynı şekilde.
Kaliforniya’da geçtiğimiz sene yaşanan bazı salgınlarda kızamık geçirenlerin neredeyse yüzde 20’si aşılıydı. (49) CDC’ye göre Disneyland’deki vakaların yüzde 12’si aşılı, hatta bazıları KKK’dan en az 2 doz almış gözüküyor. (50)
Kızamık aşısıyla sürü bağışıklığı sağlama efsanesi de ilmek ilmek çözülmekle meşgul. (51, 52, 53) Halk sağlığı hekimleri kızamık aşısıyla bağışıklamadaki sızıntıları nasıl açıklasak diye çabalamaktalar (54, 55) ve bula bula şu sudan bahaneyi bulabilmiş durumdalar. Diyorlar ki, efendim kızamık aşısının sağladığı bağışıklık zamanla azalıp yok olduğundan her 10 aşılı yetişkinden 1’i kızamık enfeksiyonuna açık durumda şu an. (56) Bu fenomene de “bağışıklığın zamanla kaybolması”(waning immunity) diyorlar. (57)
Ufukta Ek KKK Dozları mı Var?
Şimdi asıl bombaya hazır olun: Dr. Cherry geçen hafta bir TV kanalında yayınlanan röportajında bu “kızamığa karşı azalan bağışıklık” fenomeni karşısında çözümün yetişkinlere verilecek ek KKK aşıları olduğunu söylüyor. (58, 59) Tabii ya, haydi milyonlarca Amerikalı’ya birkaç doz KKK daha dayatalım, Merck hissedarlarını iyice bir mutlu edelim. (60)
İyi de Dr. Cherry kimi kandırdığını sanıyıor? Yetişkinleri öyle kolay kolay yakalayıp aşılayamayacaklarını hepimiz biliyoruz—tabii işten atmakla, sağlık hizmeti vermemekle veya hapse atmakla tehdit etmediğiniz sürece—o yüzden benim tahminim bu bahsi geçen üçüncü KKK dozu büyük ihtimalle lise öğrencilerini ve üniversite eğitimi almaya çalışanları hedef alacak. (61)
Dr. Cherry’nin Disneyland’deki kızamık vakaları ile ilgili öne sürdüğü çözüm bana doktorların 1990‘da halka ‘efendim bu tek doz KKK’nın ömür boyu bağışıklık sağlamayacağını fark edememişiz n’apalım, o yüzden çocuklar bir ikinci doz daha alacak KKK’dan’ dedikleri zamanı hatırlatıyor. (62)
Kızamık Aşısıyla ilgili Uygunsuz Bilimsel Gerçekler
Disneyland ve hatta dünyada görülen kızamık vakalarıyla ilgili nahoş bilimsel gerçek şu ki, halk sağlığı hekimleri aşılanmış insanlardan kaçı kızamığı belirtisiz veya çok hafif belirtilerle geçirecek ve etrafındakilere bulaştıracak, bilmiyorlar. (63)
Resmi sağlık yetkilileri aşılanmış kişilerin rutin kontrolünü yapıp asemptomatik (belirtisiz) veya atipik kızamık geçirip geçirmediklerini ve bunu başkalarına bulaştırıp bulaştırmadıklarını takip etmiyor.
Dahası, canlı kızamık aşısını almış kişilerin aşı virüsünden kızamık kapabildiğini ve shedding dediğimiz etrafa canlı organizma saçma yoluyla aşı virüsünü temaslılara bulaştırabildiğini gösteren bilimsel çalışmalar da mevcut. (64, 65, 66) Halk sağlığı yetkilileri, canlı KKK aşısı olmuş kişileri aktif izleme alıp aşı tipi virüsle enfeksiyon olup olmadığını, shedding’in gerçekleşip gerçekleşmediğini ve hastalığın başkalarına bulaşının sözkonusu olup olmadığını araştırmıyor bile.
Bu kızamık mı yoksa başka bir şey mi?
Hekimlerin ve ebeveynleri çoğu CDC’nin şu ihtarından habersiz: “Salgın durumunda hastalığı kontrol altına almak için kızamık aşısı uygulanmaktadır ve böyle durumlarda aşı reaksiyonları yanlışlıkla kızamık enfeksiyonu olarak kayda geçirilebilmektedir.Kızamık aşısı olanların küçük bir bölümünde aşılamadan 10 ila 14 gün sonra döküntü ve ateş görülebilmektedir.” (67)
Evet, KKK aşısı aynı kızamığa benzer aşı tipi kızamık enfeksiyonuna yol açabiliyor. (68) Artı, aynen kızamık gibi döküntü, ateş ve konjunktivit belirtileriyle seyreden adenovirüs enfeksiyonları gibi sık görülen başka viral enfeksiyonlar da var (69, 70) ve son derece pahalı RNA laboratuvar testiyle teyit edilmedikçe bu enfeksiyonların gerçekten doğal virüsten kaynaklı kızamık olup olmadığı tam anlaşılamıyor ve olgular yanlışlıkla kızamık teşhisi alabiliyor. (71)
Kaliforniya Eyaletindeki Aşı Ret Hakkını Gasp Etme Planları
Ve şimdi ikinci bombaya hazır olun, en azından Kaliforniyalılar gardlarını alsınlar: 2013’te aşısız çocukların devlet okullarına kayıt olabilmek için kullanabilecekleri tıbbi nedenler dışındaki aşı ret hakkı seçeneklerine kısıtlama getirilmesi amacıyla düzenlenen bir yasa teklifi için lobi faaliyeti yürüten pediyatrist politikacı Dr. Pan, yerel bir gazeteye verdiği röportajda ebeveynlerin çocukları için aşıların yarar ve zararlarını tartıp kendi hür iradeleriyle aşı konusunda bir tercih yapma haklarına daha da zarar verecek yeni bir yasa tasarısı üzerinde çalışmakta olduğunun müjdesini verdi. (72) Kaliforniya eyaletinin sağlık yetkilileri dini ve felsefi aşı ret hakkını kaldırıp, kimin eğitim hakkından yararlanıp yararlanamayacağı kararını Dr. Pan ve Dr. Cherry gibi doktorların insafına mı bırakacak, göreceğiz.
Disneyland Bahane, Kale Direklerini Oynatmak Şahane
Disneyland’le bağlantılı olduğu öne sürülen bu 51 kızamık vakasıyla ilgili bir kaşık suda koparılan fırtınanın (73) halk sağlığını koruma çabasından ziyade, işe yaramayan/korumayan aşıların başarısızlığını gizleme ve aşıyla sürü bağışıklığı sağlama efsanesinin yıkılmakta olan kumdan kalesini toparlayıp destekleme telaşı olduğunu biliyoruz. Kendilerine ve sürekli oynattıkları kale direklerine (74) bekledikleri akıldışı itimatı reddeden ve bunun yerine düşünmeyi ve rasyonel şekilde hareket etmeyi seçen bir avuç anne-babayı suçlama telaşındaki defansif doktorları görüyoruz. (75)
O üçüncü KKK dozu Amerika’ya geliyor evet, hem de ilaç sanayiinin önderliğinde aşılar da dahil olmak üzere aldığı herhangi bir medikal risk konusunda aydınlanmış rıza hakkını kullanma taraftarı olan tüm Amerikalıları şeytanlaştıp cezalandırmaya çalışan muazzam boyutta lobi faaliyetleri ile birlikte. (76, 77, 78) Devletin sürekli genişleyen mecburi aşılar listesindeki her bir dozu harfiyen almayanları devre dışı bırakmaya yönelik çağrılar en üst perdeden yapılmakta. (79, 80) Aşısız olanların bir vatandaşlık hakkı olan eğitim-öğretim haklarının ellerinden alınması, tıbbi bakım görme haklarının engellenmesi, aşısız olanların işlerine son verilmesi ve diğer pekçok vatandaşlık ve insan haklarının ayaklar altına alınması planlanmakta.
Amerikalılar bir seçim yapmak durumunda
Taraflar belli oldu ve kılıçlar kınından çekildi artık. Amerikalılar karar vermek durumunda: Hangi aşıyı satın alıp neyi yaptırıp yaptırmayacağımıza özgür irademizle karar verme hakkımızı savunacak mıyız, yoksa hertürlü yasal kovuşturmadan muaf ilaç firmaları ve resmi sağlık yetkililerinin bu özgürlüğü elimizden almasına izin mi vereceğiz? (81)
NVICAdvocacy.org adresine gidip yaşadığınız eyalette aşı ret hakkınızı korumak için neler yapabileceğiniz hakkında bilgi alın. NVIC.org adresinden kızamık ve aşısının taşıdığı riskler ve oluşlabilecek komplikasyonlar neler, öğrenin. Ve eğer çocuğunuz aşılandı, fakat buna rağmen hastalıktan korunmadıysa veya aşıdan zarar gördüyseniz NVIC’a durumunuzu bildirebilir ve deneyiminizi başkalarıyla paylaşabilirsiniz.
Kuvvetli bir suçlama bu, sansasyonel, provokatif. Sahtecilik, dolandırıcılık dendiğinde akla gelen resim nedir mesela? Gözünü para hırsı bürümüş, kendisinin ve dar çevresinin çıkarını daha geniş kitlelerin önünde tutmuş adamlar canlanır gözümüzde. Ya maskenin ardındaki bir kadınsa? CDC’nin hizmet düsturu “Hayat kurtarmak. halkı korumak”la yükümlü kadının ta kendisiyse? Risk altına sokulan o geniş kitle yenidoğanlarımız, bebeklerimiz, çocuklarımızdan oluşuyorsa?
Bugün tüm kadınlara sesleniyorum. Bu haberiduyun. En temel içgüdülerinizin iliklerine işlesin. Ve bu kadarı da fazla, yeter artık! deyin.
Bu hafta, ortodoks tıbbın kutsal aşı mabedinin yobazlarını hesap vermeye çağırıyoruz.
Dr. Brian Hooker, KKK çalışmasının orijinal veri ve belgelerini Bilgiye Erişim Özgürlüğü yasası yoluyla istetince, CDC’nin Bağışıklama Programı Güvenlik Birimi çalışanlarından Dr. William Thompson vicdanına yenik düşüyor ve kendisine çok önemli itiraflarda bulunuyor. Bu belgeler, Amerika’daki siyahi erkek çocuklar için otizm riskinde oluşan %340’lık artışın, bilimsel sahtekarlığa imza atılarak nasıl çalışma sonuçlarına yansıtılmadığını gösteriyor. Yeni ele geçirilen ve Dr. Thompson’ın bu bulguya dair görüşlerini aktardığı mektuba CDC’nin yanıtı, aşının sebep olduğu zararın izlerini ortadan kaldırmak için geriye dönük olarak çalışma verilerini değiştirmek oluyor. CDC’nin bu bilgiye haiz olduğu halde saklama yoluna gittiğini gösteren 2004 tarihli bu mektup aynı zamanda, CDC’nin o dönemki şefi Dr. Julie Gerberding’in, Merck’ün Aşı Departmanı’nın başına geçmeden önce yalan beyanda bulunduğunu kanıtlıyor. [Merck’ün aynı zamanda dünya KKK aşısı piyasasında lider konumda olduğunu bu noktada hatırlatmak gerekir.] Dr. Hooker, çalışmanın protokolüne sadık kalarak bu defa üzerinde oynanmamış, orijinal verilerle yaptığı hesaplamaların sonuçlarını burada yayınlamış durumda.
Dünyanın dört bir yanındaki ebeveynlerin 7 onyıldır bildiği ve temel bilimlerin de desteklediği gibi, evet, aşılar otizme yol açıyor. Yapılması gereken en temel çalışma, yani geriye dönük olarak aşılı ve aşısız çocuklarda görülen otizm oranlarını karşılaştıran vaka kontrol araştırmasını CDC istediği kadar yapmayı reddetsin, bilim bu bağlantıyı yıllardır gösteriyor zaten. Bu konudaki tartışmaları paralize etme çabası aşikar olan Tıp Enstitüsü (IOM) ise aralarında bizzat bu çalışmanın da olduğu 4 çalışma, bunun yanında dolandırıcılık suçundan hala aranmakta olan firari doktor Paul Thorsen‘ın çalışması ve bir de KKK aşısı sonrası %50’nin üzerinde otizm regresyonu gösterdiği halde ‘bağlantı olmadığını kanıtlıyor’ diye lanse edilen bir çalışmaya daha dayanarak aşıların otizme yol açmadığını ilan etmiş durumda. İlaç endüstrisinin çek defterinden bağımsız yapılmış analizler ise aşılar ve otizm arasında istatistiksel olarak önem arz eden bir bağıntı ortaya koyuyor ve otizmin önlenmesinin daha az hatta hiç aşı olunmamasından geçtiğini gösteriyor.
Herkese tek beden elbise anlayışıyla yürütülen bu farmakolojik saldırının çirkin yüzünü görmenin zamanı geldi artık. Zararsız aşı diye bir şey olmadığı gibi “ağırdan alınacak veya alternatif bir takvimle uygulanabilecek” aşılama diye bir şey de yok, zira aşılama dediğimiz şey bağışıklanmanın bir bireyden diğerine değişiklik gösteren yapısını hiçe sayan köhne bir yanlış anlayış üzerine kurulu. Metaller, antibiyotikler, kimyevi koruyucular ile manipüle edilmiş hayvan ve insan dokularının insan ekolojisinde asla yeri yok. İşte bu uyumsuzluğu şimdi insan türünün neredeyse tersine evrime dönüşmüş içleracısı halinde; kuşaktan kuşağa aktarılmakta olan mitokondriyal işlev, detoks kapasitesi ve mikrobiyota destekli bağışıklıktaki çözülmeyle görüyoruz.
Şaşırdık mı?
Tam bir vücut bombası sayılabilecek KKK aşısındaki rekombinan [farklı biyolojik türlerden elde edildikten sonra genetik mühendisliği yoluyla birleştirilen] insan albümini, fötal buzağı serumu ve civciv embriyosu fibroblastlarının yanısıra henüz varlığı dahi bilinmeyen retrovirüslerin türlerarası aktivasyonu, moleküler benzeşme [molecular mimicry] ve kullanılan enfeksiyöz virüsün virülansının yeniden aktivasyonu ihtimali bulunmakta, kaldı ki bu risklere dair tıbben hiçbir çalışma yapılmamıştır dahi. Ortodoks tıp, özellikle de enfeksiyonel hastalıklar dalı ortaya konulan yeni bilimsel gerçeklerden hala bihaber; herbir bireye göre ayrı risk analizi yapılmasının şart olduğu bu çalışmalarla ortaya konmuş durumda. Aşı denilen tıbbi müdahale için ne bir öntarama yapılıyor ne de kişilerin genetiği, yaşam tarzı veya bağışıklık sisteminde değişiklik olduğunu gösteren belirti taşıyıp taşımadığına göre bireysel uygulamaya gidiliyor. Elimizde tek beden bir kask var, bunu uydurmak için önümüze gelen çocuğun kafasına çekiçle çakıyoruz, bu barbarca işlem sırasında aralarından bir kısmının yaralanacağını ve hatta öleceğini gayet iyi bildiğimiz halde … Buna bir de gebelikte annenin yetersiz beslenmesini, ameliyatla gerçekleştirilen doğumları, formül mama kullanımını, ultrasonu, pestisitleri ve Paracetamol gibi farmasötik ilaç kullanımını ekleyin, eh, tüm bunların birbiriyle oluşturduğu sinerjik etkiye bağlı riskleri görmezden gelmekte ısrar eden bir toksikoloji modelini de ancak bir yere kadar savunabiliriz herhalde.
Ortaya yeni çıkan bir diyagnoz; Kızamığa Bağlı Nöro-otistik Ensefalopati [ Measles-Induced Neuroautistic Encephalopathy (MINE)], kızamığın en ağır komplikasyonu olan ve kızamık virüsünün vücuttan temizlenememesi sonucu oluşan Subakut Sklerozan Panensefalit’in [Subacute Sclerosing Panencephalitis (SSPE)] bir varyantı gibi gözküyor. İşe bakın ki bu MINE denilen yeni hastalık, sadece KKK ile aşılanmış çocuklarda görülüyor. MINE ve SSPE hastalıkları henüz olgunlaşmamış veya bir şekilde baskılanmış immün sisteme sahip çocuklarda ortaya çıkıyor. Aşı yapacağı çocukları bu risk faktörleri açısından değerlendiren sağlık çalışanı var mı acaba? Bu değerlendirmeyi nasıl yapacağını bile bilen yokken?
Otizm, bugünün modern insanının sağlık amblemi. Bu çocuklar kömür madenindeki kanaryalar. Kovası zaten ağzına kadar dolmuş olanların, o son birkaç davetsiz damla da eklenince kovası taşıyor işte. Oksidatif hasarları, mitokondriya işlev bozuklukları, disbiyosisleri, beyin enflamasyonu ve otoimmün sorunları var bu çocukların. Aşıların icat edildiği dönemde ne beynin kendine ait bağışıklık sisteminden, ne bağırsaklardaki mikrobiyal evrenin bağışıklık sistemimizi yönettiğinden ne de vucüdumuzun orta yerindeki bu bakteri ve virüslerle elele çalışmamız gerektiğinden haberimiz vardı. Dışarıda yenilen hiçbir öğle yemeği, mikroplara karşı yapılan hiçbir taarruz yoktur ki sağlığımızı bozmasın.
Tufan
Anne-babalar hakikati görüyor artık. Baraj duvarındaki bu çatlak önünde sonunda alarm sirenlerini çaldıracak. Kadınları uyandırmak için. Annelik içgüdülerinden nasıl feragat ettiklerini ve artık söke söke gücü yeniden ellerine alma zamanının geldiğini onlara göstermek için. Dan Olmsted‘in dediği gibi:
Daha geniş bakacak olursak, ortodoks aklın siperleri uzun zamandır “sızdırıyor” zaten ve sadece “içeriden” sızanlarla sınırlı da değil bu. Başka hangi bilgiler mi sızdı bugüne kadar?
Yüksek risk istatisklerinin işaret ettiği, madalyonun diğer tarafındaki çocukların anne-babalarının bildikleri var – 12. ayda alınan KKK aşısı, hastalık, regresyon, otizm.
Diğer zamanlarda olunmuş başka aşılardan sonra aynını yaşamış anne-babalar da biliyor – başkalarının da başına gelmesin diye olan biteni anlatmaya, paylaşmaya çalışan anne-babaların sızdırdıkları da cabası.
Hayatın ilk ayında en yüksek doz etilcıvayı almış çocukların geri kalanlara oranla otizm riskinin çok daha yüksek olduğunu bulan CDC’deki orijinal Verstraeten çalışması var mesela.
New Jersey’nin Brick Township kasabasında fırlayan otizm oranlarını CDC’nin örtbas edişi var.
‘Az ya da sıfır aşı’ almış popülasyonlarda ‘az ya da sıfır’ otizm gösteren deliller var. Halk sağlığı yetkililerinin bu konuyu araştırmak dahi istememesi var.
Devletin regresyona girerek geliştirdiği otizmi aşıların tetiklediğini mahkemede kabul ettiği Hannah Poling davası var, hani sonra üzeri bir sır perdesiyle örtülen o dava…
Aşı “mahkemesi”nce verilen kararlarda hakkında ret kararı çıkmış binlerce otizm vakasını gösteren Yanıtlanmamış Sorular çalışması var.
SafeMinds kuruluşundaki ebeveynlerin on seneden uzun bir zaman önce otizmi “yeni bir çeşit cıva zehirlenmesi” olarak tanımlamış olması var.
KKK aşısındaki kabakulak kompanentini koruyormuş gibi göstermek için aşı üreticisi firmanın veride sahtecilik yaptığını söyleyen Merck çalışanı bilimadamları var.
1943 yılında tıp literatürüne geçmiş ilk otizm vakalarındaki ailelerin yeni kullanılmaya başlanan etil-cıvalı aşılar ve mantar ilaçlarına maruziyetini gösteren çalışmalar var.
Tıp endüstrisi ve cıva arasında, otizm tsunamisi Amerika’nın çocuklarını önüne katıp götürmeden çok önce bitirilmiş olması gereken ancak yarım binyıl süregiden aşk ilişkisi var.
En barizi – Kongre’nin bu ülkedeki yozlaşmış ilaç firmalarına yasal kovuşturmadan muafiyet tanıyıp da Amerika’nın aşı malülü çocuklarının ve bu yükün altında tökezlemekte olan ailelerinin sırtına bindirmesiyle birlikte takvime dolduruluveren aşılar ve aynı anda otizmde yaşanan patlama var.
Bı sızıntılar artık sele, sel de tsunamiye dönüşme yolunda, tıpkı otizm tsunamisi gibi ve sel dalgaları şu an elde ayakta ne kadar parmak varsa delikleri kapamaya çalışmakla meşgul olanların ördüğü inkar duvarını önüne katıp götürmekte.
En ilkel dürtülerine işlenmiştir annenin çocuğunu koruma içgüdüsü. Eskiden yavrusunu vahşi hayvanlardan, kışın soğuğundan korur, karnını doyurmak için yiyecek aramaya çıkardı anne. Bugünse biz annelerin o korku tanımaz gözüpeklik mertebesine ulaşmamız lazım yeniden. Şu “ilaç daya, öldür, baskıla!” refleksini bırakmamız, tabiatla beraber geçirmekte olduğumuz evrime saygı duymamız ve geçen her dakika bizi daha da hasta eden şu yıkık-dökük sağlık modelini artık reddetmemiz gerekiyor. İçinizdeki sesi dinleyin, derinlere inin, o korkusuzluk mertebesine ulaşın, Thompson marifetiyle ortaya çıkan bu gerçekler de ‘kendi’nize dönmek için yola çıktığınız bu yolculukta size güç versin.
27 Ağustos 2014 tarihinde Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi CDC‘den (Centers for Disease Control and Prevention) üst düzey bir bilimadamı, CDC’nin şu andaki ‘Bağışıklama Güvenliği’ direktörü Dr. Frank DeStefano‘nun da aralarında bulunduğu diğer bazı yetkililerle birlikte yürüttükleri ve 2004’te Amerikan Pediyatristler Birliğinin yayın organıPediatrics dergisinde yayımlattıkları KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısının güvenliğini ölçen bir çalışmada, çalışmanın tarafsızlığını sağlamak üzere baştan oluşturulmuş “sonuç protokolü”ne uymadıklarını, “istatistiksel önem arz eden verileri” kasıtlı olarak çalışmadan çıkarttıklarını itiraf etti. Kendisinin ifadesine göre, yaptıkları çalışmada, “belirli bir aşının, nüfusun belirli bir altgrubunda yarattığı etkiyi gösteren bulgular çalışmadan çıkartıldı”. İtirafı yapan Dr. William Thompson ayrıca, “aşıların risklerini doğru ve düzgün şekilde kamuoyuna aktarmak CDC’nin yükümlülüğüdür” diye de ekliyor avukatı aracılığıyla yayımladığı açık mektupta.
İşte o mektup:
Dr. Thompson’ın bu açıklamasına katılmamak mümkün değil; CDC yetkililerinin, bazı çocuklarda diğerlerine oranla daha yüksek gözlemlenebilecek aşı risklerini kamuoyundan kasıtlı olarak gizlememesi gerekir. Ne yazık ki, CDC yetkililerinin şeffaflıktan uzak, Amerikan ve dünya kamuoyundan aşıların riskleri ile ilgili gerçekte ne bilip ne bilmediklerini gizleyen tutumları uzun bir geçmişe sahip.
Geçtiğimiz temmuz ayında, CDC’nin bağlı bulunduğu Amerikan Sağlık ve İnsan Hizmetleri Dairesi (DHHS-Department of Human Health and Services) tarafından RAND Corporation‘a bütçe sağlanarak yaptırılan çalışma aşıların “son derece güvenli” olduğunu bulmuştu. Ancak bu çalışmanın dizaynının ve hakem kontrolünün bizzat CDC’nin Bağışıklama Güvenliği Direktörü DeStefano’nun da aralarında bulunduğu üst düzey CDC yetkilileri tarafından yapıldığı gerçeği kamuoyuyla paylaşılmamıştı.
Devletin önerdiği istisnasız her aşıyı, sorgu sual etmeden çocuğuna yaptırması emredilen anne-babalar için bu büyük bir problem.
Neden mi?
Çünkü,
– CDC’nin bağlı olduğu DHHS’nin aynı anda hem aşılara ruhsat veren hem de aşı güvenliğini denetlemekten sorumlu kurum olması,
– Aşıların hızlı ruhsatlandırılabilmesi (fast-tracking) için üretici ilaç firmalarından para alıyor olması,
– İlaç firmalarıyla ortaklaşa olarak aşı geliştiriyor ve bu aşıların satışından kar elde ediyor olması,
– Amerikan eyaletlerinde daha sonra yasallaştırılmak üzere uygulamaya sokulacak ulusal aşı politikalarını belirleyen idari kurum olması,
– Tüm bunların yanısıra, hangi çocuğun aşı mağduriyetinden dolayı tazminat alıp hangisinin almayacağına karar verici organ olması
açık bir menfaat ihtilafı (çıkar çatışması)nı gösterir. Bu, tek başına bir fedaral kuruma tahsis edilmiş gereğinden fazla güç demektir. Bu, tilkinin kümese bekçi yapılmasından başka bir şey değildir. Bu nedenle yıllardan beri Amerika’da gerek güvenilir aşı talebinde bulunan halk, gerek kongrede aşılar ve otizm ile ilgili soruşturmaları yöneten senatörler, gerekse aşağıdaki prezantasyonunda CDC’nin üretmiş olduğu bilimsel çalışmalardaki ağır kusurları ve hatta görevi suistimal vakalarını ortaya koyan çalışmalarıyla Dr. Brian Hooker gibi bilimadamları, aşıların güvenliğini denetleme yetkisinin derhal CDC ve DHHS’ten alınması gerektiği yönünde çağrı yapıyorlar.
Aşıların ta çiçek aşılamasından beri beyinde enflamasyona, gelişim geriliğinden tutun zihinsel engelliliğe kadar çok geniş yelpazede beyin özrü semptomlarına yol açtığı biliniyor. O yüzden de, Amerikan Kongresi ve ABD Yüce Mahkemesi’nin aşıları “kaçınılmaz olarak güvenli olmayan ilaç” olarak ilanı ile birlikte ilaç firmalarını, haklarında açılacak davalara karşı hukuki koruma altına alışı manidardır. Kaçınılmaz olarak güvenli olmayan aşıları olmak için imzaladığınız muvafakat formuyla birlikte bu riski göze aldığınızı resmi olarak kabul etmiş ve oluşabilecek yan etkilerden dolayı hak arama yolunu kendinize kapatmış oluyorsunuz. Amerika’da bugün aşıdan zarar gördüyseniz;
aşıyı geliştirenleri,
aşıya güvenli ve etkilidir diye onay vermiş devletin idari kurumlarını,
aşıyı ulusal takvime alıp önerenleri,
aşıyı pazarlayanları,
yasa yoluyla zorunlu tutanları,
aşılamayı yapanı, veya
aşı satışından kar elde edenleri,
jüri önünde yargılanmak üzere dava edemiyorsunuz.
Amerikan devletinin ilaç firmalarına sağladığı bu dokunulmazlığın ardında elbette, kendilerine karşı peş peşe açılan bireysel davalar nedeniyle ödemek zorunda kaldıkları milyonlarca dolarlık tazminat sonucunda, “çok ucuza” sattikları bu farmasötik ilaçlardan davalar nedeniyle yeterince kar edemedikleri gerekçesiyle devleti bu koşullarda Amerika’da aşı üretimi “iş”ine son vermek ve fabrikalarını Kanada’ya taşımakla tehdit eden ilaç firmalarının şantajı yatıyor. Toplum sağlığı çalışmalarının belkemiği olarak gördükleri aşılardan mahrum kalmayı göze alamayan Amerikan devleti de, çıkardıkları 1986 tarihli yasayla, aşı üreticilerine tam hukuki koruma sağlıyor. Bu korumayla birlikte Amerikan aşı takvimi hızla genişleyerek, önerilen aşı sayısı hızla 3 katına çıkıyor.
CDC’nin kendi bünyesinden üst düzey bir bilimadamının aşı riskleriyle ilgili verilerin halktan gizlendiğini itirafı, anne-babaların bugüne kadar dile getirdikleri aşı güvenliğiyle ilgili endişelerin haklılığını bir kez daha ortaya koyuyor, ancak burada altının çizilmesi gereken nokta, bunun CDC’nin benzer şekildeki ilk icraati olmayışı.
Yakın geçmişten birkaç örnek vermek gerekirse;
– CDC, Thimerosal-Otizm bağıntısını gizliyor: Biomed Research International adlı dergide bu yıl yayımlanan, yazarları arasında yine Dr. Brian Hooker ve Amerikan otizm camiasının yakından tanıdığı simaların da yer aldığı, “Aşılardaki thimerosal’ı güvenli göstermek için yapılmış araştırmalarda saptanan metodolojik sorunlar ve görevi suistimale dair kanıtlar” başlıklı çalışma, CDC’nin aşılardaki cıva (thimerosal) ile otizm bağlantısını aktif şekilde örtbas etmeye yönelik faaliyetlerini ikna edici kanıtlarla ortaya koyuyor.
Bu noktada, CDC’nin aşıların otizme yol açmadığını kanıtlamak için bugüne kadar sadece aşılarda kullanılan tek bir madde, thimerosal adlı etilcıva ve takvimdeki 14 aşıdan da sadece tek bir aşı, KKK‘ya baktığını, ne thimerosal ne de aşıların içinde kullanıldığı bilinen diğer 40′a yakın maddenin birlikte kullanıldığında yaratacağı sinerjik etkileşimi ne de takvimde yer alan tüm aşılar ve bunların toplam dozajının bebek ve küçük çocuklarda kümülatif ve sinerjik etkisinin çalışılmamış olduğunu hatırlatmak isterim.
Thimerosal’ın otizme yol açmadığını kanıtlamak için bizzat CDC tarafından yaptırılan toplam 6 çalışma var. Bu çalışmalardan biri, bir önceki yazıda ele alınmış Verstraeten çalışması. Bir diğeri ise, Dr. Brian Hooker’ın aşağıdaki prezantasyonunda ele aldığı, thimerosal maruziyeti arttıkça otizm riskinin azaldığı(!) sonucuna varan Price ve arkadaşlarının çalışması. Yine bir diğeri, CDC’den araştırma için tahsis edilen bütçeden kendi hesabına 1 milyon dolar geçiren Danimarkalı Dr. Paul Thorsen‘ın baş yazarlarından biri olduğu Madsen ve arkadaşlarının çalışması. Dr. Thorsen ayrıca yine CDC için yapılan, KKK aşısı ve otizm arasında bağlantı olmadığı sonucuna varan bir başka çalışmanın da yazarları arasında. Yüzlerce seneyle ifade edilen hapis cezası istemiyle halen Amerika’ya iadesi beklenmekte olan Thorsen’ın aşı-otizm ilişkisi yoktur savına en büyük katkıyı sağlayan bu iki büyük çalışması ise yayımlanmış oldukları dergilerden geri çekilmek yerine CDC tarafından hala referans olarak gösterilmekte.
Amerikan kongresi alt komisyonunca da incelenen ve içerdiği ağır kusurlar nedeniyle büyük eleştiri alan bu 6 çalışmanın tümüyle ilgili tespit edilmiş metodolojik kusurlar, veri manipülasyonu, çalışma yazarlarının ilaç firmaları ile finansal ilişkileri konusunda okuma yapmak için çalışmanın orijinalini buradan görebilir veya Greenmedinfo tarafından hazırlanmış özetine ulaşabilirsiniz.
Çalışma yazarları şu değerlendirmede bulunuyorlar:
“Değerlendirmeye alınan yayınlardan 5’i doğrudan, ana misyonu aşı promosyonu olan CDC tarafından sipariş edilmiş olduğundan menfaat çatışması ve çalışmada yanlılık ihtimali gündeme gelmektedir. Bu çalışmalarda aşılardaki Thimerosal’un ağır nörolojik bozukluklarla ilişkisi ortaya çıktığı takdirde, bu bulguların CDC’nin yürüttüğü aşı programına zarar verebileceği göz önüne alınmalıdır.”
– CDC, Polio aşılarının kanser ilişkisini gösteren websayfasını “yok ederken” yakalanıyor: CDC geçtiğimiz yıl kendi websitesinde yer alan, 98 milyon Amerikalıya kanserle ilişkilendirilmiş maymun virüsü SV-40 ile kontamine polio aşılarının verildiğini kabul ettikleri sayfayı silerken yakalanmış ve gelen tepkiler üzerine sayfa yeniden oluşturulmuştu. Polio aşıları ve SV-40 kontaminasyonu ile ilgili yazıya buradan ulaşabilirsiniz.
Açıkça görülen şu ki, şayet aşılarla ilgili gerçekler açığa çıkmış olsa, mesela tıp literatüründeki aşıyla ilşkisi bilinen 100’den fazla yan etki ve/veya hastalık ve hani sadece kalıcı beyin hasarı (otizm spektrumu bozuklukları) da değil, örneğin ani bebek ölümlerinin aşıyla ilişkisi bilinse, hem bunları çoğu kez kanunsuz şekilde dayatan sağlık kurumları hukuki olarak zarardan sorumlu konumuna düşmesi (ki bu da teorik olarak trilyonlarca dolarlık tazminat demektir) hem de aşı malülü çocukların ebeveynlerine yaşatılan Stockholm Sendromunun kabından taşıp yaşanan bunca acı, eziyet ve öfkenin CDC, Medya ve İlaç Endüstirisi’nin elbirliğiyle kurduğu kağıttan kulenin bir gecede yerle bir olması işten bile olmayacaktır. İşte o yüzden aradan geçen 14 seneden sonra çektiği vicdan azabına yenik düşerek, ağır otizmli evlat sahibi Brian Hooker’a CDC’deki iç yazışmaları ve gizli belgeleri ulaştıran bilim doktoru William Thompson’un ortaya çıkardıkları çok önemli.
Geçtiğimiz iki hafta içinde olaylar kısaca şu şekilde gelişiyor:
CDC’nin verilerini yeniden analiz eden Dr. Brian Hooker, KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısını 36. aydan önce olan çocuklarda otizm gelişme riskinin istatistiksel olarak önem arz edecek şekilde arttığını buluyor. [1]
Risk artışı en fazla siyahi erkek çocuklar için geçerli; 36 aylıktan önce KKK ile aşılanmış bu çocuklarda otizm görülme riski, eşleştirildikleri kontrol grubundakilere göre 3.4 KAT daha fazla. [1]
Çalışmaya dahil edilen TÜM çocuklar için, 36. aydan önce aldıkları KKK aşısının otizm riskini arttırdığı görülüyor. [1]
Dr. Hooker’a bu sorunu işaret eden, CDC için 2004 yılında yürüttükleri ve 36. aydan önce yapılacak KKK aşılamasının otizm riski oluşturmadığını gösteren çalışmanın yazarlarından, kadrolu CDC çalışanı Dr. William Thompson oluyor. Dr. Thompson halen CDC’de, “itirafçı” koruması altında görevine devam etmekte. Dr. Thompson, Dr. Hooker’a CDC’deki araştırmacıların siyahi erkek çocuklar için hayli yükselen bu risk oranını 2001’den beri bilmelerine rağmen bilinçli olarak üzerini örttüklerini açıklıyor. [2]
CDC, ilk KKK dozunu 36. aydan önce alan siyahi erkek çocuklarda otizm riskinin arttığını inkar etmeyen bir açıklama yayımlamış durumda. [3]
Dr. Hooker’ın analizi siyahi erkek çocuklar için 3.36’lık bir Rölatif Risk (RR) gösteriyor. Rölatif Risk seviyesi p=0.0019’lık istatistiksel önemde, bu da Dr. Hooker’ın bulgularının şansa bağlı olma olasılığının yaklaşık 1.000’de 1 olduğu anlamına geliyor.
Bilimsel araştırma metodolojisinde “p”, olasılık demek. Bir şeyin “istatistiksel olarak önemli” olduğu söyleniyorsa, veri analizinde belirli bir olasılık düzeyi gösterilmiş demektir. Sonuçların anlamlı olması veya “istatistiksel olarak önemli” sayılabilmesi için .05’lik bir olasılık değeri gerekir. .05’lik olasılık, gördüğünüz şeyin gerçek olduğuna, şansa bağlı oluşmadığına %95 oranında kesinlik kazandırır. 1.000’de 1’lik bir seviye ise gördüğünüzün gerçekliğini ve şansa bağlı olmadığını %999 oranında garantiler.
Veriler üzerinde yapılan bu yeni analiz önemli çünkü 2004’te, CDC araştırmacıları aynı verileri kullanarak yayımladıkları çalışmada otizmli çocuklar ile kontrol grubu (otizm teşhisi olmayanlar) arasında KKK aşısı zamanlaması bakımından istatistiksel önem bulunmadığını iddia etmişler ve 9 Şubat 2004’te bu bulguları Tıp Enstitüsü’nün (IOM) Bağışıklama Çalışmaları Güvenlik Değerlendirmesi Komisyonu’na sunmuşlardı. Dr. Thompson’ın ortaya çıkması için uğraş verdiği gerçek, CDC yöneticilerinin tamamen bilgisi dahilinde çalışma sonucunu etkileyecek veri manipülasyonunun kendi mesai arkadaşları tarafından bilinçli olarak yapılmış olması ve kendisinin de buna alet olması.
Bu çalışma, Pubmed’de tam 91 başka hakemli çalışma tarafından referans olarak gösterilmiş. Hakemli dergilerde çıkan aşı, aşı güvenliği ve aşılarla otizm ilişkisine dair çalışmaları inclediğinizde çoğunun bu düzmece çalışmadaki yazarlar tarafından yapılmış olduğunu görürsünüz. Bu durumda aşı-otizm bağlantısını araştırmış komple tüm çalışmaların sorgulanması gerekir. Çocuğunun sağlığı için karar vermeye çalışan aileler, aşı politikalarını belirleyen, hangi aşıların takvime ekleneceğine karar veren idari merciler ve tıp çalışanlarının hepsi bu çalışmalara dayanarak hüküm veriyor. Bu araştırmalar sadece Amerika’yı bağlamıyor, tüm dünyada kararlar bunların sonucuna göre belirleniyor. Bu ne tek bu çalışmayla ne de sadece Atlanta’daki siyahi Amerikalı çocuklarla ilgili bir durum.
Dr. Hooker’ın bulguları ile ilgili en önemli noktalardan biri şu:
Evet, doğru duydunuz. Arada hiçbir fark yok. CDC’nin araştırmacıları da aynen “eşleştirildikleri kontrol grubuna göre otizm teşhisi almış çocukların yüksek oranda 36 aydan önce aşılanmış olanlar olduğunu” buluyor. Hatta bu bilgi, 2004 Tıp Enstitüsü (IOM-Institute of Medicine) kongresinde çalışmanın sonuçlarını sunan Dr. Frank DeStefano tarafından açıklanıyor.
DeStefano IOM’e, KKK aşısını 36 aydan önce olmuş çocuklarda, 36 aydan önce bu aşıyı olmamış yaşıtlarına göre daha fazla otizm görüldüğünü söylüyor. Fakat aynı çalışma Pediatrics dergisinde yayımlandığında bu bilgiyi göremiyorsunuz.
Bir diğer önemli nokta da, Dr. Hooker’ın bildirdiği rakamların Rölatif Risk’i göstermesi. Kontrol grubundakiler için rölatif risk değeri 1.0. Vaka grubundakiler için risk yüzdesindeki artışı görmek için, vaka grubundaki risk (3.36)’dan kontrol gurubu risk oranı (1.0)’ı çıkartıyoruz. Bu durumda siyahi Amerikalı erkek çocuklardaki yüzde artışı 2.36 olarak karşımıza çıkıyor; yani bu çocuklar için otizm riskindeki artış %236.
%236’lık bir artış oldukça önemli bir oran (p=0.0019) ve CDC tarafından bu gerçeğin gizlenmesinin izah edilebilir yanı yok.
Şimdi bu %236 risk artışının gerçek yaşamda gerçek çocuklar için ne anlama geldiğine bakalım:
Stats.org sitesine göre, “geniş bir popülasyonda risk oranlarında ufak bir artış pekçok ölüm vakasıyla sonuçlanabilir”, ya da mevcut durum için konuşacak olursak çok daha fazla otizm vakası oluşabilir.
Ancak biz burada öyle küçük bir artıştan da değil, siyahi erkek çocuklar için tam %236’lık bir artıştan bahsediyoruz. Peki bu ne demek?
CDC’nin Amerika’daki otizm oranları ile ilgili bildirimlerinde de büyük sıkıntı var ancak yine de Amerika’da 18 yaş altı, karma ırktan olmayan, sadece siyah erkek çocukların nüfustaki payı ve şu anda açıklanmış olan mevcut otizm oranları ve bunların senelik artış hızı ile birlikte elimizdeki %236’lık artış payını hesaba katarsak, her 100.000 siyahi erkek çocukta fazladan 3.469 otizm vakası yaşanıyor, toplamda ise bu rakam 100.000 siyahi erkek başına 4.939 otizm vakası ediyor.
Siyahi erkek çocuk nüfusu toplamda yaklaşık 5 milyon olduğuna göre, takvime uygun olarak KKK aşısı olmanın sonucunda otizm teşhisi almış çocuk sayısı 246.950 oluyor.
250.000 yaşam demek bu. 250.000 aile…
CDC bilimadamları bu riskten haberdar oldukları 2001 tarihinde gerçekleri açıklamış olsaydı en az 250.000 siyahi erkek çocuğun otizm teşhisi alması önlenebilirdi.
Bu öğrenme ve davranış bozuklukları da aşıların bir sonucu olabilir mi? Büyük ihtimalle öyle, ancak tabii bu soruların yanıtı şayet CDC 13 yıl önce bu bilgileri saklama yoluna gitmeseydi belki de şimdiye kadar bulunmuştu.
Bilimsel araştırmanın gayesi soruların önüne set çekmek değil, daha fazla soru sormak ve bunların yanıtlarını aramaktır. CDC’nin salt bu çalışma veya KKK-aşı bağıntısıyla sınırlı kalmadığı bilinen bu tutumu nedeniyle hem siyahi ailelerin çocuklarının sağlığıyla ilgili doğru karar verebilmesi engellenmiş, hem de bilim caimasının neden bu çocukların daha fazla risk altında olduğunu öğrenebilmek için çalışma yapmasının önü kesilmiştir.
Hile karıştırılan bu 2004 çalışması aslında otizme yatkın belirli bir grup buluyor. Şayet bunu müteakip başka çalışmalar yürütülse, çok büyük ihtimalle otizme yatkın başka gruplar da çıkacak ortaya. Belki de bu bilgiyi karanlığa gömmelerinin asıl nedeni budur, kimbilir?
Tekrar 2004 çalışmasına geri dönecek olursak, yazarlar arasında adı geçen bilimadamları kimler mi?
Aşı-otizm bağlantısı olmadığı yönünde çoklu çalışmaları bulunan ve her defasında çalışmalarındaki ağır kusurlar açığa çıkan CDC Bağışıklama Programı Güvenlik Dairesi’nden tıp doktoru Frank DeStefano.
CDC Ulusal Bağışıklama Programı dpt, William Thompson, PhD
Coleen Boyle, PhD (kendisi şu anda CDC direktörünün bir alt pozisyonu olan Ulusal Doğum Kusurları ve Gelişim Bozuklukları Dairesi’nin başkanlığını yürütmektedir)
Marshalyn Yeargin – Allsopp, MD
Ve CDC Doğum Kusurları ve Gelişim Bozuklukları dpt, – Tanya Karapurkar Bhasin, MPH
CDC itirafçısı William Thompson’ın Melinda Wharton, Walt Orenstein, Kim Lane, Kevin M. Malone, Beverly Dozier, Robert Chen, David Shay, Coleen Boyle ve Roger Bernier’e gönderdiği emaile bakalım. Bu email’de adı geçen bazı kişileri aşı konusunda araştırma yapmış olanlarımızın gayet yakından tanıdığını düşünüyorum. Emailden, Adalet Bakanlığı’nın 2002’de CDC hakkında bir soruşturma yürütmekte olduğunu ve kendilerinden “KKK, Thimerosal ve Otizm ile ilintili çok sayıda belge talep ettikleri”ni anlıyoruz.
Bu aşamada Dr. Thompson siyahi çocuklarda KKK aşısına bağlı yüksek otizm riskini yapmakta oldukları kendi çalışmaları dolayısıyla biliyor ve elde ettikleri bu sonuçlardan emailinde “hassas sonuçlar” olarak bahsediyor. Bu mektupta CDC bilimadamları ve idarecilerini açıkça, Adalet Bakanlığı’na verilmesi ve daha da önemlisi verilmemesi gereken dokümanlar üzerinde tartışırken görüyoruz.
Metin şu şekilde:
Sevgili Melinda,
Sana bir kez daha Adalet Bakanlığı’nın kısa süre önce talep ettiği KKK, Thimerosal ve Otizm ile ilintili geniş çaplı dokümantasyonla ilgili olarak yazıyorum. Seninle ilk olarak 3 Eylül 2002 tarihinde, MADDSP KKK/Otizm çalışmasında bizi zora sokan hassas sonuçlarla ilgili olarak görüşmüştük. Ayrıca bu çalışmayla ilgili belgelerden hangilerini teslim etmemiz gerektiğiyle ilgili olarak durumu nazikleştirebilecek birtakım yasal konulara da dikkatini çekmeye çalışmıştım. Sonrasında hem Beverly Dozier hem de Kevin Malone tarafından bizlere Adalet Bakanlığı’na vereceğimiz belgelere çok geniş bir tanım uygulamamız gerektiği söylendi.
Bu nedenle; ajandalar, analiz planları, excel dosyaları, SAS programları, makalelerin taslakları, düzeltilmiş halleri ve bu çalışmada Ulusal Bağışıklama Programı OD’nin talebi doğrultusunda çalışmaya başladığım 2001 Şubat tarihinden bu yana Ulusal Doğum Kusurları ve Gelişim Bozuklukları Merkezi’nde üzerinde tartışmakta olduğumuz hassas sonuçlar da dahil olmak üzere elimdeki tüm belgeleri teslim edeceğim. Bunun yanında UBP’deki görevim boyunca dahlim olan tüm diğer KKK, Thimerosal veya otizm çalışmalarını da vereceğim. Tüm bu belgeleri 21 Ekim tarihine kadar teslim etmeye çalışacağım. Bütün bu dokümanların hassas bilgiler içerip içermediğine bakacak zamanım olmayacak.
Kimsenin kanuna aykırı bir iş yapmış olduğunu zannetmiyorum, ancak makalemiz yazarlarından Dr. Coleen Boyle’un, 2002 Nisan ayında kongre üyesi Dan Burton’ın KKK ve Otizm ilişkisini soruşturan komitesinde ifadeye çağrılması beni ziyadesiyle tedirgin etti. MADDSP KKK/Otizm Çalışması’na dair hukuki mevzularla ilgili tedirginliğim ise, UDKGBM’deki arkadaşlarımız Adalat Bakanlığı’nın talebi doğrultusunda uygun dokümanların hazırlanıp sunulması ile ilgili mütalaalarımızda emaillere bir avukatı, Beverly Dozier’i cc’lemeye başladıklarında daha da arttı. 16 Ekim saat 13.00’te UDKGBM’de dokümantasyon teslimiyle ilgili yapılan toplantıda Beverly’nin Adalet Bakanlığı’nın değil, UDKGBM’nin avukatı olduğunu ve Dr. Coleen Boyle’a hangi dokümanları vermesi gerektiği konusunda yasal tavsiyelerde bulunduğunu öğrendiğimde ise endişem daha da arttı. Bu yüzden, bu çalışmayla ilgili vereceğim dokümanlarının hepsinin gereği gibi olması için ben de kendime avukat tutacağım. Bu tip bir çalışma yaparken yasal olarak kendi başımıza bir iş gelir mi diye endişelenmek durumunda kalmamız büyük talihsizlik. Bu konuda duyduğum derin endişeden dolayı makale taslağından adımı ciddi olarak çıkartmayı düşünüyorum.
Epidemiyolog William Thompson’ın CDC’nin o dönemki şefi ve bugün şikayet konusu KKK aşısının global tekelini elinde bulunduran Merck firmasının aşı departmanı şefi Dr. Julie Gerberding‘e 2 Şubat 2004 tarihli bir mektubu da ortaya çıkıyor. Bu tarih önemli, zira bundan sadece bir hafta sonra, 9 Şubat’ta IOM’in aşı güvenliği ve aşılarla otizm bağlantısı konusundaki tarihe mihenk olmuş toplantısı var.
Bu mektup, CDC’deki üst düzey yöneticilerin aşı güvenliği ile ilgili sorunlardan bundan en az 10 sene önce haberdar olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Dr. Thompson bu mektubundan sonra insan kaynakları departmanından uyarı alıyor, IOM toplantısına CDC adına katılacak konuşmacı listesinden çıkartılıyor ve mart ayında idari izine ayrılması sağlanıyor.
Mektupta Dr. Thompson “Metropolitan Atlanta Otizm Deney-Kontrol Çalışması’nın sonuçlarına dair bir özet sunacağını” belirtip, ancak bu veriler KKK aşılarının siyahi erkek bebeklerde otizm riskini arttırdığını gösterecek diye hayıflanıyor. Thompson tam olarak, “KKK aşısı alımıyla otizm arasında istatistiksel ilişkilere dair birkaç sorunlu bulguyu paylaşmak zorunda kalacağım”, diyor.
Ardından Dr. Gerberding’in aşı/otizmin nedensel bağlantısı hakkındaki sessizliğini açıkça eleştirerek, “Milletvekili David Weldon”ın CDC’de bağışıklama programı dahilinde çalışan bilimadamlarının “dürüstlük ve meslek ahlakı” ile ilgili yönelttiği soru ve eleştirilere yazılı bir yanıt vermesini istiyor. Dr. Thompson mektubunda ayrıca şu sözlere yer veriyor:
“Ulusal Bağışıklama Programı’ndaki çalışanlara geçtiğimiz on yıl boyunlarca bağışıklama güvenliğiyle ilgili sorunları çok kötü idare ediyorlar ve halkla ilişkiler savaşını kaybediyoruz diye defalarca söyledim.”
Bu mektuptan sonra CDC geriye dönük olarak otizm çalışmasındaki veri grubundan önemli bir oranı çıkartmak suretiyle kasıtlı olarak bilimsel sahtekarlığa imza atıyor ve ortada istatistiksel öneme haiz bir ilişki kalmamasını sağlıyor. IOM’de çalışmanın üzerinde oynanmış sonuçlarını Dr. Frank DeStefano açıklıyor ve Coleen Boyle da daha sonra Kongre soruşturmasındaki yeminli ifadesinde “KKK aşılaması ve otizm arasında bağlantı olduğuna dair elde muteber kanıt” olmadığını söyleyebiliyor.
CDC’nin imza attığı bu inanılmaz sahtekarlık ortaya çıktıktan sonra, KKK aşısı ve otizm arasında bağlantı olduğunu iddia ettiği suçlamasıyla hakkında karalama kampanyaları açılan ve bir gazetecinin iddialarından yola çıkılarak gerçekleştirilen uydurma bir tıp konseyi soruşturması sonucu meslekten men edilen uzman gastroenterolog Dr. Andrew Wakefield bu konuyla ilgili kısa bir film yayınlıyor. Filmde CDC’nin Ulusal Doğum Kusurları ve Gelişim Bozuklukları Merkezi (UDKGBM) direktörü Coleen Boyle’un kongre önünde verdiği yeminli ifadede KKK-otizm bağıntısını gizlemek için üzerinde oynanmış bu orijinal CDC çalışmasının bulguları hakkında yalan söylediğini belirtiyor.
“Oh my God, I did not believe that we did what we did, but we did. It’s all there. This is the lowest point in my career, that I went along with that paper. I have great shame now when I meet families of kids with autism, because I have been part of the problem.”
“Tanrım, böyle bir şeyi yapmış olmamıza inanamıyorum, ama yaptık işte. Her şey ortada. Kariyerimin dibe vurduğu noktadır bu, o makalenin o şekilde yayımlanmasına ses çıkarmamak. Şimdi otizmli çocuk aileleriyle biraraya her geldiğimde kendimden utanıyorum, bu problemin bir parçası olduğum için.” – Dr. William Thompson
Peki tam olarak ne yapmışlar bu saygın CDC bilimadamları? Bu konuya biraz arkaplan kazandırmak gerekiyor önce…
Dr. Brian Hooker’ın geçtiğimiz günlerde AutismOne/Thriiive kongresinde yaptığı sunumda Dr. William Thompson’un kendi elyazısıyla notlarını görüyoruz. Önemli nokta şu, Dr. Hooker’ı bu konuya yönlendiren ve ortadaki sahtekarlık ve kandırmacanın boyutunun açıklığa kavuşmasını sağlayan bizzat Dr. Thompson. Sunumda ayrıca, CDC’nin bir diğer aşı/otizm çalışmasını (Price ve ark.) değerlendiren hakemlerin yazılı yorumlarına da yer veriliyor. Çalışmanın orijinal hakemlerinden gelen hayli güçlü eleştiriler açıkça görülüyor. Çalışmaları inceleyen CDC’nin kendi hakemlerinin bu olumsuz değerlendirmelerine rağmen CDC bu bulguları aynen yayımlamaktan çekinmiyor. Amerikan Pediyatri Birliği’nin resmi yayın organı, hakemli yayın dergisi Pediatrics, ki ilaç firmalarından gerek doğrudan aldığı bağışlar gerekse de elde ettiği reklam gelirleri olsun endüstriyle finansal ilişkisi bilinmektedir, daha önce JAMA (Amerikan Tıp Birliği Dergisi) ve NEJM (New England Journal of Medicine) tarafından geri çevrilen bu çalışmayı aynen yayımlıyor ve bugün halen daha bu çalışmayı geri çekmiş değil. Bu derginin Amerika ve dünyanın geri kalanında çocuk hekimlerinin başvuru kaynağı olduğunu düşünürsek, hekimlerin bu yolla nasıl yanlış yönlendirildiğini ve neden aile hekimi veya pediyatristlere aşı güvenliği konusunda güvenemeyeceğimiz açıklığa kavuşmuş oluyor.
CDC çalışmayı 2004’te Pediatrics‘te yayımlıyor. Bu tarih aynı zamanda İngiltere’de The Sunday Times adına Brian Deer adlı gazeteci tarafından Dr. Andrew Wakefield’e saldırının başlatıldığı tarih. Deer, Sunday Times editörü Paul Nuki tarafından 2003 eylülünde KKK aşısı ile ilgili büyük bir haber bulması için tutuluyor. Bunun meşhur Rupert Murdoch’un Amerika, New York bazlı uluslararası medya imparatorluğunu Amerikan devleti veya başka çıkar gruplarının emelleri doğrultusunda kullanıp kullanmadığı, elde kanıt olmadığı için şu anda bir spekülasyondan ibaret. Ancak şu ayrıntı yine çok önemli; Paul Nukki, Profesör George Nukki’nin oğlu. Prof. Nukki, menenjite yol açtığı için daha sonra üretici firma tarafından piyasadan geri çekilen Pluserix adlı KKK aşısını, menenjitle ilgili sorun bilindiği halde İngiltere’de kullanım için onaylayan kurulun üyesi. Biran Deer’ın gerçek motifi her ne olursa olsun, kariyerini yaktığı ve ilaç endüstrisinin tüm günahlarının omuzlarına yüklendiği dünyaca ünlü hekim Dr. Andrew Wakefiled ve eşine itirafçı William Thompson’dan gelen şu telefon mesajları oldukça anlamlı:
İlk mesaj 20 Ağustos 2014’te Dr. Andrew Wakefield’ın eşine geliyor:
I do believe your husbands career was unjustly damaged and this study would have supported his scientific opinion. Hopefully I can help repair it.
“Eşinizin kariyerinin haksız yere zarar gördüğüne inancım tam. Bu çalışma kendisinin bilimsel görüşünü destekler nitelikteydi. Yapılan yanlışı onarabilmeyi umud ediyorum.”
Diğeri, Dr. Wakefiled’a gelen JPEG mesajı:
A. Wakefield: Basın açıklaması gerçek mi?
W. Thompson: Evet.
A. Wakefield: Teşekkürler. Doğru ve saygıdeğer olanı yaptın.
W. Thompson: Aynı fikirdeyim. Benim namuzssuzluğum yüzünden ödediğin bedel için tekrar özür dilerim.
A. Wakefiled: Seni tamamen affettim ben, hiçbir kırgınlık yok aramızda.
W. Thompson: Bunu samimiyetle söylediğini biliyorum ve seni daha yakından tanıyabilmiş olmaktan ötürü müteşekkirim.
Autism Media Channel Direktörü Polly Tommey ise The Truth Barrier’a, gerekli cesareti, yani aslında yasal korumayı bulabilseler konuşmak isteyen başka itirafçıların da olduğunu ifade ediyor.
“Başka itirafçılar da var. Kim olduklarını biliyoruz, kendileriyle görüştük. Ancak çok korkuyorlar. Bunlardan bazılarının bildikleri yanında Thompson’ınkiler çocuk oyuncağı kalır. KKK’nın çok büyük bir problem olduğunu biliyorlar, verilerle oynanmış durumda, kendilerine bazı şeyleri gizlemeleri talimatı verilmiş…”
“Gardasil’le ilgili konuştu birisi. ‘KKK’yı bırakın—Gardasil bugüne kadarki belki de en büyük vukuat. 144 kız bu yüzden öldü bile.’ dedi. Thompson daha başlangıç.”
Şimdi, dilerseniz 29 Ağustos’ta Dr. Hooker tarafından AutismOne/Thriiive konferansında verilen sunumla 2000’lerden beri süreç nasıl gelişti, aşılar/otizm ve/veya aşılar/diğer nörogelişimsel bozukluklar arasındaki ilişkiye dair ne tür çalışmalar ortaya koyuldu, bu çalışmalar ne derece güvenilirdir bunlara bakalım. Sunum slaytları yazılı olarak verilene kadar maalesef videoda gözüktüğü ve Dr. Hooker tarafından okunduğu kadarıyla paylaşabiliyorum bilgileri. Gelin Dr. Hooker’ın ağzından dinleyelim gelişmeleri:
İsmim Brian Hooker, biyokimya mühendisiyim. Özellikle 15. ayda aldığı aşılar sonrasında çok ciddi nörogelişimsel bozukluklar geliştirmiş Steve adında otistik bir oğlum var. Şu an 16 yaşında, hala konuşamıyor ve çok ciddi tıbbi rahatsızlıkları var. Oğlum eşimle hayatımızın neşe kaynağı, eşim oğluma bakabilmek için evden çalışıyor.
2002 yılından bu yana aşıların güvenli hale getirilmesi adına çalışmlar yapıyorum ve CDC’deki potansiyel sahtekarlık ve görevi kötüye kullanma vakalarını inceliyorum. CDC itirafçısı Dr. Thompson’la ilk görüşmelerim 2002 yılına dayanıyor. Araştırma yapan bir bilimadamı olarak benimle görüşmek üzere CDC tarafından tayin edilen kişi kendisiydi. Kendisiyle aylar boyunca bilimsel konularda görüşmelerimiz oldu ve bu süreçte benimle paylaşmaktan epey rahatsız oldukları konulara gitgide yaklaşmış oldum. Çok daha spesifik sorular sormaya başladım, daha çok Thimerosal [etilcıva] ve otizm hakkındaydı bunlar.
2004 yılnda CDC benimle yazılı/sözlü tüm irtibatı kesti. ‘Ulusal aşı malüliyeti tazminat programı’ndaki dahlimden dolayı benim kendilerini dava ettiğimi söylediler. CDC, görüştüğüm Dr. Thompson da dahil olmak üzere tüm bilimadamlarına benimle teması kesmelerini söyledi. O noktadan sonra CDC ile tek iletişimim, Bilgiye Erişim Özgürlüğü Yasası (FOIA) yoluyla elde edebildiğim bilgilerden ibaret. O zamandan beri CDC’ye 100 kadar FOIA talebim oldu, kongre üyeleriyle birlikte çalıştım, kongre de aynı şekilde belge talebinde bulundu ve sonuç olarak elimde CDC’den onbinlerce sayfalık belge mevcut.
IOM [Tıp Enstitüleri-Institutes of Medicine] Prezantasyonu – Çözümlenmemiş Sorunlar
1. Irk etkisini ne yapacağız??
– siyahiler için büyük bir etki gösteriyor, ancak beyazlarda bu etki yok.
Bu gerçekten de her şeyi açıklıyor aslında. Dr. Thompson’ın şahsi notları bunlar.
Şimdi…Dr. Thompson bir ‘etki’ [effect] buluyor. Siyahi ırktan çocuklardaki otizm insidansında KKK aşısının zamanlamasının kritik önemde olduğunu buluyor.
Bu ‘etki’yi 2001’de buluyor. Bu etkinin görüldüğü ilk tarih 7 Kasım 2001 ve bu konunun gündeme getirildiği toplantının notları da var Thompson’da. Kendi elde ettiği sonuçlar, KKK aşısını zamanında almış siyahi çocuklarda–bu noktada henüz erkek x kız çocuk karşılaştırması yapmış değil, henüz toplam siyahi gruba bakıyor–kendi notları, KKK’yı takvimde önerilen zamanda (12 ila 18. aylar arasında) almış siyahilerde, KKK aşısını 36. aydan sonraya ertelemiş siyahilere oranla yaklaşık 2.5 kat daha fazla otizm teşhisi olduğunu buluyor.
Dr. Thompson’ın elinde bir sorun var bu noktada ve bu ortaya çıktıktan hemen sonra çalışmanın diğer yazarları (Tanya Kurapurkar, Coleen Boyle, Dr. Marshalyn Yeargin ve Dr. Frank DeStefano) bu hakikati hasır altı etmek için metodolojiler bulmaya girişiyorlar. Çalışma son haline getirilip yayımlandığında, siyahi çocuklarda KKK aşısının zamanlaması ile otizm arasında hiç ilişki kalmıyor.
Çalışma yayımlanmadan önce Dr. Thompson’dan IOM’in 2004 toplantısında bulgularını sunması isteniyor.
Bu noktada konunun arkaplanını da vermemiz gerekir; bahsi geçen IOM toplantısı, devletin aşılar ve otizm konusundaki pozisyonunun belirlendiği dönüm noktası sayılacak toplantı aynı zamanda. Bu toplantı bizzat CDC tarafından alelacele IOM’ye ihale edilerek, kendilerinden KKK/Otizm ve Thimerosal/Otizm ilişkisini çalışmış epidemiyolojik ve biyolojik yayınların yeniden incelenmesi isteniyor.
Siyahiler için ortada bir ‘etki’ olduğunu gayet iyi bilen Dr Thompson, IOM toplantısından tamı tamına birbuçuk hafta önce işte bu şekilde kıvranıyor.
Ve işe bakın ki Dr. Thompson’ın sunumu yapması engelleniyor, yerine DeStefano geçiriliyor ve toplantıda ortaya konulan bulgular kayda geçirilmiyor. Ve çalışmanın son hali yayımlandığında, sonuçların hayli kuşkulu istatiksel tekniklerle sulandırılmış, siyahilerdeki otizm riskiyle ilgili ortada kanıt kalmamış olduğunu görüyoruz.
2004 Şubat ayında Pediatrics Dergisinde çıkan çalışmanın başlığına bakalım:
“Otizmli çocuklar ve okul eşleştirmeli kontrol grubunda kızamık-kabakulak-kızamıkçık aşılamasının ilk alınma yaşı: Metropolitan Atlanta’da nüfus bazlı bir çalışma.”
Sonuç olarak şunu diyorlar; tüm çocuklar için küçük de olsa bir ‘etki’ buluyorlar. 36 aydan önce aşılanmış tüm çocukları, 36. aydan sonra aşılanmış tüm çocuklarla karşılaştırdıklarında, önce aşılanmış olanlarda otizm insidansında %50‘lik bir artış görüyorlar, fakat bunu “bunlar büyük ihtimalle otizm teşhisini önceden almış olup da Atlanta eyaletinde engelliler (otizmliler) için sunulan [3-5 yaş arası/okul öncesi] “erken müdahale programı” (early intervention program)ından yararlanabilmek için mecburi KKK aşısını zamanında yaptırmak zorunda olanlardır” diyerek geçiştiriyorlar.
EdNot:
2004 çalışmasının orijinal dizaynı iki grubu karşılaştırıyor: 1) KKK aşısını olmuş otizmli çocuklardan oluşan vaka grubu ve 2) KKK aşısını olmuş, fakat otizmli olmayan çocukların oluşturduğu kontrol grubu. Hepsi Metropolitan Atlanta Georgia’dan olan bu iki grup yaş, cinsiyet ve ırk gibi demografik kriterler yönünden eşleştiriliyor. Araştırmanın amacı ikinci grupla karşılaştırıldığında ilk grupta 18, 24 ve 36. aylarda otizm teşhisi alma oranlarında herhangi bir artış olup olmadığını görmek. Şayet KKK’nın vaka grubundaki çocukların otizm geliştirmesinde payı varsa, bu grupta KKK’yı 18, 24 ve 36. aylarda almış çocukların yüzdesinin daha yüksek olmasını bekliyoruz. Şayet yüzde yüksek çıkarsa bu, ilk grup için rölatif riskin daha yüksek olduğunu gösterir. İki grupta da risk açısından fark yoksa, ilk grubun ikinci gruba oranı 1 olacağından KKK’nın vaka grubundakilerin otizmiyle bir ilişkisi olmadığını söyleyebiliyoruz. 1‘in üzerinde çıkacak bir oran, şayet istatistiksel olarak önemli bir değer veriyorsa, ilk grubun rölatif olarak KKK’dan etkilenme riskinin ikinci gruba göre daha yüksek olduğunu anlıyoruz.
Orijinal çalışmada geçen ifade ve CDC’den bu konuyla ilgili gelen resmi açıklama şu şekilde:
“36 aydan önce aşılanmışlara bakıldığında vaka [otizmli] ve kontrol [nörotipik] grubu çocuklar arasında en büyük fark 3-5 yaş arası grupta gözlemleniyor. (sf. 264) CDC: Otizmli çocuklarda 24 ve 36. aylar arasında aşılanmış olma durumu biraz daha yaygın ve bu ilişkinin en güçlü olduğu grup da 3-5 yaş grubu.”
Esasında bu cümleyle KKK aşısının otizm riskini arttırdığını kabul etmiş oluyorlar. Ancak bu bulguyu, siyahi erkek çocuklarda 36. ay KKK aşılamasının otizm riskini arttırdığına dair kanıt olarak yorumlamak yerine, bu durumun “vaka grubundaki (otizmli) siyahi erkek çocukların okulöncesi özel eğitim kurumlarına kabul için gerekli aşıları olmalarından kaynaklanabileceği”ni ileri sürüyorlar.
Dr. Hooker’ın itirazı, 1) Orijinal çalışmada vaka grubunun tümüne (beyaz/diğer ırklar/kız veya erkekler) atfedilen bu 24-36 aylar arasındaki otizm insidansındaki artışın ardında aslında büyük oranda siyahi erkek çocuklarda bu yaş aralığında fırlayan otizm insidansının yattığı, ancak çalışmada bu etkinin kasten gösterilmemiş olması ve 2) Otizm insidansında bu yaş aralığında görülen artışı, “otizmin muhtemelen anne karnında başladığı” varsayımı, hatta önkabulüyle çalışmaya başladığını itiraf eden Destefano’nun, ki siz aşılama yaşının otizme etkisi olup olmadığını araştıran bir çalışmaya “doğuştan” olduğu, yani aşıların bir etkisi olmadığı düşüncesiyle başlıyorsanız bir bilimadamı olarak dürüstlüğünüz şüphelidir, “elde edilen bu istatistiğin biyolojik açıklaması olamaz, çocuklar o yaştan sonra otizm geliştiremezler, o halde bu yaş aralığındaki yükselişin KKK aşılamasıyla alakası yoktur, belli ki bu çocuklar daha önceden otizm teşhisi almışlardır zaten ve aileler de otizmli çocukları 36. aydan itibaren başlayan ancak katılım için KKK aşısı şartı aranan özel eğitim programına verebilmek için 24 ve 36. ay KKK aşılarını yaptırmışlardır, buradaki yığılma bundan kaynaklanıyordur şeklindeki açıklamasının 1. nedenden dolayı geçersiz olması. Zira bu durumda özellikle siyahi erkek çocukların koşup herkesten önce 36. ay aşılarını olmaları gerekir.
Burada kasten gözardı ettikleri gerçek ise esasında bu ‘etki’yi sadece siyahi çocuklarda bulmuş olmaları. Kendi analizimi yaptığımda, ki buna birazdan değineceğiz, bu ‘etki’nin sadece siyahi erkek çocuklarda olduğunu gördüm. Bu spesifik yaş-cinsiyet grubunun diğerlerinden önce aşı olmaya koştuğunu söylemek hayli gülünç olur. Çünkü hakikaten de beyaz erkek çocuklarına, beyaz kız çocuklarına, siyahi kız çocuklarına baktığınızda bu ‘etki’ yok. Sadece siyahi erkek çocuklar için geçerli bu etki.
DeStefano ve Ark. 2004 çalışmasının yeniden analizi
Dr. Thompson’la dialog sürecinde kendisi bana daha önce Mark ve David Geier’la birlikte senelerce uğraşmamıza rağmen ulaşamadığımız CDC verilerine nasıl kolaylıkla erişebileceğimi gösterdi. CDC’nin Amerika’nın batı yakasında her 3 HMO (Health Maintenance Organisations]’yu kapsayan ve bireylerin aşılanma durumu ve tıbbi kayıtlarının tutulduğu, ‘Vaccine Safety Datalink’ (Aşı Güvenliği Veribağlantısı)’ndan bu çalışmayla ilgili verileri 2013 aralık ayında talep ettim ve ocak 2014’te veriler elimdeydi. Ondan sonra da eldeki çalışmayı yeniden analize koyuldum.
İşin aslı, bu “kamusal kullanıma açık veritabanı”nı (“public use dataset”) herkes kullanabiliyor! Dilerseniz sunumdan sonra bana gelin ve nasıl erişeceğinizi size de anlatayım. Bu veriler yasa gereğince halkın erişimine açık. Bu tür bilimsel çalışma ve yayınlar aşı yönetmelikleri konusunda kanun hükmünde kararnameler için kullanıldığından, yine yasa gereğince bu bilgilerin halka açık olması gerekiyor ve kanunen bu bizlere garanti ediliyor.
Veri gruplarını gayet basit ve sade bir metodla, ‘Chi-squared analysis’le yeniden inceledim. İstatistikte bana göre basitlik zarifliktir, bunun için en basit ve doğrudan sonuca götürecek yöntemle çalıştım. Bu yöntemde bireyleri otizm teşhisi olup olmadığına göre gruplandırdıktan sonra KKK aşısını ne zaman aldıklarına göre kategorilere ayırırsınız, gayet basit.
CDC daha ezoterik bir metod tercih etmiş, buna “conditional logistic regression” deniyor. Bu metodu kullanmaları evet, bazı açılardan uygun geldi bana ve tabii onlar bu metodu kullanmışlar diye ben de CDC’nin analizini özellikle birebir aynı şekilde tekrar ettim. Analizlerinde ne buldular ve ne zaman buldular bilmek istiyordum.
Çalışmaya Alınan Tüm Çocuklar için Tablo
ED-NOT: Tabloda üstte ‘toplam nüfus ‘, ‘sadece erkekler’ ve ‘sadece kızlar’ kategorileri var. Bu grupların ‘age cut-off’ denilen, çocukların KKK aşısını ilk alış tarihlerine göre (verili kategoriler: 18, 24 ve 36. aylar) sınıflandırıldıklarını görüyoruz ve her biri için de otizm teşhisi alma ‘olasılık oranı’ [odds ratio] ve bunun ‘istatistiksel olarak anlamlı’ olup olmadığını gösteren ‘p-value’ değeri verilmiş. Yani, KKK aşısını ilk olarak 18., 24. veya 36. aydan önce almış çocuklarda daha sonra ne oranda otizm görülmüş, KKK aşısının ilk alındığı yaşla otizm gelişimi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki var mı ona bakıyorlar.
Çalışmaya dahil edilen TÜM çocuklara baktığımızda, buna Toplam Kohort (toplam popülasyon) diyoruz, aşıyı ilk olarak 18. veya 24. aydan önce almış çocuklarda istatistiksel olarak önemli bir ‘etki’ görmüyoruz. ‘Olasılık oranı’na bakıyoruz ve burada 18. aydan önce KKK aşısı olmuş çocukların otizm teşhisi alma olasılığının 1.1 kat artmış olduğunu görüyoruz. Ancak burada bir de ‘p-value’ var ve bu değer şayet .05‘ten büyükse o zaman istatistiksel olarak önemli değildir diyoruz ve elde edilen bu sonucun güvenilir olmadığını anlıyoruz.
24. ayda yine aynı şekilde, ‘olasılık oranı’ biraz daha yükseliyor (1.21), ancak hala istatiksel olarak önemli bir değer görmüyoruz (p-value=0.151).
Fakat daha sonra 36. aya geliyoruz; CDC burada ‘olasılık oranı’nı 1.49 olarak bulmuştu ve benim de bulduğum değer aynen bu! İşte, Atlanta’da “okulöncesi özel eğitim programına katılım için erkenden aşılanmış olabilirler” diyerek hiçe saydıkları bulgu bu.
Burada ‘Sadece Erkekler’ kategorisine bakacak olursak, ‘olasılık oranı’nın daha da yükseldiğini ve 1.69′a çıktığını görüyoruz, yani KKK aşısını 36 aydan önce almış olanlarda otizm teşhisi alma oranı %69 artıyor.
Böyle bir ‘etki’yi kızlarda görmedim fakat biraz daha derinlemesine bakmaya karar verdim ve o yüzden de toplam kohort yerine Sadece Siyahi Çocukları inceledim.
Çalışma kohortunu (popülasyonu) daraltmış oldum. Bu arada, bu çalışma Metropolitan Atlanta’daki 5 okulda okuyan 1986 – 1993 yılları arası doğumlu çocuklarla yapılıyor. Tüm çalışmadakilerin %40’ını siyahiler oluşturuyor ve bu çocuklarda önemli oranda otizm vakası var, o yüzden hem vaka (otizm) grubundalar hem de aralarından ‘vakaya eşleştirilmiş kontrol’ler de (yani otizmli olanlarla aynı yaş/cinsiyet vb faktörlere sahip olanlar da) çıkıyor.
Şimdi, siyahilere baktığımda, 36. ayda karşıma 2.30‘luk bir ‘olasılık oranı’ çıkıyor, yani otizm teşhisi alma oranı 2.3 kat daha fazla ve elde edilen bu değer aynı zamanda istatistiksel olarak da önem arz ediyor. Hatırlayın, istatistiksel önemi gösteren bir p-değeri vardı, bu şu demek; siyahilerde genel olarak 36. aydan önce aşılanmışlarda otizm görülme ihtimali, 36. aydan sonra aşılanmış olanlara oranla %99 daha fazla.
Beni hayretler içinde bırakan şey ise, erkeklere baktığımda istatistiksel olarak önemli sonuçların 36. aydan da önce, 24. ay öncesi sonrası için gayet açık şekilde ortaya çıkmış olmasıydı. KKK aşısını zamanında olmuş siyahi erkek çocuklarda, 36. aydan sonraya ertelemiş olanlara göre otizm teşhisinde 3.36 katlık artış sözkonusu. Burada istatistiksel olarak önemli, koca bir ‘ETKİ’den bahsediyoruz. İtirafçıya hemen telefon açtım tabii, bulduğum sonuçları aktardım ve ilk tepkisi,
“Hah, buldun demek… İlişkiyi buldun!”
oldu.
Bu noktadan sonra daha da detaya inmek istedim. Çünkü kızlara bakıyorsunuz, böyle bir etki yok, sadece erkeklerde çıkıyor bu. Hatta siyahi erkeklerdeki bu etki öylesine güçlü ki, bir slayt geriye gidecek olursam eğer bunun tüm kohortun istatistiklerini yükselttiğini görürsünüz. Bu sadece siyahi erkeklere mahsus bir etki ve öylesine güçlü ki, tüm çocuklara birarada baktığınızda dahi bir etki oluşturuyor. Bu durumda, CDC’nin elinde bir sorun var tabii; belirli bir popülasyon için hayli yüksek risk sözkonusu.
Siyahi Çocuklar Çıkartıldığında
Beyazlar ve diğer ırklar kategorisine baktığımda, istatistiksel önemde bir sonuç görmüyorum, hiçbir şey yok burada, ne erkeklerde ne kızlarda. O halde iyice anlaşılıyor ki ortada koca bir etki var ve bu sadece siyahiler, hatta siyahi erkeklerde görülüyor.
‘Düşük doğum ağırlıklı’ çocukları çıkartayım dedim. Bu çalışmada DDA’lı çocuk yok, ancak doğum ağırlığı kaydı olmayan birtakım çocuklar var, o yüzden kaydı olmayanların hepsini çıkardım. Bunu yapınca 36. ay kategorisinde değerlendirme yapabileceğim çoklukta çocuk kalmadı, bu durumda 31. aya bakmak zorunda kaldım. Çünkü bu “31. ay sonrası” aşı yaşı kategorisinde en az 5 otistik çocuk temsil edilsin istedim. Bu şekilde baktığımda bile istatistiksel olarak hayli önemli bir etki çıktı; bu defa otizmde 2.64 katlık bir artış gözüküyordu. Doğum ağırlığı kaydı olmayanları eklediğimde dahi istatistiksel olarak önemli bir etki görüyordum.
İtirafçıya sordum, “Ne yaptınız?” dedim.
Bana, “Sana o görüşmeyi açıklayamam,” dedi. Gizlilik kaydı nedeniyle “Sana o görüşmede neler olduğunu anlatamam” diyordu.
[Bu noktadan sonra aralarında gelişen konuşma şu şekilde:]
Brian Hooker: “Toplantı notları nerede?”
Dr. Thompson: “Not filan yok.”
Brain Hooker: “Tamam … not filan yok … Peki ama NE oldu?”
Dr. Thompson: “Irk kategorisine bir tek Georgia’da geçerli nüfus kaydı olanları alıp sonuçları bu şekilde gizledik.”
Brian Hooker: “NEDEN?”
Dr. Thompson: “Katılımcı sayısı bu şekilde düşüyordu da ondan.”
Brian Hooker: “NEDEN??”
Dr. Thompson: “Problemli sonuçlar bu şekilde ortadan kalkıyordu da ondan.”
Brian Hooker: “NEDEN????”
Dr. Thompson: …………………
Doğru dürüst hiç bir nedeni yok bunun. Ve benim çalışmam Translational Neurodegeration dergisinde yayımlandığında itirafçının içinin rahatladığını söyleyebilirim. Bu konu uzun yıllardan beri-orijinal sonuçların yayımlanmasının üzerinden 13 yıl gibi bir zaman geçtiğini düşünürsek- Dr. Thompson’ın vicdanını sızlatmaktaydı çünkü.
Ve evet, CDC büyük bir sorunla karşı karşıya şu anda.
Makalemin Translational Neurodegeneration’da yayımlanması büyük olay oldu, benim bu çalışma için FocusAutism’den aldığım fonu ‘menfaat çatışması’ (conflict of interest) olarak açıklamamış olduğumu öne sürdüler. FocusAutism’in yönetim kurulunda olmamın yanısıra çalışmam için hibe almış olmam endişelendirmiş onları. Bu makaleyi ta NİSAN ayında hakem görüşü için dergiye teslim ettiğimde gerekli bildirimi gayet açık bir şekilde yapmış olduğumu düşünüyorum oysa. Makale 4 aylık oldukça sıkı bir hakem değerlendirmesinden geçerek yayımlandı, ancak şimdi daha fazla bilimsel değerlendirmeden geçirilmek üzere geçici olarak askıya alınmış durumda. Yeniden yayımlanacak mı yayımlanmayacak mı, olursa bu ne zamandır bilmiyorum ancak bilimsel sorgulamaya kapım her daim açık, bilakis sevinirim bu konuda daha fazla inceleme olmasına, daha fazla bağımsız biliminsanının konuya bakmasına.
Bakın ben bağımsız değilim. Bu konuda bağımsız olduğumu iddia edemem çünkü benim çocuğum otizmli. Bunu her sunumumda sorumluluk reddi altında açıkça belirtiyorum zaten. Ancak yaptığımız işin bilimsel açıdan geçerli olabilmesi için hakem değerlendirmesi prosesini takip ediyoruz, o yüzden yapılacak bu bilimsel soruşturmayı memnuniyetle karşılıyorum. Elde ettiğim sonuçların, yaptığım istatistiki analizin arkasındayım.
[EdNot: Hooker’ın DeStefano ve ark. 2004 çalışmasını yeniden analiz ettiği bu çalışma taşıdığı öneme ve çalışma yazarlarından Dr Thompson tarafından teyid edilmiş olmasına rağmen, ‘Translational Neurodegenaration’ adlı derginin Hooker’ın çalışmasını yayımladıktan sonra geri çekmesi ve yeniden dergiye konulup konulmamasını değerlendiriyor olması manidar.
‘Translational Neurodegeneration’dan bu konuda iki farklı açıklama görüyoruz:
“Bu makale, vardığı sonuçların geçerliliği hakkında oluşan ciddi şüpheler nedeniyle serbest erişime kapatılmıştır. Dergi ve yayımcısı bu makalenin erşime açık kalmasının kamuoyunun yararına olmayabileceğini düşünmektedir. Yürütülecek soruşturmanın ardından nihai editoryal işlem uygulanacaktır.”
“Bu makalenin yayımcısının, yazar ve hakemlerin bildirilmemiş muhtemel çıkar ilişkileri olması sebebiyle, çalışmada vardıkları sonuçların geçerliliği hakkında ciddi şüpheleri bulunmaktadır. Şu anda konuyla igili bir soruşturma yürütülmektedir. Bu minvalde, okuyucuların çalışmada bildirilmiş sonuçlara ihtiyatlı yaklaşmalarını tavsiye ediyoruz.”
Hangisidir sorun acaba? Çıkar çatışması mıdır olay yoksa sonuçlar mı geçersizdir? Çakışan çıkarları olan birisi bilimsel geçerliliği olan bir çalışma yapamaz mı? Elbette yapabilir. Bunu en başta, aşıları toplum sağlığının belkemiği olarak kabul ettirme ve dayatma çabasındaki CDC’nin kabul etmesi gerekir. Ortada bir çıkar çatışması varsa, öncelikle CDC’nin pozisyonu tartışılmalıdır.]
Makalemin askıya alındığı aynı gün Dr. Thompson da yazılı bir basın açıklaması yaptı. O haftanın başında CDC’den bir itirafçının olduğu kamuoyuyla paylaşılmış ve o hafta içinde yine bu itirafçının kimliği açıklanmıştı zaten, ancak Dr. Thompson avukatı aracılığıyla o gün ilk defa açıklama yaptı. O açıklamadan bazı satırlar okumak istiyorum:
“İsmim William Thompson. Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi’nde (Centers for Disease Control and Prevention) 1998 yılında beri çalışmakta olan kıdemli bir bilimadamıyım.
Pediatrics dergisinde 2004 yılında yayımlanmış makalemizde ben ve çalışmayı yürüten diğer arkadaşlarımız tarafından istatiksel olarak önem arz eden verilerin çalışmadan çıkartılmış olmasından ötürü pişmanlık duyuyorum. Çalışmadan çıkartılan veriler, KKK aşısını 36. aydan önce olan siyahi erkekler çocuklarda otizm riskinin arttığını gösteriyordu. Veriler toplandıktan sonra hangi bulguların bildirileceğine dair kararlar alındı ve kanaatimce çalışmanın sonuç protokolüne sadık kalınmadı.”
Bakın, CDC daha hiçbir istatistik oluşturulmadan, daha hiçbir analiz yapılmadan, sonuçları tartışmak üzere daha hiçbir toplantı yapılmadan ÖNCE bir sonuç protokolü hazırlar ve bu protokole uymak zorundadırlar. Aksi halde, işlerine gelen verileri ayıklayıp kullanabilirler (CHERRY-PICKING) ki burada da yapılan, KKK aşısını aklayabilmek için kendi protollerini çiğnemiş olmalarıdır ve gerisi artık hikayedir.
Dr. Thompson’a yaptığı yazılı açıklamayla ortaya çıkıp sonuçlarımı teyit etmesinden ötürü müteşekkirim. Bu bulgular CDC’nin kendi bilimadamlarınca, yetkililerince teyit edilmiştir esasında; siyahi erkeklerdeki aynı etkiyi onlar da bulmuşlardı ve Dr. Thompson işte bu gerçeği yapmış olduğu bu açıklamayla teyit etmiştir. Ve açıklamanın devamında Dr. Thompson aşıların faydalarından bahsediyor…
Kaydettiğim telefon konuşmalarına değinmiş kendisi, buradan Dr. Thompson’a hitaben açıklamak istiyorum, o telefon görüşmelerini kanuna uygun şekilde kaydettim. Dr. Thompson’la görüşmelerimizin muhteviyatı gözönüne alındığında ve Amerikan çocuklarının sağlığının önemi düşünüldüğünde bu kararın ne denli önemli olduğu anlaşılacaktır. Bir hükümet yetkilisiyle aşı güvenliği konusunda yapılmış görüşmeleri kaydedip kaydetmemek öyle basite alınacak, keyfi olarak uygulanacakbir karar DEĞİLDİR. Bu üzerinde iyice kafa yorulduktan, hukuki yönü araştırıldıktan ve camiamızın önde gelenleriyle tartışıldıktan sonra alınmış bir karardır.
CDC aynı ‘etki’yigörüyor
Bu, 7 Kasım 2001 tarihli rapor. 16 – 18 ay kategorisine bakıldığında, ki bu çocukların ilk KKK dozunu aldıkları zaman dilimidir, ‘olasılık oranı’ (odds-ratio) 2.68‘dir. Bu ‘p-değerini/istatistiği’ni bildirmek yerine yazarlar CI dediğimiz güven aralığı (confidence interval) değerini bildirmişler. Bu alt CI değeri 1.0’ın üzerinde kaldığı takdirde sonuç istatistiksel olarak önemlidir. Burada açıkça görülüyorki, alt CI değerleri 1.0’ın üzerindedir; 1.43 çıkmıştır, üst CI değerleri 5.05’tedir, yani hakikaten de daha 7 Kasım 2001 gibi erken bir tarihte istatistiksel olarak önem arz eden bu sonuçlar ellerindedir. Ancak bu aşamadan sonra tutup bu hatalı ve istatistiksel olarak da kusurlu yöntemi, özellikle ve sadece ırk kategorisi içindoğum kaydı kısıtını koyma yöntemini uygulamaya geçirmişlerdir.
CDC bu sonuçları nasıl yok ediyor?
Doğum tarihi, otizm teşhisi ve ırk bilgilerinin hepsi okul kayıtlarında mevcut.
Georgia eyaletindeki bireylerin ırkını öğrenmek için doğum kaydına ihtiyaçları yok! Ellerindeki okul kayıtlarında bu bilgi mevcut zaten ve bu bilgi ellerinde! Veri merkezinden alınan işlenmemiş veriler bende var, biliyorum! Verilere baktığınızda aralarından tek tük birkaçının ırkı bilinmiyor, bunları çıkartırsınız çalışmadan, ancak birinin ırkını öğrenmek için doğum kaydı gerekmiyor ve zaten okul kayıtlarında açıkça yazıyor.
Çaşılmaya alınanların hepsinin Georgia eyaletinde geçerli doğum kaydı yok.
Esasına bakılacak olursa yaklaşık %40′ında bu belge yok. O zaman ne oluyor? Elinizdeki istatistiksel numune sayısı azalıyor, istatistikte popülasyon küçüldükçe ne oluyor, istatistiksel önemdüşüyor. Ve işte ‘etki’miz bu şekilde ortadan kaldırılmış oluyor…
Bu analiz için doğum kaydı bilgileri gerekli değil.
Şunu kesin olarak söyleyebilirim ki, Dr. Thompson’a göre analizde ırk değişkenini işleme koyabilmek için doğum kaydındaki bilgiler gerekmiyordu ve hatta çalışmanın orijinal protolünde bile yoktu. Hatta orijinal protokol şöyle diyor: “Irk değişkeni tamamıyla okul kayıtlarından alınabilecek tek değişken“. Protokolün aslında doğum kaydı kohortu diye bir şey yok. Yani, görüldüğü üzere kendi protokollerini çiğnemiş durumdalar.
Oysa CDC, ırkla ilgili verilerde sadece geçerli Georgia nüfusuna sahip olanlarınkini kullanmıştır.
Bu, Dr. Thompson tarafından kabul ve ikrar edilmiştir.
Dr. Thompson ayrıca bunun kendisi için kariyerinin dibe vurduğu nokta olduğunu da ifade etmiştir. Kendisinden bu bilgiyi örtbas etmesi istenmişti ve sonuç olarak IOM toplantısında sunumu yapamadığını da biliyoruz. O noktada buna vicdanının elvermediğini düşünüyorum.
Ve kendisi bu olanlardan dolayı çok pişman! Şunu doğrudan söyleyebilirim ki, Pediatrics’teki o yayında isminin geçiyor olmasından bile müteessir.
O kişileri kohorttan çıkarttığınız takdirde ne olur?
Burada tüm siyahileri görüyoruz ve çalışmaya alınanların sayısına baktığınızda, ırk değişkeni belirlenmiş olan siyahiler 986 kişi. İstatistiksel işlemleri uyguladığınızda–burada 36 aydan öncesi ve sonrasını görüyorsunuz–, kızlar ve erkekler toplamında otizm riskinin 2.3 kat arttığını görüyoruz. %95’lik güven aralığım (CI) !in altına düşmüyor, p-değerim bunun %99’unun üzerinde kesinlik taşıdığını gösteriyor, öyleyse bu istatistiksel olarak önemli bir sonuçtur diyoruz.
Ve fakat, Georgia eyaleti için geçerli doğum belgesi olanlara bakacak olursak eğer, bireylerin %30 ila %40’ını kaybediyoruz, ‘olasılık oranı’ düşüyor ve istatistiksel önemi yitiriyorsunuz ve problem çözülmüş oluyor. Ortada artık bildirilmesi gereken özel bir durum kalmıyor.
Dr. Brian Hooker’ın sunumunun bu çalışmayla ilgili kısmı bu şekilde. Daha sonra Price et al.’ın thimerosal’la ilgili kusurlu çalışmasının kendi yaptığı analize geçiyor, ki bu ayrı bir yazının konusudur.
Sonuç olarak bizlere medya ve çeşitli aşı yanlısı bloglarda aşıların otizme yol açmadığını kanıtlayan(!) onlarca çalışmanın varlığından bahsedilir hep, ancak işin esasına baktığınızda bu konuda sadece thimerosal ve KKK’nın otizmle ilişkisi çalışılmıştır ve hatta KKK için CDC toplamda 4 çalışmaya referans verir. Ancak bunlara şöyle bir baktığınızda bile pekçok soru işaretiyle karşılaşırsınız.
Bu çalışmalardan biri yukarıda bahsi geçen çalışmadır ve siyahi erkek çocuklar için önemli bağıntı gösterir.
Bir diğeri dolandırıcılık suçundan Danimarka’dan Amerika’ya iadesi beklenen meşhur Dr. Thorsen’in çalışmasıdır ve sırf bu bile, çalışmasıyla ilgili ortaya çıkarılan diğer hayati kusurları bir kenara bırakacak olsak bile bu kişinin imzası olan işleri şüphe altında bırakır.
Üçüncü çalışma ise toplam 28 çocuğun olduğu, güvenilir olmayan bir çalışma.
Sonuncusu ise yine kontrol grubu sadece 31 çocuktan oluşan, tıbbi değerlendirme ve davranış sorunları için ebeveynlerle yapılan telefon görüşmelerine dayanılmış bir çalışma. Bunun ötesinde, çalışma aslen otizmli çocukların yarıdan fazlasının KKK aşısından hemen kısa bir süre sonra (5 ayın altında) regresyona girdiklerini söylüyor. Buna rağmen çalışmanın yazarları KKK ile otizm arasında bağlantı olmadığı sonucuna varıyor.
İşte yapılan dağ gibi çalışmalar bunlar … Şimdi CDC’nin herbiri birbirinden kusurlu bu çelimsiz “çalışma”larla bunca senede itinayla inşa ettiği kağıttan kulenin yavaş yavaş nasıl yıkıldığına şahit oluyoruz. CDC’nin ortaya koyduğu her çalışmada benzer sorunları dile getirmiş, kadrolarında saygın bilimadamaları ve hekimlerin de olduğu otizm dernekleri 10 seneyi aşkın zamandır CDC’nin aşılarla otizm bağıntısını örtbas etmek için veri manipüle ettiğini söylüyorlardı zaten. En azından şimdi bir çalışma için işin bir söylenti değil, gerçek olduğu kanıtlanmış oldu. Bunun buzdağının sadece görünen kısmı olduğunu sanırım hepimiz biliyoruz, internette aşı yanlısı dezenformatif bilgileri ibadet eder gibi yayan kişi ve gruplar da… İşin acı tarafı, bu sözümona güvenilir bilimsel çalışmalar, Aşı Mağduriyeti Tazminat Programı kapsamında, çocukları aşılardan sonra otizm geliştirmiş 5000 ailenin talebinin reddinde kullanıldı. İşte bu yüzden, bu işin peşinin bırakılmaması, tanık celbi yetkisiyle Dr. Thompson ve çalışmanın diğer yazarlarının mahkemede yeminli ifadelerinin alınması, CDC’nin derhal soruşturmaya alınarak aşı güvenliğini araştırma yetkisinin bu kurumdan alınması gerekiyor. Bu arada, aşılar ve otizm arasındaki bağıntıyı destekleyen 86 çalışma için, yine otizmli evlat sahibi bir annenin derlemesini buradan görebilirsiniz.
Bu gelişmeleri Türk kamuoyunun da yakında takip ettiğini gözlemliyorum ve umuyorum ki anne-babalara aşı konusunda aynen Amerika’daki hukuksuz ve bilimdışı dayatmaları yine aynı sistematikle uygulamaya çalışanların kime ve neye hizmet ettiklerini deşifre eden haber ve araştırmalar en kısa zamanda Türk basınında da yer bulur.
LivingWhole.org blogunun yazarı Megan’la tanışın… Eskilerin sıradan çocuk hastalığı, aşı sonrası dönemin korkulu rüyası kızamığı ters köşeye yatırmış, örülen korku perdesini yalın sağduyusuyla yırtıp atmış, gerçeğin gözünün içine dimdik bakmış bir anne: “bu anneye kıytırık kızamık vız gelir!”, diyor!
Kendisinden dinleyelim …
“Önce grip, sonra boğmaca, ondan sonra kabakulak, polio ve tabii tahmin edilebileceği gibi şimdi de kıytırık kızamık. Ne düşündüğünüzü biliyorum:
“[Derin bir iç çekiş!] Korkunç, ölümcül bir hastalıkla dalga mı geçti şimdi bu? Bu yılın ilk beş ayı itibariyle kızamığın belki de ta 2000’den beri görülmüş en yüksek rakamlara ulaştığını bilmiyor mu?”
Evet aynen öyle yaptım ve lütfen o son cümleyi yüksek sesle bir kez daha tekrarlayıverin, zira hakikaten de kulağa geldiği kadar gülünç bir durum bu. Bir dolu saçmalık ve aşağılayıcı “aşı karşıtları” retoriği ile uğraşmaktan kendimi dize kadar sığır pisliğine batmış ve acil lastik çizme ihtiyacında hissediyorum. Çocuğum kızamık kapar diye korkuyor muyum? Kesinlikle hayır. KKK aşısından korkuyor muyum…hem de nasıl. Gerçekleri, hakikaten gerçekleri bilseydiniz emin olun siz de korkardınız.
(Kıytırık) Kızamıkla İlgili Tutarsızlıklar
CDC’nin en son yayımlanan Haftalık Morbidite ve Mortalite Raporu‘na (MMWR) göre kızamık “ciddi komplikasyonlar ve ölümle sonuçlanabilecek son derece bulaşıcı, akut viral bir hastalık.” Elbette bundan önceki MMWR raporlarında ve CDC’nin sürveyans klavuzunda bu “ciddi komplikasyon ve ölüm” kısmı yok hastalık tanımında ama biz burada insanları çocuklarını aşılatmaya ikna etmeye uğraşıyoruz ya, raporun bu güzide 2014 sayısında global bir bakış açısı kazandırıp kızamığa, duygu sömürüsü çıtasını bir üst noktaya çıkartıyor ve tehlikenin farkında mısınız diye soruyoruz anne-babalara; ölüm var işin ucunda diyoruz.
Yazılı/görsel basını takip ettiyseniz, aşı-karşıtlarına nefret kusan yazıları okuduysanız ya da hani Dünya Sağlık Örgütü‘nün istatistiklerine filan rastgeldiyseniz dünyada her yıl 122,000 kişinin kızamıktan öldüğünü duydunuz demektir. Korkunç hakikaten de, değil mi?
Ve fakat aynı MMWR raporunda CDC, kızamığın klinik açıdan tanımını şöyle yapıyor: “3 gün veya üzerinde süreyle vücut genelinde görülen döküntü, 38.3 veya üzerinde seyreden ateş ve buna eşlik eden öksürük, burun akıntısı ve/veya konjunktivit ile karakterize hastalık.” Başka bir deyişle, Amerika Birleşik Devletleri’nde doktor muayenehanelerinde görülen kızamık tipik olarak döküntü, öksürük ve ateşten ibaret; hastalığın kullandıkları tüm raporlarda ve sürveyans verilerinde geçen klinik tanımı bu. Bu ülkede [ABD] yılda kaç kişinin kızamıktan öldüğünü biliyor musunuz? Yaklaşık sıfır kişi.
E peki bunlardan hangisi kızamık? Öldüren mi…yoksa basit döküntü çıkartan mı? Bu sorunun yanıtı global istatistikleri işin içine katıp katmadığınıza göre değişir. Katmıyorsanız, döküntüden ibarettir. Yok eğer gelmiş geçmiş en tartışmalı aşılardan birini çocuklarına yaptırsınlar diye insanların kalplerine korku salmaksa amacınız, hastalığı sansasyonel hale getirmekse…kelimelerle ifade edilemeyecek denli korkunç, dünyayı temelinden sarsacak derecede ölümcül bir hastalıktır kızamık. Ancak gelin görün ki bunun gerçekle yakından uzaktan alakası yok…en azından ABD’de durum böyle ve bunun nedenini anlamak da o denli zor değil.
“Kızamık daha ziyade yeterince beslenemeyen, özellikle A vitamini eksikliğinden muzdarip, bakımsız kalmış veya bağışıklık sistemi HIV/AIDS veya başka hastalıklar nedeniyle zayıflamış küçük çocuklarda ağır seyreder. […] Yüksek oranda malnütrisyon (zafiyet) görülen ve yeterli sağlık hizmeti verilemeyen bölgelerde yaşayanlarda kızamık vakalarının %10’u ölümle sonuçlanabilir. […] Kızamık ölümlerinin %95’ten fazlası kişi başına düşen gelir oranı düşük ve sağlık altyapı hizmetleri zayıf ülkelerde görülmektedir. […] Göçmen kamplarında aşırı kalabalıklaşma enfeksiyon riskini son derece arttırır.”
Malumu ilan etmek gibi olmasın ama üçüncü dünya ülkesinde yaşamıyoruz. Ha ama sabah kapıdan dışarı adımımı atıp da belediye hizmeti nedir görmemiş, çöpten pislikten geçilmeyen, kanalizasyonu olmayan bir yola ayak basarsam, etrafım da açlık sefalet içinde milyonlarca insanla çevrili olursa haberdar ederim sizi, merak etmeyin.
Bakın, gelişmekte olan ülkelerin global istatistiklerini tutup ABD’ye uyarlamak, Afrika’da ABD istatistiklerinden yola çıkarak obeziteye karşı kampanya yürütmek gibi bir şey. Evet, hakikaten de çok mantıklı dünyanın 2. en şişman ülkesini kalkıp açlıktan karnı sırtına yapışmış bir ülkeyle kıyaslamak. ABD’nin ilk üçteki ölüm nedenleri (kalp hastalığı, kanser ve kendi sağlık sistemimiz {iatrojenik ölümler}) üçüncü dünya ülkelerinin ilk üçüyle aynı değil. Aslına bakarsanız gelişmekte olan ülkelerde kızamık “ilk 10”a dahi giremiyor. Dünya çapında 122,000 kişi kızamıktan ölüyor evet ama sadece milli gelirin düşük olduğu ülkelerde trafik kazalarında ölen insan sayısı yarım milyonun üzerinde. Bunun için aşı geliştirdiklerini gördünüz mü?
Ölümü hafife almaya filan çalışmıyorum burada ancak işimize geldiğinde global veri kullanmanın, bu ülkede hastalıkların düşüşe geçişini bir kalemde aşıya bağlamanın, sanayileşmiş bir ülkeyle gelişmekte olan arasındaki farkları görmezden gelmenin ve tabii KKK aşısı gibi aralarında ölüm de olmak üzere pekçok ağır yan etkisi olan ve yan etkilerin bu ülkede çok daha yüksek oranlarda seyrettiği bir aşının zararlarını tamamen gözardı etmenin ironik olduğunu düşünüyorum.
Kıytırık Kızamıkla İlgili Gerçekler
2014‘te şu ana kadar 228 kızamık vakası var; ne bir ensefalit [beyin iltihabı] ne de ölüm var. 2013’te 189 kızamık olgusundan hiçbirinde ensefelat veya ölüm yok. 2012; 54 kızamık vakası, ensefalit yok, ölüm yok. 2011; 22 kızamık vakası ve evet gerisi tahmin ettiğiniz gibi…ne ensefalit ne de ölüm. Liste daha da uzar ama ne demek istediğim anlaşıldı sanırım. Genel itibariyle kızamık tatsız ama ölümcül olmayan bir hastalık.
Oysa bunun aynını KKK aşısı için söylemek mümkün değil. 1 Mart 2012 itibariyle KKK aşısını müteakip 842 ağır fiziksel zarar ve 56 ölüm vakası var. 1990’dan bu yana Aşı Sonrası İstenmeyen Etki Bildirim Sistemi (ASİE/VAERS)’ne 6,058 ağır yan etki bildirilmiş. İşin daha üzücü tarafı ise görülen yan etkilerin sadece %1 ila %10’unun sisteme giriliyor oluşu. Ah tabii tabii şimdi hatırladım, önemli olan kaç kızamık vakası var onun istatistiğini vermekti…öyle KKK yan etki verilerinin filan bir önemi yok. Tabii dünyada KKK’dan kaç ölüm yaşanmış, bu global veriler de bizi ilgilendirmiyor bu aşamada.
Ama kızamık kör edebilir…aynı şekilde KKK aşısı da.
Ama kızamık ensefalite yol açabilir…aynen KKK aşısı da.
Ama kızamıktan zatürre olabilirsin…aynı şekilde KKK aşısından da.
Ama aşılanmazsam kızamık geçirebilirim…Aşıyı olduğun takdirde hem doğrudan aşıdan kızamık kapabilir hem de yıllar içinde aşının etkisi kaybolduğundan ilerleyen yaşlarında kızamığı geçirebilirsin. CDC der ki, KKK aşısını olanların yüzde 5 ila 10’unda ateş ve kırmızı döküntü görülür. Bu da, 13-14 milyon dozla aşılanan 1 yaş çocukları düşünüldüğünde ABD’de her yıl 650,000 ila 1,300,000 aşı kaynaklı kızamık vakası var demektir.
“Kızamık, kabakulak ve kızamıkçık aşısı uygulaması ardından tarafımıza nadir de olsa çeşitli sebeplerden ve bazen de bilinmeyen sebeplerden dolayı gerçekleşen ölüm vakaları bildirilmiştir […].” – KKK aşısı ürün bilgisi
Ama çocuğum kızamık kaparsa…ölebilir. ABD istatistiklerine bakıldığında çocukların KKK aşısından ölme ihtimali daha yüksek.
Ama kızamık aşısı pekçok ölümü engelledi. Yanlış. Bu kitaptan kızamıkla ilgili bölümü oku. Hikaye anlatılmış bizlere bugüne kadar. Ayrıca, herhangi bir aşının ölümü engelleyip engellemediğini test etmek mümkün değil. Bunun için diyelim bir kızamık salgını çıktı, bu salgında herkesin kızamık kapacağını farzetmen ve aşılanmışların da kesinkez kızamıktan korunacağını varsayman gerekir.
Ama kızamık aşısı güvenli ve etkili olduğu kanıtlanmış bir aşı.Yine yanlış. Ama bu aşı birgün olur da çift-kör (salin suyla) plasebo kontrollü deneyden geçtiğinde ve tabii ‘“etkili” = “ömür boyu bağışıklık”’ demek olduğunda beni ara haber ver, e mi?
Ama sen aşı olmazsan benim henüz aşılanamayacak yaştaki yavrum için tehlike oluşur. Hepimiz duyduk bunu değil mi:
“Aşılanmayan kişiler kendilerini ve başkalarının hayatlarını tehlikeye atmış olurlar- özellikle de aşılanamayacak kadar küçük ve ağır komplikasyon geçirme riski en fazla olan küçük bebekleri”. Dr. Anne Schuchat
Kesinlikle gerçek dışı. Bebeklerimizi tehdit altına sokan, yüksek oranda aşılanmış bir popülasyonda hızla kaybolan yapay bağışıklıktır. Bebeğinin hayattaki ilk yılında ona sağlam bir koruma sağlayacak şey nedir biliyor musun? İyi bildin, doğal yoldan kızamık geçirmiş veya temas etmiş anneden yavrusuna geçecek ve ilk yıl ona koruma sağlayacak antikorlar. Hatta öyle ki, tıp literatürü bu tip korumanın 10 yıla kadar sürebileceğini bile söylüyor. Hayret bir şey hakikaten.
Doğal Yoldan Kızamık Geçirmenin Faydaları
Ne aşıdan ne de dolaşımdaki bir virüsten kimse çocuğu hastalık kapsın istemez, bu bu kadar basit, ancak gelin görün ki, bu virüslere doğal yoldan maruz kalmamız bağışıklık sistemimizin gelişebilmesi ve ilerleyen yıllarda hastalıklardan korunabilmemiz için fevkalade önemli aslında.
Çocukken çıkaracağınız kızamık döküntüsü sizi yetişkinlikte kanserden koruyabileceği (The Lancet, Bluming 1971, Pasquinucci 1971, Taqi 1981) gibi, aynı zamanda dejeneratif kemik ve kıkırdak hastalıkları, sebasöz cilt hastalıkları, immünoreaktif hastalıklar ve bazı tümörlere karşı da koruyabilir.
Ve tabii medyada çıkan kızamık aşısının kanseri tedavi ettiği yönündeki haberlere itibar ediyorsanız, o zaman gerçek virüsün de aynını yapabileceğini– üstelik de kalkıp 10 milyon insana gen mühendisliğiyle üretilmiş ‘ergen mutant ninja kaplumbağa’ kıvamındaki kızamık virüsü zerk etmenize gerek olmadan- kabul etmek durumundasınız demektir.
Sağladığı “Faydalar”a oranla Taşıdığı Riskler
Şimdi, bir yanda kaşıntılı kızarıklar şeklinde döküntü, burun akıntısı, ve öksürükle kendini belli eden ve yetişkinlikte bizleri daha ciddi hastalıklara karşı koruduğu gibi annenin hayatının ilk yılında bebeğine koruyucu antikorları geçirmesini sağlayan kızamık … diğer yanda ise ancak ve ancak geçici bağışıklık sağlayan (tabii onu bile sağlayıp sağlamayacağının garantisi yok) ve aşağıdaki yan etkilere neden olabilecek KKK aşısı var:
Panikülit [deri altı yağ dokusu iltihabı]
Atipik kızamık
Ateş
Senkop [beynin kansız kalışı nedeniyle gelişen geçici bilinç kaybı; bayılma hali; baygınlık]
Başağrısı
Göz kararması/sersemleme
Malez [keyifsizlik; herhangi bir hastalığın başlayacağını gösteren kırıklık hissi]
İritabilite [uyartıya aşırı duyarlı olma hali]
Vaskülit [kan veya lenf damarı iltihabı]
Pankreas iltihabı
İshal
Kusma
Parotit [parotit bezi iltihabı]
Bulantı
Diyabet
Trombositopeni [kanda trombosit sayısının-kanamaya uzanmak üzere- ileri derecede azalışı]
Purpura [kılcal damar duvarlarından kan sızmasına bağlı olarak deri ve mukozalar üzerinde, başlangıçta kırmızı, daha sonra morumsu renk alan peteşiler ya da ekimozlar oluşmasıyla belirgin kanama bozukluğu]
Bölgesel lenfadenopati [Lenf düğümlerini tutan herhangi bir hastalık]
Lökositoz [kanda lökosit sayısının artışı; lökosit sayısının 1 mm3 kanda 10.000′in üstüne çıkışı]
Anafilaksi [önceden vücuda girişiyle duyarlılık oluşmuş bir antijen(ilaç, aşı, belli bir besin maddesi, hayvansal serum, böcek zehiri, kimyasal madde vb.) ‘in, vücuda ikinci defa girişiyle gelişen, yaşamı tehdit edici aşırı duyarlılık reaksiyonu]
Artrit [eklem iltihabı]
Artralji [eklem ağrısı]
Miyalji [kas veya kaslarda hissedilen ağrı; kas ağrısı]
Ensefalit [beyin iltihabı]
Ensefalopati [beyin dokusunda dejeneratif değişikliklerle belirgin herhangi bir beyin hastalığı]
Kızamık inklüzyon cisimciği ensefaliti [Measles inclusion body encephalitis (MIBE)]
Subakut sklerozan panensefalit (SSPE) [mutant kızamık virüsünün neden olduğu, oldukça nadir rastlanani santral sinir sisteminin yavaş virüs infeksiyonudur. Kızamık infeksiyonunun nadir görülen, fatal seyreden geç dönem komplikasyonudur]
Guillain-Barré Sendromu [akut bir sendrom olup periferik sinirlerin tümü ya da bir bölümü üzerinde ciddi hasara yol açar. Hastalık, sinir liflerini kaplayan miyelin tabakasının iltihaplanması ve tahrip olmasından kaynaklanır. Ayak ve bacak kaslarından başlayarak kısa sürede karın, göğüs, kol ve yüz kaslarına yayılan, kaslarda -bazen felce uzanabilen- kuvvet azalması ve his kaybı ile belirgin polinevrit]
Akut disemineensefalomiyelit [Herhangi bir enfeksiyon’un komplikasyonu olarak gelişen ensefalomiyelit]
Nöbetler [özellikle aniden gelişen konvülsiyonlarla belirgin nöbet]
Konvülsiyonlar
Polinevrit [birkaç sinirin aynı anda beraber iltihabı], polinöropati [birkaç siniri ilgilendiren herhangi bir hastalık veya bozukluk; özellikle birçok sinirin -iltihaplanma olmaksızın- dejeneratif değişiklikler göstermesi]
Okülomotor sinir paralizileri [göz sinirlerini tutan felç], parestezi [herhangi bir vücut bölgesinde -otonom sinir sistemindeki dengesizliğe bağlı olarak- gelişen, geçici his yokluğunun eşlik ettiği uyuşma veya karıncalanma hali]
Aseptikmenenjit
Pnömoni [zatürre]
Pnömonit
Boğaz ağrısı
Öksürük
Rinit [burun mukozasının iltihabı; nezle;]
Stevens-Johnson sendromu [Stevens-Johnson sendromu cilt ve mukoza zarının ilaç veya enfeksiyona karşı ciddi şekilde reaksiyon gösterdiği nadir görülen ciddi bir rahatsızlıktır. Stevens-Johnson sendromu genellikle grip benzeri belirtilerle başlar ve ardından sonuç olarak cildin üst katmanının ölerek dökülmesine neden olan cilde yayılan ağrılı kırmızı veya morumsu kızarıklıklar ve su kabarcıkları oluşur]
Mültiform eritem [deri ve mukozalarda aynı anda çeşitli tip (papül, vezikül, bül vb.)’te erüpsiyonla belirgin durum]
Ürtiker
Kızamık benzeri döküntü
Pruritus [kaşıntı]
Nöral sağırlık
Otitis media [kulakta ağrı ve dolgunluk hissi, işitme kaybı, akıntı ve ateşle seyreden, çoğu kez üst solunum yollarından yayılan bakteri veya virüsün sebep olduğu orta kulak iltihabı]
Retina iltihabı
Optik nörit (yani, körlük)
Papillit [görme sinirinin retina’ya girdiği yer (optik papilla)’in ödemli iltihabı]
Retrobulbar nevrit
Konjunktivit
Epididim iltihabı
Orşit [testis iltihabı]
Ölüm
Vaskülit
Pankreas İltihabı
Parotit bezi iltihabı
Trombositopeni
Purpura
Lenfadenopati
Stevens Johnson Sendromu
Olabilir, ama sen hani şu her kanalda/gazetede çıkan kızamıklı çocuğun korkunç halini görmedin mi, daha nasıl böyle konuşabiliyorsun?
Evet gördüm ve hatta bu çocukcağızın bağışıklık sistemini tebrik edesim geldi. Bak, bu kırmızı döküntüye yol açan şey kızamık virüsü değil, anlıyor musun? Bu döküntü çocuğun hücresel bağışıklık sisteminin, virüs taşıyan hücreleri yok etmekle meşgul olduğunun fiziksel kanıtı sana ve inanılmaz da önemli bir aşama. Başka bir deyişle bu korkunç döküntü, T hücreleri kızamık virüsünü nötralize ederken ortaya çıkan bir yanürün, bu olmasaydı çocuklarımız ölebilir veya yetişkinlikte çok daha feci hastalıklara yakalanabilirlerdi.
Üçüncü dünya ülkelerinde çocukların kızamıktan ölmesinin sebebi:
a) beslenme yetersizliği
b) A vitamini eksikliğinden dolayı işlevini yerine getiremeyen hücresel bağışıklık sistemlerinin virüsü (döküntü çıkartmak yoluyla) nötralize edememesi, vücuttan temizleyememesi (kaldı ki DSÖ, A vitaminin desteği ile kızamıktan ölümlerin yarı yarıya azaltılabileceğini söylüyor).
c) küçük çocukları daha annelerinden aldıkları koruyucu antikorlar vücutlarındayken tutup KKK ile aşılıyor olmamız.
KKK Aşısı
Al bak bu da KKK aşısı sonrası döküntü çıkaran bir çocuğun resmi. Ne yazık ki bu çocuk ne ömür boyu bağışıklık kazanacak bundan, ne bebeğine aktarabileceği antikorları olacak ve hatta ileri yaşta yine kızamık geçirme tehlikesiyle (ki bunun çok daha tehlikeli olduğunu biliyoruz) ve aralarında kanserin de olduğu pekçok başka hastalık riskiyle karşı karşıya olacak. Burada görülen kızarıklıklar da aslında bu çocuğun bedeninin mevcut bir enfeksiyonu temizlemeye çalıştığının ispatı aslında, ancak bu defak, enfeksiyon aşıdan kaynaklanıyor. Nasıl? Bunu haberlerde hiç görmediniz mi? Ben de görmedim.
Bunlar da KKK aşısını olmuş başka iki çocuğun resimleri.
Evet, hani kızamıktan korusun diye çocuğunuza vurduğunuz aşının marifetleri bunlar.
KKK aşısından sonra sakat kalan, felç geçiren, kronik hastalık geliştiren ve hatta ölen çocuklar da cabası…hem burada hem de üçüncü dünya ülkelerinde.
Tabii KKK aşısı deyince aklımıza gelen tek şey otizm bizim. İleri sürülen ana argüman şu:
a) KKK aşısının otizmle alakası yoktur, ve
b) öyle olsa bile, ölümcül kızamık hastalığı, ömür boyu sürecek otizmden daha büyük bir tehdittir… o yüzden de başkalarını korumak adına hepimiz aşılanmalıyız. KKK aşısı-otizm bağıntısına ister inanın ister inanmayın, şayet KKK aşısı herhangi bir çocuk için en ufak bir hastalık riski taşıyorsa hiçbir çocuğa uygulanmaması gerekir. Keyifsizlikten öte bir rahatsızlık vermeyen hafif bir döküntü ile KKK aşısının sayılan TÜM bu yan etkileri mukayese dahi kabul etmez.
Hep Aynı Nakarat
Medyanın kızamık propagandası yeni bir fenomen değil. 1996’da da, 2008’de de, 2011’de de açıklanan kızamık oranları hep “tüm zamanların en yüksek oranları”ydı ve tabii (herzamanki gibi) bunun tek suçlusu da aşısızlardı. Oysa istatistiklerde yıldan yıla dalgalanmalar yaşanıyor ve hangi yıl olursa olsun salgınların ağırlıklı olarak yabancı ülkelere seyahatte bulunanlarda başgösterdiği de aşikar. Ayrıca kızamık her sene aşılılar arasında da görülüyor, hatta salgınların en yoğun görüldüğü yerler New York, Kaliforniya ve (bu yıl) Ohio gibi ülke çapında en yüksek aşılanma oranlarına sahip, yani teoride şu “aşı kaynaklı” sürü bağışıklığının koruması gereken eyaletler. Ya evet, hani şu sürü bağışıklığı meselesi… Bundan daha da vahimi ise bugünlerde kızamık kapanların büyük çoğunluğunun yaşının ileri olması. Aşılara teşekkür etmek lazım bunun için tabii.
Çocuğum hiçbir şekilde hasta olsun istemem ama kimse beni bu Dexter’ın laboratuvarından çıkma, kızamığı tutup en riskli seyredeceği bebek veya yetişkin popülasyonuna çekmekten başka işe yaramayan, ağır yan etkilere sahip , tutup herhangi birini çocuğuna içirmeye kalksa anne-babanın hapse atılacağı denli toksik madde ve virüs dolu, geçici, sahte bağışıklığın doğal bağışıklığa üstün olduğuna ikna edemez. Kanıta dayalı tıbba amenna, ama iş “kötü kanıt”a geldiğinde buna dur derim.
Çocuklarımı hiçbir koşulda aşılatmıyorum. Ne şimdi, ne de hiçbir zaman. Sizin kıytırık kızamığınız bu anneye vız gelir.”